En Büyük Mesele: İman

En Büyük Mesele: İman

“Hem üç mesele var: Biri hayat, biri şeriat, biri iman. Hakikat noktasında ve en mühimmi ve en a’zamı, iman meselesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mesele, hayat ve şeriat göründüğünden o zat şimdi olsa da üç meselenin birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev-i beşerdeki cari olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en a’zam meseleyi esas yapıp öteki meseleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.”
Tarihçe-i Hayat.279

Zamanın İmtihanı: Önceliği Belirlemek

Asırların değişimiyle birlikte, insanlığın gündemi ve meşguliyetleri değişse de, insanın asli ihtiyacı asla değişmez: İman. Çünkü hayat geçicidir, şeriat uygulanabilirliğe bağlıdır, ancak iman; her zaman, her mekânda, her hâlde insanın ebedî varlığını belirleyen en büyük meseledir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin bu tesbiti, sadece teorik bir tespit değil, aynı zamanda bir strateji, bir hikmet, bir tebliğ adabıdır. O, zamanın şartlarını çok iyi analiz etmiş ve iman meselesini, şeriat veya hayat meselesine alet etmeden, doğrudan, sade ve ihlaslı bir biçimde insanlara sunmuştur.

Neden Önce İman?

Çünkü iman, niyettir; niyet ise amelin ruhudur. Şeriat da, hayat da, iman üzerine bina edilmezse şekilcilikten öteye geçemez.

Çünkü iman, ebedî hayatın temelidir. Hayat fanidir, şeriat da toplumsal yapı ve zamanın şartları içinde ancak yaşanabilir. Ama iman, zaman ve mekânla sınırlı değildir.

Çünkü iman, kalbin ve aklın meselesidir. Ve bu çağ, akılların şüpheyle, kalplerin gafletle sarsıldığı bir çağdır.

İman olmazsa, şeriat eksik kalır, hayat ise amaçsız olur. Şeriat, imanla ruh bulur; hayat, imanla anlam kazanır. İşte bu yüzden, en önce iman!

Şeriatı ve Hayatı İmana Alet Etmemek

Bazı dönemlerde, halkın nazarında hayat meselesi (ekonomi, güvenlik, geçim) veya şeriat (hukukî ya da siyasî düzen) ön planda olabilir. Lakin bu hakikatlerin öncelenmesi, tebliğde bir şaşkınlığa yol açmamalıdır. İman hizmeti, başka hiçbir maksada alet edilmemelidir.

İman hizmeti:

Siyasi ideolojilerin aracı olamaz.

Sosyal projelerin zeminine indirilemez.

Şöhret, makam, vs. için kullanılmamalıdır.

Çünkü bu, hem hizmetin safvetini bozar, hem de halkın zihinlerinde şüphe doğurur. Oysa tebliğin en etkili hali, ihlasla yapılan iman hizmetidir.

İman Hizmetinde Safvetin Gücü

Bediüzzaman’ın yol gösterdiği gibi:

İman meselesi şahsîdir ama umumî neticelidir.

Siyasi değil ama en büyük toplumsal inkılaptır.

Gizli değil ama gösterişsizdir.

Bu sebeple iman hizmetinde müstakim olmak, her türlü dünyevî hesaplardan arınmak ve “sadece Allah için” çalışmak esastır. Çünkü “bir sineğin kanadı kadar” dünyevî bir maksat, bu yüce hizmetin kudsiyetini zedeler.

Avamın Aklı: Saf Bir İman Arar

Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan avam, hakikati olduğu gibi görmek ister. Onlar, imanı siyasetten, ibadeti menfaatten ayıran bir anlatım bekler. Bediüzzaman, bu noktada büyük bir edep ve basiretle şunu göstermiştir:
İman, dünyevî hiçbir maksada alet edilemeyecek kadar yüce bir hakikattir.

Makale Özeti:

Hayat, şeriat ve iman üç büyük mesele olsa da, hakikat noktasında en büyüğü imandır.

Zamanın ihtiyaçlarına göre görünüşte başka meseleler öne çıksa da, iman hizmeti asli ve değişmeyen önceliktir.

İman hizmeti hiçbir siyasi veya dünyevî maksada alet edilmemeli; sadece Allah rızası için, saf bir şekilde yapılmalıdır.

