BU GİDİŞ HAYRA ALAMET DEĞİL

BU GİDİŞ HAYRA ALAMET DEĞİL


Problem içte.
İç hasta.
Mikrop vücudu sarmış.
Kurt gövdenin içinde.
Kendimize gelmezsek bedeli ağır olur.
Normal yollarda toparlanmazsak, ağır bedeller ödeyerek toparlanmaya götürülürüz.
Bu gidiş ve gidişat hiç de hayra alamet değil.
Hiçbir geçmiş kavim fakirlikten dolayı helak olmamıştır.
Ancak Ad ve Semud kavmi zengin, güçlü ve şımarıklığından dolayı helak edilmiştir.
Bu millet çok sıkıntılar çekti. Ama hiç değerlerinden taviz vermedi, kayıp yaşamadı.
Zenginleştikçe değerler yönüyle fakirleştik, maddemiz arttıkça maneviyatımız azalmaya başladı.
Hayatın kıymeti soğan ve patatese indi, domates ve peynirler insanlıktan daha değerleşti ve ev kiracıdan üstün ve kıymetli oldu.
Kiracıyı çıkarmak için evi sattık, yalanına başvurdu.
Trilyonunu kaybeden ve zengin olduğu halde bir memurun üç kuruşuna tenezzül etti.

Bir depremle trilyonları ve ömür boyu sahip olduğu her şey elinden çıkarak sıfırlandı.
Bunu yapan trilyoner iş adamı idi.
Bunu Öğrenciler üzerinde de uyguladı.
Değerini düşürüp, değersizleşti.
Aslında o evi değil kendi olmayan kişiliğini sattı.
Kiracıyı çıkarma uğruna babasının öldüğünü, yalnız kalan anne ve kardeşinin geleceğini söyledi.
Bunu yapan canımızı emanet ettiğimiz bir kimse idi.
Anne ve kardeşi gelmedi, evi kiraya ve arkasından satılığa çıkardı.
Yıllar öncede aynı hastalık bugünde devam etti.
Yıllar önce yeminle oğlunun geleceğini söyleyip kiracıyı çıkarırken, anında iki katı fiyata kiraya verdi.
Bütün binlerce bu ve benzeri durumlar büyük bir belaya davetiyedir.
Hele hele 1,5 yıllık korona, 11 vilayette olan deprem bu milleti uyandırmamış ve üstüne üstlük açık sapıklık artmışsa bu hayra alamet değil.
“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.”[1]
Bu gelecek fitne, bela ve musibeti tek engelleyecek olan; bu milletin tekrar asli kodlarına dönmesi, tövbe edip vaz geçmesi, samimiyet ve vereceği Sadaka ve de yapacağı iyiliklerdir.
Yoksa kaçınılmazdır.
-İşte kıssa:

Yağmur duası Zamanın birinde bir köyde kurak geçen günler ve kıtlık sebebiyle köylüler toplanarak hocanın yanına gidip yağmur duası için rica ederler, Hoca hepsini toplar ve köyün bir köşesinde kocası ölmüş 2 çocuklu bir kadının evine götürür. Köylü hocaya hocam meraya yada boş bir araziye gidip orda dua edelim derler. Kadın kapıyı açar 2 yetim çocukta kapıya çıkarlar. Hoca çocuklardan birine sorar evladım bu dünyada en çok ne isterdin der, çocuk ayağına giymeye ayakkabısı olmadığından ben yağmur yağmamasını istedim çünkü ayaklarım ıslanıyor. Diğeri de evin çatışındaki kiremitler değişsin isterim der çünkü yağmur yağınca evimize çok su giriyor der. Hoca cemaate döner ve der ki hep beraber bu çatıyı onaralım çocuklara da ayakkabılarını alalım sonra Allahtan rahmetini esirgememesini isteyelim. Size sıkıntı veren bu çocuklara rahmettir belki..

****************    

Yüz yıldır bu milletin ayağa kalkmaması ve kalkamaması için her şey yapıldı ve her yol denendi.
Sürekli fakirlikle tehdit edildi, açlıkla sınandı, madde ile meşgul edildi.
Maneviyatı elinden alındı, tehdit edildi, her türlü zulüm reva görüldü.
Maddi manevi ilerlemesine mani olundu, engeller konuldu.
İrtica, şeriat, başörtüsü, din, ezan dendi, sırtlanlar gibi saldırıldı.
Önüne barajlar kuruldu, setler çekildi.
Ancak bu millet o barajlarda da elektriğini üretti.
Ümit varız.
Şu istikbal inkılabatı içerisinde en yüksek gür seda İslam’ın sadası olacaktır.
20 yılda çok şeyler değişti, millet ayağa kalktı.[2]
Kişiliğini kazanıp, diklenmeden dik durmasını öğrendi.
Kuzular içerisinde büyürken geçte olsa Arslan yavrusu olduğunun farkına vardı.

**************   

Korona olunca her şey zamlanıyorsa ve ramazan gelince yiyeceklerin fiyatları bir kaç katına çıkıyorsa, deprem olunca ev kiraları fırlayıp dört katına kadar artıyor ve arttırılıyorsa; o insanlar ne kadar Müslüman, ne kadar insan, ne kadar vicdan ve insaf sahibidir?
Ve de evinin fiyatını arttırmak için; oğlum gelip oturacak, babam öldü köyde olan annem ve kardeşim gelip oturacak ve evi sattım dalavereleri ile ev sahibi bu sahtekârlıklara varıyorsa; o insan insaniyetini ve İslamiyet’in sorgulasın.
Üç günlük şu dünyada, üç kuruş için bir insan çok rahat yalan söyleyip kandırma yoluna gidiyorsa bilsin ki; Allah ona o parayı yedirmez. Bir yerlerinden fazlasıyla çıkar.
Ya malı gider ya canı.
Elbette ev sahipleri de ölecek, kiracılarda ölecek, herkeste ölecektir.
Geriye mirasçılara malı kalacak, kendisi günahıyla gidecek.
En sevdiği malı burada kalıp götüremezken, sevmediği ve istemek arzu etmediği günahları kendisiyle gelecek, kendisiyle olup, ayrılmayacaktır.

 

**************

Devlete zaaf ve zafiyet yakışmıyor.

Devletin zafiyeti, milleti daha çok zaafa uğratıp çökertiyor.[3]

Çöplere dökülen sebze ve meyvelerin bir bedeli ve ödemesi olacaktır.

Bunu millet ödediği gibi, millete ödetenler de elbet fazlasıyla ödeyecektir.
Bu ödemenin nereden geldiğini ister bilsin, isterse de bilmesin.
Bir yerlerden ve bir yerlerinden mutlaka çıkacaktır.
Buna milletin sessiz kalması nisbetinde fatura ağır olup, millete de yansıyacaktır.
Ayetteki, “Öyle bir fitneden (bozgunculuktan) sakının ki (ortaya çıkacak olumsuzluklar) aranızdan yalnız haksızlık edenlere değil (hepinize erişir.)”[4]
Çünkü küfre rıza küfür, zulme rıza zulümdür.
Başımıza gelen korona olsun, deprem olsun, acaba neden oldu?
Fay hatlarının çatlamasından mı yoksa ar ve haya damarının çatlamasından mı?
Depremden önce bu derece ortaya dökülen hayasızlık ve sefahatten ve de aç gözlülük ve ihanetlerden dolayı bir musibet bekleniyordu.
Belli ki ders alınmamış.
Allah korusun önlem alınmaz ve aynı sefahat, aç gözlülük ve madde-perestlik devam edip, insanlık kaybedilirse, musibetlere davetiye çıkarılmış olur.
Gelir o zaman gelmekte olan…

****************   

Bu hafta Cuma hutbesinin konusu esnaflara yönelikti.[5]

Dürüst, samimi, güvenilir esnafın Peygamberimizin tabiriyle; Nebi ve şehitlerle haşredileceği bildirilmekteydi.

Peki ya fırsatçı esnaf?

Güvensiz, samimi olmayıp, kandırarak iş yapan esnaf?
Onlarda Karunlarla değil mi?

Bir gencin feryadını dinlediğimde, bunun hepimizin feryadı olduğunu gördüm.[6]
İyi ve güvenilir esnafı hem takdir ve hem de tebrik ederim.

Ancak kaç kişi sanayiye giderken çekinmeden ve ne olacağının tedirginliğinde içinde olmadan rahatça gidebiliyor.

Bir gece vakti lastik patlamasından dolayı tamirci keyfine göre istediği fiyatı isteyebiliyor.

Nasılsa yolda kaldı, bana ihtiyacı var diye düşünüyor.

Sanayide bir anahtarcı iyi yapmadığı işinden dolayı vatandaşa milyarları kaybettiriyor.

Maalesef bu konuda da devlet de zafiyet gösteriyor ve geç kalıyor.

Piyasayı kurtlar ve çakallar alıyor.

Bu genel hastalık herkese bulaştığı ve de devam ettiği için bu konuda çok yazı yazdım.[7]
-“Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte buluşmak üzere kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Mûsâ dedi ki: “Ey rabbim! Dileseydin onları ve beni daha önce helâk ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir; onunla dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velîmizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin.﴾156﴿ Bize bu dünyada da âhirette de iyilik yaz! Şüphesiz biz sana yöneldik.” Allah buyurdu ki: Azabıma dilediğimi uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır; ayrıca rahmetimi Allah korkusu taşıyanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”[8]

MEHMET ÖZÇELİK

16-09-2023

[1] Enfal. 25.

[2] https://m.haber7.com/siyaset/haber/3345733-ak-partinin-22-yilini-haber7ye-degerlendirdiler-dunya-siyasi-tarihinde-benzeri-yok

[3] https://tesbitler.com/2023/07/31/devlet-zaaf-gostermemelidir/

[4] Enfal suresi, 25. Ayet.

[5] https://www.diyanethaber.com.tr/15-eylul-2023-cuma-hutbesi

[6] https://fb.watch/n4vaaxbrJ9/?mibextid=Nif5oz

[7] https://tesbitler.com/2023/07/31/devlet-zaaf-gostermemelidir/

https://tesbitler.com/2023/07/29/nedir-bu-ya-rabbi/
https://tesbitler.com/2023/07/09/sakin-nankor-ve-hain-olma/

https://tesbitler.com/2023/07/07/ahlak-enflasyonu/https://tesbitler.com/2023/03/15/tanriyi-kizdiracak-ne-yaptiniz-ki/https://tesbitler.com/2023/07/14/islam-dinine-gore-istismar-ve-firsatcilik/https://tesbitler.com/2023/07/30/toplumlarin-cokus-sebepleri/https://tesbitler.com/2021/09/15/burnu-surunsun/https://tesbitler.com/2023/07/30/kuranda-ahlaki-bozulmus-kavimler/https://tesbitler.com/2020/07/27/ahlak-bakanligi-kurulmali/https://tesbitler.com/2019/08/24/esnaf-ahlaki/https://tesbitler.com/2015/01/03/ahilik-teskilati-ve-esnaflik/https://tesbitler.com/2015/01/02/800/https://tesbitler.com/2022/05/17/pabuclar-dama-atilmali/

[8] A’raf.155-156.




ONURLU HAYAT

ONURLU HAYAT

Onurlu yaşamın kuralları nelerdir


Onurlu yaşamın kuralları bireyden bireye değişebilse de genel çerçevede aşağıdaki ilkeleri içerir:

Doğruluk: Doğruluk, onurlu yaşamın en temel kuralıdır. Yalan söylememek, başkalarını aldatmamak, her zaman gerçeği söylemek onurlu yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.

İyi niyet: İyi niyetli olmak, insanlara karşı dürüst ve adil olmayı gerektirir. Başkalarının haklarına saygı göstermek, onların fikirlerine değer vermek, işbirliği yapmak ve yardımcı olmak onurlu yaşamın bir parçasıdır.

Adalet: Adalet, onurlu yaşamın vazgeçilmez bir ilkesidir. Herkese eşit davranmak, insanlara adaletli bir şekilde muamele etmek ve haksızlık yapmamak önemlidir.

Empati: Empati, başkalarının duygularını anlamaya ve onların perspektifinden bakmaya dayalı bir yaklaşımdır. Onurlu yaşam için insanlara karşı empati göstermek, başkalarının sorunlarına anlayışla yaklaşmak ve yardımcı olmak önemlidir.

Sorumluluk: Onurlu yaşamda sorumluluk sahibi olmak çok önemlidir. Kendi eylemlerimizin sonuçlarına katlanmak, sorumluluklarımızı yerine getirmek ve toplumda pozitif bir etki yaratmak onurlu yaşamın bir parçasıdır.

Saygı: Saygı, başkalarına karşı nazik, hoşgörülü ve anlayışlı olmayı gerektirir. İnsanların farklılıklarını kabul etmek, onların görüşlerine saygı göstermek ve başkalarının özgürlüğüne saygı duymak onurlu yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır.

Özgecilik: Onurlu yaşamda sadece kendi çıkarlarımızı değil, başkalarının da çıkarlarını gözetmeliyiz. Başkalarına yardımcı olmak, toplumun ihtiyaçlarına duyarlı olmak ve sevgi, şefkat ve hoşgörüyle davranmak önemlidir.

Bu ilkeler, onurlu bir yaşam için rehberlik edebilir, ancak her bireyin kendi değerleri ve yaşamına uygun kuralları olabilir.

########

İnsanlara nasıl bir onurlu yaşam sunulmalıdır

İnsanlara onurlu bir yaşam sunulması için aşağıdaki unsurların gözetilmesi gerekmektedir:

1. Eşitlik: Her bireyin insan haklarından eşit şekilde yararlanması ve fırsatlara eşit erişim hakkı olması sağlanmalıdır. Cinsiyet, ırk, din, dil veya diğer ayrımcı unsurlara dayalı farklılıklar gözetilmemelidir.

2. Adil gelir dağılımı: İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir geçim düzeyine sahip olması ve gelir dağılımının adaletli olması sağlanmalıdır. Yoksullukla mücadele edilmeli ve gelir eşitsizlikleri azaltılmalıdır.

3. İş ve istihdam: Herkesin adil ve güvenceli çalışma koşullarına sahip olabilmesi için iş garantisi sağlanmalıdır. İnsanların çalışma saatleri ve ücretleri adil bir şekilde düzenlenmelidir.

4. Eğitim: Herkesin eğitime erişim hakkı olmalıdır. Nitelikli ve ücretsiz eğitim imkanları sunulmalıdır. İnsanların yeteneklerini geliştirme ve potansiyellerini tam olarak ortaya çıkarma imkanları sağlanmalıdır.

5. Sağlık hizmetleri: Herkesin temel sağlık hizmetlerine erişim hakkı olmalıdır. Ücretsiz veya uygun maliyetli sağlık hizmetleri sunulmalı, sağlık sistemi güçlendirilmeli ve temel ilaçlara erişim sağlanmalıdır.

6. Barınma: Her bireyin uygun barınma koşullarına erişimi sağlanmalıdır. Evsizlikle mücadele edilmeli ve uygun fiyatlı konutların yapımı teşvik edilmelidir.

7. Temiz çevre: Herkesin yaşayabileceği temiz bir çevreye sahip olması sağlanmalıdır. İklim değişikliğiyle mücadele edilmeli ve sürdürülebilirlik ilkelerine göre hareket edilmelidir.

8. Adalet ve hukuk: Tüm bireylerin adalet önünde eşit olduğunu hissetmeleri için adil, bağımsız ve tarafsız bir hukuk sistemi sağlanmalıdır. İnsan haklarına saygılı davranılmalı, hukuki güvence ve hukukun üstünlüğü prensipleri gözetilmelidir.

9. Toplumsal katılım: Herkesin demokratik süreçlere katılım hakkı olmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği teşvik edilmeli ve herkesin fikirlerini ifade edebileceği güvenli bir ortam sağlanmalıdır.

Bu unsurların gözetildiği bir toplumda insanlara onurlu bir yaşam sunulabilir. Ancak bu liste üzerindeki unsurların tamamlanması için sürekli olarak çalışılması gerekmektedir.

@@@@###

Kişiler ve toplumlar kendileri için nasıl bir onurlu yaşam oluşturmalıdır

Kişiler ve toplumlar, onurlu bir yaşam oluşturmak için aşağıdaki adımları takip edebilir:

1. Değerlerin belirlenmesi: Öncelikle bireyler ve toplum, neyin onurlu bir yaşam olduğunu tanımlamalıdır. Temel değerler belirlenmeli ve bu değerler üzerinde bir fikir birliği sağlanmalıdır. Örneğin, adalet, dürüstlük, özgürlük gibi değerler önemli olabilir.

2. Eğitim ve bilinçlendirme: Bireyler ve toplum, onurlu bir yaşam için gerekli bilgi ve becerileri edinmelidir. Eğitim, kendini geliştirme ve başkalarının haklarına saygı gösterme konularında önemli bir rol oynamaktadır. Farkındalık yaratmak için etkinlikler düzenlenmeli ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.

3. Empati: İnsanlar, başkalarının duygularını anlamaya ve onları önemsemeye çalışmalıdır. Empati, diğer insanların yaşadığı zorlukları ve ihtiyaçları anlamayı sağlar. Bu şekilde, toplumda empati temelinde dayanışma ve yardımlaşma kültürü oluşur.

4. İnsan haklarına saygı: Bireyler ve toplum, insan haklarına saygı göstermelidir. Herkesin eşit haklara sahip olduğu kabul edilmeli ve bu haklar dokunulmaz sayılmalıdır. İnsan haklarına aykırı davranışlar kabul edilemez ve bu hakları korumak için çaba sarf edilmelidir.

5. Sorumluluk almak: Bireyler, hayatlarını yönlendiren kararların sorumluluğunu üstlenmelidir. Kendi refahlarını sağlarken, başkalarının haklarını ve çevreyi de koruma sorumluluğu taşımalıdır. Toplum olarak da ortak sorumluluklar alınmalı ve topluma katkıda bulunulmalıdır.

6. Adalet ve eşitlik: Herkes, adaletli ve eşitlikçi bir toplum için adil davranmalıdır. Fırsat eşitliği sağlanmalı, ayrımcılığa karşı mücadele edilmeli ve herkesin hakları korunmalıdır.

7. Çatışma çözme ve diyalog: Bireyler ve toplum içinde çıkan anlaşmazlıkların çözümü için diyalog ve müzakere yöntemleri tercih edilmelidir. Şiddet ve rekabet yerine, işbirliği ve uzlaşma kültürü geliştirilmelidir.

8. Sürdürülebilirlik: Bireyler ve toplum, gelecek nesillerin de onurlu bir şekilde yaşayabilmesi için sürdürülebilirlik ilkesini benimsemelidir. Doğal kaynakların korunması, çevre dostu uygulamaların yaygınlaşması ve ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilir olması hedeflenmelidir.

Bu adımlar, kişilerin ve toplumların onurlu bir yaşam için atabileceği önemli adımlardır. Her birey bu ilkeleri uygulayarak kendi hayatını daha anlamlı ve onurlu hale getirebilir, aynı zamanda toplumun daha adil ve eşitlikçi bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunabilir.

@@@@@

Onurla ve onurlu yaşayan kişi ve toplumlar nasıl bir farkındalık oluştururlar

Onurlu yaşayan kişiler ve toplumlar, farkındalık oluşturmak için aşağıdaki yöntemleri kullanabilir:

1. İçsel farkındalık: Onurlu yaşayan insanlar, öncelikle kendilerini ve iç dünyalarını tanımak için içsel farkındalık geliştirirler. Kendi değerlerini, arzularını, sınırlarını ve duygularını anlamak, daha onurlu bir yaşamın başlangıcıdır.

2. Empati ve başkalarını anlama: Onurlu kişiler, başkalarının duygularını ve yaşam deneyimlerini anlamak için empati yaparlar. Empati, başkalarına yönelik saygı ve hoşgörüyü artırır. Bu şekilde, toplumda daha fazla anlayış ve dayanışma kültürü oluşur.

3. Bilinçli tüketim ve çevre: Onurlu yaşayanlar, tüketim alışkanlıklarında ve çevreyle ilişkilerinde bilinçli davranır. Sürdürülebilirlik konusunda farkındalık geliştirirler ve kaynakları israf etmeden kullanırlar. Ekolojik ayak izlerini azaltmaya ve doğal çevreye duyarlı davranmaya özen gösterirler.

4. İnsan haklarına ve adalet konularına duyarlılık: Onurlu yaşayan bireyler ve toplumlar insan haklarına saygı gösterir ve adaletli bir toplum için çaba sarf ederler. Duyarlılıklarını ifade etmek, adaletsizliklere karşı durmak ve mağdurlara yardımcı olmak konusunda aktif rol oynarlar.

5. Eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarına katılım: Onurlu yaşayan kişiler, farkındalığı artırıcı etkinliklere katılır ve toplumda bilinçlendirme çalışmalarına dahil olur. Örneğin, seminerlere katılmak, farkındalık yaratıcı kampanyaları desteklemek veya bilgilendirici yazılar yazmak gibi faaliyetlerde bulunurlar.

6. Diyalog ve etkileşim: Onurlu yaşayan toplumlar, açık iletişime dayalı bir diyalog ortamı oluştururlar. Farklı bakış açılarını anlamak ve çatışmaları yapıcı bir şekilde çözmek için etkileşimi teşvik ederler. Karşılıklı anlayış ve uzlaşmaya dayanan ilişkiler geliştirerek, farkındalığı artırırlar.

7. Sosyal sorumluluk: Onurlu yaşayanlar, toplumdaki sorunları görmezden gelmeyerek, sosyal sorumluluk projelerine katılır veya kendi projelerini başlatır. Yardım kuruluşlarına destek olmak, gönüllü çalışmalara katılmak veya toplumun ihtiyaçlarına yönelik çözümler üretmek gibi adımlar, farkındalık ve dayanışma duygusunu artırır.

Bu yöntemler, kişilerin ve toplumların farkındalık düzeyini artırarak daha onurlu bir yaşam sürmelerini sağlar. Farkındalık, insanların kendilerini ve başkalarını daha iyi anlamalarına, sorunlara daha duyarlı bir şekilde yaklaşmalarına ve daha adil bir dünya için çaba sarf etmelerine yardımcı olur.

@@@@@

Hangi olumsuz işler kişi ve toplumların onurunu ve onurlu yaşayışını zedeleyip yok eder.

Aşağıda, kişi ve toplumlarda onurunun ve onurlu yaşayışın zedelenmesine ve yok edilmesine neden olan bazı olumsuz işler bulunmaktadır:

1. İnsan hakları ihlalleri: İnsan haklarının ihlal edilmesi, kişi ve toplumların onurunu zedeleyen en önemli etkenlerden biridir. Örneğin, işkence, kölelik, ayrımcılık, zorla çalıştırma gibi insan haklarına aykırı uygulamalar, onurlu yaşayışı engeller.

2. Sömürü: Sosyal, ekonomik veya cinsel sömürü, kişilerin onurunu zedeler ve insanların kendi değerlerinden bağımsız olarak başkalarının çıkarları için kullanılmasına neden olur.

3. Şiddet ve saldırganlık: Fiziksel ve psikolojik şiddet, bireylerin ve toplumların onurlarını incitir. Herhangi bir şekilde zorbalık, taciz, aile içi şiddet veya toplumsal şiddet, onurlu yaşamı engeller.

4. Yolsuzluk ve rüşvet: Yolsuzluk ve rüşvet, haksız kazanç sağlama amacıyla etik olmayan yollarla hareket etmeyi ve kişilerin veya kurumların güvenilirliğini sarsmayı temsil eder. Bu tür uygulamalar, toplumda adaletsizlik duygusunu ve güven kaybını artırır.

5. İnsanlık dışı muamele: İnsanlık dışı muamele, kişilere değer vermeyen ve onları insanlıktan çıkaran eylemlerdir. Örneğin, savaş suçları, soykırımlar, toplama kampları gibi insanlık suçları, onurlu yaşayışı tamamen ortadan kaldırır.

6. Ayrımcılık ve nefret söylemi: Herhangi bir nedenle insanları ayrıştıran ve ötekileştiren ayrımcılık, onurun zedelenmesine neden olur. Nefret söylemi ve ırkçılık gibi ayrımcı davranışlar, onurlu bir yaşamı engeller.

7. Yoksulluk ve eşitsizlik: Yoksulluk ve sosyal eşitsizlik, kişilerin temel ihtiyaçlarını karşılamasını engelleyerek, onurlu yaşayışlarını etkiler. Fırsat eşitsizlikleri, maddi zorluklar ve yoksunluklar, insanların kapasitelerini ve potansiyellerini tam olarak kullanmalarını engeller.

Bu olumsuz işler, kişilik onuru, insan hakları ve adalet gibi temel değerlere aykırıdır. Onurlu bir yaşamı desteklemek ve korumak için bu tür olumsuzlukların önlenmesi ve hukuki yollarla mücadele edilmesi önemlidir. Toplumlar ve hükümetler, bu olumsuz işlere karşı mücadele etmek için yasaları uygulamalı, farkındalığı artırmalı ve eşitlikçi politikalar geliştirmelidirler.

#######

Onur yıkıcı ve zedeleyici iş ve davranışlar nelerdir

Onur yıkıcı ve zedeleyici iş ve davranışlar, kişinin itibarını, saygınlığını ve ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Bazı yaygın onur yıkıcı ve zedeleyici iş ve davranışlar şunlardır:

Yalan söylemek: Başkalarını kandırmak veya yanıltıcı bilgi vermek, güvensizlik yaratır.

Dedikodu yapmak: İnsanların arkasından konuşmak veya yanlış bilgileri yaymak, başkalarının itibarını zedeler.

Sevimsiz şakalar yapmak: Başkalarını rahatsız edecek şekilde şaka yapmak, bir kişinin duygusal ve zihinsel sağlığını olumsuz etkiler ve saygınlığını zedeler.

Sözlü tacizde bulunmak: Aşağılayıcı, cinsiyetçi veya ırkçı söylemlerde bulunmak, hedef kişinin özgüvenini zedeler ve psikolojik olarak etkiler.

İş yerinde sürekli eleştirmek: Başkalarının hatalarını sürekli vurgulamak veya eleştirmek, motivasyonu düşürür ve kişinin performansını olumsuz etkileyebilir.

Proje veya görevleri çalmak: Başkalarının fikirlerini veya çalışmalarını kendisininmiş gibi sunmak, başka kişilerin emeğini ve itibarını çalar.

Kendi çıkarlarını önceliklendirmek: Başkalarının ihtiyaçlarını veya haklarını görmezden gelmek ve sadece kendisi için avantaj sağlamak, başka kişilere haksızlık yapar.

Bu tür davranışlar, kişinin itibarını ve ilişkilerini etkilerken aynı zamanda kurumsal verimliliği de olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle, bir iş ortamında onur kırıcı veya zedeleyici davranışlardan kaçınılmalı ve saygı, dürüstlük ve empati gibi değerler ön plana çıkarılmalıdır.

@@@@@@@

Kişi ve toplumlara onur ve onurlu bir hayat kazandıracak iş ve davranışlar nelerdir

Onur ve onurlu bir hayat kazandıracak iş ve davranışlar şunlar olabilir:

Etik değerlere uygun davranışlar sergilemek: İş ve özel yaşamda dürüstlük, adalet, sadakat gibi değerlere bağlı kalmak.

Başkalarına saygı göstermek: Kişiler arasında ayrım yapmadan herkese ve her canlıya karşı saygılı olmak.

Empati yapmak: Başkalarının hislerini anlamaya ve onları anlamaya çalışmak, empati kurmak.

Söz verdiğinde durmak: Verilen sözleri yerine getirmek ve güvenilir olmak.

Sorumluluk almak: İş ve özel yaşamda üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmek.

Yardımcı olmak: İhtiyaç sahibi insanlara yardımcı olmak ve başkalarının hayatında pozitif bir etkide bulunmak.

Adil davranmak: Herhangi bir konuda tarafsız ve adaletli olmak, ayrımcılık yapmamak.

Hoşgörülü olmak: Farklı düşüncelere ve yaşam tarzlarına hoşgörüyle yaklaşmak.

Şeffaf olmak: İş hayatında açık ve şeffaf bir iletişim kurmak, çıkarlarını gizlememek.

Eğitimli olmak: Kendini ve bilgisini geliştirmek, sürekli öğrenmeye açık olmak.

Çevreye ve doğaya saygı göstermek: Çevre dostu davranışlar sergilemek, doğaya zarar vermemek.

Sorunları çözme becerisine sahip olmak: Zorluklarla başa çıkmak ve problemleri çözmek için analitik düşünme ve yaratıcı çözümler üretme becerisine sahip olmak.

Bu davranışlar, hem bireylere hem de toplumlara onurlu bir hayat kazandırır ve insanların birbirleriyle daha iyi ilişkiler kurmalarını sağlar.

