TÜRKİYEDE BULUNAN ÜÇ CEREYAN

TÜRKİYEDE BULUNAN ÜÇ CEREYAN

Türkiye’de güya hukuku savunan mevzii bir kısım hukuk temsilcilerinin başında Ankara Barosunun; Diyanet işleri Başkanının Ali Erbaş’ın Fuhuş üzerine söylemiş olduğu;” Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikahsız hayatın İslamî literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” ifadeleri tamamen dini ve dini kaynaklı bir ifadedir.

Bu dini konuda yetkili olan bir mercinin Başkanından gelen bir beyandır.

Dine olan düşmanlığını dile getiren baro ise yetkisi olmadığı halde sadece cehalet kaynaklı olmayıp, buna cevabı ise din dışı olmuştur.

 “Sesi çağlar öncesinden gelen bu şahıs”, “zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip” ifadesi[1] ve arkasından İstanbul ve İzmir’den gelen cızırtılı seslerle ortaya koydukları bu kusmuk, bir fikir özgürlüğü değil belki yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ve de Dini konularda yetkili olan bir kurumun beyanına karşı seviyesiz bir çıkıştır.

Bu Türkiye’de bulunan din karşıtı ve bununla da kalınmayıp düşman olunması sadece basitçe bir solculuktan ibaret bir durum değildir.

Bu insanlar dünyadaki bulunan diğer insanlardan farklı olarak hem dini ve hem de milli konularda yıkıcı bir tavır içerisinde yer almaktadırlar.

Dünya solcuları kendi milli menfaatlerini düşünürken, bizdeki solcular yüz sene önceki -istemezük- bozuk zihniyetinin zamanımızdaki devamıdır.

Bizdeki sol zihniyet ilerlemeye yönelik her şeye karşı olduklarını ve nitekim 17-25 aralık terör estirmelerindeki devlete sundukları isteklerinde de bunu göstermişlerdir.

Bu kısır zihniyetin kaynağı, dine olan kısırlığından ve düşmanlığından kaynaklanmaktadır.

Zira yoğurt bozulursa içerisine tuz, limon gibi şeyler konularak yararlanılabilir.

Ancak tereyağı bozulursa vücuda zehir olur.

Bizdeki sol zihniyet vücuda zehir olan cinsindendir.

Nitekim şu korona illetiyle dünya çalkalanırken Hristiyanlık ve batı dünyasında şunu görüyoruz;

-Düne kadar devlette ezana müsaade etmeyen batı, bugün kiliselerinde ezan okutmaktadır.

Caddeler ve balkonlarda ezan sesleri yükselmektedir.

-“Nijeryalı Hristiyanlar korona-virüs için 21 gün oruç tutup dua edecek.

Batı Afrika ülkelerinden Nijerya’da Hristiyanlar, yeni tip koronavirüsle (Kovid-19) mücadeleye destek vermek için 21 gün boyunca dua edip oruç tutacak.[2]

-ABD’de koronavirüse karşı Hz. Muhammed’in hadisleri panolarda yayınlandı.

ABD’nin Chicago kentinde bir reklam panosunda Hz. Muhammed’in salgın hastalıklar ile ilgili hadisine atıfta bulunarak, panoda Hz. Muhammed’in “Bir yerde veba ve benzeri, herhangi bir bulaşıcı hastalık olduğunu işittiğiniz zaman, o yere girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde böyle bulaşıcı bir hastalık varsa, oradan da çıkıp kaçmayınız” hadisini koronavirüs salgınına karşı kullanıldı.

Reklam panosunda “Ellerinizi sık sık yıkayın. Salgın hastalık olan yerlere gitmeyin. Bulunduğunuz yerde salgın hastalık varsa ayrılmayın” ifadelerine yer verildi.[3]

Bu durumlar bize Bediüzzaman’ın ifadesindeki şu müjdeyi vermektedir.

“İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin hatipleri ve Amerika’nın ehemmiyetli cemiyeti, büyük hükümetler, ruh-u canlarıyla Kur’an’a sarılacaklar. “

Bizdeki zihniyet ise Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan köksüz, seviyesiz ve dine olan hıncından dolayı sürekli muhalefet etmekte, her yapılan müsbet çalışmaları ve yatırımları yalanlarla çürütüp, muhalefet etmeye çalışmaktadır.

Bizdeki bu siyaset ve muhalefet ve de solculuk iddiaları çapsızcadır.

Allah bizdeki bu zihniyetin kökünü kurutsun.

-Bugün diyanete saldıranların mahiyetini Bediüzzaman 70 yıl öncesinde Demokratlara yazdığı mektupta hülasalandırıyor.

”Demokratlara büyük bir hakikatı ihtar.
Şimdi Kur’an, İslâmiyet ve bu vatan zararına üç cereyan var:
Birincisi : Komünist, dinsizlik cereyanı. Bu cereyan, yüzde otuz-kırk adama zarar verebilir.
İkincisi: Eskiden beri müstemlekatların, Türklerle alakalarını kesmek için Türkiye dairesinde dinsizliği neşretmek için; ifsad komitesi namında bir komite. Bu da yüzde on-yirmi adamı bozabilir.
Üçüncüsü: Garplılaşmak ve Hıristiyanlara benzemek ve bir nev’i Purutluk mezhebini İslamlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayan bir kısım siyasîler hey’etidir. Bu cereyan yüzde, belki binde birisini, Kur’an ve İslâmiyet aleyhine çevirebilir.”[4]

MEHMET ÖZÇELİK

30-04-2020


[1] http://www.tesbitler.com/2020/04/28/ur-vucuttaki-irin-ve-kusmuk/

[2] https://www.risalehaber.com/nijeryali-hristiyanlar-koronavirus-icin-21-gun-oruc-tutup-dua-edecek-377784h.htm

[3] https://www.yenisafak.com/koronavirus/abdde-koronaviruse-karsi-hz-muhammedin-hadisleri-panolarda-yayinladi-3535769

[4] Beyanat ve Tenvirler.250-251.




ÖLÜME VE ÖLDÜRMEYE HARCANANLAR

ÖLÜME VE ÖLDÜRMEYE HARCANANLAR

İnsanlık, dünya ve devletler yok etmeye harcadığı parayı, var etmeye harcasalar, dünya içerisindeki yaşantı gül gülistan olacaktır.

Mesela devletlerin orduya bütçelerinden harcadıkları ve ayırmış oldukları paralar eğer toplumun refahı için olmuş olsa; elbette ki o toplum büyük bir rahat içerisinde yaşayacaktır.

Açlıktan ölme gibi durum olmayacağı gibi, insanlar gayet müreffeh bir durum içerisinde yaşayacaktır.

Devletler en meşru, en masum hali ile müdafaa amaçlı ordularına yatırmış oldukları büyük yatırımlar, toplumu ayağa kaldırmak için yapılan yatırımları katlamaktadır.

Başta dünya jandarmalığına soyunan Amerika olmak üzere, Batı ülkelerine baktığımız zaman; insanlığı öldürmeye yatırmış oldukları para ve o alanda elde etmiş oldukları silah ve sair mühimmatlar, rahatlıkla Dünya devletlerinin kendi halkını olduğu gibi, dünyayı da rahatlatacak bir ortama getirecektir.

Silah ve Orduya yatırılan ve ayrılanlarla beraber, bunun dışında yatırılmış olan ve insanlığı yok etmeye yönelik uyuşturucu ve bütün kötü oluşumlar aynı şekilde müsbet manadaki yatırımların ve toplumun kalkınmasının üzerindedir.

İnsanlığa hayat kazandırmaktan daha çok, insanlığı yok etmeye yönelik çalışmalar ve yatırımlar yapılmaktadır.

İnsanlığın elinden tutup ayağa kaldırılmasına yönelik bir yatırıma dönüşmüş olsa, dünya hakikaten huzur içerisinde ve rahat bir ortamda hayat sürecektir.

Yine sağlığı tehdit eden unsurlardan dolayı sağlığa yapılan yatırımlar- Şu anda insanlığın kirli elinin karışmasıyla ortaya çıkan Korana virüsü gibi- insanın yine daha sağlıklı bir hayat sürmesi için harcanmış olsa, bu da az bir yatırım tutmayacaktır.

Bununla beraber banka soygunları, rüşvetler, aşırı harcamalar hatta Obeziteyi netice veren fazla yeme gibi durumlar; yine insanların refahı için harcanmış olsa ve burada bir paylaşma, pay verme durumu söz konusu olmuş olsa idi, toplum Cennet hayatı içerisinde olacaktı.

Biz galiba fazla hayali Cennet hayatını tasvir ediyoruz. Aslında gene de olmayacak ve imkânsız bir şey değildir. Mümkündür, olabilir.

İsraf ise başlı başına bir faciadır.

Yıllar öncesinde sadece İstanbul’da bir günde 5 milyon ekmeğin çöpe atıldığı söyleniyordu. Bu da Atina’nın 1 günlük ekmek ihtiyacını giderecek durumdadır.

Peki varsayın tüm dünyada sadece 8 milyara yakın insanın her birisinin bir pirinç tanesini attığını, bir dilim ekmeğin çöpe gittiğini düşünün.

Bir litre suyu israf ettiğini düşünün ve buna benzer her şey de yani yiyimde, giyimde, barınmada kısaca her şeyde atmış olduğumuz şeyleri bir araya getirdiğiniz zaman; külli bir yekún teşkil edecektir ki, belki bir dünyayı daha besleyecektir.

Aslında Corona bize bunları birazda olsa öğretti gibi.

Gerçekten eğer biz bununla da bunu öğrenmemiş olursak herhalde başka bir korona virüsü bize bu durumları öğretecektir.

Paranın ehemmiyeti kalmadı çünkü insanlar kullanmak için dışarı çıkamamaktadırlar.

Artık savaşlar nisbeten de olsa durduğu gibi, insanları öldürmeye yapılan yatırımlar şimdilik geri plana düştü.

Petrol için yapılan savaşlar şimdilik yerini petrolün önemsizliği halini aldı.

Ve paranın artık bir değeri kalmadı. Demek ki korona musibetinden önce yapılan gereksiz harcamaların ve başkalarını adeta sülük gibi emmenin manasının olmadığını, paylaşmanın gerekliliğini bize öğretmiş oldu.

Yine de öğrenmezsek dolaylı yoldan Cenâb-ı Hak bize yine öğretecektir.

Kıssa: Ne çok yiyirem Hekime gidirem.