Toplumun nazarında bu safiyet korunmazsa, tebliğ etkisini kaybeder; şüpheler hâsıl olur.

Gerçek kurtuluş, önce imanı tahkim etmekle, sonra diğer meseleleri onun nuruyla inşa etmekle mümkündür.

 

 




İmanın Anahtarı: Ebedî Hayatın Kapısı

İmanın Anahtarı: Ebedî Hayatın Kapısı

> “Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı imandır, ona çalışmak lâzım geliyor.”
(Tarihçe-i Hayat, s. 254)

Ebedî Hayat: Gerçek Gayemiz

İnsan bu dünyaya gelişini sadece geçici işlerle sınırlı zannettiğinde, ebedî bir hayatı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Oysa Kur’an’ın en temel daveti, insanı fani dünyadan bâki âleme hazırlamaktır. Ve bu hazırlığın ilk ve en temel şartı imandır.

İman olmadan ibadet eksiktir. İman olmadan ahlak temelsizdir. İman olmadan sevap meyvesizdir. Çünkü iman, saadet-i ebediyenin anahtarıdır.

Neden İman En Öncelikli Vasıtadır?

Çünkü:

İman, hayatı anlamlandırır.

Ölümü hiçlikten kurtarıp vuslata çevirir.

Musibetleri kader penceresinden baktırır.

Ahireti sadece bir umma hali değil, bir kesin gerçek haline getirir.

İman, sadece bir inanç değildir; hakikatin ta kendisidir. Kişinin kim olduğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini anlaması ancak imanla mümkündür. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “iman hem nurdur hem kuvvettir.” Nurla hakikatleri gösterir, kuvvetle felaketlere karşı dayanma gücü verir.

Dünya İçin De Gereken En Büyük Servet: İman

Bugün milyonlar harcanarak kazanılan mal, mülk, şöhret; hiçbirinin ölüm karşısında hükmü yoktur. Oysa bir gramlık hakiki iman, bir dağ kadar servetten daha kıymetlidir. Çünkü iman,

Ölümden sonra dirilişe delildir.

Mahşerde yüz akı olmaktır.

Kabirde yalnız kalmamaktır.

Sonsuzlukta saadete ermektir.

Ve ne hazindir ki bazen bu ebedî anahtar, günlük meşguliyetlerin tozu toprağı arasında kaybolur. İnsan, bir ömür boyu geçici bir memuriyetin peşinde koşar; fakat sonsuz bir saltanatın biletini unutabilir.

İmana Çalışmak: En Büyük Yatırım

“İmana çalışmak” sadece kitap okumak veya sohbet dinlemek değildir. Aynı zamanda:

Kalbi saflaştırmak,

Şüpheleri gidermek,

Başkalarının imanını da önemsemektir.

Her müminin görevi, önce kendi imanını taklitten tahkike çıkarmak, sonra da etrafındaki insanlara hakikatleri ulaştırmaktır. Çünkü bir insanın imanı kurtulursa, bir âlem kurtulur.

Makale Özeti:

Hayat-ı ebediyenin kazanılması, her şeyden önce imanla mümkündür.

İman, saadet-i ebediyenin anahtarıdır; hem dünya hem ahiret saadetinin temelidir.

Mal, makam, başarı gelip geçicidir; ama imanla kazanılan ebediyet kalıcıdır.

Her Müslüman, önce kendi imanını tahkim etmeli, sonra başkalarının imanına da vesile olmaya çalışmalıdır.

 

 




Bir İmanın Kurtuluşu: Ebedi Bir Saltanata Açılan Kapı

Bir İmanın Kurtuluşu: Ebedi Bir Saltanata Açılan Kapı

“Bir adamın imanını kurtarmak ise on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi temin eder. Velayet ise mü’minin cennetini genişletir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on adamı vali yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.”
Tarihçe-i Hayat.277

İmanın Kıymeti: Ebedî Hayatı Kurtarmak

İman, bir insanın ebedî saadetinin anahtarıdır. Sadece dünyada huzur değil, kabirde nur, mahşerde selamet, sıratta istikamet ve cennette ebediyet kazandırır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, bir müminin imanını kurtarmak; ona küre-i arz kadar bâki bir saltanat kazandırmak demektir.

