TASAVVUFTA SEYRİ SÜLUK’ÜN HİKMETİ VE ÇİLE
TASAVVUFTA SEYRİ SÜLUK’ÜN HİKMETİ VE ÇİLE
(WhatsApp’ta bir grup üyesinin, çok kitap okuduğunu, bunların dünyanın her yerini gezdirdiklerini ancak Yunus Emre’nin 40 yıl odun taşımasını anlamadığını yazması üzerine ele alınmıştır. )
Tasavvufta seyri sülukün manası ve hikmeti nedir?
Seyri Sülük, tasavvufta, bir müridin (öğrenci) Allah’a yakınlaşmak ve ruhsal olgunlaşmak için kat ettiği manevi yolculuğu ve bu yolda izlediği adımları ifade eder. Arapça kökeniyle “seyir” (yolculuk) ve “sülük” (yürümek, gitmek) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu terim, bir nevi ruhsal bir seyahat veya manevi bir gidişat anlamına gelir.
Seyri Sülük’ün Manası:
Seyri Sülük, müridin, nefsini terbiye etmek, Allah’a yaklaşmak, ahlaki olgunluğa erişmek ve kalbini saflaştırmak amacıyla kat ettiği manevi yolculuktur. Bu süreçte, mürid belirli bir rehber (şeyh veya mürşid) ve tasavvufi bir yöntemle ilerler. Seyri Sülük, genellikle tasavvufi bir disiplin içinde, ruhsal bir yükselişin aşamaları olarak kabul edilir ve müridin Allah’a doğru olan yolculuğu boyunca yaşadığı manevi tecrübeleri kapsar.
Seyri Sülük’ün Hikmeti:
Seyri Sülük, tasavvufun özüdür ve bir insanın gerçek manada ruhsal olgunluğa ulaşmasını, içsel huzur bulmasını ve Allah’a yakınlaşmasını sağlamak amacı taşır. Hikmeti, müridin içsel değişim ve dönüşüm geçirmesini sağlamak ve ona Allah’ın gerçekliğini, sevgi ve rahmetini daha derin bir şekilde kavratmaktır.
1. Nefsin Terbiyesi: Seyri Sülük, müridin egosunu (nefsini) terbiye etmesine ve Allah’a olan sevgisini arındırmasına olanak tanır. Nefsin en büyük engel olduğu kabul edilir, bu nedenle seyri sülük, müridin nefsani arzulardan arınmasını ve Allah’ın iradesine teslim olmasını hedefler.
2. Ruhsal Yükseliş: Bu yolculuk, bir insanın maneviyatını yükseltmesini sağlar. Mürid, nefsini terbiye ettikçe ve Allah’a yöneldikçe, içsel huzuru ve Allah’ın rahmetini daha fazla hisseder. Seyri Sülük, bir tür manevi olgunlaşma yoludur.
3. İlahi Aşk ve Tevhid: Seyri Sülük, müridi Allah’a daha yakın hale getirmeyi amaçlar. Tasavvuf öğretisinde, insanın gerçek amacı, Allah’ı her şeyin ötesinde görmesi ve O’na olan aşkını derinleştirmesidir. Bu yolculuk, bir bakıma, Allah ile birlik (tevhid) bilincine ulaşma sürecidir.
4. Toplum İçinde Hizmet: Seyri Sülük, yalnızca manevi bir yolculuk değil, aynı zamanda toplumla iç içe bir yaşam sürmeyi de kapsar. Bir mürid, mürşidinin rehberliğinde, hem kendi içsel gelişimini hem de çevresine hizmet etmeyi öğrenir. Zihinsel ve kalbi olarak olgunlaştıkça, toplumun da huzuru için çalışır.
Seyri Sülük’ün Aşamaları:
Seyri Sülük, genellikle birkaç aşamadan oluşur. Bu aşamalar, müridin manevi yolculuğundaki ilerleyişi simgeler ve tasavvuf okullarına göre farklılık gösterebilir. Ancak genel olarak şu şekilde özetlenebilir:
1. Şeriat (Dini Temeller): Seyri Sülük’ün ilk adımı, kişinin İslam’ın temel öğretilerini doğru şekilde yerine getirmesidir. Bu aşama, namaz, oruç, zekât gibi farz ibadetlerin yerine getirilmesi ve dinî hükümlerle uyum içinde yaşanması gerektiğini belirtir.