Ne yanlış edirem Hakime gidirem, demeli ve bu ortak noktada dünya birleşmelidir.

MEHMET ÖZÇELİK

30-04-2020




TEHDİT

TEHDİT

Dünyada kirli tehdit hala sürüyor.

Savaş şekilleri çok değişti.

Bu tehlike biyolojik ve teknolojik odaklı olarak gelişiyor ve geliştiriliyor.

-Çin bilinçli mi yaydı? Hacklenen e-postalarda şüpheli görüntüler.

Dünya Sağlık Örgütü, Gates Vakfı ve ABD Sağlık Bakanlığı’na (NIH) ait 25 bin e-posta adresinin hacklenmesi sonrası ortaya çıkan e-postalar Kovid-19’un, Vuhan’daki laboratuvardan kasıtlı yayıldığı iddialarını tekrar gündeme taşıdı.[1]

-Laboratuvarda üretilip korona-virüsün DNA’sıyla oynandı: ABD’de yaşayan Türk doktordan bomba iddia.

New Jersey’de klinikleri bulunan Türk Doktor Vedat Obuz, Kovid-19’un laboratuvarda üretildiğine inandığını söyledi: DNA’sıyla oynandığından şüpheleniyorum. Son 10 senede ‘CRISPR gene’ tekniği çıktı. DNA’ları kesip aralara bir şeyler koymak için. Bunu silah olarak hazırlarlarken laboratuvardan kaçtı.[2]

Küreselleşen dünyada, küreyi kontrol etme savaşları başlamıştır.

Sonuçta İnsanı öldürecek olan ne Koronadır ve ne de bir hastalıktır.

İnsanları öldürecek olan onun ecelidir.

-En tehlikeli virüs açlık: Her gün 8220 çocuk açlıktan ölüyor.

Dünya Kovid-19’un neden olduğu ölümlere kilitlenmişken Yeryüzü Doktorları en tehlikeli virüsün hala “açlık” olduğuna dikkat çekerek yardım kampanyası başlattı. Kampanyanın sloganı, “Peki, ya her gün açlıktan hayatını kaybeden 8220 çocuk?”[3]

Dünya devletleri insan hayatına önem vermede eğer samimiyse; önce savaşların durdurulması ve de açlıktan ölen insanların kurtarılması yolunda girişim ve gayrette bulunsunlar.

Dünya toplu olarak her şeyiyle değiştirilmeye çalışılıyor.

Dünya devletlerine ve toplumlarına toplu darbe yapılıyor.

Dünya toptan ekonomik, psikolojik, sosyolojik, fizik ve metafizik açıdan bir tünele ve değişim içerisine sevk edilmektedir.

Mesela ekonomik olarak büyük bir değişiklik içerisinde; Dünyada bir günde 107 bin uçak seferleri ile 12 milyon insan taşıyan hava yolları, şimdilerde 1 milyona düştü.

El değiştiren fabrikaları, petrolün fiyatının düşmesini, vs. kıyas ediniz.

Devre dışı bırakılanlarla, devreye alınanların, yüz yıl sonra yüz yıllığına dünya devlet ve liderlerinin oluşumu sağlanıyor.

Dünya bir düğmeden, bir beyin bilgisayarından, bir odadan idare edilmeye çalışılıyor.

Robotlaştırarak…

Tüm değerleri ve kabiliyetleri yok sayarak…

– “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslâmiyete hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak.”(Bediüzzaman)

MEHMET ÖZÇELİK

28-04-2020


[1] https://www.yenisafak.com/koronavirus/cin-bilincli-mi-yaydi-hacklenen-e-postalarda-supheli-goruntuler-3536555

https://seslimakale.com.tr/videodetay/bekir-hazar–satislar-basladi-40660

https://www.ahaber.com.tr/video/programlar/yazboz-videolari/yaz-boz-1587907219

[2] https://www.yenisafak.com/koronavirus/laboratuvarda-uretilip-koronavirusun-dnasiyla-oynandi-abdde-yasayan-turk-doktordan-bomba-iddia-3536549

[3] https://www.yenisafak.com/ramazan/en-tehlikeli-virus-aclik-her-gun-8220-cocuk-acliktan-oluyor-3536832




UR/ VÜCUTTAKİ İRİN VE KUSMUK

UR/  VÜCUTTAKİ İRİN VE KUSMUK

Şeytanın kusmukları.

Virüslerin ve nifakların açığa çıktığı bir asırdayız.

Hz. Ademden beri süregelen nur ve zulmetin toplu ve toplumsal mücadelenin sürdüğü bir asırdayız.

Türkiye’de hala hazımsız, kısır, muhalefeti şiar edinmiş bir yıkıcı ve gerçekleri perdeleyici zihniyetler mevcuttur.

Hala hazım ve kabul zorluğu çekmektedirler.

Kendisini aşamamış ve toplumu sürekli durdurmakla kalmayıp, geriye götüren bir kesim mevcut.

Yüz yıl önceki istemezuk kafası…

Bugün Türkiye’de yüz elli yıllık Mason ittihat ve terakki zihniyeti devam etmektedir.

Bundandır ki, Şehir hastahanelerine karşı eleştiriler bu milleti maddi manevi fakirliğe ve ölüme mahkum edenlerin yetersizliği ve düşüklüğüdür.[1]

“Sözcü Gazetesi yazarı , Selçuk Bayraktar’ın paylaşıma cevap verdi ve “Hiç kadın mühendis yok mu?” ifadelerini kullandı.

Baykar Teknik Müdürü ve T3 Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Selçuk Bayraktar, cevap verdi ve “Önemli bir noktaya dikkat çektiniz, teşekkürler. Baykar’da mühendis/personelimizin 96’sı kadın. Dün bazıları bizimleydi, gözünüzden kaçmış olmalı. TEKNOFEST ve DENEYAP’larda da onbinlerce kız öğrenci yetiştiriyoruz. #MilliTeknolojiHamlesi kadın erkek hep birlikte gerçekleşecek” ifadelerini kullandı.[2]

Dağı görmeyip çakıla çakılan bir zihniyet.

Allahım bu zihniyeti kahret ve altet…

****************   

Pkk ve onu temsil eden Hdp Marksist bir yapıdır.

Silahlı terör örgütü, ermeni yapılı ve ağırlıkla ermeni odaklı bir örgüttür.

Türkiye’deki 1970 yıllarının solcularını ve Komünizm mensuplarını temsil eder.

Doğuda yüz bini aşkın kripto Ermenilerinin silahlı gücüdür.

Doğunun dinini ve dini hizmetlerini birinci hedef olarak alırken, ikinci olarak devleti yıpratmayı ve zayıflatmayı hedef almakta, onlarla uğraşılmasını sağlamaktadır.

Rejimi koruma bahanesi ve Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saldırma bahanesiyle, farklı siyasi partilere mensup olanlarla ortak noktada ittifak etmektedirler.

Chp bu konuda onlara -arkadaşlarım- diyerek arasına mesafe koymayıp, onları temsil eden partilerle çok rahatlıkla ortaklık yapmaktadır.

Bu insanların yarın ve öbürkü gün, Allah korusun belli bir makama geldiklerinde dağdaki eşkıyaları nerelere getirecekleri ve ne yapacakları şimdiden belli değil midir?

Şimdiden bile böyle bir iktidara sahip olmadıkları halde değişik belediyelerdeki görevlerinde çok rahat hareket etmekte, takipte bulunmakta, harcama yapmaktadır.

Basiretli olunmalıdır.

Elde ettikleri belediyelerde yaptıklarını düşünüp, yapacaklarını şimdiden en azından anlamada zorlanılmamalıdır.

-Yasakçı zihniyetin utanç vesikası: Tek suçu Kur’an öğretmekti.[3]

Bu yüz binlerce numuneden sadece birisi…

-“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında «İnandık» derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden (kahrolup) ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.”[4]

İnsanlık vücudundaki bu ur ve kusmuktan dolayı sıkıntı çekmekte, fuhuş ve günahının sancısını çekmektedir.

Her yıl ramazanda bu milletin ramazanını bulandırmak için ortaya kokuşmuş ur, salya ve irinler dökülür.

Bununla ilgili de birer yazı kaleme almıştım.[5]

Bu ramazanda da Diyanet İşleri Başkanı hedef alınarak İslâma saldırıda bulunuldu.

“sesi çağlar öncesinden gelen bu şahıs”, “zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip” diyerek İslam düşmanlığı yaptı.”[6]

Bu ur yüz yıllık sürdürülen ve Hz. Âdem’den beri süregelen iman-küfür mücadelesinin bir devamıdır.

Ne garip tecelli değil mi?

Fuhuş hukuken savunuluyor!!!

Lut’un karısı devrede!!!

Lútî kavme desteğini sürdürüyor!!

-“Elçiler “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla dokunamayacaklar. Sen gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yola çık. Eşinden başka sizden hiçbiri geride kalmasın. Çünkü onların başına gelecek olan, şüphesiz onun başına da gelecektir. Onlar için belirlenen zaman, sabah vaktidir. Sabah da yakın, değil mi?” dediler.

82-83. Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine sağanak halinde, Rabbin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Böyle cezalar zalimlerin başından hiç eksik olmaz.”[7]

Diyanet işleri Başkanının bu korona illetinin insanlığın fuhuş ve günahının bir sonucu olduğunu söylemesi üzerine güya hukuku savunan Baro, fuhuş temsilcilerinin bile cesaret edip savunamadığı bir çirkinliği Başkana dava açarak bu hukuksuzluğunu göstermiş oldu.

Türkiye’de bu da var!!!

Pkk- yı savunan, fuhşu savunan ve adaletsizliği savunan bir urlu hukuk!!!

İşte terör niye bitmiyor?!

İşte fuhuş niye bitmiyor?!

Belli oluyor değil mi?

-“İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.”[8]

Hasılı; İslam gümbür gümbür geliyor. Maddi ve manevi tüm hatlarıyla, tüm aletleri ile, tüm teknik ve teknolojisiyle.

Ancak nasıl ki Padişahın gelip geçeceği ortamın elbette ki uygun olması lazım.

Bir Cumhurbaşkanı bir beldeye giderken, o beldede tüm hazırlıklar yapılır. Caddeler temizlenir. Onun geçtiği yerler uygun hale getirilir.

İslam adeta tacını giymiş, büyük bir padişah gibi gelirken elbette ki geleceği ortamın hazır olması, Korona ile dünyanın maddi ve manevi temizlenmesine, İslam’ın da böyle temiz bir ortam içerisinde gelmesine bir zemin hazırlamış oldu.

