DAMLADAN DERYAYA
DAMLADAN DERYAYA
Kendi varlığı bir başkasının varlığına bağlı olup, gerçek manada hakiki bir varlığa sahip olmayan insan, kendi sahiline dahi ulaşamayan, kendisini bildiğinde ve bulduğunda, biraz farkına vardığında oldum deyip, bir şeyler var deyip, ben de varım diyerek kendi içerisinde bir şeylerin kıpırdadığını göre insan; Gerçek ve hakiki varlık olan ve hakikatın ta kendisi olan; Allah’ın varlığını bile bildiğinde, bulabildiğin de, anlayabildiğin de, ne olacağını ve ne olduğunu kendisi dahi düşünüp bilemezken, kendi Damla olan varlığında boğulan, kendisini hakiki manada bulamayan insan; ya Ezeli ve Ebedi olan, ilahi okyanustan içtiğinde hatta kokladığında onun okyanusunda marifet Kulaçları atamazsa ve O hakiki varlığı Hakikaten Tanıyamazsa, birazcık tanıdığında neler neler olabileceğini bir düşünebiliriz.
Gerçek varlığı bulduğunda insanı ne büyük bir zevke ve ne büyük bir manaya sahip ve ğark olduğunu düşünmek bile zor.
Kendi azıcık hakikatını kenarından, ucundan ve sahilinden ancak azını anlayabilen, sathına ve yüzeyine varabilen, düşünebilen bir insan; Ezeli ve Ebedi olan bir varlığın ebediyen bilinmesi halinde ne gibi büyük manaların hazır olacağını bir düşünebilirsin? Bunun için de o ilahi okyanusta kulaç atıp yüzmeyi bilmesi ve marifetullahın hakikatına varması gerekir.
Hakiki zevk marifetullahtadır.
Ondan dolayıdır ki; Hz Alinin ifadesiyle; ilim tek idi, onu cahiller çoğalttı, derken o tek olan ilmin marifet ilmi olduğunu ifade etmektedir.
Yani bütün ilimlerin Şahı ve padişahı, Esası ve gücü marifetullahtadır. Allah’ı bilmek de, O’nu bulmakta, O’nu anlamakta, O’nun marifetinin sahasına doğru Kulaç atmakladır.
Firavun bile kendi damlasını azıcık bilip ve sahip olduğu o güç ve kudretinin Allah’tan değil de kendisinden kaynaklandığını gördüğü, işin farkına vardığı içindir ki azıttı, ilahlık tasladı.
Eğer o Rabbini bilseydi, Ezeli ve ebedi olan Allah’tan bilseydi, marifeti artacaktı. Kendi damlası böyle iken, Ezeli ve ebedi okyanusun, ilahi okyanusun ne derece büyük bir güç, Kudret ve Hakimiyet içerisinde olduğunu anlaması gerekirdi. O halde insanın yapacağı kendi farkına varmak ve damlasını ilahi okyanusa akıtmaktır. O’ndan beslenmek, O’nun tarafından beslenmektir?
Firavun ben oldum dedi ancak olmamıştı. Kendisini Birazcık da olsun bilmiş ama hakiki manada bulamamıştı.
O bilmeyi bununla beraber sahibine varmayı ve beraber bir araya getirseydi; O da Musa gibi hakikat marifetine ulaşırdı.
Ve Mısırlıları da o marifete ulaştırırdı.
İşte kendi marifetini bulamayan insan, nokta iken buharlaşıp yok olan bu insan, en hakiki marifeti bulsa, Hem kendini bulacak ve hem de kendisi ile buluşacaktı. Hem birçok insanları da ulaştıracaktı.
Marifetin küçük bir şulesini Leyla’da bulan, Aslı da bulan veya Yusuf da bulanlar; o Marifetin kaynağını bulsalardı herhalde Çöllere düşmez, Ferhat olup dağları delmez. Belki de aslını Arar, Aslına varır. Fasıllar ile uğraşmazdı.
Yusuf-taki güzelliği gören Züleyha, Yusuf’un güzelliğine hayran kalan Saray kadınları onun güzelliği karşısında parmaklarını keserken; hakiki marifeti bulsalardı, Gerçek marifete ulaşsalardı, Gerçek Cemal sahibini anlasalardı herhalde hiçbir organları sağ kalmazdı.
Kara kuru siyah olan Leyla Mecnunu Çöllere düşürüp, onu Mecnun ediyor. Adı bile, adı ile bile anılmıyor. Cinnet geçirmiş. Mecnun olaraktan nam salmış oluyor. Herhalde gerçekleri bulmuş olsaydı, onun aklı değil, hiçbir şeyi kalmazdı.
Damla olan insan okyanusta Kulaç atabilecek kapasitede ve kapsamda yaratılmıştır. Bu da ancak marifetiyle olabilir. Marifetin gücü ile olabilir. Yoksa kendi damlasında bile boğulur.
Mevla-yı bulamayanlar Leyla da kalmaktadırlar. Leyla da takılıp kalmaktadırlar. Leyla’dan ötesine geçememektedirler. Leyla adeta bir gece olmuştur. Gündüzü görmesine, güneşi görmesine perde olmuş. Engel olmuş. Mani olmuş. O Leyla olan gece gündüze götürmemiştir.
Leyla da kalanlar nehara geçemezler. Leyla’yı aşmakla nehara varılır.
Nehar gündüzdür Leyla gecedir.
Hakikat gündüzdedir.
Leyla da değil.
MEHMET ÖZÇELİK
22-12-2019