CENNET VE CEHENNEMİN EBEDİ OLUŞU
CENNET VE CEHENNEMİN EBEDİ OLUŞU
BAK: https://www.youtube.com/watch?v=aHxipAk5ss4
-Arapça Hulud kelimesinin geldiği manalar.
Arapça ‘da “hulud” (خُلُود) kelimesi, “sonsuzluk, ebedilik, süreklilik” gibi anlamlara gelir ve kök anlamı “uzun süre kalma, sürekli olma”dır. Bu kelime, özellikle Kur’an’da ahiret hayatının ebediliğini ifade etmek için sıkça kullanılır. Hulud kelimesinin geldiği manalar, dil açısından çeşitli yönleriyle açıklanabilir:
1. Ebedî Kalıcılık veya Sonsuzluk
“Hulud” kelimesi, kalıcılığın ve sürekliliğin sembolüdür. Arapçada, bir şeyin sürekli kalmasını ifade etmek için kullanılır. Bu anlamıyla “hulud”, zamanla sınırlanmayan bir durumu ifade eder. Bu bağlamda, “cennet” ve “cehennem” hayatı için kullanıldığında, orada kalmanın sürekli olacağını belirtir. Örneğin, Kur’an’da “halidîne fîhâ ebeden” (orada ebedi olarak kalacaklar) ifadesinde hulud, ebedî kalıcılığı vurgular.
2. Genel Olarak Uzun Süre Kalma
“Hulud”, her zaman ebedi anlamına gelmeyebilir; bazı durumlarda uzun süre bir yerde kalmayı veya devamlı olmayı ifade edebilir. Yani, bir yerde uzun süre kalmak veya bir şeyin uzun ömürlü olması gibi anlamlara da gelir. Ancak Kur’an bağlamında genellikle ebedîlik anlamında kullanılır.
3. Sürekli Bir Durum veya Hal
Hulud, bir şeyin sürekli olarak devam ettiği bir durumu da ifade eder. Yani değişmeyen, kalıcı ve devam eden bir haldir. Örneğin, “şeceratü’l-huld” (sonsuzluk ağacı) ifadesinde, sürekli yaşamak veya ölümsüzlük arzusu bu kelime ile ifade edilir. Arap kültüründe ölümsüzlük fikrini simgelemek için de hulud kelimesi kullanılmıştır.
4. Ölmezlik veya Ölümsüzlük
Hulud kelimesi, bazı durumlarda “ölmezlik” veya “ölümsüzlük” anlamına gelir. Bu anlam, Arapça’da “darü’l-huld” (ölümsüzlük diyarı) ifadesinde görülür. “Darü’l-huld”, özellikle ahiret yurdu olarak kullanılan bir tabirdir ve kişinin orada ebedî yaşayacağını, ölümün olmadığı bir hayat süreceğini ifade eder.
5. Sabitlik ve Değişmezlik
Hulud kelimesi, Arapça’da “sabit olma” ve “değişmezlik” gibi anlamlarda da kullanılır. Bir şeyin hulud üzere olması, o şeyin sabit kalacağını, değişmeyeceğini veya ortadan kalkmayacağını ifade eder. Kur’an’da ahiret hayatı için kullanılan hulud ifadesi, ahiretin sabit ve değişmez bir gerçeklik olduğunu vurgular.
6. Zamanın Ötesinde Kalıcılık
Hulud kelimesi, zamanın ötesine geçen bir kalıcılığı ifade etmek için de kullanılır. Yani, belirli bir zamana tabi olmadan, her türlü zaman kavramının ötesinde kalıcılığı ifade eder. Ahirette cennet ve cehennem hayatı için kullanılan hulud kelimesi, bu hayatın zamanla sınırlı olmadığını, ebedi olarak süreceğini ifade eder.
Sonuç
Arapçada “hulud” kelimesi; ebedilik, uzun süre kalma, süreklilik, sabitlik, ölümsüzlük gibi anlamlara gelir. Kur’an’da özellikle ahiret hayatının kalıcı olduğunu belirtmek için “hulud” ifadesi sıkça kullanılır. Cennet ve cehennemin ebediliğini anlatırken bu kelime, ahiret hayatının sürekli, sonsuz ve değişmez olduğunu vurgulamak için seçilmiştir. Bu, Allah’ın insanlara verdiği ebedi mükâfat ve cezanın adaletine de işaret eder.
@@@@@@@@@@
-İnsanı cehennemde ebedi olarak kalmasına sebep olacak işler ve buna ayetlerden örnekler.
İslam’a göre bazı büyük günahlar ve imanla ilgili sapmalar, Allah’ın affını ve merhametini ortadan kaldıracak kadar ciddi olarak görülür. Bu günahlardan tövbe edilmemesi veya iman ile ilgili yanlış inançlarla ölünmesi halinde, kişinin ebedi olarak cehennemde kalacağı kabul edilir. Bu konuda Kur’an’da geçen bazı ayetler şunlardır:
1. Şirk Koşmak
Allah’a ortak koşmak (şirk), İslam’da en büyük günah kabul edilir. Tevbe edilmediği sürece Allah’ın affetmeyeceğini bildirdiği bu günah, kişinin ebedi olarak cehennemde kalmasına sebep olur.
“Şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediği kimseyi bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.”
(Nisa Suresi, 4:48)
“Gerçekten kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar ve onun varacağı yer ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
(Maide Suresi, 5:72)
2. Küfür Etmek (Allah’ı ve Peygamberlerini İnkâr Etmek)
Allah’a ve peygamberlerine iman etmeyen, yani küfür üzere olan kişiler için cehennemin ebedi azabı olduğu bildirilmiştir:
“Allah’a ve peygamberlerine inanmayanlar, Allah’ı ve peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyenler ve ‘bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek bunların arasında bir yol tutmak isteyenler, işte bunlar gerçek kâfirlerdir. Biz kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.”
