ALLAHIN HAFİZ İSMİ ŞERİFİ

ALLAHIN HAFİZ İSMİ ŞERİFİ[1]


“ON BEŞİNCİ NOTA
Üç meseledir.
BİRİNCİ MESELE : İsm-i Hafîzin tecellî-i etemmine işaret eden âyetidir. Kur’ân-ı Hakîmin bu hakikatine delil istersen, Kitab-ı Mübînin mistarı üstünde yazılan şu kâinat kitabının sayfalarına baksan, ism-i Hafîzin cilve-i âzamını ve bu âyet-i kerimenin bir hakikat-i kübrâsının nazîresini çok cihetlerle görebilirsin.
Ezcümle: Ağaç, çiçek ve otların muhtelif tohumlarından bir kabza al. O muhtelif ve birbirine muhalif tohumların cinsleri birbirinden ayrı, nevileri birbirinden başka olan çiçek ve ağaç ve otların sandukçaları hükmünde olan o kabzayı, karanlıkta ve karanlık ve basit ve câmid bir toprak içinde defnet, serp. Sonra, mizansız ve eşyayı fark etmeyen ve nereye yüzünü çevirsen oraya giden basit suyla sula.
Sonra, senevî haşrin meydanı olan bahar mevsiminde gel, bak. İsrâfilvâri melek-i ra’d, baharda, nefh-i sur nevinden yağmura bağırması, yeraltında defnedilen çekirdeklere nefh-i ruhla müjdelemesi zamanına dikkat et ki, o nihayet derece karışık ve karışmış ve birbirine benzeyen o tohumcuklar, ism-i Hafîzin tecellîsi altında, kemâl-i imtisalle, hatasız olarak, Fâtır-ı Hakîmden gelen evâmir-i tekviniyeyi imtisal ediyorlar. Ve öyle tevfik-i hareket ediyorlar ki, onların o hareketlerinde bir şuur, bir basiret, bir kast, bir irade, bir ilim, bir kemal, bir hikmet parladığı görünüyor. Çünkü, görüyorsun ki, o birbirine benzeyen tohumcuklar, birbirinden temayüz ediyor, ayrılıyor.
Meselâ bu tohumcuk bir incir ağacı oldu, Fâtır-ı Hakîmin nimetlerini başlarımız üstünde neşre başladı. Serpiyor, dallarının elleriyle bizlere uzatıyor. İşte bu, ona sureten benzeyen bu iki tohumcuk ise, gün âşıkı namındaki çiçekle, hercai menekşe gibi çiçekleri verdi. Bizler için süslendi. Yüzümüze gülüyorlar, kendilerini bizlere sevdiriyorlar.

“Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa karşılığını görür. Kim zerre kadar bir kötülük işlerse o da onun karşılığını görür.” Zilzal Sûresi, 99:7-8.

Daha buradaki bir kısım tohumcuklar, bu güzel meyveleri verdi. Ve sümbül ve ağaç oldular. Güzel tad ve koku ve şekilleriyle iştahımızı açıp, kendi nefislerine bizim nefislerimizi davet ediyorlar. Ve kendilerini müşterilerine feda ediyorlar. Tâ nebâtî hayat mertebesinden, hayvânî hayat mertebesine terakki etsinler.
Ve hâkezâ, kıyas et. Öyle bir surette o tohumcuklar inkişaf ettiler ki, o tek kabza, muhtelif ağaçlarla ve mütenevvi çiçeklerle dolu bir bahçe hükmüne geçti. İçinde hiçbir galat, kusur yok. -1- sırrını gösterir. Herbir tohum, ism-i Hafîzin cilvesiyle ve ihsanıyla, ona pederinin ve aslının malından verdiği irsiyeti, iltibassız, noksansız muhafaza edip gösteriyor.
İşte bu hadsiz harika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz, kıyamet ve haşirde, hafîziyetin tecellî-i ekberini göstereceğine katî bir işarettir.
Evet, bu ehemmiyetsiz, zâil, fâni tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i katıadır ki, ebedî tesiri ve azîm ehemmiyeti bulunan, emanet-i kübrâ hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef’âl ve âsâr ve akvâllleri ve hasenat ve seyyiatları, kemâl-i dikkatle muhafaza edilir ve muhasebesi görülecek.
Âyâ, bu insan zanneder mi ki başıboş kalacak? Hâşâ! Belki insan ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzettir. Küçük büyük, az çok, her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.
İşte, hafîziyetin cilve-i kübrâsına ve mezkûr âyetin hakikatine şahitler had ve hesaba gelmez. Bu meseledeki gösterdiğimiz şahit, denizden bir katre, dağdan bir zerredir.[2]

