İBRETLİ NOTLAR
İBRETLİ NOTLAR
SESLİ DİNLE: https://youtu.be/JPsxUVd8r5k
Bir hanımefendi anlatıyor :
“Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum. Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim….Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu:
“- Nereye gidiyorsun kızım ? “
“Ninem bunları kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi” diye cevap verdim.
Bunun üzerine babam:
“- Şöyle yap. Mutfaktan bir kaç tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür” dedi.
Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm. Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum. Babam :
“Yemek ikram etmek ‘Mal’ sadakasıdır. Bir şeyi düzgün vermek ise ‘Gönül’ sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur; ikincisi ise kalbi doldurur.
Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir. İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir.” diye cevap verdi ve devam etti :
“-Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın hem Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür.” Dedikten sonra biraz durdu. Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı:
“- Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın”.
***********
ASLUHÛ NESLUHÛ
Bir gün bir sultan, bahçıvanının yanına uğrayıp, kendisine hediye edilen tayı sorar.
– Bahçıvan efendi! Nasıl bizim tay?
– Asluhû nesluhû (aslı neyse nesli de odur), sultanım.
– Nesi var ki?
– Sultanım, asil bir tayın sırtına sinek böcek konduğunda bunları kuyruğuyla kovalar. Ancak bizim tay adeta bir inek gibi kafasını çevirip ağzıyla sinekleri kovalıyor.
Sultan, bunun nedenini öğrenmek için tayı hediye eden adamı çağırtır ve tayın bu davranışının sebebi hakkında bilgi ister. Tayı hediye eden adam der ki:
– Sultanım, bizim tay doğduktan hemen sonra annesi öldüğü için onu ineğe emzirttik.
Böylece meselenin sırrı çözülmüş olur ve sultan adamlarına emreder: Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.
Başka bir zaman sultana güzel görünüşlü iri bir hindi hediye edilir.
Bir müddet sonra sultan bahçıvanın yanına varır ve hindiyi sorar.
– Asluhû nesluhû, sultanım.
– Bahçıvan efendi, bunun neyi var?
– Sultanım, asil olan bir hindi öteceği zaman kabarır, ibiği masmavi olunca başlar ötmeye. Bizim hindi iyice kabarıyor, ibiği masmavi olup tam öteceği zaman kafasını suya daldırıyor. Galiba bunun da soyunda bir bozukluk var.
Sultan, işin aslını öğrenmek için hindiyi hediye eden kişiyi çağırtır. O kişi, hindinin yumurtasını ördeğin altına koyduklarını ve hindinin, ördek yavrularıyla birlikte büyüdüğünü anlatır. Bu meselenin de sırrı böylece anlaşılmış olur. Ve padişah emreder: Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.
Sultan, güzel bir günün sabahında bahçede yalnız başına dolaşırken, bahçıvan gözüne ilişir ve ona doğru yaklaşarak;
– Bahçıvan efendi, bende de bir sıkıntı var mı? der.
– Asluhû nesluhû, efendim.
– Bende de mi? der ve hemen son demlerini yaşayan annesine koşar.
– Anacığım, inan sana kırılıp küsmem, kızmam da. Bende bir sıkıntı var mı?
Annesi durur, sıkıla sıkıla başlar anlatmaya:
– Oğul, babanla evlendiğimizde baban çok yaşlıydı, ben daha 15-16 yaşlarında genç, güzel bir kızdım. Gençliğimin duygularına kapılıp bir hata ettim. Sen bizim sarayın aşçısının oğlusun.
Hakikati öğrenen sultan, bahçıvana seslenir:
– Ey olayların perde arkasından bizlere sırlar sunan değerli insan!
Tay ve hindinin durumlarına vakıf oldun, anladık ta benim durumumu nasıl anladın? Bu nasıl bir bilgeliktir? Söyle bakalım bana.
