İSLÂMÎ VE MİLLİ ŞUUR
İSLÂMÎ VE MİLLİ ŞUUR
Mileli sadıkadan, illet ve zillet ittifakına.
Doğu ve güneydoğuyu Türkiye’den ayırıp, özerk bir devlet adıyla; Kürt. Ermeni. Sosyalist bir devlet kurmak.
Yüz yıllık hayal.
Ortaklarda hazırken, zillet ittifakı içerisinde tam zamanı deyip, talandan mal kaçırmak.
Olmayacak bir şey değil.
Anlamamak saflığın ötesinde, ahmaklık olur.
Sadik-ı ahmak yani ahmak dost.
Akıllı düşmandan daha büyük zarar verir.
24 milyon metrekareden 780 bine gelindiği düşünülürse, yapılan hesaplarda daha iyi anlaşılır.
Daha yüz küsur sene öncesinde topraklarımız, vatanımız 5 milyon metrekare idi.
Oyun büyük.
Piyon çok.
Oyuncu da saha dışındaki kaçak ve içteki kaçıklarda az değil.
Ama milletin sillesi hep zor zamanlarda şiddetli olmuştur.
İşte Çanakkale.
Ya o ruh?
-“Eski Başbakanlarımızdan Turgut Özal, ilk seçildiği yıllarda, dönemin Milli Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’i toplantı yapmak üzere çağırır ve kendisine ‘Ben bu ülkeyi ayağa kaldırmak, ileri devletler seviyesine getirmek istiyorum. Bunun için, işe ilk önce eğitimle başlamamız gerektiğini de biliyorum. Şimdi bu konuda bir çalışma yapalım ve bu işi başarmış devletleri inceleyip, onlardan yardım ve destek alalım’ der. Dinçerler, Japonya’dan bu konuda uzmanlaşmış bir heyet çağırır. Onlardan Türkiye için bir eğitim programı hazırlamalarını ister. Japonya üniversitelerinden gelen bu heyet, inceleme yapmak üzere bir ay zaman isterler. Anadolu’nun çeşitli illerinde araştırma yapıp bir rapor hazırlarlar. Bu heyet bir ay sonra Turgut Özal ve Vehbi Dinçerler’e raporlarını sunarlar. Bu raporda açıkça şunlar yazılmaktadır: “Türklerde millî şuur eksikliği vardır. Bu yüzden bu toplumdan bir şey olmaz”
Bu rapor Turgut Özal ve Vehbi Dinçerler’i iyice sarsar. Turgut Özal, Japon heyetine ‘Peki sizler Japon halkına nasıl millî şuur veriyorsunuz’ diye sorar. Bir Japon profesör söz alıp şunları söyler: “Bizler çocuklarımızı üç yaşındayken anaokullarına göndeririz. Çünkü insanda kişilik gelişimi 0-6 yaşına kadar tamamlanmaktadır. Bizler çocuklarımızın kişilik gelişimlerine çok önem verir, iyi bir Japon olmaları için onları uygulamalı eğitimden geçiririz. Bu eğitimin içerisinde millî şuur eğitimi de vardır. Millî şuur eğitimini bizler şöyle yaparız: Her Japon çocuğunu bir gün sabahtan, bize atom bombası atılan Nagazaki ve Hiroşima kentlerine götürürüz. Zira bizler o yerleri ilk günkü hâliyle korumaktayız. Yaşanan dehşet, tüm canlılığıyla orada saklı tutulmaktadır. Bu dehşeti gören küçük Japonlar iyice sarsılırlar. Aynı çocukları, öğleden sonra da robotlarla çalışan fabrikalara götürür, uçaktan hızlı giden trenlere bindiririz. Şu an ülke olarak geldiğimiz teknolojiyi gösteririz onlara. Bu teknoloji karşısında da bir şok daha yaşatırız. Ertesi gün öğretmenler okullarında, bir gün önce yapmış oldukları geziyi çocuklarla değerlendirmeye alırlar ve onlara şunu derler: ‘Eğer tembel ve kötü bir Japon olursanız düşmanlarınız gelir, topraklarınıza saldırırlar ve neyiniz var, neyiniz yoksa siler ve halkınızı öldürürler. Fakat iyi bir Japon olup çok çalışıp ülkenize hizmet ederseniz, bizlerin yapmış olduğu hızlı trenlerden ve robotlarla çalışan fabrikalardan daha iyisini yapar, ülkenizi güçlü ve ileri devletler seviyesine getirirsiniz. Böyle yaparsanız düşmanlarınız size hiçbir şey yapamazlar’ Bu konuşma üzerine Vehbi Dinçerler: ‘Peki bizim atom bombası atılmış bir yerimiz yok ki, biz bunu nasıl yapacağız?’ diye sorar. Japon profesör sözüne şöyle devam eder: ‘Sizin bizden daha geniş ve zengin bir tarihiniz var. Anadolu’nuzun her yeri bir Nagazaki ve Hiroşima… Sizler değil misiniz yedi düvele meydan okuyan? ‘Çanakkale Geçilmez’ dedirdiğiniz bir Çanakkale Savaşları tarihiniz var. Metre kareye 12000 merminin düştüğü, dünya savaş tarihinin en büyük ve en çetin savaşlarının yaşandığı bir Çanakkale Savaşı’nız var. Sizler de çocuklarınızı o büyük savaşların yapıldığı yerlere götürerek, buraları göstererek bu millî şuur eksikliğinizi tamamlayabilirsiniz’ der.”
