İNSAN VE YARATILIŞI
İNSAN VE YARATILIŞI
“İnsan,Cenâb-ı Hakkın antika bir sanatıdır.”
Muamma ve meçhul varlık insan.
İnsan maddesi ve manasıyla en mükemmel bir varlık. Ancak gerçek mahiyeti ebede uzanan manevi boyutuyladır.
Kapsamlı,kabiliyetli tek varlık. Kendisine eşyanın isimlerinin talim edilmesiyle ayırabilen,fark edip kıymetlerini takdir edebilen tek varlık.
Kendini çözemeyen insan kainattaki ortaya çıkan harikalıkları görmekle de harika mahiyetini anlayabilir. Kainatta,kendi galaksimiz içerisinde güneşimiz ve ondan büyük 200 milyar tane bulunmaktadır. Bize en yakın olan Andromeda galaksisinin ışığı bize 2,2 milyon sene de ancak ulaşabilmektedir. Ve bunun gibi milyonlarca bulunmaktadır.
İnsan ise onların içerisinde bir toz ve bir nokta gibi kalmaktadır. Değer itibariyle ise hepsinden daha büyüktür. Çünkü kainat fabrikası her bir çarlıyla dev bir fabrika olarak çalışması insanı netice vermektedir. O halde netice vasıtalardan daha kıymetli ve büyüktür.
O yıldızlar milyarlarca yıl yaşarken insan 60 yıl gibi ortalama bir hayat sürmektedir. Bu hayat sırf gübre halini almak için diğer varlıklarla aynı seviyede kalması düşünülemez.
Biz bu dünyaya gelmeden bize burayı hazırlayan zat,buradan da gideceğimiz yeri hazırlayan zat olacaktır.
Umum varlıklar içerisinde en önemli bir kul oluşundandır. Tabiri caizse;Allah’ın adam yerine koyduğu,onun kelâmını düşünebilen tek muhatab olması…
En büyük ve parlak bir varlık olan güneş de Allah’ın (Cemal,Azim gibi) sekiz ismi görülürken,insanda bin bir ismi temaşa edilen ve görülen okyanus misal bir varlık olması. Ona ayinedarlık etmesi…
Cenâb-ı Hakkın kudretiyle en güzel bir surette,Kur’an-ın ifadesiyle:”Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”[1] ayetinin görüldüğü tek varlık.
Cenâb-ı Hakkın rahmetinin hazinelerini,nimetlerinin kıymetini en ince ölçülerle ölçen,ince ölçülere sahib tek varlık.
Nihayetsiz nimetlere en ziyade muhtaç olanı,muhtaçlığında,ihtiyacının çokluğunda zengin olan bir varlık. Zira bir hizmetçinin ihtiyacı ile,bir cumhurbaşkanının ihtiyacı bir değildir. İkincisinin ihtiyacının çokluğu onun kıymet ve büyüklüğünden ileri gelir. Bunun gibi de bir koyuna bir-iki yiyeceğin olması yeterken,insan kıymetliliğinden çok şeye muhtaç.
Büyük emanet denilen Emanet-i Kübra’yı yüklenen tek varlık. Kur’an-ın ifadesiyle:”Biz emaneti,göklere,yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi (bununla beraber onun hakkını tam yerine getirmedi.) Çünkü o,çok zalim,çok cahildir.”[2]
Yani Kur’an,İman,Din,sorumluluk gibi yükleri yüklenmekle cennet veya cehenneme namzed bir varlık. Küçük duygu ve kabiliyetleriyle Allah’ın sonsuz sıfatlarını,işlerini ve tecellilerini ölçebilen tek varlıktır o…
İnsan nefis ve şeytanı dinlerken zalim,Cenâb-ı Hakkın emirlerini unuttuğundan ve hayat şartlarını bilemeyip,öğrenmeye muhtaç olarak,her ne kadar öğrenirse öğrensin yine de bazı şeyleri bilmemesiyle de çok cahildir. Bununla beraber Hak ve Kur’an-ı dinlemesiyle de en mükerrem bir varlıktır.
İnsan yer yüzünün halifesi olup,seçkin olmasıyla meleklere karşı tercih edilerek,melekler tarafından secde ve hürmet edilen varlıktır o…
İnsan garib ve acib cevherlerden yapılmış Cenâb-ı Hakkın antika ve harika bir varlığıdır. Mesela;İnsan,garib cevherlerden yapılmış bir binayı görse;onun cevherlerinin bir kısmı Çin’de,bir kısmı Endülüs’de,Yemen’de,Sibirya’dan başka yerde bulunmuyor. Elbette bu mükemmel bir ustanın varlığını gösterir.