-“Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız).

Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.”[9]

-“Bunun üzerine Nuh Rabbine:   

O da Rabbine, “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et” diye dua etti.”[10]

Kıssadan Hisse: Keşke demek için bile geçtir vakit,

Geçti ömrüm bir ah ile/içi dolu eyvah ile.

Yanmadan kerpiç bile olunmaz iken insan olunur mu ?

Kökü olmayan uzar mı..? Yunus Emre.

MEHMET ÖZÇELİK

28-04-2020


[1] http://video.haber7.com/video-galeri/161547-kilicdaroglu-portakal-ve-karamollaoglu-sehir-hastaneleri-icin-bakin-ne-demisti

[2] https://www.yenisafak.com/ekonomi/selcuk-bayraktardan-sozcu-yazarinin-hic-kadin-muhendis-yok-mu-sorusuna-tokat-gibi-cevap-gozunuzden-kacmis-olmali-3535936

[3] http://m.haber7.com/guncel/haber/2918062-yasakci-zihniyetin-utanc-vesikasi-tek-sucu-kuran-ogretmekti

[4] Âl-i İmrân Suresi 119. Ayet.

[5] http://www.tesbitler.com/2015/01/02/ramazan-oyunlari/

http://www.tesbitler.com/2015/01/01/2-ramazan-senaryolarindan-turkce-ibadet-ve-ezan/

http://www.tesbitler.com/2015/01/01/2000-2001-yili-ramazan-senaryolari/

[6] https://www.yenisafak.com/gundem/alcaksiniz-dusmansiniz-islamofobiksiniz-islam-dusmanligina-chp-de-destek-verdi-3536838

[7] Hud suresinin-81-83.

[8] Rûm Suresi 41. Ayet.

[9] Leyl suresi-5-11.

[10] Kamer Suresi 10. Ayet.




HAYATIN SIRRI

HAYATIN SIRRI

Cenab-ı Hakk’ın Kâinat çapında en büyük projesi insan projesidir.

Çünkü bu insanın özelliği diğer bütün varlıkların ötesinde Cenab-ı Hakkı bilmektir. Bilmenin de ötesinde kendi Yaradanını, Yaratıcısını tanımaktadır ki; biz buna Marifetullah diyoruz.

İnsan marifette zirveye çıkar, sonsuza dek uzanır. Böylece insan kendi yaratıcısını tanıdıkça, O’nu daha çok sever, O’nu sevdikçe de ona olan Muhataplığı ve Rü’yeti sürdürülür.

Onun içindir ki; diğer varlıklar mesela koyun, keçi, kedi, köpek, at vesaire kendi sahibini tanırken, insan o tanımanın ötesinde kendi Rabbini, kendi Sahibini bilmekte, bilmenin de ötesinde tanımakta, tanımanın ötesinde de O’nun vasıflarını, özelliklerini ve marifetine mazhar olmaktadır.

Bilmek ayrı, tanımak ayrıdır.

Şeytan Allah’ı biliyor ancak tanımıyordu.

Bilmek akla âid bir duygu, tanımak ise kalbe âid bir duygudur.

Bilgide kalıp tanımaya dönüşmeyen bir bilgi, yenilip de hazmedilmeyen gıda gibidir.

Şeytanın aklında Allah bilgisi var idi ancak hazmedilmediğinden kalbe marifet olarak yansımamış, marifete dönüşmemişti.

Şeytan marifetten yoksun idi. Tıpkı kitap yüklü merkep idi.

Bütün sıfatları içerisinde insan ebediyete doğru gitmekte ve o bilgisini, marifetini, anlamasını ve irfanını da ziyadeleştirmektedir.

-“Kendi hayatının mahiyetine bak ki; o mahiyetinin icmâli şudur:

Esmâ-i İlâhiyeye âit garâibin fihristesi, hem şuûn ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyâsı, hem kâinattaki âlemlerin bir mîzanı, hem bu âlem-i kebîrin bir listesi, hem şu kâinatın bir haritası, hem şu kitâb-ı ekberin bir fezlekesi, hem kudretin gizli defînelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudâta serpilen ve evkâta takılan kemâlâtının bir ahsen-i takvîmidir. İşte mahiyet-i hayatın bunlar gibi emirlerdir.

Şimdi, senin hayatının sûreti ve tarz-ı vazifesi şudur ki:

Hayatın bir kelime-i mektûbedir, kalem-i Kudretle yazılmış hikmetnümâ bir sözdür;
görünüp ve işitilip, Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder. İşte hayatının sûreti, bu gibi emirlerdir.

Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete aynalıktır. Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyetle, Zât-ı Ehad-i Samede aynalıktır.
Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip, sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir, Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir, kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadîs-i kudsînin meâl-i şerifi olan, 
-Ben göklere ve yere sığmam. Hayrettir ki, mü’minlerin kalbine sığarım.- denilmiştir.
İşte, ey nefsim! Hayatının böyle ulvî gàyâta müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazîneleri câmi’ olduğu halde, hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki, hiç ender hiç olan muvakkat huzûzât-ı nefsâniyeye, geçici lezâiz-i dünyeviyeye sarf edip zâyi edersin.”
[1]

-Hadis-i Kudsi’de; “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.”

Yani; “Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir ayna olsun ve o aynada cemâlimi göreyim” demiştir.”

MEHMET ÖZÇELİK

28-04-2020


[1] 11. Söz s.118-119.




ALEMLER ARASI İLETİŞİM

ALEMLER ARASI İLETİŞİM

Efendimizin vefat anında söylediği son söz; Refiki A’la yani En yüce Dost, Dosta olmuştur.

Yücelerdeki dostun, ednadaki dostla buluşması.

Ednadaki dostluğun, A’ladaki dostla dostluğun devamı.

O’ndan geldik, O’na gidiyoruz.

Dostla beraber olmak, o da ebediyyen.

Mevlana’nın ifadesiyle; ‘Şeb-i Ârus’, İki dostun uzun ayrılıktan sonra buluşması.

Damlanın okyanusa kavuşması, Okyanusun damla ile buluşması.

Hayret. Belli ki, damla ile buluşma Okyanusu daha çok heyecanlandırmış.

Heyecanlanmış ki, bu heyecanını başkalarıyla paylaşmış.

O’nun heyecanı normal; çünkü O biliyordu.

Biz o heyecanı yakalayamadık.

Çünkü pek bilincinde olamadık.

Bilinçlenemedik.

Ezeli ve ebedi olan Allah ile sonsuza dek beraber olmak, dost olmak, O’nunla ve O’nun mülkünde olmak nasıl bir duygudur?

İfadesinden aciz kalacağımız bir his ve duygudur.

İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez.

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

************** 

Alemler arası iletişim, hiçbir zaman şehirler arası yolculuk gibi değildir.

İnsanı çok heyecanlandırıyor, düşünüyor musunuz?

Radyo, siyah beyaz ve tek kanallı televizyon, arkasından çok kanallı renkli televizyon, internete bağlanan televizyon, internet ile tüm dünya ile kurulan bir ağ.

Kablolu telefon, kablosuz telefon, görüntülü telefon, internetli telefon…

Bir de bunu ebedi ahiret için düşündüğünüz zaman 18.000 alem, sayısız ve hesapsız ve de alemlerle kurulacak olan iletişim.

İster ışınlama yoluyla, ister fikir yoluyla, ister hayal hızında, ister ses hızında, ışık hızında bütün âlemler ile görüntülü, canlı olaraktan, bütün varlıklarla olan iletişimi düşünün.

Çünkü ahiret her şeyin fâş olduğu, ifşa olduğu ve zaman ve zemine ihtiyaç olmayan, her şeyin hayal hızında olduğu bir alem düşünün, öyle bir alem ki; Efendimiz Aleyhis Salâtu Vesselam o alem için; Gözlerin görmediği, Kulakların işitmediği ve İnsan kalbine hutur etmeyen yani doğmayan ve her şeyin olduğu bir cennet hayatı…

Bütün alemlerle, varlıklarla, o alemlerin o alemlere münasip olan sakinleriyle kurulacak olan iletişimi düşünün…

Hakikaten heyecanlandırıyor.

Sadece insanın kapsama alanı değişecek, geliştirilecek, antenleri arttırılacak.

Sadece 5G- 6G-leri arttırılacak.

Görüntü ve ses kalitesi ve de kapsam alanı gayet geniş ve uzun olacak. Birçok alanı kapsayacak.

Bütün alemlerin dilini bilecek, konuşmalarını anlayacak, cevap verecek, soracak ve cevap alacak, sorulacak ve cevap verecek.

Her yönüyle bütün alemle, bütün alemin özellikleri ile bir özelliğe sahip olacak ve de özelliklerine kavuşacak.

Sürekli sonsuza doğru uzanan bir kapsam içerisinde, bir gelişim içerisinde, duyguları nispetinde uruc edip yükselecek .

Ölmeden evvel ölünüz, hakikatı işte tam da burada cereyan ediyor.

Yani gideceği alemi anlamak, tanımak, düşünmek, duygu ve kapasitelerinin ona göre açılımını sağlamak, âhiretin bir tarlası olan dünya tarlasında ekmek ve ekilmek yani duyguları cihetiyle ekilmek ve amelleri ile de ekmek.

Bu ikisi doğrultusunda ebedi alemde bütün alemlerle olan iletişimini kuracaktır .

Heyecanlandıran durum süre; bunun bitmeden sürekli olmasıdır.

Dost ve dostlarla beraber…

Var mısınız?!…

Hazır mısınız?!…

MEHMET ÖZÇELİK

23-04-2020




RAMAZAN ÜZERİNE TV SOHBETLERİM

RAMAZAN ÜZERİNE TV SOHBETLERİM




YÜZ YIL ÖNCESİ VE SONRASI

YÜZ YIL ÖNCESİ VE SONRASI

En mükemmel yönetim sistemi cumhuriyettir.

Yalnız lafta olmayıp, icraatta olan cumhuriyettir.

Çoğunlukların azınlıklara ezdirilmeyip, feda edilmediği bir cumhuriyet.

Bu yönüyle sakın ısmarlama olmasın!!!

Tıpkı Mısır, Irak, Suriye, Libya, Suudi Arabistan, vs. gibi…

Hz. Ebubekir ilk cumhur reistir.

İçerisinde cumhurun yani herkesin bulunduğu yönetim sistemi.

Herkesi kucaklayan bir yöntem ve yönetim sistemi.

Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte yürürlüğe giren istiklal mahkemelerinde binlerce insan haksız yere idam edilmiştir.

Konuşanlar susturulmuş, muhalefet edenler, -Trabzon milletvekili Şükrü Bey gibi kimseler- katledilmiştir.

Tetikçi üç Aliler bunların icraatçılarıdır.

Önce asıp sonra sorgularlar.

Cumhuriyetin kuruluşunda İngiliz elinin olduğu şüphesi hala sürmektedir.[1]

Ve İngiliz rolü göz ardı edilemez.[2]

Zira İstanbul’u işgal eden İngiliz’in hiçbir müdahale görmeden terk etmesi normal bir durum değildir.

Çanakkale’ye o amaçla gelmiş ve onca zayiat vermiş iken…

Onca yapılan inkılaplar elbette temelsiz ve dayanaksız değildir. Bir şeylerin bedelidir.

Yüz yıl öncesindeki durumu dile getiren Tarihçi- Yazar Prof. Ekrem Buğra Ekinci şu tesbit ve teşhiste bulunur;

“Anadolu’ya gönderilmek üzere seçilen kişi, padişahın yaverlerinden, yani askerî müşavirlerinden Mustafa Kemal Paşa’dır. İttihatçı maziden gelen Paşa, popülaritesi ve Enver Paşa’ya muhalefeti sebebiyle müttefiklerin de kabul edebileceği bir isimdi.

Ama işler, İstanbul’un arzusu gibi gitmedi. Paşa, sivil ve askerî mukavemet hareketini arkasına alarak Sivas’ta heyet-i temsiliye adıyla alternatif bir hükümet kurdu. Ayrıca seçimlerin yenilenmesi kararı çıktı.

1921’de askerî vaziyet kritikleşince, meclisin salâhiyetleri başkumandan sıfatıyla Kemal Paşa’ya devredilmiş; 1922’deki 3. uzatmadan sonra bu salâhiyeti geri almak isteyen meclise meydan okuyarak devletin fiilî hâkimi hâline gelmiştir.

Duvardan “Onların işleri meşveret iledir” âyeti indirilip, yerine “Hâkimiyet milletindir” yazısı asılmıştır. Böylece vatanı düşmandan, padişahı da esaretten kurtarmak üzere açılan Ankara Meclisi, 2 sene sonra 1 Kasım 1922’de padişahın da ipini çekmiş; sivil bir darbe ile rejimi tamamen değiştirmiştir.

Ateşli muhaliflerden Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey, hususi muhafız Topal Osman tarafından katledilmiştir. Bu cinayet, ilk meclisin şerefine gölge düşürmüştür.

Birinci Grup bazen öyle sıkıştırılmıştır ki, Gazi, 28 Haziran 1923’te meclisi dağıtıp kendi tabiriyle “Kız gibi bir meclis” kurarak, tamamı kendi taraftarlarından teşekkül eden yeni bir meclis kurdu. Lozan’ı bu meclise kabul ettirebilmiştir. Buna rağmen 14 milletvekili red oyu kullanmıştır. Ertesi sene yeni binasına taşınan ve Büyük Önder’in talimatları istikametinde inkılâpları yapacak olan meclis, artık budur.”[3]

“Yeni rejim, dinin zâhirîni öğreten ve koruyan medreseler ile maneviyatını öğreten ve yaşatan tekkeleri hasım addetmiş; bunları ortadan kaldırmadıkça inkılapların yerleşemeyeceğini idrak etmiştir. Tek parti hükümeti, cemiyetin ruhunu besleyen iki mühim feyiz menbaını havaya uçurduktan sonra, Batılılaşma programını çok daha kolay tatbik imkânı bulmuştur.

…..Bir Hıristiyanlık tarikatı olan Masonluk, İnönü devrinde serbest bırakılmış; Müslüman tekkeleri kilitli kalmaya devam etmiştir.

Karababa Dergâhı şeyhi Ahmed Yivlik Baba’nın anlattığına göre, Bakırköy tımarhanesi baştabibi Dr. Mazhar Osman, İnönü’ye der ki: “Paşam hastanede yer kalmadı. Bunların çoğu bizlik değil. Tekkeleri kapattınız; hastalar çoğalttınız. Bari bu şeyh efendileri bize verseniz; hastaların dörtte üçü iyileşir.” İnönü; “Ne bunu sen söylemiş ol, ne de biz bunu duymuş olalım” diyerek meseleyi kesip atar.”[4]

Türkiye’deki yüz yıllık kavga, tarihin net olmaması, resmi tarihin ötesine geçilmemesi, Atatürk’ü koruma kanunun sürmesi ve sürdürülmesi gerçek tarihin üzerini setretmekte, şaibeyi sürdürmektedir.

MEHMET ÖZÇELİK

22-04-2020


[1] http://www.tesbitler.com/2018/10/31/cumhuriyetin-kurulusunda-ingiliz-eli/

[2] http://www.tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0ngiliz

[3] http://www.ekrembugraekinci.com/mmakale.asp?id=1069

[4] http://www.ekrembugraekinci.com/mmakale.asp?id=1059




DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞMEYENLER

DEĞİŞEN DÜNYADA DEĞİŞMEYENLER

Türkiye’deki bir asırdır uygulanan laiklik tutmadı.

Dünya genelinde demokrasi adıyla insanlığa özgürlük ve refah getireceği düşüncesi de maya tutmadı.

Zira Amerika Irak’a demokrasi götürmek amacıyla gitti ve bir milyondan fazla insan öldü.

Hakeza Suriye’ye girdi ve bir milyon kadar insan öldü.

Ve ikisinde de milyonlarca insan göçe mecbur edildi ve zulüm hala devam etmektedir. Dünyanın birçok Devletleri Demokrasiyi konuşurken, demokrasi perdesi altında rahatlıkla zulmetmektedirler. Kendi menfaatlerini demokrasi adıyla sürdürmektedirler.

Türkiye’de rejimi koruma adıyla insanların hürriyetleri kısıtlandı. Adeta azınlıklara mahkum edildi ve insanlar mengene altında bir asırdır kavgalı bir ortam içerisinde bir hayat sürdü.

Ve hala da durulmuş değil…

Ve onca yapılan ve de her 10 yılda bir sürdürülmüş olan darbeler ile demokrasi getirilmeye çalışıldı. Ancak darbeyi getirmek için kaos ortamını oluşturmak da demokrasi oldu. Darbe yapmak da demokrasi oldu.

İnsanları içeriye atmak, özgürlükleri sınırlamak, ibadetlerine mani olmak, 18 yıl boyunca bin üç yüz yıldır devam eden ezanı esasından değiştirmek adeta susturmak ve din alanında birçok tahribatların ve inkilapların yapılması hep özgürlük, Laiklik ve rejimi korumak adına yapıldı.

Artık Türkiye ve de Dünya kendi rejimlerini, idare sistemini sorgulamalı, gündeme getirilmeli, milletler Cumhuru memnun edecek esasları tesis etmelidir.

Öyle bir sistem tesis edilmelidir ki; bir kişinin Hakkı dahi 8 milyar insana feda edilmemelidir.

Bir kişinin Hakkı dahi korunmalı, muhafaza edilmelidir.

Hep düşünmüşümdür; Osmanlı 624 yıl içerisinde 24 milyon metrekarelik yönetimde gayrimüslimlere, kendi mahkemelerini kurma, kendi ibadetlerini ve ibadet yerlerini oluşturup yerine getirme, devleti tehdit etmeyip cizyelerini verdikten sonra her türlü işlerini yapmalarına izin vermiştir.

Bugün bu dünyada insanlar ibadet ve düşüncelerini, fikirlerini bir başkasına zarar vermeyecek derecede, başkasının hürriyetini sınırlamadan, başkasının hürriyetine tecavüz etmeden, kendi hürriyeti çerçevesi içerisinde hareket edeceği bir ortamın tesis edilmesi lazım.

Biz bile yıllardır Müslüman bir memleket olduğumuz halde tesettür konusunda nice mağduriyetler yaşandı. Kur’an-ı Kerim okumadan, ezan okumadan, üç beş kişi bir araya gelip sohbet etmesinden dolayı hapse mahkum edilen yüz binlerce insanın mağduriyeti Cengiz ve Hülagu’nun zulmünü geçer oldu.

163 madde bu milleti ezdi geçti.

28 Şubat kararları düşmanın tehdidinden geri kalmadı.

15 Şubat ile düşmanın işgaline kapı açıldı.

Yüz yıldır su hala durulmuş değil.

Bulanıklık ve bulandırma devam etmektedir.

Tarihte görülmemiş zulüm ve uygulamalara bu memleket şahit olmuştur.

100 yıl önce komünizm ile yüz milyonlarca insanlar yok edildi.

Yüzyıl geçen zaman içerisinde demokrasi adıyla, laiklik uygulamasıyla milyonlarca insanın dünyası da, ahireti de tamamen heder edildi. Feda edildi.

O halde önümüzdeki gelecek olan 100 yıl içerisinde, küresel bir dünya çerçevesinde bir ferdin Hakkı hayatı dahi göz önünde bulundurularak muhafaza edilmeli, bireysel olarak birey esaslı bir idare sistemi, bir yönetim sistemi, bir hukuk sistemi esas alınmalıdır.

Hukuklar kendi çerçevesi içerisinde muhafaza edilmeli, göz önünde bulunmalı, korunmalıdır.

İnsanlık yaşamalı, insanlık yaşatılmalıdır.

Hayatta en büyük hizmet, hayata hizmettir.

İnsanlığın yaşatılmasına yönelik tedbirler alınmalıdır. Tesisler yapılmalıdır. Birey hakları korunmalı, bir kişinin Hakkı dahi umuma feda edilmemelidir.

Hak haktır. Hakkın küçüğüne ve büyüğüne bakılmadan hak tesisi üzerinde bir sistem, bir yönetim tesis edilmelidir. Bu manevi alanda, yaşantıda böyle olduğu gibi, maddiyatın paylaşımında da, maddenin paylaşımında da bütün insanların refahı aynı derece sürdürülmeli, büyük bir açı açığı ve kopukluğu içerisinde ara açılmamalıdır.

Milli servetten herkes faydalandırılmalıdır.

Bugün dünyada adalet ve hak üzerindeki açı yerle gök arası kadar açılmış bir açıdır.

