PARÇALANAN YENİ DÜNYA DÜZENİ
Parçalara ayrılan,parçalanan bir dünya kolay idare edilen,birleşik ve bir leş olanların kolay yönettiği bir dünyadır.İnsanların şirketleşmeye gittiği bir asırda,devletler küçülmekte ise bunda bir garabet,onun ötesinde bir hıyanet vardır.
Amerika Birleşik Devletleri,Dünyaya yayılmış olan İsraillileri İsrailde toplama politikası,Avrupa Birliği,Türk Birliği...
Evet.Birlik ve dirlik birleşmekten geçer.Büyüklük ve güç bir ve birlik olmaktan kaynaklanır.
Türk cumhuriyetleri bölündü,Orta doğu bölündü ve devletler bu bölünmenin ardından içerisinde bulunan azınlıklarıda kendi arasında örgütleyip bölerek ayrı bir etnik guruplar oluşturmaya,arkasından iç ve dış huzursuzluklar çıkarmaya çalışmaktadır.
Geçmişte Rusya için söylenen;-Böl,Parçala,Yut-politikası ABD ve Yahudi,onu temsil eden İsrail tarafından uygulanmaya konulmaktadır.
The Morning Post editörü olan H.A.Gwynne,1920’de yazmış olduğu Türkçeye çevrilen-Derin ihtilal-Küresel entrikanın içyüzü-adlı eserde,Fransız ihtilalinden itibaren yapılan ihtilallerde Yahudi lobisinin etkili olduğunu bu tezinide özetle şu nedene dayandırmaktadır.”Dünyada peşpeşe sıralanan ihtilallerin ardındaki temel düşüncenin ulusçuluk ve sınıf bilinci kavramlarıyla ‘Kraliyet’ve ‘Din’in yıkılması amacına yönelik olduğunu”ifade ediyor.[1]
Bu bazen oyları bölerek,bazen de güçleri bölerek,sonuçta aynı noktaya getirilerek uygulanmaktadır.İşte örnekleri;
-“ O devirde başında devrin Genelkurmay Başkanı sayın Cevdet SUNAY'ın bulunduğu, Genel Sekreterliğini Harp Akademileri Komutanı sayın Faruk GÜRLER'in yaptığı yarı açık, yarı gizli Silahlı Kuvvetler Birliği isimli bir teşkilat vardı. Bu teşkilat yeni teşekkül eden TBMM'nin açılıp açılmayacağına devrin Cumhurbaşkanı sayın Cemal GÜRSEL'in başkanlığında köşkte toplanacak devrin siyasi partilerinin liderleri, CHP lideri sayın İsmet İNÖNÜ'yü, Adalet Partisi lideri sayın Ragıp GÜMÜŞPALA'yı Yeni Türkiye Partisi lideri sayın Ekrem ALİCAN'ı ve Millet Partisi lideri sayın Osman BÖLÜKBAŞI'yı dinledikten sonra karar vermeyi kararlaştırmıştı.Bu kararın gereği olarak Silâhlı Kuvvetler Birliği'nin mensupları köşke gittiklerinde, köşkün alt salonunda devrin siyasi partilerinin Genel Sekreterleri başlarında CHP Genel Sekreteri sayın İsmail Rüştü AKSAL olmak üzere esas duruşta kendilerini karşılıyorlardı.
Yukarıya çıktıklarında da sayın Cumhurbaşkanı ve parti liderleri ayakta bekliyorlardı. Komutanımız bu durumu anlatırken, biraz da tefahürle 27 Mayıs harekatını da ima ederek biz yaşlılar yaparsak işte böyle yaparız demişti. Yukarıdaki toplantıda, selâm faslından sonra Silâhlı Kuvvetler Birliği Başkanı sayın Cevdet SUNAY ilk sorusunu ADALET PARTiSi Genel Başkanı sayın Ragıp GÜMÜŞPALA'ya bu şekilde yöneltmiş.
- Sayın Paşam, her ağzınızı açtığınızda 46 yıllık şerefli askerlik hayatınızdan söz ediyorsunuz. O kadar şerefli idiniz de siyasi parti kurup bu kuyrukları niçin başınıza topladınız?
Sayın Ragıp GÜMÜŞPALA Paşanın cevabı şöyle olmuş.
- Aslında benim parti kurmak gibi bir niyetim yoktu. Birgün Cumhurbaşkanımız sayın Cemal Gürsel beni çağırdı ve benden Demokrat Partilileri toplayacak yeni bir parti kurmamı istedi, aksi halde büyük çoğunlukla sayın Osman BÖLÜKBAŞI 'nın MiLLET PARTİSİ'nin iktidar olabileceğini, bunun ise arzu edilmeyen sonuçlar doğurabileceğini söyledi. Bu emir üzerine ADALET PARTİSİ'ni kurdum. Defaatla, siyasi partilere alınmayacakları MBK'nın tespit edip ilan etmesini istedim. Böyle bir yasaklamaya gidilmedi. Ben de partiye girmek isteyen herkesi almak zorunda kaldım. Bunun üzerine sayın Cevdet SUNAY, YENi TÜRKİYE PARTİSİ Genel Başkanı sayın Ekrem ALİCAN'a döndü ve ikinci sorusunu ona sordu.
- İhtilalin anlı şanlı Maliye Bakanı, siz Yeni Türkiye Partisini niçin kurdunuz?