(Nisa Suresi, 4:150-151)
“Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir. Onlar ebedi olarak lanet içinde kalacaklardır; azapları hafifletilmez ve onlara mühlet de verilmez.”
(Bakara Suresi, 2:161-162)
3. Münafıklık (İki Yüzlülük)
İslam’ı dışarıdan kabul ediyor gibi görünüp içten inanmayarak iki yüzlü davranan münafıkların da cehennemde ebedi olarak kalacakları bildirilir:
“Şüphesiz münafıklar, cehennemin en alt tabakasındadırlar. Sen onlara bir yardımcı bulamazsın.”
(Nisa Suresi, 4:145)
4. Allah’ın Ayetlerini ve Hükümlerini Reddetmek veya Alay Etmek
Allah’ın emirlerini, ayetlerini ya da dinin değerlerini küçümseyenler veya alaya alanlar da büyük bir azapla karşılaşacaklarını bilmelidir:
“Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmedin mi? Onlar, sapıklığı satın alıyor ve sizin de yoldan çıkmanızı istiyorlar. Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Allah dost olarak yeter; yardımcı olarak da Allah yeter.”
(Nisa Suresi, 4:44-45)
“Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında, onlara sağır ve kör davrananlar gibi sırt çevirenlerden daha zalim kim olabilir?”
(Secde Suresi, 32:22)
5. Kul Hakkına Girmek
İnsanlara karşı haksızlık yapmak, zulmetmek, yetim malı yemek gibi başkalarının hakkına girmek de ebedi ceza gerektiren günahlar arasında sayılmaktadır:
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş yemiş olurlar ve çılgın alevli ateşe gireceklerdir.”
(Nisa Suresi, 4:10)
6. Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr Etmek
Ahirete inanmamak, yeniden dirilmeyi inkâr etmek de ebedi azaba sebep olacak inançsızlık türlerindendir:
“İnkâr edenlere gelince; onların ne malları ne evlatları Allah’a karşı kendilerine bir yarar sağlayacaktır. Onlar cehennemin yakıtıdırlar.”
(Ali İmran Suresi, 3:10)
İslam’da Allah’ın rahmetinin ve affının geniş olduğuna da vurgu yapılır. Ancak, eğer kişi bu günahları işlerken tevbe etmeden hayatını kaybederse, İslam inancına göre cehennemde ebedi olarak kalabilir. Allah’ın affına erişebilmek için samimi bir şekilde tövbe etmek, doğru yola dönmek ve imanı korumak gerektiği belirtilir.
@@@@@@@
Ayetlerden Örnekler
Bu konuda birçok ayet bulunmaktadır. İşte bazı örnekler:
* Nisa Suresi, 14. ayet: “Allah’a ve O’nun Resulüne karşı gelenler için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır. Bu, büyük bir azaptır.”
* Ahzab Suresi, 56. ayet: “Şüphesiz münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinin dostudurlar. Kötülüğü emreder, iyilikten alıkoyarlar ve bağışlama hususunda cimrilik ederler. Onlar, Allah’a karşı büyük bir isyanda bulunmuşlardır.”
* Maide Suresi, 60. ayet: “Şüphesiz ki, Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Ondan başka ilah edinmeyi bağışlar. Dilediği kimseye bağışlar. Allah çok bağışlayıcı, merhametlidir.”
@@@@@@
Sonsuzluk ile ilgili ayetler…
Araf Suresi, 36. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.
Araf Suresi, 42. ayet: İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki Biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır.
Kehf Suresi, 35. ayet: Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): “Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum” dedi.
Kehf Suresi, 57. ayet: Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
Taha Suresi, 120. ayet: Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?”
@@@@@@@
Kur’ân-ı Kerimde pek çok âyette cennet ve cehennemden bahsedilirken hâlidîne fîhâ ebedâ “Orada ebedî (sonsuz) olarak kalacaklardır” (Nisâ, 57; Maide, 119; Ahzâb, 65; Cin, 23 …) ifâdesiyle cennet ve cehennem hayatının sonsuz olduğu ifâde edilmiş, yine, “İrinli suyu içmeye çalışır fakat fakat boğazından geçiremez. Ona her taraftan ölüm gelir, fakat o ölmez” (İbrahîm, 17), “İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez…” (Fâtır, 36), “(Cennetlikler) ilk tattıkları ölüm dışında orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur” (Duhân, 56) gibi âyetlerde de cennet ve cehennemde ölüm olmadığı, hem cennetliklerin hem de cehennemliklerin bulundukları mekânlarda ölümsüz olarak kalacakları ifâde edilmiştir. Bu husus itiraza yer bırakmayacak bir şekilde açık ve kesindir.
@@@@@@@@
Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah
ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”
@@@@@@@@
Ayetler:
خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ
Bakara / 162- Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
Diyanet Vakfi = Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.
قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ
Âl-iİmrân / 15- Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).
Diyanet Vakfi = (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.
خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ
Âl-iİmrân / 88- Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
Diyanet Vakfi = Bu lânete ebedî gömülüp gidecekler. Onların azapları hafifletilmez; yüzlerine de bakılmaz.
أُوْلَئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
Âl-iİmrân / 136- Ulâike cezâuhum magfiretun min rabbihim ve cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ve ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Diyanet Vakfi = İşte onların mükâfatı, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!
لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلاً مِّنْ عِندِ اللّهِ وَمَا عِندَ اللّهِ خَيْرٌ لِّلأَبْرَارِ
Âl-iİmrân / 198- Lâkinillezînettekav rabbehum lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ nuzulen min indillâh(indillâhi), ve mâ indallâhi hayrun lil ebrâr(ebrâri).
Diyanet Vakfi = Fakat Rablerine karşı gelmekten sakınanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki (nimetler) daha hayırlıdır.
تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Nisâ / 13- Tilke hudûdullâh(hudûdullâhi). Ve men yutııllâhe ve resûlehu yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ. Ve zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Bunlar, Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.
وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَّهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَلِيلاً
Nisâ / 57- Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun, ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).
Diyanet Vakfi = İnanıp, iyi işler yapanları da, içinde ebediyen kalmak üzere girecekleri, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onları koyu (tatlı) bir gölgeye koyarız.
وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللّهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً
Nisâ / 122- Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti se nudhiluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Va’dallâhi hakkâ(hakkan). Ve men asdaku minallâhi kîlâ(kîlen).
Diyanet Vakfi = İman eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vâdetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah’tan daha doğru olabilir?
إِلاَّ طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيرًا
Nisâ / 169- İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).
Diyanet Vakfi = Ancak orada ebedî kalmak üzere cehennem onları yoluna (iletecektir). Bu da Allah’a çok kolaydır.
فَأَثَابَهُمُ اللّهُ بِمَا قَالُواْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاء الْمُحْسِنِينَ
Mâide / 85- Fe esâbehumullâhu bimâ kâlû cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâûl muhsinîn(muhsinîne).
Diyanet Vakfi = Söyledikleri (bu) sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetleri mükâfat olarak verdi. İyi hareket edenlerin mükâfatı işte budur.
قَالَ اللّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Mâide / 119- Kâlellâhu hâzâ yevmu yenfeus sâdikîne sıdkuhum, lehum cennâtun tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radiyallâhu anhum ve radû anhu, zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = (Bu konuşmadan sonra) Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.
وَيَوْمَ يِحْشُرُهُمْ جَمِيعًا يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُم مِّنَ الإِنسِ وَقَالَ أَوْلِيَآؤُهُم مِّنَ الإِنسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَا أَجَلَنَا الَّذِيَ أَجَّلْتَ لَنَا قَالَ النَّارُ مَثْوَاكُمْ خَالِدِينَ فِيهَا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَليمٌ
En’âm / 128- Ve yevme yahşuruhum cemîâ(cemîan), yâ ma’şerel cinni kadisteksertum minel ins(insi) ve kâle evliyauhum minel insi rabbenâstemtea ba’dunâ biba’dın ve belagnâ ecelenâllezî eccelte lenâ, kâlen nâru mesvâkum hâlidîne fîhâ illâ mâ şâallâhu, inne rabbeke hakîmun alîm(alîmun).
Diyanet Vakfi = Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, «Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız» der. Onların, insanlardan olan dostları ise: «Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. Allah da buyurur ki: Allah’ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِن سَوْءَاتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلاَّ أَن تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِينَ
A’râf / 20- Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev’âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn(hâlidîne).
Diyanet Vakfi = Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا إِنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ
Tevbe / 22- Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), innallâhe indehû ecrun azîm (azîmun).
Diyanet Vakfi = Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır.
وَعَدَ الله الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا هِيَ حَسْبُهُمْ وَلَعَنَهُمُ اللّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ
Tevbe / 68- Vaadallâhul munâfikîne vel munâfikâti vel kuffâre nâre cehenneme hâlidîne fîhâ hiye hasbuhum, ve leanehumullâh(leanehumullâhu) ve lehum azâbun mukîm (mukîmun).
Diyanet Vakfi = Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vâdetti. O, onlara yeter. Allah onlara lânet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır.
وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Tevbe / 72- Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adnin, ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vâdetti. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.
أَعَدَّ اللّهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Tevbe / 89- Eaddallâhu lehum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Allah, onlara içinde ebedî kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kazanç budur.
وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Tevbe / 100- Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ihsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = (İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.
خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ
Hûd / 107- Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuke, inne rabbeke fe’âlun limâ yurîd(yurîdu).
Diyanet Vakfi = Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.
وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُواْ فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ إِلاَّ مَا شَاء رَبُّكَ عَطَاء غَيْرَ مَجْذُوذٍ
Hûd / 108- Ve emmâllezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuke, atâen gayra meczûz(meczûzin).
Diyanet Vakfi = Mutlu olanlara gelince, onlar da cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar da orada ebedî kalacaklardır. Bu (nimetler) bitmez, tükenmez bir lütuftur.
وَأُدْخِلَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِمْ تَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ
İbrahim / 23- Ve udhilellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ bi izni rabbihim, tahiyyetuhum fîhâ selâm(selâmun).
Diyanet Vakfi = İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedî kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Orada (birbirleriyle) karşılaştıkça söyledikleri «selam» dır.
فَادْخُلُواْ أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ
Nahl / 29- Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe lebi’se mesvâl mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Diyanet Vakfi = «O halde, içinde ebedî kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!»
خَالِدِينَ فِيهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلًا
Kehf / 108- Hâlidîne fîhâ lâ yebgûne anhâ hıvelâ(hıvelen).
Diyanet Vakfi = Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ جَزَاء مَن تَزَكَّى
Tâ-Hâ / 76- Cennâtu adnin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâu men tezekkâ.
Diyanet Vakfi = İçinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri! İşte arınanların mükâfatı budur.
خَالِدِينَ فِيهِ وَسَاء لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ حِمْلًا
Tâ-Hâ / 101- Hâlidîne fîhi, ve sâe lehum yevmel kıyâmeti hımlâ(hımlen).
Diyanet Vakfi = Bu kimseler, onda (o günah yükünün altında) ebedî kalırlar. Onlar için kıyamet gününde bu ne kötü bir yüktür!
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَّا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ
Enbiyâ / 8- Ve mâ cealnâhum ceseden lâ ye’kulûnet taâme ve mâ kânû hâlidîn(hâlidîne).
Diyanet Vakfi = Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.
لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاؤُونَ خَالِدِينَ كَانَ عَلَى رَبِّكَ وَعْدًا مَسْؤُولًا
Furkân / 16- Lehum fîhâ mâ yeşâûne hâlidîn(hâlidîne), kâne alâ rabbike va’den mes’ûlâ(mes’ûlen).