Bir milyara yakın İnsan dünyada açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalırken maalesef dünyada bir milyar insan Obezite hastalığı ile yani çok yemek ile yediğini sindirememe, eritememe ve bunun neticesinde yeme tehlikesinden ölüm ile karşı karşıyadır.

O halde bunun ortasının bulunması lazım. Çok yiyen bir milyarın Obeziteden kurtulması için, yediğinin fazlasını bir milyar ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalan insana vererek böylece denge sağlanmalı, sağlık da otomatikman tesis edilmelidir.

Değişen dünyada değişmeyenler değişmeli, dünya değişime gitmelidir.

Bu kirlilikte abdest almalı, gusletmelidir.

“Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazûratından temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır. Yoksa, onlar istikzarla ikrah edeceklerdir.”

MEHMET ÖZÇELİK

21-04-2020




KARA VE KARANLIKLI YILLAR

KARA VE KARANLIKLI YILLAR

Adı ne olursa olsun bu devletin ve milletin iradesi dışında faaliyet gösteren gizli bir örgüt ve de örgütler mevcuttur.

Bu örgüt bir yönlü değil, her yönlü çalışıyor.

Her zaman ve her dönemde ve de herkesle irtibatlı istihbarat örgütle faaliyet göstermekte, bilgi alıp, bilgi vermektedir.

Özellikle 1970-1980 ve 1990 ve özellikle 1993 yıllarındaki tek bir elden sağ ve sola, Alevi ve Sünniye, Türk ve Kürde verilen silahla ve kışkırtmalar bu kirli ellerin devlet içinde çöreklendiğini ve ahtapot gibi her tarafı sarıp faaliyet gösterdiğini bildirmektedir.

Bu yıllar öncesi ve sonrasıyla bizler için hep kayıp, kara ve karanlık yıllar oldu.

Cıa bunda büyük rol oynuyordu.

Türkiye adeta Abd’ nin kontrolünde idi.

Türkiye’ye Rus solunu gösterip, sağ ve sağdan vurdu.

Bu durum kargaşalarla ve anlaşmalı olarak darbelere zemin hazırlandı.

Türkiye sadece yerinde saydırılmadı ve hep en az yıl geri götürüldü.

Nitekim dünden bugüne hep bu uygulanmıştır.

-“1953 yılında askeri bir darbe ile Musaddık hükümeti devrildi. CIA’ın bu darbeye dair itirafı 60 yıl sonra geldi. Darbenin 60. yıldönümü olan 2013’te açıklanan Amerikan Ulusal Güvenlik Arşivi’nde yer alan belgelerde “Askeri darbe ABD dış siyasetinin bir parçası olarak, CIA yönetiminde gerçekleştirildi” ifadeleri açıkça yer alıyordu.”[1]

Bu gün bile bunu fırsat bilip korona vasıtasıyla İranı yıkmaya yeltenmektedir.

-“Amerika ve İngiltere, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından NATO üyesi ülkelerde gizli ordular oluşturdu. Düşman ise komü­nizmdi.
Amerikan Merkezi Haber alma Örgütü CIA ve İngiltere Gizli Haber alma Örgütü MI6, bu orduların kuruluş görevini üstlendi.
Bu ordular İtalya, Fransa, Yunanistan, Danimarka, İspanya, Portekiz, Almanya, Belçika, Norveç, Hollanda ve Türkiye’de oluşturuldu. NATO üyesi olmayan Avusturya, İsveç, Finlandiya ve İsviç­re’de de gizli ordular kuruldu.
Kuruluş amaçlan ve işlevleri aynı olan NATO’ya bağlı bu gizli orduların her ülkedeki ismi ayrıydı. Bu isimler genellikle ülkelerin belirgin yerel özelliklerine ve tarihlerine bakılarak seçildi.
İtalyan gizli ordusunun adı ‘Roma Kılıcı’ anlamına gelen Gladio’ydu. Fransa’nın ise gemilerdeki rotanın ayarlandığı pusuladaki sembollerden biri olan ‘Rüzgâr Gülü’ oldu. Danimarka’nın gizli ordusu ise adını elinde kılıcıyla Rusları yenilgiye uğratan Danimarkalı piskopos Absalon’dan aldı.
Türkiye’nin gizli ordusunun adı ise Özel Harp Dairesi oldu.
Gizli ordular içinde en çok güçlendirilen ve buna bağlı olarak en aktifi Özel Harp Dairesi oldu. Çünkü gizli orduların oluşturulduğu ülkeler arasında Sovyetler Birliği’ne sınırı olan tek ülke Türkiye’ydi.
Özel Harp Dairesi 27 Eylül 1952 tarihinde Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu. Diğer ülkelerdeki gizli ordular gibi varlı­ğı sır gibi saklandı. TBMM’nin bile bilmediği bu gizli ordunun kurucuları ve sonraki yöneticileri Amerika’daki merkezlerde özel
harp eğitimden geçirildi.”[2]

-“Amerika, gizli örgütlerini eski Nazi subaylarından oluştururken, Türkiye’den Amerika’ya giden ilk ekip de İkinci Dünya Savaşı sırasında yine Nazilerle bağlantılı olan aşırı milliyetçi subaylardan seçildi.
Teğmen ile albay arası rütbedeki subayların yer aldığı listede Alparslan Türkeş’in yanı sıra önemli bir isim daha vardı: Turgut Sunalp.
Sunalp, 16 kişilik ekip içinde Amerika’ya giden ilk subay oldu.
Bu nedenle özel harp eğitimi alan ilk Türk subayının Turgut Sunalp olduğunu söyleyebiliriz.
Bursa Işıklar Askeri Lisesi’nden sonra 1945’te Harp Akademileri’nden mezun olan Turgut Sunalp, ileride Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na kadar yükselecekti.”[3]

-“CIA kamplarında özel harp eğitiminden geçen çekirdek ekip, o güne kadar Türkiye’de çok etkin olarak kullanılmayan operasyonel istihbarat tarzına göre yetiştirildi.
Ekibin en önemli ismi Yarbay Fuat Doğu’ydu.
MAH artık CIA’yla bağlantılıydı, hatta yerel örgütü gibi çalışı­yordu. Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’ndan çok NATO bünyesi altında CIA’nın öncülüğünde kurulan Özel Harp Dairesi’yle sıkı ilişkileri vardı.
MAH’ın tüm masrafları CIA tarafından karşılanıyordu. Hatta MAH mensuplarının maaşları da artık CIA tarafından ödeniyordu. Karşılığında ise iç istihbarat bilgileri veriliyordu.
MAH’ı CIA’nın yerel örgütüne dönüştüren bu ilişkiler ağı Baş­bakan Adnan Menderes’in telefonlarının dinlendiği dedikoduları üzerine başlatılan araştırma sonucu tesadüfen ortaya çıktı.
Teşkilatla ilgili sorunların sık sık gündemde yer alması üzerine Başbakan Adanan Menderes, 1956 yılında Başbakanlık Müste­şarı Ahmet Salih Korur’a bunun nedenlerini ortaya çıkarması gö­revini verdi. Menderes, Korur’dan teşkilatla ilgili detaylı bir rapor
istedi.”[4]

-Sadece CIA değil İngiltere, Fransa ve İtalya gizli servisleri de MAH’a para veriyordu.
Hatta Yeşilköy’deki soruşturma teşkilatında Polonyalılar bile vardı.
Ama bu ülkeler, paraları MAH’ın Ankara’daki merkezine veriyordu. CIA’nın yardımı ise artık yardım olmaktan çıkmış, MAH’ı belli bir ücret karşılığında iç istihbaratta çalıştırmaya dö­nüşmüştü.
Yıllık 1-1.5 milyon lira karşılığında ülkenin tüm sırları CIA’nın eline veriliyordu.”[5]

* İtalya gizli ordusu üzerinde çalışan İtalyan Hakim Felice Casson, görevi Türkiye’deki Özel Harp Dairesi’yle aynı olan Gladyo’nun varlığını kanıtlayan belgeleri arşivde buldu. Ulaştığı belgeler sadece İtalyan gizli ordusu Gladyo değildi, Amerika ve İngiltere tarafından NATO bünyesinde diğer Batı ülkelerinde oluşturulan örgütlerin varlığını ve bunların sağ ve milliyetçi teröristlerle ilişkilerini ortaya koyan belgeleri de çıkarttı.[6]

-Olay bitmemiş ve o dönemde yetiştirilen iki binli yıllardan itibaren farklı kılık ve kılıfla varlığını sürdürmekteydi.

-“FLAŞ İDDİA: ÖZAL, GARİH VE YAŞAR TUNAGÜR’Ü GÜLEN ÖLDÜRTTÜ!”[7]

-Ahmet Özal babası Turgut Özal’ın ölümüne ilişkin yaptığı açıklamada, “Babamın kabrinde zehir bulundu” dedi.[8]

-O karanlık günlerden bir hatıra:

27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra Senirkent’te Dr. Tahsin Tola ile Ali İhsan Tola’yı nezarete atıyorlar.

Nezarethaneden evleri görünüyor. Bir müddet sonra “Haydi serbestsiniz!” diyerek bırakıyorlar. Tam evlerine giderken çoluk çocuk sevinç içindeyken tekrar jandarmalara yakalatıp içeri atıyorlar. Bu durum üç ay tam üç defa tekrarlanıyor…

Sonra Senirkent’ten Uluborlu’ya naklediyorlar. Orada işkence daha büyük!. Tek odalı bir nezaret yeri. “Tuvaletinizi de burada yapacaksınız!..” diyorlar. Günlerce işkence sürüyor. Karşıdan Jandarma Karakolu’nun atlarının altının her gün bir er tarafından temizlendiğini görüyorlar. Bir gün “At kadar değerimiz yok!” diye hayıflanıyorlar ama “Bedduaya izin yok.” diyerek haklarında beddua etmeye dilleri varmıyor. Ama öbür gün bakıyorlar, atların ölüsünü dışarı çıkarıyorlar. Hepsi de ölmüş!..

Sonra bunları kırık camlı bir yere atıyorlar. Önce hiç olmazsa içeriye hava giriyor diye seviniyorlar. Ama kim vurduya gitmekten korkup sabaha kadar teker teker nöbet tutuyorlar. Bir hafta aç bırakıyorlar. Senirkent’ten evlerinden gönderilen yiyecekleri de vermiyorlar.