######

Onurlu bir dünya oluşturmak için nelere ihtiyaç vardır

Onurlu bir dünya oluşturmak için aşağıdaki faktörlere ihtiyaç vardır:

1. İnsan haklarına saygı: İnsan hakları evrensel olarak kabul edilmeli ve korunmalıdır. İnsanların yaşam hakkı, özgürlükleri, güvenliği, adaleti ve eşitliği gibi temel haklara saygı gösterilmelidir.

2. Adaletli ve eşitlikçi bir toplum: Toplumdaki adaletsizlikler ve eşitsizlikler azaltılmalıdır. Eğitim, sağlık hizmeti, iş imkanları ve temel ihtiyaçlara erişim gibi kaynaklara eşit şekilde erişim sağlanmalıdır.

3. Eğitim ve farkındalık: Eğitim, insanların farkındalıklarını artırır ve onurlu yaşayışı destekler. Herkesin eşit ve kaliteli bir eğitim imkanına sahip olması önemlidir. Ayrıca, insan hakları, çevre koruması, kültürel anlayış ve barış gibi konular üzerinde eğitim verilmelidir.

4. Toplumsal katılım: Her bireyin toplumsal hayata aktif bir şekilde katılma hakkı vardır. İnsanların karar süreçlerine katılımları teşvik edilmeli ve demokratik sistemler güçlendirilmelidir.

5. Şiddetin reddedilmesi ve barışçıl çözümler: Şiddetin dışlanması ve barışçıl çözümler aranması gerekmektedir. Diplomasi, diyalog ve anlayış temel alınarak sorunların çözümü için barışçıl yollar izlenmelidir.

6. Çevre koruması ve sürdürülebilirlik: Doğal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanılması ve çevrenin korunması önemlidir. Daha temiz ve sağlıklı bir çevre, insanların onurlu bir şekilde yaşamalarını destekler.

7. İyi yönetişim: Kaliteli ve şeffaf yönetim yapısı, toplumun güvenini artırır. Yolsuzlukla mücadele, katılımcılığı teşvik etmek, adil ve etkili hukuk sistemleri oluşturmak gibi faktörler iyi yönetişimi sağlar.

8. Hoşgörü ve çeşitlilik: Farklı kültürel, etnik ve dini grupların bir arada yaşamasını ve birbirlerinin haklarına saygı göstermelerini teşvik etmek önemlidir. Hoşgörü, çeşitlilik ve çok kültürlülük, onurlu bir dünyanın temel taşlarından biridir.

Bu faktörlerin birlikte uygulanması, onurlu bir dünya oluşturmak için önemlidir. Bireyler, toplumlar ve hükümetler arasında işbirliği ve ortak çaba gerekmektedir.

@@@@##

Onurlu bir birey oluşturmak için neler yapılabilir

Onurlu bir birey oluşturmak için aşağıdaki adımları takip etmek önemlidir:

Değerlere sahip olmak: Onurlu bir birey oluşturmanın en önemli adımı değerlere sahip olmaktır. Bu değerler dürüstlük, özveri, saygı, adalet gibi evrensel prensipler olabilir. Bu değerlere sadık kalmak ve onları yaşamın her alanında uygulamak, onurlu bir birey olmanın temelidir.

Etik davranışlar göstermek: Onurlu bir birey olmak, etik davranışlar sergilemekle başlar. Kendinizi başkalarının yerine koyarak hareket etmek, dürüstlükten ödün vermemek ve başkalarına saygılı olmak önemlidir. Etik kurallara uymak ve başkalarını kandırmamak da onurlu bir birey olmanın gereklilikleridir.

Sorumluluk almak: Onurlu bir birey, kendi sorumluluklarının farkında olan ve bunları yerine getirmek için çaba harcayan kişidir. Verdiği sözleri tutan, taahhütlerini yerine getiren ve hatalarının sonuçlarını kabullenip düzeltmeye çalışan bir birey olmak onurlu olmanın önemli bir parçasıdır.

Başkalarına yardım etmek: Onurlu bir birey, kendi başarısını başkalarıyla paylaşmayı ve başkalarının da başarılı olmasına yardımcı olmayı önemser. Empati kurmak ve maddi/manevi olarak yardım etmek, onurlu bir bireyin özelliklerindendir.

İyi bir iletişim kurmak: Onurlu bir birey, başkalarına karşı iletişiminde dürüst, açık ve saygılı olmalıdır. Kendi fikir ve düşüncelerini ifade ederken başkalarını incitmemeye dikkat etmeli ve farklı görüşlere saygı duymalıdır. İyi bir iletişim kurmak, onurlu bir birey olmanın önemli adımlarından biridir.

Özgüvenli olmak: Onurlu bir birey, kendine güvenen ve ayakları yere basan bir kişidir. Başkalarının düşüncelerinden etkilenmeyen, kendi değerlerine ve ilkelerine sadık kalan bir özgüvene sahip olmak onurlu bir birey olmanın önemli bir unsuru olarak kabul edilir.

Bu adımları takip ederek, onurlu bir birey oluşturmanız mümkün olacaktır. Önemli olan ise bu adımları sürekli olarak uygulamak ve geliştirmek için çaba harcamaktır.

######

Onurlu bir aile hayatının oluşumu için nelere ihtiyaç vardır

Onurlu bir aile hayatının oluşumu için aşağıda belirtilenler gibi unsurlara ihtiyaç vardır:

Sevgi ve saygı: Aile üyeleri arasında sevgi dolu bir ilişki ve birbirlerine karşı saygı duymak önemlidir. Sevgi ve saygı, aile içindeki iletişimin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesine yardımcı olur.

İletişim becerileri: Aile üyeleri arasında açık ve etkili iletişim kurabilmek önemlidir. Duyguların ifade edilebildiği, sorunların konuşularak çözülebildiği bir iletişim ortamı yaratmak, aile içindeki ilişkilerin güçlenmesine yardımcı olur.

Özveri: Aile üyelerinin birbirlerine karşı özverili davranmaları büyük önem taşır. Başkalarının ihtiyaçlarına önem vermek, fedakarlık yapmak ve aile hedefleri doğrultusunda hareket etmek, onurlu bir aile hayatının oluşumunu destekler.

Adalet: Aile içinde her üyenin eşit ve adil şekilde davranılması önemlidir. Hiçbir üye diğerlerine göre ayrıcalıklı ya da dezavantajlı konumda olmamalıdır. Adaletin sağlanması, aile içindeki huzurun ve dengeyi korumanın bir yolu olarak görülür.

Güven: Aile üyeleri arasında güven duygusu olması, sağlıklı bir aile hayatının oluşumu için önemlidir. Güven, ilişkilerin temel taşlarından biridir ve aile içinde birbirine güvenen insanların daha mutlu ve sağlıklı ilişkilere sahip olduğu bilinir.

Değerler: Ailelerin kendilerine özgü değerleri ve inançları vardır. Bu değerler, aile üyelerinin hayatlarına yön vermelerine yardımcı olur ve aile içinde uyumu sağlar. Ailelerin birlikte belirlediği değerlerin, onurlu bir aile hayatının oluşumuna katkı sağladığı söylenebilir.

Paylaşım: Aile üyeleri arasında zaman, hikayeler, başarılar, duygular ve sorumluluklar gibi şeylerin paylaşılması, aile bağlarını güçlendirir. Birbirleriyle zaman geçirmek, birlikte yapılan etkinlikler ve anılar, onurlu bir aile hayatının temelini oluşturur.

@@@#@@

Öğrencilere nasıl onurlu bir eğitim ve onur kazandırıcı davranışlar aşılanabilir

Öğrencilere onurlu bir eğitim ve onur kazandırıcı davranışlar aşılamak için aşağıdaki adımlar izlenebilir:

Öğrencilere saygı gösterin: Öğrencilere saygılı davranmak, onları değerli ve önemli hissettirir. Onları dinleyin, fikirlerine değer verin ve düşüncelerini ifade etmelerine olanak tanıyın.

Adil ve tutarlı olun: Kuralların ve disiplin politikalarının herkes için adil bir şekilde uygulandığından emin olun. Öğrencilerin cezalandırılması veya ödüllendirilmesi konusunda tutarlı davranın.

İyi rol model olun: Öğrenciler, yetişkinlerin davranışlarını ve tutumlarını örnek alır. Dolayısıyla, öğretmenlerin ve diğer yetişkinlerin onurlu davranışlar sergilemesi önemlidir.

İletişim ve etkileşim becerilerini geliştirin: Öğrencilerin birbirleriyle ve yetişkinlerle etkileşim becerilerini geliştirmelerine yardımcı olun. Empati kurmayı, duygularını ifade etmeyi, çatışmaları çözmeyi ve etkili iletişim kurmayı öğrenmelerini destekleyin.

Onurlu davranışları ödüllendirin: Öğrencilere onurlu davranışları takdir ettiğinizi ve değer verdiğinizi göstermek için övgü, teşekkür etmek, sertifika vermek gibi yöntemler kullanın. Böylece onların kendilerini değerli hissetmelerini sağlayabilirsiniz.

Öğrenci merkezli bir yaklaşım benimseyin: Öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine göre farklılaştırılmış öğretim uygulayın. Onları sürece dahil ederek, özgürce düşünmelerine, tartışmalarına ve kendi öğrenme yolculuklarını yönlendirmelerine olanak tanıyın.

Sorumluluk vermeyi teşvik edin: Öğrencilere sorumluluk vererek, kendi kararlarını almalarını ve sonuçların sorumluluğunu almalarını sağlayın. Bu, onları değerli ve yetenekli hissettirir ve onurlu davranışları teşvik eder.

Hataları hoşgörün: Öğrencilerin hatalar yapmasına izin verin ve bu hataları öğrenme fırsatı olarak gösterin. Eleştiriyi yapıcı bir şekilde yapın ve öğrencileri hatalarından öğrenmeleri konusunda cesaretlendirin.

Değerleri yayın: Onurlu davranışların temelinde değerler yatar. Okul ortamında değerleri yaymak, öğrencilerin onurlu davranışları benimsemesine yardımcı olur. Değerleri öğretin, tartışın ve yaşayın.

İş birliği ve paylaşma kültürü oluşturun: Öğrencilere işbirliği ve paylaşma becerilerini öğretin ve bunları günlük yaşamda teşvik edin. Böylece onlar, başkalarıyla işbirliği yapmanın ve birlikte çalışmanın önemini anlayacaklardır.

@@@@@@

Onurlu bir eğitim ve öğretim nasıl olmalıdır

Onurlu bir eğitim ve öğretim, aşağıdaki özelliklere sahip olmalıdır:

Eşitlik: Her öğrencinin eşit fırsatlara ve imkanlara sahip olması sağlanmalıdır. Cinsiyet, sosyal statü, etnik köken gibi faktörlerden bağımsız olarak her öğrencinin potansiyelini geliştirmek için eşit bir ortam sunulmalıdır.

Adalet: Adaletli bir eğitim sistemi, her öğrencinin kendine uygun bir eğitim alma hakkına sahip olduğunu kabul etmelidir. Her öğrencinin bireysel ihtiyaçlarına ve yeteneklerine uygun destek ve yönlendirme sağlanmalıdır.

Saygı: Öğrencilerin ve öğretmenlerin birbirlerine saygı duyması en önemli unsurdur. Her bireyin fikirleri, duyguları ve hakları saygıyla karşılanmalıdır.

Adil değerlendirme: Öğrencilerin başarılarının adil bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Başarıyı sadece sınav sonuçlarına dayandırmak yerine, performans ödevleri, projeler ve grup çalışmaları gibi çeşitli değerlendirme yöntemleri kullanılmalıdır.

Özgürlük: Öğrencilerin düşüncelerini özgürce ifade etme hakkı vardır. Farklı düşünce ve fikirlere açık bir ortam yaratılmalı ve öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeleri teşvik edilmelidir.

Güvenlik: Öğrencilerin fiziksel ve duygusal güvenliği sağlanmalıdır. Şiddet, zorbalık ve cinsel istismar gibi olumsuz davranışlara tolerans gösterilmemeli ve müdahale edilmelidir.

İş birliği: Öğrenciler ve öğretmenler arasında işbirliği ve dayanışma ortamı oluşturulmalıdır. Öğrenciler, birbirleriyle ve öğretmenleriyle etkileşime geçerek, birlikte öğrenmeyi ve paylaşmayı öğrenmelidir.

Değerler eğitimi: Öğrencilere ahlaki değerler, etik ve sosyal sorumluluk gibi kavramlar aşılanmalıdır. Bilgi ve becerilerin yanı sıra iyi bir insan olmanın önemi vurgulanmalıdır.

Kişisel gelişim: Eğitim ve öğretim sürecinde öğrencilerin kişisel gelişimlerini destekleyecek çeşitli etkinliklere ve programlara yer verilmelidir. Sanat, spor, liderlik gibi alanlarda öğrencilerin yeteneklerini keşfedebilmesi sağlanmalıdır.

Sürdürülebilirlik: Eğitim ve öğretim süreci, sürdürülebilirlik ilkelerine uygun olmalıdır. Çevre dostu uygulamaların desteklendiği, doğal kaynakların verimli bir şekilde kullanıldığı bir ortam oluşturulmalıdır.

######

Kişilik nasıl kazanılır

İnovasyon ve teknoloji: Eğitim ve öğretim sürecinde yeni teknolojilerin ve inovasyonun kullanımı teşvik edilmelidir. Öğrencilerin dijital becerilerini geliştirmelerine olanak sağlayacak interaktif uygulamalar ve araçlar kullanılmalıdır.

Eşitlikçi öğretim: Öğretim sürecinde her öğrencinin bireysel farklılıklarının ve öğrenme tarzlarının dikkate alınması gerekmektedir. Çoklu zeka teorisi gibi yaklaşımlarla öğrencilerin farklı yeteneklerini keşfetmek ve öğrenme sürecini ona göre yönlendirmek önemlidir.

Hayat boyu öğrenme: Eğitim ve öğretim sürecinin sınırlı bir zaman dilimine sıkıştırılmaması gerekmektedir. Öğrencilere hayat boyu öğrenme becerisi kazandırmak için sürekli gelişim imkanları sunulmalıdır.

Kültürel çeşitlilik: Farklı kültürel kimliklere sahip öğrencilerin kültürlerine saygı duyulmalı ve kültürel çeşitlilikten zengin bir öğrenme ortamı oluşturulmalıdır. Bu, çeşitli kültürel etkinlikler, proje çalışmaları ve kapsayıcı müfredat içermelidir.

Rehberlik ve kariyer destek: Eğitim ve öğretim sürecinde öğrencilere kariyerlerine yönelik rehberlik ve destek sağlanmalıdır. Bu, meslek seçimi, üniversite başvuruları, iş bulma becerileri gibi konularda danışmanlık hizmetleri ve programlar içermelidir.

İş yaşamı odaklı: Öğrencilerin gelecekte iş yaşamında başarılı olabilmeleri için eğitim ve öğretim süreci iş yaşamı odaklı olmalıdır. Pratik becerilerin yanı sıra iş deneyimleri ve staj programları da sunulmalıdır.

Öğretmen eğitimi ve destek: Eğitim ve öğretim sürecinde öğretmenlere sürekli eğitim imkanları ve destek programları sunulmalıdır. Bu, öğretmenlerin pedagojik becerilerini geliştirmelerini, yenilikleri takip etmelerini ve öğrencilere en iyi şekilde rehberlik etmelerini sağlayacaktır.

İyileştirme ve değerlendirme: Eğitim ve öğretim süreci sürekli olarak gözden geçirilmeli ve iyileştirme fırsatları aranmalıdır. Öğrencilerin, öğretmenlerin ve velilerin geri bildirimleri değerlendirilmeli ve eğitim sistemi bu doğrultuda geliştirilmelidir.

İş birliği ve ortaklık: Eğitim ve öğretim sürecinde sadece öğrenciler ve öğretmenler değil, aynı zamanda aileler, toplum ve iş dünyası da işbirliği yapmalıdır. Bu, toplumun bütün bileşenlerinin eğitim sürecine katılımını ve desteğini sağlayacak bir ortaklık anlayışını gerektirir.

Küresel perspektif: Eğitim ve öğretim süreci, küresel bir perspektifle ele alınmalıdır. Öğrencilere küresel sorunlar, sürdürülebilirlik, kültürler arası anlayış gibi konular hakkında bilgi ve farkındalık kazandıran bir eğitim verilmelidir.

@@@@@

Kişilik, kişinin düşünceleri, duyguları, inançları, değerleri ve davranışlarından oluşan bütünüdür. Kişilik, yaşanan deneyimler, eğitim, çevre etkisi ve genetik faktörler gibi birçok etkene bağlı olarak oluşur. Kişilik kazanmak için şu adımlar izlenebilir:

Kendini tanımak: Kendini tanımak, kişilik gelişiminin temel adımlarından biridir. Kendinizi tanımak için düşüncelerinizi, duygularınızı, tutumlarınızı ve değerlerinizi sorgulayın. Bu sayede kendinizi daha iyi anlayabilir ve kişisel gelişiminiz için temel bir adım atmış olursunuz.

Değerlerinizi belirlemek: Değerler, insanların hayatta neyin önemli olduğunu belirleyen kılavuzlardır. Size değer katan şeyleri belirleyerek, hayatınızı bu değerlere uygun yaşamak kişilik gelişiminizde önemli bir faktör olacaktır.

İç motivasyonu güçlendirmek: İç motivasyon, kendi hedefleriniz ve istekleriniz doğrultusunda hareket etmektir. İçsel motivasyonunuzu güçlendirmek için hedefler belirleyin, tutkulu olduğunuz konularla ilgilenin ve kendinize meydan okuyun. Bu şekilde kendi hedefleriniz doğrultusunda sağlam bir kişilik geliştirebilirsiniz.

Empati yapmak: Empati, başkalarının duygularını anlamak ve kendinizi onların yerine koymaktır. Empati yaparak, başkalarının ihtiyaçlarını, hislerini ve düşüncelerini anlamaya çalışın. Empati yapmak, ilişkilerinizi güçlendirir ve kişilik gelişiminize katkı sağlar.

Kendinizi sürekli geliştirmek: Kişilik kazanmanın bir diğer adımı da sürekli olarak kendinizi geliştirmektir. Okumak, yeni şeyler öğrenmek, seyahat etmek gibi aktivitelerle kendinizi geliştirin. Bu şekilde açık fikirli, donanımlı ve deneyimli bir kişi olabilirsiniz.

Sağlıklı ilişkiler kurmak: Kişilik, diğer insanlarla olan etkileşimlerimizden ve ilişkilerimizden de şekillenir. Sağlıklı, destekleyici ve olumlu ilişkiler kurmaya özen gösterin. Bu sayede kendinizi ifade etme becerilerinizi geliştirebilir ve kişisel gelişiminiz üzerinde olumlu etki sağlayabilirsiniz.

Kişilik, hayat boyu süren bir süreçtir ve sürekli olarak geliştirilebilir. Kendinizi tanımak, değerlerinizi belirlemek, iç motivasyonu güçlendirmek, empati yapmak, kendinizi geliştirmek ve sağlıklı ilişkiler kurmak kişilik gelişiminizi destekleyen adımlardır.

########

Kişilik nasıl kaybedilir

Kişilik, kişinin değerlerini, inançlarını, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını içeren bütünsel bir yapıdır. Kişilik kaybedilmez, çünkü kişilik kişinin temel özelliklerini ve kimliğini belirler. Ancak, bazı durumlarda kişilik değişebilir veya dönüşebilir. Bununla birlikte, kişilik kaybolmaz veya tamamen değişmez. Kişilik, yaşam boyu gelişen bir süreçtir ve çeşitli yaşam deneyimleri, ilişkiler, öğrenme ve büyümeyle şekillenir.

Bazı durumlarda, kişilikte değişiklikler veya dönüşümler meydana gelebilir. Örneğin, travmatik bir olay veya aşırı stresli bir durum, kişilikte bazı değişikliklere neden olabilir. Kişi, korku, güvensizlik veya öfke gibi yeni duygusal tepkiler geliştirebilir veya davranışlarında değişiklikler yaşanabilir. Bununla birlikte, bu durumlar kişilik kaybetmek anlamına gelmez, sadece kişilikte bazı geçici veya kalıcı değişiklikler meydana gelebilir.

Kişilik, aynı zamanda kişinin yaşadığı ilişkilere, çevreye ve yaşam deneyimlerine bağlı olarak da değişebilir. İyi veya olumsuz deneyimler, kişilikte dönüşümlere neden olabilir ve kişinin değerleri, inançları veya davranışları üzerinde etkili olabilir. Ancak bu değişiklikler, kişiliği tamamen kaybetmek anlamına gelmez. Kişilik, bir bütün olarak kişinin temel özelliklerini, inançlarını ve değerlerini içerir ve bu özellikler genellikle zamanla istikrar kazanır.

Sonuç olarak, kişilik kaybedilmez, ancak bazı durumlarda kişilikte geçici veya kalıcı değişiklikler olabilir. Kişilik, yaşam boyu gelişen bir süreçtir ve çeşitli yaşam deneyimleri, ilişkiler ve öğrenmeyle şekillenir. Kişiden kişiye değişen bir özelliktir ve kaybedilmez.




DÜNYA İMTİHAN SAHASININ AÇILIŞI

DÜNYA İMTİHAN SAHASININ AÇILIŞI

Dünya imtihan sahasının açılmasına Hz. Adem’in yasak olan ağaca yaklaşmasıyla başlamış ve insan yapısı bozulmuştur.

Bunun sonucu olarak fıtri olan elbiseleri açılarak, avret yerleri ortaya çıkmıştır.

Yüz kızartıcı bu durumu örtmek için cennetin yapraklarıyla örtünmeye çalışmışlardır.
Ancak onlar bunu ört bas etmemiş, yanlışlıkların ikrar ederek kendilerini cennet nimetlerinden mahrum ettiklerini Tevbe ile dile getirmişlerdir.

“(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[1]
Durum göstermektedir ki, kapanışta evlatlarının günahıyla gerçekleşecektir.
Bu da iki şekilde olacaktır;
Biri, manevi hayatın bozulması.
İki, ekolojik dengenin bozulması iledir.
Birincisi, insanlık tarihi boyunca işlenen yüz kızartıcı günahlar işlenecek, her bir kavmin helakine sebep olan günahlar gerçekleşecektir.
İkincisi ise, ormanların yakılması, suların israf edilmesi, üç kuruş için fil ve gergedan gibi hayvanların boynuzları için öldürülmesi, köpek eti ve sair yemek için festivallerin düzenlenmesi, buğdayların ve tarlaların yakılıp imha edilmesi, sebze ve meyvelerin imha edilmesi, kısaca ekolojik dengeyi bozacak her şeyin yapılmasıyla Adem’in oğlu kendi sonunu da hazırlamaktadır.
Kapanışı da yine kendisi deprem, sel, yangın gibi afetlere neden olarak sonunu hazırlayacaktır.
Zaten Yahudiler bu amaçla armegedon ile, Tanrıyı kıyamete zorlamaktadırlar.[2]
Kendi ifadeleriyle, tanrıyı kızdıracak her şey yapılmaktadır.[3]

 

******************   

“Hem hayat, bu kâinatın tezgâh-ı âzamında öyle bir istihale makinesidir ki, mütemadiyen, her tarafta tasfiye yapıyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandırıyor.”

“Şu kesafetli ve ruha münasebeti az olan topraktan ve şu küdûretli ve nur-u hayata münasebeti pek cüz’î olan sudan, mütemadiyen hummalı bir faaliyetle, letafetli hayatı ve nuraniyetli zevi’l-idraki halk eden Fâtır-ı Hakîm, elbette ruha çok lâyık ve hayata çok münasip, şu nur denizinden ve hattâ şu zulmet bahrinden, şu havadan, şu elektrik gibi sair madde-i latîfeden bir kısım zîşuur mahlukları vardır. Hem pek çok kesretli olarak vardır.”[4]

-Dünya bir istihale makinası.

İçindekiler onun kullanım malzemeleri.

Hayat ise onun motoru.

Madde gibi kaba, toprak gibi kesif olan maddeleri latifleştirerek, letafetleştirip bir yandan da aktifleşerek mana ve ruha dönüştürüyor.

Bir yandan istihaleye tabi tutup kazuratından özünü ayrıştırırken, diğer yandan da anlam ifade eden nur ve nura, mana ve ruha tahvil ediyor.

 

************    

Kâinatta hiçbir şey durağan değildir.

Öyle olmuş olsa kokar, paslanır ve ölür.
Her şey de bir hareket var.
Hareket bereketi netice veriyor.
Oda oluşumu ve yaratılışı tetikliyor.
Allah kendisi için bile; “O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.”
[5]

O Allah her gün ve her an bir iş ve faaliyettedir.
Zaten o faaliyet kesilse varlıklar yokluğa gidecektir.

Zira Allah Kadimdir, Bakidir.

MEHMET ÖZÇELİK

12-09-2023

 

[1] A’raf.23.

[2] https://tesbitler.com/2015/01/02/armegedon/

[3] https://tesbitler.com/2023/03/15/tanriyi-kizdiracak-ne-yaptiniz-ki/
https://tesbitler.com/index.php?s=Musibetler+
https://tesbitler.com/index.php?s=G%C3%BCnah+

[4] Bediüzzaman. 29.söz ve devamı.

[5] Rahman.29.




11 EYLÜL İKİZ KULELER SALDIRISI

11 EYLÜL İKİZ KULELER SALDIRISI

 

11 Eylül ikiz kule saldırısı aslında ABD’nin İslam ülkelerine saldırısının kod adıdır.

Meşru olmayan saldırısını meşrulaştırma girişimidir

İkiz kuleye Afganlı ve Iraklı saldırgan bulunmamasına rağmen Afganistan 20 yıl işgal edildi ve on binlerce sivil öldürüldü.

Afganistan da 3600 bin kişi, Irak’ta 1250 bin kişi öldürüldü 

Irak’ta kadınlara tecavüz edildi.

Tecavüze uğrayan Bir kadının feryadı hala kulaklarımda, Allah rızası için beni öldürün.

Irak’ta kimyasal silah var bahanesiyle işgal edildi, sonra olmadığı ortaya çıktı.

Teröristin yüzüne geçirdiği maskedir 11 Eylül.[1]

 

Bu konuda taraflı olan Chatgpt’nin verdiği cevaplar;

**********  

11 Eylül ABD’de ikiz kulelere saldırı ABD’nin İslam ülkelerini işgal sebebi mi idi


11 Eylül saldırıları, ABD’nin İslam ülkelerini işgal etmesinin sebebi değil, sonucu olarak görülebilir. Saldırıları düzenleyen El-Kaide örgütü, ABD’yi İslam dünyasına karşı savaş açmakla suçlamış ve ABD’nin çıkarlarını hedef almıştır1 Saldırıların ardından ABD, El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’i bulmak ve Taliban rejimini devirmek için Afganistan’a askeri müdahalede bulunmuştur2 Bu müdahale, ABD’nin terörizmle mücadele adı altında başka İslam ülkelerine de müdahale etmesine yol açmıştır. Örneğin, ABD, 2003 yılında Irak’ı işgal etmiş ve Saddam Hüseyin rejimini devirmiştir3 Bu işgaller, hem ABD hem de İslam ülkelerinde çok sayıda insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur. Ayrıca, bu işgaller yeni terör örgütlerinin ortaya çıkmasına ve bölgede istikrarsızlığın artmasına da katkıda bulunmuştur.

Bu nedenle, 11 Eylül saldırıları, ABD’nin İslam ülkelerini işgal etmesinin sebebi değil, sonucu olarak görülebilir. Ancak, bu saldırılar ve sonrasında yaşananlar, ABD ile İslam dünyası arasındaki ilişkileri derinden etkilemiştir. Bu ilişkilerin geleceği, hem ABD’nin hem de İslam ülkelerinin terörizmle mücadelede işbirliği yapması ve karşılıklı saygı ve anlayış göstermesi ile belirlenecektir.

Kaynaklar: 1: 11 Eylül saldırıları – Vikipedi 2: 11 Eylül saldırıları nasıl oldu, saldırı sonrası neler yaşandı? | Euronews 3: Irak Savaşı – Vikipedi : Irak Savaşı’nda ölenlerin sayısı – Vikipedi : IŞİD’in yükselişi: Ortadoğu’da yeni bir dönem mi? – BBC News Türkçe

@@@#@#

Neden ABD İslam ülkelerine müdahale etti?