İşte her bir hayvan Allah’ın ilahi bir sanatıdır,sarayıdır. Özellikle insan,onun vücud binasının bir kısmı ruhlar aleminden,Misal aleminden,levhi mahfuzdan,diğer bir kısmı da hava aleminden,ışık ve elementler aleminden gelmiş ve istekleri ebede ve sonsuzluğa uzanan bir varlıktır.
Kâinatı bir ağaca benzetirsek;insan o ağacın en mükemmel bir meyvesidir. Peygamber Efendimiz açısından bakacak olursak hem çekirdeği,hem meyvesi, yani hem başlangıcını,hem de neticeyi oluşturmaktadır.
Dünyada kendisine,diğer varlıklardan farklı olarak yapılan ikrama karşı,ahirette de ebedi olarak ikram edilecek ebedi bir misafirdir o…
Böyle bir insanda iki yön vardır: Biri;kulluğu,gerçek yaratılış sebebi,yaratılmasındaki gaye olan yaratıcısını bilmek ve ona iman edip ibadet etmektir. Böylece gerçek vazifesini yapan bu insan bu yönüyle A’lâ-yı illiyyin dediğimiz en yüce seviyeye çıkar.
Diğeri ise;Kibir ve enaniyet ki,buda onun enayilik yönüdür. Şeytan misal,esfeli safiline düşer.
İnsan yüz odalı bir saray gibidir. Onun ancak bir odası açılmış olup,diğer odaları keşfedilemeyen kapalı bir muamma varlıktır.
Hz. Ali’nin ifadesiyle insan;kâinatın küçültülmüş bir nümunesidir. Yani kâinat küçültülse bir insan,insan büyültülse bir kâinat olacaktır. Kâinatı ne derece keşfettik ki,insanı da keşfetmiş olalım? Kâinata bir anahtar deliğinden bakan insan,insana da ancak o kadar bakmaktadır. Âdem’den beri incelenen bu insan,hala muammalığını devam ettirmektedir. her bir organı için,maddi yapısı için bir ilim teşkil ettiği halde yinede maddesiyle çözülememektedir. Maddesi böyle olursa,ya onun ebede uzanan boyutlarıyla manevi ciheti acaba nasıldır? Ebede kadar incelense yeri vardır. Zira ebedi olmamakla beraber,ebedi yaratıcının,ebedi sıfatlarını yansıtmaktadır.
GERÇEK DEĞERİ
İnsanın gerçek kıymeti maddesiyle değil,manevi cephesiyledir. Bir kimyagerin araştırmalarına göre;bir insanın değeri (1970 birim fiyatıyla) 500 liradır. şöyle ki;vücudumuzda 7 kalıb sabun yapacak kadar yağ,orta boyda bir çivi yapacak kadar demir,ancak bir kahve fincanı dolduracak kadar şeker,bir tavuk kümesini badanalayabilecek kadar kireç,2000 kibrit (50 kutu) yapacak kadar fosfor,ufak bir ramazan topunun atımına yetecek kadar barut için potasyum bulunmaktadır.
Şimdi maddesi itibarıyla bu kadar ucuz olduğu halde,bir organına dünyaları değişmeyen insan olan insan düşünmelidir. Kendisini bir kitab gibi okumalıdır.
Hakiki değerini elmastan kömür derecesine düşürmek istemeyen her akıl sahibi,dünyaya gönderilişindeki gayeyi ve maksadı düşünmelidir?
Evet,ona binlerce duygular takan ve kainatın dilenciliğinden kurtarıp,bütün yaratıkların sultanı yapan o yüce zat olan Allah’ın ondan elbette çok daha fazla istediği olacaktır.
Antika bir demir,demir yönünden birkaç bin lira kıymet ederken,antika oluşu yönünden milyarlara değmektedir.
Bir hat sanatı kağıt itibariyle 100 lira iken,sanat itibarıyla milyonlara değmektedir.
Meşhur ressam Leonarda da Vinci’nin bin liralık bir kağıda yapmış olduğu bir resim hakiki kıymeti yönüyle milyarlara satılmaktadır.
İnsan da maddesiyle bir gübre durumunda iken,gerçek kıymet ve değer bakımından kainata değişilmemektedir. Yani hem Allah’ın sanatı olması ve de onun sanatı olduğunu bilmesi yönüyledir. Zira bir resim ki,Leonarda da Vinci’nin değil de normal birinin elinden çıkıp,ona ait olduğu bilindiğinde kıymeti düşecektir.