Bir hafta sonra Ondokuzuncu Mektup’ta geçen Peygamber Efendimiz’in (sas) mucizeleri üzerine konuşurken, bir kadının et yemeği içine attığı zehirle Efendimiz’i (sas) öldürme teşebbüsü üzerinde müzâkere sırasında, gardiyan kendilerine haşlanmış bir et getiriyor. Hemen o zehir meselesi akıllarına geliyor; yemeyip dışarı atıyorlar. Onu yiyen kedi ve köpekler anında kıvranmaya başlayıp ölüyorlar. O gardiyan evine gidiyor, kızı ile münakaşa ediyor. Kız zehir içip intihar ediyor.

Bunun üzerine hâkim telaşa kapılıp başıma bir şey gelmesin diye hepsini serbest bırakıyor.(İktibas)[9]

MEHMET ÖZÇELİK

20-04-2020


[1] https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/nedim-sener/abdnin-iranda-rejimi-yikma-firsati-covid-19-41498471

[2] Türkiye’nin Gizli Tarihi-1- Ecevit Kılıç. Sh.7-8.

[3] Age. 21-22.

[4] Age.53.

[5] Age.54.

[6] Age.270. ve bak devamı…

[7] https://dosyatv.com/flas-iddia-ozal-garih-ve-yasar-tunaguru-gulen-oldurttu/

[8] https://m.yeniakit.com.tr/haber/ahmet-ozaldan-yeniakitcomtrye-flas-sozler-turgut-ozalin-kabrinde-bunu-bulduk-1189100.html

[9] https://www.facebook.com/100004025624000/posts/1869107736566729/




GÖÇÜŞ VE GEÇİŞ

GÖÇÜŞ VE GEÇİŞ

Sevinmiştim.

Bizde ve İslâm dünyasında da Materyalizm çöker diye.

Batıda çok yüz bulmayan materyalizm kendisine sığınacak bir liman arıyordu.

Bir asırdır açlığı yaşayan İslâm dünyası materyalizme gözünü kapayarak ve aklını örterek dalmaya başladı.

Materyalizm aradığı limanı bulmuş ve oraya demir atmıştı.

Materyalizm çökmüştü.

Bugün korona karşısında batının materyalizmi bir işe yaramadı.

Batıda materyalizm bir defa daha çökmüş oldu.

Çöküşü daha önce yazmıştım.[1]

Kapitalizm yüzünü değiştirdi, yerini bireysel kontrole bıraktı.

-İngiltere’nin çok satan tabloid gazetelerinden Daily Mail’in internet sitesinin manşetinde İngiltere’deki koronavirüs vakalarının yoğunluğu nedeniyle “Avrupa’nın hasta adamı” benzetmesi yapıldı. Benzetme ilk olarak son dönemlerindeki Osmanlı İmparatorluğu’nu tanımlamak için dönemin Rus Çarı Nikolas tarafından yapılmış ardından tarih literatüründe kendine yer bulmuştu.[2]

-Nobel ödüllü Fransız doktor, “Koronavirüsün Çin’de laboratuvarda üretildiğini” iddia etti

Nobel Tıp Ödülü’nü 2008’de alan Fransız doktor Luc Montagnier, yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) Çin’in Vuhan kentindeki bir laboratuvarda üretildiğini ileri sürdü. Montagnier, “Bu virüs, doğal yollarla ortaya çıkmadı, bu tam profesyonel bir iş. Bunun hangi amaçla yapıldığını bilmiyorum” ifadelerini kullandı.[3]

-2018 yılında, Asya’daki en büyük virüs  bankasına bir bakalım. Çin-in Hubei eyaletindeki Wuhan Viroloji Enstitüsü Merkezinde 1.500 den fazla virüs çeşidi muhafaza ediliyor, saklanıyor.[4]

-ABD’de yaşlı bakım evlerinde kalan en az 6 bin 900 kişinin yeni tip koronavirüsten (Kovid-19) dolayı yaşamını yitirdiği ortaya çıktı. Eski New York Vali Yardımcısı Betsy McCaughey “Yaşlı bakım evleri toplu mezar gibi. Bu merkezler aşırı kalabalık ve yeterince personel yok. Tek bir Kovid-19 hastası bile kıyıma yol açıyor” açıklamasında bulundu.[5]

-Korona ABD’de sağlıkçıları da vuruyor: Vaka ve ölümlerin yüzde 4’ünü oluşturuyorlar

Kovid-19 salgınının yeni merkezi konumunda bulunan ABD’de Suriyeli doktor Abdulhafız Şeref, ülkedeki vaka ve ölüm oranının yüzde 4’ünü sağlık çalışanlarının oluşturduğunu belirtti. Yeni Şafak’a konuşan Şeref, sağlık sisteminin salgın karşısında zorlandığını, tedavi masraflarının yüksek meblağlar tuttuğunu belirtti. Suriyeli doktor, Çin’in yanlış yönlendirmesinin vaka sayısının artmasında etkili olduğunu da iddia etti.[6]

-Türkiye’nin yıldızı parladı: Koronada sağlık sistemi çöken Avrupa’dan kaçanlar ülkemize gelmek istiyor

Türkiye’nin koronavirüsle mücadeledeki başarısı, yabancıları Türk pasaportu ister hale getirdi. Dünya Sağlık Örgütü, uluslararası kuruluşlar ile ünlü yatırımcıların Türkiye’yi örnek ülke göstermesi, yabancıların ülkemizde yaşamaya dair taleplerini arttırdı.[7]

-İngiliz hemşireden kan donduran sözler: “Fişleri çekiyoruz”

İngiliz sağlık sistemi, corona virus nedeniyle derinden sarsıldı. Yoğun bakım ünitelerinde yoğunluk yaşanan ülkede görev yapan bir hemşire tedaviye cevap vermeyen Covid-19 hastalarının fişlerini çektiklerini itiraf etti.

BCC’ye konuşan Huanita Nitla, koronavirüs tedavisinde solunum cihazlarının hayati önem taşıdığını söyledi, “bazen o insanların ölümünden sorumlu olduğumu düşünüyorum” dedi..[8]

Hayata bakış açımız değişmelidir.

Musibetler hayata bakış açımızı ve sağlıklı bakışımızı sağlamak içindir.

Bu musibet hayatımızı ve de hayatları değiştirmelidir.

Sistemler kendilerini sorgulamalıdır.

Sistemler değişmeli, aksaklıkları gidermelidir.

Bir asırlık çürüyen sistemler bir virüsle yıkılmaya ve çatırdamaya başladı.

“Biz, hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek oranın şımarık zenginleri, “Biz, sizinle gönderileni inkâr ediyoruz” demişlerdir.

Ve dediler ki: “Malları ve çocukları en çok olan bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz.

Ey Muhammed, de ki: “Şüphesiz, Rabbim rızkı dilediğine bol verir ve (dilediğine) kısar. Fakat insanların çoğu bilmezler.”[9]

“Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.”[10]

MEHMET ÖZÇELİK

20-04-2020


[1] http://www.tesbitler.com/2015/01/02/sira-materyalizmde/

[2] http://m.haber7.com/dunya/haber/2964709-osmanlidan-bir-asir-sonra-koronavirus-covid-19-manseti-avrupanin-hasta-adami

[3] https://www.yenisafak.com/koronavirus/nobel-odullu-fransiz-doktor-koronavirusun-cinde-laboratuvarda-uretildigini-iddia-etti-3535359

[4] http://m.haber7.com/guncel/haber/2965337-vuhandaki-virus-koleksiyonu-skandal-goruntuler-basina-sizdi?detay=1

[5] https://www.yenisafak.com/dunya/toplu-mezar-gibi-abddeki-bakim-evlerinde-7-bine-yakin-kisi-koronavirusten-oldu-3535358

[6] https://www.yenisafak.com/koronavirus/korona-abdde-saglikcilari-da-vuruyor-vaka-ve-olumlerin-yuzde-4unu-olusturuyorlar-3535342

[7] https://www.yenisafak.com/koronavirus/turkiyenin-yildizi-parladi-koronada-saglik-sistemi-coken-avrupadan-kacanlar-ulkemize-gelmek-istiyor-3535340

[8] https://www.ahaber.com.tr/video/dunya-videolari/ingiliz-hemsireden-kan-donduran-sozler-fisleri-cekiyoruz-video

[9] Sebe.34-36.

[10] Hud.116.




NEDEN OLMASIN

NEDEN OLMASIN

İnsanlık yüz yıl içerisinde sesi, görüntüyü naklederken, koku ve cisimleri nakletme yolunda ilerlemektedir.

Peki, kokuyu naklederken, virüsü nakledemez mi?

Bilgisayar, telefon, internet, 5G yoluyla bu kokuyu ve bununla beraber virüsü nakletmesi elbette mümkündür.

Klavye yoluyla, kamera ile yani parmaklar ve göz yoluyla vücuda aktarımı hiç de zor olmayacaktır.

Bu da hızlı internet ile naklinin mümkün olmasıdır.

Bundan 15 sene önce Microsoft tarafından telefonlara gönderilen teklif mesajlarından biri bana da gelmişti.

Ben de Microsoft’a iki şey teklif etmiştim;

Biri kokuların nakli, diğeri ise cisimlerin nakli.

Bunu daha önceki yazılarımda da dile getirdim ve yıllarca öğrencilerime anlattım, medyada da paylaştım.

-İki örnek vereyim;

Biri, dedemiz Hacca 6 ayda, babamız 6 günde giderken, biz 6 saatte gitmekteyiz.

Neden bizim çocuklarımız bunu 6, 16 veya zaman hızına göre 60 dakikaya indiremesin?

İki bin yıllarında 1 Kb-ı on dakikada indirirken, daha sonra 1 Mb-ı, şimdi ise 1 Gb-ı on dakikada indiriyoruz.

Neden bizden sonrakiler 1 Tb-ı on dakikada indiremesin?

-1950 yıllarında rahmetlik babam ilk defa gördüğü radyonun saat 12-de Ankara’dan verdiği haberi büyük bir buluş olarak kendi babasına söylediğinde kabul görmemiş ve bir de; bir kutu olacak ve onun içinde Ankara’dan haber spikerinin verdiği haberi burada dinleyeceksin, öyle mi? diyerek, kendisini azarlamıştır.

1970 yılında çekilen bir videonun görüntüsü var ancak sesi yoktu.

Yani ses ile görüntü bir araya getirilememişti.

Bugün ise bunlar bir çocuk tarafından gayet basit görülmektedir.

Bununla ilgili bir öğretmen arkadaşın anlattığı şöyle bir hatıra var;

Öğretmen ilk okul sınıfında 1960-70’lerde çektiği sıkıntıları anlatıp elektriğin olmadığını anlatır.