ABD’nin İslam ülkelerine müdahale etmesinin birçok nedeni olabilir. Bu nedenler arasında şunlar sayılabilir:

ABD, 11 Eylül saldırılarından sonra terörizmle mücadele adı altında El-Kaide ve Taliban gibi örgütleri ortadan kaldırmak için Afganistan’a müdahale etmiştir. [1][1]
ABD, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu iddia ederek, Saddam Hüseyin rejimini devirmek ve bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek için Irak’a müdahale etmiştir2
ABD, İran’ın nükleer programını durdurmak ve bölgedeki müttefiki İsrail’in güvenliğini sağlamak için İran’a müdahale etmeye hazırlanmaktadır3
ABD, Suriye’de Beşar Esad rejimine karşı ayaklanan muhaliflere destek vermek ve Esad’ın kimyasal silah kullanmasını engellemek için Suriye’ye müdahale etmiştir4
ABD, Ortadoğu’da demokrasiyi yaymak, insan haklarını savunmak, istikrarı sağlamak ve çıkarlarını korumak için diğer İslam ülkelerine de müdahale etmiştir.
Bu nedenlerin hepsi ABD’nin resmi gerekçeleri olabilir. Ancak, ABD’nin gerçek amaçları farklı olabilir. Bazı iddialara göre, ABD:

İslam ülkelerini bölerek, zayıflatmak ve egemenliğini sürdürmek istemektedir.
İpek Yolu projesini engellemek ve Çin’in yükselişini durdurmak istemektedir2
Yeni bir dünya düzeni kurmak ve tek kutuplu bir dünya hegemonyası oluşturmak istemektedir2
Yahudi-Hristiyan ittifakı ile İslam dünyasına karşı bir savaş yürütmektedir2
Bu iddiaların ne kadar doğru olduğu tartışmalıdır. Ancak, ABD’nin İslam ülkelerine müdahalelerinin hem bölge hem de dünya için ciddi sonuçları olmuştur. Bu sonuçlar arasında şunlar sayılabilir:

Milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına, göç etmesine ve mülteci durumuna düşmesine neden olmuştur.
Bölgede yeni terör örgütlerinin ortaya çıkmasına ve radikalizmin artmasına neden olmuştur.
Bölgede siyasi, ekonomik ve sosyal istikrarsızlığa ve çatışmalara neden olmuştur.
Bölgede insan hakları ihlallerine ve demokrasi eksikliğine neden olmuştur.
Bölgede kültürel, dini ve tarihi mirasın tahribatına neden olmuştur.
Bu sonuçlar gösteriyor ki, ABD’nin İslam ülkelerine müdahaleleri hem haksız hem de zararlıdır. Bu müdahalelerin durdurulması ve bölgenin barışa kavuşması için uluslararası toplumun daha aktif rol alması gerekmektedir.

###₺₺₺

ABD ikiz kuleleri bahane ederek neden Afganistan ve Irak vatandaşı olmamasına rağmen oraları işgal etti

ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinin birçok nedeni olabilir. Bu nedenler arasında şunlar sayılabilir:

ABD, 11 Eylül 2001’de uğradığı saldırıların ardından terörizmle mücadele adı altında El-Kaide ve Taliban gibi örgütleri ortadan kaldırmak için Afganistan’a müdahale etmiştir1
ABD, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu iddia ederek, Saddam Hüseyin rejimini devirmek ve bölgedeki petrol kaynaklarını kontrol etmek için Irak’a müdahale etmiştir2
ABD, Ortadoğu’da demokrasiyi yaymak, insan haklarını savunmak, istikrarı sağlamak ve çıkarlarını korumak için diğer İslam ülkelerine de müdahale etmiştir3
Bu nedenlerin hepsi ABD’nin resmi gerekçeleri olabilir. Ancak, ABD’nin gerçek amaçları farklı olabilir. Bazı iddialara göre, ABD:

İslam ülkelerini bölerek, zayıflatmak ve egemenliğini sürdürmek istemektedir.
İpek Yolu projesini engellemek ve Çin’in yükselişini durdurmak istemektedir2
Yeni bir dünya düzeni kurmak ve tek kutuplu bir dünya hegemonyası oluşturmak istemektedir2
Yahudi-Hristiyan ittifakı ile İslam dünyasına karşı bir savaş yürütmektedir2
Bu iddiaların ne kadar doğru olduğu tartışmalıdır. Ancak, ABD’nin Afganistan ve Irak’a müdahalelerinin hem bölge hem de dünya için ciddi sonuçları olmuştur. Bu sonuçlar arasında şunlar sayılabilir:

Milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına, göç etmesine ve mülteci durumuna düşmesine neden olmuştur.
Bölgede yeni terör örgütlerinin ortaya çıkmasına ve radikalizmin artmasına neden olmuştur.
Bölgede siyasi, ekonomik ve sosyal istikrarsızlığa ve çatışmalara neden olmuştur.
Bölgede insan hakları ihlallerine ve demokrasi eksikliğine neden olmuştur.
Bölgede kültürel, dini ve tarihi mirasın tahribatına neden olmuştur.
Bu bilgiler ışığında, ABD’nin ikiz kuleleri bahane ederek neden Afganistan ve Irak’ı işgal ettiği sorusuna şöyle bir cevap verilebilir:

ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinin resmi nedeni terörizmle mücadele etmek, kitle imha silahlarını ortadan kaldırmak ve bölgede demokrasiyi yaymak olarak açıklanmıştır. Ancak, bu işgallerin arkasında ABD’nin bölgedeki çıkarlarını korumak, rakip güçleri zayıflatmak, yeni bir dünya düzeni kurmak ve İslam dünyasına karşı bir savaş yürütmek gibi gizli amaçları da olabilir. Bu işgallerin sonucunda ise hem ABD hem de Afganistan ve Irak çok büyük kayıplar vermiştir.

#######

ABD’nin Ortadoğu politikası nedir?

ABD’nin Ortadoğu politikası, tarihsel, jeopolitik, ekonomik ve ideolojik birçok faktöre bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Genel olarak, ABD’nin Ortadoğu politikasının temel hedefleri şunlardır:

Bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarını kontrol etmek ve güvence altına almak.
İsrail’in güvenliğini ve çıkarlarını korumak ve Arap-İsrail sorununa çözüm bulmak.
Sovyetler Birliği ve sonrasında Rusya, Çin, İran gibi rakip güçlerin bölgedeki etkisini sınırlamak veya engellemek.
Terörizmle mücadele etmek ve radikal İslamcı örgütleri ortadan kaldırmak veya zayıflatmak.
Bölgede demokrasiyi ve insan haklarını teşvik etmek ve istikrarı sağlamak.
ABD’nin Ortadoğu politikası, Soğuk Savaş döneminde başkanların adlarıyla anılan doktrinlerle şekillenmiştir. Bu doktrinler şunlardır:

Truman Doktrini: 1947 yılında ilan edilen bu doktrin, ABD’nin Sovyetler Birliği’nin yayılmasını önlemek için komünizme karşı mücadele eden ülkelere askeri ve ekonomik yardım yapacağını ilan etmiştir. Bu doktrin kapsamında ABD, Türkiye ve Yunanistan’a yardım yapmıştır1
Eisenhower Doktrini: 1957 yılında ilan edilen bu doktrin, ABD’nin Ortadoğu’da Sovyet tehdidine karşı bölge ülkelerine askeri ve ekonomik yardım yapacağını ilan etmiştir. Bu doktrin kapsamında ABD, Lübnan’a asker göndermiş ve Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesine karşı çıkmıştır2
Nixon Doktrini: 1969 yılında ilan edilen bu doktrin, ABD’nin Vietnam Savaşı’ndan çekilmesiyle birlikte bölge ülkelerinin kendi güvenliklerini sağlamalarını istemiştir. Bu doktrin kapsamında ABD, İran’a askeri yardım yapmış ve Şah Reza Pehlevi’yi desteklemiştir3
Carter Doktrini: 1980 yılında ilan edilen bu doktrin, ABD’nin Basra Körfezi’ni hayati bir çıkar alanı olarak tanımlamış ve bölgeye yönelik herhangi bir dış müdahaleye karşı askeri güç kullanacağını ilan etmiştir. Bu doktrin kapsamında ABD, İran-Irak Savaşı’nda Irak’ı desteklemiş ve Afganistan’da Sovyet işgaline karşı mücahitlere yardım yapmıştır4
Soğuk Savaş sonrasında ise ABD’nin Ortadoğu politikası yeni bir boyut kazanmıştır. ABD, tek süper güç olarak dünya siyasetinde daha aktif bir rol oynamaya başlamıştır. ABD’nin Ortadoğu politikasının yeni unsurları şunlardır:

Yeni Dünya Düzeni: 1991 yılında Körfez Savaşı ile başlayan bu süreçte ABD, Birleşmiş Milletler öncülüğünde uluslararası toplumun desteğiyle Irak’ın Kuveyt’i işgaline son vermiştir. ABD, bölgede demokrasiyi yaymak ve insan haklarını korumak için yeni bir dünya düzeni kurmayı amaçlamıştır.
Büyük Ortadoğu Projesi: 2003 yılında Irak Savaşı ile başlayan bu süreçte ABD, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu iddia ederek Saddam Hüseyin rejimini devirmiştir. ABD, bölgede demokrasiyi ve reformları teşvik etmek için Büyük Ortadoğu Projesi adını verdiği bir vizyon ortaya koymuştur.
Terörle Mücadele: 2001 yılında 11 Eylül saldırıları ile başlayan bu süreçte ABD, El Kaide ve Taliban gibi terör örgütlerine karşı savaş açmıştır. ABD, Afganistan’a ve Irak’a askeri müdahalede bulunmuş ve terörizmin kaynaklarını kurutmaya çalışmıştır.
ABD’nin Ortadoğu politikası, günümüzde de devam etmektedir. ABD, bölgedeki çıkarlarını korumak ve güvenliğini sağlamak için çeşitli aktörlerle işbirliği yapmaktadır. ABD’nin Ortadoğu politikasının güncel konuları şunlardır:

İsrail-Filistin Sorunu: ABD, İsrail ile Filistin arasında barış sürecini desteklemekte ve iki devletli çözümü savunmaktadır. ABD, İsrail’in güvenliğini sağlamak için askeri ve ekonomik yardım yapmakta ve Filistinlilerin haklarını korumak için insani yardım yapmaktadır.
İran Nükleer Programı: ABD, İran’ın nükleer silah geliştirmesini engellemek için uluslararası toplumla birlikte yaptırımlar uygulamaktadır. ABD, İran’ın nükleer anlaşmaya uymasını istemekte ve bölgedeki müttefiklerinin güvenliğini sağlamak için askeri varlığını sürdürmektedir.
Suriye İç Savaşı: ABD, Suriye’de Beşar Esad rejimine karşı ayaklanan muhaliflere destek vermektedir. ABD, Suriye’de kimyasal silah kullanılmasını engellemek için askeri müdahalede bulunmuştur. ABD, Suriye’de IŞİD gibi terör örgütlerine karşı koalisyon güçleriyle birlikte operasyonlar düzenlemektedir.
Bu bilgiler ışığında, ABD’nin Ortadoğu politikası nedir sorusuna şöyle bir cevap verilebilir:

ABD’nin Ortadoğu politikası, bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarını kontrol etmek, İsrail’in güvenliğini ve çıkarlarını korumak, rakip güçlerin bölgedeki etkisini sınırlamak veya engellemek, terörizmle mücadele etmek ve bölgede demokrasiyi ve insan haklarını teşvik etmek gibi temel hedeflere dayanmaktadır. Bu hedefleri gerçekleştirmek için ABD, tarihsel süreçte çeşitli doktrinler ilan etmiş ve bölgeye askeri ve ekonomik müdahalelerde bulunmuştur. Günümüzde de ABD, bölgedeki çıkarlarını korumak ve güvenliğini sağlamak için çeşitli aktörlerle işbirliği yapmakta ve güncel konulara müdahil olmaktadır.

#######₺

ABD, neden Irak’ı işgal etti?

ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin resmi nedeni, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve uluslararası barışı tehdit ettiği iddiasıydı. ABD, Irak’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararları ihlal ettiğini ve El-Kaide gibi terör örgütleriyle bağlantısı olduğunu öne sürdü. ABD, Irak’ı işgal etmek için 2003 yılında İngiltere, Avustralya, Polonya ve diğer bazı ülkelerden oluşan bir koalisyon kurdu12

ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin gerçek nedenleri ise tartışmalıdır. Bazı iddialara göre, ABD:

Irak’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarını kontrol etmek ve güvence altına almak istedi.
Ortadoğu’da demokrasiyi yaymak ve insan haklarını savunmak istedi.
İsrail’in güvenliğini ve çıkarlarını korumak istedi.
Rusya, Çin, İran gibi rakip güçlerin bölgedeki etkisini sınırlamak veya engellemek istedi.
Yeni bir dünya düzeni kurmak ve tek kutuplu bir dünya hegemonyası oluşturmak istedi.
Yahudi-Hristiyan ittifakı ile İslam dünyasına karşı bir savaş yürüttü234
Bu iddiaların ne kadar doğru olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, ABD’nin Irak’ı işgalinin hem bölge hem de dünya için ciddi sonuçları olmuştur. Bu sonuçlar arasında şunlar sayılabilir:

Milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına, göç etmesine ve mülteci durumuna düşmesine neden olmuştur.
Bölgede yeni terör örgütlerinin ortaya çıkmasına ve radikalizmin artmasına neden olmuştur.
Bölgede siyasi, ekonomik ve sosyal istikrarsızlığa ve çatışmalara neden olmuştur.
Bölgede insan hakları ihlallerine ve demokrasi eksikliğine neden olmuştur.
Bölgede kültürel, dini ve tarihi mirasın tahribatına neden olmuştur.

######

[1] https://tesbitler.com/index.php?s=ABD

 




Mustafa İslamoğlunun ehli sünnete aykırı ve ehli sünnetten ayrılan görüşleri nelerdir

Mustafa İslamoğlunun ehli sünnete aykırı ve ehli sünnetten ayrılan görüşleri nelerdir


Kendisi ehli sünnetten olduğunu söylese de, bazı görüşleri ehli sünnetin kabul ettiği ana kaynaklara ve akidelere aykırıdır. Örneğin:

Mustafa İslamoğlu, cennet ve cehennemin ebedi olmadığını, bir süre sonra yok olacağını iddia etmiştir. Bu görüşüne delil olarak Kur’an’daki “huld” ve “ebed” kelimelerini tahlil ettiğini ve bazı sahabelerin de bu konuda kendisiyle aynı fikirde olduğunu ileri sürmüştür. Ancak bu iddiasının kaynağı yoktur ve ehli sünnetin ittifak ettiği bir görüş değildir. Ehli sünnet, cennet ve cehennemin ebedi olduğuna inanır ve bunu Kur’an ve sahih hadislerle destekler.

Mustafa İslamoğlu, hadisleri Kur’an ile çelişen herhangi bir kaynaktan gelmesi halinde reddetmek gerektiğini savunmuştur. Bu görüşüyle, sahih hadisleri inkar etmiş ve Kur’an’ın anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Ehli sünnet, hadisleri Kur’an’ın açıklaması olarak kabul eder ve sahih hadisleri reddetmenin küfür olduğunu belirtir. Ehli sünnet, hadisleri sened ve metin açısından titizlikle değerlendirir ve Kur’an ile uyumlu olanları kabul eder13

Mustafa İslamoğlu, Şii taraftarı bir dille yazmış ve konuşmuştur. Sünnileri daima yeniliğe davet eden ve modernizmi İslam’a dikte etmeye çalışan ama Şiilere gülücükler dağıtan bir tutum sergilemiştir. Ehli sünnet, Şiilerin akidesini sapkın olarak görür ve onlara karşı uyarır. Ehli sünnet, İslam’ın aslına bağlı kalmayı ve bidatlere karşı durmayı tavsiye eder.

Bu üç örnek, Mustafa İslamoğlu’nun ehli sünnete aykırı ve ehli sünnetten ayrılan görüşlerinden bazılarıdır. Daha fazla bilgi için Mustafa İslamoğlu Kimdir? başlıklı makaleye veya Mustafa İslamoğlu – Vikipedi sayfasına bakabilirsiniz. Umarım yardımcı olabilmişimdir.

########

Şiilik ve Sünnilik arasındaki farklar nelerdir?

Şiilik ve Sünnilik, İslam’ın iki büyük mezhebidir. Her iki mezhep de İslam’ın temel inançları olan tevhid, nübüvvet ve ahiret inancını paylaşır. Ancak bu inançların yorumlanması, uygulanması ve kaynakları konusunda farklılıklar gösterirler. Şiilik ve Sünnilik arasındaki temel farklar şunlardır:

Şiilik ve Sünnilik arasındaki en önemli fark, Hz. Muhammed’in (sav) vefatından sonra Müslümanların başına kimin geçeceği konusundaki görüş ayrılığıdır. Sünniler, Hz. Peygamber’in (sav) halifesi olarak seçilen dört halifeyi (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) kabul ederler. Şiiler ise Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’in (sav) vasiyetiyle halife olduğuna inanır ve onun soyundan gelen 12 imamı (Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve onların çocukları) ümmetin lideri olarak görürler12

Şiilik ve Sünnilik arasındaki bir diğer fark, hadislerin değerlendirilmesi ve kabul edilmesidir. Sünniler, hadisleri Kur’an’ın açıklaması olarak kabul eder ve sahih hadisleri reddetmenin küfür olduğunu belirtir. Sünniler, hadisleri sened (zincir) ve metin (içerik) açısından titizlikle değerlendirir ve Kur’an ile uyumlu olanları kabul eder. Şiiler ise hadisleri Kur’an ile çelişen herhangi bir kaynaktan gelmesi halinde reddetmek gerektiğini savunur. Şiiler, hadisleri sadece kendi imamlarından veya onlara yakın olanlardan gelenler olarak kabul eder ve diğer kaynaklara güvenmezler13

Şiilik ve Sünnilik arasındaki bir başka fark, ibadetlerdeki bazı ayrıntılardır. Örneğin namazda Sünniler kollarını bağlarken, Şiiler kollarını serbest bırakırlar. Sünniler secde ederken alınlarını yere koyarken, Şiiler kilden yapılmış bir taş veya tahta parçasına secde ederler. Sünniler namazda Fatiha suresinden sonra amin derken, Şiiler amin demezler. Ramazan ayında Sünniler güneşin batmaya başladığı akşam vaktinde oruçlarını açarken, Şiiler güneşin tamamen batmasını beklerler.

Bu üç örnek, Şiilik ve Sünnilik arasındaki farklardan bazılarıdır. Daha fazla bilgi için Şii ve Sünni arasındaki fark nedir, Şiilik nedir, nasıl ortaya çıktı? Sünnilikten farkı ne?, Sunni ve Şii Arasındaki Farklar veya Sünni ve Şii Nedir başlıklı makalelere bakabilirsiniz.

@@@@@@###

Mustafa İslamoğlunun aykırı görüşlerini maddeler halinde sıralar mısınız

Mustafa İslamoğlu’nun aykırı görüşleri şunlar olabilir:

İslam’ın Anayasa’sı olarak Kur’an’ı kabul etmek yerine, onu tarihsel ve kültürel bir belge olarak değerlendirmek.
İslam peygamberi Muhammed’in sünnetini sorgulamak ve eleştirmek.
İslam’da zorla yapılan namaz, oruç gibi ibadetlerin değerinden ziyade, kişinin inancının samimi olması gerektiğini savunmak.
Kadınların toplumda ve ailede daha eşit bir konuma sahip olması gerektiğini savunmak.
İslam’ın reforma ihtiyaç duyduğunu ve bu reformun başlıca nedenlerinden birinin kadınların statüsü olduğunu söylemek.
Evrensel insan hakları ilkelerinin İslam’ın temel değerleriyle uyumlu olduğunu savunmak.
Şeriatın bireyin özgürlüğünü kısıtlayıcı olabileceğini söylemek.
Dini anlayışın modern bilimsel düşüncelerle uyumlu olması gerektiğini savunmak.
İslam’ı demokrasiye ve laikliğe uyumlu hale getirmek gerektiğini vurgulamak.
İslam dünyasında yaşanan terör eylemlerinin başlıca nedenlerinin yanlış dini yorumlar ve toplumsal sorunlar olduğunu söylemek.

*************   

Bak. https://tesbitler.com/index.php?s=islamo%C4%9Flu




İngiliz siyaseti ne üzerine bina edilmiştir.

İngiliz siyaseti ne üzerine bina edilmiştir.


İngiliz siyaseti, parlamentarizm ve demokrasi prensipleri üzerine bina edilmiştir. İngiltere’de siyasi iktidar halkın seçtiği milletvekillerinin oluşturduğu parlamentoya dayanır. Parlamento, Yasama Meclisi (House of Commons) ve Lordlar Kamarası (House of Lords) olmak üzere iki meclisten oluşur.

İngiliz siyasetinde, hükümetin başı olan Başbakan, parlamentoda çoğunluğa sahip olan parti veya parti koalisyonunun lideri olarak seçilir. Ülkenin hükümet politikalarını belirler ve yürütür. Başbakan, devlet başkanı olan Kraliçe veya Kral ile birlikte devletin sembolik temsilcisi olan Monarşi ile de ilişkilidir.

İngiltere’de siyasi partiler önemli bir rol oynamaktadır. Ana siyasi partiler İşçi Partisi (Labour Party), Muhafazakar Parti (Conservative Party) ve Liberal Demokrat Parti (Liberal Democratic Party)’dir. Partiler, halkın temsilcilerini seçmek için seçimler düzenler ve siyasi iktidara gelmek için yarışırlar.

İngiliz siyasetinde temel prensipler arasında hukukun üstünlüğü, ifade ve düşünce özgürlüğü, kişisel özgürlükler ve adil seçimler yer almaktadır. Ayrıca bağımsız yargı sistemi de siyasi süreçlerde önemli bir yer tutar.

İngiltere’nin siyasi yapısı ve süreçleri, zaman içinde evrim geçirmiş ve şu anda ülkenin siyasi sistemi tarih boyunca oluşmuş olan unsurları da içermektedir. Ancak temel olarak parlamentarizm ve demokrasi ilkesine dayanmaktadır.

@@@@@@

İngiltere siyasetinin dünya siyaseti ve yönetimi üzerindeki etkileri nelerdir

İngiltere’nin siyasi sistemi ve tarihi, dünya siyaseti ve yönetimi üzerinde önemli etkileri vardır. İşte bazı örnekler:

1. Parlamentarizm ve Demokrasi Modeli: İngiltere, parlamentarizm ve demokrasinin temellerinin atıldığı bir ülke olarak kabul edilir. Parlamentarizm, dünyada pek çok ülkenin siyasi sistemlerine de yansımış ve etkilemiştir. İngiltere’nin parlamenter modeli, diğer ülkelerin siyasi yapılarının oluşumunda referans alınmıştır.

2. İngilizce Dilinin Etkisi: İngiltere’nin dünya çapında etkili olan siyasi sistemi, İngilizce dilinin dünya genelindeki siyasi iletişimde kullanılmasına da büyük katkı sağlamıştır. İngilizce, uluslararası ilişkilerde ve diplomatik görüşmelerde yaygın olarak kullanılan bir dil haline gelmiştir.

3. Koloni İmparatorluğu ve Yerleşimciliğin Etkisi: İngiltere’nin tarihsel olarak geniş bir koloni imparatorluğuna sahip olması, dünya siyasetinin şekillenmesinde etkili olmuştur. Koloni döneminde İngiltere’nin hakim olduğu bölgelerde, İngiliz yönetim ve yasaları benimsenmiştir. Bu da birçok ülkenin siyasi, hukuki ve eğitim sistemlerini etkilemiştir.

4. Hukuk Sistemi: İngiltere’nin Common Law adı verilen hukuk sistemi, dünya genelinde etkisini hissettirmiştir. Birçok ülke, İngiltere’nin hukukun üstünlüğü ve adil yargı sistemi prensiplerini benimsemiştir.

5. Ekonomik Etki: İngiltere, tarihsel olarak dünyada ekonomik gücünü korumuş ve ekonomik yönetimi etkilemiştir. Özellikle endüstri devrimiyle birlikte ortaya çıkan sanayi hamilelikleri ve serbest ticaret politikaları, dünyanın birçok ülkesinde benimsenmiş ve ekonomik kalkınmaya katkı sağlamıştır.

6. Kültürel Etki: İngiltere’nin sanat, edebiyat, müzik ve spor gibi alanlarda zengin bir kültür mirası vardır. Liverpool, Manchester United gibi futbol kulüpleri dünya çapında tanınmıştır. Ayrıca Shakespeare, Dickens, J.K. Rowling gibi yazarlar İngiltere’nin edebiyatını ve kültürünü dünya çapında etkilemiştir.

Tüm bu etkiler, İngiltere’nin siyasi sistemi ve tarihi ile dünya siyasetinin ve yönetiminin birbiriyle bağlantılı olduğunu göstermektedir. İngiltere’nin siyasi ve kültürel etkisi, birçok ülkenin siyasi ve hukuki sistemlerinin temelini oluşturmuş ve dünya genelinde etkisini sürdürmektedir.

@@@@@@

İngiltere devletinin tarihteki yenilgileri

İngiltere devleti tarih boyunca birçok zafer kazanmış olsa da, aynı şekilde bazı yenilgiler de yaşamıştır. İşte İngiltere’nin tarihteki bazı yenilgileri:

1. Amerikan Bağımsızlık Savaşı (1775-1783): İngiltere, Amerikan kolonilerinde bağımsızlık hareketlerinin başlamasıyla karşı karşıya kaldı. Bu savaş sonucunda İngilizler, Amerikalı kolonilerin bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldılar ve Amerika Birleşik Devletleri adıyla bağımsız bir ülke kuruldu.

2. Kaynaklarını harcayarak Fransız İhtilali ve Napolyon Savaşlarına katılma (1789-1815): İngiltere, Fransız İhtilali ve Napolyon Savaşları sırasında diğer Avrupa devletleriyle ittifaklar kurarak savaşa dahil oldu. Bu savaşlar, İngiltere’yi mali açıdan da zorladı ve uzun süreli çatışmalara yol açtı.

3. İrlanda’nın bağımsızlığı (1921): İngiltere, İrlanda’da uzun yıllar süren bağımsızlık hareketleriyle karşı karşıya kaldı. 1921 yılında imzalanan Anglo-İrlanda Antlaşması ile İrlanda, Birleşik Krallık’tan ayrılarak bağımsız bir devlet oldu.

4. İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgiler: İngiltere, İkinci Dünya Savaşı’nda başarılı direniş gösterse de bazı önemli yenilgilerle karşılaştı. Örneğin, 1940’ta Dunkirk Muharebesi’nde zorlu bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı ve Fransa’nın büyük bir kısmı Nazi Almanyası tarafından işgal edildi. Ayrıca, 1942’de Singapur’un Japonya’ya teslim edilmesiyle İngiliz İmparatorluğu Asya’da önemli bir yenilgi yaşadı.

5. Suez Krizi (1956): İngiltere, Fransa ve İsrail, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesine tepki olarak askeri bir harekat gerçekleştirdi. Ancak ABD ve Sovyetler Birliği’nin müdahaleleri nedeniyle plan başarısız oldu ve İngiltere’nin uluslararası alanda prestiji zedelendi.

Bu gibi yenilgiler İngiltere devletinin tarihinde yaşanmış olsa da, ülke aynı zamanda da pek çok zafer de kazanmıştır ve tarihte önemli bir rol oynamıştır. Önemli olan, tarih boyunca hem zaferlerin hem de yenilgilerin olduğunu kabul etmek ve bu deneyimlerden ders çıkarmaktır.

#########

İngiltere Dünyada ne gibi bir politika izlemektedir

İngiltere, dünyada genellikle etkili bir dış politika izlemektedir. Temel politika hedefleri arasında ulusal çıkarları koruma, uluslararası işbirliği, insan haklarına saygı ve demokratik değerleri yayma bulunmaktadır.

1. Ulusal çıkarları koruma: İngiltere, ulusal güvenliği, ekonomik refahı ve uluslararası itibarı için çıkarlarını korumak amacıyla çeşitli stratejiler geliştirmektedir. Bu, ulusal güvenlik, savunma, ticaret ve yatırım politikalarını içerir.

2. Uluslararası işbirliği: İngiltere, uluslararası arenada işbirliği yapma ve uluslararası kuruluşlarla yakın ilişkiler sürdürme konusunda önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle Birleşmiş Milletler, NATO ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlarda etkin bir şekilde yer almaktadır.

3. İnsan hakları ve demokrasi: İngiltere, insan haklarına saygı gösterme ve demokratik değerleri teşvik etme konusunda önemli bir adım atmaktadır. Bu, insan hakları ihlallerine karşı durmak, demokrasiyi desteklemek ve otoriter rejimleri eleştirmek gibi çeşitli politikaları içermektedir.

4. Küresel ılımlılık: İngiltere, küresel terörizmle mücadelede önemli bir rol oynamaktadır. Terörizmle mücadele için uluslararası ortaklarla işbirliği yapmakta ve istihbarat paylaşımı gibi stratejileri benimsemektedir.

5. Ekonomik ilişkiler: İngiltere, dünyanın önde gelen ekonomilerinden biri olarak, uluslararası ticaret ve yatırımlar konusunda açık bir politika benimsemektedir. Serbest ticareti teşvik etme, yeni pazarlar arama ve uluslararası ticaret anlaşmaları imzalama gibi adımlar atarak küresel ekonomik ilişkilerini güçlendirmeyi hedeflemektedir.

