BUDA GECER YA HU.

BUDA GECER YA HU.


Bu Da Geçer Ya Hu

Hayat, inişleri ve çıkışlarıyla bir yolculuktur. İnsan, bu yolculuk boyunca mutlulukla üzüntüyü, kazançla kaybı, kolaylıkla zorluğu bir arada yaşar. Osmanlı’dan günümüze kadar gelen “Bu da geçer ya hu” ifadesi, hayatın bu değişken yapısına karşı derin bir bilgelik ve sabır tavsiyesidir. Bu söz, hem acıların hem de sevinçlerin geçici olduğunu, insanın tevekkülle yaşaması gerektiğini hatırlatır.

“Bu Da Geçer Ya Hu” İfadesinin Kökeni

Bu sözün kökeni tasavvufa dayanır. Allah’a olan teslimiyeti ve sabrı öğütleyen tasavvuf anlayışında, dünyanın faniliği ve değişkenliği sık sık vurgulanır. “Bu da geçer ya hu,” hem zorluklar karşısında sabırlı olmayı hem de mutluluk anlarında şükretmeyi hatırlatan bir maneviyat kaynağıdır.

“Ya Hu” ifadesi, Allah’ı anmak anlamında kullanılır ve kişinin her durumda O’na sığınmasını, O’nu zikretmesini ifade eder.

Geçicilik: İnsan, yaşadığı her şeyin fanilik içinde olduğunu anlamalı ve buna göre bir bakış açısı geliştirmelidir.

Hayatın Geçiciliği Üzerine Bir Hatırlatma

Hayatta her şey gelip geçicidir:

Zor günler, insanın sabrını ve dayanıklılığını sınar. Ancak hiçbir acı sonsuza kadar sürmez.

Mutlu anlar da aynı şekilde geçicidir. İnsan, bu anların değerini bilmeli ve şükretmelidir.

Bu söz, hem kötü günlerde teselli hem de iyi günlerde tevazu çağrısıdır. İnsan, her iki durumda da dengeyi korumalıdır.

Zorluklarda Sabır ve Tevekkül

Zor günlerde “Bu da geçer ya hu” ifadesi, bir umut ışığıdır. İnsan, başına gelen zorlukların bir sınav olduğunu, Allah’ın izniyle bu sıkıntıların sona ereceğini bilir. Bu anlayış, sabrı artırır ve psikolojik olarak güçlenmeyi sağlar.

Kur’an’da Sabır: “Allah sabredenlerle beraberdir” (Bakara, 153) ayeti, zorluklar karşısında gösterilecek sabrın önemini vurgular.

Hayata Pozitif Bakış: Bu ifade, karamsarlığı reddederek zorlukların geçici olduğunu ve ardından kolaylık geleceğini hatırlatır.

Sevinçte Şükür ve Tevazu

İnsanın mutlu olduğu zamanlarda bu sözü hatırlaması, kibirden uzak durmasını sağlar. Zenginlik, sağlık, başarı gibi nimetlerin birer geçici emanet olduğunu bilen kişi, şükretmeyi ve tevazuyu elden bırakmaz.

Dengeyi Koruma: İyi günlerde de bu dünyadaki her şeyin fani olduğunu hatırlamak, insanı hırstan ve bencillikten korur.

Şükrün Önemi: Mutluluk anlarında, verilen nimetler için Allah’a şükretmek, hayatın bereketini artırır.

Tasavvuf ve Maneviyat Perspektifi

Tasavvufta, dünyanın geçiciliği sıkça vurgulanır. Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi büyük düşünürler, hayatın bir sınav yeri olduğunu ve her şeyin sonunda Allah’a kavuşmanın esas hedef olduğunu ifade etmişlerdir.

“Bu da geçer ya hu,” tasavvufun bu öğretilerini özümsemiş bir ifadedir:

İnsan, dünya nimetlerine ya da sıkıntılarına gereğinden fazla bağlanmamalıdır.

Kalıcı olan yalnızca Allah’tır ve her durumda O’na sığınmak esastır.

Günümüzde “Bu Da Geçer Ya Hu” Anlayışı

Modern çağda, insanlar çoğu zaman zorluklar karşısında umutsuzluğa düşebiliyor ya da mutluluk anlarında aşırı hırs ve kibirle hareket edebiliyor. Ancak “Bu da geçer ya hu” anlayışı, insanlara sabrı, şükrü ve tevekkülü yeniden hatırlatıyor.

Zorluklara Karşı Dayanıklılık: Bu anlayış, insanlara psikolojik bir güç kazandırır.

Nimetlerin Değeri: İyi günlerde bu söz, şükretmeyi ve tevazuyu teşvik eder.

Sonuç

“Bu da geçer ya hu,” insanı hayata dair fanilik gerçeğiyle yüzleştiren, sabır ve şükür gibi temel erdemlere yönlendiren bir ifadedir. Zor zamanlarda umut, iyi günlerde ise bir denge hatırlatıcısıdır. Hayatın geçici olduğunu bilmek, insanı Allah’a daha yakın ve daha güçlü kılar. Her şey geçer; baki olan yalnızca Allah’tır.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

ALLAH’A OLAN DÜŞMANLIĞINI KULLARINDAN ÇIKARAN İBLİSLER

ALLAH’A OLAN DÜŞMANLIĞINI KULLARINDAN ÇIKARAN İBLİSLER


Allah’a Olan Düşmanlığını Kullarından Çıkaran İblisler

İnsanlık tarihi boyunca, iyilik ve kötülük arasındaki mücadele, hayatın temel gerçeklerinden biri olmuştur. Kötülüğün sembolü olan İblis, Allah’a olan düşmanlığını insanlara olan nefretiyle açığa vurmuştur. Ancak, bu düşmanlık sadece İblis’e özgü değildir; Allah’a düşman olan ve bu nefretlerini kullar üzerinden yansıtan insanlar, sistemler ve ideolojiler de tarih boyunca var olmuştur. Bu yazıda, Allah’a olan düşmanlığını kullarına zulmederek gösteren bu “iblislerin” özelliklerini ve sonuçlarını ele alacağız.

İblis’in Düşmanlığı ve İnsanlık

Kur’an-ı Kerim’de İblis, Allah’ın emrine karşı gelerek, insanlara ebedi bir düşmanlık beslemiştir. İblis’in kibri ve Allah’a karşı duyduğu nefret, onu insanları doğru yoldan saptırmaya ve acıya sürüklemeye sevk etmiştir. Bu durum, insanlık tarihindeki kötülüklerin temel kaynağı olarak görülür. Ancak İblis’in bu tutumu, yalnızca kendisiyle sınırlı kalmamış; insanlar arasında da Allah’a olan düşmanlıklarını kullara zulmederek gösteren bir zihniyetin oluşmasına neden olmuştur.

Allah’a Olan Düşmanlık Nasıl Ortaya Çıkar?

Allah’a olan düşmanlık, genellikle kibir, nefret, güç arzusu ve hakikati reddetme üzerinden şekillenir. Bu düşmanlık, şu şekillerde insanlara yönelir:

1. Zulüm ve Baskı: Allah’ın kullarına zarar vererek, onların huzurunu, güvenliğini ve inançlarını hedef almak.

2. Hakikati Çarpıtma: İnançları ve ahlaki değerleri tahrif ederek insanları saptırma.

3. Adaletsizlik: Toplumsal düzeni bozarak mazlumları ezme ve haksızlıkları yayma.

4. Nefret ve Ayrımcılık: Allah’ın yarattığı insanlara karşı ırk, din, mezhep ya da farklılık üzerinden kin gütme.

Allah’a Düşman Olan “İblislerin” Özellikleri

Kibir ve Kendini Üstün Görme: Tıpkı İblis’in Adem’e secde etmeyi reddetmesinde olduğu gibi, bu kişiler kendilerini üstün görerek başkalarını küçümser ve ezmeye çalışır.

Zulüm ve Şiddet Eğilimi: İnsanlara zulmetmeyi, baskı kurmayı ve acı çektirmeyi bir güç aracı olarak kullanırlar.

Hakikate Karşı Körlük: Doğruyu ve iyiliği reddeder, karanlık yollara saparlar.

Nefret ve Haset: Allah’ın yarattıklarına karşı duyulan haset, bu düşmanlığın temel motivasyonudur.

