DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR[1]

 

DIŞ DÜNYAMIZI ŞEKİLLENDİREN İÇ DÜNYAMIZDIR

Dış Dünyamızı Şekillendiren İç Dünyamızdır: İslami ve İbretlik Bir Bakış

İnsan, iç dünyasında taşıdığı inançları, düşünceleri ve duyguları ile çevresini şekillendirir. Tıpkı bir tohumun toprağın altında filizlenip dış dünyaya yansıması gibi, insanın iç dünyasında olgunlaştırdığı fikirler ve duygular da hayatına yön verir. İslam, insanın kalbinin ve zihninin temiz olmasını, dış dünyaya da güzellikler yansıtmasını öğütler. Çünkü dışımızı inşa eden, içimizde taşıdığımızdır.

İç Dünya ve Kalbin Önemi

Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki Allah, bir kavim kendi içinde olanı değiştirmedikçe, onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11) buyrulmuştur. Bu ayet, değişimin ve dönüşümün insanın iç dünyasında başladığını ifade eder. Bir toplumun düzelmesi için bireylerin zihin ve kalp dünyalarının temizlenmesi gerekir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır. Eğer o iyi olursa, bütün vücut iyi olur; eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte o, kalptir.” (Buhari, Müslim)

Kalbin temizliği, sadece bireyin değil, toplumun da huzurunu sağlar. Kötü niyetler, hırslar ve yanlış düşünceler insanın dış dünyasını da karartır. Öyle ki, içindeki kötülükleri dizginleyemeyen kişi, çevresine de zarar vermeye başlar.

İç Dünyamızın Dışımıza Yansımaları

1. İyi Bir İç Dünya, Güzel Bir Hayat Getirir

İslam, insanın kalbini ve zihnini güzel duygularla doldurmasını öğütler. Tevekkül, sabır, şükür ve merhamet gibi erdemler insanın iç dünyasını huzurlu kılar. Böyle bir insan çevresine de huzur saçar.

Hz. Mevlana, bu gerçeği şöyle dile getirir:
“Dünyayı güzel görmek istiyorsan, önce kalbini güzelleştir.”

Eğer bir insan kalbini iyi niyetle doldurursa, onun bakışı, sözü ve davranışları da iyilikle dolacaktır.

2. Kötü Düşünceler, Hayatı da Kötüleştirir

Öfke, kibir, haset ve kin gibi duygular insanın iç dünyasını karartır. Zamanla bu duygular, kişinin dış dünyasına da yansır ve etrafındaki insanlara zarar vermeye başlar. Kalbi kinle dolu bir insan, etrafına da nefret saçar. Bunun sonucunda toplumda huzursuzluk ve fitne meydana gelir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Allahı anmak hususunda Kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!” (Zümer, 39/22)

Katılaşmış bir kalp, merhametsiz ve zalim bir hayat sürer. İç dünyasını kötü duygularla dolduran bir insan, sadece kendisini değil, çevresini de karanlığa sürükler.

İç Dünyamızı Güzelleştirmenin Yolları

İslam, insanın iç dünyasını güzelleştirmesi için bazı yollar gösterir:

1. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı anmak ve yaratılış üzerine düşünmek, insanın ruhunu temizler. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28)

2. Şükür ve Sabır: Şükreden ve sabreden bir insanın iç dünyası huzur bulur, bu da dış dünyasına yansır.

3. Güzel İnsanlarla Beraberlik: İyi insanlarla olmak, insanın kalbini temizler. “Kişi dostunun dini üzeredir.” (Tirmizi)

4. Helal ve Temiz Lokma: Helal rızık, insanın hem ruhunu hem de bedenini temizler.

5. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık: Kur’an okumak ve Peygamber Efendimiz’in ahlakını örnek almak, insanın iç dünyasını nurlandırır.

Sonuç

Dış dünyamız, iç dünyamızın bir yansımasıdır. Kalbimiz neyle doluysa, hayatımız da ona göre şekillenir. Kalbi temiz olanın hayatı da huzurlu olur; kalbi kötü olan ise, kendisini ve çevresini sıkıntıya sokar. Bu yüzden, önce kalbimizi ve düşüncelerimizi temizlemeliyiz. Çünkü hayatın gerçek inşası, önce içimizde başlar.