Bu politikaların yanı sıra, Brexit süreci İngiltere’nin uluslararası politikalarını da etkilemiş ve ülkeyi yeni bir dış politika dönemine sürüklemiştir. Brexit sonrası, İngiltere, kendi çıkarlarını ve ilişkilerini yeniden düzenlemek ve uluslararası alanda daha bağımsız bir rol oynamak için farklı stratejiler izlemektedir.

@@@@@@

İngiltere’nin İslam ülkeleri üzerinde uygulamakta olduğu politika ve hedefleri nelerdir

İngiltere’nin İslam ülkeleri üzerindeki politika ve hedefleri, genel olarak insan haklarına saygı, demokratik değerlerin teşviki, ekonomik işbirliği ve terörizmle mücadele gibi ana prensiplere dayanmaktadır. Ancak her İslam ülkesiyle ilişkiler farklıdır ve her ülke için ayrı politikalar izlenebilir. Aşağıda genel olarak İngiltere’nin İslam ülkeleri üzerindeki politika ve hedefleri arasında yer alan bazı noktalar bulunmaktadır:

1. İnsan hakları ve demokrasi: İngiltere, İslam ülkelerinde insan haklarına saygıyı, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü teşvik etmeyi hedeflemektedir. İngiltere, bu ülkelerde insan hakları ihlallerinin yaşandığı durumlarda eleştirel yaklaşım sergileyebilir ve ilgili hükümetlerle insan hakları konularında diyalog içinde olmayı tercih edebilir.

2. Ekonomik işbirliği: İngiltere, İslam ülkeleriyle ekonomik işbirliği geliştirmek için çeşitli adımlar atmaktadır. Bu adımlar, ticaret ve yatırım fırsatlarını değerlendirme, ticari ve ekonomik anlaşmalar imzalama, ortak projeler geliştirme ve işbirliğini artırma gibi alanları içerebilir.

3. Terörle mücadele: İngiltere, İslam ülkeleriyle terörle mücadele konusunda işbirliği yapmayı hedeflemektedir. Ülke, terörizmin kaynaklarını ve nedenlerini anlamak, istihbarat paylaşımı yapmak, radikalleşmeyi önlemek ve terör örgütleriyle mücadele etmek için diğer ülkelerle işbirliği yapmaktadır.

4. Barış ve güvenlik: İngiltere, İslam ülkelerinde barış ve güvenlik ortamının sağlanması için çaba sarf etmektedir. Bölgesel çatışmalara diplomasi yoluyla çözüm bulma, insani yardım sağlama, barış görevlerine katkıda bulunma ve silah ambargoları gibi adımlar atabilir.

5. Kültürel ve eğitim ilişkileri: İngiltere, İslam ülkeleriyle kültürel ve eğitim alanlarında ilişkilerini geliştirmektedir. Eğitim bursları, kültürel değişim programları, üniversite işbirlikleri ve dil eğitimi gibi faaliyetler İngiltere’nin hedefleri arasında yer alabilir.

Bu politika ve hedefler, ülkeler arasındaki ilişkilere, coğrafi bölgeye, siyasi duruma ve diğer faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. İngiltere’nin İslam ülkeleri üzerindeki politikaları, zaman içinde de değişebilir.

@@@@@#

İngiltere’nin Türkiye üzerinde uygulamakta olduğu politika ve hedefleri nelerdir

İngiltere’nin Türkiye üzerinde uygulamakta olduğu politika ve hedefler şunlar olabilir:

Ekonomik İlişkilerin Güçlendirilmesi: İngiltere, Türkiye ile ekonomik ilişkilerini geliştirmeye ve ticaret hacmini artırmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda serbest ticaret anlaşmaları ve yatırım olanakları sağlamak önemli amaçlardır.

Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadele: İngiltere, Türkiye’nin terörle mücadele çabalarını desteklemekte ve güvenlik alanında işbirliğini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Özellikle PKK, DEAŞ gibi terör örgütleriyle mücadele konularında işbirliği önemlidir.

Suriye Krizi ve Mülteci Politikası: İngiltere, Türkiye ile Suriye krizi ve mülteci sorununda işbirliği yapmakta ve Türkiye’ye mali ve insani yardımlar sağlamaktadır. Türkiye’nin Suriyeli mültecilere destek olma çabalarını desteklemek temel hedeflerdendir.

NATO İlişkilerinin Güçlendirilmesi: Hem İngiltere hem de Türkiye NATO üyesidir. Bu nedenle İngiltere, Türkiye ile NATO ilişkilerini güçlendirmeyi hedeflemekte ve ortak savunma ve güvenlik politikalarında işbirliğini artırmaktadır.

Kültürel ve Eğitim İlişkilerin Geliştirilmesi: İngiltere, Türkiye ile kültürel ve eğitim alanında işbirliğini artırmak istemektedir. Öğrenci ve akademik değişimi, kültürel etkinlikler ve sanatsal faaliyetler gibi konulara ağırlık vermektedir.

Bu politika ve hedefler İngiltere’nin güncel politika önceliklerine ve dönemsel gelişmelere göre değişebilir.

₺₺₺₺₺₺₺

İngiltere’nin Türkiye’yi kontrol etmek ve dizginlemek için yürüttüğü politika ve uygulamaları nelerdir

İngiltere’nin Türkiye’yi kontrol etmek veya dizginlemek için yürüttüğü politika ve uygulamaların bazıları şunlardır:

Sömürgecilik Dönemi: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla birlikte 19. yüzyılda bölgeleri kontrol etmeye ve etkisini artırmaya başladı. Özellikle Mısır ve Süveyş Kanalı gibi stratejik bölgelerde etkisini artırmış, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkisini güçlendirmiştir.

Dünya Savaşı: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından Türkiye üzerinde kontrol ve etki sağlamak için 1. Dünya Savaşı’nı kullanmıştır. Savaş sonrasında İngiltere, Mondros Ateşkes Antlaşması ile İstanbul ve Çanakkale Boğazları gibi stratejik bölgeleri kontrol etmiştir.
Mandate Dönemi: I. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte, İngiltere’nin Türkiye’yi kontrol etme politikası değişmiştir. 1920 yılında yapılan Sevr Antlaşması ile Türkiye’nin büyük bir kısmının İngiltere tarafından kontrol edilmesi planlanmış ancak bu antlaşma Türk Kurtuluş Savaşı ile iptal edilmiştir.

İstihbarat Faaliyetleri: İngiltere, Türkiye üzerindeki etkisini sürdürmek için istihbarat faaliyetlerini aktif olarak kullanmıştır. Özellikle Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte, İngiltere istihbarat faaliyetlerini Türkiye’de artırmış ve askeri stratejik bilgi toplamıştır.

Ekonomik İlişkiler: İngiltere, Türkiye ile güçlü ekonomik ilişkiler kurmuş ve bu şekilde de Türkiye üzerinde etkisini sürdürmek için stratejiler geliştirmiştir. Özellikle enerji sektörü, finans ve yatırım alanlarında İngiltere’nin Türkiye’ye olan ilgisi gözlemlenmektedir.

Siyasi İlişkiler: İngiltere, Türkiye ile düşük seviyede resmi politik ilişkilere sahip olsa da, iki ülke arasında diplomatik temaslar ve müzakereler sürmektedir. İngiltere, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde de etkisini kullanmış ve destek vermiştir.

Bu maddeler, İngiltere’nin Türkiye’yi kontrol etme veya dizginleme politikalarının bazı örneklerini içermektedir. Ancak, politikalar ve uygulamalar her dönemde değişebilir ve daha geniş bir inceleme yapmak gerekir.

#######

İngiltere İslam ülkelerini nasıl kontrol edip hakimiyetini sürdürmeye çalışmaktadır

İngiltere’nin İslam ülkelerini kontrol etmek ve hakimiyetini sürdürmek için çeşitli yöntemleri mevcuttur. Bunlar arasında:

Koloniyal Dönem: İngiltere, 19. ve 20. yüzyıllar arasında birçok İslam ülkesini sömürgeleştirmiştir. Bu dönemde İngilizler, askeri güçlerini kullanarak İslam ülkelerini kontrol etmiş ve üzerlerinde hakimiyet kurmuştur.

Ekonomik İstismar: İngiltere, İslam ülkelerindeki doğal kaynakları ve ekonomik potansiyeli sömürerek bölgedeki etkisini artırmaktadır. Örneğin, petrol rezervlerine sahip olan bazı İslam ülkelerindeki petrol şirketlerini kontrol ederek enerji piyasasında güç elde etmektedir.

Politik Destek: İngiltere, İslam ülkelerindeki hükümetlere politik ve askeri destek sağlayarak onları etkileyebilmektedir. Bu destek sayesinde İngiltere, İslam ülkelerinin iç işlerine müdahale etme yeteneğine sahip olabilmektedir.

Kültürel Etki: İngiltere, İslam dünyasında kültürel etkisini artırmak amacıyla eğitim, medya ve kültürel değişim programları gibi araçları kullanmaktadır. Bu şekilde, İngiltere’nin değerleri ve yaşam tarzı İslam ülkelerinde daha fazla kabul görebilmektedir.

Askeri Varlık: İngiltere, İslam ülkelerinde askeri üsler kurarak bölgedeki gücünü korumaktadır. Örneğin, Birleşik Krallık Hindistan’a bağlı olarak Pakistan’da askeri üsleri bulunmaktadır. Ayrıca, Orta Doğu’daki çeşitli İslam ülkelerinde askeri varlığı devam etmektedir.

Bu yöntemler İngiltere’nin İslam ülkelerinde kontrol ve hakimiyet sağlamasına yardımcı olmuştur. Ancak, bu tür faaliyetler sık sık eleştirilere maruz kalmış ve çeşitli direniş hareketlerine yol açmıştır. Sonuç olarak, İngiltere’nin İslam ülkelerindeki etkisi tartışmalı bir konudur ve bölgesel ve küresel faktörlerle birlikte değişebilmektedir.

#######

İngiltere İslam ülkeleri içerisinde ve arasında dini tahrip ve tahrik amaçlı nasıl bir politika izlemektedir

Tarihsel olarak İngiltere’nin İslam dünyasıyla ilişkileri, sömürgecilik, ticaret, siyaset ve kültür alanlarında çeşitli boyutlar göstermiştir. İngiltere’nin İslam dünyasına yönelik politikası, kendi çıkarlarını korumak ve rakip güçleri dengelemek için değişkenlik göstermiştir. Bazı dönemlerde İslam ülkeleriyle işbirliği yapmış, bazı dönemlerde ise onlara karşı müdahaleci bir tutum sergilemiştir.

İngiltere’nin İslam dünyasıyla ilk temasları Haçlı seferleri sırasında olmuştur. Bu dönemde İngiltere, Müslümanlarla savaşan Hristiyan ittifakının bir parçası olarak yer almıştır. Ancak daha sonra İngiltere, Osmanlı Devleti ile ticari ve diplomatik ilişkiler kurmuştur. Osmanlı-İngiltere münasebetleri, 16. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış ve 19. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Bu süreçte İngiltere, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’daki rakiplerine karşı desteklemiş, ancak aynı zamanda Osmanlı topraklarını paylaşmak isteyen emperyalist güçler arasında yer almıştır1

İngiltere’nin 19. yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetleri, İslam dünyasının pek çok bölgesini etkilemiştir. İngiltere, Hindistan, Mısır, Sudan, Nijerya, Somali, Kenya, Uganda, Malaya, Irak, Filistin gibi Müslüman çoğunluklu ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak yönetimine almıştır. Bu ülkelerde İngiliz egemenliği altında yaşayan Müslümanlar, çeşitli şekillerde direniş göstermişlerdir. Bazıları milliyetçi veya bağımsızlıkçı hareketlerle mücadele etmiş, bazıları ise dini veya siyasi cemaatler kurarak alternatif bir kimlik oluşturmuşlardır.

İngiltere’nin sömürge sonrası dönemde de İslam dünyasıyla ilişkileri devam etmiştir. İngiltere, yeni kurulan ulus devletlere karşı çeşitli siyasi ve ekonomik müdahalelerde bulunmuştur. Özellikle Ortadoğu’da petrol kaynaklarını kontrol etmek için ABD ve diğer Batılı güçlerle işbirliği yapmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı Müslüman ülkeleri desteklemiş veya baskılamıştır.

İngiltere’nin içinde yaşayan Müslüman nüfus da ülkenin İslam dünyasıyla ilişkilerini etkilemiştir. İngiltere’deki Müslümanların sayısı 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artmıştır. Günümüzde yaklaşık . milyon civarında olan Müslüman nüfus 3, ülkenin siyasi, sosyal ve kültürel hayatına katkıda bulunmaktadır. Ancak aynı zamanda bazı sorunlarla da karşılaşmaktadır. Örneğin ırkçılık, ayrımcılık, yabancılaşma, radikalleşme gibi konular Müslümanların gündeminde yer almaktadır

Sonuç olarak, İngiltere’nin İslam dünyasıyla ilişkileri, tarihsel, coğrafi, siyasi ve kültürel faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. İngiltere, bazen İslam ülkeleriyle işbirliği yapmış, bazen de onlara karşı müdahaleci bir politika izlemiştir. Bu politikanın dini tahrip ve tahrik amaçlı olduğunu söylemek doğru olmaz. Ancak bu politikanın sonuçları, İslam dünyasında pek çok olumsuz etki bırakmıştır.

@#@@###

İngiltere’nin İslam dünyasındaki etkisi nedir?

İngiltere’nin İslam dünyasındaki etkisi, tarihsel, siyasi, ekonomik ve kültürel açılardan çok yönlü ve karmaşıktır. İngiltere, İslam dünyasıyla hem işbirliği hem de çatışma içinde olmuş, hem destek vermiş hem de müdahale etmiştir. İngiltere’nin İslam dünyasına yönelik politikası, kendi çıkarlarını korumak ve rakip güçleri dengelemek için değişkenlik göstermiştir. Bu politikanın sonuçları ise İslam dünyasında pek çok olumlu ve olumsuz etki bırakmıştır.

İngiltere’nin İslam dünyasındaki etkisini anlamak için, öncelikle ülkenin genel özellikleri, tarihi, yönetim şekli, ekonomisi, dış ilişkileri ve uluslararası konumu hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Bu konuda detaylı bir rapor için Küresel Düzende İngiltere Etkisi ve İngiltere’nin İslam Politikası başlıklı çalışmaya bakabilirsiniz.

İngiltere’nin İslam dünyasıyla ilişkileri, Haçlı seferleri sırasında başlamış ve Osmanlı Devleti ile kurulan ticari ve diplomatik ilişkilerle devam etmiştir. Osmanlı-İngiltere münasebetleri, 16. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış ve 19. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Bu süreçte İngiltere, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’daki rakiplerine karşı desteklemiş, ancak aynı zamanda Osmanlı topraklarını paylaşmak isteyen emperyalist güçler arasında yer almıştır1

İngiltere’nin 19. yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetleri, İslam dünyasının pek çok bölgesini etkilemiştir. İngiltere, Hindistan, Mısır, Sudan, Nijerya, Somali, Kenya, Uganda, Malaya, Irak, Filistin gibi Müslüman çoğunluklu ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak yönetimine almıştır. Bu ülkelerde İngiliz egemenliği altında yaşayan Müslümanlar, çeşitli şekillerde direniş göstermişlerdir. Bazıları milliyetçi veya bağımsızlıkçı hareketlerle mücadele etmiş, bazıları ise dini veya siyasi cemaatler kurarak alternatif bir kimlik oluşturmuştur.

İngiltere’nin sömürge sonrası dönemde de İslam dünyasıyla ilişkileri devam etmiştir. İngiltere, yeni kurulan ulus devletlere karşı çeşitli siyasi ve ekonomik müdahalelerde bulunmuştur. Özellikle Ortadoğu’da petrol kaynaklarını kontrol etmek için ABD ve diğer Batılı güçlerle işbirliği yapmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı Müslüman ülkeleri desteklemiş veya baskılamıştır.

İngiltere’nin içinde yaşayan Müslüman nüfus da ülkenin İslam dünyasıyla ilişkilerini etkilemiştir. İngiltere’deki Müslümanların sayısı 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artmıştır. Günümüzde yaklaşık 3 milyon civarında olan Müslüman nüfus 3, ülkenin siyasi, sosyal ve kültürel hayatına katkıda bulunmaktadır. Ancak aynı zamanda bazı sorunlarla da karşılaşmaktadır. Örneğin ırkçılık, ayrımcılık, yabancılaşma, radikalleşme gibi konular Müslümanların gündeminde yer almaktadır.

Sonuç olarak, İngiltere’nin İslam dünyasındaki etkisi, tarihsel, coğrafi, siyasi ve kültürel faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. İngiltere, bazen İslam ülkeleriyle işbirliği yapmış, bazen de onlara karşı müdahaleci bir politika izlemiştir. Bu politikanın sonuçları ise İslam dünyasında pek çok olumlu ve olumsuz etki bırakmıştır.

#######

İngiltere, hangi Müslüman ülkelerini yönetimi altına aldı?

İngiltere, tarihsel olarak pek çok Müslüman ülkeyi yönetimi altına almıştır. 19. yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetleri, İslam dünyasının pek çok bölgesini etkilemiştir. İngiltere, Hindistan, Mısır, Sudan, Nijerya, Somali, Kenya, Uganda, Malaya, Irak, Filistin gibi Müslüman çoğunluklu ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak yönetimine almıştır. Bu ülkelerde İngiliz egemenliği altında yaşayan Müslümanlar, çeşitli şekillerde direniş göstermişlerdir. Bazıları milliyetçi veya bağımsızlıkçı hareketlerle mücadele etmiş, bazıları ise dini veya siyasi cemaatler kurarak alternatif bir kimlik oluşturmuştur.

İngiltere’nin sömürge sonrası dönemde de İslam dünyasıyla ilişkileri devam etmiştir. İngiltere, yeni kurulan ulus devletlere karşı çeşitli siyasi ve ekonomik müdahalelerde bulunmuştur. Özellikle Ortadoğu’da petrol kaynaklarını kontrol etmek için ABD ve diğer Batılı güçlerle işbirliği yapmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı Müslüman ülkeleri desteklemiş veya baskılamıştır.

İngiltere’nin içinde yaşayan Müslüman nüfus da ülkenin İslam dünyasıyla ilişkilerini etkilemiştir. İngiltere’deki Müslümanların sayısı 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artmıştır. Günümüzde yaklaşık 3 milyon civarında olan Müslüman nüfus , ülkenin siyasi, sosyal ve kültürel hayatına katkıda bulunmaktadır. Ancak aynı zamanda bazı sorunlarla da karşılaşmaktadır. Örneğin ırkçılık, ayrımcılık, yabancılaşma, radikalleşme gibi konular Müslümanların gündeminde yer almaktadır.

Kaynaklar:

1: Dünyada monarşiyle yönetilen ülkeler hangileri? | Euronews 2: İskoçya’nın ilk Müslüman başbakanı Hamza Yusuf yemin … – BBC 3: Şeriat ile yönetilen ülkeler hangileri ve aralarındaki farklar ne?

#######

İngiltere’nin Müslüman ülkeleri yönetimi altına alma politikası nedir?

İngiltere’nin Müslüman ülkeleri yönetimi altına alma politikası, tarihsel, siyasi ve ekonomik faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermiştir. İngiltere, Müslüman ülkelerle hem işbirliği hem de çatışma içinde olmuş, hem destek vermiş hem de müdahale etmiştir. İngiltere’nin Müslüman ülkelerine yönelik politikası, kendi çıkarlarını korumak ve rakip güçleri dengelemek için değişkenlik göstermiştir. Bu politikanın sonuçları ise Müslüman ülkelerde pek çok olumlu ve olumsuz etki bırakmıştır.

İngiltere’nin Müslüman ülkeleriyle ilişkileri, Haçlı seferleri sırasında başlamış ve Osmanlı Devleti ile kurulan ticari ve diplomatik ilişkilerle devam etmiştir. Osmanlı-İngiltere münasebetleri, 16. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış ve 19. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Bu süreçte İngiltere, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’daki rakiplerine karşı desteklemiş, ancak aynı zamanda Osmanlı topraklarını paylaşmak isteyen emperyalist güçler arasında yer almıştır.

İngiltere’nin 19. yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetleri, Müslüman ülkelerin pek çok bölgesini etkilemiştir. İngiltere, Hindistan, Mısır, Sudan, Nijerya, Somali, Kenya, Uganda, Malaya, Irak, Filistin gibi Müslüman çoğunluklu ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak yönetimine almıştır. Bu ülkelerde İngiliz egemenliği altında yaşayan Müslümanlar, çeşitli şekillerde direniş göstermişlerdir. Bazıları milliyetçi veya bağımsızlıkçı hareketlerle mücadele etmiş, bazıları ise dini veya siyasi cemaatler kurarak alternatif bir kimlik oluşturmuştur2

İngiltere’nin sömürge sonrası dönemde de Müslüman ülkelerle ilişkileri devam etmiştir. İngiltere, yeni kurulan ulus devletlere karşı çeşitli siyasi ve ekonomik müdahalelerde bulunmuştur. Özellikle Ortadoğu’da petrol kaynaklarını kontrol etmek için ABD ve diğer Batılı güçlerle işbirliği yapmıştır. Ayrıca Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı Müslüman ülkeleri desteklemiş veya baskılamıştır.

İngiltere’nin içinde yaşayan Müslüman nüfus da ülkenin Müslüman ülkelerle ilişkilerini etkilemiştir. İngiltere’deki Müslümanların sayısı 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artmıştır. Günümüzde yaklaşık 3 milyon civarında olan Müslüman nüfus 3, ülkenin siyasi, sosyal ve kültürel hayatına katkıda bulunmaktadır. Ancak aynı zamanda bazı sorunlarla da karşılaşmaktadır. Örneğin ırkçılık, ayrımcılık, yabancılaşma, radikalleşme gibi konular Müslümanların gündeminde yer almaktadır2

Kaynaklar:

2: İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) / T.C. Dışişleri Bakanlığı 1: İngiltere’deki ilk Müslüman – En Son Haberler – CNN TÜRK 3: BM’den İngiltere’ye mülteci yasa tasarısı uyarısı … – BBC

&&&&&&&&

Osmanlı-İngiltere ilişkileri hakkında daha fazla bilgi verir misiniz?

Osmanlı-İngiltere ilişkileri, 16. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış ve 19. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Bu süreçte Osmanlı-İngiltere ilişkileri, ticari, siyasi, kültürel ve askeri alanlarda çeşitli boyutlar göstermiştir. Osmanlı-İngiltere ilişkilerinin başlangıcı, 1579 yılında imzalanan bir kapitülasyon antlaşmasıdır. Bu antlaşma ile İngiltere, Osmanlı topraklarında ticaret yapma hakkı elde etmiştir. Ayrıca İngiltere, Katolik Avrupa’dan aforoz edildikten sonra Osmanlı ile ittifak kurarak kendisini korumaya çalışmıştır.

Osmanlı-İngiltere ilişkileri, 18. yüzyılda daha da önem kazanmıştır. Osmanlı Devleti, Avrupa’daki rakiplerine karşı İngiltere’yi desteklemiş, ancak aynı zamanda Osmanlı topraklarını paylaşmak isteyen emperyalist güçler arasında yer almıştır. İngiltere ise Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı denge unsuru olarak görmüş ve Osmanlı’nın modernleşmesine katkıda bulunmuştur. Ancak İngiltere, aynı zamanda Osmanlı topraklarındaki azınlıkları kışkırtarak Osmanlı’yı zayıflatmaya çalışmıştır2

Osmanlı-İngiltere ilişkileri, 19. yüzyılda daha da karmaşık bir hal almıştır. Osmanlı Devleti’nin gerilemesi ve sömürgecilik faaliyetlerinin artması, Osmanlı-İngiliz ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. İngiltere, Mısır, Sudan, Irak, Filistin gibi Osmanlı topraklarını doğrudan veya dolaylı olarak yönetimine almıştır. Ayrıca İngiltere, Balkanlarda ve Kafkaslarda Osmanlı’ya karşı ayaklanan halkları desteklemiş ve Osmanlı’yı savaşa sürüklemiştir.

Osmanlı-İngiltere ilişkileri, I. Dünya Savaşı’nda tamamen kopmuştur. Osmanlı Devleti, Almanya’nın yanında savaşa girmiş ve İngiltere ile savaş haline gelmiştir. Savaş sonunda Osmanlı Devleti yıkılmış ve toprakları İngiltere ve diğer müttefik devletler tarafından paylaşılmıştır4

Osmanlı-İngiltere ilişkileri, tarihsel olarak pek çok değişim ve dönüşüm geçirmiştir. Bu ilişkilerin hem olumlu hem de olumsuz etkileri olmuştur. Bu etkilerin günümüzde de devam ettiğini söylemek mümkündür.

Kaynaklar:

1: Osmanlı ile İngiltere ilişkilerinin unutulan 30 yılı – Yeni Şafak 2: Tanzimat Dönemi Osmanlı-İngiliz İlişkileri (1833-1878) – Hacettepe 3: I. DÜNYA HARBİ ÖNCESİNGİLTERE’DE KURULAN TÜRKOF BİR … – Belleten 4: İngiltere Osmanlı ilişkileri nasıl başladı? | Bahar Akpınar | Gerçek Gündem

@@@@@@@




Sultan Vahdettin neden sürüldü

Sultan Vahdettin neden sürüldü


Sultan Vahdettin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahıdır. 1909 yılında tahta çıkmış olan Vahdettin, I. Dünya Savaşı’nın sonlarında Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybetmesi üzerine, İngilizler tarafından sürülmüştür.

Sultan Vahdettin’in sürgün edilmesinin temel sebepleri arasında şunlar sayılabilir:

1. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğraması: Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’nda Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile birlikte savaşa girmiş ve sonunda bu ülkelerin mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve ekonomik olarak çökmesine neden olmuştur. İngilizler, Osmanlı hükümetinin Alman İmparatorluğu’na olan yakınlığı ve savaş sırasında Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni tehciri gibi insan hakları ihlalleri nedeniyle, Osmanlı hükümetine karşı düşmanlık beslemekteydi.

2. Milliyetçi hareketlerin güçlenmesi: I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında milliyetçi hareketler yaygınlaşmıştır. Özellikle Türk milliyetçisi olan Kurtuluş Savaşı önderleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra yeni bir Türk devleti kurma amacıyla harekete geçmiş ve Mondros Ateşkes Anlaşması’nı tanımayarak direnişe başlamışlardır. Sultan Vahdettin’in bu direnişi desteklememesi ve İngilizlere bağımlı hareket etmesi, milliyetçi hareketlerin hedefi haline gelmesine neden olmuştur.

Bu sebeplerle Sultan Vahdettin, İngilizler tarafından İstanbul’da hapishaneye alınmış ve sonrasında Malta’ya sürgün edilmiştir.

@@@@@@@@

Sultan Vahdettin ne gibi haksızlıklara maruz kaldı

Sultan Vahdettin, sürgün edilmeden önce ve sonrasında çeşitli haksızlıklara maruz kalmıştır. Bunlar arasında şunlar sayılabilir:

1. Yapılan suçlamalar: İngilizler, Osmanlı Devleti’nin savaşta Alman İmparatorluğu’na destek verdiğini ve savaş sırasında gerçekleşen Ermeni tehciri gibi insan hakları ihlallerine karıştığını iddia etmişlerdir. Sultan Vahdettin, bu suçlamaların hedefi olmuş ve sorumlulukları olduğu öne sürülmüştür. Ancak bu suçlamaların tamamı kanıtsızdır ve pek çok tarihçi tarafından da sorgulanmaktadır.

2. İstiklal Mahkemeleri: Türk Kurtuluş Savaşı döneminde hükümet, İngiliz işgali altındayken bu mahkemeleri kurmuştur. İstiklal Mahkemeleri, Osmanlı döneminin bazı önemli devlet görevlilerini, İngilizlerle iş birliği yapmakla suçlamış ve yargılamıştır. Sultan Vahdettin de bu dönemde İstiklal Mahkemeleri tarafından yargılanmıştır. Ancak, mahkemelerin adil bir şekilde çalışmadığı ve siyasi amaçlarla kullanıldığı iddia edilmektedir.

3. Sürgün edilmesi: Sultan Vahdettin, İstanbul’da hapishaneye alındıktan sonra Malta’ya sürgün edilmiştir. Sürgün edilmesi, Sultan Vahdettin’in Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı olarak maruz kaldığı bir haksızlıktır. Sürgün edilme kararı, İngilizlerin ve Türk milliyetçilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinden suçluluk hissetmeleri ve bir hedef aramaları sonucu alınmıştır. Ancak Sultan Vahdettin’in sürgün edilme kararı hukuki olmaktan ziyade politik bir karardır.

Bu haksızlıklar, Sultan Vahdettin’in sürgün edilmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak, Sultan Vahdettin’in rolü ve yaşadığı haksızlıklar hakkındaki tartışmalar hala devam etmektedir.