– Ey yüce Sultan, bunu anlamaktan daha kolay ne var? Benim bildiğim sultanlar, ödül verirken “Verin bir kese altın!” der. Sen ise, “Verin fazladan bir kap yemek!” diyorsun.
Sultan adamlarına seslenir: Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.
Asalet önemlidir. Nesiller aslına çeker. “Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır” demiş atalarımız. Sultan için “Otu çek köküne bak” sözü cuk oturursa da, diğer örnekler için eğitimin önemine işaret etmek gerekir. Ancak, “Soysuza silah vermişler, çekip babasını vurmuş” sözü de boşuna söylenmemiştir.
**************
[KISSADAN HİSSE…
Bir gün Hızır (a.s.) hamamda yıkanan bir ihtiyarın yanına yaklaşmış.
İhtiyar kendi kendine yıkanmaktaymış.
Hızır demiş ki:
– Ey ihtiyar! Gençliğinde yaşlılara yardım etseydin şimdi şu gençler de sana yardım ederlerdi.
İhtiyar adam şöyle cevap vermiş: – Ben gençliğimde yaşlılara yardım ederdim ama zamane gençliği şimdilerde yardım etmez olmuş.
Hızır (a.s.) bir taraftan ihtiyar adamın sırtını keselerken bir taraftan da konuşmaya devam etmiş:
– Demek ki yaptığın yardımları içinden gelerek yapmamışsın, ALLAH ’IN sevgisini kazanamamışsın, yoksa ettiğin o hayrı neden görmeyeceksin ki?
İhtiyar adam şöyle demiş:
Eğer yaptığımı ALLAH cc için yapmasaydım, O’nun sevgisini kazanmasaydım, ALLAH bugün benim sırtımı Hızır’a keseletir miydi?
Hızır (a.s.) duydukları karşısında çok şaşırmış.
ALLAH ’IM demiş, bana verdiğin Seni sevenlerin listesinde bu ihtiyarın adı yok, bu nasıl olur? Yüce ALLAH şöyle buyurmuşlar:
“Ey Hızır! Biz, bizi sevenlerin listesini sana verdik ancak bizim sevdiklerimizin listesi bizim yanımızdadır…
ALLAH’IM bizleride sevdiklerinin listesine dahil eyle. AMİİİİN
*************
Münir Özkul’un Hayatından Ufacık Bir Kesit. Kızı Güner Özkul anlatıyor:
Babam’ın hastalığının daha yeni ortaya çıktığı dönem 2000 yılının sonlarıydı ve ilk olarak hafıza kaybı ile başladı.
Bir gün: – Kemal’i çok özledim hiç gelmiyor arayıp sormuyor. dedi.
Oysa Kemal Sunal 4 ay önce vefat etmişti.
Öldüğünü söyleyemezdim çünkü babamın Kemal abi’nin cenazesindeki perişan hali gözümün önünden hiç gitmiyordu.
Film çekimi için şehir dışında ve meşgul olduğunu söyledim. Babam o zamanlarda hep ölen arkadaşlarının hayatta olduğunu sandı. Mutlu olmasını istediğimiz için vefat ettiklerini söylemedik.
2002 yıllarının ilk aylarına geldiğimizde babam zor yürüyor ve sürekli rahatsızlığından dolayı yatıyordu.
Bir gün bana odasındaki televizyonun kanalını değiştirmemi söyledi. Kumandayla bir kaç kanal gezdim; birden ekranda:
– ‘limonnn’ diye bağıran o efsane aktör çıktı karşımıza. Yani babam…
Neşeli Günler’in kavga sahnesine denk gelmiştik tebessümle babama baktım ama söylediği sözler ile bir anda gözlerim doldu:
“BEN BU ADAMI ÇOK SEVİYORUM ÇOK GÜZEL OYNUYOR ADI NE BU ADAMIN?” dedi.
O koca aktör artık kendinin kim olduğunu da hatırlamıyordu…
HAYAT BU…
———–
* Ben kimim?Kâinatta bir nokta,Kur’an-da bir hareke,bir harf,bir kelime ve bir cümleyim.