Bu Düşmanlığın Sonuçları

Allah’a olan düşmanlığını kullarına yansıtan bu zihniyet, bireysel ve toplumsal düzeyde derin yaralar açar.

Toplumsal Çöküş: Adaletin, barışın ve güvenliğin ortadan kalkmasına neden olur.

İnsanların Yoldan Sapması: Bu kişiler, başkalarını da doğru yoldan saptırarak bir kötülük döngüsü oluşturur.

Zulüm Döngüsü: Mağduriyetlerin artması, yeni çatışmalar ve adaletsizliklerin ortaya çıkmasına yol açar.

Allah’a Düşmanlığa Karşı Mücadele

Bu tür kötülüklerle mücadele etmek, Allah’ın kullarının üzerine düşen önemli bir görevdir.

1. İlim ve Bilinç: İnsanların bilinçlenmesi, hakikati öğrenmesi ve karanlığa karşı aydınlanması sağlanmalıdır.

2. Adalet ve Dayanışma: Mazlumların yanında durarak, zalimlere karşı birlik içinde mücadele edilmelidir.

3. Sabır ve Dua: Allah’a tevekkül ederek, sabır ve dua ile bu mücadelede güç kazanılabilir.

4. Hakikati Yaymak: İyilik, doğruluk ve adaletin önemi sürekli vurgulanmalıdır.

Sonuç

Allah’a düşmanlık besleyen ve bunu kullarına zulmederek dışa vuran iblisler, insanlığın karşısındaki en büyük sınavlardan biridir. Ancak insanlık tarihi, bu tür kötülüklerin her zaman mağlup olduğunu göstermiştir. Allah’a inananlar için asıl görev, adalet ve iyiliğin galip gelmesi için çabalamaktır. Kötülük ne kadar güçlü görünürse görünsün, hakikat ve iyilik her zaman üstün gelir. Çünkü Allah, zalimlere asla fırsat vermez ve mazlumların dualarını kabul eder.

 

 

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

Osmanlı’da evlerin kapılarında asılan YA HAFIZ Allah’ın isminin verdiği mesajlar

Osmanlı’da evlerin kapılarında asılan YA HAFIZ Allah’ın isminin verdiği mesajlar.


Osmanlı’da Evlerin Kapılarında Asılan “Ya Hafız” Levhalarının Mesajları

Osmanlı toplumunda evlerin kapılarına asılan “Ya Hafız” levhaları, derin bir anlam ve mesaj taşır. “Hafız” ismi, Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sından biri olup, “Koruyucu” anlamına gelir. Bu levhalar, sadece estetik bir süsleme değil, aynı zamanda bir dua, bir niyet ve toplumsal hayatın manevi bir simgesiydi. Osmanlı insanının günlük yaşamında Allah’a olan bağlılığını, güvenini ve teslimiyetini ifade eden bu uygulama, kültürel ve dini bir değeri yansıtır.

“Ya Hafız” İsminin Anlamı

“Ya Hafız,” Allah’ın kullarını, evreni ve her türlü varlığı koruyup gözeten sıfatını temsil eder. Allah, her şeyi kontrolü altında tutar ve kullarını kötülüklerden muhafaza eder. Bu isim, yalnızca fiziksel bir korunmayı değil, aynı zamanda ruhsal bir güvenliği de simgeler. Osmanlı toplumunda, bu isim:

Evi ve içerisindeki bireyleri kötülüklerden, nazardan ve tehlikelerden koruma duasını temsil eder.

Her şeyin Allah’ın takdirinde olduğunu hatırlatarak tevekkül ve teslimiyet mesajı taşır.

Kapılara Asılan “Ya Hafız” Levhalarının Amacı

Osmanlı döneminde evlerin kapılarına “Ya Hafız” yazısının asılması, derin bir manevi şuurun ürünüdür. Bu uygulamanın taşıdığı anlamlar şunlardır:

1. Koruma ve Güven:
Evin kapısına asılan “Ya Hafız” levhası, evin ve içindekilerin Allah’ın koruması altında olduğu inancını simgelerdi. Bu levha, kötü niyetli kişilere, nazara veya uğursuzluklara karşı bir tür manevi kalkan olarak görülürdü.

2. Misafire Mesaj:
Kapıdaki “Ya Hafız” ifadesi, misafirlere evin manevi atmosferini hatırlatır ve Allah’ın isimleriyle huzurlu bir ortam sunulduğunu hissettirirdi. Aynı zamanda, ev sahiplerinin Allah’a olan bağlılıklarını ve tevekküllerini ifade ederdi.

3. Toplumsal Barış ve Huzur:
Bu levhalar, komşular ve ziyaretçiler için bir hatırlatma görevi görürdü. Allah’ın koruyuculuğu vurgulanarak, toplumsal hayatta barış ve güvenin yayılmasına katkıda bulunulurdu.

4. Estetik ve Sanat:
Osmanlı’da “Ya Hafız” levhaları, güzel hat sanatının bir örneği olarak kapılarda sergilenirdi. İnanç ile sanatı birleştiren bu yazılar, görsel bir zenginlik katardı.

Manevi ve Sosyal Mesajları

Tevekkül: İnsanlara, Allah’a güvenmelerini ve O’na teslim olmalarını öğütler.

Hatırlatma: Günlük hayatın koşuşturmasında Allah’ın her an koruyucu ve gözetici olduğunu unutmama çağrısıdır.

Birlik ve Beraberlik: Aynı inancı paylaşan insanların, toplumsal huzurun sağlanmasında ortak bir şuur geliştirmesine katkı sağlar.

Osmanlı’da İnanç ve Günlük Hayat

Osmanlı toplumunda din, sadece ibadetle sınırlı kalmamış; hayatın her alanına yansımıştır. Evlerin kapılarına asılan “Ya Hafız” levhaları, Allah’a olan inancın somut bir göstergesidir. Bu tür uygulamalar, manevi değerlerin günlük hayatta ne kadar derinlemesine yer ettiğini gösterir.

Günümüzde Anlamı

Günümüzde de birçok evde, kapılarda ya da duvarlarda “Ya Hafız” gibi Allah’ın isimleri yer almaktadır. Bu uygulama, modern çağda bile insanlar için manevi bir güven kaynağı olmaya devam etmektedir. Osmanlı’dan miras kalan bu gelenek, inancın zamansız bir simgesi olarak varlığını sürdürmektedir.

Sonuç

Osmanlı evlerinin kapılarına asılan “Ya Hafız” levhaları, sadece birer süsleme değil; aynı zamanda derin bir manevi bilincin, teslimiyetin ve Allah’a duyulan güvenin ifadesiydi. Bu levhalar, hem evi kötülüklerden koruma duası olarak görülmüş hem de toplumsal birliğin ve inanç değerlerinin sembolü olmuştur. Bugün de bu geleneği yaşatmak, Osmanlı’nın manevi mirasını ve kültürel zenginliğini hatırlamak adına önemlidir.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

HAYATA DÜŞMAN KATİLLER

HAYATA DÜŞMAN KATİLLER


Hayata Düşman Katiller

İnsan hayatı, kutsal ve dokunulmazdır. Ancak tarih boyunca, bu temel değeri hiçe sayan ve hayatın düşmanı haline gelen kişiler ve ideolojiler var olmuştur. “Hayata düşman katiller,” yalnızca fiziksel anlamda can alan kişiler değil; aynı zamanda insanlık değerlerini, barışı, adaleti ve güven duygusunu ortadan kaldıran bireyler ve sistemlerdir.

Kimdir Hayata Düşman Katiller?

Bu başlık altında iki temel grubu ele alabiliriz:

1. Fiziksel Katiller: Cinayet işleyen, savaş çıkaran ya da terörle masum hayatlara kasteden kişiler. Onlar, kendi çıkarları, ideolojileri ya da içsel kaosları uğruna başkalarının yaşam haklarını yok ederler.

2. Ruhsal ve Toplumsal Katiller: İnsanların ruhlarını, umutlarını ve özgürlüklerini çalan zalim liderler, ayrımcı ideolojiler, adaletsiz sistemler ve toplumları manipüle eden mekanizmalar.