İşte bu sebeple, bir insanın imanla ahirete göçmesine vesile olmak, sadece onun değil; onun neslinin, çevresinin ve etkilediği sayısız insanın da kurtuluşuna vesile olabilir. Bu yönüyle, iman hizmeti, sadece bir iyilik değil; ebediyeti inşa eden bir rahmet halkasıdır.

Velayet mi, Hidayet mi?

Velayet, şüphesiz yüce bir makamdır. Allah dostlarının kalplerinde parlayan iman nuru, kamil ahlak, derin tefekkür ve ihlaslı kulluk ile belirginleşir. Ancak bu yüksek hâl, bireysel bir terakki ile sınırlıdır. Oysa bir insanın imanı kurtarılırsa, ebedî istikbalini kazandırmak söz konusudur.

İşte bu noktada Bediüzzaman, dikkatimizi stratejik bir önceliğe çeker:

> “Bir adamı sultan yapmak, on adamı vali yapmaktan daha evlâdır.”

Çünkü iman, cennetin anahtarıdır. Velayet, cennetin güzelliğini artırır ama kapısından geçmek imansız mümkün değildir.

Hizmetin Hakiki Şekli: İmana Vesile Olmak

Bugün nice hizmetler, faaliyetler, organizasyonlar yapılıyor. Ancak bunların merkezinde imanı kurtarma hedefi yoksa, yapılanların çoğu fani gayelerle sınırlı kalabilir. İnsanların gönlünü kazanmak, ama onlara Allah’ı hatırlatmamak; ne kadar büyük bir eksikliktir!

Halbuki bir tek adamın dahi,

Şüpheden kurtulması,

Allah’a yönelmesi,

Âhireti düşünmesi,

Kur’an’a muhabbet duyması…

…işte bunlar, onlarca yıl yapılan mecazi başarıdan daha üstün olabilir.

İman Hizmetinde Gizli Kahramanlar

Bu büyük hizmet bazen bir cümleyle olur, bazen bir kitapla, bazen bir sohbetle… Hatta bazen sadece bir duanla veya güzel ahlakınla. İnsanlara doğrudan tebliğ kadar, hal diliyle gösterilen İslamî duruş da bir müjde gibidir.

Unutmamak gerekir: “Hidayet Allah’tandır.” Ancak vesile olmak, en büyük şereftir.

Makale Özeti:

Bir insanın imanını kurtarmak, on kişinin velayet mertebesine ulaşmasından daha ehemmiyetlidir.

Velayet şahsî bir kemâlattır; iman ise ebedî saadeti kazandırır.

İman hizmeti, ahireti kazandıran en büyük rahmet vesilesidir.

Hizmetlerin en makbulü, insanları imana ve hakikate yöneltendir.

Her mümin, bir kalbi kurtarmaya aday olmalı; zira bu bir ömürlük ibadete bedeldir.

 




İslâm Coğrafyasının Sessizliği: Basiretsizlik Mi, Korkaklık Mı?

İslâm Coğrafyasının Sessizliği: Basiretsizlik Mi, Korkaklık Mı?

Dünya tarihinin tanıklık ettiği en büyük zulümlerden biri, çağımızda gözlerimizin önünde cereyan etmektedir: İsrail’in, Filistin halkına yönelik sistematik saldırıları ve işgal siyaseti. Bu zulüm her geçen gün artarken, tepkiler ise ya sessiz kalmakta ya da “akıllıca değil” denilerek geçiştirilmektedir.

Son olarak İspanya’nın İsrail ile ticari ilişkilerini askıya alması, birçok çevrede takdirle karşılanırken, beklenmedik bir yerden, Arap Birliği Genel Sekreteri’nden gelen tepki şaşkınlık oluşturdu. Bu adımın “akıllıca bir siyaset” olmadığını söylemesi, aslında sorunun ne kadar derin ve acı verici olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Asıl Problem: Rahatından Vazgeçmeyen Yöneticiler

İsrail’in küstah saldırganlığının en büyük dayanağı, sadece ABD’nin sınırsız desteği değil; belki daha da önemlisi, İslam âlemindeki bazı yöneticilerin korkakça ve basiretsizce tavırlarıdır. Bu yöneticiler, kendi iktidar koltuklarını, mazlum bir halkın canından ve kanından daha değerli görüyorlar.