* Cuma suresinde;Keşke toprak olsaydık,derler,elbette böyle dediler diye olurlar mı?”İnsanları kendilerine azabın geleceği (kıyamet) gününden korkutki,sonra zalimler;”Ey Rabbimiz,yakın bir müddete kadar bize süre verde senin davetine uyalım ve peygambere tabi olalım,derler.(Onlara)-Daha önce,sizin için bir zeval olmadığına,yemin etmemişmiydiniz?(denilir)”(İbrahim.44),”Ahirette uzuvlar şahitlik eder.”(Fussilet.20-22),”O gün zalimlere özür dilemeleri hiç bir fayda sağlamaz.Artık lanette,kötü yurtta onlarındır.”(Mü’min.52)
* Ana karnındayken bilmiyorduk, tercih hakkımız yoktu, dünyada ise öyle değil.
Halıkını tanımak ve bulmak için dünyaya gelen yolcu.
Cennette yokluğu mevzubahis değil ki tam bilsin, tanısın ve bulma olsun. Çünkü kaybetmemiş veya kaybını netice verecek bir durum olmadığından marifetine tam vakıf olunamamaktadır.
Dünya zıtlıklar yeri olduğundan marifette derece katedilmiş oluyor.
****
Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik var, âhirette de onlar için büyük azap vardır.
Bakara. 114
* “Göklerin ve yerin rabbi kimdir?” diye sor. “Allah’tır” diye de cevap ver; sonra de ki: “Öyle ise O’nu bırakıp da kendilerine bile fayda sağlama veya zararı önleme gücüne sahip olmayanları velîler yerine mi koyuyorsunuz?” Sor onlara: “Hiç körle gören bir olur mu; yahut karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?” Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu iki yaratma arasındaki benzerlikten dolayı mı şaşırdılar? De ki: “Her şeyi yaratan Allah’tır. O birdir, karşı konulamaz güce sahiptir.”
O, gökten su indirdi; su, vadiler dolusunca sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan köpüğü taşıyıp götürdü. Yaktıkları ateşin üzerine koyup eriterek süs eşyası veya alet yapmak istedikleri madenlerden de üste böyle köpük çıkar. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider; insanlara fayda veren şeye gelince, o dünya durdukça durur. İşte Allah böyle misaller getirir.
Rad. 16.7
* Müşrikler, inkârlarına bizzat kendileri tanıklık edip dururken, Allah’ın mescidlerini onarıp şenlendiremezler. Onlar, yapıp ettikleri boşa giden kimselerdir ve onlar ebedî olarak ateşte kalacaklardır.
*Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazını kılan, zekâtını veren ve yalnız Allah’tan korkup çekinen kimseler imar edebilirler. İşte bunların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.
Tevbe. 17.18
*****
İsrâiloğulları’nı denizden geçirdik; derken kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavimle karşılaştılar. Bunun üzerine, “Ey Mûsâ! Onlara ait tanrılar gibi, sen de bizim için bir tanrı yap” dediler. Mûsâ dedi ki: “Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz!”
“Şüphesiz onların düzeni yıkılmaya mahkûmdur; yapmakta oldukları da boşa gidecektir.”
A’râf Suresi – 138-139 . Ayet
*******
sonbahar.dünyanın,insanın,senenin hüznü.güneşin gurubu,yeşilliklerin sararması ufule meyleden,kalbe hüzün,esintiler veren bir dünya,hüzün mevsimi,baharın sonu,herşeyin sonu.
*Bilim dünyasında bir ilk: Konuşamayan felçli bir adamın beyin dalgaları, cümlelere dönüştürüldü
Bilim insanları ilk kez konuşamayan felçli bir adamın beyin dalgalarını kullanarak, söylemek istediklerini bilgisayar ekranında cümlelere dönüştürdü. Söz konusu çalışma, yaralanma veya hastalık nedeniyle konuşamayan insanların iletişim kurması için büyük bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.