Allah bizleri, kalbini temiz tutan ve dışına da güzellik yansıtan kullarından eylesin. Amin.

**************   

HAYATTAKİ KİRLİKLİKLER ÖNCE DÜŞÜNCENİN KİRLENMESİYLE BAŞLAR

Düşüncenin Kirlenmesi ve Hayattaki Kirlilikler: İslami ve İbretlik Bir Bakış

İnsan, Allah’ın yarattığı en şerefli varlık (eşref-i mahlûkat) olarak dünyaya gönderilmiştir. Ancak insanın şerefli olması, onun aklı ve düşünme kabiliyeti ile doğrudan bağlantılıdır. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette akletmek, düşünmek ve tefekkür etmek teşvik edilmiştir. Çünkü insanın kalbi ve zihni temiz oldukça, amelleri de temiz olur. Ancak düşüncenin kirlenmesi, zamanla amellere ve toplumsal yozlaşmaya sebep olur.

Düşüncenin Kirlenmesi Nasıl Başlar?

İnsanın zihni, tıpkı bir bahçe gibidir. Ona ne ekilirse, zamanla o yeşerir ve meyve verir. Eğer bu bahçeye güzel fikirler, ahlaki prensipler ve doğru inançlar ekilirse, insanın davranışları da güzel olur. Ancak bu bahçeye fesat, kin, nefret ve kötü düşünceler ekilirse, zamanla bireyin kalbi kararır ve topluma da zarar vermeye başlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır; eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur, eğer o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o, kalptir.” (Buhari, Müslim) buyurarak, insanın iç dünyasının dış dünyasını nasıl şekillendirdiğine işaret etmiştir.

Düşüncenin Kirlenmesinin Sonuçları

1. Bireysel Yozlaşma: Kötü düşünceler önce bireyin kendi iç dünyasında bozulmalara yol açar. Haset, kibir, öfke ve nefret gibi duygular kalbi kirletir ve zamanla insana yanlış davranışlar yaptırır.

2. Ahlaki Çöküş: Düşüncenin kirlenmesi, insanın ahlaki değerlerini aşındırır. Yalan, hile, gıybet gibi günahlar normalleşir ve bireyin ruhu kararmaya başlar.

3. Toplumsal Kirlilik: Bireylerin iç dünyasındaki bozulma, zamanla topluma sirayet eder. Rüşvet, adaletsizlik, sömürü, israf ve ahlaki dejenerasyon gibi sorunlar, aslında bireylerin düşünce dünyalarındaki bozulmanın yansımasıdır.

Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki Allah, bir kavim kendi içinde olanı değiştirmedikçe onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11) buyrularak, değişimin önce bireyin iç dünyasında başlaması gerektiği vurgulanmıştır.

Çözüm: Düşüncenin Arınması

Düşünceyi temiz tutmak, İslam’ın üzerinde önemle durduğu bir konudur. Bunun için şu hususlara dikkat etmek gerekir:

1. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı sürekli anmak ve yaratılış üzerine düşünmek, insanın iç dünyasını temizler. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28) ayeti, bunun önemini vurgular.

2. İyi İnsanlarla Birliktelik: Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kişi dostunun dini üzeredir. O hâlde kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin.” (Ebu Davud, Tirmizi) buyurarak, çevrenin insanın düşüncelerini etkilediğine işaret etmiştir.

3. Helal Lokma: İnsanın yediği gıdalar bile düşüncelerini etkiler. Helal ve temiz lokma, ruhu besler ve düşünceleri berraklaştırır.

4. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık: Kur’an okumak ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadislerine uymak, zihni ve kalbi arındırır.

Sonuç

Düşünce, insanın en büyük sermayesidir. Eğer düşüncelerimiz temiz olursa, hayatımız da temiz olur. Ancak düşünceler kirlenirse, bu kirlilik önce bireyin kalbinde, sonra amellerinde ve en sonunda toplumda kendini gösterir. Bu yüzden Müslüman, zihnini ve kalbini sürekli temiz tutmalı, kötü düşüncelerden arınarak ahlaki güzellikleri hayatına hâkim kılmalıdır. Çünkü gerçek temizlik, önce kalpte ve düşüncede başlar.