O sırada bir öğrenci öğretmene cevaben;

Hocam siz yalan söylüyorsunuz.

Öğretmen neden olduğunu sorunca öğrenci;

Peki o zaman elektrik yoksa telefonunuzu ne ile şarz ediyordunuz?!

Bu çocuk dünyaya gözünü açtığında akıllı telefonla tanıştı. Elektriği hiç kesilmedi. Ve bu çocuk hepsini bir arada gördü ve buldu.

Onun için elektriğin olmaması söz konusu değildir.

-Dünya maddeler aleminden manalar alemine geçiş yapmaktadır.

Materyallerden ışıklar dünyasının kapısını aralamaktadır.

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.”

“Elhâsıl: Sâir Enbiya Aleyhimüsselâm’ın mu’cizâtları, birer havârik-ı sanata işaret ediyor ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın mu’cizesi ise; esâsât-ı sanat ile beraber, ulûm ve fünûnun, havârik ve kemâlâtının fihristesini bir suret-i icmâlîde işaret ediyor ve teşvik ediyor.

“Hem öyle bir tarzda sevkeder, teşvik eder ki; o tarz ile şöyle anlattırıyor: ‘Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı âlâ; tezahür-ü Rububiyete karşı, ubûdiyet-i külliye-i insaniyedir ve insanın gaye-i aksâsı, o ubûdiyete ulûm ve kemâlât ile yetişmektir.

“Hem öyle bir surette ifâde ediyor ki, o ifâde ile şöyle işaret eder ki: ‘Elbette nev-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünûna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.” Bediüzzaman.

MEHMET ÖZÇELİK

18-04-2020




ÇİLEDEYİZ… İNZİVADAYIZ… İ’TİKAFTAYIZ

ÇİLEDEYİZ… İNZİVADAYIZ… İ’TİKAFTAYIZ

Evde kalın…

Çıkmayın… Gelmeyin…

“Ve Karne Fi Buyutikünne”, “Evlerinizde oturun.”[1] Emri mucibince evdeyiz.

Çiledeyim… İnzivadayım… İ’tikaftayım.

Çile…

Kırk demektir farsça.

Erbaîn Günleri.

Kırkımızı çıkarıyoruz.

Kırk günde fabrika ayarlarına dönmek.

Fıtrata…

Dünya kırklara karışıyor. Rical-ül Ğayb…

“Bu ümmetin Ebdalleri 30’dur. Hepsi de Halilu’r-Rahman gibidir(yani Allah’a olan sevgi ve dostluğunda çok samimidirler). Her ne zaman onlardan biri ölse, Allah onun yerine bir başkasını getirir.”[2]

“Ebdaller 40 kişi olup Şam’da ikamet ederler. Onlar sayesinde yağmur yağar, onlar sayesinde düşmana karşı zafer kazanılır ve onlar sayesinde Şam halkından azap uzaklaştırılır”[3]

Şam’daki kırklar harekette. Eksiklerini tamamlıyorlar.

İnsanlardan süzerek…

Süzülerek…

İnsanlar ve insanlık kırkılıyor, kırpılıyor, kırklanıyor.

Bir şeyleri elde etmek ve hedefe ulaşmak için, bazı şeyleri ve bazen çok şeyleri terk etmesi gerekti.

Çile bunları terk etti.. Terkettirdi.

Terkteyiz. Bir ömür elde ettiklerimizi.

“El Fakru Fahri”,”Allah’a karşı fakrını ve fakirliğini, aczini ve acizliğini hissetmek benim için iftihar vesilesidir.” diyor Şanlı Nebi.

O’ndan gelirken çıplak geldik, O’na giderken bir kefenle gidiyoruz.

-Ana karnından geldik Pazara.

Kefen aldık girdik Mezara.

-Eli boş varılmaz varılan yere,
Boş gelmedim ya Rab! ben suç getirdim.
Dağlar çekemezken o ağır yükü
İki kat sırtımda, Pek güç getirdim…” ( Tahir-i Mevlevi’nin mezar taşına yazılmasını istediği dörtlük)

-“Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!…

Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim…”N.F.K.

-İnziva…

İnsan içine çıkacak durumda olmadığı için, o inzivaya çekildi.

Dış dünyadan kopup, Rabbisiyle buluşmaya yöneldi.

İ’tikaf…

Evler mescid oldu.. Herkes i’tikafa çekildi.

İnsanlık nadasta…

Tek başına.. Kendi ve nefsi.. Kendi ve Rabbi.. Kendi ve ailesi..

Dünya çilede…

İ’tikafa çekilmiş…

Ramazandan önce ve erken başlasa da.

Çünkü Ramazanın son on günü onu temizlemeye, arındırmaya, kemale erdirmeye yeterli gelmeyecekti.

Dünya çok yoruldu.

İnzivaya çekildi.

Evvelden veliler çileye girer, çile çıkarır, kırk gün boyunca dağıttığı kendisi, kendine gelirdi.

Bugün eskiden velilerin yaptığını, şimdilerde deliler de ve akıllılarda yapmaktadır.

Müslimi de gayrı müslimi de yapmaktadır.

Doğuda da batıda da bu çile çekilmektedir.

İnziva, itikaf, çile bütün bunlar sadece tüm insanların yabancı olduğu bir şey değil, maalesef Müslümanların bile yabancı ve uzak olduğu kavramlar ve hayatın gerçekleri.

İnsanın gerçeği.

Gerçeğinden uzaklaşan insanlık, virüs ile gerçeği tanımaktadır.

Gerçeği ile yüz yüze gelmektedir.

İnsanlık çilede…

Ramazan’dan önce itikafa girdi.

İnzivaya çekildi.

Herkesi dinler ve sorgularken artık kendisini dinleyip sorgulamaya başladı.

Toplumda menfilikleri üreten faktörler, iyilikleri üreten anti-virüslerden çok daha fazla.

Virüs toplumdaki virüsleri de virüsledi.

Anti-virüsler kendilerini güçlendirmeli.

Güncellemeli, güncellenmelidir.

Haydi fabrika ayarlarına…

MEHMET ÖZÇELİK

19-04-2020


[1] Ahzâb Suresi 33. Ayet.

[2] Mecmau’z-zevaid, 10/62.

[3] Ahmed b. Hanbel, 1/112.




MUSİBETTE TESLİMİYET

MUSİBETTE TESLİMİYET

“İbrahim: Hasta olduğumda bana O şifa verir.”[1]

“O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde ’Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak Onadır’ derler.”[2]

Allah’tan affedilmeyi ve afiyette olmayı dileyiniz. Çünkü hiç kimseye sağlam imandan sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir.[3]

Allahım! Sen’den dünyada ve âhirette afiyet dilerim. Allahım! Sen’den dinimde, dünyamda, ailemde ve malımda af ve afiyet dilerim.[4]

Her derdin bir devası vardır. İlaç, hastalığa denk geldiğinde Yüce Allah’ın izniyle hasta iyileşir.[5]

Mallarınızı zekatla koruyunuz. Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Belaları da dua ile karşılayınız.[6]

Allah, hastalanan bir mümine şifa verdiğinde; bu onun geçmiş günahlarına kefaret, geleceği için de bir öğüt olur.[7]

Vücudunda bir hastalığa yakalanan her Müslüman hakkında Allah, onu koruyan meleklerine şöyle emreder: “Bu kuluma, verdiğim hastalığa bağımlı kaldığı sürece
her gün ve gece, (sağlığında) yapmakta olduğu iyiliklerin aynısını yazın.”[8]

Rahatsızlık, hastalık gibi başına sıkıntılar gelen her Müslümanın günahlarını Yüce
Allah, tıpkı ağacın yapraklarını döktüğü gibi döker.[9]

Bir hastanın yanına ziyaret için girdiğinde ondan sana dua etmesini iste. Çünkü onun duası, tıpkı meleklerin duası gibidir.[10]

Ailesinden biri hastalandığında Allah Rasulü (s.a.s.), Nâs ve Felak Surelerini okuyarak onun üzerine üflerdi.[11]

Hz. Peygamber şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Alaca, cinnet, cüzzam ve her türlü kötü hastalıktan sana sığınırım.”[12]

Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.[13]

Sizden birine bir musibet geldiğinde şöyle desin: Biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz. Allah’ım! Musibetimin ecrini senden isterim, bana onun ecrini ver ve bunu benim için daha hayırlı olan ile değiştir.[14]

Kim veba salgınına yakalanır da sabrederek ve kendisine ancak Allah’ın yazgısının geleceğine inanarak ve ecrini Allah’tan umarak beldesinde kalırsa ona tıpkı bir şehit ecri verilir.[15]

(Bulaşıcı) Hastalığı olan, sağlıklı olanın yanına yaklaşmasın.[16]

Salgının bulunduğu yerden kaçan, savaştan kaçan gibidir.[17]

*************

Hastalıklar ve musibetler konusunda -Hastalar Risalesi- adıyla bir eser veren Bediüzzaman’dan tesbitler:

-Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor.

– Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. 

– Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir.

– Ey şekvâcı hasta! Senin hakkın şekvâ değil, şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücudun ve âzâ ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın, başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların Mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder.

– hastalık bazılara bir ihsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i Rahmânîdir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsiz olduğum halde, bazı genç zatlar hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki: Hangi hastalıklı genci gördüm; sair gençlere nispeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvânî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. 

– Ey elemden teşekkî eden hasta! Senden soruyorum: Geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş lezzetli safâ günleri ve belâ ve elemli vakitlerini tahattur et. Herhalde ya oh, ya ah diyeceksin. Yani, ya “Elhamdü lillâh, şükür,” veyahut “Vâ hasretâ, vâ esefâ!” kalbin ve lisanın diyecek.

– Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevâlin rüzgârları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde mânevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya bir gün bize “Haydi, dışarı” diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı kovmadan, biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.

– Ey sıhhatinin lezzetini kaybeden hasta! Senin hastalığın sıhhatteki nimet-i İlâhiyenin lezzetini kaçırmıyor, bilâkis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. Çünkü bir şey devam etse tesirini kaybeder. 

– Ey âhiretini düşünen hasta! Hastalık, sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar keffâretü’z-zünub olduğu hadis-i sahihle sabittir. Hem hadiste vardır ki, “Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker.”[18]

– Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sürur ve şifa ve lezzet altında, cüz’î maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.