Her iki grup da hayatın özüne, yaşama sevincine ve toplumsal barışa doğrudan tehdit oluşturur.

Hayata Düşmanlığın Kaynakları

Bir insan ya da sistem, neden hayata düşman hale gelir? Bunun altında yatan nedenler çok boyutludur:

Nefret ve Kin: Irkçılık, dinî fanatizm, ideolojik saplantılar ve bireysel öfkeler, insanların başkalarına düşman olmasına yol açabilir.

Çıkar ve İktidar Hırsı: Güç elde etmek ya da çıkar sağlamak uğruna başkalarının yaşamına kastetmek, tarihin en eski suçlarından biridir.

Ruhsal Bozukluklar: Bazı bireylerin içsel boşlukları ve travmaları, onları şiddet ve yıkım yoluna sevk edebilir.

Hayatın Değeri ve Kutsallığı

İnsan hayatı, evrensel bir değer olarak görülür. Dinler, felsefeler ve etik sistemler, insan yaşamını korumayı ve yüceltmeyi öğütler. Ancak hayata düşman katiller, bu kutsal değeri görmezden gelir ve kendi çıkarları uğruna hayatları yok etmeye çalışır.

Kendi varlıklarını, başkalarının yok oluşu üzerine kuran bu kişiler ve yapılar, sadece bireyleri değil, toplumun genelini de etkiler. Çünkü bir insanın öldürülmesi, toplumsal huzuru, güven duygusunu ve adalet anlayışını sarsar.

Hayata Düşmanlığa Karşı Mücadele

Hayata düşman katillere karşı durmak, insanlık için bir sorumluluktur. Bu mücadele, yalnızca bireylerin değil, devletlerin, kurumların ve tüm toplumların ortak çabasıyla mümkün olabilir.

Eğitim: İnsanlara hayatın değeri ve şiddetin sonuçları anlatılmalıdır. Empati, sevgi ve anlayış gibi insani değerler, küçük yaşlardan itibaren bireylere kazandırılmalıdır.

Hukuk ve Adalet: Katillerin ve hayata düşman sistemlerin cezasız kalmaması, adalet duygusunun korunması için gereklidir.

Barış ve Dayanışma: Savaş, nefret ve ayrımcılığa karşı barış içinde bir arada yaşama kültürü inşa edilmelidir.

Sonuç

“Hayata düşman katiller,” insanlığın karşısındaki en büyük tehditlerden biridir. Ancak tarihin bize gösterdiği bir gerçek vardır: Hayat, her zaman düşmanlarına karşı galip gelir. Sevgi, barış, adalet ve dayanışma, hayata düşman olanları yenmek için en güçlü silahlarımızdır. İnsanlık, her zaman yaşama hakkını ve onurunu savunmuş, sonunda barış ve umut kazanmıştır. Hayatın düşmanlarına karşı mücadele, insanlığın kendine olan borcudur.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

KANLA BESLENEN KANSIZLAR

KANLA BESLENEN KANSIZLAR


Kanla Beslenen Kansızlar

Tarih boyunca insanlık, kendi çıkarlarını başkalarının acıları üzerine inşa eden bireylerle ve gruplarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu kişiler, kanla, yani başkalarının dökülen kanlarıyla, yaşanan trajedilerle, acılarla beslenirken, insani değerlerden tamamen yoksun kalmış “kansızlar” olarak tanımlanabilir. Onların varlığı, toplumsal huzuru tehdit eden en büyük tehlikelerden biridir.

Kimdir Kanla Beslenen Kansızlar?

Bu ifadeyle kast edilenler, haksız kazanç, güç ya da çıkar uğruna başkalarının hayatını, haklarını ve mutluluğunu hiçe sayan bireyler ya da gruplardır. Kan dökmeyi, acı çektirmeyi, zulmetmeyi bir araç olarak gören bu kişiler, toplumların yaralarını daha da derinleştirir. Onlar için vicdan bir lüks, adalet ise bir engeldir.

Savaş Tüccarları: Dünyanın dört bir yanında savaşları kışkırtan, silah ticaretinden zenginleşen ve insan hayatını birer rakam olarak görenler.

Sömürücüler: İşçi emeğini çalan, kaynakları talan eden ve toplumun en kırılgan kesimlerini kendi servetlerine kurban edenler.

Zalim Liderler: Kendi iktidarını korumak uğruna halkını sefalete sürükleyen, baskıyla yönetimi sürdüren otokratlar.

Vicdan Yoksunluğu

Bu kişiler, yalnızca başkalarına zarar vermekle kalmaz; aynı zamanda ahlaki ve insani değerlerden tamamen yoksundur. “Kansızlık” ifadesi burada sadece mecazi bir anlam taşır. Bu kişiler, empati kurma yeteneğinden, adalete olan inançtan ve merhametten yoksun bir yaşam sürerler. Onların kanla beslenmesi, bir tercih değil, çoğu zaman kendi varlıklarını sürdürmek için bir zorunluluk haline gelmiştir.

Toplumlar Üzerindeki Etkisi

Kanla beslenen kansızlar, yalnızca bireyler ya da gruplar değildir; aynı zamanda sistematik yapılar ve ideolojiler olarak da karşımıza çıkar. Sömürgecilik, faşizm, ayrımcılık gibi anlayışlar, kansızların toplumsal düzeyde varlık bulmuş biçimleridir. Bu anlayışlar:

Toplumların refahını engeller.

İnsan haklarını ayaklar altına alır.

Geri dönüşü zor yaralar açar.

Kanla Beslenenlere Karşı Mücadele

Bu tür insanlar ve sistemlerle mücadele etmek, yalnızca bir bireyin ya da grubun değil, tüm insanlığın sorumluluğudur. Adalet arayışı, insan haklarını savunma ve zulme karşı direniş, kansızlara karşı verilecek en etkili cevaplardan biridir.

Bilgilendirme ve Eğitim: İnsanları hakları konusunda bilinçlendirmek, sömürü düzenlerini zayıflatır.

Dayanışma: Mağdurların birbirine destek olması, kansızların etkisini azaltabilir.

Hukuk ve Adalet: Zulme dayalı sistemlerin yıkılması, güçlü bir hukuk düzeniyle mümkündür.

Sonuç

“Kanla beslenen kansızlar” insanlığın karşısındaki en büyük sınavlardan biridir. Ancak tarih bize göstermiştir ki, bu tür zalim anlayışlar uzun vadede yok olmaya mahkûmdur. Onların gücünü azaltacak olan şey, insanlığın vicdanı, adalet anlayışı ve dayanışma ruhudur. İnsanlık, ne kadar derin yaralar alırsa alsın, sonunda kansızlara galip gelmeyi başaracaktır.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

KÜFÜR DEVAM EDER VE ZULÜM DEVAM ETMEZ.

KÜFÜR DEVAM EDER VE ZULÜM DEVAM ETMEZ.


Küfür Devam Eder, Zulüm Devam Etmez

Tarih boyunca insanlık, küfrün (inkâr, hakikate karşı çıkma) ve zulmün (haksızlık, baskı) birbiriyle iç içe geçtiği durumlarla sıkça karşılaşmıştır. Ancak bu iki kavram arasında önemli bir fark vardır: Küfür, yani bireyin hakikati reddetme iradesi, bireysel bir tercihe dayanır ve çoğu zaman süreklilik gösterebilir. Buna karşın zulüm, toplumsal bir sorun olup, er ya da geç son bulmaya mahkûmdur. Bu gerçek, hem ilahi mesajlarda hem de insanlık tarihinin adalet mücadelesinde kendini göstermiştir.

Küfür ve Zulmün Farkı

Küfür, insanın kendisiyle ve inandığı hakikatlerle ilgili bir durumdur. Tarihte birçok toplumda insanlar inançsızlıklarını sürdürmüş, hatta bu durum bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Ancak küfür, bireysel bir seçim olduğu için toplumu doğrudan tahrip etmez. Zulüm ise bir insanın diğerine yaptığı haksızlık ve baskıdır. Zulüm, bireyler arasında adaletsizlik tohumları eker ve bu, toplumun temelini sarsar.

Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın zulme razı olmadığı ve zalimlerin akıbetinin hüsran olduğu birçok ayette belirtilmiştir. Bu, insanlık için önemli bir mesajdır: Zulüm ne kadar güçlü görünürse görünsün, adalet er ya da geç yerini bulur.