ABD’li araştırmacılar, felç ve çeşitli hastalıklar nedeniyle konuşamayan insanların çevresiyle iltişim kurmasını sağlama adına büyük bir adım attı.
***************
İBRETLİK
*Bir bürokrat, görevli olarak* şehirden kasabaya giderken yolda sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş. *Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş.*
İmdat..! Boğuluyorum. Kurtarın beni!” diye bağırmaya başlamış.
*O sırada yakınlardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.*
Bürokrat Bataklığa düştüm. Kurtar beni.!diye bağırmış.
*Köylü Geçmiş olsun demiş. Ama* kurtarmak için hiç gayret göstermemiş.
Hani neredeyse dönüp gidecek.
Bürokrat paniklemiş ister istemez..
*Lütfen.! bir dal uzat.* Kurtar beni.!
Diye yalvarmış..
*Köylü demişki; Olmaz.. Sen şu anda hazine toprakları üzerindesin. Hazine malından bir şey almak suçtur.*
*_Bürokrat Sen, dalga mı geçiyorsun._* Ölüyorum. Kurtar beni.! diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla.
*Köylü* hiç istifini bozmadan cevap vermiş:
*Ben Hazine’den mal alıp suçlu duruma düşemem.*
*_Fakat_* seni böyle bırakacak değilim.
*Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Mal müdürüne talimat verilir.*
*_Şayet, hazine arazisi değilse. İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar.._*
*_Bürokrat Yahu, bunlar oluncaya kadar ben burada ölürüm, be adam._*
*Köylü* gülmüş,
Ben ölmezsin demiyorum ki…
*_Bizim devletle -Resmî kurumla bir işimiz olsa siz de bu yolları takip etmemizi söylemiyor musunuz.?_*
*Biz de oradan oraya gide gide ölüyoruz adeta. Sen de ölsen, mevzuata uygun ölmüş olursun!.. diyor..
Evet.! ÂLLÂH’ın kullarının en hayırlısı ÂLLÂH’ın kullarının işlerini zorlaştırmayan, yardımcı olan, ezâ etmeyen.. Hakkâniyet ve vicdan, merhamet, insaniyet ölçüleri ile onlara yardımcı olanlardır.
*_RESÛLÛLLÂH as buyurdular ki; Siz Allâhın kullarına merhamet edin ki Allâhın merhametine nail olasınız.._
HADİSTE: Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin, buyruluyor.
***************
İsa aleyhisselam bir ağacın altında ibadet eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın ayakları felçli olduğunu anladı. İki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen, mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu:
– “Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim! Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun!..”
İsa aleyhisselam kötürüm adama yaklaştı:
– Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor? Peki hangi nimettir, nice zenginlere verilmediği halde sana verilen?
Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki:
– Allahü teâlâ bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple O’nu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de O’na şükrediyorum. Halbuki, dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde O’nu tanıma sevinci, dilinde de O’na şükretme mutluluğu yoktur. Ama Rabbim bana bu sevgiyi ihsan eylemiş.
İsa aleyhisselam;
– “Ver şu elini öyle ise!” diyerek elinden tutar, gözlerinden öper. Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin İsa aleyhisselam olduğunu görünce heyecanlanan adam:
– Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden mucizelerin sahibi Peygambersin, der. Sonra da ayakları üzerine kalkabildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur:
– Yâ Nebiyyallah! Sendeki bu mucizeler de O’ndan değil mi? Öyle ise izin ver de geç kalmayayım, O’na şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki:
– “Rabbim! Seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında?”
Adam bunları söyledikten kısa bir zaman sonra ruhunu teslim eder.
Hadiseye şahit olanlar İsa aleyhisselama derler ki:
– Yâ Nebiyallah! Onu secdeye indiren nimetlere biz tâ baştan beri sahibiz. Ama hiçbirimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık.