Allah bizleri, kalbini ve düşüncelerini temiz tutan salih kullarından eylesin. Amin.

 

************  

FITRAT FITRİ OLANI KABUL ETMEZ

“Fıtrat, fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar. “

Fıtratın Hakikati: Yaratılışın Reddettiği Şeyler

İnsan, yaratılıştan gelen saf ve temiz bir yapıya sahiptir. İslam’da buna fıtrat denir. Fıtrat, insanın özündeki saf hakikati ve doğruyu arayan yapısıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, “Fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.” Bu söz, insanın yaratılışına uygun olmayan şeyleri sevki ilahi olarak kabul etmeyeceğini, aksine onları reddedeceğini anlatır.

Ancak modern çağda, insanlar bazen fıtratlarının sesini duymakta zorlanır. Çünkü dış etkenler, alışkanlıklar ve toplum baskısı, insanın özündeki bu hakikati köreltebilir. Bu makalede, fıtratın neyi reddettiğini, neden reddettiğini ve insanın nasıl yeniden fıtratına dönebileceğini inceleyeceğiz.

1. Fıtrat Nedir ve Neden Önemlidir?

Fıtrat, insanın yaratılıştan gelen ilahi kodudur. Allah (c.c.), her insanı saf bir şekilde yaratmıştır:

> “O hâlde sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratmasında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30)

Bu ayet, Allah’ın insanı tertemiz bir fıtrat ile yarattığını ve aslında tüm insanların hakikati tanıyabilecek bir kalbe sahip olduğunu gösterir. Ancak zamanla çevresel faktörler, insanın bu saf yapısını değiştirebilir.

Bir hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenaiz 79; Müslim, Kader 22)

Bu hadis, insanın doğuştan temiz olduğunu, ancak dış etkenlerin onu farklı yönlere çekebileceğini gösterir. Fakat ne kadar değişime uğrarsa uğrasın, insanın fıtratı aslında hep doğrudan yana olacaktır.

2. Fıtratın Reddettiği ve Kabul Etmediği Şeyler

Fıtrat, insanın yapısına uygun olmayan şeyleri kabul etmez ve reddeder. İşte fıtratın doğal olarak reddettiği bazı şeyler:

1) Adaletin Bozulması ve Zulüm

İnsan, yaratılış gereği adaleti sever ve zulmü reddeder. Hangi toplumda olursa olsun, insanlar adaletli bir yönetimi arzu eder. Bir insan kendi çıkarı için zulmü savunabilir, fakat içinde her zaman bir huzursuzluk hisseder.

Haksızlık karşısında içimizde bir rahatsızlık hissediyorsak, bu fıtratımızın zulme karşı olduğunu gösterir.

Küçük bir çocuğa haksızlık yapıldığında bile içimizde bir öfke uyanıyorsa, bu fıtratın bir sonucudur.

> “Zulüm ile abad olanın, ahiri berbat olur.” (Atasözü)

Fıtrat, zulmün ve adaletsizliğin sürdürülebilir olmadığını bilir. Bu yüzden haksız düzenler eninde sonunda yıkılır.

2) Yalan ve Riyakârlık

İnsan doğası gereği doğruyu sever ve yalandan nefret eder. Bunu anlamak için küçük çocukları gözlemleyebiliriz.

Bir çocuk, kendisine yalan söylendiğini fark ettiğinde güvensizlik hisseder.

Eğer sürekli yalan söylenirse, içindeki fıtri temizlik kirlenir ve yalanı normal görmeye başlar.

Ancak ne kadar alışırsa alışsın, fıtratının derinliklerinde bir huzursuzluk hisseder.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Doğruluk iyiliğe, iyilik cennete götürür. Yalan ise kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür.” (Buhârî, Edeb 69)

Bu hadis, doğruluğun fıtratın gereği olduğunu ve insanın iç huzurunu ancak hakikatle bulabileceğini gösterir.

3) Haram ve Helal Dengesi

İnsan, yaratılışı gereği helal olan şeylere meyleder ve haramlardan uzak durmak ister. Ancak alışkanlıklar ve çevresel etkenler, zamanla insanın harama duyarsızlaşmasına yol açabilir.