Zulmün Son Bulma Sebepleri

Zulmün sürekliliği imkânsızdır çünkü:

1. Adalet Arayışı: İnsan doğası gereği adaletin peşindedir. Zulme uğrayan bireyler ve toplumlar, bir noktada bu duruma isyan eder ve mücadele başlatır.

2. Toplumların Çöküşü: Zulüm üzerine kurulu toplumlar, zamanla kendi iç dinamiklerini kaybeder ve çöker. Adaletsizlik üzerine inşa edilen hiçbir sistem uzun ömürlü olamaz.

3. İlahi Müdahale: İnanç sistemlerinde, zalimlerin son bulacağına dair güçlü bir inanç vardır. Bu da insanların zulümle mücadelede direnç göstermesine katkı sağlar.

Küfür Neden Devam Eder?

Küfür, bir bireyin hakikate karşı kendi içsel mücadelesiyle ilgilidir. İnsanlar farklı inançlara sahip olabilir veya hiçbir inanca sahip olmayabilir. Bu durum bireysel bir tercih olduğundan, toplumsal dinamikleri doğrudan etkilemeyebilir. Küfür, bireysel bazda sonsuz bir imtihan olarak değerlendirilebilir.

Adaletin Zaferi

Tarih, zalimlerin bir bir yok oluşuna ve adaletin galip gelişine sayısız kez tanıklık etmiştir. Nemrutların, Firavunların ve diğer zalim liderlerin sonu hep ibret vericidir. Bugün de aynı döngü devam etmektedir. Zulmün son bulması için mücadele etmek, insanlık için bir görevdir.

Sonuç

“Küfür devam eder, zulüm devam etmez” sözü, adaletin kaçınılmaz zaferine duyulan inancın bir ifadesidir. İnsanlık, tarih boyunca zulme karşı mücadele etmiş ve her seferinde adaleti üstün kılmayı başarmıştır. Bu nedenle, zulüm ne kadar güçlü görünürse görünsün, adaletin bir gün galip geleceğine inanmak ve bu uğurda mücadele etmek en büyük erdemlerden biridir.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

**Mehmet Özçelik YouTube ve www.tesbitler.com Kanalları**

**Mehmet Özçelik YouTube ve www.tesbitler.com Kanalları**

**Mehmet Özçelik YouTube Kanalları**


Dini konulara dair derin bilgi arayışında olanlar için Mehmet Özçelik’in YouTube kanalları, geniş bir içerik yelpazesi sunuyor. İslam, iman, ahlak, ibadetler ve daha fazlası üzerine sohbetler, dersler ve nasihatlerle dolu olan bu kanallar, maneviyatını geliştirmek isteyen herkes için bir rehber niteliğinde.

📌 **Kanal 1:** [Mehmet Özçelik Ana Kanalı](https://www.youtube.com/c/Mehmetözçelik)

📌 **Kanal 2:** [Videolar ve Sohbetler](https://www.youtube.com/channel/UCRO9DPI_B0Xy_ndHw3OsBbA/videos)

📌 **Kanal 3:** [Mehmet Özçelik Dersleri](https://www.youtube.com/channel/UCaUVcgBJw1VGC6v3wpwPjWg)

📌 **Kanal 4:** [Mehmet Özçelik Konferanslar](https://www.youtube.com/c/Mehmet%C3%B6z%C3%A7elik/videos)

📌 **Kanal 5:** [Özçelik Sohbet ve Bilgiler](https://www.youtube.com/channel/UCu7pt7C9KjCP0qu-xMpK3nQ/videos)

Her bir kanalda ilgi çekici videolar ve dini konulara dair derinlemesine sohbetler bulabilirsiniz. Manevi bilginizi genişletmek ve hayatınıza ışık tutacak içeriklere ulaşmak için bu kanallara göz atmayı unutmayın!


@@@@@@@@@

İşte Mehmet Özçelik’in Telegram kanalları için hazırlanmış bir tanıtım metni:

**Mehmet Özçelik Telegram Kanalları**

Manevi bilgi arayışında olanlar için Mehmet Özçelik’in zengin içerikli Telegram kanallarına katılın! Sesli eserler, makaleler, dersler ve çok daha fazlasıyla dolu bu kanallar, imanınızı güçlendirecek, hayatınıza derinlik katacak bilgiler sunuyor. Her kanal, farklı bir konu başlığı altında önemli içeriklere kolayca ulaşmanızı sağlıyor.

📌 **Tesbitler Arşivi (Sesli Eserler, Makaleler):** [Tesbitler](https://t.me/Tesbitler)
📌 **Tesbitler 02 (Makaleler ve Yorumlar):** [Tesbitler 02](https://t.me/tesbitler02)
📌 **Tesbitler PDF Arşivi:** [Tesbitler PDF](https://t.me/tesbitlerpdf)
📌 **Kur’an Tefsiri Dersleri:** [KDD Tefsir](https://t.me/kddtefsir)
📌 **Kur’an’dan Damlalar:** [Kur’an Denizi’nden Damlalar](https://t.me/kurandenizindendamlalar)
📌 **Radyo Sohbetleri MP3:** [Radyo Sohbetleri](https://t.me/radyosohbetlerimp3)
📌 **Tefekkür Dünyası:** [Tefekkür Dünyası](https://t.me/tefekkurdunyasi)
📌 **İmam Hatip Dersleri:** [Din Dersleri ve İmam Hatip](https://t.me/dindersimamhatip)

Bu kanallara katılarak, dini bilgilerden, tefsir derslerinden ve sesli sohbetlerden yararlanabilir, günlük hayatınıza manevi zenginlik katabilirsiniz!


@@@@@@@

**Mehmet Özçelik – İslam Bilgi Arşivi ([http://www.tesbitler.com)**]www.tesbitler.com)**

Manevi gelişim, derin dini bilgi ve İslam’a dair kaynaklar arıyorsanız, Mehmet Özçelik’in **İslam Bilgi Arşivi** tam size göre! **[http://www.tesbitler.com**,]www.tesbitler.com**, yılların birikimiyle oluşturulmuş zengin bir içerik yelpazesi sunuyor. Bu sitede, makalelerden tefsir derslerine, sesli eserlerden farklı konular üzerine yapılan derin analizlere kadar birçok kaynağa ulaşabilirsiniz.

### Neler Bulacaksınız?
– **Makaleler:** İslam ahlakı, iman, ibadet ve toplumsal konular üzerine derinlemesine yazılar.
– **Sesli Eserler:** Mehmet Özçelik’in sesli sohbet ve ders arşivi.
– **Tefsir ve Hadis Dersleri:** Kuran-ı Kerim’in ayetlerine dair detaylı açıklamalar ve hadis ilmi.
– **Güncel Konular:** Modern dünyada İslam’ın yeri, müminlerin karşılaştığı sorunlar ve çözümler.

**[http://www.tesbitler.com**]www.tesbitler.com** üzerinden, İslam’a dair derinlemesine bilgiler edinebilir, manevi yolculuğunuzda önemli bir rehber edinebilirsiniz. Düzenli güncellenen içerikleriyle dini bilgiye dair en güvenilir kaynaklardan biri olan bu site, her yaştan ve her seviyeden insana hitap ediyor.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

Şeairi islamiye önemi ve kazandırdıkları nelerdir

Şeairi islamiye önemi ve kazandırdıkları nelerdir?


Şeair-i İslamiye (İslam’ın sembolleri ve şiarları), İslam dininin toplumsal ve bireysel hayatta görünür olan önemli ibadet, davranış ve değerlerini ifade eder. Bu şiarlar, Müslümanların kimliğini koruma, dini değerlerini yaşatma ve toplumsal bağları güçlendirme gibi birçok işlev taşır. Şeair-i İslamiye’nin önemi ve kazandırdıkları şunlardır:

Şeair-i İslamiye’nin Önemi

1. Dini Bilinci Canlı Tutmak:

Şeair-i İslamiye, birey ve toplumun Allah’a kulluk bilincini sürekli diri tutar. Örneğin, ezan, namaz, oruç gibi ibadetler Müslümanların Allah’a yönelişlerini hatırlatır.