-Ya o şuur olmazsa?
Azledilirsiniz!!!
Nasıl mı?
-İSTİFA ETTİRDİK
Mehmet Akif Ersoy her sabah namazı için Sultanahmet camiine gelir. Her gelişinde de yaşlı bir adamı kendisinden önce gelmiş görür. Ne kadar erken gelirse gelsin bu durum değişmez. Yaşlı adam mutlaka ondan önce gelmiş olur. Ancak bu yaşlı pir-i fani ve bu nur yüzlü adam hiç durmadan ağlamakta ve gözyaşı dökmektedir. Bundan sonra Mehmet Akif şöyle anlatıyor:
Bu yaşlı insanın bir gün yanına sokuldum ve niçin durmadan ağladığını sordum ve ona Cenab-ı Hakkın rahmetinin enginliğini anlattım. Amâ o yine de ağlamasına devam etti. Bana; derdimi tazeleme git dedi .Ben yine de ısrar ettim. Çaresiz kaldı ve yine gözyaşları içinde bana şunları anlattı.
Ben dedi 2. Abdülhamit zamanında orduda binbaşıydım.ve ailem çok zengindi. Kışladan ayrılamıyordum. Ancak bir gün anne ve babamın ard arda vefat haberlerini aldım.
Ailede benden başka işlerimizi yürütecek kimsede yoktu. Çiftlikler, dükkanlar, mağazalar ortada kalmıştı. Hemen sadarete bir dilekçe yazdım ve istifa etmek istediğimi bildirdim. Sadaretten gelen cevap menfiydi. İstifam kabul olmamıştı. Ben ikinci, ardından da üçüncü bir müracatta müracatta bulundum. Ama her defasında aynı cevapla karşılaştım.
Bunun üzerine hünkara müracata karar verdim. Bu karararımı sadarete bildirdim. İsteğim kabul edildi. Durumumu hünkara yüz yüze olarak anlattım. Elimden geldiğince mazeretimin meşruluğunu ispata çalıştım. Hünkar istifa talebimden hoşlanmamıştı. Yüz ifadesinden bunu anlamak hiçte zor değildi. İsteksiz bir işaretle elinin tersi ileri git dedi, seni istifa ettirdik dedi.
Ben sevinerek huzurundan ayrıldım.
Eve döndüm. O gece rüyamda Osmanlı ordusu tabur tabur, bölük bölük geliyor ve EFENDİMİZE(sav) teftiş veriyordu. Bu ordu idi ki kısa bir süre sonra bütün cihana karşı kavga verecekti ve bu ordunun teftişini bizzat Efendimiz (sav) yapıyordu.
Yanında 4 büyük halife olduğu halde sevgili Peygamber Efendimizin önünden geçen bölük ve taburları teftiş ederken ondan bir adım geride edep ve terbiye içinde boynu bükük Abdülhamid’de bulunuyordu. Derken benim taburda geçmeye başladı. Ancak tabur dağınıktı. Başlarında kumandanları yoktu.
Peygamber EFENDİMİZ bunu görünce Abdülhamid cennet mekâna: Bu birliğin kumandanı nerde diye sordu? O da talebi üzerine istifa ettirdik dedi.
İşte o esnada Peygamber EFENDİMİZ beni bütün ömür boyu ağlatacak şu sözü söyledi: “Senin istifa ettirdiğini bizde istifa ettirdik ” dedi.
-Şimdi Söyle; bunu duyduktan sonra ben ağlama yayımda kim ağlasın?
Ve Mehmet Akif diyor: Yaşlı adam ağlamasına, inlemesine devam etti. Derdi büyüktü. Sessizce yanından uzaklaştım.
Zaten başkada yapabileceğim bir şey yoktu. Zira bu pir-i fan-i tesellisini EFENDİMİZ den bekliyordu.”
MEHMET ÖZÇELİK
21-03-2023