İPLER KOPTU
İPLER KOPTU
Evet ipler koptu.
İpi kopardılar.
Şimdiye kadar ip üstünde cambazlık yapıp, samimi görünenler artık ipi koparıp gerçek yüzlerini gösterdiler.
İçindekileri kusup gerçek niyetlerini ortaya koydular.
Dine içten saldırıp, kendilerince etrafını boşalttıkları Kur’an-ı Kerime doğrudan saldırmaktadırlar.
Hazmedilmemiş sahip oldukları bilgileri ile, tıpkı Kur’an-ı Kerim onları ‘Kitap yüklü Merkep’ e benzetmektedir.
Önce sahabeye, arkasından herkes çarşı pazarda gezerken Ashab-ı Suffa’dan olup çokça hadis rivayet eden Ebu Hureyre’ye, bununla yetinilmeyip Peygamber Efendimizi kendilerince aşırı övülen ‘Levlâke Levlâke..” gibi hadislerin inkârına, hızını alamayanlar Kur’an-ı Kerim’in tarihselliği ile Peygamberin bunu (Haşa) söylemiş olacağına, deşifre olunca uydurduğuna;[1]
Bu sefer Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu bunu kılıflayarak;” Kur’an’ı Kerim bir metin değil, hitaptır; hitab-ı ilahidir. Mesela beklentilerimiz Kur’an’ı Kerim’in diğer insan ürünü metinlere en kapsamlı bir metin”,
“… Kur’an-ı Kerim dinimizin, dini bilgimizin ana kaynağıdır. Ama onu bir metin gibi göremeyiz. Süreç olarak görmemiz, diyalektik bir hitap olarak görmemiz gerekiyor. Bunu önemsediğim için üzerinde ısrarla durmak istedim.”[2]
Adları önemli olmayan birkaç kişinin ifrat ve sivri uçlu sözleri, İslâm-ın içinde birer ur gibi yayılmakta, az da olsa müşteri bulmaktadır.
Kendileri gibi…
Ancak güzel olan husus, şimdiye kadar münafıkane gizlice yapılan ve yapanlar iplerini kopararak kendilerini açık ettiler.
Şimdiye kadar aldatma ve masum gibi görünen çıkışlarla savunmada bulunuyorlardı, artık renklerini belli ettikten sonra saflar da belli olmuş oldu.
Geriye kişilerin irade ve tercihi kalmıştır.
-Öne sürdükleri hezeyanları okuyup dinledim; gerçekten de idrak yetersizliği ve ihatasızlık, anlama amacından çok tenkid amaçlı olduğunu gördüm.
Olayı bir bütün olarak değil, sığ ve dar alanda değerlendirip, zaten insan sözü olarak düşündüğünden, insan bakışıyla değerlendirmiştir.
İlahi kaynaklı düşünüp değerlendirmemiş, değerlendirememiş ve maalesef değerlendirememektedir.
Gayet basitçe bakıp, dar açıdan yorumlamaktadır.
Mesela; Bediüzzaman onların çıkamayıp reddettikleri hususları çok veciz ve akli yöntemlerle vuzuha kavuşturmaktadır. ”Bir sual: “Bazen ehemmiyetli bir hakikat sathî nazarlara görünmediğinden ve bazı makamlarda cüz’î ve âdi bir hadiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir düsturu beyan etmekte münasebet bilinmediğinden, bir kusur tevehhüm edilir. Meselâ, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm kardeşini bir hile ile alması içinde ‘Her ilim sahibinden üstün bir bilen bulunur.’[3] diye gayet yüksek bir düsturun zikri belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?”
Elcevap: Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzun sûre ve mutavassıtlarda ve çok sayfa ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, belki Kur’ân, mahiyeti hem bir kitab-ı zikir ve iman ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri tazammun ederek rububiyet-i İlâhiyenin herşeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı üslüman bir nevi kıraati olan Kur’ân, elbette her makamda, hattâ bazen bir sayfada çok maksatları takiben marifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve iman hakikatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ zâhirce zayıf bir münasebetle başka bir ders açar ve o zayıf münasebete çok kuvvetli münasebetler iltihak ederler, o makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâgatı yükselir.”[4]
Bunlar tamamen bu ve bu gibi kadının mirastan üçte bir payı konusunda da Avrupa feylesoflarının itirazlarını seslendirmektedirler.
-“Kur’an Allah kelâmıdır, mahlûk değildir”[5]
-‘ Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda, kibirini yenemeyip sırt çevirdi de: «Bu (Kur’an) dedi, olsa olsa (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değil.»[6]
Kureyşli münkirlerden Velîd b. Mugīre el-Mahzûmî’nin ileri sürdüğü, “Bu Kur’an insan sözünden başka bir şey değildir” tarzındaki görüşüne dayandırmışsa da yine ona göre bunu ilk defa kelâmî bir tartışma konusu haline getiren Ca‘d b. Dirhem’dir; Cehm b. Safvân da bu görüşü benimseyip yaymıştır.[7]
-Halku’l Kur’ân meselesi geçmişten günümüze tartışma konusu yapılmıştır.