Örneğin:

Temiz gıdalar insanın bedenine iyi gelirken, haram yiyecekler ve içkiler zarar verir.

Fıtrat, haramın zararlarını önce bedende, sonra ruhta gösterir.

Allah (c.c.), insana haram olan şeyleri yasaklamıştır çünkü bunlar fıtrata uygun değildir. Kur’an’da şöyle buyurulmuştur:

> “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (Maide, 5/87)

Fıtrat, Allah’ın koyduğu sınırları tanır ve bunlara uyduğunda huzur bulur.

3. Fıtratın Bozulması ve Geri Dönüş Yolları

Peki, insanlar neden bazen fıtratlarının sesini duyamaz hâle gelir? Bunun başlıca nedenleri şunlardır:

Yanlış alışkanlıklar ve bağımlılıklar (Örneğin: Yalan söylemeye alışan bir insan, zamanla bundan rahatsızlık duymaz.)

Toplumun yönlendirmesi (Eğer toplumda yanlış şeyler yaygınsa, birey de buna uyum sağlar.)

Gaflet ve ihmal (İnsan, fıtratının sesini dinlemeyip sürekli dünya işleriyle meşgul olursa, kalbi katılaşır.)

Ancak fıtrat hiçbir zaman tamamen kaybolmaz. İnsan ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, geri dönmesi her zaman mümkündür.

Fıtrata dönmenin yolları:

1. Samimi bir tövbe ile hataları kabul etmek

2. Allah’ı çokça anmak ve dua etmek

3. Doğru ve dürüst insanlarla beraber olmak

4. Fıtratın sesine kulak vermek, vicdanı öldürmemek

5. Kur’an ve sünnet rehberliğinde hareket etmek

Allah (c.c.), kullarını her zaman affetmeye hazırdır:

> “De ki: Ey kendi aleyhlerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39/53)

Sonuç: Fıtrata Uygun Yaşamak, Hakikati Bilmektir

Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi, fıtrat, kendisine uygun olmayan şeyi reddeder ve atar. Zulüm, yalan, haram ve batıl olan şeyler, insanın fıtratına terstir. Ancak insan bazen fıtratının sesini duyamaz.

Önemli olan, fıtrata uygun yaşamaya çalışmak ve hakikati aramaktır. Çünkü insan ancak fıtratına uygun yaşadığında gerçek huzuru ve mutluluğu bulur.

> “Kim doğru yola yönelirse, ancak kendi iyiliği için yönelmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar.” (İsra, 17/15)

 

 

***************  

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR .-1-

Dünya: Herkesin Kendini Bildiği, Bulduğu ve Kendi Olduğu Bir Yer

Dünya, insanın hakikat yolculuğunu yaptığı, kendini tanıdığı ve varoluş gayesini keşfettiği bir imtihan yeridir. Her insan, bu dünyada kendi fıtratı, seçimleri ve niyetleri doğrultusunda bir yol çizer. Kimi hakikati bulur, kimi kendisini kaybeder. Ancak herkes, sonuçta kendi yaptıklarıyla şekillenir ve kendi gerçeğini yaşar.

Bu açıdan, İslam’ın bakış açısıyla dünya, bir tarla gibidir: İnsan, burada ne ekerse ahirette onu biçer. “Dünya herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir” sözü, aslında insanın kendi özünü keşfetmesinin, fıtratına uygun bir hayat sürmesinin ve seçimlerinin sonucuyla yüzleşmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatır.

Kendini Bilmek: İnsan Nefsinin Farkında Olmalı

İslam, insanın önce kendisini tanımasını, nefsini bilmesini ve Rabbine yönelmesini öğütler. “Kendini bilen, Rabbini bilir” (Hadis-i Şerif) sözü, insanın hakikat yolculuğunun önce kendi iç dünyasını tanımaktan geçtiğini gösterir.

Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurur:

“Biz ona (insana) iki yolu göstermedik mi?” (Beled, 90:10)

Bu ayet, insanın dünya hayatında kendi seçimleriyle yolunu belirleyeceğini ve sonuçlarına katlanacağını anlatır. İnsan, ya nefsinin esiri olur ve kaybolur ya da hakikati arar ve özünü bulur.