Suudi Arabistan’ın zaman zaman dile getirdiği çekingen eleştiriler bile, İsrail’in “Otur oturduğun yerde!” şeklindeki üst perdeden tehditleriyle susturulabiliyor. Hatırlanmalıdır ki, Trump döneminde yapılan ziyaretlerde 3 Arap ülkesinden toplam 3.2 trilyon dolarlık bir kazançla ABD’ye dönüldü. Ancak bu para karşılığında, en azından “İsrail’in saldırganlığına son ver!” denilebilseydi, bu paraya bir haysiyet eklenmiş olurdu.

Bediüzzaman’ın Araplara Davası: Tembellik ve Füturla Geçen Asırlar

Bediüzzaman Said Nursî, daha 20. yüzyılın başında Arap dünyasının bu hâline işaret etmişti. Arap milletine hitaben şöyle diyordu:

> “Ey bu camideki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizden olan hakkımızı dâvâ ediyoruz. Yani, küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuzla, biz biçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan, ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar, en evvel bu sözlerle sizinle konuşuyorum. Çünkü, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyetin mücahitleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.
Onun için tembellikle günahınız büyüktür. Ve iyiliğiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.”

Bu söz, sadece bir sitem değil; aynı zamanda ümmetin birbirine olan bağlılığını ve ortak sorumluluğunu hatırlatan bir uyarıdır. Araplar, bir zamanlar Kur’ân’ın nâziri olan, Peygamber’in kavmi olan, sahabeleri ve müçtehitleri yetiştiren büyük bir milletti. Ancak zamanla bu heybet yerini uyuşukluğa, atalete ve menfaatperestliğe bıraktı.

Tarih Tekerrür Etmeden: Ümit Var Olmak Gerek

Yine de Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Âlem-i İslâm milletleri Arabın metanetinden ders almışlar.
İnşaallah, yine Araplar ye’si bırakıp, İslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip Kur’ân’ın bayrağını dünyanın her tarafında ilân edeceklerdir.”

Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi, “Kırk-elli sene sonra Araplar Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi bir vaziyete” kavuşabilirler. Lakin bu, ancak tembellikten, korkaklıktan, liderperestlikten ve makam endişesinden kurtulmakla mümkündür.

Sonuç: Vicdanın ve Tarihin Şahitliği

Arap yöneticiler bugün sessiz kalmakla sadece mazlumlara değil, kendi halklarına da ihanet ediyorlar. Bu ihanetin bedeli sadece dünya mazlumlarının değil, yarın kendi evlatlarının da gözyaşlarıyla ödenecek.

Unutulmamalıdır: Adaletin olmadığı yerde iktidar geçicidir. Sessizliğin egemen olduğu yerde ise tarih zalimleri değil, direnenleri yazar.

Makale Özeti:

Bu makale, İspanya’nın İsrail’e karşı aldığı karara Arap yetkililerin gösterdiği olumsuz tepkileri ele alarak, İslam dünyasında yöneticilerin basiretsiz tutumlarının İsrail’in saldırganlığını nasıl cesaretlendirdiğini sorgulamaktadır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin Araplara yönelik uyarılarından hareketle, İslam ümmetinin birlik ve sorumluluk anlayışını yeniden inşa etmesi gerektiği anlatılmıştır. Çözüm; ümitsizliği terk etmek, adaletin yanında saf tutmak ve Arap-Türk ittifakıyla Kur’ân’ın nurunu yeryüzüne taşımaktır.

********

Bak:

https://tesbitler.com/2025/01/12/araplarin-intibahi/
https://tesbitler.com/2024/08/05/gemlenen-arap-liderler/

 




Adıyaman’dan Bir Ders Daha: Gazze Yardımının Faiziyle Geri İstenmesi Üzerine

Adıyaman’dan Bir Ders Daha: Gazze Yardımının Faiziyle Geri İstenmesi Üzerine

“Adıyaman ders verdi, şimdi ders alma zamanı” demiştik.[1]

Sandıkta tepki göstermek isteyen halkın fevrî bir hareketle yönünü değiştirerek CHP’yi seçmesi bir tercihti. Lakin her tercih, peşinden sonuçlarını da getirir. Ve şimdi, bu tercihin ikinci ve çok daha acı bir dersi yaşanıyor: Gazze’ye gönderilen 10 milyon TL’lik yardımı ‘faiziyle’ geri istemek.