Diyanet Vakfi = Onlar için orada ebedî kalmak üzere diledikleri her şey vardır. İşte bu, Rabbinin üzerine (aldığı ve yerine getirilmesi) istenen bir vaaddir.
خَالِدِينَ فِيهَا حَسُنَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا
Furkân / 76- Hâlidîne fîhâ, hasunet mustekarran ve mukâmâ(mukâmen).
Diyanet Vakfi = Orada ebedî kalacaklardır. Orası ne güzel bir yerleşme ve ikamet yeridir.
وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفًا تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ
Ankebût / 58- Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn(âmilîne).
Diyanet Vakfi = İman edip güzel işler yapanları, (evet) muhakkak ki onları, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükâfatı ne güzeldir!
خَالِدِينَ فِيهَا وَعْدَ اللَّهِ حَقًّا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
Lokman / 9- Hâlidîne fîhâ, va’dallâhi hakkâ(hakkan), ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
Diyanet Vakfi = (8-9) Şüphesiz, iman edip de güzel davranışlarda bulunanlar için, içinde devamlı kalacakları ve nimetleri bol cennetler vardır. Bu, Allah’ın verdiği gerçek sözdür. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَّا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا
Ahzâb / 65- Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lâ yecidûne veliyyen ve lâ nasîrâ( nasîran).
Diyanet Vakfi = (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır.
قِيلَ ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ
Zümer / 72- Kîledhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvâl mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Diyanet Vakfi = “O halde içinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş!” denilmiştir.
وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ
Zümer / 73- Vesîkallezînettekav rabbehum ilâl cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne).
Diyanet Vakfi = Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.
ادْخُلُوا أَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّرِينَ
Mü’min / 76- Udhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ, fe bi’se mesvâl mutekebbirîn(mutekebbirîne).
Diyanet Vakfi = İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin dönüp gidecekleri yer ne çirkindir!
أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ahkâf / 14- Ulâike ashâbul cenneti hâlidîne fîhâ, cezâen bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Diyanet Vakfi = Onlar cennet ehlidirler. Yapmakta olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.
لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَكَانَ ذَلِكَ عِندَ اللَّهِ فَوْزًا عَظِيمًا
Fetih / 5- Li yudhilel mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve yukeffire anhum seyyiâtihim, ve kâne zâlike indallâhi fevzen azîmâ(azîmen).
Diyanet Vakfi = (Bütün bu lütuflar) mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
يَوْمَ تَرَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ يَسْعَى نُورُهُم بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَبِأَيْمَانِهِم بُشْرَاكُمُ الْيَوْمَ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Hadîd / 12- Yevme terel mû’minîne vel mû’minâti yes’â nûruhum beyne eydîhim ve bi eymânihim buşrâkumul yevme cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîh(fîhâ), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Mümin erkeklerle mümin kadınları, önlerinden ve sağlarından, (amellerinin) nurları aydınlatıp giderken gördüğün günde, (onlara): Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacağınız cennetlerdir, denilir. İşte büyük kurtuluş budur.
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُوْلَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Mücâdele / 22- Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhiri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîratehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minhu, ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anhu, ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).
Diyanet Vakfi = Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah’a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.
يَوْمَ يَجْمَعُكُمْ لِيَوْمِ الْجَمْعِ ذَلِكَ يَوْمُ التَّغَابُنِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُكَفِّرْ عَنْهُ سَيِّئَاتِهِ وَيُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
Teğâbun / 9- Yevme yecmeukum li yevmil cem’i zâlike yevmut tegâbun(tegâbuni), ve men yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Diyanet Vakfi = Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür. (Ancak) kim Allah’a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter, onu (ve benzerlerini), içinde ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.
وَالَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ خَالِدِينَ فِيهَا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
Teğâbun / 10- Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâri hâlidîne fîhâ ve bi’sel masîr(masîru).
Diyanet Vakfi = İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennem ehlidirler. Orada ebedî kalacaklardır. Ne kötü gidilecek yerdir orası!
رَّسُولًا يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِ اللَّهِ مُبَيِّنَاتٍ لِّيُخْرِجَ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ وَيَعْمَلْ صَالِحًا يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا قَدْ أَحْسَنَ اللَّهُ لَهُ رِزْقًا
Talâk / 11- Resûlen yetlû aleykum âyâtillâhi mubeyyinâtin li yuhricellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minez zulumâti ilen nûr(nûri), ve men yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yudhilhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), kad ahsenallâhu lehu rızkâ(rızkan).
Diyanet Vakfi = İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah’ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah’a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
إِلَّا بَلَاغًا مِّنَ اللَّهِ وَرِسَالَاتِهِ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا
Cin / 23- İllâ belâgan minallâhi risâlâtihî, ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne lehu nâra cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden).
Diyanet Vakfi = (Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ
Beyyine / 6- İnnellezîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne fî nâri cehenneme hâlidîne fîhâ, ulâike hum şerrul beriyyeti.
Diyanet Vakfi = Ehl-i kitap ve müşriklerden olan inkârcılar, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.
جَزَاؤُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
Beyyine / 8- Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihâl enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anhu, zâlike li men haşiye rabbehu.
Diyanet Vakfi = Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O’na saygı gösterenler) içindir.
**********
Kadı Beyzavi tefsirinde cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu.
Kadı Beyzavi’nin meşhur tefsiri olan Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vil, İslam literatüründe geniş kabul görmüş klasik tefsirlerden biridir. Beyzavi, cennet ve cehennemin ebedi oluşunu ve bu konuda ayetlerde geçen ifadeleri ayrıntılı olarak ele alır.