İsa aleyhisselam da onlara şöyle buyurur:
– Öyle ise, tefekkür edin, siz de düşünün! Düşünen, sahip olduğu nimetin farkına varır. Düşünmeyen ise kendisini mahrumiyette sanır!
*İnsanoğlu nimet içerisinde iken nimetin kıymetini idrak edemez. Balık suda iken suyun kıymetini bilmediği gibi. Ne zaman ki su’dan bir mahrumiyet olur işte o zaman çırpınmaya başlar ama iş işten geçmiştir…Artık yolun sonu görülmüştür.*
Ya Rab! Zatının, sıfâtının, esmâının, efâlinin hudutsuzluğunca verdiğin nimetlere şükürler Olsun .
***********
– KOMŞU KOMŞUYA SESLENİRKEN DAHİ ZİKİR EDEN BİR TOPLUMDUK BİZ!
– Hu Hu!.. Diye seslenirdik komşumuza..
– Eyvallah!.. Dilimizin pelesengi idi..
– Hay’dan gelip Hu’ya Giderdik..
– Hay, Hay Efendim! Diye kabul ederdik tekliferi
– Allah, Allah, Allah, Allah! Diyerek şehadete koşardık!
– Allah Allah, Sübhan’Allah, AllahuEkber, idi hayretlerimiz..
– Şimdilerdeki gibi “Vaaaauuv” diye ya da “ohaa” diye gayri müslim kırması çığlıklar atmazdık!
– Tövbe estağfurullah” “fesubhanallah” zikri anlatırdı kızgınlığımızı..
– Aman Allahım” derdik “oh my god” girmeden dilimize..
– Salavat-ı Serife anlatırdı bazen yanlış bir iş yapıldığını…
– Neûzubillah” çekmek idi istemediğimiz bir şey görünce zikrimiz…
– Bismillah”ile başlarlardı her hayrın başı..
– Hay Allah” iyiliğimizi vermeye devam edeydi..
– Allah Allah İllallah , Muhammedun Resulullah” sonrası derdik alkışlarla yiğitlere..
– Maşallah” “Ya sabır” öfkemizin ilacı idi..
– Hasbünallâhü ve ni’mel-vekîl!” diyerek Allah’ı “vekil” ederdik çaresiz kalınca…
– Ya Şafi” dokunurdu yaramıza merhemden evvel..
– İnna lillah” ayeti teselli ederdi geride kalanları..
– Hak’ka yürürdük” eskiden ölmezdik biz..
– Bu da geçer ya hû! “Vazgeç ya hû!”, “Hoş gör ya hû!” hatları süslerdi Tekke ve zâviyelerin iş yerlerimizin duvarlarını, psikiyatrik ilaçlarlar dünyamıza girmeden!
– Velhasılı kelam Aziz Kardeşlerim!
– Eskiden hayatı yaşarken zikrederdik , şimdi zikrederken bile o hali yaşamıyoruz..
– Rabbim aslımıza rücû ettirsin bizi…
Alıntı
*************
DÖRDÜNCÜ IŞIK: Îcâz-ı Kur’ânî o derece câmi’ ve hârıktır; dikkat edilse görünüyor ki, bâzan bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumi kanunları, basit ve âmî fehimlere merhameten basit bir cüz’üyle, hususi bir hâdise ile gösteriyor. Binler misâllerinden yalnız iki misâline işaret ederiz.
•Birinci misâl: Yirminci Sözün Birinci Makamında tafsîlen beyân olunan üç âyettir ki, şahs-ı Âdem’e tâlim-i esmâ ünvânıyla, nev-i benîàdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünûnun tâlimini ifade eder. Ve Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudât musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.