#######

Sultan Vahdettin nereye sürüldü, ne gibi zorluklarla karşılaştı ve nerede vefat etti

Sultan Vahdettin, Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı olarak Malta’ya sürgün edildi. 17 Kasım 1922 tarihinde sürgüne gönderilen Sultan Vahdettin, ilk olarak İngiltere’nin Portsmouth Limanı’na getirilmiş ve buradan HMS Malaya adlı savaş gemisiyle Malta’ya götürülmüştür.

Sultan Vahdettin sürgün döneminde birçok zorlukla karşılaşmıştır. Öncelikle, Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı olarak büyük bir otorite kaybı yaşamış ve İngiliz güçleri tarafından yakından gözetim altında tutulmuştur. Sürgünde sağlık sorunları yaşaması da Sultan Vahdettin’in zorluklarını artırmıştır.

Sürgündeki yaşamı boyunca Sultan Vahdettin, çoğunlukla izole bir yaşam sürmüş ve iletişim imkanları kısıtlı olmuştur. Kendisine sadece ailesiyle ve yakın çevresiyle sınırlı bir şekilde görüşme izni verilmiştir.

Sultan Vahdettin, 16 Mayıs 1926 tarihinde Malta’nın İmtarfa şehrinde bulunan San Anton Sarayı’nda vefat etmiştir. Ölüm nedeni olarak akciğer yetmezliği ve kardiyak sorunlar gösterilmiştir. Cenazesi, Malta’da Santo Spirito Kilisesi’nde yapılan bir dini törenden sonra İstanbul’a getirilmiş ve Eyüp Sultan Camii’nde toprağa verilmiştir.

#######

Sultan Vahdettin’i sürenlerin ne gibi hesapları vardı ve onun üzerinden ne gibi hesaplar yaptılar

Sultan Vahdettin’in süreğenlik döneminde bazı kesimlerin hesapları şunlardı:

İttihat ve Terakki Cemiyeti: Sultan Vahdettin’in süreğenliği döneminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri arasında güçlü bir grup olarak yer alıyordu. Bu grup, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında işbirlikçi olarak görüldü. Vahdettin’i, imparatorluğun sonunu getirdiği gerekçesiyle suçlayarak, Batı’nın kontrolündeki yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişi sağlamak istediler.

İngilizler: Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesi ve dağılmasından sonra, İngilizler Osmanlı topraklarında hakimiyet kurmak için çeşitli hesaplar yapmışlardır. İngilizler, Vahdettin’i destekleyerek Osmanlı’nın parçalanmasını ve İngiliz çıkarlarına uygun bir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını hedeflemişlerdir.

Yunanlar: Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlar, Vahdettin’i destekleyerek Türk direnişini zayıflatmayı ve kendilerine uygun bir Türkiye’nin kurulmasını sağlamayı amaçlamışlardır. Yunanistan’ın Megali İdea (Büyük İdea) olarak adlandırılan planının bir parçası olarak, Vahdettin üzerinden Türk direnişine karşı bir strateji yürütmüşlerdir.

Kendi İktidarını Sürdürmek İsteyen Siyasetçiler: Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Vahdettin’in hükümdarlığına karşı çıkan bazı siyasetçiler bulunmaktaydı. Bu siyasetçiler, Vahdettin’in sürgüne gitmesi ya da tahttan feragat etmesini sağlayarak kendi iktidarlarını sürdürme veya yeni bir yönetim şekli oluşturma amacı güdüyorlardı.

Bu hesapların sonucunda, Sultan Vahdettin 1922 yılında tahttan feragat etmeye zorlandı ve 1924 yılında da sürgüne gönderildi.

########

Osmanlı sultanları ve aileleri neden ve niçin sürgün edildiler? Bu bir zulüm ve haksızlık değil miydi?

Osmanlı sultanları ve ailelerinin sürgün edilmesi, siyasi ve güvenlik nedenleriyle gerçekleştirilen bir uygulamaydı. Bu sürgünler genellikle taht mücadeleleri veya hükümet politikalarına muhalefet gibi nedenlerle gerçekleştirildi. Sürgünlerin amacı, taht iddialarını veya muhalefeti zayıflatmak, siyasi istikrarı sağlamak, saray çevresinde olası bir baskın veya isyanı önlemek ve hanedan üyeleri arasındaki rekabeti kontrol altında tutmaktı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda sürgün edilen sultanlar ve aileleri, genellikle başkent İstanbul’dan ya da sarayın yakınındaki önemli yerlerden uzaklaştırılırdı. Bu sürgünler, genellikle birçok imtiyazdan yoksun bir yaşam sürmek zorunda kalan bir tür hapsedilme şeklinde gerçekleşirdi. Bununla birlikte, sürgün edilen sultanlar ve aileleri genellikle lüks ve ihtişamdan yoksun olmasına rağmen birçok ayrıcalığa da sahipti.

Sürgünler, savunucusunun bakış açısına bağlı olarak zulüm veya haksızlık olarak görülebilir. Aynı zamanda, sürgün edilen sultanların İmparatorluğa karşı muhalefetlerini organize etmelerini veya güç kazanmalarını engellemek amacıyla da gerçekleştirilebilirdi.

Sonuç olarak, Osmanlı sultanları ve ailelerinin sürgün edilmesi, siyasi ve güvenlik nedenleriyle gerçekleştirilen bir uygulama olarak değerlendirilebilir. Bu uygulama, zamanın koşulları göz önüne alındığında, bazılarına haksızlık gibi gelebilecek olsa da, imparatorluk içinde siyasi istikrarı sağlama amacını gütmüştür.

@@@@@@@

Osmanlı sultanları ve aileleri sürgünde ne gibi zorluklar yaşadılar ve bunlar ile ilgili ne gibi hatıratlar yazılmıştır

Osmanlı sultanları ve aileleri birçok kez sürgünde bulundular ve bu sürgünlerde birçok zorlukla karşılaştılar. Sürgündeki zorluklardan bazıları şunlardır:

Yaşam Koşulları: Sürgün hayatı genellikle sıkıntılı ve zorlu koşullarda geçerdi. Sultanlar ve aileleri, lüks ve rahat bir yaşamdan alınıp çeşitli yerlerde sürgüne gönderildikleri için, genellikle dar ve sınırlı olanaklara sahip evlerde veya kalelerde yaşamak zorunda kalırlardı.

Sosyal İzolasyon: Sürgünde olan sultanlar ve aileleri, genellikle izole bir yaşam sürerlerdi. Sürgün edildikleri yerlerde sosyal etkileşimleri sınırlıydı ve birçok kez kendi aileleri dışında pek çok insanla temasları olmazdı. Bu durum, hem psikolojik hem de duygusal bir yalnızlık hissine sebep olabilirdi.

Ekonomik Sıkıntılar: Sürgünde olan sultanlar ve aileleri, genellikle mali sıkıntılarla karşılaşırlardı. Sürgün edildikleri yerlerde eski zenginlik ve varlıklarını kaybetmiş olabilirlerdi. Bu durum, geçim sıkıntılarına yol açabilir ve temel ihtiyaçlarını karşılamada zorluklar yaşayabilirlerdi.

Politik Sıkıntılar: Sürgünde olan sultanlar ve aileleri, genellikle iktidardan uzaklaştırılmış ve politik olarak etkisiz hale getirilmişlerdir. Bu durum, hem güçsüz ve savunmasız hissetmelerine yol açabilir hem de daha fazla politik baskıya maruz kalmalarına neden olabilirdi.

Sürgünde olan Osmanlı sultanları ve aileleri, büyük bir yalnızlık veya üzüntü içindeki hikayelerini anlatan birçok hatırat bırakmışlardır. Örneğin, Sultan Vahdeddin’in sürgünde geçirdiği dönemi anlattığı “Sürgündeki Vahdeddin” adlı kitap, Osmanlı hanedanının sürgün tecrübelerini detaylı bir şekilde tanıtan bir kaynaktır. Aynı şekilde Sultan II. Abdülhamid’in sürgünde yaşadığı döneme dair anıları içeren “Sürgünde Abdülhamid” adlı kitap da sürgün hayatını anlatan önemli bir eserdir. Bu hatıratlar, sürgünde yaşanan zorlukları ve bu zorlukları nasıl aştıklarını anlamak için önemli kaynaklardır.

@@@@@@@#

Sultan Abdülhamit Han’ın devrilmesi ne gibi kayıplara sebep oldu

Sultan Abdülhamit Han’ın devrilmesi, bir dizi kayba yol açmıştır:

Osmanlı İmparatorluğu’nun Güç Kaybı: Abdülhamit Han, otoriter bir yönetim sürdürerek, Osmanlı İmparatorluğu’nu daha fazla dağılmaktan korumak için çabalıyordu. Ancak devrilmesi, imparatorluğun iç ve dış güçler karşısında daha da zayıflamasına yol açtı. Dışarıya karşı olan askeri ve siyasi güç kaybı, sonuçta imparatorluğun çöküşüne yol açmıştır.

İç Sosyal ve Siyasi Bunalım: Abdülhamit Han döneminde ciddi bir baskı ve sansür atmosferi hakimdi. Devrimci, milliyetçi ve muhalif gruplar bastırıldı ve susturuldu. Ancak Abdülhamit Han’ın devrilmesi, daha fazla özgürlük talebini ortaya çıkardı ve toplumsal hoşnutsuzlukları artırdı. Bu da sonuçta iç bunalımı tetikleyerek, siyasi ve sosyal çalkantılara yol açtı.

Ekonomik Kayıplar: Abdülhamit Han döneminde ekonomik büyüme ve gelişmeler çok sınırlıydı. Birçok ekonomik reformun gerçekleşmemesi, imparatorluğun ekonomik kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde kullanma yeteneğini azalttı. Devrilen Abdülhamit Han döneminde, ekonomik sorunlar daha da büyüdü ve etkisini daha da derinleştirdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Etnik ve Dini Gerilimler: Abdülhamit Han döneminde, Osmanlı İmparatorluğu içinde farklı etnik ve dini gruplar arasında gerilimler artmıştı. Ancak devrilen Abdülhamit Han döneminde, bu gerilimler daha da şiddetlendi ve çeşitli gruplar arasında çatışmalar ve ayrılıklar ortaya çıktı.

Siyasi İstikrarsızlık: Abdülhamit Han’ın devrilmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda uzun bir süreliğine siyasi istikrarsızlık dönemini getirdi. Bir dizi hükümet değişikliği ve iç çatışmalar, imparatorlukta siyasi sürekliğin kaybedilmesine yol açtı. Bu da imparatorluğun daha fazla güç kaybetmesine ve devlet yapısının çözülmesine neden oldu.

@@@####

Abdülhamid Han’ın siyasi dehası.

Abdülhamid Han, Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. ve sonuncu padişahıdır. İktidara geldiği dönemde imparatorluk zor bir durumdaydı. Abdülhamid Han, siyasi dehası ve politik yetenekleriyle imparatorluğu bu zor dönemden geçirmeye çalışmıştır.

Abdülhamid Han döneminde, imparatorluğun içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik çöküşe çözüm bulmak için bazı reformlar yapmıştır. Bunlar arasında modernleşme çabaları, eğitim reformları, altyapı projeleri, medya ve iletişim sistemlerinin geliştirilmesi gibi çalışmalar bulunmaktadır. Böylece imparatorluk, bazı alanlarda yeniden canlanma ve ilerleme kaydetmiştir.

Abdülhamid Han, Rus ve Avusturya-Macaristan gibi güçlü düşmanlarla da mücadele etmiştir. Bu dönemdeki en önemli olaylardan biri, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’dır. Bu savaşta imparatorluk büyük bir yenilgi yaşamış, ancak Abdülhamid Han, Çarlık Rusya’sının etkisini Orta Doğu’da sınırlamayı başarmıştır.

Abdülhamid Han’ın siyasi dehasının en önemli göstergelerinden biri, Panislamizm politikasını başarıyla uygulamasıdır. İslam dünyasında birlik ve dayanışma duygusu oluşturarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun uluslararası alandaki etkisini artırmıştır. Örneğin, 1883 yılında kurulan Hilafet Dairesi, Osmanlı yönetimi altındaki Müslüman bölgeler arasında koordinasyon sağlamış ve pan-İslam fikrini desteklemiştir.

Ancak Abdülhamid Han’ın baskıcı yönetimi ve muhaliflere karşı sert tedbirler alması, bazılarına göre siyasi dehasına gölge düşüren bir faktördür. Otokratik ve merkeziyetçi bir yönetim anlayışı benimsemiş ve muhalefeti bastırmıştır. Avrupa’da ve Batılı devletlerde ise Abdülhamid Han, “kızıl sultan” olarak anılmış ve 30 yıllık saltanatı boyunca birçok kişiye zulmettiği iddia edilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinde gösterdiği yönetim becerileri ve politik hamleleri, onu önemli bir siyasi figür haline getirmiştir.

@@@@###

Abdülhamid Han’ın velayeti ve takvası

Abdülhamid II, 34 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı olarak hüküm sürdü. Kendisi, askeri ve idari reformlar yaparak Osmanlı Devleti’nin güçlendirilmesine önemli katkılarda bulundu. Ayrıca sıkı bir İslam inancına sahipti ve tüm kararlarını İslam’a göre şekillendirmeye çalıştı.

Abdülhamid II’nin velayeti, padişah olarak tahtta bulunduğu süre boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun en üst yöneticisi ve veliahtı olduğu anlamına gelir. Velayet, padişahın tahtın direkt olarak kendisine devredilebilecek biri olduğunu gösterir.

Takva ise İslam terimlerinden biridir ve “Allaha karşı gelmemek, dini vecibeleri eksiksiz yerine getirme” anlamına gelir. Abdülhamid II’nin takvası, dini kurallara ve vecibelere titizlikle uyduğunu gösterir. İslam inancına bağlılığı, hükümeti ve kararlarını da şekillendirdi. Abdülhamid II, İslam’a aykırı kabul ettiği unsurları önlemek için mücadele etti ve İslam’ın toplumun her alanında daha fazla yer bulmasını sağlamak için çaba sarf etti.

Sonuç olarak, Abdülhamid II’nin velayeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun en üst yöneticisi olduğunu ifade ederken, takvası da sıkı bir İslam inancına sahip olduğunu ve tüm kararlarını İslam’a göre şekillendirmeye çalıştığını gösterir.

@@@@@@@

Abdülhamid Han’ın kerametleri

Abdülhamid Han, 1876-1909 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı olarak hüküm süren bir Osmanlı hanedanı üyesidir. Onunla ilgili bazı kerametler şu şekildedir:

Simya Yetenekleri: Abdülhamid Han, simya sanatında oldukça yetenekliydi. Kimya bilimiyle ilgili bilgilere sahipti ve çeşitli deneyler yapma konusunda uzmandı.

Rüyalarının Gerçekleşmesi: Abdülhamid Han’ın rüyalarının gerçekleştiği iddia edilir. Özellikle, bazı tarihçiler, Trablusgarp Savaşı’nı önceden rüyasında gördüğünü ve bu rüyanın gerçekleştiğini yazmışlardır.

Gözlerinin İyileştirici Gücü: Abdülhamid Han’ın gözlerinin insanları iyileştirebildiği söylenir. İnsanların gözlerine dokunarak onları iyileştirdiği ve bazı hastalıkları tedavi ettiği söylenir.

İyileştirici Enerji: Abdülhamid Han’ın insanlara dokunarak rahatlama ve iyileşme hissi verdiği söylenir. Bu nedenle, birçok insan onun huzuruna gelerek rahatlama umuduyla onunla görüşmek isterdi.

Dualarının Kabul Olması: Abdülhamid Han’ın dualarının kabul olduğu ve insanların dileklerini yerine getirdiği söylenir. İnsanlar ondan dileklerini yerine getirmesini diler ve bunun gerçekleştiği iddia edilir.

########

Abdülhamid Han’ı kimler ve ne için devirmeye çalıştılar

Abdülhamid Han döneminde pek çok kişi ve grup, onu devirmek için çeşitli girişimlerde bulundu. Bunlar arasında Osmanlı İmparatorluğu içindeki siyasetçiler, askeri gruplar, entelektüel ve aydınlar, Balkan ve Arap milliyetçi hareketleri yer aldı.

Bunlar arasında Jön Türkler adı verilen ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki reform ve modernleşme taleplerini savunan bir grup önemliydi. Jön Türkler, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile Abdülhamid Han’ı devirmeyi başardılar.

Ayrıca, Ermeni milliyetçi örgütler de Abdülhamid Han’ı hedef aldı. Ermeni Devrimci Federasyonu gibi örgütler, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere yönelik politikalardan dolayı Han’a karşı saldırılar düzenledi.

Sonuç olarak, Abdülhamid Han’ı devirmeye çalışanlar arasında içeriden gelen siyasi gruplar, milliyetçi hareketler ve etnik gruplar yer alıyordu.

#######₺

Bediüzzaman Said Nursi’nin Abdülhamid Han’a bakış açısı ve değerlendirmeleri nelerdir

Bediüzzaman Said Nursi’nin Abdulhamid II’ye bakış açısı ve değerlendirmeleri, Nursi’nin siyasi ve tarihi perspektifine dayanır. Nursi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yaşamış ve bu dönemin önemli olaylarını gözlemlemiş bir düşünürdü. Aşağıda Bediüzzaman Said Nursi’nin Abdulhamid II hakkındaki temel düşünce ve değerlendirmelerini bulabilirsiniz:

1. Abdulhamid II’yi Hükümet Tarzı: Nursi, Abdulhamid II’nin hükümet tarzını genellikle olumlu bir şekilde değerlendirirdi. Ona göre, Abdulhamid II, Osmanlı İmparatorluğu’nun karışık döneminde istikrarı sağlamaya çalışan bir liderdi. Abdulhamid II’nin despotik yönetim tarzını, ülkenin içinde bulunduğu zorluklar göz önüne alındığında bir çeşit zaruri olarak görebilirdi.

2. Islahat ve Modernleşme Çabaları: Nursi, Abdulhamid II dönemindeki bazı ıslahat ve modernleşme çabalarını desteklerdi. Bu çabaların Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden inşa etmeye yönelik olumlu adımlar olduğunu düşünüyordu. Özellikle Abdulhamid II dönemindeki bazı eğitim reformlarını takdir ediyordu.

3. İslami Değerlerin Korunması: Nursi, Abdulhamid II döneminde İslami değerlerin korunmasına ve Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam dünyasında bir lider olarak kalmasına vurgu yapardı. Ona göre, bu dönemde İslami kimliğin korunması önemliydi.

Ancak, bu değerlendirmeler Nursi’nin dönemin siyasi ve toplumsal koşullarına göre yapılıyordu ve kişisel bir görüş olarak kabul edilmelidir. Abdulhamid II’nin yönetimine yönelik farklı görüşler de bulunmaktadır ve bu tür tarihi değerlendirmeler genellikle karmaşıktır.

#######

Bediüzzaman Said Nursi’nin Abdülhamid Han’a bakış açısı ve değerlendirmeleri nelerdir

Bediüzzaman Said Nursi’nin Sultan II. Abdülhamid’e bakış açısı ve değerlendirmeleri, onun eserlerinde yer alan bazı ifadelerle anlaşılabilir. Nursi, II. Abdülhamid dönemini Osmanlı İmparatorluğu’nun çalkantılı bir dönemi olarak görmüş ve Sultan II. Abdülhamid’e dair olumlu bir bakış açısı sergilemiştir. İşte bu bakış açısına dair bazı temel noktalar:

İstikrar ve Birlik: Nursi, II. Abdülhamid dönemini ülkenin iç ve dış sorunlarıyla mücadele ederek birlik ve istikrarı sağlama çabası olarak değerlendirmiş ve bu dönemin Osmanlı İmparatorluğu için önemli bir istikrar dönemi olduğunu savunmuştur.

İslam’a Duyarlılık: Nursi, II. Abdülhamid’in İslam’a ve Müslüman topluluklara duyarlı olduğunu düşünmüş ve İslam’ın koruyucusu olarak görmüştür.

Vatanseverlik: Bediüzzaman Said Nursi, II. Abdülhamid’in vatansever bir lider olduğunu ve ülkesinin çıkarlarını koruma amacıyla çaba gösterdiğini belirtmiştir.

Gayret ve Adalet: Nursi, II. Abdülhamid’in adaleti sağlama ve ülkenin çıkarları için gayret gösterme konusundaki çabalarını takdir etmiştir.

@@@@@@

Abdülhamid kendi zamanında en çok hangi konularda eleştirilmiştir

Abdülhamid, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşamış ve 33 yıl boyunca saltanat sürmüştür. Abdülhamid’in yönetimi hem içeriden hem de dışarıdan pek çok eleştiriye maruz kalmıştır. Abdülhamid’in en çok eleştirildiği konular şunlardır:

İstibdat: Abdülhamid, 1876 yılında tahta çıktığında, I. Meşrutiyet’i ilan etmiş ve anayasal bir rejim vaat etmiştir. Ancak 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından, Meclis-i Mebusan’ı kapatmış ve anayasayı askıya almıştır. Bundan sonra, Abdülhamid, mutlak bir otoriteyle ülkeyi yönetmeye başlamıştır. Bu durum hem meşrutiyet yanlısı muhaliflerin hem de Avrupa devletlerinin tepkisini çekmiştir. Abdülhamid, istibdat rejimini korumak için, hafiye teşkilatı kurmuş, basını sansürlemiş ve muhalifleri sürgün etmiş veya idam ettirmiştir.

Toprak kayıpları: Abdülhamid’in saltanatı süresince, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları büyük ölçüde azalmıştır. Balkanlar’da, Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını ilan etmiş, Bulgaristan Prensliği kurulmuş ve Doğu Rumeli ile birleşmiştir. Girit adası Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Arnavutluk’ta milliyetçi hareketler başlamıştır. Avusturya-Macaristan Bosna-Hersek’i işgal etmiştir. Kafkasya’da Rusya’ya toprak kaybedilmiştir. Kıbrıs adası İngiltere’ye kiralanmıştır. Tunus Fransa tarafından işgal edilmiştir. Mısır ve Sudan İngiltere tarafından işgal edilmiştir. Habeşistan bağımsızlığını kazanmıştır. Kuveyt özerkliğini ilan etmiştir.12

Ermeni Sorunu: Abdülhamid’in saltanatının son yıllarında, Ermeni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde çeşitli olaylar yaşanmıştır. Ermeniler, Osmanlı yönetiminden ayrılmak ve bağımsız bir devlet kurmak istemişlerdir. Bu amaçla, Ermeni Devrimci Federasyonu gibi örgütler kurmuş ve silahlı eylemler gerçekleştirmişlerdir. Abdülhamid ise, Ermeni isyanlarını bastırmak için sert önlemler almış ve Ermenilerin katledilmesine göz yummuştur. Bu durum hem Ermenilerin hem de Avrupa devletlerinin Abdülhamid’e karşı nefretini artırmıştır.12

Düyun-u Umumiye: Abdülhamid’in saltanatının başlarında, Osmanlı İmparatorluğu büyük bir borç batağı içindeydi. 1875 yılında devlet iflasını ilan etti. 1881 yılında ise Düyun-u Umumiye adında bir kurum oluşturuldu. Bu kurum, Osmanlı’nın gelir kaynaklarının bir kısmını denetleyerek borçların ödenmesini sağlamakla görevliydi. Ancak bu kurumun yönetimi Avrupalılara verildiği için, Osmanlı’nın egemenliği zedelendi ve ekonomik bağımsızlığı kayboldu.

#####₺₺₺

Abdülhamid kendi zamanında en çok hangi konularda eleştirilmiştir

II. Abdülhamid’in saltanatı (1876-1909) boyunca birçok konuda eleştirilmiştir. İşte bazı önemli eleştiri konuları:

Meşrutiyetin İhlali: Abdülhamid, 1876’da ilan edilen I. Meşrutiyet’i askıya alarak, mutlak monarşiye dönüşünü sağladı. Bu, halk arasında büyük bir eleştiri konusu oldu.

Baskıcı Yönetim: II. Abdülhamid döneminde sansür ve casusluk sistemleri güçlendirildi. Bu, basın özgürlüğünün kısıtlanmasına ve muhaliflerin susturulmasına yol açtı.

İslamcılık ve Pan-İslamizm: Abdülhamid’in İslamcı politikaları ve Pan-İslamizm fikirleri, bazı çevreler tarafından eleştirildi. Bu politikalar, Osmanlı İmparatorluğu’nu diğer İslam ülkeleri arasında lider olarak göstermeyi amaçlıyordu, ancak bazıları bunu Osmanlı İmparatorluğu’nun iç sorunlarını çözmek yerine dış meselelere odaklanmak olarak eleştirdi.

Ekonomik Sorunlar: Abdülhamid döneminde ekonomik sorunlar yaşandı. Vergiler artırıldı ve büyük projeler için yabancı borçlar alındı. Bu, ekonomik istikrarsızlığa ve yoksulluğa yol açtı.

Modernleşme ve Reformlar: II. Abdülhamid, bazı modernleşme çabalarına rağmen, reformları yavaş bir şekilde uyguladığı için eleştirildi. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer büyük güçlere karşı gerilemesine neden oldu.

Bu eleştiriler, II. Abdülhamid’in dönemindeki yönetim tarzı ve politikalarıyla ilgiliydiler ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zorlu bir döneminden geçtiği bir dönemde ortaya çıktı.

@@@@@@#

Abdülhamid Han en çok kimler tarafından eleştirildi

Abdülhamid Han, 1876-1909 yılları arasında Osmanlı padişahı ve halifesi olarak uzun ve zorlu bir dönemde hüküm sürmüştür. Abdülhamid Han’ın yönetimi hem içeriden hem de dışarıdan pek çok eleştiriye maruz kalmıştır. Abdülhamid Han’ı en çok eleştirenler şunlardır:

Meşrutiyet yanlıları: Abdülhamid Han, tahta çıktığında meşrutiyet ilan etmiş, ancak kısa süre sonra anayasayı askıya almış ve meclisi kapatmıştır. Bu durum, meşrutiyet yanlısı siyasetçiler, aydınlar, subaylar ve örgütler tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Meşrutiyet yanlıları, Abdülhamid Han’ı istibdatçı, gerici, baskıcı ve yolsuzlukla suçlamış, onun devrilmesi için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Meşrutiyet yanlıları, 1908 yılında Jön Türk Devrimi’ni gerçekleştirerek Abdülhamid Han’ın yetkilerini kısıtlamış ve 1909 yılında da onu tahttan indirmişlerdir.12

Avrupa devletleri: Abdülhamid Han, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü korumak için Avrupa devletleriyle mücadele etmiştir. Ancak Avrupa devletleri, Osmanlı’nın zayıflamasından yararlanarak Balkanlar’da, Kafkasya’da, Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da Osmanlı topraklarını işgal etmiş veya elinden almışlardır. Avrupa devletleri, Abdülhamid Han’ı geri kalmışlıkla, despotlukla, insan hakları ihlalleriyle ve Ermeni katliamıyla itham etmiş, onun yönetimine müdahale etmeye çalışmışlardır.12

Ermeniler: Abdülhamid Han’ın saltanatının son yıllarında Ermeni sorunu önemli bir mesele haline gelmiştir. Ermeniler, Osmanlı yönetiminden ayrılmak ve bağımsız bir devlet kurmak istemişlerdir. Bu amaçla Ermeni Devrimci Federasyonu gibi örgütler kurmuş ve silahlı eylemler gerçekleştirmişlerdir. Abdülhamid Han ise Ermeni isyanlarını bastırmak için sert önlemler almış ve Ermenilerin katledilmesine göz yummuştur. Bu durum Ermenilerin Abdülhamid Han’a karşı nefretini artırmış ve onu “Kızıl Sultan” olarak adlandırmalarına neden olmuştur.12

########₺

II. Abdülhamid Han’ın hükümeti döneminde birçok farklı kesim tarafından eleştirildi. İşte bu eleştirileri yapan bazı gruplar:

Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti: Bu siyasi örgüt, Abdülhamid’in despotik yönetimini eleştirip daha liberal bir yönetim talep ediyordu. II. Meşrutiyet’in ilanına öncülük ettiler.

Muhalefet Partileri: Abdülhamid döneminde farklı siyasi partiler ve gruplar meydana geldi. Bu partiler, hükümetin politikalarını eleştiriyor ve reformları savunuyordu.

Yabancı Devletler: Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflığını kullanarak çeşitli müdahalelerde bulunan yabancı devletler, Abdülhamid’in dış politikasını eleştirdi.

Entelektüeller ve Aydınlar: Dönemin aydınları, Abdülhamid’in sansür ve baskı politikalarını eleştiriyor, özgürlük ve adalet talep ediyorlardı.

Azınlık Gruplar: Osmanlı İmparatorluğu’ndaki azınlık gruplar, özellikle Ermeniler ve Rumlar, Abdülhamid’in yönetimini dini ve etnik ayrımcılıkla eleştiriyordu.

Bu gruplar, farklı nedenlerle II. Abdülhamid’i eleştirdi ve dönemin siyasi karmaşıklığını yansıttı.




Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda sabataistlerin rolü var mıdır

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda sabataistlerin rolü var mıdır


Sabataistler, 17. yüzyılda Yahudi Mesih olduğunu iddia eden Sabatay Sevi’nin takipçileri olan ve daha sonra zorla İslam’a dönen bir grup kripto Yahudiydi. Sabataistler, gizlice Yahudiliğe yakın kaldılar ve bazıları Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasi ve ekonomik etkiye sahip oldular.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Sabataistlerin rolü tartışmalı bir konudur. Bazı kaynaklar, Jön Türk hareketinin önde gelen birkaç üyesinin Sabataist kökenli olduğunu ve Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertmeye çalıştıklarını iddia eder1. Bu kaynaklara göre, Sabataistler, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı suikast planlayan ve daha sonra idam edilen Mehmed Cavid Bey gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucu üyeleri arasındaydı.

Ancak, bu iddiaların kanıtlanması zordur ve bazı tarihçiler tarafından reddedilir. Bu tarihçilere göre, Sabataistlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda rolü yoktur veya çok azdır. Onlara göre, Sabataistler, Osmanlı İmparatorluğu’nda asimile olmuş ve Yahudi kimliklerini kaybetmiş bir grup insan olarak görülmelidir. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, sadece bir grubun değil, tüm milletin ortak çabası ve fedakarlığı sonucunda gerçekleşmiştir.

Sabataycılık –
Cumhuriyet’in kuruluşunda hekimlerin rolü – Aydınlık
Bandırma Gemi Müzesi | Kültür Portalı

####₺₺₺₺

sabataistlerin Türkiye’deki etki ve gücü nedir

Sabataistler, 17. yüzyılda Yahudi Mesih olduğunu iddia eden Sabatay Sevi’nin takipçileri olan ve daha sonra zorla İslam’a dönen bir grup kripto Yahudiydi1. Sabataistler, gizlice Yahudiliğe yakın kaldılar ve bazıları Osmanlı İmparatorluğu’nda siyasi ve ekonomik etkiye sahip oldular1.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, Sabataistlerin bazı önemli devlet adamları arasında yer aldığı iddia edilir. Örneğin, Sened-i İttifak’ın imzacılarından biri olan Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın Sabataist kökenli olduğu söylenir1. Ayrıca, Jön Türk hareketinin önde gelen isimlerinden Talat Paşa, Cemal Paşa ve Dr. Nazım Bey’in de Sabataist oldukları ileri sürülür.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da Sabataistlerin rolü olduğu iddia edilen kişiler vardır. Bunlardan biri, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı suikast planlayan ve daha sonra idam edilen Mehmed Cavid Bey’dir1. Bir diğeri ise, Türk Kurtuluş Savaşı’nda önemli görevler üstlenen ve daha sonra Türkiye’nin ilk başbakanı olan İsmet İnönü’dür.

Ancak, bu iddiaların kanıtlanması zordur ve bazı tarihçiler tarafından reddedilir. Bu tarihçilere göre, Sabataistlerin Türkiye’deki etki ve gücü abartılır veya yalanlanır. Onlara göre, Sabataistler, Osmanlı İmparatorluğu’nda asimile olmuş ve Yahudi kimliklerini kaybetmiş bir grup insan olarak görülmelidir. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, sadece bir grubun değil, tüm milletin ortak çabası ve fedakarlığı sonucunda gerçekleşmiştir.

Sabataycılık –
Cumhuriyet’in kuruluşunda hekimlerin rolü – Aydınlık
Türk Kurtuluş Savaşı –

#₺₺

Türkiye’yi sabataistler kurdu.

https://www.instagram.com/reel/Cwn2_UKNZBg/?igshid=ODk2MDJkZDc2Zg==




ÜMİTVARIM ANCAK TEDİRGİNİM

ÜMİTVARIM ANCAK TEDİRGİNİM

 

Türkiye bir çok alanda atağa kalktı.
Özellikle askeri ve teknolojik alanlarda.
Bunların devam edip sürdürülebilir olması için önüne takozların konulmaması ve desteklenmesi gerekir
Neden tedirginim?
Bunca gelişmeler görülür ve yaşanır iken bu milletin kanını taşımayanlarca hafife alınmaya, önemsizleştirip hatta engellemeye çalışılmaktadır.
Geçmişte olduğu gibi.
Kısır zihniyetli, kökü bereketsiz, kabir kaçkını kişilerin varlığı azımsanmayacak bir yekûn teşkil etmektedir.
Ümitsiz değiliz ancak bu gelişmeleri kendilerine emanet edecek yönetimde, eğitimde, ARGE-sinde ve yatırımında kısaca bir çok alanda sahiplenerek kalbi imanla, aklı fen ilimleriyle aydınlanmış gençlere ihtiyaç var.
Bunca gelişmelere rağmen bu milletin baş örtüsüyle uğraşan kabir kaçkını ve hortlaklar ve de onları destekleyip sahiplenecek insanlar var.
Hala Ayasofya’yı müzeye çevirme sevdalıları mevcut.
Bunca askeri gelişmelere, bunca hastanelere, bunca camilere vesaire ne gerek var diyecek kısır zihniyetli insanlar var.
İktidar değişiminde eski günlere dönmeyi arzu eden çok insan var.
Bu inanç ve yasayışta olduğu gibi, maddi ve teknolojik gelişmelerde de söz konusu olmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu durum görüldü ve tedirginliği mi dile getirdim.[1]
Sırf kör ve körleşmiş bir muhalefet adına.
Muhalefet edenler her alanda iktidarın ve hükümetin başarısızlığını, öyle ki devletin bile çökmesi uğruna arzu ediyorlar.
Tam bir ihanet.[2]
Sayın Erdoğan kendisinin 22 yılda yaptığını, 22 günde yok edip tersine çevirecek insanların bulunduğu tehlikesini mutlaka görüyor ve biliyordur.
O halde yaptıklarıyla beraber kendisinden sonra bunları devam ettirecek ekibi de şimdiden hazırlaması gerekiyor.
Bu millet yüz yıldır maddi ve manevi kendisini temsil etmeyen, hassasiyetini gözetmeyen kısır zihniyetli insanlardan çok çekti.
Yine o durumlara dönülür diye korkuyor ve tedirgin oluyorum.
Ümitsiz olmamakla birlikte…
Vatanı ve değerlerini midesi uğruna satacak ,patates ve soğana değişecek insanlar yok değil.
Sınandık ve gördük.
Korona ve deprem bile bizleri yeteri kadar uyandırıp da kendimize getiremedi.
Onca kayıplar yaşandığı halde.

O halde?

Haksız mıyım?

************  

 

Hayatta olan olaylar insanın içerisindeki gerçek yapıyı ve yapısını hatta karakterini ortaya çıkarıyor.

Tıpkı fakirken zengin olduğunda herkese yardım edeceğini söyleyen Salebe’nin, değil yardım etmek, zekât emri geldiği halde zekâtı vermemiştir.
İçindeki münafık yapıyı ortaya çıkarmıştır.
Olaylar kiminin münafıklığını gün yüzüne çıkarırken, kiminin de insaniyetini ortaya koyar.

 

MEHMET ÖZÇELİK

9-9-2023

[1] https://tesbitler.com/2023/05/28/cok-sevinemedim-durum-vahim/

[2] https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0hanet




6-7 Eylül olaylarının mahiyeti ve iç yüzü nedir

6-7 Eylül olaylarının mahiyeti ve iç yüzü nedir


6-7 Eylül olayları, 6 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da başlayan ve 7 Eylül’e kadar süren etnik temelli şiddet olaylarıdır. Bu olaylar, Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkların mülklerine ve işyerlerine saldırılmasıyla başlamıştır.

O dönemde Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusunda gerilim yaşanmaktaydı. Fakat asıl tetikleyici etken, başbakanlık konutuna yerleştirilen “Atatürk’e hakaret” şeklindeki bir casusluk olayı olmuştur. Bu casusluk haberi halk arasında yayıldıkça, Türk milliyetçiliği aleyhinde bir atmosfer oluşmuştu. Olayın sorumlusu olarak halk, azınlıkları ve özellikle Rumları göstermeye başlamıştır.

Saatler süren olaylarda, Türk milliyetçileri tarafından azınlıkların mülkleri yağmalanmış, işyerleri ateşe verilmiş ve saldırılarda çok sayıda kişi yaralanmıştır. Şehirdeki Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin üyeleri hedef alınmıştır. Olaylar sırasında polis ve askerler müdahale etmemiş, hatta bazı durumlarda saldırganları teşvik etmiştir.

Olaylar sonucunda on binlerce Rum, Ermeni ve Yahudi Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Mülklerine ve işyerlerine yapılan saldırılar sonucunda büyük miktarda maddi zarar yaşanmıştır.

Olaylar üzerindeki en büyük spekülasyon, devletin bu olayları kendi çıkarları doğrultusunda planladığı şeklindedir. Buna göre, hükümet 6-7 Eylül olaylarını, Kıbrıs konusunda Yunanistan’ı zor durumda bırakmak ve azınlıklara yönelik hoşgörüsüzlüğü kışkırtmak için organize etmiştir. Bu teori, o dönemde baskın olan anti-Avrupa ve milliyetçi politikaların bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Ancak 6-7 Eylül olayları hakkında tam bir netlik olmaması sebebiyle, olayların tam olarak nasıl başladığı ve kimler tarafından organize edildiği konusunda kesin bir bilgiye sahip olmak zordur. Bu olaylar, Türkiye’nin tarihindeki en karanlık ve utanç verici olaylardan biri olarak kabul edilir.

@######

6-7 Eylül olaylarını kimler ne için yaptı

6-7 Eylül olaylarını kimlerin ve ne için yaptığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Olayların nasıl başladığı ve kimler tarafından organize edildiği konusunda farklı teoriler ve spekülasyonlar bulunmaktadır.

Bazı iddialara göre, olayları devletin kışkırttığı ve yönlendirdiği düşünülmektedir. 1955 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusunda gerilim yaşanıyordu ve bu gerilim ortamı 6-7 Eylül olaylarının patlak vermesine zemin hazırlamış olabilir. Bu teoriye göre, olaylar azınlık toplumlarına karşı hoşgörüsüzlüğü artırmak ve Türk milliyetçiliğini yükseltmek amacıyla planlanmıştır.

Diğer bir teoriye göre ise, 6-7 Eylül olayları sokaktaki kalabalığın hükümet kontrolünde çılgınca saldırılar düzenlediği bir olaydır. Bu teoriye göre, hükümet, azınlıklara yönelik düşmanlık ve şiddeti kışkırtıcı bir atmosfer yaratmak istemiş olabilir.

Ancak kesin ve sağlam bilgilere dayanmadan 6-7 Eylül olaylarının kimler tarafından ve ne için yapıldığını söylemek doğru olmaz. Bu olaylar üzerindeki spekülasyonlar ve teoriler, çeşitli kaynakların ve tanıklıkların çalışmalarına dayanmaktadır. Olayların gerçek sebeplerini tespit etmek için daha derinlemesine araştırmalar yapılması gerekmektedir.

₺₺₺₺₺₺

6-7 Eylül olaylarıyla ne amaçlanmaya çalışıldı

6-7 Eylül olaylarının amacı hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Olayların gerçek sebepleri ve amacı tam olarak belirlenememiş olsa da bazı olası amaçlar şunlar olabilir:

1. Azınlıklara karşı hoşgörüyü azaltmak ve Türk milliyetçiliğini yükseltmek: Olaylar, azınlık toplumlarına yönelik düşmanlığı artırmak ve Türk milliyetçiliğini güçlendirmek amacıyla yapılmış olabilir. Olaylar sonucunda azınlıklara yönelik saldırılar gerçekleşti ve bu durum toplumda hoşgörüsüzlüğü artırdı.

2. Kıbrıs konusunda Yunanistan’a baskı yapmak: 1955 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusu nedeniyle gerilim yaşanıyordu. Olaylar, Yunanistan’ı baskı altında tutabilmek ve Kıbrıs konusunda Türkiye’nin lehine bir durum yaratmak amacıyla düzenlenmiş olabilir. Bu teoriye göre olaylar, Türkiye’nin Kıbrıs’ta daha etkin bir şekilde hareket etmesini sağlamak amacıyla yapılmış olabilir.

3. İç politikada farklı kesimleri sindirmek veya güç gösterisi yapmak: Olaylar, iç politikada baskı kurma veya hedeflenen kesimleri sindirme amacını taşıyor olabilir. Hükümet veya güç sahipleri, olaylar aracılığıyla kendi güçlerini göstermek veya muhalif veya farklı grupları bastırmak amacıyla olayları kışkırtmış olabilir.

Tüm bu teoriler ve amaçlar spekülatiftir ve kesinlikle doğruluğu kanıtlanmamıştır. Olayların gerçek amacını belirlemek için daha derinlemesine araştırmalar yapılması ve daha fazla bilgiye ulaşılması gerekmektedir.




İsmet İnönü döneminde dini yaşantıda ne gibi yasaklar getirdi

İsmet İnönü döneminde dini yaşantıda ne gibi yasaklar getirdi


İsmet İnönü döneminde dini yaşantıda bazı yasaklar ve kısıtlamalar getirilmiştir. Bu yasaklar ağırlıklı olarak dini eğitim, ibadet ve dini faaliyetler üzerinde etkili olmuştur. İşte İsmet İnönü döneminde getirilen bazı yasaklar:

Tekke ve zaviyelerin kapatılması: 1925 yılında çıkarılan bir yasayla tarikatlar ve benzeri dini kurumlar kapatılmıştır. Tekke ve zaviyelerin faaliyetleri durdurulmuş, cemaatlerin liderleri hapse atılmış veya sürgün edilmiştir.

Medreselerin kapatılması: 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması kararlaştırılmıştır. Bu durum, dini eğitimin resmi okullar üzerinden yapılmasını zorunlu kılmıştır.

Ezanın Türkçeleştirilmesi: 1932 yılında kabul edilen kanunla, ezanın Türkçe okunması zorunlu hale getirilmiştir. Bu, Arapça ezan okuyanların yaptıkları görevi Türkçe olarak yerine getirmelerini gerektirmiştir.

Kamusal alanda dini simge ve kıyafet yasakları: İnönü döneminde kamusal alanlarda dinin göstergesi olarak kabul edilen tespih, sarık, abide ve başörtüsü gibi dini simgelerin kullanımı kısıtlanmıştır. Bunun yanı sıra, açık saçık kıyafetlerin giyilmesi de yasaklanmıştır.

Cuma hutbelerinin kontrol altına alınması: Cumhuriyet dönemi boyunca İsmet İnönü liderliğindeki hükümetler, cuma hutbelerinin yazılmasında ve okunmasında sıkı bir kontrol uygulamıştır. Hutbeler, İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenen konulara uygun olarak hazırlanıp okunması zorunlu hale getirilmiştir.

Bu yasak ve kısıtlamalar dönemin laiklik politikalarına dayanmaktadır. İsmet İnönü ve dönemin liderleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak kurulmasını ve dini yaşantının kamusal alanda sınırlanmasını amaçlamıştır. Ancak bu uygulamalar, dini yaşantıyı sınırlayarak toplumsal tepkilere yol açmış ve bazı kesimlerin dini özgürlük taleplerine neden olmuştur.

@@@@@@@#

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Mustafa Kemal döneminde dini yaşantıda ne gibi yasaklar getirildi

Mustafa Kemal Atatürk döneminde cumhuriyetin kuruluşu sonrasında bazı dini yaşantılar yasaklandı veya kısıtlandı. Bunlar arasında şunlar yer alır:

Şeriat yasalarının kaldırılması: Türkiye, 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılmasını ve şeriat yasalarının laik olarak değiştirilmesini sağladı. Bu durum, dini yaşantının devlet işlerine müdahalesini ve dini eğitim kurumlarının devlet kontrolü altına alınmasını amaçlıyordu.

Tekke ve zaviyelerin kapatılması: Şeyhlerin ve tarikat liderlerinin faaliyet gösterdiği tekke ve zaviyeler, devletin kontrolü altına alınmak veya kapatılmak suretiyle tasfiye edildi. Bu uygulama, tarikatlar ve dervişlik pratiklerine karşıydı ve dini hayatı devlete bağımlı hale getirmeyi amaçlıyordu.

Din eğitiminde değişiklikler: Laik ve modern bir eğitim sistemi kurmak amacıyla, İlk ve Ortaöğretim Talim ve Terbiye Kanunu gibi yasalarla dini içerikli eğitim programları değiştirildi. Din dersleri anayasaya göre seçmeli hale getirildi ve devlet okullarındaki din derslerinin içeriği laikleştirildi.

Şapka kanunu: 1925 yılında kabul edilen Şapka Kanunu, türban ve diğer geleneksel baş örtülerinin kullanımını yasakladı. Bu kanunla Türk erkekleri ve kadınları devlet binalarında ve resmî törenlerde batılı tarzda şapkalar giymeye zorlandı.

Ezanın Türkçeleştirilmesi: Ezanın Türkçe olarak okunması kararı, 1932 yılında kabul edildi. Bu uygulama, İslam’ın Arapça diline bağlılığını kırmak amacıyla gerçekleşti.

Bu reformlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün dinin siyasi alana müdahalesini sınırlamak ve Türkiye’nin modernleşme sürecine hız kazandırmak amacıyla başlattığı laikleşme politikalarının bir parçasıydı.




TÜRKİYE VE DÜNYADA DENGE

Türkiye’deki ekolojik dengeyi bozan sebepler nelerdir


Türkiye’deki ekolojik dengeyi bozan sebepler şunlar olabilir:

1. Orman tahribatı: Ormanların tahrip edilmesi, kesilmesi ve yangınlar sonucunda ekosistemlerin dengeleri bozulur. Ormanların azalması, erozyon, toprak kaybı, su kaynaklarının azalması gibi sorunlara yol açar.

2. Kıyı alanlarının tahribi: Kıyı bölgelerindeki yapılaşma, turizm faaliyetleri, plansız balıkçılık ve sanayi atıkları gibi etkenler, kıyı ekosistemlerinin dengesini bozar. Denizel ekosistemlerde yaşayan canlıların yaşam alanları tahrip olup, biyolojik çeşitlilik azalır.

3. Su kaynaklarının kirlenmesi: Endüstriyel atıklar, tarım ilaçları, evsel atıklar ve sanayi atıkları gibi faktörler, içme suyu kaynaklarının kirlenmesine sebep olur. Kirli su kaynakları, hem sucul ekosistemleri hem de insan sağlığını olumsuz etkiler.

4. Tarım faaliyetleri: Aşırı tarım ilaçları kullanımı, aşırı gübreleme ve su kaynaklarının yanlış kullanımı, tarım faaliyetlerinin dengesini bozar. Toprağın verimliliği azalır, tarımsal alanlarda biyolojik çeşitlilik ve doğal denge bozulur.

5. Hava kirliliği: Sanayi faaliyetleri, fosil yakıt kullanımı, araç emisyonları ve yanlış enerji kullanımı, hava kirliliğine sebep olur. Hava kirliliği, bitki örtüsüne zarar verir ve insanların soluduğu havanın kalitesini düşürür.

6. Doğal yaşam alanlarının yok edilmesi: Kentsel genişleme, altyapı inşaatları, turizm tesisleri gibi faktörler, doğal yaşam alanlarının yok olmasına yol açar. Bu durum, çok sayıda türün neslinin tükenmesine ve ekosistemlerin dengesinin bozulmasına sebep olur.

7. İklim değişikliği: Fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma gibi faktörler, iklim değişikliğine sebep olur. İklim değişikliği, tarımsal verimlilik, su kaynakları, biyolojik çeşitlilik gibi birçok ekosistem bileşenini etkiler ve ekolojik dengeyi bozar.

Bu sebeplerin yanı sıra, plansız kentleşme, aşırı tüketim, atık yönetimsizliği gibi faktörler de Türkiye’deki ekolojik dengeyi bozan etkenler arasında yer alabilir.

@@@###

Dünyadaki ekolojik dengeyi bozan sebepler nelerdir

Dünyadaki ekolojik dengeyi bozan sebepler şunlar olabilir:

1. İklim değişikliği: Fosil yakıtların kullanımı, ormansızlaşma ve sanayi faaliyetleri gibi etkenler, sera gazı emisyonlarını artırarak iklim değişikliğine yol açar. Artan sıcaklık, deniz seviyesi yükselmesi, daha sık ve şiddetli doğal afetler gibi etkiler, ekosistemleri olumsuz etkiler.

2. Orman tahribatı: Ormanların kesilmesi, tarım alanları açmak, tahıl ve et üretimi için ormansızlaşma gibi nedenlerle gerçekleşir. Ormanların tahribi, biyolojik çeşitliliği azaltır, toprak erozyonunu artırır ve iklim değişikliği sorununu daha da kötüleştirir.

3. Su kaynaklarının tükenmesi: Aşırı su kullanımı, barajlar ve göllerin kuruması, suyu kirleten sanayi atıkları ve tarım ilaçlarının kullanımı gibi nedenlerle su kaynakları azalır. Azalan su kaynakları, ekosistemlerin yaşaması için gerekli olan su döngüsünü etkiler.

4. Biyolojik çeşitlilik kaybı: Habitat tahribatı, iklim değişikliği, kirlilik, istilacı türler ve aşırı avlanma gibi sebeplerle biyolojik çeşitlilik azalır. Farklı türlerin yok olması, ekosistemlerin dengesini bozar ve gelecek nesiller için ciddi tehlikeler oluşturur.

5. Kirlilik: Hava, su ve toprak kirliliği, endüstriyel aktiviteler, fosil yakıt kullanımı, tarım ilaçları, plastik atıklar ve diğer insan faaliyetleriyle artar. Kirlilik, ekosistemlerin sağlığını etkiler, solunum yolları hastalıklarına neden olur ve suların içilemez hale gelmesine yol açar.

6. Aşırı tüketim: Kaynakların tükenmesine yol açan aşırı tüketim, ekosistemleri ve doğal kaynakları olumsuz etkiler. Aşırı avlanma, aşırı balıkçılık, aşırı ormansızlaşma gibi etkenler, ekolojik dengenin bozulmasına katkıda bulunur.

7. Plastik kirliliği: Plastik kullanımının artması ve plastik atıkların doğada uzun süreli kalabilmesi, ekosistemlere zarar verir. Deniz ve okyanuslardaki plastik kirliliği, deniz canlılarının yaşamını tehdit eder ve ekolojik dengeyi etkiler.

Bu liste, dünyadaki ekolojik dengeyi bozan sebeplerin bazılarını içermekte olup, daha birçok etken bulunmaktadır.

#####₺₺

Dünyadaki ekolojik dengeyi korumak için neler yapılabilir

Dünyadaki ekolojik dengeyi korumak için aşağıdaki adımlar atılabilir:

1. Sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş yapmak: Fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerji kaynaklarına, örneğin güneş, rüzgar, hidroelektrik ve jeotermal enerjiye yönelmek, sera gazı emisyonlarını azaltarak iklim değişikliğiyle mücadele etmekte önemlidir.

2. Ormanları korumak ve yeniden ağaçlandırmak: Orman tahribatını engellemek için ormansızlaşmayı durdurmak ve mevcut ormanları korumak gerekir. Aynı zamanda ağaçlandırma projeleri yoluyla yeni orman alanları oluşturulmalıdır.

3. Su kaynaklarını yönetmek: Suyu verimli bir şekilde kullanmak için su tasarrufu sağlayan önlemler alınmalı ve su kaynaklarının korunması için bilinçli şekilde hareket edilmelidir. Ayrıca suyun temizliği ve sürdürülebilirliği için kirlilik kaynakları kontrol altına alınmalıdır.

4. Biyolojik çeşitliliği korumak: Biyolojik çeşitlilik kaybını önlemek için habitatların korunması önemlidir. Milli parklar ve koruma alanları oluşturularak türlerin korunması sağlanmalı ve başta yasadışı avlanma olmak üzere zararlı faaliyetler engellenmelidir.

5. Kirliliği azaltmak: Endüstriyel tesisler, tarım faaliyetleri ve evsel atıkların çevreye verdiği kirliliği azaltmak için daha sürdürülebilir ve çevre dostu yöntemlere geçiş yapılmalıdır. Geri dönüşüm ve atık yönetimi, kirliliği azaltmada etkili yöntemlerdir.

6. Aşırı tüketimi azaltmak: Kaynakları daha etkin ve verimli kullanmak için aşırı tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmeli ve sürdürülebilir tüketim modellerine geçiş yapmalıyız. Daha uzun ömürlü ürünler satın almak, yeniden kullanım ve paylaşım ekonomisini desteklemek bu alanda yapılacak adımlardır.

7. Plastik kullanımını azaltmak: Plastik kullanımını sınırlamak ve alternatif çözümlere yönelmek, plastik kirliliğini azaltmak için önemlidir. Plastik poşet kullanımını engellemek, geri dönüşümü teşvik etmek ve plastik üretim ve tüketimine yönelik politikalar uygulamak bu alanda atılabilecek adımlardandır.

Bu adımların yanı sıra, eğitim, farkındalık artırma, sürdürülebilir politikaların ve uluslararası işbirliklerinin desteklenmesi gibi faktörler de ekolojik dengeyi korumada önemlidir.

######₺₺

Dünyanın sonunu getirecek maddi ve manevi yanlış ve olumsuzluklar nelerdir

Dünyanın sonunu getirebilecek maddi ve manevi yanlışlar ve olumsuzluklar şunlardır:

1. İklim değişikliği: Fosil yakıtların aşırı kullanımı, ormansızlaşma, enerji ve su kaynaklarının etkisiz kullanımı gibi etkenler iklim değişikliğine ve küresel ısınmaya zemin hazırlar. Bunun sonucunda aşırı hava olayları, deniz seviyesinin yükselmesi, toprak erozyonu gibi sorunlar ortaya çıkar.

2. Biyolojik çeşitlilik kaybı: Orman tahribatı, habitat kaybı, kirlilik, aşırı avlanma gibi faktörler biyolojik çeşitlilik kaybına yol açar. Bu da ekosistemlerin dengesini ve işlevselliğini bozar.

3. Su krizi: İnsan nüfusunun artması ve su kaynaklarının etkisiz kullanımı su kaynaklarının azalmasına ve kirletilmesine yol açar. Su krizi, suyun temizliği, tarım alanları, çevrenin ve tüm canlıların sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratır.

4. Kirlilik: Hava, su ve toprak kirliliği, endüstriyel atıklar, kimyasal üretim ve kullanım, plastik kirliliği gibi etkenler çevreye zarar verir. Kirlilik, doğal ekosistemlerin bozulmasına, canlıların hastalanmasına ve tüm ekosistemin zarar görmesine neden olan bir tehdit oluşturur.

5. Aşırı tüketim ve kaynak israfı: Kaynakların aşırı kullanımı, tüketimin artması ve israf edilmesi doğal kaynakların tükenmesine yol açar. Bu durum, ekonomik, sosyal ve çevresel açıdan sürdürülebilirliği zorlar ve gelecek nesillerin kaynaklardan yararlanmasını engeller.

6. Savaş ve çatışmalar: Savaşlar ve çatışmalar, doğal kaynakların kontrolü ve kullanımı için mücadele eden ülkeler arasında gerilime neden olur. Bu, ekosistemlere, tarım alanlarına, su kaynaklarına, insanlara ve diğer canlılara zarar verir.

7. İnsanların bilinçsizlik, ilgisizlik ve umursamazlık: İnsanların doğaya, çevreye ve diğer canlılara karşı bilinçsizlik ve ilgisizlikleri, doğal kaynakların tükenmesi, kirlilik, iklim değişikliği gibi sorunların önemini anlamamaları ekolojik dengeyi sürdürmeyi zorlaştırır.

Bu olumsuzlukların önlenmesi ve dünyanın geleceğini koruyabilmek için bilinçli hareket etmek, eğitim, sürdürülebilirlik odaklı politikaların uygulanması ve uluslararası işbirliği gibi çalışmalara ihtiyaç vardır.

@@@@@@@

Dünyadaki insanların maddi ve manevi huzurunun sağlanması için toplum olarak neler yapılmalıdır

Dünyadaki insanların maddi ve manevi huzurunun sağlanması için toplum olarak aşağıdaki adımlar atılmalıdır:

1. Eşitlik ve adalet: Toplumda herkesin eşit haklara ve fırsatlara sahip olduğu bir adalet sistemi oluşturulmalıdır. Etnik köken, cinsiyet, sosyal statü gibi ayrımcılık unsurlarının ortadan kalkması için aktif önlemler alınmalıdır.

2. Eğitim: Eğitim, insanların bireysel ve toplumsal olarak gelişmelerini sağlar. Eğitim sistemi, herkesin erişimine açık, kaliteli ve çağın gereksinimlerini karşılayacak şekilde güçlendirilmelidir. Eğitim, insanların bilinçli, eleştirel düşünebilen ve problem çözebilen bireyler olmalarını destekler.

3. Sağlık hizmetleri: İnsanların fiziksel ve ruhsal sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırılmalıdır. Sağlık hizmetleri dengeli olarak sunulmalı ve herkesin ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenlenmelidir.

