VÜCUTTAKİ ÖDEMLER

VÜCUTTAKİ ÖDEMLER

Evvela Ödem, vücudunuzdaki küçük kan damarlarının (kılcal damarlar) sıvı sızdırması nedeniyle oluşur. Sızan sıvı, damar çevresindeki dokularda birikir ve şişmeye neden olur. Kalp, karaciğer ve böbrek hastalıklarında ortaya çıkan ödem, vücuttaki fazla sıvıyı tutan tuzun atılamamasından kaynaklanır.

-Vücuttan atılan ödem bile bazı işlemleri gerektiriyor.

Hele bu bir ur ve kanser hücresiyse ölüme kadar götürür.

İnsan vücudu gibi toplumu oluşturan hatta aile, mahalle, köy ve kasaba dahi bir vücuttur.

Orada da ödem, virüs, ur ve kanser hücreleri gibi toplumu rahatsız edici faktörlerdir.

Tedaviye durumuna göre ciddi ihtiyaç vardır.

Bu durumda bünyenin sağlığına uygun yerler seçilmelidir.

Çünkü bulaşıcıdır.

Genel hastalıkların kaynağı maddi olmaktan ziyade, manevidir.

Stres bunların başında gelir.

İman, moral, ümit ise tedavinin en müessir ilaçlarıdır.

-Çocuklarımızı ve toplumu zehirli hava zehirliyor.

Yapılan onca işler her ne kadar boşuna gitmese de bünye sağlam da olsa, zehirli hava bünyeyi yıpratıp zayıflatıyor, insanları zehirlendirip DNA’sını ve RNA’sını bozarak, karakter düşüklüğü yapıyor.

                                                          ****************

Anne çocuğuna baksın, deniliyor.
Elbette bakacak. Bu onun asli görevidir.
Zaten annelik başlı başına kutsi bir hizmettir.
Burada dikkat çekilmesi gereken husus, bakma ve terbiye görevinin annelerden alınıp, İnternet ve medya ortamına, arkadaş ve okul ortamına aktarıldığını görmekteyiz.

Havanda su mu dövüyoruz?
Vaziyet kurtarılmaya mı çalışılıyor?
Yoksa zaman mı öldürülüyor?
Hatta kendi haline bırakılan bu kadar zarar verir mi, diye de düşünülmeden edinmiyor.
Zira su yolunu bulur.
Kendini bulmaya çalışan arar.
Eğitimin birinci sorunu, zorunlu olmasıdır.
Elma armutların, çürük ve sağlamların aynı kasaya konulmasıdır.
Çok değerli çocuklar var ancak sağlıklı ortam ve yönlendirme yapılmadığından zayi oluyorlar.
-Bir TV programında konuşmacı olan hukukçu, hukuk fakültesinde emekli olan hocalarının ayrılış konuşmasını yaptığında şunu söylediğini anlattı,
Çocuklar biz size hukuk adına aslında uygulanmayıp yaşanmayan, pratikliğe yansımayan şeyleri hep anlamışız.
İnsan hakları deniliyor fakat güçlülere uygulanmıyor.

-Bizde yıllarca okullarda eğitim veriyoruz ancak yansıması olan toplum ortada.
Elbette iyilik adına yapılan hiç bir şey boşa gitmez ancak verilenler ne kadar ruha ruh, akla akıl, huya huy güzelliği katıyor?
Hapishaneler dolu. Okumamış insan değil, okumuş insan suç işliyor.
Elbette bu okumanın yanlışlığından ziyade neyi nasıl okuttuğumuzla ilgili bir durum.
En kötü ihtimal, selin önüne kapılıp giden kurtarılırsa ve ne verilirse o kardır diye düşünülmelidir.

******************  

Türkiye’de terör estirilen, kavgaya sebep ve bahane olan zeminlerin ve kaygan yapıların ortadan kaldırılması gerekir.

