HANGİ MEDENİ BİLGİLER ?
HANGİ MEDENİ BİLGİLER ?
Mim-siz medeni bilgiler mi?
Meral Akşener: İktidara geldiğimizde okullarda ‘Medeni Bilgiler’ kitabını dağıtacağız.[1]
Bu ifade bu milletin yüz yıldır çektiği acının az gelmiş gibi yenilenmesinden başka bir şey değildir.
Belli ki hala eski ve eskimiş zihniyet hala değişmemiş.
Yüz yıl önceki kısır zihniyetin günümüzdeki taşıyıcıları ve taşıyıcı kolonları.
Dini değerleri ele almadan, milli değerlerle toplumu bağlamaya çalışan kısır bir bağ oluşturulmaya çalışılmaktadır.
İşte o medeni bilgilerden pasajlar:
“Türkler İslâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul
ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de
sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis, Türk
milletinin millî bağlarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. Bu pek
tabiî idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde,
şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi
ile ifade olundu. Hz. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa,
hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular.
Bununla beraber, Allah’a kendi millî lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine
gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe,
Allah’a ne dediğini bilemeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar,
ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir kelimesinin manasını bilmediği
halde Kuranı ezberlemekten beyni sulanmış, hafızlara döndüler. Başlarına
geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince, karışık, cahil Hocalar ağziyle, ateş
ve azap ile müdhiş bir muamma halinde kalan, dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz
ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa’da,
Allah kelimesinin ilası parolası altında, Hıristiyan milletlerini idareleri altına
geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler. Ne onları
ümmet yaptılar ne onlarla birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar. Mısır’da, belirsiz
bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palaspareyi, hilâfet alâmeti
ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular; halife oldular. Gâh şarka, cenuba, gâh
garba veya her tarafa birden saldıra saldıra, Türk milletini Allah için, peygamber
için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak
derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Millî duyguyu boğan, fani dünyaya
kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felâketler his olunmaya başlayınca, asıl
hakiki saadete öldükten sonra ahirette kavuşacağını va’t ve temin eden dinî akîde
ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikatı görmesine mani olamadı. Bu
feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin. ahiretteki
saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına
kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın, acısı duyulur takatiyle, derhal, Türk
milletinin vicdanındaki çadırını yıktı; davetlileri, Türk düşmanları olan Arap
çöllerine gitti. Türk vicdanı umumîsi derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle,
büyük heyecanlarla çarpıyordu.”
Bir yandan bu milletin geçmişi göz ardı edilirken, Selçuklu ve Osmanlının dinden aldığı ilham, maddi ve manevi yükseliş setredilerek istibdatla yönetildiği ve bunun sebebinin ise din olduğu belirtilmektedir.
İçi doldurulmayan demokrasi öne çıkarılmaktadır.
Oysa yüz yıldır idare edilen bu millet güya demokrasi ile yönetilmekteydi.
Hepsinde de darbeyle karşılaştı.
Yüz yıldır üç lider hariç, (Menderes-Özal-Erdoğan) hiçbir yönetici gerçek manada bu milletin iradesi ve çoğunluğun seçimiyle gelmedi.
Yönetmesini istediği liderler asıldı, öldürüldü, öldürmeye teşebbüs edildi ve de 15 Temmuz darbesi ve devamıyla bu durum bitmedi.
İngiltere övülmekte, İslâm’dan önceki Türk tarihi en güzel idare yöntemi olarak öne çıkarılır.
“Bugün, İngiltere, Belçika gibi büyük eski demokrasilerin, daha bariz ve
daha iyi tanzim olunmuş bir demokrasinin tahakkuk ettirilmesi yolunda, çalıştıkları
görülmektedir.
Demokrasi fikri, asri teşkilâtı esasiyenin bir farikası olduğu halde, fikir çok eskidir.
Demokrasi fikrinin muhteviyatı ve mânası hakkında lâyıkıyle tenevvür için onun
kısaca tarihini hatırlatmak faideli olur.
Bundan en aşağı 7000 sene evvel, Mezopotamya’da , ilk beşeriyetin
medeniyetlerinden birini kuran Sumer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi
prensibi tatbik , olunmuştur. Filhakika, bu Türk kavimler, müttehit bir cumhuriyet
teşkil etmişlerdir. Bundan sonra, Atina ve Isparta gibi Yunan şehirleri, bir nevi
demokrasi ile idare olunurlardı.