İmanı ile terazinin bir kefesine oturan bir insan,terazinin öbür kefesine oturan bütün hayvanlardan daha ağır basacaktır.
Anlatıldığı üzere,Hattat’ın biri karşı sahilde bulunan evine gitmek üzere bir kayığa biner. Parasını vermek istediği sırada,parasının yanında bulunmadığını görünce,kayıkçıya kayık ücretinden daha fazla olacak bir hat yazısı yazar. Kayıkçı için bir Elif direkten ve mertekten farklı değildir. Onun için o bir mana ifade etmez. Diretir,ancak olmayınca canını alacak değil ya!
Kayıkçımız bir gün Hattatlar çarşısından geçerken,önceden dürüp,istemeye istemeye cebine attığı hattı çıkartıp,hiç olmazsa birkaç kuruş dahi verseler kardır diye düşünerek,hattata buruşturduğu kağıdı uzatır. Hattat bir kağıda,bir de kayıkçıya bakarak;-İste kardeşim,ne istersin,vereyim? Bu hattat Hüseyin Efendinin hattıdır.-deyince bizim kayıkçı şaşkınlıkla beraber,ummadığı durumla karşılaşınca şaşkınlığı artar.
Sanattan anlamayan kayıkçımız;-Ne verirsen,ver.-der. Avucuna konulan parayı açıp gören kayıkçı,kayık fiyatının on katını elinde görünce hem şaşırır,,hem de memnun olur.
Aradan zaman geçer,tevafuk ya. Aynı hattat,aynı kayığa biner. Bir müddet sonra elini cebine atıb,para vereceği sırada kayıkçımız adamın elini tutar ve-Yoo,ben senden para istemiyorum. Bana bir tane daha hat yaz.-der. Hattat ise;-O bir kere olur,o zaman yanıma almamışım. İşte paran.-der ve verir.
İşte maddenin değeri olan kağıdın fiyatı ile,sanatın değeri arasındaki fark…
Herbert J. Muller’in ifadesiyle:”İnsanın bir takım kimyevi elementlerden meydana geldiğini söylemek,sadece onu gübre olarak kullanmayı düşünenleri tatmin edecek bir tariftir.”der.
Bütün alemlerin anahtarı insanın elindedir ve onun eliyle açılır.
Alemler için böyle olduğu gibi,alemlerin yaratıcısı olan Allah’ın keşfi,meçhuller meçhulü olan Allah’ın da bilinmesi yine anahtar niteliğinde olan insan iledir. Hadis-i Kudsi’de:”Küntü kenzen mahfiyyen fe halaktül halke li ya’rifûnî”-Ben gizli bir hazine idim,mahlukatı (özellikle insanı) yarattım. Ta ki bilineyim,kendimi bildireyim.-
Nitekim her sanatkâr yapmış olduğu sanata önce kendisi bakıp değerlendirdiği gibi,başkasının da kendi sanatına bakarak,eksiksiz olan sanatını takdir etmesini ve onların gözleriyle sanatına bakmayı ister.
İşte Cenâb-ı Hak’da yaratmış olduğu mahlukatını ve özellikle onların kalbini oluşturan insanı yaratmakla hem sanatına kendisi bakmakta,birde başkasını gözüyle bakmaktadır. Yani insanların onun o azim sanatını seyrederek,-Maşaallah,Barekallah- diyerek takdirleriyle de sanatına bakmaktadır.
Allah insanlarla bilinmektedir.
İnsansız Allah,meçhuller meçhulü…
Allah ve İnsan;Halık ve mahluk münasebeti. Zatı ve sıfatları o insanla bilinmekte. Zira hasta eder Şâfi ismi,rızık verir Rahman ve Rezzak ismi,kudretiyle her şeyi onun emrine verir Kadir ismi,kainatı sofra yapıp, güneşi lamba,ayı başımız üzerinde gece lambası yapmakla Ğani ismi,çeşitli,nakış nakış onu işler ve şekillendirir Nakkaş ve Musavvir ismi,güzellik verir,güzel eder Cemil ismi,Gökte,yerde,dağlarda büyüklüğü görülür ve anlaşılır Celal ve Azamet ismiyle…
İnsan düşünebilen,tefekkür edip,kâinatı lime lime edip inceleyen,araştıran,terkib ve tahlil yapabilen,küçük,cüz’i,ince ve sınırlı ölçüleriyle yaratıcısının sonsuz sıfatlarını ölçmeye çalışan kapsamlı bir varlık…
Ezeli olmayıp,Allah’ın ebedi kılmasıyla ebediyete,sonsuzluğa namzed tek varlık.