Bu herkesin kendi nüfusuna kendi kimliğinin yazılmasından, eğitimde herkesin kimliğine göre kendisini, başkasına zarar vermeden saygı içerisinde ifade etmesi gerekir.
Provokatörlere zemin imkanı tanınmamalı, cezası ağır olmalıdır.
Bir yaptırımı ve caydırıcılığı olmalıdır.
Yanına kar kalmamalı, toplumun hassasiyetleri rencide edilmemelidir.
Hele hele seçim zamanı birilerinin eline koz verip, meydanlarda söyleyecek sözü olmayan kısır ve kısırlaştırılmış kişilere meydan açılmamalıdır.
Türkiye’nin zemini çok kaygan ve kaypak.

******************

Neden haklıyı bilemiyoruz?

Hakkı bilmediğimizden mi?
Önce Hakkı ve Hakkın sahibini öğreneceğiz.
Sonra haklıyı hatta haksızı öğreniriz.
Haklıyı öğrenmenin yolu, Hakkı öğrenmekten geçer.
Hakkı ve onun tezahürü olan hukuku bilmeyen, haklıyı ve haksızı ne bilsin!
Çünkü ya ölçecek terazisi yok ya da terazisinin ayarı bozuk.
Hukuktaki aksaklıklar, Hakkı öğretmeden, hukuku öğretmeye çalışmaktır.
Robota hukuk kurallarını yüklemek ve Google’ın arama motorunu kullanmak ve ondan Hakkı ve haklıyı bulmasını beklemek gibidir.
Ruhsuz bir yapı oluşturmak.
Kalp, vicdan, marifet ve basiret yüklemeden netice beklemek gibidir.
Hukukun yolu, Haktan geçer.

-Türkiye’de suç oranları ile ilgili rapor:[1]

– Adalet Bakanlığı’nın 2021 yılına ilişkin adli istatistikleri, Türkiye’de suç oranlarında artış yaşandığını gösteriyor. Özellikle hırsızlık, dolandırıcılık, uyuşturucu ve cinsel suçlar gibi malvarlığına karşı işlenen suçlar, Türkiye’de en fazla işlenen suç grubu oldu. Geçen yıl bu suçlardan 2 milyon 461 bin dosya açıldı.

-Türkiye’nin problemi hukuk problemidir. 

Birçok örnekten biri olması amacıyla;

– “Hayvanları Koruma Derneği Başkanı horoz dövüştürürken yakalandı.”[2]

Ne kadar tezat ve garip değil mi?

Şunu duyuyoruz ve mutlaka sizlerde duyuyorsunuzdur, emniyet mensupları tarafından, biz yakalıyoruz, mahkemede bırakılıyor. 

Yani kırk elli dosyası olan bir insan bile içeride değil de hala dışarıda ise, o hukuk bohçasının kaç yama olup hatta yama tutmadığını takdir edersiniz.[3] 

MEHMET ÖZÇELİK

09-01-2024

 

 

 

[1] https://turkiyeraporu.com/arastirma/suc-ve-ceza-turkiyede-suc-oranlari-10489/

[2] https://www.yenisafak.com/gundem/hayvanlari-koruma-dernegi-baskani-horoz-dovustururken-yakalandi-4537781

[3] https://www.yenisafak.com/gundem/iste-aymnin-tartismali-kararlari-teror-sevici-demirtas-icin-de-hak-ihlali-denilmisti-4573532

 




Sevr ve Mondros neden imzalandı? Gizli bir plan mı vardı?

Sevr ve Mondros neden imzalandı? Gizli bir plan mı vardı?


Sevr ve Mondros Antlaşmaları, I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle imzalanan iki antlaşmadır. Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nin fiilen sona ermesine ve Orta Doğu’nun yeniden şekillenmesine yol açmıştır.

Mondros Mütarekesi, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’nin işgalini kabul etmiştir. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin silahlarını bırakması, müttefiklerin istediği her yeri işgal edebilmesi ve barış görüşmelerine katılabilmesi için hükümetin değişmesi şart koşulmuştur.