Dünya, insanın kendini tanıdığı bir yerdir. Kimi mal ve mülk hırsıyla yanılır, kimi şöhret ve makam peşinde ömrünü tüketir. Ancak gerçekten “kendini bilen” kişi, faniliğini kavrar ve bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu idrak eder.

Kendini Bulmak: Hakikati Keşfetmek

Her insan, bu dünyada bir arayış içindedir. Kimileri doğru yolu bulur, kimileri gaflette kalır. Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim hidayeti seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi zararına sapmış olur.” (İsra, 17:15)

Bu ayet, insanın yaptığı seçimlerin kendi kaderini belirlediğini vurgular. İnsan, dünyada hakikati arayıp bulanlardan mı olacak, yoksa nefsine uyup kaybolanlardan mı? İşte dünya, herkesin bu sorunun cevabını verdiği yerdir.

Gerçek anlamda “kendini bulan” insan, Allah’ın rızasını arayan insandır. Kur’an’da Allah, kendisini arayanlara şu müjdeyi verir:

“Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2:152)

Bu, insanın dünya hayatındaki en büyük keşfidir: Rabbini bulmak, O’na yönelmek ve bu fani hayatta ebedi saadeti kazanmak.

Kendisi Olmak: İnsan Kendi Seçimlerini Yaşar

Dünya, insanın kendisini gerçekleştirdiği bir yerdir. Her insan, seçimleriyle kendi kimliğini oluşturur. Kimisi adaletli olur, kimisi zalimleşir. Kimisi imanla yaşar, kimisi gaflet içinde ömrünü tüketir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzal, 99:7-8)

Aslında kendini görür, kendini bilir ve kendi olur.

Bu ayet, insanın dünyada yaptığı her şeyin kaydedildiğini ve sonunda karşısına çıkacağını gösterir. Her insan, bu dünyada yaptığı seçimlerle kendi ahiretini inşa eder.

Gerçek anlamda “kendisi olmak”, insanın fıtratına uygun yaşamasıdır. Allah insanı tertemiz bir fıtrat üzere yaratmıştır. Ancak dünya, insanın bu fıtratı koruyup koruyamayacağını test ettiği bir yerdir.

Sonuç: Dünya Bir Ayna Gibidir

Dünya, herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir. Her insan, burada kendi hakikatini yaşar. Kim Allah’a yönelirse, huzuru bulur. Kim nefsine uyarsa, kaybolur.

Bu dünya bir ayna gibidir: İçimizdekini yansıtır. Kötülük tohumu eken, kötülükle karşılaşır. İyilik tohumu eken, iyilikle karşılaşır.

O halde insan, dünyaya neden geldiğini, ne yapmak istediğini ve bu hayatı nasıl geçirdiğini sorgulamalıdır. Çünkü herkes, burada kendi yolunu çizer ve ahirette de kendi çizdiği yolun karşılığını bulur.

 

 

***************

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR . -2-

### Dünya: Kendini Bilmenin, Bulmanın ve Olmanın İmtihan Sahnesi
Dünya, insanın kendini tanıma, anlamlandırma ve gerçek benliğine ulaşma yolculuğunda bir imtihan sahasıdır. İslam’a göre bu yolculuk, sadece biyolojik bir varlık olmanın ötesinde, ruhun ve kalbin terbiyesini gerektirir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kim nefsini tanırsa Rabbini tanır” hadisi, bu hakikatin temelini oluşturur. Peki insan, bu dünyada kendini nasıl “bilir”, “bulur” ve “olur”? İşte İslami perspektiften ibret ve tefekkürle dolu bir cevap…

#### 1. **Nefsini Bilmek: İlahi Bir Farz**
İslam, insanın kendini tanımasını farz-ı ayn olarak niteler. Modern psikolojinin aksine, insanı sadece biyolojik ve sosyal bir varlık olarak görmek, onun özünü unutmasına yol açar. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ı unutan ve bu yüzden kendilerini unutturanlar” ifadesi, bu tehlikeyi hatırlatır. Nefsini bilmek, kalpteki hastalıkların (kibir, haset, bencillik) farkına varmak ve bunları tedavi etmekle mümkündür. Her Müslüman, kendi nefsinin psikoloğu olmalı; zira bu, Allah’a yakınlaşmanın ilk adımıdır.