İNSANIN YARATILIŞI
İnsanın atası ve ilk insan olan Hz. Âdem topraktan yaratılmış olup ondan sonrakiler Nutfe (bir damla su,meni,sperm),Alaka (kan pıhtısı),Mudğa (et parçası) ‘dan yaratıldığı âyetlerle sabittir.[3]
Hz. İsa’nın durumu ise;kendisini topraktan,hem annesiz hem de babasız olarak yaratmış olduğu,-ol-diyerek var ettiği Âdem’in durumu gibidir.[4]
“Kendisiyle konuştuğu arkadaşı ona:”Seni topraktan,sonra nutfeden yaratanı,sonunda da seni insan kılığına koyanı mı inkar ediyorsun?”[5]
“Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten şüphede iseniz bilin ki,ne olduğunuzu size açıklamak için,biz sizi topraktan,sonra nutfeden,sonra pıhtılaşmış kandan,sonra da yapısı belli belirsiz bir çiğnem etten yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız;sonra sizi çocuk olarak çıkartırız,böylece yetişip erginlik çağına varırsınız. Kiminiz öldürülür,kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki,bilirken bir şey bilmez olur. Yer yüzünü görürsün ki kupkurudur,fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer,kabarır,her güzel bitkiden çift çift yetiştirir.”[6]
“Sizi topraktan yaratması onun varlığının delillerindendir,belgelerindendir. Sonra hemen bire insan olup yeryüzüne yayılırsınız.”[7]
Allah sizi topraktan,sonra nutfeden yaratmış,sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması,ancak onun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerinin azalması şüphesiz kitabtadır. Doğrusu bu Allah’a kolaydır.[8]
“Sizi topraktan,sonra nutfeden,sonra kan pıhtısından yaratan;sonra erginlik çağına ulaşmanız,sonra da yaşlanmanız için sizi bebek olarak dünyaya çıkaran O’dur. kiminiz daha önce öldürülür. Kiminizde belirtilmiş bir süreye ulaşırsınız. Belki artık düşünürsünüz.”[9]
Çamurdan ve (Tıyn) Balçıktan yaratıldığına dair:”Yarattığı her şeyi güzel yaratan,insanı başlangıç da çamurdan yaratan (odur)”[10]
Adem’in soy ve sopu ise:”Sonra onun soyunu bayağı bir suyun özünden yapan,sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah’dır. Size kulak,gözler,kalbler vermiştir. öyleyken pek az şükrediyorsunuz.”[11]
Yaratılışın başlangıcından sonuna kadar geçirdiği devreler ise:”Andolsun ki insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına çevirdik,kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık,bir çiğnemlik etten kemikler yarattık,kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık yaptık. Yaratanların (en mükemmel bir şekilde yaratmada) en güzeli olan Allah ne uludur.”[12]
Kibirli ve gururlu şu hakir,kıymetsiz insanın neden yaratıldığına bir bak ki:”Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. O,erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atıla gelen bir sudan (meniden) yaratılmıştır.”[13]
Topraktan gelip yine toprağa dönüşen ve sahib olduğu elementler itibarıyla,topraktaki elementlerle aynı elementlere sahib olan ve topraktan elde dilenlerle beslenib,hayatını devam ettiren şu insana bak ki:”O,insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yaratmıştır.”[14]
“And olsun ki insanı kuru balçıktan,işlenebilen kara topraktan yarattık.”[15]
“Rabbin meleklere:Ben,balçıktan,işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın,demişti.”[16]
“O (şeytan,balçıktan işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem,dedi.”[17]
Nutfenin vasfı,karışık ve dağınık halde yaratılışı ise:”Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır,onu deneriz;bu yüzden,onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.”[18]
Kainatta her neye bakarsak bakalım,her şey çift olarak yaratılmıştır. Yer-gök,iyi-kötü,aşağı-yukarı,güzel-çirkin,insan-hayvan,erkek-kadın gibi…[19]
Hz. Âdem’e kendi eğe kemiğinden,kendisiyle hususi bir cennet hayatı yaşayacağı bir zevce yani Havva yaratılmıştır.