4. Sosyal destek sistemleri: Toplumda güçsüz ve dezavantajlı gruplara yönelik sosyal destek sistemleri oluşturulmalıdır. Bu sistemler, yoksullara, engellilere, yaşlılara ve diğer dezavantajlı gruplara finansal, sağlık ve sosyal yardım sağlamayı amaçlar.

5. İnsan haklarına saygı: İnsan hakları evrensel bir kavramdır ve herkesin saygı görmesi gereken temel hakları vardır. İnsan haklarına saygı göstermek için bilinçlenmek, eğitmek ve hukuki önlemler almak önemlidir.

6. İletişim ve empati: İnsanlar arasında sağlıklı iletişim kurma becerisi ve empati yeteneği geliştirilmelidir. Empati, başkalarının duygularını anlamak ve aynı zamanda kendi eylemlerimizin başkaları üzerindeki etkilerini değerlendirebilmektir.

7. Sürdürülebilirlik: Doğal kaynaklar ve çevrenin sürdürülebilir şekilde kullanılması önemlidir. Ekolojik dengeyi korumak, gelecek nesillerin de kaynaklardan yararlanabilmesine olanak sağlar.

8. Toplumsal dayanışma ve işbirliği: Toplumda dayanışma ve işbirliği kültürünün geliştirilmesi, insanların birbirine destek olması ve ortak hedefler için birlikte çalışması önemlidir.

Bu adımların atılması, toplumun maddi ve manevi huzurunun sağlanmasına katkıda bulunur ve daha adil ve sürdürülebilir bir dünya için bir temel oluşturur.

@@@@@@##

Toplumlardaki ahlaki bakımdan çöküntü ne gibi zararlar ve yaralar açmaktadır

Toplumlardaki ahlaki bakımdan çöküntü, birçok zarar ve yara açmaktadır:

Güven erozyonu: Ahlaki değerlerin çökmesi, toplumda güvenin azalmasına yol açar. İnsanlar birbirlerine güvenemez hale gelir ve ilişkiler bozulur.

Yozlaşma: Ahlaki çöküntü, insanların dürüstlüğünü ve etik değerlerini kaybetmesine neden olur. Yozlaşma, yolsuzluk, haksız kazanç, sahtekarlık gibi olumsuz davranışların yaygınlaşması anlamına gelir.

Hoşgörüsüzlük: Ahlaki değerlerin kaybolması, toplumda hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın artmasına sebep olur. İnsanlar farklı düşüncelere, görüşlere ve yaşam tarzlarına tahammül edemezler.

Ahlaki değerlerin gerilemesi: Ahlaki çöküntü, toplumdaki ahlaki değerlerin gerilemesine yol açar. İnsanlar dürüstlük, saygı, sadakat gibi değerleri önemsememeye başlarlar.

Sosyal çatışmalar: Toplumdaki ahlaki bakımdan çöküntü, sosyal çatışmaların artmasına neden olur. İnsanlar arasındaki değer çatışmaları ve çekişmeler artar, toplumda huzur ve barış ortamı bozulur.

Değer kaybı: Ahlaki değerlerin ortadan kalkması, toplum için önemli olan değerlerin kaybolmasına neden olur. İnsanlar birbirlerine ve topluma olan sorumluluklarını yitirirler.

İletişim sorunları: Ahlaki çöküntü, toplumda iletişim sorunlarının artmasına sebep olur. Dürüstlük ve açık iletişim yerine, insanlar arasında manipülasyon, yalan ve yanlış bilgi yayma gibi sorunlar ortaya çıkar.

Toplumsal düzensizlik: Ahlaki değerlerin çökmesi, toplumsal düzenin bozulmasına neden olur. Yasaların çiğnenmesi, toplumdaki adalet duygusunun zedelenmesi ve suç oranlarının artması gibi sorunlar ortaya çıkar.

Değer eğrisinin değişmesi: Ahlaki çöküntü, toplumda değer eğrisinin değişmesine yol açar. Materyalizm, bencililik ve hırslılık gibi değerler daha ön planda olmaya başlar.

Toplumsal bölünmeler: Ahlaki bakımdan çöküntü, toplumda ayrışmaların ve bölünmelerin ortaya çıkmasına sebep olur. İnsanlar arasındaki farklılıkların vurgulanması ve ahlaki değerlerin paylaşılmaması toplumsal birliği bozar.

&&&&&&&&

Dünyada ahlaki olarak en çok hangi alanlarda bozulmalar yaşanmaktadır

Dünyada ahlaki olarak en çok bozulmalar yaşanan alanlar şunlardır:

Etik dışı iş uygulamaları: İş dünyasında, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık gibi etik dışı uygulamalar yaygındır. Kurumların kar hırsı nedeniyle ahlaki ilkelerden uzaklaşması, haksız rekabet ve dürüstlük ihlallerine neden olur.

Siyaset ve yönetim: Siyaset dünyasında ahlaki bozulmalar sıkça yaşanır. Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma gibi etik dışı davranışlar siyasetçiler ve kamu görevlileri arasında yaygındır. Bu durum, halkın güvenini zedeler ve adaletin sağlanmasını etkiler.

Medya manipülasyonu: Medya, haberleri doğru, tarafsız ve objektif bir şekilde sunma sorumluluğuna sahiptir. Ancak, reklamcılık, siyasi baskılar, manipülasyon gibi etik dışı uygulamalar nedeniyle medya güvenilirliğini kaybedebilir. Bilgiye erişimin önemli olduğu günümüzde, doğru habere ulaşmak güçleşir.

Teknoloji kullanımı: Teknolojinin gelişmesiyle birlikte, ahlaki bozulmalar da artmıştır. İnternet üzerindeki siber suçlar, kişisel verilerin kötüye kullanımı, siber saldırılar gibi etik dışı davranışlar yaygındır. Ayrıca, sosyal medya kullanımıyla da nefret söylemi, düşmanlık, insanların mahremiyetinin ihlali gibi ahlaki sorunlar ortaya çıkar.

Çevre ve sürdürülebilirlik: Doğa tahribatı, çevre kirliliği, aşırı tüketim gibi ahlaki sorunlar, sürdürülebilirlik ilkesinin ihlali anlamına gelir. Doğal kaynakları aşırı kullanma veya atıkları doğru şekilde bertaraf etmeme gibi davranışlar, gelecek nesillerin yaşam hakkını ihlal eder.

Bu alanlardaki ahlaki bozulmalar, toplumun değerlerine ve adalet anlayışına zarar vererek, sosyal ve ekonomik sorunlara yol açabilir.

₺₺₺₺₺₺₺₺

Türkiye’de ahlaki olarak en çok hangi alanlarda bozulmalar yaşanmaktadır

Türkiye’de ahlaki olarak en çok bozulmalar yaşanan alanlar şunlardır:

Siyaset: Yolsuzluklar, rüşvet, adam kayırma gibi ahlaki olmayan davranışlar siyasi arenada sıkça karşılaşılan sorunlardır. Siyasetçilerin samimiyetsizlikleri, yanıltıcı söylemler, manipülasyon ve iftiralara başvurmaları da ahlaki açıdan endişe vericidir.

İş dünyası: Haksız rekabet, kar hırsı, müşteri haklarını ihlal etme ve çalışanların sömürülmesi gibi ahlaki olmayan uygulamalar iş dünyasında sıkça görülmektedir. İşadamlarının etik dışı davranışları, vergi kaçırma gibi yollarla haksız kazanç sağlamaya çalışmaları da ahlaki bozulmaların bir parçasıdır.

Eğitim sistemi: Sınav hileleri, kopya çekme, öğrencilerin notları üzerinde baskı yapma gibi ahlaki kurallara aykırı davranışlar eğitim sisteminde yaygındır. Ayrıca, her türlü öğrenci başarısını ve yeteneklerini gereksiz yere ön plana çıkaran yanıltıcı değerlendirme sistemi, ahlaki açıdan endişe verici bir durumdur.

Medya: Yalan yanlış haberlerin yayılması, manipülasyon, sansür ve taraflı yayıncılık gibi ahlaki olmayan uygulamalar medya alanında sıkça görülmektedir. Türkiye’de medyanın tarafsız ve objektif olmaması, toplumsal ahlakın bozulmasına katkı sağlamaktadır.

Kamu kurumları: Haksız kaynak kullanımı, liyakata uygun olmayan atamalar, rüşvet, yolsuzluk ve adam kayırma gibi ahlaki sorunlar kamu kurumlarında sıkça görülen bozulmalardır. Bu durum, kamu hizmetlerinin kalitesini olumsuz etkilemektedir.

Bu alanlar sadece Türkiye’de değil, pek çok ülkede ahlaki bozulmanın yaşandığı alanlardır. Ancak, bu sorunların Türkiye’deki boyutu ve sıklığı toplumun genel ahlaki değerleri üzerinde endişe verici bir etki yaratmaktadır.

#######₺

Dünyada maneviyat açısından nereye doğru gitmektedir

Dünyada maneviyatın yönü insanlar arasında değişiklik gösterebilir. Ancak genel olarak maneviyat insanların yaşamlarında anlam ve amaç arayışında olduğu bir alandır.

Birçok insan, maneviyatı daha fazla ön plana çıkaran bir döneme doğru ilerlediğini düşünmektedir. Günümüzde, geleneksel dini inançlar ve pratiklerden daha bağımsız bir maneviyat anlayışı gelişmektedir. İnsanlar, bağlı oldukları dini kurumların öğretilerine sıkıca bağlı kalmak yerine, daha kişisel manevi yollar keşfetmeyi tercih etmektedir.

Aynı zamanda, insanların manevi açıdan daha içe dönük hale geldiği de görülmektedir. Birçok insan, meditasyon, yoga, mındfulness gibi uygulamalarla kendi iç dünyalarıyla daha fazla bağlantı kurma ihtiyacı duymaktadır. Maneviyatın kişisel gelişimle ilişkilendirildiği bu yaklaşım, insanların daha bilinçli ve bütünsel bir yaşam sürmesine olanak tanımaktadır.

Bununla birlikte, maneviyat açısından dünyanın diğer bir yöne de doğru gittiğini söyleyebiliriz. Birçok insan, modern yaşamın getirdiği stres, aşırı tüketim, yabancılaşma gibi sorunlardan kaynaklanan bir boşluğu hissetmektedir. Bu nedenle, birçok insan maneviyatı yeniden keşfetmeye çalışmakta ve daha derin anlamlar aramaktadır.

Sonuç olarak, dünyada maneviyat açısından farklı yönlerde bir ilerleme olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların maneviyatı daha kişisel ve içe dönük bir şekilde deneyimlemesi, aynı zamanda daha anlamlı bir hayat yaşama arayışı işaretleridir. Ancak, bu değişim süreci hala devam etmekte ve farklı kültürler ve bireyler arasında farklılık gösterebilir.

@@@@@##

Türkiyede maneviyat açısından nereye doğru gidilmektedir

Türkiye’de maneviyat açısından nereye doğru gidildiği konusu çok yönlüdür ve farklı görüşlere sahip olabilir. Bununla birlikte, bazı genel eğilimler aşağıda belirtilmiştir:

Dini Hassasiyetin Artması: Türkiye’de son yıllarda dini hassasiyetin arttığı görülmektedir. Özellikle İslami değerlere ve ibadetlere verilen önemde artış yaşanmaktadır. Bu, camilerin daha fazla ziyaret edilmesi, Ramazan ayında oruç tutma ve Kur’an-ı Kerim öğrenme gibi uygulamaların yaygınlaşması gibi şekillerde kendini göstermektedir.

Dinamik Bir Maneviyat: Türkiye’de maneviyat anlayışı giderek dinamik bir hâl almaktadır. Geleneksel dinî pratiklerin yanı sıra farklı manevi yönelimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, insanların manevi dünyalarına farklı kaynakları dahil etme ihtiyacı artmaktadır. Yoga, meditasyon, nefes teknikleri gibi doğu kökenli teknikler ve spiritüel hareketlerin popülerlik kazandığı görülmektedir.

Toplumsal ve Siyasi Mücadelelerle Gelen Maneviyat: Türkiye’de toplumsal ve siyasi mücadelelerin artması, birçok kişinin manevi öğelerle bağ kurma ihtiyacını tetiklemektedir. Bazı kişiler, haksızlığa karşı durma, adaleti savunma gibi değerleri ön planda tutarak manevi değerlerle birleştirmeyi tercih etmektedir.

Modernleşme ve Batılılaşma Etkisi: Türkiye’nin modernleşme süreci, maneviyat anlayışında da değişikliklere neden olmuştur. Batı kültürünün etkisiyle, dinî değerlerin geri plana düşebildiği ve daha seküler bir yaşam tarzının tercih edildiği durumlar görülebilir. Bununla birlikte, modernleşme sürecinin de dini uygulamaları ve manevi arayışları destekleyen yeni anlayışların ortaya çıkmasına olanak sağladığı da söylenebilir.

Maneviyatın Ticarileşmesi: Türkiye’de maneviyatın ticarileşmesi eğilimi de gözlemlenebilir. Dinî objelerin satışı, manevi kitaplar ve seminerlerin yaygınlaşması gibi ticari faaliyetler, manevi arayışların bir parçası haline gelmiştir. Bu, maneviyatın bazı kesimler tarafından daha yüzeysel ve tüketimci bir anlayışla ele alınmasına yol açabilir.

Bu noktalar, Türkiye’deki maneviyat anlayışıyla ilgili genel bir bakış sunmaktadır. Ancak, Türkiye’nin büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, maneviyatın farklı toplum kesimleri arasında farklı seviyelerde ve yönlere doğru gittiğini belirtmek gerekir.

@@@@@@@

Türkiye’de ve Dünya’da en çok işlenilen suçlar nelerdir

Türkiye’de ve dünyada en çok işlenen suçlar şunlar olabilir:

Hırsızlık: Ev, iş yeri veya araç hırsızlığı gibi malların çalınması.

Dolandırıcılık: İnternet üzerinden yapılan dolandırıcılık, sahtekarlık veya kredi kartı dolandırıcılığı gibi yöntemlerle insanların mağdur edilmesi.

Uyuşturucu kaçakçılığı: Uyuşturucu madde ticareti, dağıtımı veya kullanımı.

Cinayet: Bir kişinin kasıtlı olarak öldürülmesi.

Cinsel saldırı: Tecavüz, cinsel istismar veya cinsel taciz gibi suçlar.

Şiddet: Fiziksel veya psikolojik olarak bir kişiye zarar vermek veya tehdit etmek.

Soygun: Silahlı veya silahsız olarak bir kişinin veya kurumun üzerindeki değerli eşyaların gasp edilmesi.

Terörizm: Politik veya ideolojik amaçlarla sivil halka veya hükümetlere karşı şiddet eylemleri gerçekleştirilmesi.

Yolsuzluk: Kamu görevlileri tarafından rüşvet, ihaleye fesat karıştırma veya zimmete para geçirme gibi yasa dışı kazanç elde etme eylemleri.

Kaçakçılık: İnsan, hayvan veya malın yasa dışı yollarla sınırların ötesine geçirilmesi veya satılması.

#######

Dünyada en çok suçun işlendiği devletler hangileridir ve sebepleri nelerdir

Dünyada en çok suçun işlendiği devletler genellikle aşağıdaki sebeplerle suç oranının yüksek olduğu ülkelerdir:

Brezilya: Yoksulluk, uyuşturucu ticareti, yolsuzluk ve organize suç gruplarının yaygınlığı gibi faktörler suç oranını artırır.

Güney Afrika: Zayıf ekonomik koşullar, yolsuzluk, aşırı gelir eşitsizliği ve yasadışı uyuşturucu ticareti gibi sebeplerle suç oranı yüksek.

Meksika: Uyuşturucu kartelleri, yolsuzluk, yoksulluk ve rakip çeteler arasındaki şiddet suçu oranını artırır.

Kolombiya: Uyuşturucu kartelleri, gerilla grupları ve yolsuzluk suç oranını yükseltir.

Endonezya: Yoksulluk, yolsuzluk, organize suç grupları ve uyuşturucu ticareti gibi etmenler suç oranını artırır.

Venezuela: Zayıf ekonomik koşullar, yolsuzluk, kamu güvenliği sorunları ve uyuşturucu kaçakçılığı suç oranını yükseltir.

Honduras: Yoksulluk, yolsuzluk, uyuşturucu kaçakçılığı ve çete şiddeti gibi etmenler suç oranını artırır.

Her ülkede suç oranını etkileyen birçok faktör vardır ve bu faktörlerin birbirleriyle etkileşimi suç oranını değiştirebilir. Ekonomik koşullar, sosyal eşitsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, eğitim seviyesi, hükümetin etkisi, hukukun üstünlüğü, uyuşturucu ve silah ticareti gibi etmenler suç oranını etkileyen faktörler arasında yer alır.

########

Dünya Devletleri ve halkları Türkiye’ye nasıl bakmakta ve nasıl değerlendirmektedir? Öne çıkan bakışlar ve değerlendirmeler nelerdir

Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’yi farklı perspektiflere göre değerlendirebilir. İşte bazı öne çıkan bakışlar ve değerlendirmeler:

Stratejik Ortak: Türkiye, jeopolitik konumu ve NATO üyesi olması nedeniyle birçok ülke için önemli bir stratejik ortak olarak görülmektedir. Türkiye’nin bölgesel güç olma potansiyeli, Avrupa’ya enerji koridoru sağlama imkanı ve güçlü ekonomisi bu perspektifi destekleyen unsurlardır.

Güvenlik Sorunu: Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan çatışmalar ve terör tehditleri, bazı ülkelerin Türkiye’ye güvenlik kaygılarıyla bakmasına neden olabilir. Özellikle Suriye’deki iç savaş ve PKK ile mücadele bu bakışın temel nedenleridir.

İstikrar ve Demokrasi: Türkiye, laik bir demokrasi olması ve NATO üyesi olması nedeniyle bazı ülkeler tarafından bir model olarak görülebilir. Ancak son yıllarda yaşanan demokrasi ve insan hakları ihlalleri, bu bakışın bazı ülkelerde sorgulanmasına ve eleştiriye neden olmuştur.

Ekonomik Güç: Türkiye’nin büyüyen ekonomisi ve genç nüfusu, birçok ülkenin Türkiye’ye olumlu bir şekilde baktığı ve ekonomik işbirliği fırsatı olarak değerlendirdiği bir bakış açısına neden olmaktadır. Özellikle Afrika ve Orta Doğu ülkeleri ile işbirliği olanakları bu perspektifi destekler.

İnsan Hakları ve Özgürlükler: Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlalleri, basın özgürlüğü kısıtlamaları ve gazeteci tutuklamaları gibi konular, bazı ülkelerin Türkiye’ye eleştirel bakmasına neden olmuştur. İnsan hakları ve demokrasi endişeleri ile Türkiye’ye yönelik eleştiriler bu bakış açısını temsil eder.

Elbette, bu bakış açıları her ülke ve halk için değişebilir ve farklı boyutları bulunabilir. Genel olarak, Türkiye, jeopolitik konumu, büyüyen ekonomisi, terörle mücadelesi ve demokrasi sorunları gibi faktörlerle dünya devletleri ve halkları tarafından değerlendirilmekte ve bakılmaktadır.

@@@@@@

Dünya Devletleri ve halkları Türkiye’den neler bekleyip, neler istemektedirler

Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’den çeşitli beklentiler ve isteklerde bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:

Savaş ve terörle mücadele: Türkiye, Orta Doğu’da ve özellikle Suriye ve Irak gibi komşu ülkelerde süregelen savaş ve terör tehdidine karşı etkin bir şekilde mücadele etmektedir. Dolayısıyla, dünya devletleri ve halkları Türkiye’den, bölgedeki istikrarın sağlanması ve terörizme karşı ortak bir mücadele yürütülmesi konusunda elinden geleni yapmasını beklemektedir.

Sığınmacı ve mültecilerin korunması: Türkiye, son yıllarda Suriye’deki iç savaş nedeniyle büyük bir mülteci akınına maruz kalmıştır. Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’den mültecilere ev sahipliği yapmaya devam etmesini ve onların temel ihtiyaçlarını karşılamasını beklemektedir.

İnsan hakları ve demokratik standartların iyileştirilmesi: Türkiye’de son yıllarda insan hakları ihlallerinin arttığı ve demokratik standartların gerilediği iddiaları gündeme gelmiştir. Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’nin insan haklarına saygılı bir şekilde hareket etmesini ve demokratik değerleri güçlendirmesini istemektedir.

Ekonomik işbirliği ve yatırımlar: Türkiye, stratejik konumu ve genç nüfusuyla potansiyel bir ekonomik güç olarak görülmektedir. Dünya devletleri ve halkları, Türkiye’yle ekonomik işbirliğini artırmayı ve yatırımlar yapmayı beklemektedir.

Uluslararası ilişkilerde constructivist bir role sahip olması: Türkiye, birçok bölgesel ve uluslararası konuda aktif bir dış politika izleyen bir ülkedir. Türkiye’nin, bu rolüne uygun olarak, barışçıl ve yapıcı çözümler üretmeye çalışmasını ve bölgesel işbirliğine katkı sağlamasını beklemektedirler.

Elbette, bu beklenti ve istekler her ülkenin çıkarlarına, politikalarına ve önceliklerine bağlı olarak değişebilir. Ancak genel olarak, dünya devletleri ve halkları Türkiye’den istikrar, insan haklarına saygı, ekonomik işbirliği ve uluslararası konularda aktif bir rol beklemektedir.

@@@@@@

Batı dünyası Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl görmekte ve nasıl değerlendirip yorumlamaktadır

Batı dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği konusunda farklı görüşler bulunabilir. Bu konuda genel bir değerlendirme yapmak zor olsa da, bazı temel noktalar şunlar olabilir:

1. Çeşitli Görüşler: Batı’da Türkiye’nin İslam’ı temsil etme konusundaki görüşler geniş bir yelpazeye sahiptir. Kimileri Türkiye’yi daha ılımlı ve çağdaş bir İslam ülkesi olarak görürken, diğerleri ise Türkiye’deki siyasi ve dini değişimleri endişeyle izleyebilir.

2. Laiklik ve Demokrasi: Batı’da Türkiye, uzun süre laiklik ilkesi ve demokratik bir yapısıyla tanınmıştır. Ancak son yıllarda bazı eleştiriler, Türkiye’nin demokratik normlardan uzaklaştığını ve laiklik ilkesine zarar verdiğini öne sürmektedir.

3. Dış Politika: Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü ve dış politikadaki hamleleri, Batı ülkeleri tarafından farklı şekillerde yorumlanabilir. Özellikle Suriye, Libya ve diğer bölgelerdeki müdahaleleri, farklı Batı ülkeleri arasında farklı tepkilere yol açmıştır.

4. Ekonomi ve Ticaret: Türkiye’nin ekonomik gücü ve ticaret potansiyeli, Batı dünyasında dikkate alınır. Bu nedenle ekonomik ilişkiler de Türkiye’nin Batı’daki algısını etkileyebilir.

Sonuç olarak, Batı dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği karmaşık bir konudur ve farklı insanlar ve ülkeler farklı bakış açılarına sahip olabilir.

@@@@#@

İslam dünyası Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl görmekte ve nasıl değerlendirip yorumlamaktadır

İslam dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği konusunda da farklı görüşler bulunabilir. Bu görüşler, İslam dünyasının farklı bölgeleri ve toplulukları arasında değişebilir. İşte bazı temel noktalar:

1. Politika ve Liderlik: Türkiye, İslam dünyasında önemli bir ülke olarak kabul edilir ve bu nedenle bölgedeki politika ve liderlik konularında etkili bir oyuncu olarak görülür. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği, İslam dünyasında tartışma konusu olabilir.

2. İslami Gelenekler: Türkiye, hem Sünni hem de Şii Müslümanları barındıran bir coğrafyada bulunur. Bu nedenle Türkiye’nin İslam dünyasındaki rolü, İslam’ın farklı yorumlarını temsil ettiği şeklinde değerlendirilebilir.

3. Dış Politika: Türkiye’nin Ortadoğu’daki dış politika hamleleri, İslam dünyasında geniş bir yelpazede değerlendirmelere yol açabilir. Bazıları Türkiye’nin İslam ülkelerine yardım etme çabalarını olumlu bir şekilde değerlendirirken, diğerleri bu müdahaleleri eleştirebilir.

4. İslamcı Hareketler: Türkiye’de yükselen İslamcı hareketler, İslam dünyasındaki diğer topluluklar için bir ilham kaynağı olabilir. Ancak bu hareketler, İslam dünyasında da farklı yorumlara neden olabilir.

Sonuç olarak, İslam dünyasının Türkiye’nin İslam’ı temsilciliğini nasıl gördüğü ve değerlendirdiği karmaşık bir konudur ve bölgenin çeşitli dinamikleri ve tarihi faktörleri bu değerlendirmeleri etkiler. İslam dünyasının farklı bölgelerindeki insanlar ve topluluklar, Türkiye’yi farklı şekillerde yorumlayabilir.

###₺₺₺₺

Batı dünyasının Türkiye’den beklentileri nelerdir

Batı dünyasının Türkiye’den beklentileri, farklı ülkeler ve aktörler arasında değişebilir. Ancak genel olarak aşağıdaki bazı beklentiler öne çıkabilir:

1. Demokrasi ve İnsan Hakları: Batı dünyası, Türkiye’den demokratik ilkelere ve insan haklarına saygı göstermesini bekler. Özellikle ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve adalet sistemi gibi konular önemlidir.

2. Güvenlik ve İstikrar: Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak Batı dünyasının güvenliği için stratejik bir öneme sahiptir. Batılı ülkeler, Türkiye’den bölgedeki istikrarın korunması ve terörle mücadele konularında işbirliği yapmasını bekler.

3. Mülteci Krizi ve Göç: Türkiye, Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapması nedeniyle Batı dünyasının mülteci kriziyle başa çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Batı ülkeleri, Türkiye’den bu konuda destek ve işbirliği bekleyebilir.

4. Ekonomik İşbirliği: Türkiye’nin ekonomik gücü, Batı ülkeleriyle ticaret ve yatırım fırsatlarını artırma potansiyeli sunar. Batı, Türkiye ile ekonomik işbirliği ve serbest ticaret anlaşmalarını teşvik edebilir.

5. Dış Politika ve Bölgesel İşbirliği: Batı dünyası, Türkiye’nin dış politikasını ve bölgesel liderliğini yakından takip eder. Batılı ülkeler, Türkiye’den bölgesel istikrarı desteklemesini ve diğer ülkelerle işbirliği yapmasını bekler.

6. İklim Değişikliği ve Çevre Koruma: Batı dünyası, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelede sorumluluk almasını ve çevre koruma önlemlerini güçlendirmesini bekler.

Bu beklentiler, Batı dünyasının Türkiye ile olan ilişkilerini etkileyen önemli faktörlerdir. Ancak unutulmaması gereken şey, her Batı ülkesinin farklı önceliklere sahip olabileceği ve Türkiye ile ilişkilerinin karmaşıklığının bu beklentilere etki edebileceğidir.

@@@###

İslam dünyasının Türkiye’den beklentileri nelerdir

İslam dünyasının Türkiye’den beklentileri de farklı bölgeler, topluluklar ve aktörler arasında değişebilir. Ancak genel olarak aşağıdaki bazı beklentiler öne çıkabilir:

1. Liderlik ve İslam Birliği: Bazı İslam ülkeleri, Türkiye’den İslam dünyasının liderliğini üstlenmesini ve İslam ülkeleri arasında birlik ve dayanışma oluşturmasını bekleyebilir. Türkiye’nin İslam dünyasında daha etkili bir liderlik rolü oynaması talep edilebilir.

2. İnsan Hakları ve Adalet: İslam dünyasındaki birçok ülke, Türkiye’den insan haklarına ve adalet sistemine daha fazla saygı göstermesini bekler. Bu, iç politika ve dış politika kararlarını da içerebilir.

3. Filistin Sorunu ve Kudüs: Birçok İslam ülkesi, Türkiye’den Filistin halkının haklarını savunmasını ve Kudüs’ün İslam dünyası için kutsal bir şehir olarak korunmasını bekler. Türkiye’nin bu konuda aktif bir rol üstlenmesi talep edilebilir.

4. Suriye ve Diğer Bölgesel Sorunlar: İslam dünyası, Türkiye’den bölgesel sorunların çözümüne katkıda bulunmasını ve insani yardım sağlamasını bekleyebilir. Özellikle Suriye’deki iç savaşın sona erdirilmesi ve mülteci krizinin çözülmesi konularında Türkiye’den destek talep edilebilir.

5. İslam Kültürü ve Eğitim: Bazı İslam ülkeleri, Türkiye’den İslam kültürünü ve eğitimini daha fazla teşvik etmesini ve yaymasını bekleyebilir. İslam dünyasının tarihine ve kültürüne katkı sağlaması önemli olabilir.