2. Tarikat (İçsel Yönelim): Tarikat, müridin manevi yolculuğunun ve rehberinin olduğu aşamadır. Burada, mürid, bir mürşid (şeyh) rehberliğinde manevi eğitim alır ve tasavvufi disiplinlere, zikirler ve ibadetler aracılığıyla derinleşir.
3. Hakiat (Gerçeklik): Hakiat, Allah’ın birliğini ve her şeyin O’ndan kaynaklandığını idrak etmeyi simgeler. Burada mürid, dünyadan elini eteğini çeker ve Allah’ın her şeydeki varlığını görmeye başlar.
4. Marifet (Bilgi ve Varlık): Marifet, Allah’ı tanımak ve O’nunla bir olmak anlamına gelir. Seyri Sülük’ün son aşamasında mürid, her şeyin özünün Allah olduğunu bilmeye başlar ve ilahi aşkı en derin şekilde hisseder.
Seyri Sülük Örnekleri:
1. Mevlana: Mevlana Celaleddin Rumi’nin yaşamı, seyri sülüğün en güzel örneklerinden biridir. Mevlana, şeyhi Şems-i Tebrizî’nin rehberliğinde içsel bir yolculuğa çıkmış, ızdırap ve aşk ile Allah’a doğru bir seyahat etmiştir. Mevlana’nın şiirleri, bu manevi yolculuğun derinliğini anlatır.
2. İbn Arabi: Tasavvufun önemli figürlerinden olan İbn Arabi de, seyri sülük yolunda birçok derin manevi tecrübeye sahipti. O, tasavvufi anlamda Allah’ın birliğini (vahdet-i vücud) keşfetmiş ve müridlerine Allah’ı tanımak için izlenmesi gereken yolculuğu öğretmiştir.
Sonuç:
Seyri Sülük, tasavvufun temel taşlarından biridir ve müridin Allah’a yaklaşmak, nefsini terbiye etmek ve manevi olgunlaşmak için yaptığı yolculuğun adıdır. Bu süreç, sabır, gayret ve rehberlik gerektiren bir yolculuk olup, müridin içsel huzura ermesini ve Allah ile daha yakın bir ilişki kurmasını sağlar. Seyri Sülük, sadece bir bireysel gelişim değil, aynı zamanda Allah’ın kudretine tanıklık etme ve tüm varlıkla birlik duygusunu hissetme yoludur.
@@@@@@@
Yunus Emre 40 yıl boyunca neden odun taşıdı, hikmeti nedir?
Yunus Emre’nin 40 yıl boyunca odun taşıması, onun derin bir tasavvufi öğretiye sahip olduğunu ve manevi olgunlaşma yolunda geçen yıllarını simgeler. Bu hikmet, zamanla özdeyiş haline gelmiş ve halk arasında Yunus Emre’nin içsel arayışını ve sabrını temsil eder. 40 yıl odun taşımasının birkaç farklı anlamı olabilir:
1. Manevi Sabır ve Azim: Yunus Emre, odun taşıma eylemini fiziksel bir zahmet olarak değil, manevi bir olgunlaşma süreci olarak kabul etmiştir. Tasavvufta, zorluklar ve sıkıntılar, kişinin nefsini terbiye etmesi ve Allah’a yakınlaşması için birer araçtır. Odun taşıma, bu zahmetli işin sabır, azim ve metinle yapılmasını sembolize eder.
. Dünya ve Ahiret Dengelemesi: Odun taşımak, Yunus’un dünyevi işlerle meşgul olmasına rağmen, kalbinde daima ahiret ve ilahi aşkı taşımayı başardığını gösterir. Bu, dünyadan elini eteğini çekip yalnızca maneviyatla meşgul olmanın, kişinin yaşamında dengesizliğe yol açabileceğini vurgular.
3. Toplum Hizmeti ve Alçakgönüllülük: Yunus Emre, odun taşıyarak halkın işlerine katkıda bulunan, alçakgönüllü bir öğretmendi. Toplum hizmetine olan bağlılığını ve kendi egosunu bir kenara koyarak halka faydalı olma çabasını gösterir. Tasavvufi öğretilerinde, gerçek erdemin, sadece insanlara öğretmekle değil, onlara hizmet etmekle de gerçekleşeceğini anlatır.
4. Manevi Yolculuk: 40 yıl boyunca odun taşıyan Yunus, aslında kendi içsel yolculuğunu gerçekleştirmiştir. Tasavvufi anlamda “40 yıl” bir olgunlaşma, temizlenme ve nefsin arındırılması sürecinin sembolüdür. Bu süre zarfında Yunus’un manevi gelişimi, derin bir iç yolculuğun sonucudur.