1. Cennet ve Cehennemin Ebediliği Meselesi
Beyzavi’ye göre, Kur’an’da cennet ve cehennem azabının ebedi olacağına işaret eden birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerde “halidîn” (sonsuz kalma) ve “ebeden” (ebediyen) gibi terimler kullanılmaktadır. Beyzavi, bu ifadelerin açık ve mutlak bir şekilde cennet ve cehennemin sürekliliğini işaret ettiğini belirtir. Özellikle, Nisa Suresi 4:57, Bakara Suresi 2:25 ve Hud Suresi 11:107 gibi ayetlerde bu sonsuzluğun vurgulandığını ifade eder.
Beyzavi’ye göre, cennet ehlinden olanların nimetleri sürekli olacak ve onlar cennette sonsuz bir mutluluk içinde kalacaklardır. Cehennem ehlinden olanlar ise iman etmeden ölmüş olan kimseler olup, cehennemde ebedi olarak kalacaklardır.
2. İbn Teymiyye ve Cehennemin Sürekliliği Konusu
Beyzavi, bazı İslam âlimlerinin, özellikle İbn Teymiyye gibi bazı selefi yorumcuların, cehennemin ebediliği meselesini farklı bir açıdan ele aldığını belirtir. İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyim el-Cevziyye, cehennem azabının bir süre sonra son bulabileceğini öne sürmüşlerdir. Ancak Beyzavi, Kur’an’daki ifadelerin cehennemin de sürekli olduğunu belirttiğini söyleyerek bu görüşlere katılmaz. Beyzavi’ye göre, cehennem azabının sürekli olacağı, birçok ayette açıkça belirtilmiştir.
3. Ayet Yorumları ve Kelime Tahlili
Beyzavi, “halidîn fîhâ ebeden” (orada ebediyen kalıcıdırlar) ifadesiyle geçen ayetleri açıklarken, bu ifadenin süresizliği vurguladığını ve azabın veya nimetin kesintiye uğramayacağını açıkça belirtir. Bu bağlamda, “ebeden” ifadesinin yalnızca cennet için değil, cehennem için de geçerli olduğunu dile getirir.
Beyzavi’nin yaklaşımı, Ehl-i Sünnet’in genel görüşü ile uyumludur. Yani hem cennet hem de cehennemin ebedi olduğunu ve Kur’an’ın bunu birçok yerde açıkça ifade ettiğini savunur.
4. Sonuç Olarak Beyzavi’nin Görüşü
Beyzavi’ye göre, cennet ve cehennemin ebedi olup olmaması İslam inancının temel bir konusudur ve ayetler açık bir şekilde her iki yurdun da ebedi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sebeple, Beyzavi, Ehl-i Sünnet inancı doğrultusunda cennet ve cehennemin sürekliliğini kabul eder ve aksi görüşleri desteklemez.
@@@@@@@@
Seyyid kutubun tefsirinde cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu .
Seyyid Kutub’un tefsiri olan Fî Zılâli’l-Kur’ân (Kur’an’ın Gölgesinde), modern dönem İslam tefsirinde etkili bir eserdir. Seyyid Kutub, cennet ve cehennemin ebediliği meselesini işlerken, ahiret hayatının sürekliliğine vurgu yapar ve cennet ile cehennemin ebedi olduğunu kabul eder. İşte Kutub’un bu konudaki temel yaklaşımları:
1. Cennet ve Cehennemin Ebediliği: Allah’ın Adaletinin ve Rahmetinin Gereği
Seyyid Kutub’a göre, Kur’an’da cennet ve cehennem hayatının ebedi olduğuna dair net ifadeler bulunmaktadır. Kutub, Allah’ın adaletini ve rahmetini dikkate alarak, iman eden ve salih amel işleyenlerin sonsuz bir şekilde ödüllendirileceğini, inkar edenlerin ise ebedi bir azaba maruz kalacağını söyler. Özellikle, Kur’an’daki “halidîn fîhâ ebeden” (orada ebediyen kalıcıdırlar) ifadelerinin ebediliği kesin olarak vurguladığını ifade eder.
2. Ayetlerin Yorumu ve Ebedilik Kavramı
Kutub, cennet ve cehennemin ebediliğini anlatan ayetlerin önemine değinir. Örneğin, Nisa Suresi 4:57, Tevbe Suresi 9:72 ve Bakara Suresi 2:25 gibi ayetlerde geçen “ebedî kalıcı” ifadelerini yorumlarken, bu durumun hem cennet ehli hem de cehennem ehli için geçerli olduğunu belirtir. Kutub’a göre bu ifadeler, ahiretteki hayatın dünyadakinden farklı olduğunu ve her iki yurdun da geçici değil, sürekli bir varlık alanı olduğunu ortaya koyar.
3. İman, Küfür ve Cezanın Sürekliliği
Kutub, özellikle küfür üzere ölenlerin (iman etmeden ölenlerin) cehennemde ebedi kalacaklarını ve bunun Allah’ın koyduğu bir kanun olduğunu belirtir. İman etmeyenlerin cezası, onların dünyada Allah’ı inkâr ederek kendi iradeleriyle seçtikleri bir son olarak değerlendirilir. Kutub’a göre, insanın bu dünyadaki seçimleri, ahiretteki ebedi yaşamını belirler ve bu yaşam süresizdir.
4. Aksi Görüşlere Eleştirisi
Seyyid Kutub, bazı yorumcuların cehennemin bir süre sonra sona erebileceğine dair görüşlerini eleştirir ve bu düşünceleri Kur’an’ın ayetleriyle uyumsuz görür. Kutub’a göre, Kur’an’da cehennemin ebediliğine işaret eden ayetler açık ve kesindir; bu nedenle, ahiret azabının bir süre sonra biteceği şeklindeki yorumlar Kur’an’ın ruhuna aykırıdır.