Sözler. 365. 25. Söz
*************
*** İngiltere’nin ücra bir kasaba köyünde yaşayan, yaşlı ve kimsesiz Müslüman bir kadın, telefon ile yerel bir radyo programına bağlanır, durumunun çok kötü olduğunu, çoğu zaman yiyecek bir şey bulamadığını, hayırsever birinin ona yardım etmesini istediğini anlatır…
Yayını dinleyen Ateist bir iş adamı, şeytani bir gülüş ile sekreterini çağırır.
“GİT BOL MİKTARDA ALIŞVERİŞ YAP, O KADINI BUL VE ALDIĞIN ERZAKLARI VER. KİMİN YOLLADIĞINI SORARSA: ŞEYTAN YOLLADI DE”
Maksat bu yaşlı kadınla alay etmek olan iş adamının dediklerini yapar sekreter. Kadını bulur ve erzakları teslim eder. Yaşlı kadın çok mutludur “ALLAH RAZI OLSUN” der ve evine girmek üzere döner gider. O sırada sekreter “BUNLARI KİMİN GÖNDERDİĞİNİ SORMAYACAK MISIN?”
Yaşlı kadın;
” KİMİN GÖNDERDİĞİNİN NE ÖNEMİ VAR, ALLAH BİR ŞEYİN OLMASINI İSTERSE, ŞEYTANA BİLE İYİLİK YAPTIRIR”
************
*”Mekke-i Mükerreme’de paramı kaybetmiştim.
*”Para bekliyordum, lâkin henüz gelmemişti.
*”Mâlum, Haccın bir rüknü olarak belli bir vakitte saçını sakalını kısaltman icap eder.
*”Bir berbere girdim.
*”Bir müşterisini tıraş ediyordu.
*”Utana-sıkıla
*”Afedersiniz; param yok, ALLAH rızası için saçımı-sakalımı düzeltebilir misin? diye sordum.
*”Berber beni bir an süzdü, sonra tıraş ettiği adamın yanındaki boş koltuğu gösterip,
*”Buyurun, oraya oturun” dedi.
*”Tıraş ettiği adama “müsaadenizle
sizi bekleteceğim biraz;
*”Sizi ücreti mukabilinde tıraş ediyorum, lâkin bu adamcağız ALLAH rızası için istedi; bekletmemem lazım” dedi
*”Ve benim de müşterinin de itiraz etmesine fırsat bırakmadan beni tıraş etmeye başladı.
*”Tıraştan sonra, üstümü fırçalarken cebime de biraz para sokuşturdu.
*”Ben “ama…” diye itiraz ederken tebessümle
*”Acil ihtiyaçlarını karşılarsın,
bu kadar kusuruma bakma diye fısıldadı.
*”Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi.
*”Doğruca ona gidip, içine düştüğüm durumun aslını anlattım ve binbir teşekkürle yüklü miktarda para
uzattım.
*”Gülümseyerek elimi tuttu, kibarca itti, *”Alamam dedi.
*”ALLAH için olan işin bedelini kullar ödeyemez, var git sen de başkalarına ALLAH için iyilik yap, ALLAH selamet versin.
*”Helalleşip herhangi bir ödeme yapamadan oradan ayrıldım.
*”Ama tam kırk senedir onun için duâ ediyorum.
*”Onun için dua etmeye doyamıyorum. *”Geceleri uyandığımda bile onun için dua ediyorum.
************
Uhuda katılan 300 münafığın yoldan geri dönüp moral bozması ve savaşa katılmaları istendiğinde bahaneler uyduran cehalet asrının münafıkları gibi, bu asrın mınafıkları da bir şey yapmadıkları halde yangın, sel, deprem gibi afetlerde provakatif eylemlere girişmekte, işin içinde olmadığı halde sürekli fitne ateşini alevlendirmektedirler.