Sonuç olarak, Yunus Emre’nin 40 yıl boyunca odun taşıması, onun sabır, hizmet, manevi gelişim ve içsel arayışını simgeleyen bir metafordur. Bu hikmet, yaşamın zorlukları karşısında insanın ruhsal olgunluğa ulaşması için gösterdiği çabanın değerini vurgular.
@@@@@@@
Çile ne demek ve çile ile ne amaçlanmaktadır? Örnekleriyle açıklar mısın?
Eyvallah. Çile 40 gün anlamına gelir ancak bu seyir ve olgunlaşma 40 günden 40 yıla kadar bir seyir izler.
Çile, tasavvuf literatüründe, bir kişinin ruhsal olgunlaşma ve Allah’a yakınlaşma amacıyla gönüllü olarak çektiği manevi ve fiziksel sıkıntıları, zorlukları ifade eden bir terimdir. Çile, kelime olarak “zor bir iş” veya “çileli süreç” anlamına gelir ve genellikle kişinin nefsini terbiye etmesi, içsel temizliği ve Allah’a olan bağlılığını artırmak için katlandığı çeşitli ıstıraplar, yalnızlıklar ve zorluklar şeklinde tanımlanabilir. Çile, bir anlamda ruhsal arınmanın ve derinleşmenin yolu olarak kabul edilir.
Çile ile Amaçlananlar:
1. Nefsi Terbiye Etmek: Tasavvufta, insanın nefsi (benliği) en büyük engel olarak görülür. Çile, kişinin bu nefsani arzularını terbiye ederek, dünyevi bağlılıklardan kurtulmasını sağlar. Zorluklar karşısında sabır göstermek ve Allah’a yönelmek, nefsin ıslahını sağlar.
2. Manevi Gelişim ve Olgunlaşma: Çile, bir tür manevi eğitim olarak kabul edilir. Kişi, zor koşullar altında sabır ve metinle durarak ruhsal olarak olgunlaşır. Bu süreç, kişinin Allah’a olan sevgisini ve bağlılığını derinleştirir.
3. Dünya İlgisinden Arınmak: Tasavvufî anlayışa göre, dünyevi arzu ve isteklerden arınmak, insanın ahlaki ve manevi düzeyde yükselmesine yardımcı olur. Çile, kişinin dünya ile olan bağlarını kesmesine ve sadece ruhsal bir boyutta yaşamaya başlamasına yönelik bir süreçtir.
4. İçsel Yalnızlık ve Tevhit: Çile süreci, kişinin toplumsal hayattan bir süreliğine uzaklaşarak yalnız kalmasını, kendi iç dünyasına dönmesini sağlar. Bu yalnızlık, bir anlamda Allah ile olan ilişkiyi derinleştirme amacı taşır. Kişi, dış dünyanın gürültüsünden uzaklaşarak, ruhunu huzura kavuşturur.
Çile Örnekleri:
1. Mevlâna’nın Çilesi: Mevlâna Celaleddin Rumi, tasavvuf yolunda çok zor bir çile çekmiştir. Özellikle, Konya’da bir zamanlar sevdiklerinden uzak kalmak, dünya ile bağlarını kesmek için yaptıkları manevi bir yolculuk ve çile olarak kabul edilir. Bu süreçte, Mevlâna’nın ruhu derinleşmiş, içsel huzuru bulmuş ve ilahi aşkı keşfetmiştir.
2. Yunus Emre’nin Çilesi: Yunus Emre’nin de 40 yıl boyunca odun taşıma eylemi bir tür çiledir. Bu süre boyunca zahmetli bir işin içinde, halkla iç içe olup maddi ve manevi dünyadan uzaklaşmak, ona içsel bir arınma ve derinlik kazandırmıştır. Ayrıca, halk arasında yalnız kalma ve zaman zaman tecrit olma durumu da bir tür çiledir.
3. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Çilesi: Hacı Bektaş-ı Veli de, birçok mürşid gibi, müridlerine çile çekmenin önemini öğretmiştir. Hacı Bektaş, dergâhında yaşayan bir müridin, içsel olgunluğa erişebilmesi için bazı manevî çilelere girmesi gerektiğini savunmuştur. Bu, bazen yalnız kalmak, bazen de zorlu hizmetlerde bulunmak şeklinde kendini gösterebilir.
