ALEMDE TESADÜF YOKTUR

ALEMDE TESADÜF YOKTUR

Başta insan olmak üzere varlıkların düzenli bir şekilde bu dünya hayatına gelip hayatlarını sürdürmeleri, idame etmeleri, arkasından Nizam ve intizam ve düzen içerisinde gidiş gelişlerin devam etmiş olması; Elbette ki tamamen tesadüften uzak, bilinçli, projeli, hesaplı, külli bir projenin, külli bir hesabın neticesidir.

Yine insanların Uçsuz bucaksız Kainat içerisinde, dünya hayatında rahat ve güvenliği, emniyet içerisinde dayanaklı bir şekilde hayatlarını devam ettirmeleri, korkudan uzak bir hayat içerisinde hayatlarını sürdürmüş olmaları da, aynı şekilde bir yaratıcının, bu alemdeki dengenin, düzenin, bir plan ve projenin, Güven içerisindeki bir dayanağın olduğunu Elbette göstermektedir.

O da tamamen Allah’ın varlığına dayanan bir dayanak, bir güç, bir enerji, bir imanın neticesi ve tezahürüdür.

İnsan kendi bir tek boğazını idare etmekten aciz kalırken, Bir de kendisi ile beraber eşinin ve 3 tane çocuğunun ve Toplam 5 kişinin idamesi için bir gün boyunca çalışmakta, sürekli koşturmakta, gece gündüz birçok sıkıntıları göstermektedir. Sırf bir Boğazı ve Toplam 5 Boğazı idare etmek için…

Bir de kainat ve dünya çapında ve şu andaki yedi buçuk milyar insan çapında olayı düşününüz…

Bir eve gireni değil, bir memlekete, bir devlete giren ve bir dünyadaki yedi buçuk milyar insanın sofrasına geleni düşününüz. Bir de Buna ek olaraktan karada, denizde, havada ve Buna ek olarak da mikroskobik sayısız canlıların, cinlerin, Ruhanilerin, meleklerin; bütün Bu varlıkların yaşayışlarını, doğuşlarını düşündüğünüz zaman nasıl külli bir Sofranın olduğunu, ona göre bu sofrayı dolduranın, doyuranın, bulunduranın, meydana getirenin ne kadar Kudret sahibi bir zat olduğu çok daha açık ve net olarak anlaşılacaktır.

O halde bütün bu varlıkları bir anda, bütün kainatı büyük bir sofra yaparaktan o varlıkların hayatını idame eden bir yaratıcıya karşı; bu insanları ve ölen varlıkları nasıl diriltecek denilebilir mi? Onları nasıl rızıklandıracak denilebilir mi?

Onları sürekli olarak nasıl rızıklandırıyorsa, Aynen öyle de diriltecektir. O da Allah’tır.

İnsan herhangi bir deprem sebebiyle bir müteahhidin  yapmış olduğu binaya güvenle girmiyor. Güvenli oturmuyor. Hayatını idame etmiyor.

Ancak bu kadar hızlı dönen ve milyarlarca senedir dönmesi devam ettirilen ve boşlukta yüzen bu dünyamızda; Bizler sarsılmadan ve güvenle  bu dünya gemisinde seyahat etmekteyiz.

Kâinat Okyanusunda yüzen bu dünya gibisin de çok rahatlıkla yolculuk yapmaktayız. Hiçbir korku hissetmemekteyiz. Bu bir güvendir. Bu da bize Yaratanın vermiş olduğu Güvenin bir ifadesidir.

*****************

Bediüzzaman hayata farklı bir bakış açısı getiriyor. O da şu an Ebedi hayatı kazanmak veya kaybetmek meselesidir.

Şimdiye kadar çok önemli çapta bir derecede olmayan, ebedi hayatını kazanmaya gayret ve çabası Bediüzzaman tarafından 1. Dereceye alınarak en önemli bir mesele olan insanın ebedi hayatını kazanması veya kaybetmesi meselesidir.

-“Herkesin, iman mukàbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”(Şualar.270.)

-“”Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!..”

-Risale-i Nurlar birer can simidi gibi insanı düşmekten, boğulmaktan, yıkılmaktan, çökmekten kurtarıyor. Her türlü zorluk Karşısında Oradaki bir iman hakikat insanı ayakta tutuyor.

Yuvarlanmayı engelleyen kuvvetli bir Halat gibi.

Zeminden zirveye çıkmayı sağlayan Bir asansör gibi, Risalelerin hakikatı karanlık dünyamızı aydınlatan birer Işık, birer Nur, birer fenerdir.

-“Ve bilhassa zîhayattan insanın mahlûkiyeti arkasında gayet âşikâr bir tarzda o mânevî teşahhus, o kudsî taayyün, sırr-ı tevhidle, imanla müşahede olunur. Çünkü o teşahhus-u ehadiyetin esasları olan ilim ve kudret ve hayat ve sem’ ve basar gibi mânâların hem numuneleri insanda var; o numunelerle onlara işaret eder. Çünkü, meselâ, gözü veren Zat, hem gözü görür, hem ince bir mânâ olan gözün gördüğünü görür, sonra verir. Evet, senin gözüne bir gözlük yapan gözlükçü usta, göze gözlüğün yakıştığını görür, sonra yapar. Hem kulağı veren Zat, elbette o kulağın işittiklerini işitir, sonra yapar, verir. Sair sıfatlar buna kıyas edilsin.
Hem esmânın nakışları ve cilveleri insanda var; onlarla o kudsî mânâlara şehadet eder.
Hem insan zaafıyla ve acziyle ve fakrıyla ve cehliyle diğer bir tarzda aynadarlık edip, yine zaafına, fakrına merhamet eden ve medet veren Zâtın kudretine, ilmine, iradesine ve hâkezâ, sair evsafına şehadet eder.
İşte, daire-i kesretin müntehâsında ve en dağınık cüz’iyâtında, sırr-ı vahdetle bin bir esmâ-i İlâhiye, zîhayat denilen küçücük mektuplarda temerküz edip açık okunduğundan, o Sâni-i Hakîm, zîhayat nüshalarını çok teksir ediyor. Ve bilhassa zîhayatlardan küçüklerin taifelerini pek çok tarzda nüshalarını teksir eder ve her tarafa neşreder.” (Bediüzzaman. Şualar.15.)

MEHMET ÖZÇELİK

27-01-2020

Loading

No ResponsesOcak 27th, 2020