*************
MUSKANIN TESİRİ |
II. Bâyezid Amasya’da validir, av merakı ileri derecededir ve en marifetli tazılara sahiptir. Maiyetindeki sipâhilerden biri de ava meraklı ama tazısı başarılı olamaz. Amasya’da iyi nam yapmış Mustafa Dede’nin çare olacağını düşünen sipâhi, biraz et satın alıp şeyhin kapısına dayanır. Karşısına 15 yaşlarında bir çocuk çıkar, babasının evde olmadığını söyler. Sonra sipâhiye; — Ağam hacetiniz nedir ki? Sipâhi mahcup boynunu büker, elindeki eti işaret eder; — Şu eti getirdiydim ki şeyhe bir muska yazdıram; bizim it hiç av tutamaz hep şehzadenin tazılarını yakalar, der. Çocuk cin gibidir ete de dayanamaz. Der ki; — Sen hiç merak etme, ben babamdan izinliyim, o olmadığı zaman ben yazıyorum. Çocuk çabucak bir muska yazıp sipâhiye verir eti alır. İkisi de sevinçlidir. Muska birkaç gün sonra çıkılan avda tesirini gösterir; sipâhinin iti Şehzadenin tazılarından evvel gider avı yakalar. Şehzade Bâyezid hayrettedir. İti getirtir bakar ki, boynu muskalı. Muska çıkartılır, yazı okunur; “tamah ettim etine, muska yazdım itine” Tutarsa tutmazsa da ipime… yazılıdır. Şehzade sipâhinin başından geçen hikayeyi dinleyince bu delikanlıyı tanımak ister, tanır ve yanına alır. Yıllar sonra padişah olunca onu da İstanbul’a getirtir. Bu çocuk, asırlardır kendisiyle iftihar ettiğimiz Hattat Şeyh Hamdullah’tır. |
************
Benimkinin Sırası Daha Sonra Gelecek
Aralarında bir Bektaşi de bulunan bir kervanı eşkıya basar. Bütün yolcuları soyarlar. Bektaşi, atına binmek üzere olan çete reisine, “Benim eşyamı geri ver, yoksa beddua ederim, Allah senin boynunu kırar” der. Reis sorar, “Ne vakit kırar?”
“Bir sene, beş sene, on sene sonra. Fakat herhalde kırar.”
Eşkıya “O halde daha vakit var erenler. Hoşça kal” diye atını sürer. Fakat atını sürmesiyle beraber atı düşer, atın altında kalarak boynu kırılır. Bunun üzerine babaya seslenir, “Ayıp değil mi sana? Beni niye aldattın? Allah hemen boynunu kırar deseydin eşyanı geri verirdim. Sana yalan yakışır mı?”
Baba cevap verir, “Ben yalan söylemedim, imanım. Allah şimdi boynunu kırdıysa bu eski fenalıklarının cezasıdır. Benimkinin sırası daha sonra gelecektir.”
************
BİR VEFÂ HİKÂYESİ
1939 senesinde Filistinli bir öğretmen, Riyad’da görev yaptığı okulların birinde, öğrencilerinden birisinin yüzünde, büyük bir üzüntü fark etti. Öğrenciye bunun sebebini sordu.*
Çocuk:
Okulun bir gezi düzenlediğini, katılım parasının bir riyâl olduğunu, ama âilesinin çok fakir olduğu için bu parayı ödeyemeyecek durumda olduğu için üzüldüğünü söyledi.
*Öğretmen, çok akıllıca bir düşünce ile doğru cevabı bir riyâl olan bir yarışma yaptı. Tabii ki soruyu küçük öğrenciye sordu. O da cevabı verip bir riyâli aldı. Öğrenci tarif edilemeyecek kadar sevindi ve geziye katıldı…*
Haliyle o küçük çocuk, âilesinin şiddetli fakirliği sebebiyle, eğitimini tamamlayamadı. Hamal olarak, günde yarım riyâl karşılığında, yük taşımaya başladı.
Sonra, o zamanlarda elektrik olmadığı için, gazyağı tenekeleri taşıdı. Daha sonra bakkalda satıcı olarak, sonra da aşçı oldu.
Sonunda 400 riyâl biriktirdi ve onunla bir bakkal dükkanı açtı.