4. Süleyman Çelebi’nin Çilesi: Süleyman Çelebi, özellikle “Mevlid” adlı eserinde, Allah’a yakınlaşmak için ruhsal çilelerin gerekliliğinden bahseder. O da halkın içinde yer alarak, maneviyatını güçlendirmeye yönelik bazı içsel çilelere girmiştir.
Sonuç:
Çile, bir tasavvuf pratiği olarak, bireyin Allah’a daha yakın olabilmesi, nefsini terbiye edebilmesi ve ruhsal olgunlaşma yolunda ilerleyebilmesi için önemli bir araçtır. Çile, sadece bir zorluk değil, aynı zamanda derin bir içsel huzur ve manevi ödül vaat eden bir süreçtir.
@@@@@@@
Geçmişten günümüze başta peygamberler ve büyük zatlar bazen mağaralarda ve bazen dağların yüksek tepelerinde bir nevi inziva hayatı yaşamış ve mücerret bir hayat yaşamış, her şeyden kendilerini tecrit etmişlerdir. Bunların hikmet ve maslahat cihetleri nelerdir?
Peygamberler ve büyük zatların inziva hayatı yaşamaları, yani mağaralarda, dağların yüksek tepelerinde ya da yalnızlık içinde kalmaları, tasavvufi ve dini bir anlam taşır. Bu tür inzivaya çekilme eylemleri, onların manevi olgunlaşma süreçlerinin bir parçası olarak görülebilir ve bu davranışların çeşitli hikmetleri ve maslahatları vardır.
1. Allah’a Yakınlaşma ve İbadet İçin Dönüşüm
İnziva, insanın dış dünyadan ve dünyevi meşguliyetlerden uzaklaşarak, sadece Allah’a yönelmesi için bir fırsat sunar. Peygamberler ve büyük zatlar, bu yalnızlık dönemlerinde Allah’a daha yakın olabilmek, O’nun kudretini daha derin bir şekilde kavrayabilmek ve sürekli zikre dalmak amacıyla inzivaya çekilmişlerdir. İnsanın dış etkenlerden, toplumun gürültüsünden uzak kalması, kalbinin ve ruhunun arınmasına imkan verir. Bu, ruhsal olgunlaşma ve içsel huzura kavuşma için bir araçtır.
Örneğin, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Hira Mağarası’nda geçirdiği zaman, onun Allah ile daha derin bir ilişki kurmasına, kendisini dünya işlerinden soyutlamasına ve sadece vahye odaklanmasına olanak sağlamıştır. Hz. Muhammed’in inzivaya çekilmesi, aynı zamanda insanlara, içsel bir arınmanın ve sabrın önemini göstermektedir.
2. Nefsin Terbiyesi ve Dünyevi Arzulardan Arınma
İnziva, insanın nefsini terbiye etmek için önemli bir fırsattır. Dış dünyadaki her türlü dünyevi arzu ve zevki terk ederek, insan nefsini arındırabilir. Büyük zatlar, dünyevi arzulardan ve rahatlaktan uzaklaşarak, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı hedeflemişlerdir. İnziva, bir bakıma, egonun (nefsin) baskılanması ve insanın yalnızca ruhsal boyutta var olması için bir yöntemdir.
Örneğin, İbn Arabi gibi büyük mutasavvıflar, zahiri dünya ile olan bağlarını koparmış ve içsel huzura odaklanmışlardır. Bu tür inziva, kişinin Allah’a yönelmesinin bir yolu olarak görülür.
3. Zihinsel ve Ruhsal Temizlik
İnziva, insanın ruhsal ve zihinsel olarak temizlenmesini sağlar. Dış dünyadaki kaos, dikkat dağıtıcı unsurlar ve dünyevi işler, insanın kalbinin ve aklının kirlenmesine sebep olabilir. Peygamberler ve büyük zatlar, bu tür dışsal etmenlerden uzak durarak, zihinsel bir arınma süreci yaşar ve Allah’a odaklanabilirler. İnziva, insanın nefsini kontrol altına alıp, kalbini saf tutması için bir fırsattır.
Örneğin, Hz. Musa’nın Sina Dağı’nda geçirdiği zaman, onun manevi bir olgunlaşma sürecinin parçasıdır. Burada, sadece Allah’a yönelmiş ve her türlü dünyevi kaygıdan arınmıştır. Bu tür yalnızlıklar, bir tür ruhsal temizlik süreci olarak değerlendirilebilir.