5. Sonuç: Kutub’un Genel Görüşü
Seyyid Kutub, Ehl-i Sünnet çizgisine paralel olarak, cennet ve cehennemin ebedi olduğunu kabul eder ve bunun Kur’an’ın açık beyanlarıyla sabit olduğunu söyler. Ahiret hayatının sürekliliği, iman edenler için sonsuz bir nimet ve inkar edenler için ise ebedi bir azap olarak tanımlanır. Kutub, cennet ve cehennemin ebedi oluşunu, Allah’ın adaleti ve rahmeti bağlamında değerlendirerek, bu inancı Müslümanların ahiret inancının temel bir parçası olarak görür.
@@@@@@@
tefsirlerde örnekleriyle cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu .
Kur’an tefsirlerinde cennet ve cehennemin ebedi olduğu konusu, ayetlere dayandırılarak ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Klasik ve modern tefsirciler, cennet ve cehennemin sürekliliğini açıklarken çeşitli ayetlere dayanmış, ahiret hayatının ebedi olduğunu vurgulamışlardır. İşte bazı meşhur tefsirlerden cennet ve cehennemin ebediliği konusunun işlenişi:
1. Taberi Tefsiri
İmam Taberi, Cami’ul Beyan an Te’vil Ay’il Kur’an adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin ebediliğini sıkça vurgular. Özellikle “halidîn fîhâ ebeden” ifadesinin geçtiği ayetleri yorumlarken, bu ifadenin sürekliliği ve ebediyeti açıkça ifade ettiğini belirtir. Taberi, Nisa Suresi 4:57 ve Tevbe Suresi 9:72 gibi ayetleri açıklarken, cennete girenlerin orada ebediyen kalacaklarını; aynı şekilde, iman etmeden ölenlerin de cehennemde ebedi olarak kalacaklarını söyler. Taberi’ye göre, bu ayetler ahiret hayatının geçici olmadığını, aksine ebedi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
2. Razi Tefsiri
Fahreddin er-Razi’nin Mefatihu’l-Gayb (Büyük Tefsir) adlı eseri, kelamî meseleleri derinlemesine ele almasıyla tanınır. Razi, cennet ve cehennemin ebediliği konusuna detaylı bir şekilde değinir. Nisa Suresi 4:168-169 ayetlerini açıklarken, Allah’ın adaletinin ve rahmetinin gereği olarak, iyilik yapanlara ebedi bir mükafat, inkâr edenlere ise ebedi bir azap verileceğini ifade eder. Razi, cennet ve cehennem hayatının ebediliğini sorgulayanlara karşı “ebeden” kelimesinin mutlak bir süreklilik anlamına geldiğini savunur. Ona göre, Allah’ın belirlediği ebedi ödül ve ceza, dünyadaki amellerin ahiretteki sonuçlarını daimî hale getirir.
3. Beyzavi Tefsiri
Kadı Beyzavi, Envârü’t-Tenzîl adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin ebedi olduğunu vurgular. Beyzavi, Tevbe Suresi 9:68 ve Bakara Suresi 2:25 ayetlerinde geçen “halidîn” ve “ebeden” kelimelerinin ahiret hayatındaki sürekliliği ifade ettiğini açıkça belirtir. Beyzavi’ye göre, iman edenler cennete girdiklerinde oradan çıkarılmayacak ve nimetleri sona ermeyecektir. Aynı şekilde, inkâr edenlerin de cezası ebedi olacaktır. Bu yorumda, Beyzavi, cennet ve cehennemin sürekliliğinin Allah’ın kudretiyle ilgili olduğunu ifade eder.
4. İbn Kesir Tefsiri
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim adlı eserinde, cennet ve cehennemin ebediliğini çeşitli ayetlerle açıklar. Özellikle, Hud Suresi 11:107-108 ayetlerini yorumlarken, Allah’ın cennet ehline rahmetiyle ebedi bir mutluluk verdiğini, cehennem ehlinin ise sonsuz bir azaba maruz kalacağını belirtir. İbn Kesir, ayetlerde geçen “ebedî olarak kalacaklar” ifadesini vurgulayarak, bunun Allah’ın takdiriyle sabit olduğunu ve ahirette ödül ve cezanın sürekliliğini gösterdiğini söyler.
5. Seyyid Kutub’un Tefsiri
Seyyid Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin ebediliğini Allah’ın adalet ve rahmet sıfatlarıyla açıklar. Kutub, Nisa Suresi 4:57 ve Tevbe Suresi 9:72 gibi ayetleri açıklarken, cennet ve cehennemin ebedi olduğunu ve ahiret azabının bir süre sonra sona ermeyeceğini ifade eder. Seyyid Kutub’a göre, Kur’an’da “halidîn fîhâ ebeden” şeklindeki ifadeler, hem cennet ehlinin hem de cehennem ehlinin durumunun sürekli olduğunu gösterir. Bu sürekli yaşam, Allah’ın adaletine uygun olarak seçilmiş bir sonuçtur.
6. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Tefsiri
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde, cennet ve cehennemin sürekliliğini Ehl-i Sünnet inancına uygun bir şekilde ele alır. Nisa Suresi 4:13-14 ayetlerini yorumlarken, cennetliklerin ebediyen cennette kalacağını ve cehennemliklerin de ebedi bir azaba maruz kalacağını belirtir. Elmalılı, ahiretin sürekliliğinin Kur’an’ın açık ayetleriyle sabit olduğunu ifade eder ve Allah’ın sonsuz adaletinin gereği olarak cennet ve cehennemin ebedi olduğunu savunur.
Sonuç
Bu tefsirlerde, Kur’an’daki “halidîn fîhâ ebeden” gibi ifadeler yorumlanırken, cennet ve cehennemin sürekliliği ve ebediliği üzerinde durulmuştur. Tefsir âlimleri, Allah’ın adaletine ve ayetlerdeki “ebedîlik” vurgusuna dayanarak, ahiret hayatının geçici değil, sonsuz olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
*************
Risale-i Nur külliyatında cennet ve cehennemin ebedi oluşu konusu.