2. Toplumsal Birlik ve Dayanışma:

İslam şiarları, toplumu bir arada tutan ortak değerlerdir. Bayram namazları, cuma namazları, zekât gibi uygulamalar, toplumsal yardımlaşmayı ve dayanışmayı artırır.

3. Müslüman Kimliğinin Korunması:

Şeair-i İslamiye, Müslüman toplumların kimliğini ve kültürünü korumada önemli bir rol oynar. Bu şiarlar, bireylerin manevi değerlerle hayatlarını şekillendirmelerini sağlar.

4. Evrensel Mesajın Taşınması:

Bu semboller, İslam’ın evrensel mesajını hem Müslümanlara hem de diğer insanlara ulaştırır. Örneğin, hac ibadeti, Müslümanların küresel bir ümmet olduğunu simgeler.

Şeair-i İslamiye’nin Kazandırdıkları

1. Manevi Huzur:

İslam şiarlarına uymak, bireyin Allah ile bağını güçlendirir ve manevi bir huzur sağlar.

2. Toplumsal Adalet:

Zekât, fitre gibi ibadetler, toplumsal adaleti tesis eder ve ihtiyaç sahiplerinin haklarının korunmasını sağlar.

3. Ahlaki Olgunluk:

Şeair-i İslamiye, bireyin ahlaki gelişimini destekler. Örneğin, oruç sabır ve irade eğitimi verir, namaz düzenli ve disiplinli bir hayatı teşvik eder.

4. Barış ve Güven Ortamı:

Selamlaşma, komşuluk hakları gibi İslami değerler, toplumda barış ve güven ortamının oluşmasına katkı sağlar.

5. Evrensel Kardeşlik:

İslam’ın sembolleri, Müslümanlar arasında ırk, dil ve coğrafya farkı gözetmeden bir kardeşlik bilinci oluşturur.

Sonuç

Şeair-i İslamiye, bireysel ve toplumsal hayatın ahenkli, düzenli ve huzurlu bir şekilde devam etmesini sağlar. Bu şiarlar, İslam medeniyetinin ayakta kalmasını ve Müslümanların kimliklerini korumasını sağlayan temel unsurlardandır. Bu nedenle, şeair-i İslamiye’ye gereken önem verilmelidir.

@@@@@@@@@

“Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunması, gayet nâfi ve güzel âdettir ve müstahsen bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet lâtîf ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir. Belki, hakaik-i imaniyenin ihtarı için en hoş ve şirin bir derstir. Belki, imanın envârını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyiç ve müessir bir vasıtadır. Cenâb-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin. Ve Süleyman Efendi gibi Mevlid yazanlara Cenâb-ı Hak rahmet etsin, yerlerini Cennetü’l-Firdevs yapsın. Âmin.”
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-dorduncu-mektub/296
https://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/mektubat/yirmi-dorduncu-mektub/293

İslâm toplumlarında Mevlid ve benzeri etkinlikler, sadece bir ibadet veya ritüel olmaktan öte, imanî ve toplumsal faydalar da sağlayan derin bir anlam taşır. Metinde yer alan değerlendirmeleri özetleyerek açıklayalım:

1. Güzel Bir İslâmî Gelenek

Mevlid-i Nebevî ve Miraçiye okumaları, İslâm toplumunda köklü bir gelenek olarak yer etmiş ve toplumda sevilerek uygulanmıştır. Bu tür uygulamalar, Müslümanların Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) olan sevgi ve bağlılıklarını ifade etmenin zarif bir yoludur.

2. Sosyal Hayatta Sohbet ve Birlik Vesilesi

Mevlid ve Miraçiye okumaları, İslâm toplumunun sosyal hayatında önemli bir rol oynar. Müslümanlar bu etkinlikler vesilesiyle bir araya gelerek kardeşlik bağlarını güçlendirir ve toplumsal birlikteliği pekiştirir.

3. İman Hakikatlerinin Öğrenilmesi

Bu tür metinler, iman hakikatlerini hatırlatmanın hoş ve etkili bir yoludur. İnsanların kalplerine dokunan şiirsel ifadeler, dini bilgilerin daha kolay öğrenilmesini ve kalıcı hale gelmesini sağlar.

4. Muhabbetullah ve Aşk-ı Nebevîyi Tahrik

Mevlid ve Miraçiye gibi eserler, Allah sevgisi (muhabbetullah) ve Peygamber Efendimiz’e duyulan aşkı (aşk-ı Nebevî) artırmada çok etkili araçlardır. Bu metinler, insanların kalplerinde manevi bir coşku ve bağlılık hissi uyandırır.

5. Süleyman Çelebi ve Benzerlerine Dualar

Süleyman Çelebi gibi Mevlid-i Şerif yazan alim ve şairlere rahmet dilemek, bu güzel geleneği başlatanların hatırlanması ve dua ile anılması açısından çok anlamlıdır. Bu dualar, aynı zamanda bu geleneklerin kıymetini vurgular.

Sonuç

Mevlid-i Nebevî ve Miraçiye gibi geleneklerin İslâm dünyasında devam etmesi, hem bireysel hem toplumsal anlamda pek çok fayda sağlar. Bu metinde de ifade edildiği gibi, bu uygulamalar İslâmî değerlerin yaşatılması, sevgi ve birlik duygularının artırılması açısından önemli ve müstahsen (güzel) bir âdettir. Allah, bu güzel gelenekleri devam ettirenlere ve bu eserleri yazanlara rahmet eylesin. Âmin.

 

 

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

Suçlu olan terör ve terörist kadar, onu doğuran ve besleyen kaynak ve sebepleri de sorumludur.

Suçlu olan terör ve terörist kadar, onu doğuran ve besleyen kaynak ve sebepleri de sorumludur.


Bu ifade, terörizmin sadece bir sonuç olduğunu ve onu ortaya çıkaran nedenlerin de dikkatle incelenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Terör ve teröristlerin sorumluluğu kadar, onları besleyen ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel kaynakların da sorumluluğu olduğu belirtilmektedir. Bu yaklaşım, sorunun kök nedenlerini çözmeyi hedefleyen bir anlayışı temsil eder.

Terörizmin Sebep ve Kaynakları

1. Siyasi Faktörler:

Baskıcı rejimler, adaletsizlik, insan hakları ihlalleri ve siyasi istikrarsızlık terörizmin doğmasına zemin hazırlayabilir.

Çözülmemiş etnik ve dini çatışmalar da terör örgütlerinin güç kazanmasına yol açabilir.

2. Ekonomik Faktörler:

Yoksulluk, gelir adaletsizliği ve işsizlik gibi ekonomik sorunlar, bireylerin radikal gruplara katılmasına neden olabilir.

Kaynakların adil dağıtılmaması, toplum içinde öfke ve memnuniyetsizlik yaratabilir.

3. Eğitim ve Kültürel Faktörler:

Eğitimsizlik ve yanlış bilgilendirme, bireylerin kolayca manipüle edilmesine neden olabilir.

Hoşgörüsüzlük ve radikal ideolojilerin yayılması, terörizmi besleyen önemli faktörlerdir.

4. Uluslararası Müdahaleler:

Yabancı ülkelerin bölgesel çatışmalara müdahalesi, yeni terör örgütlerinin oluşumuna veya mevcut olanların güçlenmesine katkıda bulunabilir.

Güç dengelerinin bozulması, terörizmin yayılmasına sebep olabilir.

5. Toplumsal Ayrışma:

Toplumdaki kutuplaşma, dışlanmışlık hissi ve ayrımcılık, bireyleri şiddet ve terör eylemlerine itebilir.

Sonuç ve Çözüm Yolları

Terörizmin kök nedenlerini anlamak ve bu nedenleri ortadan kaldırmak, sadece teröristleri cezalandırmaktan daha etkili bir çözüm olacaktır. Adalet, eğitim, ekonomik kalkınma ve sosyal bütünleşme gibi yaklaşımlar, terörizmin doğmasına zemin hazırlayan kaynakları yok edebilir. Bu şekilde, terörle mücadelenin yalnızca sonuçlara değil, aynı zamanda nedenlere de odaklanması gerektiği anlaşılabilir.

 

 

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

Her bir mümin i’la-yı Kelimetûllahla mükelleftir.

