AZAMET VE KİBRİYA
AZAMET VE KİBRİYA
Göğün derinlikleri deniz ve okyanusların derinliklerinden daha da derindir.
Denizlerdeki canlılar mı çok yoksa gökteki yıldızlar mı?
El azametü izari Vel kibriyau ridai.
Azamet izarım, Kibriya ridamdır.
Azamet üstü örten giysi, Rida yukarıyı örten bir libastır.
Azamet süfli alemi, kibriya ulvi alemleri ihata edip kuşatır.
Azamet mikro alemi, Kibriya makro alemi, Azamet arzı Kibriya şemayı kuşatır.
Azamet ya Celil diyen arzdaki balıklarla dolu denizlerin sesine icabet ederken, Kibriya gök denizindeki haşmetli yıldız kandillerinin ya Münevvir sesini yankılandırır.
Azamet vücut alemlerine kulak verirken, Kibriya adem alemlerinin kapılarını setreder ve seddeder.
Herşey hayatıyla Azametini ilan ederken, ölümüyle de Kibriyasına sığınır.
Azamet şükre ve hamde mukabil gelirken, Kibriya zulüm ve küfrü reddeder.
Onun Azametine sığınıp, Kibriyasına dayanıyoruz.
Dinlede bak denizlere, dağlara, esen rüzgar ve fırtınalara, hepside ya Cemil ya Azim derken, tüm kâinat lisanı mahsusiyle ya Celil ya Kebir demektedir.
Tohumlar, çekirdek ve yumurtalar ya Azim derken, ağaç olup meyve vermiş ağaçlar, sünbüller, gökte uçan kuşlar, yürüyen canlılar ya Kebir derler.
Herşey O’nu söyler.
Makama ve mekâna göre söyler.
Yerinde söyler, doğru söyler.
Bulunduğu dairedeki esmanın adıyla nida eder, dua eder.
Bu konuda sürekli Azamet ve Kibriyayı dile getiren Bediüzzaman, bunu Külliyatında kapsamlı ve sürekli dile getirir.[1]
-“Hem madem, gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi, zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte, perde arkasında bir Mutasarrıf, gayet intizamla koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek suhuletinde ve mîzanlı ziynetinde ve zemin sayfasında üçyüz bin haşir ve neşrin nümune ve misallerini gösteren üç yüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini onda yazar, beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık iken karıştırmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, mânidar yazan bir kalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmetle işlediği gibi; koca kâinatı bir hanesi misilli insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi ve sair zîhatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetine müşerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiği ve bütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve beka-i uhreviyeyi kat’î vaad ve ahdettiği halde, elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek diye, Muhyî ve Mümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri, Hâlıkımızdan sormamıza cevap veriyorlar.”[2]
-“Ve’z-Zâhir ismine mazhar olan o ağacın suret-i cismâniyesi ise, öyle tenasüplü ve san’atlı ve süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zîynetler ve yaldızlı nişanlarla tezyin edilmiş, güya yetmiş renkli bir hûri elbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemâl-i hikmet ve cemâl-i rahmeti gözlere gösterir.”[3]
-“ Allahu ekber’lerle nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden Allahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat’ta ve iydde beraber birden Allahu ekber demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği Allahu ekber kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü’l-Arz ve Rabbü’l-âlemîn azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.”[4]
-“ Evet, izzet ve azamet isterler ki, esbab,
perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında.
Tevhid ve ehadiyet isterler ki, esbab ellerini
çeksinler tesir-i hakikîden.”[5]
-“ koca semavata münasip, isyansız ve daima ubudiyette olan sekeneleri ve ruhanîleri yaratmış, semavatı şenlendirmiş, boş bırakmamış ve hayvanatın taifelerinden pek çok ziyade ayrı ayrı nevileri meleklerden icad etmiş ki, bir kısmı küçücük olarak yağmur ve kar katrelerine binip san’at ve rahmet-i İlâhiyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar; bir kısmı, birer seyyar yıldızlara binip feza-yı kâinatta seyahat içinde azamet ve izzet ve haşmet-i rububiyete karşı tekbir ve tehlil ile ubudiyetlerini âleme ilân ediyorlar. “[6]
-“ cevv-i sema dahi azamet-i İlahiyeyi izhar etmek için koca koca dağları, tepeleri, dereleri ve pek çok garip ve acip şeylerin şekillerini ve sanki beyaz, siyah, kırmızı boyalarla boyanmış pamuk yığınlarını andıran bulut kafilelerini ileri sürer, nazar-ı hikmete takdim eder. “[7]
-“Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyâlı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı mâkul ve mümteni bir yol takip etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinâa girmeyi şeytan dahi teklif edemez.”[8]
-“Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey
azamet-i kibriyâsından ihtifâ etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl! Ey Kàdir-i Mutlak!
Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle ve Resûl-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmın tâlimiyle anladım: Nasıl ki gökler, yıldızlar, Senin
mevcudiyetine ve vahdetine şehâdet ederler; öyle de, cevv-i semâ, bulutlarıyla
ve şimşekleri ve ra’dları ve riizgârlarıyla ve yağmurlarıyla, Senin vücûb-u
vücuduna ve vahdetine şehâdet ederler. “[9]
-“Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey
azamet-i kibriyâsından istitâr etmiş olan Zât-ı Akdes!
Zeminin bütün takdîsât ve tesbihâtıyla, Seni
kusurdan, aczden, şerikten takdîs ve bütün tahmîdât ve senâlarıyla Sana hamd ve
şükrederim. “[10]
-“Kabirden ize ihyâ edip, haşre getirip, huzur-u kibriyâsında hesâbınızı görecektir.” [11]
MEHMET ÖZÇELİK
28-07-2019
[1] http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/arama/Azamet
http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/arama/Kibriya
[2] Asa-yı Musa — Yedinci Mesele.29.
[3] Asa-yı Musa — Yedinci Mesele.33.
[4] Asa-yı Musa — Sekizinci Meselenin Hulasası.46.
[5] Asa-yı Musa — On Birinci Mesele.72.
[6] Asa-yı Musa — On Birinci Mesele.74.
[7] İşârâtü’l-İ’câz.129.
[8] Lem’alar On Üçünü Lem’a.90.
[9] Lem’alar Münâcat.351.
[10] Lem’alar Münâcat.354.
[11] Sözler Onuncu Söz.108.