Mondros Mütarekesi’nin ardından, Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul, İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal, Osmanlı halkında büyük bir tepkiye yol açmıştır.


Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, fiilen ortadan kaldırılmıştır. Antlaşmanın maddelerine göre, Osmanlı Devleti’nin sınırları Anadolu’nun ortalarına kadar daraltılmıştır. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı kısıtlanmış, bazı bölgeleri İtilaf Devletleri’ne bırakılmış ve bazı bölgeleri özerk hale getirilmiştir.

Sevr Antlaşması’nın imzalanması, Türk halkında büyük bir tepkiye yol açmıştır. Bu tepkinin bir sonucu olarak, Millî Mücadele’nin başarısı hızlanmıştır.


Sevr ve Mondros Antlaşmaları’nın imzalanmasındaki temel nedenler şunlardır:

* Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi
* İtilaf Devletleri’nin Orta Doğu’da yeni bir düzen kurmak istemesi
* İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ni kontrol altına almak istemesi

Bu antlaşmaların imzalanmasında gizli bir plan olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. Bazı tarihçiler, bu antlaşmaların İtilaf Devletleri tarafından önceden hazırlanmış ve Osmanlı Devleti’ne dayatılmış olduğunu savunmaktadır. Diğer tarihçiler ise, bu antlaşmaların Osmanlı Devleti’nin yenilgisi ve İtilaf Devletleri’nin baskısı sonucunda imzalanan zorunlu antlaşmalar olduğunu savunmaktadır.

Sevr ve Mondros Antlaşmaları, Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açmıştır.

@@@@@@@@@

Sevr ve Mondros anlaşmasını kim ve kimler, niçin imzalamışlardır? Tepkiler ne olmuştur?

**Mondros Mütarekesi**, I. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle imzalanan bir mütarekedir. 30 Ekim 1918 tarihinde Limni adasının Mondros Limanı’nda imzalanan mütareke, Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanmıştır.

Mondros Mütarekesi’ni Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey, İtilaf Devletleri adına ise Amiral Calthorpe imzalamıştır. Mütareke, Osmanlı Devleti’nin silahlarını bırakmasını, İtilaf Devletleri’nin istediği her yeri işgal edebilmesini ve barış görüşmelerine katılabilmesi için hükümetin değişmesi şart koşulmuştur.

**Sevr Antlaşması**, I. Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle imzalanan bir antlaşmadır. 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’te imzalanan antlaşma, Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanmıştır.

Sevr Antlaşması’nı Osmanlı Devleti adına Sadrazam Damat Ferit Paşa, İtilaf Devletleri adına ise Lord Curzon imzalamıştır. Antlaşmanın maddelerine göre, Osmanlı Devleti’nin sınırları Anadolu’nun ortalarına kadar daraltılmıştır. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı kısıtlanmış, bazı bölgeleri İtilaf Devletleri’ne bırakılmış ve bazı bölgeleri özerk hale getirilmiştir.

**Mondros ve Sevr Antlaşmalarının tepkileri**

Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması, Türk halkında büyük bir tepkiye yol açmıştır. Bu tepkinin temel nedenleri şunlardır:

* Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığının kısıtlanması
* Osmanlı topraklarının parçalanması
* Türk halkının haklarına saygı gösterilmemesi

Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine, İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde protesto gösterileri düzenlenmiştir.

 

@@@@@@@

İstanbul İngilizlere verilen gizli bir teminat neticesinde mi terkedildi?

İstanbul’un İngilizler tarafından terkedilmesi, gizli bir teminat neticesinde değildir. İstanbul’un terkedilmesi, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, İtilaf Devletleri’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni resmen tanıması ve işgallerini sonlandırma kararı alması sonucunda gerçekleşmiştir.