“Her bir mümin i’la-yı Kelimetûllahla mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler, fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevileri altında eziyorlar. Biz de fen ve san’at silâhıyla İ’la-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ı efkâra cihad edeceğiz.”


Bu ifade, Müslümanların ilim, sanat ve birliktelik ile mücadele ederek İslam’ın hakikatini yüceltmeleri gerektiğini vurgulayan önemli bir prensibi dile getirir. Burada, İslâm toplumlarının karşı karşıya olduğu temel sorunlar ve bunlara karşı alınması gereken tedbirler üzerinde durulmaktadır. Metni anlamak için temel kavramlar ve mesajlar şu şekilde özetlenebilir:

1. İ’la-yı Kelimetullah (Allah’ın Kelamını Yüceltme)

İslam’ın ve Allah’ın mesajının yüceltilmesi, Müslümanların temel görevidir.

Bu görev sadece manevi bir çaba ile değil, maddi ve dünyevi ilerleme ile de desteklenmelidir.

2. Maddi Terakki (Gelişme ve İlerleme)

Zamanın şartlarına uygun olarak, İslam toplumlarının maddi anlamda gelişmesi bir zorunluluktur.

Bilim, teknoloji, sanayi ve sanat gibi alanlarda ilerleme kaydedilmeden, İslam dünyası çağın gerekliliklerine ayak uyduramaz.

Müslümanların geride kalmasının nedenlerinden biri, bu alanlarda eksik kalmalarıdır.

3. Mücadele Edilmesi Gereken Üç Düşman

Bu ifade, İslam toplumunun en büyük düşmanlarını şu şekilde sıralar ve onlarla mücadele yollarını açıklar:

a. Cehalet (Bilgisizlik):

Cehalet, toplumların doğruyu görememesine ve doğru kararlar alamamasına neden olur.

Mücadele yöntemi: Eğitim ve bilimle donanmak, çağdaş ilimlere hâkim olmak.

b. Fakr (Fakirlik ve Yoksulluk):

Fakirlik, bireylerin ve toplumların zayıf düşmesine neden olan en büyük sorunlardan biridir.

Mücadele yöntemi: Ekonomik kalkınma, üretim ve ticarette ilerleme, sanayi ve teknolojide etkinlik.

c. İhtilaf-ı Efkar (Fikir Ayrılıkları ve Bölünmeler):

Fikir ayrılıkları ve iç çekişmeler, Müslümanların gücünü zayıflatır ve birliklerini bozar.

Mücadele yöntemi: İttifak (birlik ve dayanışma), hoşgörü ve ortak değerlere bağlılık.

4. Fen ve Sanayi Silahı

Müslümanların geri kalmışlıklarını gidermesi için ilim ve sanatla donanması şarttır.

Bu, hem dünya sahnesinde İslam’ın hak ettiği konuma yükselmesini sağlayacak hem de zulme ve baskıya karşı direnç oluşturacaktır.

Sonuç

Bu metin, İslam toplumunun ilerlemesi ve yeniden güçlü bir konuma gelmesi için maddi ve manevi mücadelenin bir arada yürütülmesi gerektiğini ifade eder. İlim, sanat ve teknoloji alanında gelişmek, hem cehaleti, fakirliği hem de iç çekişmeleri ortadan kaldırmanın en etkili yolu olarak sunulmuştur. Bu anlayış, İslam toplumlarını kalkındırmayı hedefleyen kapsamlı bir strateji sunmaktadır.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

“Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.”

“Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.”


Bu söz, Müslümanların içinde bulunduğu çağın en önemli ve zorunlu görevinin “İttihad-ı İslam” (İslam Birliği) olduğunu vurgulamaktadır. İslam dünyasının karşı karşıya olduğu sorunların çözümünde, Müslümanların birliği ve dayanışmasının kritik bir rol oynayacağına işaret eder. Bu ifadeyi anlamak için anahtar noktalar şunlardır:

1. İttihad-ı İslam Nedir?

İttihad-ı İslam, tüm Müslümanların manevi, kültürel, sosyal ve ekonomik birlik içinde olması, ortak hedefler doğrultusunda iş birliği yapması anlamına gelir.

Bu birlik, mezhep, ırk veya coğrafi farklılıkları aşarak İslam’ın evrensel değerleri etrafında toplanmayı ifade eder.

Amaç, İslam dünyasında adalet, huzur ve kalkınmayı sağlamak ve ümmetin gücünü artırmaktır.

2. Bu Zamanın Önemi

Günümüzde Müslümanların karşı karşıya olduğu temel sorunlar arasında siyasi parçalanma, ekonomik bağımlılık, kültürel yozlaşma ve dış güçlerin müdahaleleri bulunmaktadır.

İslam dünyasındaki bu dağınıklık, Müslümanların zayıflamasına ve haklarını savunamamasına yol açmaktadır.

İttihad-ı İslam, bu sorunların çözümü için temel bir gereklilik olarak görülmektedir.

3. İttihad-ı İslam’ın Önemi

Siyasi Güç: Müslümanlar bir araya gelerek daha güçlü bir siyasi duruş sergileyebilir ve haklarını daha etkili bir şekilde savunabilir.

Ekonomik Kalkınma: Ortak kaynakların etkin kullanımı, ticaretin ve ekonomik iş birliğinin artırılmasıyla yoksulluk ve bağımlılık azaltılabilir.

Kültürel ve Manevi Diriliş: İslam dünyasının ortak değerleri etrafında birleşmesi, ahlaki yozlaşmanın önüne geçebilir ve manevi uyanışı sağlayabilir.

4. İttihad-ı İslam’a Giden Yol

Hoşgörü ve Diyalog: Mezhep farklılıkları ve ayrışmalar, hoşgörü ve diyalog yoluyla aşılmalıdır.

Eğitim ve Bilinçlenme: Müslümanların birlik bilincini geliştirmek için eğitim ve farkındalık artırılmalıdır.

Adalet ve Hakkaniyet: İslam’ın evrensel adalet anlayışı, tüm Müslümanlar için ortak bir değer olmalıdır.

İş Birliği: Siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda somut iş birliği mekanizmaları oluşturulmalıdır.

5. Sonuç

Bu ifade, İslam dünyasının güçlenmesi ve sorunlarını aşması için birlik ve beraberliğin zorunlu olduğunu hatırlatır. İttihad-ı İslam, sadece bir ideal değil, aynı zamanda Müslümanların dünya sahnesinde yeniden etkili ve saygın bir konuma ulaşması için bir gerekliliktir. Bu birlik, ümmetin geleceği için bir umut ve yol haritası sunmaktadır.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır.

Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.


Bu ifade, toplumların ilerlemesinin önündeki üç temel engeli ve bu engellerle mücadele yollarını özetleyen önemli bir ilkedir. Sözü Said Nursî’ye ait olan bu cümle, toplumsal dönüşüm ve kalkınma için bir rehber niteliğindedir. Bu çerçevede, cehalet, zaruret ve ihtilaf gibi sorunlarla nasıl mücadele edilebileceği üzerinde durulmaktadır:

1. Cehalet (Bilgisizlik)

Problem: Cehalet, bireylerin ve toplumların doğru bilgiye ulaşmasını engelleyerek, yanlış kararlar almalarına ve geri kalmalarına neden olur. Cehalet, bireysel ve toplumsal ilerlemenin önündeki en büyük engellerden biridir.

Çözüm: Cehaletle mücadele için marifet (bilgi ve eğitim) silahını kullanmak gereklidir. Eğitimin yaygınlaştırılması, insanların bilgiyle donatılması ve bilinçlendirilmesi bu sorunu çözmek için atılacak en önemli adımlardır.

2. Zaruret (Fakirlik ve İhtiyaç)

Problem: Zaruret, insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamaması, ekonomik sıkıntılar ve yoksulluk anlamına gelir. Fakirlik, bireyleri ve toplumları zayıflatır, maddi ve manevi sorunlara yol açar.

Çözüm: Zaruretle mücadelede sanat (üretim ve çalışma) silahı kullanılmalıdır. Sanat burada geniş anlamda alınarak, üretkenlik, meslek edinme, ekonomik kalkınma ve iş birliğiyle fakirliğin önüne geçmeyi ifade eder.