4. Toplumdan Geçici Bir Uzaklaşma ve Yeni Bir Perspektif Kazanma
İnziva, bazen bir insanın toplumsal düzenden ve bireysel ilişkilerden geçici bir süreliğine uzaklaşarak, yeni bir bakış açısı kazanmasını sağlar. Peygamberler ve büyük zatlar, toplumların içinde yaşasalar da, zaman zaman bu tür inzivalara çekilerek, hem toplumlarına daha faydalı olabilmek için derinleşmiş bir anlayışa sahip olurlar, hem de toplumsal sorunlara çözüm önerileri getirebilirler.
Hz. İsa ve Hz. Musa gibi peygamberlerin inzivaya çekilmeleri, onların yalnızlık ve içsel bir huzurla halklarına daha iyi hizmet edebilmeleri için gerekli bir süreçtir. Bu inzivada Allah’a yakınlaşarak, insanlara nasıl daha doğru bir şekilde rehberlik edebileceklerini öğrenmişlerdir.
5. Vahiy ve İlahi İlhamı Kabul Etme
Birçok peygamber ve veli, inzivaya çekildiklerinde vahiy veya ilahi ilham almışlardır. İnziva, manevi olarak duyarlı olmayı ve İlahi ilhamı almayı kolaylaştırır. Peygamberler ve büyük zatlar, yalnızlık içinde kalırken, Allah’tan gelen vahiy veya ilhamları almış ve bu bilgileri toplumlarına iletmişlerdir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Hira Mağarası’nda vahiy almaya başlaması, Allah’ın özel ilhamının ve yönlendirmesinin bir örneğidir. Bu inziva, peygamberin halkına rehberlik etmek için gerekli bilgileri ve hikmetleri edinmesini sağlamıştır.
6. Zihinsel ve Ruhsal Derinleşme İçin Yalnızlık
İnziva, insanın yalnız kalması ve dış dünya ile olan ilişkilerden sıyrılması sayesinde, Allah’a dair derin düşüncelere dalabilmesini sağlar. Bu, kişinin ruhsal derinliğe inmesi, kalbinin sesini duyması ve Allah’ın varlığını daha yakından hissedebilmesi için gereklidir.
Büyük tasavvuf büyükleri, inziva sırasında dünya ile ilişkiyi keserek daha derin bir içsel yolculuğa çıkarlar. Bu, yalnızca kişisel bir gelişim değil, aynı zamanda bir ilahi aşk yolculuğudur. Örneğin, Mevlana ve Şems-i Tebrizî arasında yaşanan manevi ilişki, inziva sürecinin ilahi aşk ve derin düşüncelerle şekillendiğini gösterir.
Sonuç:
Peygamberlerin ve büyük zatların inzivaya çekilmelerinin hikmeti, onların içsel olarak Allah’a daha yakınlaşmalarını sağlamak, nefsini terbiye etmek, ilahi ilham almak ve halklarına doğru bir şekilde rehberlik edebilmeleri için manevi olgunlaşmalarını temin etmektir. Bu inzivalar, sadece bir yalnızlık süreci değil, aynı zamanda bir tür manevi derinleşme, ruhsal arınma ve içsel huzur bulma yolculuğudur. Inziva, bir insanın Allah ile olan ilişkisini güçlendirirken, aynı zamanda onun topluma ve insanlığa daha büyük bir hizmet sunmasına da olanak tanır.
@@@@@@@
Merhum Ali Ulvi Kurucu Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatında o zatın inziva hayatı ve sonrasını nasıl anlatıyor. Kendisinden dinleyelim;
“karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfür ve ilhad kabusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıyla memleketimizi kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günlerde, yatağından fırlayan bir aslan gibi, yanardağları andıran bir kükreyişle cihad meydanına atıldı. Bütün rahat ve huzurunu bu mukaddes davaya feda etti. Ve işte bu hikmete mebnîdir ki, o günden beri, her sözü bir dilim lav, her fikri bir ateş parçası olmuş; düştüğü gönülleri yakıyor, hisleri, fikirleri alevlendiriyor.
Büyük Üstadın tam bir uzlet ve inzivadan sonra, tekrar irşad ve cemiyet hayatına atılması, aynen İmam-ı Gazalî’nin hayatında geçirmiş olduğu o mühim ve tarihî merhaleye benzemektedir. Demek ki, Cenab-ı Hak, büyük mürşitleri, böyle, bir müddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten sonra tenvir ve irşad vazifesiyle mükellef kılıyor. Ve bu sebepledir ki, bir ma-i mukattardan daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalplere akseder etmez, bam başka tesirler icra ediyor.