**İbret:** İnsan, kibrini fark ettiğinde tevazuya, hasedini gördüğünde şükre ulaşır. Bu farkındalık, imanın nurudur.

#### 2. **Kendini Bulmak: Mensubiyet ve Anlam Arayışı**
Kendini bulmak, yalnızca içe dönük bir süreç değil; köklerle, toplumla ve Allah’la kurulan bağın keşfidir. Tasavvufta dünya, “yakın hayat” (el-hayâtü’d-dünyâ) olarak tanımlanır; geçici süslerle aldanmamak, kalıcı olanı aramak esastır. Ayette buyrulduğu üzere, “Dünya hayatı aldatıcı bir metadan ibarettir” (Âl-i İmrân, 3:185). Gerçek benliğe ulaşmak, bu aldanışı fark edip ahiret odaklı bir bilinç geliştirmekle mümkündür.

**Düşündürücü Soru:** Maskelerimizle yaşadığımız bir hayat, bizi ne kadar “kendimiz” yapar?

#### 3. **Kendin Olmak: Sorumluluk ve Fedakârlık**
Kendini bilen ve bulan insan, artık “olma” sorumluluğunu taşır. İslam’da “faydalı insan” olmak, Peygamber’in (s.a.v.) “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” emrinin gereğidir. Dünya, bireysel çıkarların değil; adaletin, merhametin ve fedakârlığın hâkim olduğu bir yer olmalıdır. Modern dünyanın benmerkezci değerleri, insanı yalnızlaştırırken; İslam, toplumsal dayanışmayı ve kardeşliği öne çıkarır.

**Örnek:** Hz. Ömer’in (r.a.) adaleti, sadece bir yönetici olarak değil; nefsini terbiye eden bir mümin olarak “kendini bilmesi”nden kaynaklanıyordu.

#### 4. **Dünya-Ahiret Dengesi: Geçici Olanla Kalıcı Olanın Terazisi**
Kur’an, dünya hayatını “yağmurla yeşerip sonra kuruyan bitkiye” benzetir (Yûnus, 10:24). Bu metafor, insana şu soruyu sordurur: “Geçici süsler peşinde koşarken, kalıcı eserler bırakabiliyor muyum?” İslam, dünyayı kötülemez; ancak onu ahiretin gölgesinde anlamlandırır. “Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de iyilik ver” duası (Bakara, 2:201), bu dengeyi sağlamanın rehberidir.

**Tefekkür:** Bir gülün ömrü kısadır, ama kokusu kalıcıdır. İnsanın dünyadaki amelleri de böyledir.

#### 5. **Toplumsal Ayna: Başkalarında Kendini Görmek**
Kendini bulmak, yalnızca manevi bir yolculuk değil; toplumla etkileşimle şekillenen bir süreçtir. Hadis-i şerifte, “Mümin, başkası için istediğini kendisi için isteyendir” buyrulur. İnsan, başkalarının ihtiyaçlarına cevap verirken kendi benliğini inşa eder.

**İbretli Hikâye:** Mevlânâ’nın “Sen göründüğün şey değilsin; sen, aynalarda gördüğün yansımasın” sözü, insanın toplumdaki rolünü hatırlatır.

### Sonuç: Dünya Bir Aynadır; Kendini Görebilenler İçin…
Dünya, insanın kendini tanıma, bulma ve olma sınavıdır. Bu sınavda başarı, nefsin farkındalığından, toplumsal sorumluluktan ve ahiret bilincinden geçer. Unutmamak gerekir: “Allah, bir toplumu değiştirmez, onlar kendilerini değiştirmedikçe” (Ra’d, 13:11). Kendini bilen, bulan ve “kendisi olan” insanların inşa ettiği bir dünya, ancak adalet, merhamet ve tevazu ile ayakta kalabilir.

**Dua ve Çağrı:** Rabbimiz! Bizi nefsimizi bilen, hakikati bulan ve kulluk bilinciyle “kendisi olan”lardan eyle. Âmin.

 

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=e5aERmrZFi0

Loading

No ResponsesŞubat 15th, 2025