3. İhtilaf (Anlaşmazlık ve Bölünme)

Problem: İhtilaf, toplum içindeki bölünmeler, anlaşmazlıklar ve çatışmaları ifade eder. Toplumun birliğini ve beraberliğini zedeleyerek gücünü zayıflatır.

Çözüm: İhtilafı ortadan kaldırmak için ittifak (birlik ve dayanışma) silahı gereklidir. İnsanların ortak değerlerde buluşması, birbirine hoşgörüyle yaklaşması ve iş birliği yapması ihtilafların çözümüne katkı sağlar.

Sonuç

Bu ilke, toplumsal kalkınmanın ve huzurun yol haritasını çizer. Cehalet, zaruret ve ihtilaf gibi sorunlar karşısında eğitim, üretim ve birliktelik silahlarıyla mücadele etmek, bireysel ve toplumsal dönüşüm için hayati öneme sahiptir. Bu mücadele, toplumun her kesiminde benimsenerek, daha adil, huzurlu ve gelişmiş bir gelecek inşa etmeye yardımcı olur.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

Hayat ittihattadır.

Hayat ittihattadır.


“Hayat ittihattadır” ifadesi, hayatın özünün birlik, dayanışma ve iş birliğinde yattığını vurgulayan derin bir hakikati dile getirir. Bu söz, bireylerden topluma, doğadan evrene kadar her seviyede geçerli olan bir gerçeği işaret eder: Birlik ve dayanışma olmadan hayatın sürekliliği ve gelişimi mümkün değildir. Bu ifade, sosyal, manevi ve doğal alanlarda anlam kazanır.

1. Bireysel ve Toplumsal Hayatta İttihat

İnsan, toplumsal bir varlıktır ve hayatta kalabilmek, gelişebilmek ve mutluluğa ulaşabilmek için diğer insanlarla bir arada yaşamak zorundadır.

Birlik (ittihat): Toplum bireylerinin iş birliği içinde olması, sosyal düzenin temel taşıdır.

Dayanışma: İnsanlar birbirlerine yardım ederek ve ortak hedefler doğrultusunda çalışarak hayatlarını daha anlamlı ve kolay hale getirebilirler.

Bölünme ve çatışma: Toplum içinde birlik yoksa, kaos, çatışma ve zayıflık ortaya çıkar.

2. Doğada İttihat

Doğada da hayatın sürekliliği, farklı unsurların bir arada çalışmasına bağlıdır. Örneğin:

Ekosistem: Bitkiler, hayvanlar ve diğer canlılar, bir denge ve iş birliği içinde varlıklarını sürdürürler.

Organizmalar: İnsan bedeni gibi canlı organizmalarda, organların uyumlu çalışması hayatı mümkün kılar.

Doğadaki bu birlik bozulduğunda, yaşam dengesi tehlikeye girer.

3. Manevi ve İslamî Hayatta İttihat

İslam’da da birlik ve beraberlik önemli bir esas olarak kabul edilir. Müslümanların kardeşliği ve dayanışması, ümmetin güçlenmesi ve huzuru için gereklidir.

Birlikte kuvvet vardır: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılığa düşmeyin” (Al-i İmran, 103) ayeti, birlik ve beraberliğin önemine işaret eder.

Müslümanların, kardeşlik hukuku içinde, ortak hedefler doğrultusunda hareket etmeleri, İslam toplumlarının başarısı için hayatîdir.

4. İttihat ve Hayatın Sürekliliği

Birlikte güç vardır: Birlik ve dayanışma, bireylerin ve toplumların zorluklara karşı direnç göstermesini sağlar.

Dağınıklık zayıflıktır: Ayrılık ve bölünme, bireyleri ve toplumları zayıflatır, gücü boşa harcar.

Ortak hedefler: Ortak bir amaç doğrultusunda hareket eden bireyler veya toplumlar, daha güçlü ve etkili olabilir.

Sonuç

“Hayat ittihattadır” sözü, her seviyede iş birliğinin ve dayanışmanın önemini vurgulayan evrensel bir prensiptir. Birlik içinde hareket etmek, sadece insan toplumu için değil, tüm canlılar için hayatın kaynağıdır. İnsanlar ve toplumlar bu gerçeği anladıklarında, barış, huzur ve gelişim mümkün olacaktır.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

Dünya için din feda olunmaz, milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir.

Bediüzzaman: Dünya için din feda olunmaz, milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir.


Bediüzzaman Said Nursî’nin bu sözleri, toplumların manevi ve ahlaki değerlerinin korunmasının ve dinin hayattaki yerinin önemini vurgulamaktadır. Bu ifadeleri şu şekilde açıklayabiliriz:

1. “Dünya için din feda olunmaz”

Anlamı: Dünya nimetleri, makam, mevki veya maddi çıkarlar için dinin değerlerini, prensiplerini ve hükümlerini terk etmek doğru değildir.

Din, insanın sadece bireysel hayatını değil, toplumsal yapısını da şekillendiren temel bir rehberdir. Bu rehberi dünya menfaatlerine kurban etmek, manevi çöküşe ve ahlaki yozlaşmaya yol açar.

Mesaj: Maddi kazançlar geçicidir; din ve ahlak gibi manevi değerler ise insanın hayatına anlam katar ve ebedi saadeti sağlar.

2. “Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir”

Anlamı: Bir milletin manevi ve ahlaki zayıflığı, dinî bağlılığının ve iman gücünün zayıflamasından kaynaklanır.

Dini değerlerin zayıflaması, bireylerin vicdan, ahlak ve sorumluluk duygularını kaybetmesine; toplumun da çözülmesine neden olur.

Zaaf-ı Diyanet: İnanç ve ibadetlerin terk edilmesi, dini emirlerin yerine getirilmemesi, ahlaki erozyon ve bireysel bencilliğin artmasıdır.

3. Toplum İçin Dinin Önemi

Din, bireylerin vicdanını ve toplumun adalet duygusunu güçlendirir. Dini inançlar, toplumu bir arada tutan bağlardır.

Ahlaki ve manevi değerler, bireylerin daha erdemli ve sorumlu olmasını sağlar. Dini bağlılık zayıfladığında, toplumda huzursuzluk, ayrışma ve kaos ortaya çıkar.

Bediüzzaman’ın bu vurgusu, İslam toplumlarının karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden birine dikkat çeker: Manevi zayıflık ve ahlaki çözülme.

4. Dünya-Din Dengesi

Dünya hayatı, dinin rehberliğinde anlam kazanır. İnsan hem maddi hem de manevi hayatını dengede tutmalıdır.

Dinin esaslarını koruyarak dünya işlerinde çalışmak, insanı hem bu dünyada hem de ahirette mutlu eder. Ancak maddi çıkarlar uğruna dini değerlerden ödün vermek, insanı yalnızca dünya için çalışmaya iter ve manevi tatmini yok eder.

Sonuç

Bediüzzaman Said Nursî’nin bu ifadeleri, dünya ve ahiret dengesini korumanın, dini değerlere bağlı kalmanın ve toplumsal ahlakın güçlendirilmesinin önemine işaret etmektedir. Din, bireysel hayatın yanı sıra toplumsal düzenin de temel taşıdır. Bu nedenle, dünya hayatı için dinin feda edilmemesi gerektiği ve milletlerin manevi gücünü koruyarak kalkınabileceği mesajı verilmiştir.

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025

RUBÛBİYETİN İNSAN TERBİYESİNDEKİ TEZAHÜRÜ-3-

RUBÛBİYETİN İNSAN TERBİYESİNDEKİ TEZAHÜRÜ-3-[1]

 

İbadet ve Şükür Bilinci


4.2.2. Dua ve Teslimiyet
4.3. Rubûbiyyetin Ahlâkî ve Sosyal Boyutları

4.3.1. Sorumluluk ve İhsan Bilinci

4.3.2. Toplum Hayatında Adalet ve Merhamet.

İbadet ve Şükür Bilinci

4.2.2. Dua ve Teslimiyet

Dua:
Dua, insanın Allah’a yönelerek O’ndan yardım dilemesi ve Rubûbiyyetine teslimiyetin bir göstergesidir. Dua, insanın acziyetini kabul edip, Allah’ın kudretine sığınmasıdır. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mümin, 40:60).
Dua, insan ile Rabbi arasındaki bir bağdır ve insanın Rubûbiyyeti idrak etmesini sağlar.