Arz ettiğim gibi, İmam-ı Gazalî’nin bundan dokuz yüz sene evvel ahlak ve fazîlet sahasında yapmış olduğu fütuhatı, bu asırda, Bediüzzaman îman ve ihlas vadisinde başarmıştır.
Evet, Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarına sevk eden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:
“Bana, `Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!.. ”
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/asa-yi-musa/medine-i-munevverede-bulunan-muhim-bir-alimin-bediuzzaman-said/250
@@@@@@
Bediüzzaman’ın talebelerinden merhum Ahmet Hüsrev bu hal ve haleti şöyle tasvir eyliyor;
“Evet, aziz Üstadım, ekser zamanlar ins ve cin şeytanlarının hücumlarından ve terbiye edemediğim âsi nefsimden gelen birtakım havâtır-ı şeytaniyeden kurtulmak için pek çok çabaladığım zamanlarım oluyordu. Kalb, bu gibi hâletten kurtulmak için inzivâ ararken, Nakşî kahramanlarının “Terk-i ukba, Terk-i ukba, Terk-i hesti, Terk-i hest” diye olan esâsâtı dimağıma ilişiyordu. Fakat bu söze cevap veren aziz Üstadımın beyanı arasında, “İnsan bir kalbden ibaret olsaydı, bu söz doğru olabilirdi. Halbuki, insanda, kalbden başka akıl, ruh, sır, nefis gibi mevcut olan letâif ve hâsseleri kendilerine mahsus vezaife sevk ederek zengin bir dairede, kalbin kumandası altında ifâ-yı ubudiyeti” tavsiye buyuruluyor. Güneş gibi böyle hakikatleri izhar eden böyle nurlu düsturlar talebelerinde esas olduğu için, sâlifü’l-arz havâtıra çare arıyordum.”
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/barla-lahikasi/yirmi-yedinci-mektubun-ucuncu-kismi-ve-ucuncu-zeylinin-nihayetidir/127
@@@@@@@
İkinci Sual: Sen eskide şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit onları medeniyet ve terakkiyâta çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “mimsiz” diyerek hayât-ı içtimâiyeden çekildin, inzivâya sokuldun?
Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i Garbiye, semâvî kànun-u esâsîlere muhâlif olarak hareket ettiği için séyyiâtı hasenâtına; hatâları, zararlari fâidelerine râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayât-ı dünyevîye bozuldu. İktisat, kanaat yerine, israf ve sefâhet; ve sa’y ve hizmet yerine, tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından bîçâre beşeri hem gàyet fakir, hem gàyet tembel eyledi. Semâvî Kur’ân’ın kànun-u esâsîsi;
kulu veşrabu vela tusrifu ,
leyse lil insâni illâ mâ seâ.
fermân-ı esâsîsi ile beşerin saadet-i hayâtiyesi iktisat ve sâ’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir.
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/hutbe-i-samiye/hutbe-i-samiye-nin-ikinci-zeylinin-ikinci-kismi/156
@@@@@@@
İkinci Sualiniz: Neden vesika almak için müracaat etmiyorsun?
Elcevap: Şu meselede ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın mahkûmu değilim. Kadere müracaat ediyorum. Ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit keserse, o vakit giderim. Şu mânânın hakikati şudur ki:
Başa gelen her işte iki sebep var: biri zâhirî, diğeri hakikî. Ehl-i dünya zâhirî bir sebep oldu, beni buraya getirdi. Kader-i İlâhî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivâya mahkûm etti. Sebeb-i zâhîrî zulmetti, sebeb-i hakikî ise adalet etti. Zâhirîsi şöyle düşündü: “Şu adam ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder; belki dünyamıza karışır” ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulmetti. Kader-i İlâhî ise, benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlâsla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi.
Madem ki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir; ona müracaat ederim. Zâhîrî sebep ise, zaten bahane nevinden birşeyleri var. Demek onlara müracaat mânâsızdır. Eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbab bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu.
@@@@@@@
[1] https://www.youtube.com/watch?v=tLuCyL1X0nA
https://www.youtube.com/watch?v=b-chnUbSQHQ
https://www.youtube.com/watch?v=M6pArlfbheU
https://www.youtube.com/watch?v=_bsT1LsdCW4
https://www.youtube.com/watch?v=RSI8qHN6hdY