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde Türkiye Cumhuriyeti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan bir antlaşmadır. Antlaşma, I. Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin sınırları ile egemenliğini belirleyen antlaşmadır.

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, İtilaf Devletleri, Türkiye Cumhuriyeti’ni resmen tanımıştır. Bu tanımanın ardından, İtilaf Devletleri, Türkiye’deki işgallerini sonlandırma kararı almıştır.

İstanbul’un İngilizler tarafından terkedilmesi, 4 Ekim 1923 tarihinde gerçekleşmiştir. İngiliz birlikleri, İstanbul’u tek kurşun atmadan terk etmiştir.

Bazı tarihçiler, İstanbul’un İngilizler tarafından terkedilmesinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin İtilaf Devletleri ile olan ilişkilerini iyileştirmek için yapılan bir taktik olduğunu savunmaktadır. Bu tarihçilere göre, Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul’un terkedilmesini, İtilaf Devletleri ile olan ilişkilerini normalleştirmek ve uluslararası alandaki itibarını artırmak için bir fırsat olarak görmüştür.

Diğer tarihçiler ise, İstanbul’un İngilizler tarafından terkedilmesinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin askeri ve siyasi gücünün artmasının bir sonucu olduğunu savunmaktadır. Bu tarihçilere göre, Türkiye Cumhuriyeti, Milli Mücadele’nin ardından elde ettiği askeri ve siyasi gücü kullanarak, İtilaf Devletleri’ni İstanbul’u terk etmeye zorlamıştır.

Sonuç olarak, İstanbul’un İngilizler tarafından terkedilmesi, gizli bir teminat neticesinde değil, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, İtilaf Devletleri’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni resmen tanıması ve işgallerini sonlandırma kararı alması sonucunda gerçekleşmiştir.

@@@@@@@@

Atatürk gizli bir İngiliz valisi mi idi?

Bir iddiaya göre, Atatürk’ün 1918’de İngiliz gazeteci Ward Price ile yaptığı görüşmede İngiliz valisi olmayı teklif ettiğini öne sürmektedir.

 

 @@@@@@@@

 

–Lozanın İçyüzü- Büyük Doğu mecmuasının 29. sayısında tüm çıplaklığıyla işin geri planı ve hileleri ortaya konulmuştur.Şöyleki:

“Büyük Doğu’nun yirmidokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İç yüzü” diye yazılan makaleden:

İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

“Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”

Lozan’da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:

“Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an’ane-i İslâmiyet’ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir.”

Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının yani İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksad altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.

Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzât karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat… Sonra Ankara gizli meclis toplantıları… Fakat esas mes’elelerde daima başbaşa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: “Din öldürülecektir.”

Lozan Konferansı’nın ikinci sahifesi: …Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle bu millette, İslâmiyet’i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salib kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudud dışı değil de, hudud içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şübheden vârestedir.

Nihaî Vesika

Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda “Türkler’in istiklalini ne için tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevab:

“İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.” Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk Milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.

Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor değil mi?..

Gizli anlaşmanın entrikası:

Türkler’e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk’ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kur’anın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müdhiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet’i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.” Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mani’ kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanında- emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk’ü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadîs-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediye’ye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmibeş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.”

https://tesbitler.com/2015/01/03/lozan-zafer-mi-hezimet-mi/

https://tesbitler.com/2022/05/08/lozan-hezimeti/

https://tesbitler.com/2023/08/31/lozan-heyetinde-osmanli-hahambasi-haim-nahum-ne-ariyordu/

https://www.instagram.com/reel/C1pn6M1Nuhx/?igsh=MWxsd3N4b3d3eDJ4Yw==

 

@@@@@@@@

 

Lozan’da gizli belgeler. 

Lozan’ın görünmeyen yüzünü göremiyoruz, hala kapalı. 

Demek ki Lozan zafer değil hezimettir. 

Verilen tavizler ve atananlarla…

Bizi yüz yıldır o hala o atananlar ve onların kirli elleri yönetiyor.