“Sizi bir nefisden (Âdem’den) yaratan ve bu nefisten de gönlü kendisine meyledip rahat etsin diye zevcesini (Havvayı) yaratan odur.”[20]
“Ey Adem sen ve zevcen dilediğinden yemek üzere cennette oturun.”[21]
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan,ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren rabbinize hürmetsizlikten sakının.”[22]
“Doğrusu,atıldığında meniden erkek ve dişiyi,iki çifti yaratan O’dur.”[23]
Bediüzzamanın ifadesiyle:”Cenâb-ı Hak Âdemi halk etti (yarattı). Tesviye etti. Nefh-i ruh etti,terbiye etti,esmayı (varlıkların isimlerini) talim etti (öğretti) ve hilafete namzed kıldı.”[24]
Hadiste ayetleri açıklayıcı mahiyette şöyle açıklanmakta:”Her birinizin maye-i hilkati,ana rahminde nutfe olarak 40 gün toplanır. Sonra o nutfeler o kadar zaman içinde(ikinci 40’da) Aleka (kan pıhtısı) olur. Sonra yine o kadar zaman içinde (üçüncü 40’da,120. günde) Mudğa (et parçası) olur. Ondan sonra Allah bir melek gönderir,o mudğaya ruh üfler.”[25]
Hadisten de anlaşılacağı üzere;anne karnındaki bir cenin bu üç devreyi atlattıktan sonra,tabiri caizse,bu üç zor aşamayı aştıktan sonra var olmaktadır. Haluk Nurbaki’nin ifadesiyle;”İnsan üç devrede yaratılmıştır.
a)Birinci devre ki; İnsanın ilk bedensel çizgilerinin irade-i ilahiye ile tesbit edildiği devre ki,Nutfe’yi oluşturur. (Anne karnının dışındaki cidar,yani Amniyon zarı.)
b)İkincisinde;çeşitli organlara ait ilk temel yapıların yaratıldığı devre ki,Alak’dır.(Rahim cidarı.Yani onun dışındaki Koriyon zarı.)
c)Sıra ile organlarımız ve sistemlerimiz gelişir ki,Mudğa dönemidir. (Üç karanlık bölgenin üçüncüsü ise;Doğrudan cenini ihata eden zar,Rahim duvarıdır.)
-Birinci karanlık mekan,hücreye göre dev,karanlık bir tüneli hatırlatmaktadır.
-İkinci karanlık mekan ise;ışıksız kapkaranlık bir ormanı hatırlatır.
-Üçüncü karanlık mekan ise;yine ışıksız bir denizin altını hatırlatır.
Üç devre birbirine geçerken kompitör hesabını gösterir. Biri bittimi hemen diğeri devreye girer. 1)Hücre Safhası. 2)Doku Safhası. 3)Organlar Safhası.
Bu safha ve devreler birbirini tamamlayarak vücudun oluşumu sağlanır.”[26]
“Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamızda onlar için büyük bir ibret ayetidir.”[27]
Bu âyeti Dr. Fritz Kalan şöyle açıklar:”Tohum hücresinin (Sperm gemilerinin,meninin) bir torpil şeklinde yapılmış nakil vasıtası olduğu anlaşılır. Bunun da babanın irsiyet kitlesini,zürriyet ve soy özelliğini taşımakta olduğu ve bu irsiliği de annenin vücuduna nakletmektedir.
“Her şey bir anda Allah’ın –ol- demesiyle var olmuştur. Bundan 15 milyar yıl önce küçük bir enerji yumağının Big-Bang –büyük patlama- neticesinde var olmuştur. Yani yaratılış;maddenin,anti-maddenin,enerjinin,zamanın,boyutun,boşluğun olmadığı,hiçbir şeyin mevcut olmadığı bir an-dan sonra,yaratılışın birden bire olduğunun,oluştuğunun,vücut bulduğunun ifadesidir.”[28]
İlk maddenin yaratıldığı andan 10 (üzeri 43) saniye önce hiç ama hiçbir şey yoktu.
Ebu Hüreyre’den rivayet edildiği üzere:”Efendimiz Cebraile kaç yaşında olduğunu sordular. Cebrail’de Ya rasulallah,pek bilmiyorum. Yalnız,4. Hicab’da bir yıldız var ki,70 senede bir kere doğar. İşte ben o yıldızın 70 bin iki defa doğduğunu gördüm. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Ey Cebrail,Rabbimin izzetine yemin ederim ki,o 70 bin iki defa doğduğunu gördüğün yıldız ben idim.”[29]
Nutfe;Erkeğe ait bir damla sıvıdır. İnsan bu sıvıdaki hayvancıkların,kadının yumurtasıyla birleşmesinden hasıl olur. İşte bu hayvancıklar ve yumurtacıklar hep kandan hasıl olmaktadır. Kan ise külisden doğan süt gibi bir maddenin emilmesiyle meydana geliyor. Külis;bitki,hayvan ve sudan ibaret olan gıdanın sindirilmiş durumudur. Bu gıdalarda toprağın unsurlarından meydana gelmektedir. Binaenaleyh hepsinin aslı topraktır.”