– Ey lüzumsuz merak eden hasta! Sen hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın senin hastalığını ağırlaştırır. Hastalığın hafifleşmesini istersen, merak etmemeye çalış. Yani, hastalığın faydalarını, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün, merakı kaldır, hastalığın kökünü kes.

– Ey sabırsız hasta kardeş! Hastalık, hazır bir elemi sana vermekle beraber, evvelki hastalığından bugüne kadar, o hastalığın zevâlindeki bir lezzet-i mâneviye ve sevabındaki bir lezzet-i ruhiye veriyor. Bugünden, belki bu saatten sonraki zamanda hastalık yok; elbette yoktan elem yok. Elem olmazsa teessür olamaz.

– Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle, hâlen ve kàlen bir dua ettirir. Cenâb-ı Hak insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş, tâ ki daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin.

– Ey hastalıktan şekvâ eden biçare adam! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir, gayet kıymettar bir hediye-i İlâhiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir.
Madem ecel vakti muayyen değil; Cenâb-ı Hak, insanı ye’s-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf ve recâ ortasında ve hem dünya ve hem âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş. Madem her vakit ecel gelebilir; eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedî hayatına çok zarar verebilir. Hastalık gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki, yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.

– Ey âh-ü enîn eden hasta! Hastalığın suretine bakıp ah eyleme; mânâsına bak, oh de. Eğer hastalığın mânâsı güzel birey olmasaydı, Hâlık-ı Rahîm en sevdiği ibâdına hastalıkları vermezdi.

-En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridir.” Başta Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm, enbiyalar, sonra evliyalar ve sonra ehl-i salâhat, çektikleri hastalıklara birer ibadet-i hâlisa, birer hediye-i Rahmâniye nazarıyla bakmışlar, sabır içinde şükretmişler, Hâlık-ı Rahîmin rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nevinden görmüşler.

– Ey sıkıntıdan şekvâ eden hasta! Hastalık, hayat-ı içtimaiye-i insaniyede en mühim ve gayet güzel olan hürmet ve merhameti telkin eder. Çünkü insanı vahşete ve merhametsizliğe sevk eden istiğnâdan kurtarıyor.

– Ey hastalık vasıtasıyla hayrat yapamamaktan şekvâ eden hasta! Şükret. Hayrâtın en hâlisinin kapısını sana açan, hastalıktır. 

– Ey şükrü bırakıp şekvâya giren hasta! Şekvâ bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekvâ ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var yapmadın. Cenâb-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekvâ ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekvâ edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare hastalara bakıp şükretmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak. Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan âmâlara bak, Allah’a şükret.

– Cemîl-i Zülcelâlin bütün isimleri, “Esmâü’l-Hüsnâ” tabir-i Samedânîsiyle gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat içinde en lâtif, en güzel, en câmi âyine-i Samediyet de hayattır. Güzelin aynası güzeldir. Güzelin mehâsinlerini gösteren ayna güzelleşir. O aynanın başına o güzelden ne gelse güzel olduğu gibi, o hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü, güzel olan o Esmâü’l-Hüsnânın güzel nakışlarını gösterir.

– Ey derdine derman arayan hasta! Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı hakikî, bir kısmı vehmîdir. Hakikî kısmı ise, Şâfî-i Hakîm-i Zülcelâl, küre-i arz olan eczahane-i kübrâsında, her derde bir devâ istif etmiş. O devâlar ise dertleri isterler. Her derde bir derman halk etmiştir. Tedavi için ilâçları almak, istimal etmek meşrudur; fakat tesiri ve şifayı Cenâb-ı Haktan bilmek gerektir. Derdi O verdiği gibi, şifayı da O veriyor.

– Ey hasta kardeş! Senin hastalığında maddî elem var. Fakat o maddî elemin tesirini izale edecek ehemmiyetli bir mânevî lezzet seni ihata ediyor. Çünkü, peder ve validen ve akraban varsa, çoktan beri unuttuğun gayet lezzetli o şefkatleri senin etrafında yeniden uyanıp, çocukluk zamanında gördüğün o şirin nazarları yine görmekle beraber; çok gizli, perdeli kalan etrafındaki dostluklar, hastalığın cazibesiyle yine sana karşı muhabbettarane baktıklarından, elbette onlara karşı senin bu maddî elemin pek ucuz düşer.

– Mü’min sırr-ı imanla ve teslimiyet ve tevekkülle, o ağır nüzul gibi hastalıktan, az bir zamanda, ehl-i velâyetin çileleri gibi istifade edebilir. O vakit o ağır hastalık çok ucuz düşer.

– Madem O var, sana bakar; sana her şey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte kalan odur ki, iman ve teslimiyetle Ona intisap etmesin veya intisabına ehemmiyet vermesin.

– Evet, ihtiyarlara, mâsumlara, yalnız akrabasına bakmak değil, belki ehl-i iman-madem sırr-ı imanla uhuvvet-i hakikiye var-onlara rast gelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa, ruh u canla ona hizmet etmek İslâmiyetin muktezasıdır.

– Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi ve her derde devâ ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz. Yani, tevbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz.

– İman ilâcı ise, ferâizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesât-ı nefsâniye ve lehviyât-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini men eder. Hastalık madem gafleti kaldırıyor, iştahı kesiyor, gayr-ı meşru keyiflere gitmeye mâni oluyor; ondan istifade ediniz. Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından, tevbe ve istiğfarla, dua ve niyazla istimal ediniz.
Cenâb-ı Hak sizlere şifa versin, hastalıklarınızı keffâretü’z-zünub yapsın. Âmin, âmin, âmin.

“Dediler: Bizi buna eriştiren Allah’a hamd olsun; yoksa Allah hidayet etmeseydi, biz kendiliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.”[19]

-“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti her şeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin.”[20]

-Allahım! Kalblerin derman ve devâsı, bedenlerin âfiyet ve şifası, gözlerin nur ve ziyası olan Efendimiz Muhammed’e ve âl ve ashabına salât ve selâm et.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. (Kanuni)

MEHMET ÖZÇELİK

18-04-2020


[1] Şu’arâ Suresi 80. Ayet.

[2] Bakara Sûresi, 2:156.

[3] Tirmizî, Daavât 105.

[4] Ebû Dâvûd, Edeb 101.

[5] Müslim, Selam 69.

[6] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, no: 10196.

[7] Ebû Dâvûd, Cenâiz 1.

[8] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II. 194.

[9] Buhârî, Merdâ 13.

[10] İbn Mâce, Cenâiz 1.

[11] Müslim, Selam 114.

[12] Ebû Dâvûd, Zekat 32.

[13] Müslim, Zühd 64.

[14] Ebû Dâvûd, Cenâiz 18.

[15] Buhârî, Enbiyâ 54.

[16] Müslim, Selam 104.

[17] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 41/74, no: 24528.

[18] Buharî, Merdâ: 1, 2, 13, 16; Müslim, Birr: 45; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:371, 441, 2:303, 335, 3:4, 18, 38, 48, 61, 81.

[19] A’râf Sûresi, 7:43.

[20] Bakara Sûresi, 2:32.




TARAFI MUHALİF

TARAFI MUHALİF

Yazıklar olsun!!!

Zulme ve haksızlığa taraf ve taraftar olana.

Sırf muhalefetten dolayı…

Şeytan inadından, inadının gözünü kör etmesinden dolayı Allaha muhalefet etmiştir.

Muhalefet hak namına ve adalet hesabına ve de yapıcı olmalıdır.

Abdullah Gül ile başlayıp, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan ile devam eden müzmin muhalefet, proje üretmek ve icraattan uzak yapıcı bir muhalefete değil, adeta düşmanla ortaklık yapıp yıkıcı bir muhalefete dönmüştür.

Günümüzdeki muhalefet seviyesiz, menfaat kaynaklı ve şahıs odaklıdır.

-“Ali Babacan’dan RTÜK’e Fox TV tepkisi: ‘Kabul edilemez’.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan  sosyal medyadan yaptığı paylaşımda, RTÜK tarafından Fox TV başta olmak üzere muhalif kurumlara verilen cezalara tepki gösterdi. “[1]

-“Meral Akşener’den FOX TV tepkisi: Talimat verdi, propaganda medyası kurdu.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, RTÜK tarafından Fox TV’ye verilen cezaya tepki gösterdi. Akşener, “Ülkemizin birkaç özgür medya kurumundan biri olan FOX TV’ye verilen ağır cezayı şiddetle ve esefle kınıyorum. Bugünler elbette geçecek, ülkemize demokrasi, adalet ve huzur gelecek. Bunu hep birlikte başaracağız!” dedi.[2]

Allah insaf versin.

Muhalefet gözü kör, aklı kor, insanlığı zor eyledi.

Zulme ortak kıldı.

Yazıklar olsun.

PKK’ yı savunmak, yalan haber yapıp, toplumu tahrik etmenin adı, fikir özgürlüğü oldu.

Binlerce esefler olsun.

Zulme rıza ve taraf olmak da zulümdür.

Bu kirli siyaset için Bediüzzaman şu tesbitleri yapar:

“Bî-tarafâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Halbuki hem senin, hem insandaki senin şakirtlerin, dediğiniz bî-tarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bî-taraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir.”

-“Cumhura muhalefet öyle bir hatadır ki, o hatayı irtikab etmek kalbin, vicdanın şanından değildir.”[3]

-“Bir salih alim kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti ve siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkid ve tefsik etti.
Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lanet edeceksin.” Bunun için Eski Said: 
 dedi. Ve otuz beş seneden beri siyaseti terk etti.”[4]

-“Kim fasık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, su-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir.”[5]

-“Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardır.

-Şimdilik İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır.

-İnadın işi: Şeytan birisine yardım etse, o melektir der, rahmet okur; muhalifinde melek görse, libasını değiştirmiş şeytandır der, lanet eder.”[6]

Harici düşmanlar bizim bu yıkıcı muhalefetimizden istifade ederek, her alanda yıkımı yapıp, bir asırdır bizi bize kırdırıyorlar.

MEHMET ÖZÇELİK

17-04-2020


[1] https://www.gercekgundem.com/medya/174149/ali-babacandan-rtuke-fox-tv-tepkisi-kabul-edilemez

[2] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/meral-aksener-fox-tvye-verilen-cezayi-siddetle-kiniyorum-275436h.htm

[3] Beyanat ve Tenvirler.124.

[4] Hutbe-i Şamiye, ss. 52-53.

[5] Beyanat ve Tenvirler.118.

[6] Beyanat ve Tenvirler.125.