Bu cümleyi okuyan her vicdan sahibi insanın yüreğinde bir sızı oluşmalı. Çünkü bu sadece bir belediye işlemi değil; bir milletin hafızasına, vicdanına ve davasına vurulmuş lekeli bir mühürdür.

Bir Yardımın Ardındaki Ruh

Gazze’ye gönderilen yardım, sadece maddî bir katkı değildir. O, zulüm altında inleyen bir halkın yanında olunduğunun işaretidir. O para, sadece nakit değil; duaların, gözyaşlarının, kardeşliğin, ümmet olma bilincinin bir sembolüdür. Mazlumun elinden tutmanın, zalime karşı saf belirlemenin işaretidir.

Böyle bir yardımı “faiziyle birlikte geri istemek” ise, sadece akılsızlık değil; vicdansızlıktır.

Bu Talep Kime Yapılmıştır, Aslında?

Eğer bir şehir, kendi imkânlarıyla zulüm altındaki kardeşlerine el uzatmışsa, bu onur verici bir iştir. Ama sonra gelen bir yönetim bu yardımı “geri alalım” diyorsa, şu soruyu sormak gerekir:

> Siz bu talebi kime yöneltiyorsunuz?
İsrail’in tanklarının gölgesinde can veren çocuklara mı?
Bir tas çorbayı dört kişiyle bölüşen ailelere mi?
Yoksa, onları yok etmeye çalışan zihniyete mi göz kırpıyorsunuz?

Unutulmamalıdır ki; ümmetin meseleleri siyaset üstüdür. İnsani yardım, oyla ölçülmez; vicdanla yapılır. CHP’li veya AK Partili, bu fark etmez. Bir belediye, insanlığını yardım eliyle gösterdiğinde, bu bir şereftir. O yardımı geri istemekse, bir zillet belgesidir.

Adıyaman, Ders Verdiyse Şimdi Bir Derse Daha Mahkûm Oldu

Seçim günü öfkeyle verilen bir karar, bugün “faiziyle geri istenen bir yardım” rezaletine dönüşmüşse, halk kendi eliyle attığı imzanın neye yol açtığını düşünmelidir.

Bir Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz.
Adıyaman şimdi ikinci kez ısırılıyor.

Öyleyse bu hadise sadece CHP’nin ayıbı değil; bu tercihe bilmeden veya kızgınlıkla onay veren herkesin ortak vebalidir. Ve bu vebal, sadece bu dünyada değil, mahşerde de karşılarına çıkacaktır.

Bu Bir Uyarıdır: Akılla Değil, Vicdanla Hareket Etme Vakti

Bu ibretlik olay bize şunu gösterdi:
Halk, yönetime kızabilir. İktidara kırılabilir. Ama vicdanına küsemez.
Zalime tepki veremeyenler, mazluma da vefasızlık eder hâle gelirlerse, işte o zaman “ümmet” kelimesi sadece bir nostaljiye dönüşür.

Unutulmasın:

Kudüs’e sırt çevirenin yüzü aydınlık olmaz.

Gazze’ye selamı esirgeyen, kendi evine huzuru çağırmaz.

Mazluma taş atan, gün gelir kendi çocuklarının taşlandığını görür.

Sonuç: Bu Yardımı Geri İstemek, Şehrin Ruhunu Zedelemektir

Adıyaman, Türkiye’nin maneviyatıyla bilinen şehirlerinden biridir. Bu şehirden çıkan bir belediye, ümmetin ortak vicdanını parayla ölçmeye kalkarsa, bu sadece yerel değil, tarihî bir lekedir. Belediye binasından önce, kalplerdeki iman terazisi bozulmuş demektir.

Ey Adıyamanlı kardeşim!
Dün bir “ders verdin”, bugün bir “ders alıyorsun”.
Yarın, pişmanlıkların değil, basiretli kararların günü olsun.