@@@@@

Demek, ağacın bünyesinde semeresi mevcut olduğu gibi, tohumunda da semere mevcuttur. Ve keza, vücuttan çıkmış pek çok şeyler, insanın kuvve-i hafızasında mevcut kalır.
İşte bu misallerden hıfz ve hafîziyet kanunu ne derece ihatalı olduğu anlaşıldı. Evet, bu mevcudatın sahibi pek büyük bir ihtimamla mülkünde cereyan eden herşeyi taht-ı hıfz ve muhafazasına almıştır. Ve hâkimiyetinin muhafazası için sonsuz bir dikkati vardır. Ve rububiyetinde tam bir intizam ve saltanat vardır ki, ednâ bir hadiseyi, âdi bir hizmeti yazar ve yazdırır.[3]

@@@@@@@

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz, öyle ihâtalı ve azametli bir hafîziyet hükmeder ki, zîhayat herşeyin ve her hadisenin çok sûretlerini ve gördüğü fıtrî vazifesinin defterini ve esmâ-i İlâhiyeye karşı lisan-ı hal ile tesbihatına dair sahife-i a’mâlini misâlî levhalarda ve çekirdeklerinde ve tohumcuklarında ve Levh-i Mahfuzun nümunecikleri olan kuvâ-yı hâfızalarında ve bilhassa insanın dimağındaki pek büyük ve pek küçük kütüphanesi olan kuvve-i hafızasında ve sair maddî ve mânevî in’ikâs aynalarında kaydeder, yazdırır, zaptederek muhafaza altına alır. Sonra, mevsimi geldikçe bütün o mânevî yazıları maddî bir tarzda da gözümüze gösterip milyonlarla misâller ve deliller ve nümuneler kuvvetiyle -1- âyetindeki en acip bir hakikat-ı haşriyeyi, kudretin bir çiçeği olan her bahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dille kâinata ilân eder.[4]