Risale-i Nur Külliyatı’nda Bediüzzaman Said Nursî, cennet ve cehennemin ebediliği konusunu detaylı bir şekilde ele alır ve bu sürekliliği aklî ve naklî delillerle izah eder. Said Nursî, Allah’ın sonsuz adaleti, merhameti ve hikmeti çerçevesinde cennet ve cehennemin ebedi oluşunu gerekçelendirir. İşte Risale-i Nur’da cennet ve cehennemin ebedi oluşuyla ilgili temel noktalar:
1. Ebedî Saadet ve Ebedî Azabın Gerekliliği
Risale-i Nur’da, ahirette müminler için ebedî bir saadet (cennet) ve kâfirler için ebedî bir azap (cehennem) bulunduğu ifade edilir. Said Nursî, dünyada Allah’ın emirlerine uygun yaşayan, iman eden ve ibadet edenlerin, sonsuz bir mutluluğa kavuşacaklarını; buna karşılık, Allah’a isyan eden ve inkâr üzere ölenlerin de ebedî bir azaba maruz kalacağını belirtir. Bu bağlamda, insanın yaratılış gayesinin Allah’a iman ve itaat olduğunu; bu yüzden, iman edenlerin mükafatlarının, iman etmeyenlerin ise cezalarının sürekli olmasının ilahi adaletin gereği olduğunu söyler.
2. Allah’ın Sonsuz Adalet ve Rahmet Sıfatı
Said Nursî, Allah’ın adalet ve rahmetinin sınırsız olduğunu, bu yüzden ahirette müminler için sonsuz bir cennet yaratıldığını ifade eder. “Allah adaleti gereği, imansız ve inkâr üzere ölenleri cehennemde ebedî olarak tutar.” der. Allah’ın adaletinin insanın yaptığı her amelin tam karşılığını gerektirdiğini, sonsuz rahmetinin de iman edenlere sonsuz bir cenneti ikram edeceğini vurgular. Bediüzzaman’a göre, kısa bir süre içinde işlenen küfür ve isyan, Allah’a karşı sınırsız bir hakaret anlamına geldiğinden, cezası da sınırsızdır.
3. Cennetin ve Cehennemin Ebediliği Aklen ve Mantıken Mümkündür
Risale-i Nur’da cennet ve cehennemin ebediliği, mantıkî ve aklî delillerle de açıklanır. Bediüzzaman, zaman kavramının ahirette farklı olduğunu, bu yüzden sonsuz bir yaşamın ahiret şartları içinde mümkün ve makul olduğunu belirtir. Sözler adlı eserde, cennet ve cehennemin ebedi olmasının dünya mantığıyla anlaşılmasının zor olabileceği, ancak Allah’ın kudretinin her şeyi kapsadığını ve ahirette her türlü imkânı sağlayacağını açıklar. Said Nursî’ye göre, Allah’ın kudreti ebedî olduğu için cennet ve cehennemin ebediliği de gayet makuldür.
4. İnsan İradesinin Ahiretteki Ebedi Sonuçları
Risale-i Nur’da, insanın bu dünyada yaptığı tercihlerin ahirette ebedî sonuçlar doğuracağı ifade edilir. Said Nursî’ye göre, insanın sınırlı ömründe yaptığı inkâr veya iman seçimi, ebedî hayatını belirler. Küfür üzere olan bir insan, Allah’ı ve ahireti inkâr ederek ebedî bir azabı hak ederken, iman eden bir kişi de Allah’ın ebedî rahmetini kazanır. Bu bağlamda, İman ve Küfür Muvazeneleri adlı bölümde, inkâr ve isyanın ebedî bir azabı gerektirdiği, iman ve ibadetin ise ebedî bir mükâfatla karşılık bulacağı ifade edilir.
5. Cennet ve Cehennemin Ebediliği Üzerine Metafizik ve Kur’ani Deliller
Risale-i Nur’da cennet ve cehennemin ebediliği, Kur’ânî delillerle de desteklenir. Said Nursî, “halidîn fîhâ ebeden” (orada ebedî kalacaklar) gibi ayetleri örnek göstererek, Kur’an’ın açık bir şekilde cennet ve cehennemin ebedi olduğunu ifade ettiğini belirtir. Bu ayetlerin, Allah’ın ebedî ödül ve ceza iradesini yansıttığını ve ahiretin sürekliliğinin Allah’ın koyduğu bir kanun olduğunu ifade eder. Özellikle Onuncu Söz adlı risalede, cennet ve cehennemin ebedi olmasının Kur’an’ın ruhuna uygun olduğu detaylı bir şekilde açıklanır.
6. Cehennemin Ebediliğinin Hikmeti Üzerine
Risale-i Nur’da, cehennemin ebediliğinin arkasındaki hikmet de incelenir. Said Nursî, cehennemin ebedî olmasının, Allah’a isyan edenlerin O’na karşı olan küfürlerinin sürekli bir karşılık gerektirdiğini ifade eder. Küfür, Allah’ın sonsuz varlığını ve sıfatlarını reddetmek olduğu için, cezası da ebedî bir azap olur. Yani, küfürdeki inkârın büyüklüğü, onun cezasının da sonsuz olmasını gerektirir.
Sonuç
Risale-i Nur Külliyatı’nda Bediüzzaman Said Nursî, cennet ve cehennemin ebedi oluşunu hem naklî delillerle (ayetlerle) hem de aklî-mantıki açıklamalarla destekler. Ona göre, Allah’ın adaleti, kudreti, rahmeti ve hikmeti gereği cennet ebedî bir saadet yurdu, cehennem ise ebedî bir azap yurdudur. Bu ebedilik, hem Kur’an’ın beyanlarına hem de Allah’ın sonsuz sıfatlarına dayanarak anlam kazanır ve ahiret hayatının sürekliliğini gösterir.