Böylece Hz. Âdem topraktan ve onun zürriyeti de toprağın hülasası (bir damla su,meni) den yaratılmaya devam etmektedir.[30]
İnsanı anlamak için her kapı açılıp girildiğinde binlerce kapı daha açılıyor.
Balçık ise;Balçık denilip geçilmemeli. Elektronik ilminin meydana gelmesinde,kıtalar ve uydular arası haberleşmede ve bilgisayar imalinde balçık olayı vardır. Yani temel maddeleri olan –yarı iletkenler-balçıktandır. Süper iletken ise neticesidir. Balçık iyi bir katalizördür,zehir emicidir.
Dr.Leila M. Coyne:”Sakin ve durgun gibi görünen balçık,içi hareket dolu gizli bir dünyadır.”diyor. Ve”Bir balçık parçasına çekiçle vurdum,laboratuvarda,bir ay müddetle “Ultraviyole enerji” neşrettiğini tesbit ettim. Balçığın yüksek bir enerji deposu olduğunu hayretle gördüm.”der.
Balçıkta kristal yapının sabit olmayışıdır ki,ona bilgi depolama özelliği kazandırıyor. Hayatın en ibtida-i faaliyeti çevreden enerji almak ve bunu kullanmaktır. Bir ileri safhası ise,kendisini yenilemektir. Bu her iki faaliyeti de balçıkta gözleyebilmiş olmamız;”Hayatın balçıkla başlayabilmiş olacağı” hipotezini güçlendirmiş bulunuyor. Balçığın temel maddesi silikondur.
Dr. Hartman ise;Elimizdeki cihazlar yeterli olsaydı ve balçığı moleküler seviyede değil de atom-atom inceleyebilseydik,şimdi bildiklerimizden çok daha fazlasını elde edebilirdik. Yine de inancım şudur ki,o zaman bile hayatın nasıl ortaya çıktığı sorusuna isabetli bir cevab veremezdik.” devamla:
“Bence hayat ve canlılık-atom ve hücrenin maddi yapısından çok daha başka bir şeydir. Balçık konusundaki çalışmalarımız ne kadar ilerlerse ilerlesin,ona hayat vermek,bizim beyin gücümüzün çok ötesinde bir ilmi seviyedir. Onun,aklımızın alamayacağı,grift formülü,yaradanın elindedir. Biz ancak akla kapı açabiliriz. Ama hayatı labaratuvarda asla elde edemeyiz.”der.[31]
-Sinir sinir saniyede 2500 haber götürür. Yani sinir sistemindeki,beyindeki zerre,bir saniyede 2500 haber alır ve mükemmel şekilde hiç şaşırmayarak değerlendirir,cevabını da ilgili yere hemen gönderir.
-Beyinde 14 milyar hücre vardır. Ve her biri arasında da 3000 bağlantı vardır. Bunlar için ir telefon santralı kurulsa bir şehri işgal edeceği gibi,muhtemelen hatlarda karışırdı,beyinde ise bu durum yok.
-Bunlar keşfedilebilenler ve keşfettiklerimiz. Ya keşfedemediklerimiz?
-Bir gözün vazifesini yapabilmesi için futbol sahası büyüklüğünde bir fabrikanın çalışması lazımdır.
-İnsandaki sinirler,uç uca eklense 480 bin km,damarlar uç uca eklense 200 bin km eder. İşte harikalık…
-Mühendis Culman,vücuttaki kemiklerin düzenine bakarak bir vinç hazırlamıştır.
İşte sanat ve neticede sanatkar…
-İnsan atomlardan kuruludur. İnsan vücudunda 7 x 10 üzeri 28 adet atom var.
-İnsanda 14 x 10 üzeri 29 elektron var sayılmakta.
-İnsan vücudunda 30 milyar kere milyon hücre vardır.