Sonra hacıların dövizlerini alıp satan bir döviz bürosu açtı…
*Sonra.. sonra… derken zenginliğin zirvesine ulaştı…*
Bu öğrencinin kim olduğunu size söylediğimde, garipsemeyin. O, *”El-Râcihi”* bankasının kurucusu, *”Süleyman el-Racihi”*… Sermayesi 124 milyar riyal (yani 600 milyar) Bütün dünyadaki 500 şubesinde, 8000 memur çalışıyor.
O da bunun Allah’ın fazlı sayesinde olduğunu bilerek, servetinin üçte ikisini, vakıflara ve hayır işlerine bağışlıyor.
Bu vefâlı öğrenci, öğretmenini ve kendisine onun geçmişte yaptığı iyiliğini unutmadı.
Bundan sonrasını kendisinin yazdığı: *”Mücâdele Hikâyesi”* adlı anılarından, nakledelim.
(Bu öğretmenimin yerini öğrenene kadar, tüm eğitim kurumlarını ziyâret ettim.) Nihayet onunla buluştum. Onu yaşlanmış, işsiz, zor durumda ve (dünyadan) ayrılmaya hazırlanıyor gördüm…
Tanıştıktan sonra dedim ki;
*- “Değerli öğretmenim, uzun yıllar önce, bende emânet olan büyük bir alacağınız var…”*
Hayretle;
*- “Kimseye benim borcum veya alacağım yok.”* dedi.
Ben de:
*- “Sana şöyle şöyle cevap verdiğinde, yarışma ile bir riyal verdiğiniz bir öğrenciyi, hatırladınız mı?”* dedim.
Düşündü ve hatırladı, sonra da gülerek;
*- “Evet, Evet”* dedi.
*- “Sen o musun, yoksa? Beni, bir Riyali geri vermek için mi, arıyorsun?”* dedi.
Ben de:
*- “Evet.”* dedim.
Biraz ısrardan sonra, onu arabama bindirdim ve beraberce gittik. Bir villanın önünde durduk ve arabadan inip içeriye girdik.
Sonra;
*- “Değerli Öğretmenim! Benim size olan borcumu bu villa, beraberinde bu araba, hayatınız boyunca istediğiniz maaş ve müessesemde de oğlunuzun memur olması, (ancak) alacağınızı kapatıyor.”* dedim.
Öğretmen şaşırdı, gözleri doldu ve dedi ki.
*- “Ama bu gerçekten çok fazla…”*
Dedim ki:
*- “İnanın, vaktinde sizin verdiğiniz bir riyalin bana verdiği mutluluk, bunun gibi on villadan daha büyüktü hocam. Hâlâ o mutluluğu, unutamıyorum.”* dedim…
*Bu öğretmen; bir riyalle küçük bir çocuğu mutlu etmesi, hayatının en zor anlarında kendisini tamamen değiştirmek için ona geri döneceğini hiç aklına getirebilir miydi?..”*
*Karşılıksız ve sadece Allah için yapılan iyilikler; Allah’la yapılan bir ticârettir. Kazancınızın takdiri Allah’a aittir… Cenâb-ı Hak buyuruyor:*
*”Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter…”* (El-Ahzâb, 3)
************
Evin önünden Eskici geçiyordu. Evlat dedim. Ben de kırık bir kalp var alır mısın? Yok amca ya, dedi, para etmiyor dedi. ama evladım bari vereyim geri dönüşüme götür.
amca geriye dönmüyor ki, Geri dönüşümde de dönüşümü olmuyor. O yine aynı kalıyor.
Peki Japon Yapıştırıcılar var. Son sistem, mükemmel yapıştırıyor. Bunu yapamaz mısınız?
Aslı gibi yok amca, bu yapışkan tutmuyor, olmaz.
Peki ne yapayım, bende kalacak, ne olacak?
sana yük olacak bir ömür…
MEHMET ÖZÇELİK
29-09-2021