************
Allah’ın her hak sahibine hakkını ve hak ettiğini vermesi Onun adaletinin bir gereğidir, sözünü örnekleriyle açıklar mısın
“Allah’ın her hak sahibine hakkını ve hak ettiğini vermesi, Onun adaletinin bir gereğidir” ifadesi, İslam düşüncesinde Allah’ın adalet sıfatının temel bir açıklamasıdır. Bu ilkeye göre, Allah her varlığa, onun yaratılış amacına ve davranışlarına uygun bir karşılık verir. Allah’ın adaletinin bir gereği olarak hak edenler ödüllendirilir, hak etmeyenler ise cezalandırılır. Bu adalet, dünyada olduğu gibi ahirette de geçerlidir.
İşte bu kavramı açıklayan bazı örnekler:
1. İman Edenlere Cennet Verilmesi
Allah, iman eden ve salih amel işleyen kullarını ahirette cennetle mükâfatlandıracağını vaat etmiştir. Bu, Allah’ın adaletinin bir gereğidir, çünkü iman ve ibadet eden kimse, ahirette Allah’a olan bağlılığının karşılığını ebedî bir saadet yurdu olan cennetle alır. Kur’an’da sıkça geçen şu ayet bunu ifade eder:
> “Şüphesiz iman eden ve salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız; orada ebedî kalacaklardır. Allah’ın verdiği söz hak ve gerçektir.” (Nisa Suresi, 4:122)
Bu ayete göre, Allah, iman edenlerin hakkını teslim ederek onları cennete sokar. Bu, Allah’ın adaletinin bir gereğidir; müminlerin yaptıkları iyiliklerin karşılığını tam olarak almalarıdır.
2. İnkar Edenlerin Cezalandırılması
Küfür üzere ölen kimseler, Allah’ı inkâr ettikleri ve O’nun varlığını reddettikleri için cehenneme girmeyi hak ederler. Bu da Allah’ın adaletinin bir parçasıdır, çünkü Allah, kendisine karşı yapılan inkârın karşılığını ceza olarak belirlemiştir. Kur’an’da bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
> “Küfredenler (inkâr edenler) için ise Rabbinden gazap ve şiddetli bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2:7)
Bu ayet, küfür üzere olanların Allah’ın azabını hak ettiklerini ve adalet gereği onlara cehennemin ebedi kılındığını ifade eder.
3. Dünyada Zulme Uğrayanların Ahirette Karşılığını Bulması
Dünyada haksızlığa uğrayan, mazlum olan kimseler, Allah’ın adaleti gereği ahirette hak ettikleri karşılığı alacaklardır. Dünyada zulmedenler de ahirette cezalandırılacaklardır. Kur’an’da bu adalet ilkesi şöyle açıklanır:
> “O gün, hiç kimseye zulmedilmeyecek ve herkese yaptıklarının tam karşılığı verilecektir.” (Yasin Suresi, 36:54)
-Bu ayet, zulüm görenlerin hakkını Allah’ın ahirette vereceğini ve zulmedenlerin de adalet gereği cezasını alacağını ifade eder.
4. Her Bireyin Dünyadaki Ameline Göre Karşılık Görmesi
Allah, insanın yaptığı her amelin karşılığını ahirette adaletle verir. İnsan, kendi iradesiyle seçtiği ve işlediği amellerin sonucuyla yüzleşecektir. Kişi dünyada ne yapmışsa, ahirette onun karşılığını alır. Bu da Allah’ın adaletinin bir gereğidir. Kur’an bu durumu şöyle ifade eder:
> “Kim zerre miktarı hayır işlerse onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlerse onu görür.” (Zilzal Suresi, 99:7-8)
Bu ayet, Allah’ın her bireyin yaptıklarının tam karşılığını vereceğini ve hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını vurgular. Yani Allah’ın adaleti, en küçük amelleri bile karşılıksız bırakmaz.
5. Dünya Hayatındaki Rızık ve Fırsatların Adilce Dağıtılması
Allah’ın adaleti, dünya hayatında her varlığa onun ihtiyacına uygun olarak rızık vermesinde de görülür. Örneğin, bazı insanlara daha fazla rızık ve imkan verilmişken, bazıları daha mütevazı bir hayat sürer. Ancak bu farklılıklar, Allah’ın adaletine ters düşmez, çünkü her birey, yaratılış amacına göre bu dünyada farklı nimetlerle sınanmaktadır. Kur’an’da şöyle buyrulur:
> “Allah rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Onlar dünya hayatı ile sevindiler. Halbuki dünya hayatı ahiretin yanında geçici bir yararlanmadan ibarettir.” (Ra’d Suresi, 13:26)
Bu ayet, dünya nimetlerinin adil bir şekilde verildiğini ve esas adaletin ahirette olacağını hatırlatır.
Sonuç
“Allah’ın her hak sahibine hakkını vermesi” ifadesi, Allah’ın hem dünya hem de ahirette mutlak adaleti uygulayacağını gösterir. İman edenlerin cennetle mükâfatlandırılması, inkâr edenlerin cehennemle cezalandırılması, mazlumların haklarının ahirette verilmesi, herkesin ameline göre karşılık görmesi gibi örnekler, Allah’ın adaletinin işleyişine dair bazı temel noktalardır. Allah, hiç kimseye haksızlık yapmaz ve herkesin hak ettiğini tam bir adaletle verir. Bu adalet anlayışı, İslam’ın temel inanç prensiplerinden biridir ve Allah’ın her hak sahibine hakkını verme ilkesinin bir yansımasıdır.
***********
Bu dünyada nasıl ki farklı inanç, düşünce ve yaşayış içerisinde olan insanlar bir araya gelmiyor ve gelmek istemiyorsa, aynı durum ahiret için de geçerlidir.
Hatta onlarla beraber olmayı cehennem addediyor.
MEHMET ÖZÇELİK
02-11-2024