-Diriliğin temel birimi DNA’dır. Bunlarda insanların kaderleri de yazılıdır. Aynı zamanda hidrojen,iyonunu sudan almaktadır. Âyet’de:”Diri olan her şeyi sudan yarattık.”hakikatı gereğince suda hayat ve canlılığın bulunuşuna işaret edilmektedir.[32]
-Bir su molekülü vücutta 7-14 gün kalır. Sonra mutlaka atılır. Yeni dirilik sağlayacak su iyonları alınır. Bu nedenle canlılar susuzluğa dayanamazlar. İşte –su ve canlılık- ve aradaki dengeyi kuran,nihayetsiz kudret sahibi. Her şey ona şahitlik etmektedir. Onun varlığını sağır kulaklara haykırmakta,kör gözlere göstermekte,varlığını söylemekte ve söyletmektedir. “Ancak onlar;kör,sağır ve dilsizdirler.”[33]hakikatını da inkarlarıyla göstermektedirler.
İNSANLIKTAN İSTİFA
İşte böyle bir insanın,insanlığına sahib olup,elbette insanlıktan istifa etmeyip,istifade etmesi,kendi varlığını iskat edecek,insanlıktan düşürecek hallerden sakınması ile mümkündür.
Ancak dış yapısı itibariyle insan olurken,manevi yapı bakımından,hayvani duruma düşmemesi gerektir.
Yunan filozofu Romen Diyojen’in Atina’da fenerini yakmış bir vaziyette dolaştığını görüp soranlara oda:”Adam arıyorum.”demiştir.[34]
Yine bilindiği gibi adamın biri oğluna;-oğlum sen adam olamazsın-der. Oğlan okur,bir yere amir olur. Polisi görevlendirerek aynı gün babasını apar topar getirttirir. Babası olduğunu da söylememiştir. Bir adam var,alın, getirin demiştir.
Huzuruna getirilen babasına karşı;-Baba hani bana adam olamazsın diyordun,bak işte oldum.”deyince baba;-Oğlum ben sana vali olamazsın,filan olamazsın demedim ki,ben sana adam olamazsın,dedim. Nitekim beni de doğruladın. Çünkü eğer adam olsaydın,beni apar-topar ayağına getirttirmez,sen kendin gelirdin.”der.
Gerçi burada bir kayıb da yoktur. Kayıb kazanılan bir şey için geçerlidir. Kazanılmayan bir şeyin kaybı da olmaz. Çünkü evlat hürmet gibi bir şeyi kazanmamış ki,kaybetsin! Yani o duygudan mahrum olarak yetişmiş. Rütbe kazanmış ancak insanlığı kazanamamıştır.
Mevlâna Mesnevisinde anlatır:”Harun Reşid meşhur Behlül Dânâ’ya:”Gel insan içine karış,sana bir vazife vereyim,halk senin dirayetinden istifade etsin,der. Behlül ise;istişare edeyim de öyle,diyerek abdesthaneye girer ve hayli müddet kaldıktan sonra Harun tekrar çağırır:”Nerede kaldın?”diye sorunca,”Müşavere ediyordum.”der. Harun ise;”Kimlerle?”deyince,Abdesthanedekilerle,diye cevab verir.
Harun ise;”Ne dediler?”diye sorunca cevaben;dediler ki:”Biz nefis yemekler idik. İnsan içine karıştık da böyle olduk. Sakın ha,karışma,sen de bizim gibi olursun.”dediler,der.[35]
Böylece veli olan Behlül Dânâ,gerçekten insanlıktan nasibi olmayanların içine katılmakla,insanında onlar gibi gayet necis ve pis olacağını ifade etmekle,gerçek insanlarla bağlantı kurulması gerektiğine de îmâda bulunur.
Kayseri’de deli olarak bilinen birisi bir gün müftünün yanına gelir ve ondan fetva sorar;-Hayvanlar içinde çıplak dolaşmak caiz midir?- Müftü ise;-Evet caizdir,fakat edebe aykırıdır.-der.
Bunu bir kağıda yazıb altını imzalayıp,mühürlemesini söyler. Müftü çekinir,yazmak istemez. deli ise,demir sandalyeye yönelip tehditte bulunur. İşin ciddiyetini anlayan müftü mecbur kalarak yazar ve imzalar. O günden sonra deli,Kayseri sokaklarında çıplak olarak gezmekte,iki elinin de sürekli yumuk olarak bulunduğuna şahit olup,bir mana veremezler.
İlk etap da bunu şaşkınlıkla karşılayan Kayseri’liler,zamanla deli deyip geçer. bunu da normal görürler. Geceleri Talas ilçesinde bulunan mağaralarda yatıp kalkan deli ve meczub bu zat birkaç gün görünmeyince,buna alışan insanlar ne olduğunu öğrenmek üzere mağaraya geldiklerinde,meczubu ölmüş ve iki eli de hala yumuk olarak bulurlar.