Teslimiyet:
Allah’ın Rubûbiyyetini tanıyan insan, O’na teslimiyetle yönelir ve hayatını O’nun emirlerine göre şekillendirir. Teslimiyet, insanın Allah’a olan güveninin bir yansımasıdır. Rubûbiyyeti idrak eden bir kul, zorluklar karşısında sabırlı, nimetler karşısında ise şükredici olur.
“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak, 65:3).

4.3. Rubûbiyyetin Ahlâkî ve Sosyal Boyutları

4.3.1. Sorumluluk ve İhsan Bilinci

Sorumluluk Bilinci:
Allah’ın Rubûbiyyetini tanıyan bir insan, yeryüzünde bir emanetçi olduğunun farkındadır. Bu sorumluluk bilinciyle, Allah’ın verdiği nimetleri korur, çevresine zarar vermekten kaçınır ve adaletli bir yaşam sürer.
“İnsan, yarın için ne hazırladığına baksın.” (Haşr, 59:18).
Bu ayet, insanın hem bu dünyadaki hem de ahiretteki sorumluluklarını hatırlatır.

İhsan Bilinci:
İhsan, “Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmek” anlamına gelir. İnsan, Allah’ın her şeyi görüp bilmesi gerçeğiyle hareket ederek işlerini en güzel şekilde yapar ve hem bireysel hem de toplumsal hayatta ahlaki bir duruş sergiler.

4.3.2. Toplum Hayatında Adalet ve Merhamet

Adalet:
Allah’ın Rubûbiyyetinin bir tecellisi olarak, adalet toplumsal düzenin temel taşıdır. Adalet, her hak sahibine hakkını vermek ve zulümden uzak durmaktır. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder.” (Nahl, 16:90).
Bu emir, bireyler ve toplumlar için adaletin önemini vurgular.

Merhamet:
Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarının yansıması olan merhamet, toplum hayatında insanlar arası ilişkilerin temelinde yer alır. Rubûbiyyeti idrak eden bir insan, Allah’ın mahlukatına merhametle yaklaşır, yardıma muhtaçlara destek olur ve toplumsal dayanışmayı güçlendirir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhari, Edeb 27).

Sonuç

Allah’ın Rubûbiyyetini tanıyan bir insan hem bireysel hem de toplumsal hayatında ahlâkî bir duruş sergiler.

Dua ve teslimiyet ile Allah’a yönelir, O’na güvenip dayanır.

Sorumluluk ve ihsan bilinci ile işlerini en güzel şekilde yapar.

Adalet ve merhamet ile toplumsal barışa katkıda bulunur.
Rubûbiyyet bilinci, insanı hem Allah’a yakınlaştırır hem de yeryüzünde O’nun rızasına uygun bir hayat sürmeye teşvik eder.

                                                                                       **************  

Melekler ve İlâhî Yönetim

3.3.2. Ruhlar ve Gayb Âlemi

4. Allah’ın Rubûbiyyetinin İnsana Bakan Yönleri

4.1. İnsan ve Rubûbiyyet Bağı

4.1.1. İnsan Fıtratında Rubûbiyyet Bilinci

4.1.2. İnsan Aklı ve Rubûbiyyeti Kavrama
4.2. Rubûbiyyetin İnsan Üzerindeki Tesirleri.

Melekler ve İlâhî Yönetim (3.3.2. Ruhlar ve Gayb Âlemi)

Ruhlar ve Gayb Âlemi

Allah’ın Rubûbiyyeti, yalnızca görünen fiziksel âlemde değil, gayb âleminde (görünmeyen âlemde) de tecelli eder. Bu boyut, melekler, ruhlar ve insan idrakinin ötesindeki varlıklarla ilgilidir.

Ruhların Yaratılışı:
Allah, her insana özel bir ruh bahşetmiştir. Ruh, insanın varlığının özüdür ve Allah’ın yaratıcı kudretinin bir tecellisidir. Kur’an’da ruhun Allah tarafından üflenerek insana verildiği şöyle ifade edilir:
“Ona kendi ruhumdan üfledim…” (Hicr, 15:29).
Ruh, insanın bedeni aşan bir yönüdür ve Allah’ın Rubûbiyyeti ile sürekli bağlantı hâlindedir.

Gayb Âlemi:
Gayb, insanın bilgisi ve kavrayışının ötesinde olan âlemleri ifade eder. Allah’ın Rubûbiyyeti bu âlemleri de kuşatmıştır. Meleklerin, cinlerin ve diğer metafizik varlıkların yaratılışı ve görevleri gayb âlemine dâhildir.
“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez.” (En’am, 6:59).

Melekler ve Ruhlar Arasındaki İlişki:
Melekler, Allah’ın emirlerini yerine getiren nurani varlıklardır. Ruhlar ise insanların İlâhî kaderle bağlantısını sağlar. Melekler, insan ruhunu korumak, kayıt altına almak ve İlâhî emirleri ruhlara ulaştırmak gibi görevlerle Rubûbiyyetin bir parçasıdır.

4. Allah’ın Rubûbiyyetinin İnsana Bakan Yönleri

4.1. İnsan ve Rubûbiyyet Bağı

4.1.1. İnsan Fıtratında Rubûbiyyet Bilinci

Fıtrî İnanç:
İnsan, yaratılışında Allah’ı tanıma ve O’na yönelme yeteneğiyle donatılmıştır. Bu, insanın fıtratında (yaratılışında) bulunan Rubûbiyyet bilincidir. Kur’an’da bu durum şu şekilde ifade edilmiştir:
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dediklerinde onlar, ‘Evet, (buna) şahidiz.’ dediler.” (Araf, 7:172).
Bu ayet, insanın yaratılıştan gelen bir Allah bilinciyle doğduğunu ifade eder.

Allah’a Yönelme:
İnsan, ihtiyaç duyduğunda, çaresiz kaldığında ya da büyük bir nimetle karşılaştığında, içgüdüsel olarak Allah’a yönelir. Bu, insanın Rubûbiyyet bilinciyle doğrudan bağlantılıdır.

4.1.2. İnsan Aklı ve Rubûbiyyeti Kavrama

Akıl ve Tefekkür:
İnsan aklı, Allah’ın Rubûbiyyetini kavramak ve bu düzeni anlamak için en önemli araçtır. Kur’an, insanları kainatı ve yaratılışı tefekkür etmeye davet eder:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için deliller vardır.” (Al-i İmran, 3:190).

İrade ve Sorumluluk:
İnsan, aklı ve iradesiyle Allah’ın Rubûbiyyetine teslimiyet göstermek ve O’nun rızasına uygun yaşamakla sorumludur. Bu, insanın yeryüzünde bir halife olarak yaratılmasının bir gereğidir.
4.2. Rubûbiyyetin İnsan Üzerindeki Tesirleri

Tevekkül ve Teslimiyet:
İnsan, Allah’ın Rubûbiyyetini idrak ettikçe, hayatındaki olayların İlâhî hikmete uygun olarak gerçekleştiğini anlar ve tevekkül eder. Bu, insana huzur ve güven verir.
“Allah, kuluna yeter.” (Zümer, 39:36).

Şükür ve İbadet:
Allah’ın Rubûbiyyetini fark eden insan, nimetlerin Allah’tan geldiğini idrak eder ve O’na şükreder. Bu bilinç, ibadet ve kulluk şuurunu artırır.

Sorumluluk Bilinci:
Rubûbiyyet bilinci, insana yeryüzündeki nimetleri koruma, adaletle hükmetme ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşama sorumluluğu yükler. İnsan, Allah’ın verdiği emaneti korumakla yükümlüdür.

Sonuç

Allah’ın Rubûbiyyeti, hem gayb âlemindeki ruhlar ve melekler üzerinde, hem de insanın fıtratında, aklında ve hayatında derin bir şekilde tecelli eder. İnsan, Rubûbiyyeti kavradıkça hem dünya hem de ahiret saadetine ulaşır. Bu bilinç, insanı Allah’a yakınlaştırır ve O’nun huzurunda tevazu sahibi yapar.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=VXleo53mCAo

Loading

No Responsesيناير 4th, 2025