@@@@@@

Yedinci Hakikat:
Bâb-ı hıfz ve hafîziyet olup, ism-i Hafîz ve Rakîbin cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki, gökte, yerde, karada, denizde yaş kuru, küçük büyük, âdi âlî herşeyi kemâl-i intizam ve mîzan içinde muhâfaza edip, bir türlü muhasebe içinde neticelerini eleyen bir hafîziyet, insan gibi büyük bir fıtratta, hilâfet-i kübrâ gibi bir rütbede, emânet-i kübrâ gibi büyük vazifesi olan beşerin Rubûbiyet-i âmmeye temas eden amelleri ve fiilleri muhâfaza edilmesin, muhasebe eleğinden geçirilmesin, adâlet terazisinde tartılmasın, şâyeste ceza ve mükâfat çekmesin? Hayır, aslâ!
Evet, şu kâinatı idare eden Zât, herşeyi nizam ve mîzan içinde muhâfaza ediyor. Nizam ve mîzan ise, ilim ile hikmet ve irâde ile kudretin tezâhürüdür. Çünkü görüyoruz, her masnu’, vücudunda gayet muntazam ve mevzun yaratılıyor. Hem, hayatı müddetince değiştirdiği sûretler dahi birer intizamlı olduğu halde, heyet-i mecmûası da bir intizam tahtındadır. Zîrâ görüyoruz ki, vazifesinin bitmesiyle ömrüne nihayet verilen ve şu âlem-i şehâdetten göçüp giden her şeyin, Hafîz-i Zülcelâl, birçok sûretlerini elvâh-ı mahfuza hükmünde olan Hâşiye hâfızalarda ve bir türlü misâlî aynalarda hıfzedip, ekser tarihçe-i hayatını çekirdeğinde, neticesinde nakşedip yazıyor. Zâhir ve bâtın aynalarda ibkà ediyor. Meselâ, beşerin hâfızası, ağacın meyvesi, meyvenin çekirdeği, çiçeğin tohumu, kanun-u hafîziyetin azamet-i ihâtasını gösteriyor.
Görmüyor musun ki, koca baharın hep çiçekli, meyveli bütün mevcudâtı ve bunların kendilerine göre bütün sahâif-i a’mâli ve teşkilâtının kanunları ve sûretlerinin timsâlleri, mahdut bir miktar tohumcuklar içlerinde yazarak, muhâfaza ediliyor. İkinci bir baharda, onlara göre bir muhasebe içinde sahife-i amellerini neşredip, kemâl-i intizam ve hikmet ile koca diğer bir bahar âlemini meydana getirmekle, hafîziyetin ne derece kuvvetli ihâta ile cereyan ettiğini gösteriyor. Acaba geçici, âdi, bekàsız, ehemmiyetsiz şeylerde böyle muhâfaza edilirse, âlem-i gaybda, âlem-i âhirette, âlem-i ervâhta Rubûbiyet-i âmmede mühim semere veren beşerin amelleri hıfz içinde gözetilmek sûretiyle, ehemmiyetle zaptedilmemesi kàbil midir? Hayır ve aslâ!
Evet, şu hafîziyetin bu sûrette tecellîsinden anlaşılıyor ki, şu mevcudâtın Mâliki, mülkünde cereyan eden her şeyin inzibâtına büyük bir ihtimâmı var. Hem, hâkimiyet vazifesinde nihayet derecede dikkat eder. Hem, Rubûbiyet-i saltanatında gayet ihtimâmı gözetir. O derece ki, en küçük bir hâdiseyi, en ufak bir hizmeti yazar, yazdırır. Mülkünde cereyan eden her şeyin sûretini müteaddit şeylerde hıfzeder. Şu hafîziyet işaret eder ki, ehemmiyetli bir muhasebe-i a’mâl defteri açılacak ve bilhassa mahiyetçe en büyük, en mükerrem, en müşerref bir mahlûk olan insanın büyük olan amelleri, mühim olan fiilleri, mühim bir hesab ve mîzana girecek. Sahife-i amelleri neşredilecek.[5]

@@@@@@@

Hem insanın geçmiş tarihçe-i hayatını buğday tanesi küçüklüğündeki kuvve-i hâfızasında ve her nebat ve ağacın gelecek tarihçe-i hayat-ı saniyesini çekirdeğinde yazmasına ve her zîhayatın muhafazasına lüzumu bulunan âlât ve cihazata, meselâ arının kanatçıklarına ve zehirli iğnesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve hâfiziyet-i Rabbâniyenin letafetli cemâlini gör.[6]

@@@@@@@

 

Peygamberler İsmet sıfatı gereği olarak nasıl korunuyorlarsa. Aslında gerek Ruhlar alemindeki İstidat ve kabiliyeti gerekse de Allah’ın ezelde bilmiş olduğu bilgisi doğrultusunda insanlar da korunmaktadır Mesela daha sonra kötülüğe anlaşılacak olan bir topluluğa bir türlü gitmek girmek istese de bir türlü giremiyor ve daha sonra o topluluğun bütün çirkinlikleri ortaya kötülükleri ortaya dökülüyor ve kendisi ondan Mahfuz kalıyor ise bu o insanın istidadı kabiliyet cenab-ı Hakk’ın Ezeli ilmiyle daha olmadan önceki onun sevk edileceği arzuladığı iflas ve Samimiyeti göz önünde bulunduruluyor Allah hafif ismiyle insanları Hıfz etmektedir Bu hıfzetme muhafaza etme sadece maddi yönde değil. O insanın manevi yapısındaki samimiyetle ihlastan dolayı korunması manasına da gelir.

MEHMET ÖZÇELİK

26-10-2024

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=bGOzelvOS1o

[2] http://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/on-yedinci-lem-a/141

 https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/arama/Haf%c4%b1z%c4%b1yet

[3] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mesnevi-i-nuriye/lasiyyemalar/40

[4] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/asa-yi-musa/yedinci-mesele/32

[5] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/onuncu-soz/75

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sualar/dorduncu-sua/72

Loading

No ResponsesEkim 26th, 2024