Bunun Allaha değil de Peygamber Efendimize aid olduğunu iddia etmek; Ümmi yani okuma yazması olmayan bir kişiye beşer üstü bir güç yüklemek demektir.
O’na şüphe düşürüp Yahudilikteki gibi tahrife kapı açmaktır.
O’nun evrensel değil, sadece birkaç muhatap arasında geçen olaylar ve belli mekanlara sıkıştırılan dar konular olduğunu iddia etmektir.
Tüm insanlığı bağlamadığını ve böylece Hristiyan ve Yahudiliğe de bir hakikat verme, onların dinlerinin de hakikat olduğu iddiasında bulunmak demektir.
Oysa Allah’ın Zatı Ezeli ve Ebedi olduğu gibi, Kelâmı da ezeli ve ebedidir.
-Bu görüş batıl bir mezhep olan Mutezile ve Şia kaynaklıdır.
Bunun kaynağı konusunda dayandırılan noktalar konusunda;
“1. Halku’l-Kur’ân meselesinin üslüm kaynaklı olduğunu ileri süren tarihçi İbnü’l-Esîr’e göre, Tevrat’ın yaratılmışlığından hareket ederek Kur’an’ın da mahlûk olduğunu ilk defa söyleyip yayan kişi Hz. Peygamber’e sihir yaptığı söylenen üslüm asıllı Lebîd b. A‘sam’dır.
2. Bir kısım Sünnî, Mu‘tezilî ve Şiî âlimleri halku’l-Kur’ân meselesini hıristiyan ilâhiyatçılarının etkisine bağlamıştır.
3. Halku’l-Kur’ân probleminin ortaya çıkışında Grek felsefesi etkili olmuştur.
4. Halku’l-Kur’ân meselesi ilâhî sıfatlarla bağlantılı olup sıfatların ezelî veya hâdis kabul edilişine bağlı tartışmaların etkisiyle ortaya çıkmıştır.”[8]
-“Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.”[9]
-“Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: “Allah katındandır” derler, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.”[10]
-Belli ki bizdeki bir kısım ilahiyatçılar; İdamla yargılanan ve daha sonra Mısırdan kaçan Mısırlı Nasr Hamid Ebü Zeyd’in; Tarihsellik, Bir kültür kitabı olması ve de kitap değil de hitap olduğu sakat düşüncesinden etkilenmişlerdir.
*****************
Dini tehlike 1970 yılında Türkiye’de Sağ taraftan İran’dan geliyordu. Humeyni model alınmıştı. Diğer taraftan sol kesimden Rusya’daki komünizmi kendilerine kıble edinmişlerdi. İki zıt görüş.
Bugün tehlike daha ziyade dini taraftan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelmektedir.
1970 yılındaki tekfir etme gibi sivri ve ifrat düşünceler bugün tekrar gündeme getirilmeye, İbn-i Teymiye’nin görüşleri tekrar canlandırılmaya çalışılıyor.
Bununla beraber yine batının, başta Amerika’nın ve İngiliz’in oyunu da bu tehlikeyi sürdürmektedirler. Türkiye kaygan bir zeminde olup çok rahatlıkla bitirip, çeşitli cephelere yönlendiriliyor. Kaygan zeminde kaydırılıyor. Ayağın altındaki sabun gibi.
-Safevilerin Avrupalılarla ilk siyasî temasları Şah İsmail dönemindeydi ve o, Osmanlılara karşı bir ittifakı hayata geçirmek için Venedikle irtibat kurmuş, onlardan ordusuna ateşli silahlar istemişti.[11]
-Batı İslâma girmeye tam hazır olmasa bile ve eğer hazır olup İslam’a girerse; acaba biz ne kadar hazırız, batının İslam’a girişine altyapı ve birikim olarak ne kadar hazırız? Kendimizi sorgulamamız lazım.
Hariçten gelen haçlı tehlikesiyle birlikte, içte çıkarılan ihtilaf ve Müslümanların harem daire olan Kur’an-ı Kerime yapılan saldırı, hesaplı ve vakitli bir saldırıdır.
İçteki oluşan urun nüksetmesi veya içteki urların zamanının geldiği düşünülerek dışa vurulmasıdır.
”Emniyet İstihbarat Dairesi’nin ‘gizli’ Türk selefiler raporunda çarpıcı bilgiler yer alıyor. MİT verilerine dayanarak hazırlanan rapora göre Nisan 2011’den beri Irak ve Suriye’ye 2750 Türk selefinin gidip geldiği, halen bölgede 1211 kişinin bulunduğu, bunlardan 749’unun IŞİD, 136’sının ise Nusra Cephesi’nde (NC) olduğu, bugüne kadar 457 Türk’ün bölgede öldüğü anlatıldı.