Roma dahi demokrasi hayatı yaşamıştır.
Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet
reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını
göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin teşkil ettikleri devletlerde,
başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır.
Kralların ve padişahların istibdadına, dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler,
padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî
hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyet, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş
olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı
mes’uldür. Kudret ve hâkimiyetinin hududu yalnız din kitaplarında aranabilir. İlâhi
hukuka müstenit bir mutlakıyet kaidesi önünde, demokrasi prensibinin, ilk aldığı
vaziyet mütevazıdır. O, evvelâ hükümdarı devirmeğe değil, onun yalnız kuvvetlerini
tahdide, mutlakıyeti kaldırmağa çalıştı. Bu çalışma 400 – 500 sene evvelinden
batlar. Evvelâ, kuvvetin milletten geldiği ve kuvvet gayri muktedir bir ele düşerse
onun istirdat edilebileceği, bu kuvvetin milletin vekillerinden mürekkep meclis
tarafından kullanılması lâzım geleceği ifade olundu.
On altıncı asırda demokrasi prensibi, hükümdarların nüfuzunu kırmak için, siyasî
mücadele vasıtası olarak kullanıldı.”
Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal. Elbette geçmiş geçti ancak bu geçmişi ve geçmiş yönetimi kötülemeyi gerektirmez.
Bu taassuptur ki, geçmişe düşman olup, yeni idareyi yerleştirmek için bir savaş açmayı değil, tashih gereken yerleri düzeltmeyi gerektirir.
Maalesef bu olmadı ve yapılmadı.
“Kendine hususi bir din izafe eden (teokratik) devlet te vardır. Rus Çarlığı ile
Osmanlı Saltanatı böyle idiler. Çar kilisenin reisi, sultanlar da halife unvanını
takınmışlardı. Kezalik dini siyasetten ayırmış lâik hükumetler vardır :Amerika,
Fransa, Türkiye Cumhuriyetleri gibi. Hükümdarlıklarda, devlet riyaseti makamına
veraset tarikiyle gelinir.
Halbuki, Kuvvetinin ve salâhiyetinin Allah’tan geldiğini ve yalnız ona karşı, âhırette,
hesap verebileceğini farz eden ve devleti, memleketi mevrus bir malikâne kabul
eyliyen bir hükümdar, her türlü kayıttan kendini vareste görür. Böyle bir idarede,
milletin benliği hürriyeti mevzuu-bahs dahi olamaz. Binaenaleyh, salâhiyeti mahdut
dahi olsa hükümdarlık tekli demokrasiye, hâkimiyeti milliye prensibine mutabık
değildir. Hükümetin, mahdut insanların, sınıfların, elinde bulunması dahi millet
mevcudiyetinin asla kabul edemeyeceği bir keyfiyettir. Bütün milletin ekseriyetle,
devlet idaresine iştirakine mâni olan bu “oligarşi” usulü de bir zümrenin, kendi
menfaatlerini temin için umum millete ait hâkimiyeti, gaspından başka bir şey
değildir.”
Maalesef İttihat ve Terakkiden beri başa geçmek ve devleti yönetmek için bu milletin köklü olan din ve inancına vurmak hedef alındı.
Hem içte ve hem de dışta. Bilinçli, bilinçsiz ittifaklar oluşturulmaktadır.[2]
MEHMET ÖZÇELİK/17/4/2022
[1] https://www.yenisafak.com/gundem/meral-aksener-iktidara-geldigimizde-okullarda-medeni-bilgiler-kitabini-dagitacagiz-3794968
MURAT BARDAKÇI, AKŞENER’İ YERİN DİBİNE SOKTU : O KİTAPTA YAZANLARI BİLSEYDİN.
https://www.youtube.com/watch?v=XpcKTIig180
[2] https://www.haber7.com/dunya/haber/3209506-fransada-basortu-yasagi-secim-malzemesi-oldu-asiri-sagci-le-penin-islam-dusmanligi
https://www.yenisafak.com/yazarlar/bulent-orakoglu
Partinin temelinde mi problem var yoksa Temelde mi problem?
https://www.yenisafak.com/gundem/6li-masanin-sifreleri-3772697