6. İslamofobi ile Mücadele: İslam dünyası, Türkiye’den İslamofobi ile mücadelede aktif bir rol üstlenmesini ve İslam dünyasının temsilcisi olarak uluslararası platformlarda bu konuda konuşmasını bekleyebilir.

Bu beklentiler, İslam dünyasının Türkiye ile ilişkilerini etkileyen önemli faktörlerdir. Ancak unutulmaması gereken şey, her İslam ülkesinin farklı önceliklere sahip olabileceği ve Türkiye’nin bu beklentilere nasıl yanıt vereceğinin karmaşık bir konu olduğudur.

@@@@###

Gelecek yüz yıl içinde dünyayı bekleyen tehlike ve riskler nelerdir

Gelecek yüz yıl içinde dünyayı bekleyen tehlike ve riskler karmaşık ve çok yönlü olabilir. Bu riskler, çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir ve önemli olan bu risklere karşı önlem almak ve çözüm yolları bulmaktır. İşte gelecek yüz yıl içinde dünyayı bekleyen bazı önemli tehlike ve riskler:

1. İklim Değişikliği: İklim değişikliği, küresel ısınma, deniz seviyelerinin yükselmesi ve aşırı hava olayları gibi sorunlara neden olabilir. Bu, su kaynaklarına erişim, gıda üretimi, ekonomi ve göç gibi bir dizi sorunu tetikleyebilir.

2. Doğal Afetler: İklim değişikliği nedeniyle doğal afetlerin sıklığı ve şiddeti artabilir. Depremler, tsunamiler, kasırgalar ve orman yangınları gibi afetler, insanları ve ekonomileri tehdit edebilir.

3. Su Kıtlığı: Su kaynaklarının azalması ve su kıtlığı, birçok bölgede ciddi bir sorun haline gelebilir. Bu, içme suyu temini, tarım, sanayi ve enerji üretimi gibi alanlarda sorunlara yol açabilir.

4. Nüfus Artışı: Dünya nüfusunun artışı, gıda, su, enerji ve diğer kaynaklara olan talebi artırabilir. Bu, kaynakların sürdürülebilir şekilde yönetilmediği durumlarda sorunlara neden olabilir.

5. Teknolojik Tehditler: Yapay zeka, biyoteknoloji ve siber saldırılar gibi teknolojik riskler, gelecekteki güvenlik ve gizlilik sorunlarını artırabilir.

6. İnsan Hakları ve Sosyal Adaletsizlik: Sosyal eşitsizlik, insan hakları ihlalleri ve siyasi istikrarsızlık, dünya genelinde devam eden bir sorun olabilir. Bu, toplumsal huzursuzluğa ve çatışmalara neden olabilir.

7. Pandemiler: Pandemiler, bulaşıcı hastalıkların hızla yayılması sonucu küresel sağlık krizlerine yol açabilir. COVID-19 gibi olaylar, gelecekte de benzer riskler taşıyabilir.

8. Terörizm ve Güvenlik Tehditleri: Uluslararası terörizm ve siber güvenlik sorunları, dünya genelinde güvenliği tehdit edebilir.

9. Yeraltı Kaynakları: Madenler, enerji kaynakları ve su gibi yeraltı kaynaklarının tükenmesi veya kötü yönetilmesi, uluslararası çatışmalara yol açabilir.

Bu riskler, karmaşık ve birbirine bağlıdır ve dünya liderleri, bilim insanları ve toplumlar, bu sorunları ele almak ve çözümler üretmek için işbirliği yapmalıdır. Gelecek yüz yıl içinde bu risklere karşı hazırlıklı olmak ve sürdürülebilir çözümler bulmak, küresel bir öncelik olmalıdır.

######₺#₺

Dünya gelecek yüz yıl içerisinde maddi ve manevi alanda hangi konularda tedbirler almalıdır

Gelecek yüz yıl içinde dünya, hem maddi hem de manevi alanda bir dizi önlem almalıdır. Bu önlemler, sürdürülebilirlik, güvenlik, eşitlik ve insan hakları gibi temel değerlere dayalı olmalıdır. İşte bazı konular ve önlemler:

Maddi Alanda:

1. İklim Değişikliği: İklim değişikliği ile mücadele için sera gazı emisyonlarını azaltan politikaları teşvik etmek, temiz enerjiye yatırım yapmak ve sürdürülebilir tarım uygulamalarını teşvik etmek gibi önlemler alınmalıdır.

2. Su ve Gıda Güvenliği: Su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimi ve gıda üretiminin artırılması için tarımın verimliliği artırılmalıdır.

3. Sağlık Sistemi: Küresel sağlık sistemi, pandemilere ve bulaşıcı hastalıklara karşı daha iyi hazırlıklı olmalıdır.

4. Eğitim: Eğitim, insanların becerilerini geliştirmeleri ve fırsatlardan yararlanmaları için önemlidir. Eğitim erişimi ve kalitesi artırılmalıdır.

5. Teknoloji ve Veri Gizliliği: Teknolojik ilerlemelere ayak uydurmak ve veri gizliliğini korumak için düzenlemeler ve standartlar oluşturulmalıdır.

Manevi Alanda:

1. İnsan Hakları ve Adalet: İnsan haklarına saygı göstermek ve adil bir toplum oluşturmak için çaba harcanmalıdır.

2. Kültürel Çeşitlilik ve Tolerans: Kültürel çeşitliliği ve farklılıkları kutlamak, hoşgörüyü teşvik etmek ve ayrımcılığı önlemek önemlidir.

3. Barış ve Çatışma Çözümü: Diplomasi ve barışçıl çözüm yollarını teşvik etmek, çatışmaları önlemek veya çözmek için gereklidir.

4. Toplumsal Eşitlik: Cinsiyet eşitliği, gelir eşitsizliği ve diğer toplumsal eşitsizliklerle mücadele etmek için politikalar ve programlar geliştirilmelidir.

5. Ruhsal ve Zihinsel Sağlık: Ruhsal ve zihinsel sağlık hizmetlerine daha fazla erişim sağlamak ve bu konuda farkındalık yaratmak önemlidir.

Bu maddi ve manevi önlemler, dünyanın daha sürdürülebilir, adil ve güvenli bir gelecek inşa etmesine yardımcı olabilir. Küresel işbirliği ve liderlik, bu önlemlerin başarılı bir şekilde hayata geçirilmesinde kritik öneme sahiptir.

 




BENİ DUYDUN ALLAHIM

BENİ DUYDUN ALLAHIM

Tıpkı Hz. Ademi duyduğun gibi.

Hz. Eyyûb’u duydu ve O’na şifa verdi.

Hz. Yunus’u balığın karnındayken duydu, karanlıktan aydınlığa çıkardı.

Bunlar Kur’an-ı Kerim’den bizler için numunelerdir.

Yani böyle dua edin ve de duaya devam edin.

Zira o yasak meyveden yedikten sonra;

“…Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[1]

-Nuh Peygamberde 950 yıl boyunca anlatıp ancak 70 kadar kimsenin iman ettiği uzun tebliğ sonucunda dayanamamış ve beddua etmek zorunda kalmıştı;

“…Rabbim! Şüphesiz ben Sen’den hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum.”[2]

-“…Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!”[3]

-“Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helâkini arttır.”[4]

-Lup Peygamber livatacıların ahlaksızlığından sıkılmış, artık karısının da ortak olduğu bu dayanılmaz hal alan yüz kızartıcı durumda bardağı taşıran en son damla genç ve yakışıklı meleklerin insan suretinde gelişi olmuştu;

“Rabbim! Beni ve âilemi bunların yaptıklarından kurtar!”[5]

“…Ey Rabbim! Bozguncu, ortalığı fesada veren, bu kavme karşı bana yardım et.”[6]

-Tevhidin bayraktarlığını yapan ve babası put yapıp satan İbrahim Peygamber temiz soya sahip olmak için dua etmişti;

” Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle; ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!”[7]

-Yusuf Peygamber küçük yaşından itibaren ağır sınavlarla karşı karşıya kalmış ve bir iftira ile zindana atılmıştı;

“…Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bu kadınların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, ben onların sevdasına düşer, cahillerden olurum.”[8]

-Sabır kahramanı Eyyüb Peygamber malı, canı ve ailesiyle imtihan etmiş ve kazanmıştı;

“Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya suresi, 83)

-Şuayb Peygamberde arkasında kendisini destekleyip duyan Rabbisine iltica edip O’nun adaletine sığınıyordu;

“…Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”[9]

-Ümmetinin başına 9 bela gelip her seferinde de Allaha yalvarıp musibetin kalkmasını talep eden Musa Peygamber bunların onları zulümlerinden vaz geçirmediğini görmüş ve sonunda yine Allaha sığınmaktan başka çarenin olmadığını görüyordu.

“…Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla…”[10]

“…Rabbim! Beni zalimler gürûhundan kurtar.”[11]

-Balığın karnındaki Yunus Peygamberde kendisini ancak Allahın kurtaracağına ve duyacağına inanmış ve yalvarmıştı;

“…Sen’den başka ilâh yoktur. Sen her türlü kusurdan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum.”[12]

-Ve Peygamberimizde Allaha sığınıp tevekkül ediyordu;

“…Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O yüce Arş’ın sahibidir.”[13]

-Kendimizde tevbe ve istiğfar ile, dua ve teheccüd ile Rabbimizin bizi işittiğini göreceğiz.

Muztar yani zor durumda olan insanın samimi dua ve niyazı karşılığını mutlaka bulmaktadır.

O herkesi işiten ve cevap verendir.

Allah Kur’an’ı Kerim’de kendisini sürekli işiten ve gören olarak tavsif eder.

O gizliyi açığı, sesliyi fısıltıyı kısaca her şeyi işitendir.

İster kavli ister hali olsun.

İster karanlıkta ister aydınlıkta olsun.

Yeter ki o samimiyet ve teslimiyeti gösterelim.

“Allah’ın, hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan, Rabbinin izniyle her zaman meyve veren hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun? İnsanlar ibret alsın diye Allah onlara misal gösteriyor.”[14]

 

MEHMET ÖZÇELİK

4-9-2023

[1] A’râf Sûresi, 23.

[2] Hûd Sûresi, 47.

[3] Mü’minûn Sûresi, 26.

[4] Nûh Sûresi, 28.

[5] Şuarâ Sûresi, 169.

[6] Ankebût Sûresi, 30.

[7] İbrâhim Sûresi, 40.

[8] Yûsuf Sûresi, 33.

[9] A’râf Sûresi, 89.

[10] Kasas Sûresi, 16.

[11] Kasas Sûresi, 21.

[12] Enbiyâ Sûresi, 87.

[13] Tevbe Sûresi, 129. Bak. https://www.islamveihsan.com/peygamber-dualari.html

[14] İbrahim. 24,25.




İÇTEN VURULDUK

İÇTEN VURULDUK

Müslümanları asırlardır yurtlarından sürmeye çalışan haçlı zihniyeti, ödediği ağır bedellerle öğrendi ki;

Bu milleti ya içinden vurup birbirine kırdırmak veya daha da dehşetlisi yozlaştırıp kendi değerlerinden uzaklaştırarak, değersiz kılmaya çalışmak.
Batı bir asrı aşkın bir süredir bunu tatbik etmektedir.
“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.”
Burada mesele kırk çeşmeler değil, batıya yüzünü çevirmektir.

-Bugün Rusya ile Ukrayna’yı birbirine kırdırıp çarpıştıranlar, dünde bizi hem dini hem de tarihi bağlantımız olan kardeşlerimizde çarpıştırıp, birbirimizden kopardırlar.

Kanla beslenenler Ukrayna savaşına nasıl ara verir, sonlandırır. Afrika gibi büyük bir yerde yangın çıkardıktan, birilerini daha ateş çemberine çektikten sonra…

Ukrayna’nın Rusya’ya karşı kendisini her türlü korumaya çalışıp müdafaa etmesi hakkıdır.

Oyuna gelmedikçe ve oyunu gördüğü sürece.
Zira başta ABD ve Batı kendisini Rusya’ya karşı piyon ve yem olarak kullanmakta ve adeta savaşın bitmemesi için ateşe odun atılmaktadır.
Etrafa saçılan kıvılcımlarla başkaları da yakılmaya çalışılmakta ve adeta 3. Dünya savaşına adım adım götürülmektedir .
Her şey bir kıvılcım ve bir kurşuna bakmaktadır.
Tıpkı 1. Dünya savaşına sebep olan bir Sırplının bir kurşunu ile başlaması gibi.
Dünya bir yandan çok hakikatlere gebe iken, diğer yandan da bu düğümü engellemeye çalışan sancılı oyunlar sürmektedir.
Tıpkı firavunun gördüğü rüya üzerine mısırda doğan erkek çocuklarını öldürüp saltanatını korumaya çalarken, Allah onun saltanatını başına yıkıp boğacak çocuk Musa’yı bizzat onun sarayında besleyip büyüttü.
Asrın firavunları devrede.
Musa doğmasın diye büyük bir çabada.
Hesaplarını yaparlarken unuttukları bir şey var;
O da Allah’ın hesabı.
Hesap yapıp, fesatları bozan, hesap sahibi.

Münafık bir yapı olan Gülen’in fikir temeli İran, proje temeli İngiltere, fiiliyat ve destek ABD merkezlidir.

İran’ın takiyyesi, CIA’nın ajanlığı, MOSSAD’ın saha uygulaması, İngiltere’nin fikir babalığı vardır.
Bu ikinci bir Haşhaşı oluşum ve ikinci bir şah İsmail vakasıdır.
Bu yapı geleceğe yönelik bir yapı ve İslam dünyasını kontrol etme amaçlı bir istihbarat oluşumudur.[1]

-Ya bir Kripto Yahudi ve Mason yapılanması,[2] ya Atatürkçülük Maskesi ile soyulup talan edilen ülke haline getirilmesi,[3]  ya Teröristlerle yapılan iş birliği,[4] İhanetle devlet hazinelerini menfaati için boşaltma,[5] Lozan’da alınan gizli kararlar,[6] ile bu millet bütün çevresiyle, çepe çevre kuşatılmış.

İşte o itiraflardan bazıları;

 

-ABD teröre desteğini hiç gizlemedi.[7]

-ABD’nin bizim çocuklar başardı, dediği darbeciler, ABD’de eğitim aldı.[8]

Hep yıkmaya, devirmeye ve darbe yapmaya çalıştılar.

Kirli yollar, yolları oldu, yol edindiler.

Kendileri bataklığa gömüldüler.[9]

 

Şaşırtıcı hem de gayet şaşırtıcı ve de düşündürücü.

Dağdaki eşkıya ile ilgisi olan başta meclisteki bir kısım vekilin hala vekilliklerini sürdürmeleri çok garip bir durumdur.

Belli Gülen ile içte yapılan mücadele, PKK ile yeterince yapılmamakta, dağdaki ile mücadele edip, dağdakini besleyen bağdaki! ile aynı oranda mücadele edilmesidir.

Yani sineklerle uğraşırken, onu üreten bataklığın yeterli derece kurtulması ve yavaş hareket edilmesidir.

Buda şu düşünceyi akla getirmektedir;

PKK hala birileri tarafından korunup kollanıyor mu?

Neden bitmiyor yoksa bitirilmiyor mu?

Dağdaki eşkıyanın şehirde hala kan, can, mal bağı devam etmektedir.

Hep rahmetli dedemin sözünü hatırlarım;

Evlat, eskiden eşkıya dağdaydı, şimdi şehre indi.

Herhalde bugünleri görseydi şöyle der miydi?

Evlat artık şehirde de değil, meclise girdi.[10]

 

– CHP’nin “Alevi Partisi” yapılmaya çalışıldığını iddia eden Soner Yalçın, “CHP’de kimi Aleviciler tarihten ders almamışa benziyor; koltuk hırsıyla CHP’yi “Alevi Partisi” yapmaya çabalıyor. Kurtuluşun ve devrimin partisini mezhepçi yapmak onun sonunu getirir. Buna ortak olanları tarih affetmez.” diye yazdı.

…..Bugün… CHP’de kimi Aleviciler tarihten ders almamışa benziyor; koltuk hırsıyla CHP’yi “Alevi Partisi” yapmaya çabalıyor.

Kurtuluşun ve devrimin partisini mezhepçi yapmak onun sonunu getirir. Buna ortak olanları tarih affetmez.[11]

 

CHERYL BENARD… “KUR’AN VE HADİSLER HAKKINDA ŞÜPHELER OLUŞTURALIM… İSLAMI DEJENERE EDELİM…”[12]

 

Biz yüz yıldır tarihi hafızası silinmiş ve unutturulmuş ve unutturulmaya çalışılan bir milletiz.

Bu milletin hayat damarları, vücuda kan olan damarları harf devrimi ile tıkanmış ve koparılmıştır.

Vücut alamadığı besiniyle zayıf düşmüştür.

Millet geçmişten gelen değerlerini ve kültürünü böylece kaybetmiştir.

Ortaya içi boşalmış ve de boşaltılmış nesiller türemiştir.

 

MEHMET ÖZÇELİK

3-9-2023

 

 

[1] https://fb.watch/mdPfpu4qLU/?mibextid=NnVzG8

[2]https://www.facebook.com/1417313078/posts/pfbid09ufW3AT3rfnn4YJut437idQrKcz1AM3WKxhJynXDwVkxv28vcSPuNdfTtLrcRnhHl/?mibextid=Nif5oz

https://www.facebook.com/1065558615/posts/pfbid02XDGQBgyvAB5EbuK1ryoK8z6cV62XvBbZbkm7gKgz1rDu5wPaxt8Wuy3w2hLk2tU1l/?mibextid=Nif5oz

https://www.facebook.com/groups/266018819294381/permalink/311539108075685/?mibextid=Nif5oz

https://www.facebook.com/100001837561240/posts/pfbid04tckFeF4iM1Yf4cREW7LHmhhCaubPdcVYzabUG2uKn747RejTtgSDTCnQWacSmZpl/?mibextid=Nif5oz

https://www.facebook.com/100001837561240/posts/pfbid0asnmA4xQMfPcbKTsemv6djYcpBoxTYyWnwLdWSBnm2NAFQfuoy9hdtdoV1CqmSKql/?mibextid=Nif5oz

[3] https://www.facebook.com/groups/935395721002999/permalink/974401517102419/?mibextid=Nif5oz

[4] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3348517-iyi-partili-ustadan-bomba-secim-itirafi-vatandas-soyledi-diyerek-acikladi

[5]https://www.facebook.com/100001837561240/posts/pfbid02UpMKFtxbGtYkZfD4C8yvJs1reBazJzdxohzKkxWRNqyXFM5ETT4JxiUTD2AYm3Fml/?mibextid=Nif5oz

[6]https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=pfbid02eqnE65VVqZAH38Mf6zDok4mZ6yTqzAtdu1qzcTKcwbWe5tFkbTvUnQcFBpqJhegsl&id=100089833460156&mibextid=NnVzG8

https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/emirdag-lahikasi/nihai-vesika/277

[7] https://www.yenisafak.com/gundem/abd-kandile-aylarca-terorist-tasimis-4557207

[8] https://www.yenisafak.com/dunya/cuntadaki-5-isim-abdde-egitim-aldi-4552773

https://www.yenisafak.com/gundem/teroristlerle-tatbikat-4553982

https://www.yenisafak.com/gundem/pkkdaki-atamalari-bu-ulkeler-yapiyor-4553981

https://www.haber7.com/dunya/haber/3346013-ingiltereden-darbe-itirafi-musaddiki-devirmek-buyuk-hataydi

[9]https://www.facebook.com/100029116516771/posts/pfbid0RNc2QGFTX9St7p6QtoknpfBm9rCDMwMGkFmfwhxpPebc342hEahJ79dEYHPL64R1l/?mibextid=Nif5oz

[10] https://www.haber7.com/guncel/haber/3348538-pkk-ile-hdp-arasindaki-kirli-iliski

[11] https://www.haber7.com/siyaset/haber/3348281-kilicdarogluna-boyle-tepki-gosterdi-bu-adim-chpnin-sonunu-getirir

[12]https://www.facebook.com/100029116516771/posts/pfbid02r57avNmUsNJQRkk4imZwH172KQkc6w124U6DBNN5syBe9ig4HBSH4pCo6K65NGc7l/?mibextid=Nif5oz

 




BEREKET VESİLESİ HAYVAN KEDİ

BEREKET VESİLESİ HAYVAN KEDİ

 

Kedi bir yerde berekete vesiledirler. Kendi rızıklarıyla beraber, sahipleri için de bereket vesilesidirler.
Kedi beslemek caizdir.
Evcil ve temiz hayvanlardır.
Sorumluluk gerektirir.
Hadiste bir kedinin ihtiyacını gidermeden ölümüne sebep olan kişi için cehennem cezası söz konusu olduğu gibi, çölde susuz kalmış köpeğe su veren cehennemlik birisinin de rahmetin celbine vesile olarak cennetlik olduğu ifade edilmektedir.
Peygamberimizin kedisinin adı Müezza idi.
[1]
Büyük sahabi Ebu Hüreyre ismi olan Abdurrahmân b. Sahr ed-Devsî (ö. 58/678)ile değil, künyesi olan Kedicik Babası ismi ile anılmaktadır.

Bir psikoloğa psikolojik hastalığı olan hastalarına şu üç şeyi tavsiye etmesini söyledim;
1. Umreye veya hacca gitsinler.
2. Bediüzzaman’ın Hastalar Risalesini okusunlar.
3. Evde kedi beslesinler.
Veya her üçünü de yaparak tedavilerine katkıda bulunacaklarını göreceklerdir.
Kedi konusunda Bediüzzaman su tesbitlerde bulunur;
“Barla’da Abdurrahim namını kazanan ve “yâ Rahim, yâ Rahim” zikrini bize işittiren mübarek kedinin bir kardeşi olarak diğer mübarek bir kedi, ezan-ı Muhammedîyi (a.s.m.) müştakane, insan gibi dinlemesi, bize de sizin kadar hayret ve sürur verdi. Ve ezan-ı Muhammedîyi (a.s.m.) tam zuhuruna işaret müjdesi telâkki ettik.”[2]
Burada kediden mübarek diye bahsedilmektedir.
Çünkü kediler berekete vesiledirler.
Bizde bunu müşahede etmekteyiz.

Kediler bereket kaynağıdırlar.

“Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.
İşte, şu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâhiyenin çok cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz. Belki mecbur oldum. Hem benim için iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın.”[3]

“Değil yalnız ihtiyar akraba, belki insanlara arkadaş verilen ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen kedi gibi bazı mahlûkların rızıkları dahi bereket suretinde geliyor. Bunu teyid eden ve kendim gördüğüm bir misal: Benim yakın dostlarım bilirler ki, iki üç sene evvel hergün yarım ekmek-o köyün ekmeği küçüktü-muayyen bir tayınım vardı ki, çok defa bana kâfi gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı.
İşte şu hâl o derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden istifade ediyordum. Kati bir surette ilân ediyorum, onlar bana bâr değil. Hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.”[4]

Kediler ilhama mazhardırlar. Sevki ilahi ile sevkedilirler.

“Meselâ, kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.”[5]

Nimeti Allahtan bilirler. İnsana minnet etmezler.

“Arkadaş! Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete sebep olur. Meselâ, kelp, bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfat-ı haseneyle muttasıftır ve o sıfatlarla iştihar etmiştir. Hattâ, sadakat ve vefâdarlığı darb-ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmaya lâyık iken, maalesef, insanlar arasında mübarekiyet değil, necisü’l-ayn addedilmiştir. Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler.
Bunun esbabı ise, kelpte hırs marazı fazla olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimamla yapışır ki, Mün’im-i Hakikîden bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh, vasıtayı müessir bilerek Müessir-i Hakikîden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tâhir olsun. Çünkü hükümler, hadler, günahları affeder. Ve beynennâs tahkir darbesini, gaflete kefaret olarak yemiştir.
Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder-senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün’im-i Hakikîye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları Sânii bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar-şuur olsun, olmasın. Evet, kedinin mırmırları “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm”dir.”[6]

Hiçbir varlık yoktur ki, kendi lisanı mahsusuyla Allah’ı zikretmiş olmasın,[7] hakikatince, kendilerine tevdi edilen ibadet ve tesbihlerini eda eden mübarek hayvanlardır.

“Bir gün kedilere baktım; yalnız yemeklerini yediler, oynadılar yattılar. Hatırıma geldi, “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübârek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarîh bir sûrette, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyerek, güyâ hatırıma gelen îtirazı ve tahkiri, tâifesi nâmına reddedip yüzüme çarptı. Aklıma geldi, “Acaba şu zikir bu ferde mi mahsustur, yoksa tâifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi haksız bir mûterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece işitebilir mi?” Sonra sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun gibi sarîh değil, fakat mütefâvit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Bidâyette hır hırları arkasında “Yâ Rahîm” fark edilir. Git gide hır hırları, mırmırları aynı “Yâ Rahîm” olur. Mahreçsiz, fasîh bir zikr-i hazin olur. Ağzını kapar, güzel “Yâ Rahîm” çeker. Yanına gelen ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, “Bir derece işitiyoruz” dediler. Sonra kalbime geldi, “Acaba şu ismin vech-i tahsîsi nedir ve ne için insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisâniyle etmiyorlar?” Kalbime geldi, şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nâzik ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete muhtaçtırlar. Okşandığı vakit hoşlarına giden taltifleri gördükleri zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilâfına olarak, esbâbı bırakıp yalnız kendi Hàlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile, nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve “Yâ Rahîm” nidâsıyla, kimden meded gelir ve kimden rahmet beklenir, esbâbperestlere ihtar ediyorlar.”[8]

His duygularının gelişmiş olmasından dolayı hassastırlar. Deprem gibi yer altından gelen sesleri önceden fark edip, bunu kaçışlarıyla gösterirler.

“Zelzeleden evvel kediler, köpekler üçer-beşer olarak toplanmışlar, düşünceli, hüzünlü gibi alık alık birbirine bakarak bir müddet beraber oturmuşlar, sonra dağılmışlar. Gerek zelzele olurken ve gerekse olmadan evvel ve olduktan sonra da bu hayvanlardan hiçbiri görünmemiş, kasabalardan uzaklaşarak kırlara gitmişler. Bir garibi de şu ki: Bu hayvanlar isyanımızdan mütevellid olarak başımıza gelecek felâketleri lisan-ı halleriyle haber verdiklerini yazıyorlar da biz anlamıyoruz diyerek taaccüp ediyorlar.”[9]

*Kıssalar;


-Yavru bir kedi kuyruğuyla oynuyormuş. Bunu gören yaşlı bir kedi:
– Neden kuyruğunu kovalıyorsun?
Yavru kedi yanıt vermiş:
– Mutluluğun kuyruğumda olduğunu öğrendim. Onu yakaladığımda mutluluğa kavuşacağım. Bu nedenle onu kovalıyorum.
Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş:
– Senin yaşında bende mutluluğun kuyruğum olduğunu düşünmüştüm. Sonra şunu fark ettim; ne zaman onu yakalamaya çalışıp, kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi yoluma gitsem hep peşimden geliyor.
Hayat akarken mutluluğu kovalamak yerine onun sizi takip etmesine izin verin.

@@@@@##

Bir tekke varmış. Tekkenin de çok sâdık bir kedisi varmış. Birgün kocaman bir kazan koymuşlar, süt kaynatıyorlar. Kazan fokur fokur kaynıyor. Kedi de bu süt kaynamasın der gibi oradan oraya zıplıyor. Allah Allah, bu kedi hasta mı diyorlar. Kedi bir oraya fırlıyor, bağırıyor, bir buraya fırlıyor, bağırıyor. Fakat derdini hiç anlayan yok. Ama çok feryat ediyor. En son bakıyor ki derdini anlayan yok, pat diye kendini kazanın içine atıyor ve orada ölüyor. Onlar da bu kedi niye böyle yaptı diyorlar ve artık leş oldu diye kazanı hemen indiriyorlar. Bir de bakıyorlar ki, içeride kocaman bir yılan ölmüş, zehrini de akıtmış. Yani, içen ölecek. Kedinin feryadı; ben bu evden ekmek yedim, ben bu evden iyilik gördüm, ben öleyim bunlar ölmesin diyeymiş. Fedakârlık varsa, vefakârlık vardır. Fedakârlık yoksa vefa yoktur. İslam Alimleri bir zerre iyilik görseler, ölünceye kadar o iyiliği unutmazlar, onu hep yâd ederler ve tekrar ederlerdi.

MEHMET ÖZÇELİK

3-9-2023

[1] https://www.zaferdergisi.com/makale/13417-peygamber-kedisi-muezza.html

[2] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/kastamonu-lahikasi/tahlil/185

[3] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/on-altinci-mektub/70

[4] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-birinci-mektub/251

[5] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-sekizinci-mektub/333

[6] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mesnevi-i-nuriye/hatime/62

[7] İsra.44.

[8] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sozler/yirmi-dorduncu-soz/301

[9] https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/sikke-i-tasdik-i-gaybi/risale-i-nur-un-kahramani-husrev-tarafindan-kaleme-alinmistir/188