Selefilerin Türkiye’deki tabanlarının 10 bin-20 bini bulduğu, Tunus, Suudi Arabistan ve Ürdün’deki seviyeye çıktığı tehlikesine dikkat çekilen raporda, “Bu, ülkemiz açısından bir tehdit niteliği taşımaktadır” denildi.[12]
-Harici güçler özellikle İngilizler Vehhabiliği kullanarak İslâm dünyasına hücum edip vuruyor ve fitne çıkarıyor.[13]
*****************
”Çocuk tacizcisi Fatih Nurullah’ın Almanya’nın soylu aileleriyle ilişkisi ortaya çıktı!
12 yaşındaki çocuğu taciz ettiği için 40 yıla kadar hapisle yargılanan Fatih Eyüp Şağban’ın ilginç bağlantıları çıktı. Sık sık Almanya’ya giden Şağban, “dinler ve kültürler arası diyalog” toplantılarının organizatörü Prof. Rudolf Prinz Zur Lippe ile yakın ilişki içindeydi. Tacizci, 15 Temmuz’da da yanındakilere “sokağa çıkmayın” dedi.[14]
Almanya bugün hem Pkk-yı, hem de Fetöyü ve uzantısı olan zihniyeti desteklemekte ve korumaktadır. Kaçanların Almanyaya, Yunanistan gibi ülkelere sığınması düşündürücüdür.
Acaba bunlara sahip çıkarken babasının hayrına ve özgür olmasından mı kaynaklanıyor?
Yoksa Türkiye ile karşı karşıya kalmanın yolunu açıp, karşı karşıya gelmesi mi sağlandı?
-Bir Kıssa:
-Hazret manzumesine “sana sığındım ey Allah’ın Rasûlü” manâsına “Dahîlek yâ Rasûlallah” başlığını koymuş. Çünkü Efendimiz s.a.v.’e kavuşma, O’nun cemâliyle müşerref olma iştiyakının şiddetine rağmen maksadına ulaşamamanın mahrumiyetiyle kan ağlamakta, Rasûl-i Ekrem s.a.v.’den medet ummaktadır. Gönül hûn olmuş, yani kanla dolmuş; vücudu baştan ayağa kana boyanmıştır. Bu nîrâna, bu ayrılık ateşine şimdiye kadar nasıl dayandığına kendisi de şaşmaktadır.
Öğrencileri ona, yanan dede demiş.
O şiirlerinde “Yanmaktır Efendim biricik çâresi aşkın” diyen, “Yak üslüm âteşlere, efgânıma bakma!” diye yakaran Yaman Dede’nin duasına icabet buyurulmuş anlaşılan. Yahya Kemâl Beyatlı, Yaman Dede’nin ismine ve Rum kökenli bir üslüma oluşuna da işaretle, Rasûl-i Ekrem s.a.v.’e duyduğu yaman aşkın Anadolu Müslümanları nezdinde ona kazandırdığı itibarı şöyle ifade etmiş: “Yüz sürdü gerçi pâyine çok üslüman dede / Mollâ-yı Rûm görmedi bundan yaman dede”.
1962 de 75 yaşında yüksek ateşten oldu.
Belli ki yanmayı çok istiyordu.
– Men bende-i Kur’ânem eger cân dârem
Men hâk-i reh-i Muhammed muhtârem
Eger nakl kuned cüz in kes ez güftârem
Bizârem ez u vez an suhen bizârem
* * *
(Ben yaşadığım müddetçe Kur’ân’ın bendesiyim.
Ben, Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım.
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da şikayetçiyim, o sözden de şikayetçiyim.) Hz. Mevlâna.
MEHMET ÖZÇELİK
11-12-2020
[1] http://www.tesbitler.com/page/2/
[2] http://www.tesbitler.com/2020/12/07/kuran-i-kerim-tarih-otesidir/ Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, Kuramer Yayınları, Ekim 2016, s: 61-65.
[3] Yusuf suresi.76.
[4] 25. Söz. Sh. 421.
[5] Beyhakī, I, 373; Ebû Ya‘lâ, s. 87.
[6] Müddessir 74/25.
[7] er-Red ʿale’l-Cehmiyye, s. 259, 337; er-Red ʿale’l-Merîsî, s. 452.
[8] https://islamansiklopedisi.org.tr/halkul-kuran
https://islamansiklopedisi.org.tr/mihne
[9] Şuara. 193-195.
[10] Âl-i İmrân Suresi 78.
[11]Safevi Ülkesinin İngiliz Konukları (İngiliz Tacirlerin İran Seyahatleri, 1562-1581). Özer KÜPELİ.sh.3.
[12] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/iste-emniyetin-selefi-raporu-turkiye-tabanlari-20-bine-ulasti-bu-bir-tehdit-40094417
[13] https://sorularlarisale.com/ustad-hazretlerinin-ibni-teymiye-hakkindaki-gorusleri-nelerdir
[14] https://www.takvim.com.tr/guncel/2020/09/08/cocuk-tacizcisi-fatih-nurullahin-almanyanin-soylu-aileleriyle-iliskisi-ortaya-cikti