Bir elini zorlanarak açan bir kişi avucun içerisinde bir ayna görür. Aynaya bakar,kendisini bir hayvan şeklinde görür. Şaşkınlıkla öbürüne de bakmasını söyler,oda değişik bir hayvan şeklinde kendisini görmektedir. Hakeza kim bakarsa değişik hayvan suretlerinde görülürler.
Öbür elini açtıklarında müftünün verdiği fetvayla karşılaşırlar. Fetva da:”Hayvanlar içerisinde çıplak dolaşmak caizdir,fakat edebe aykırıdır.”
Bunun üzerine müftünün yanına varıp durumu anlatırlar. Müftü gelir oda bakar. Ancak oda kendisini Horoz şeklinde görmektedir.
Bunu ibretle düşünen Müftü Efendi onlara dönerek;-Bu Cenâb-ı Hakkın bir ihtarıdır. Evet doğrudur. Çünkü ben mesâ-i bitiminden sonra eve giderken Kayseri’nin ara sokaklarından giderken,sokakta kapı önünde oturup konuşmakta olan kadınların önünden geçerken etraf bakmaz,fakat kendimde bir horozlanma hissederdim. Bu Allahın bir ikazıdır.
Bu ifade ile insanın gerçek çehresinin görüntüsü onlara gösterilmiş olmaktadır.
-Bir Tahdis-i nimet olarak söylemek gerekirse;Yine Kayseri’de bir büyüğümüz kaldığımız yerin tamiri için beş İlahiyatçı arkadaşı alarak, bir arkası açık arabayla inşaata kum almaya bizleri götürdü. İnşaata vardığımızda eski elbiselerimizi giymiş olarak vardığımız halde,bunların kimler olduğunu inşaattaki bekçi sorunca,o büyüğümüzde;bunların amele pazarının işçileri olduklarını,çalışmak için geldiklerini söyleyince bekçi umulmadık bir tepki göstererek;-Hayır olamaz,bunlar işçilere benzemiyor-diyerek inanmadı. Ve;Bunların yüzleri nurlu-diyerek de kendisini haklı çıkaracak belgesini de böyle delil olarak getirdi.
Bunun üzerine o büyüğümüz de şu ayeti okudu:”Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.”[36]
Bediüzzaman’da,gerçek medeni geçinen insanların bir kısmının içi dışa,dışı içe bir çevrilse,kimi maymun,kiminin hınzır olarak görüleceğini ifade eder.
Yanına kötü niyetle gelen bir görevlinin de kendisine yılan suretinde görüldüğünü de ifade eder.
Kişinin gerçek yüzünün aynası,yaşantısı ile görülür ve ölçülür. Dış için aynasıdır…
30-9-1992
MEHMET ÖZÇELİK
[1] Tin.4.
[2] Ahzab.72,Haşr.21.
[3] Hac.5,Mü’min.14,Ğafir.67,Kıyame.38.
[4] Al-i İmran.59.
[5] Kehf.37.
[6] Hac.5.
[7] Rum.20
[8] Fatır.11.
[9] Mü’min.67.
[10] Secde.7.
[11] Secde.8-9.
[12] Mü’minun.12-14.
[13] Tarık.5-7.
[14] Rahman.14.
[15] Hicr.26.
[16] Hicr.28-29.
[17] Hicr.33.
[18] İnsan.2.
[19] Zariyat.49.
[20] Tevbe.189.
[21] A’raf.19,Bakara.35,Ahzab.37.
[22] Nisa.1,A’raf.189,Zümer.6.
[23] Necm.45-46,Kıyame.39.
[24] İşarat-ül İ’caz.Sh.216.
[25] Riyazüs Salihin.İmamı-ı Nevevi. 1 / 433.Hadis No.399.
[26] Kur’an-ı Kerimden ayetler ve ilmi gerçekler. Sh.104,Allah ve Modern İlim.A.Nevfel. 2 / 182.
[27] Yasin.41.
[28] Zafer dergisi.T.Tuna.1989.
[29] Ruhul Beyan.İsmail Hakkı Bursevi. 3 / 43.
[30] Zafer Dergisi. S.Ateş.1987,Köprü dergisi.!990.Eylül.Sh.21-34.
[31] Zafer Dergisi.A.Çankırılı.1987.
[32] Enbiya.30.
[33] Bakara.18,171,En’am.39,Enfal.22.
[34] Mesnevi Şerhi. T. Mevlevi. 2 / 572.
[35] Age. 12 / 375.
[36] Fetih.29.