Makale Özeti:

Bu makale, Adıyaman’da CHP’nin belediye yönetimine geçmesinin ardından, önceki yönetimin Gazze’ye yaptığı 10 milyon TL’lik yardımın faiziyle birlikte geri istenmesi olayını ele almaktadır. Yardımın geri istenmesi, sadece siyasi değil; ahlakî ve vicdanî bir utanç vesilesi olarak değerlendirilmiştir. Bu durumun, halkın seçimle verdiği kararların nelere yol açabileceği konusunda ibretli bir ders olduğu vurgulanmış, ümmet bilinci ve insani sorumluluk ön plana çıkarılmıştır.

 

[1] https://tesbitler.com/2024/04/06/adiyaman-ders-verdi-simdi-ders-alma-zamani/

 




Gerçek Merhamet Nedir? Şefkatin Zulme Dönüştüğü An

Gerçek Merhamet Nedir? Şefkatin Zulme Dönüştüğü An

“Kâfir ve münafıkların cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak; Kur’an’ın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzip olduğu gibi bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünkü masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedit bir gadir ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanı sû-i âkıbete ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârane taraftar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizliktir ve şenî bir gadirdir.”
Tarihçe-i Hayat.275

Şefkat Maskesi Altındaki Merhametsizlik

İnsanın en ulvî duygularından biridir şefkat. Lakin bu yüce duygu yerinde kullanılmadığında, merhamet değil, zulüm olur. Çünkü gerçek şefkat, yalnızca zalimi affetmek değil; mazlumu korumak, hakikate taraf olmak ve adaleti gözetmektir.

Bugün bazı kimseler, din düşmanlarının veya insanlık düşmanı zalimlerin azabını hayal etmekte zorlanıyor. “Nasıl olur da Cehennem gibi bir azap, bu kadar şiddetli olabilir?” diye soruyorlar. Oysa bu sorgulama, çoğu zaman şefkatten değil, hakikatten uzak bir anlayıştan kaynaklanıyor.

Zalimlere Merhamet, Mazluma Hıyanettir

Bediüzzaman’ın işaret ettiği gibi, merhamet duygusunu yanlış yerde kullanmak; yani:

Binlerce masumu katleden bir zalime acımak,

Cihadın hakikatini anlamadan onu sert bulmak,

İlahi adaleti sorgular hâle gelmek…

Tüm bunlar, hakiki şefkat değil, vicdani sapmadır. Çünkü zalime merhamet etmek, mazluma ihanet etmektir. Bir kurdu koruyup kuzuların parçalanmasına göz yummak nasıl vahşi bir merhametsizlikse; imanı hedef alan, kalpleri zehirleyen, ebedi hayatları mahveden inkârcı fikirlerin sahiplerine “şefkatle” bakmak da aynı derecede bir gadir (hıyanet) olur.

Şefkatin Sahih Ölçüsü: Kur’an ve Adalet

Kur’an, şefkati tarif ederken adaleti asla feda etmez. Allah’ın merhameti büyüktür, evet; ama aynı zamanda O, Adl-i Mutlaktır. Cehennem, sadece intikam değil; aynı zamanda hakkı gasp edilmiş kulların tesellisidir. Bu yüzden cennet rahmetin; cehennem ise adaletin tecellisidir.

Zalimi affetmek, zalimliği affetmek demektir. Bu da şefkat değil, zulmün devamına hizmettir.

Cihad ve Cezanın Şefkatle Bağlantısı

Cihad, sadece kılıçla değil; imanla, kalemle, fikirle yapılan bir müdafaadır. Kur’an’ın hakikatlerini muhafaza etmek, ehl-i imanı dalâletten kurtarmak için yapılan bir gayrettir. Bu da en büyük şefkattir.

Yine Allah’ın cezalandırması da bir öfke değil, ilahi adaletin gereğidir. Cehennem, sadece bedene değil, vicdana da hitap eden bir mahkemedir. Çünkü mazlumların çığlıkları sadece dünyada değil, ahirette de yankılanır.

Makale Özeti:

Gerçek şefkat, zalime değil mazluma taraf olmakla mümkündür.

Şefkatin yersiz kullanımı, merhametsizliğe ve hatta zulme dönüşebilir.

Kur’an’da cehennem azabı ve cihad gibi hakikatler, Allah’ın adaletinin tecellileridir.

Zalime acımak, mazluma ihanettir.

Hakiki şefkat, iman ve adalet ölçüsüyle dengelenmiş olandır.

 

 




Misafirhane-i Dünya: Sonsuz Hayatın Eşiğinde Yaşamak

Misafirhane-i Dünya: Sonsuz Hayatın Eşiğinde Yaşamak

“Dünya madem fânidir.
   Hem madem ömür kısadır.
   Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
   Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
   Hem madem dünya sahipsiz değil.
   Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir Müdebbir’i var.
   Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır.
   Hem madem
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا
sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
   Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
   Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

   Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”
Tarihçe-i Hayat.265

Fanilik İçinde Bekâ Arayışı

Her insan doğar, büyür, yaşar ve ölür. Bu değişmez hakikat, her nefeste bize şunu hatırlatır: Dünya fanidir. Lakin fanilik korkulacak bir boşluk değil, sonsuzluğa açılan bir kapıdır. Çünkü bu dünya, ebedî hayatın kazanıldığı bir imtihan sahnesidir.

Bediüzzaman’ın buyurduğu gibi, ömür kısa, vazifeler çok, zaman az. O halde hayatı malı, makamı, şöhreti elde etme çabasıyla değil; hakikati ve ebedî saadeti aramakla değerlendirmeliyiz. Dünya, kalınacak bir yurt değil; içinden geçilecek bir han gibidir. Misafir gibi yaşamak, kalıcı değil geçici olduğunun farkında olmak demektir.

Misafirliğin Şuuruyla Yaşamak

Bir misafir, ev sahibinin izni ve rızasına göre hareket eder. Biz de bu dünyanın misafiriyiz. Sahibi biz değiliz; Müdebbir-i Hakîm ve Kerîm olan Allah’tır. O, bu haneyi hikmetle yaratmış, içini nimetlerle doldurmuş ve bize “Ey misafir! Buradan baki yurda hazırlık yap” diye emretmiştir.

Misafir gibi yaşayan insan:

Mala değil, amellere yatırım yapar.

Şöhreti değil, rızayı arar.

Gününü değil, sonsuzluğu düşünür.

Ve bilir ki, iyilik de kötülük de karşılıksız kalmaz. Bu, adaletin gereğidir. En büyük adalet ise ebedî hayatta tecelli edecektir.

Mâlâyaniye Karşı Vahim Bir Uyarı

Bugün insanlar ömürlerini eğlenceye, gösterişe ve mâlâyaniye (gereksiz, boş işlere) sarf ediyor. Oysa bu dünya oyun ve oyalanca değil, ebediyet için verilen bir kıymetli sermaye mesabesindedir. Vakit, nefes, gençlik, sağlık; hepsi birer emanettir. Hesabı sorulacak nimetlerdir.

İşte bu yüzden insanın en büyük gafleti, ebedî hayatını unutup geçici dünya lezzetlerine dalmasıdır. En büyük saadet ise, bu kısa ömrü sonsuz bir hayata yatırım yaparak geçirebilmektir.

Kurtuluş Reçetesi: Ebedî Hayatı Unutmamak

Bediüzzaman’ın şu cümlesi bir hayat rehberidir:
“Dünya için âhiretini feda etme.”
Zira dünya dostları kabir kapısına kadardır. O kapıyı geçtiğinde yalnızca imanın, salih amellerin ve ihlâsın kalır. Gerisi birer gölge gibi dağılır.

En bahtiyar insan, kabir kapısını selametle açan ve arkasında saadet-i ebediye ile karşılanan kimsedir.

Makale Özeti:

Dünya fânidir; asıl yurt âhirettir.

İnsan, bu dünya misafirhanesinde geçici olarak bulunmaktadır; ev sahibi Allah’tır.

Hayatın amacı, ebedî saadeti kazanmak ve bu kısa ömrü ahireti unutmadan yaşamaktır.

İyilik ve kötülük karşılıksız kalmaz; her şeyin hesabı görülecektir.

Mâlâyaniye (boş, faydasız işler) ile ömür tüketmek büyük bir gaflettir.

En bahtiyar kişi, dünya için âhiretini feda etmeyendir.