Sayın Ekrem ALiCAN'ın cevabı da şöyle olmuş.
- Benim de parti kurmaya niyetim yoktu. Birgün sayın Cumhurbaşkanı beni çağırdı. Parti kurmamı istedi. Aksi halde, ya Millet patisinin. –ya da Adalet partisinin– tek başına iktidar olabileceğini, bunun ise beklenmeyen durumlar meydana getirebileceğini söyledi. Partiyi kurduktan sonra ben de partilere giremiyeceklerin MBK. tarafından belirlenmesini defaatla istedim, olmayınca müracaat eden herkesi partime almak zorunda kaldım.
Bunun üzerine sayın Cevdet SUNAY, Cumhurbaşkanı sayın Cemal GÜRSEL'e döndü ve sordu:
- Paşam, bunlar neler söylüyorlar, söyledikleri doğru mu? Cumhurbaşkanı sayın Cemal GÜRSEL'in cevabı şöyle oldu.
- Evet, doğru söylüyorlar. Bu şekilde hareket etmemi bana sayın İsmet İNÖNÜ, telkin etti. Bunun üzerine sayın Cevdet SUNAY'ın kendisine dönmesine fırsat vermeden sayın İsmet İnönü sözü aldı ve şöyle söyledi.
- Bunlar geçmiş olaylar Paşam. Şimdi biz bütün parti liderleri anlaştık. Bu olanlardan en büyük zararı gören sayın Osman BÖLÜKBAŞl'yı da kendimize sözcü seçtik. Hepimiz namına sizinle o görüşecek. Müsaade ederseniz biz bu Meclisi çalıştırırız efendim. Bundan sonra sözü sayın Osman BÖLÜKBAŞI aldı ve hepimizi ikna eden bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan sonra seçimle teşekkül eden Meclisin açılmasına karar verdik.
O zaman, görünürde yeni partileri sayın İsmet İNÖNÜ kurdurtmuş. Ona da başkalarından telkin gelip gelmediği meçhul.”[2]
-“ Ralph Schoenman'ın "Siyonizm'in Gizli Tarihi" adlı kitabı da (Kardelen Yayınları, İstanbul, 1992) İsrail'in geleceğe dönük politikalarını afişe eden eserler arasındadır. Schoenman, kitabının bir yerinde (s.105) İsrael Şahak'ın Orta Doğu İçin Siyonist Plan" (The Zionist Plan for the Middle East) adlı eserine atıfta bulunur. Söz konusu bölüm, İsrail'in "nasıl bir Suriye" tasarlamış olduğu ile ilgilidir.
"... Suriye, etnik ve dini yapısına uygun olarak çeşitli devletlere ayrışacaktır. Kıyıda bir Şii-Alevi devleti, Halep yöresinde bir Sünni devleti, Şam'da buna düşman bir başka Sünni devleti, Havran-Kuzey Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzi devleti. Bu yapı, güvenliğimizin garantisi olacaktır ve bu hedef ulaşabileceğimiz kadar yakındır."
“Siyonizm'in kurucusu Thedor Herzl'e göre, Siyonist hareketin üzerinde hak iddia ettiği topraklar, kısaca "Nilden Fırat'a kadar büyük ülke" olarak tanımlanabilir (Theodor Herzi: Diaries (Günlükler), Cilt II., s.793). Schoenman, İsrailoğulları'nın bu büyük ülkesini, "Lübnan ile Ürdün'ün tamamını, Suriye'nin üçte ikisi, Irak'ın yarısı, Türkiye'nin bir bölümünü, Kuveyt'in yarısı, Suudi Arabistan'ın üçte biri, Sina'nın tamamı, Mısır'ın da Port Said, İskenderiye ve Kahire'yi kapsayan bölümü" olarak tarif ediyor.
-“Şeytan'la ittifakın mimarı ve 1940'lı yılların İrgun teröristi İzak Şamir, İsrail Dışişleri Bakanı ünvanını taşıdığı 1983'te Brüksel'de yaptığı bir basın toplantısında kendisine yöneltilen "Türkiye'deki Kürtçülük faaliyetlerine İsrail nasıl bakmaktadır?" sorusunu "Bu, kendi topraklarında bağımsız olmak isteyen bir halkın sorunudur... Kürt topraklarını işgal altında tutan ülkeler hiç söz dinlemediklerinden, söz konusu halk da amaçlarına ulaşamamaktadır" biçiminde cevaplandırarak, Türkiyeyi nasıl oluyorsa, kendi topraklarını işgal altında tutmakla" suçlamıştır.”[3]
-İsrail bir yandan kürt ve Filistin gibi ırk ve toplumların devlet olmalarını sağlarken,diğer yandan da bunlarla devlet oldukları için savaşacak ve rahatlıkla kendi denetimi altına alacaktır.
-Kendisiyle anlaşma yapmayan –Türkiye gibi-devletlere karşıda bu azınlıkları birer tehdit unsuru olarak kullanacaktır.
-”Sivaslı bir Alevi büyüğü olan Ali Rıza Salman, 10 yıldır gizlenen olayların perde gerisini Vakit’e açıkladı: “Bari Cuma vakti davul çalmayın dedik, dinletemedik... Amaçları; Alevî-Sünnî çatışması çıkarıp, kitlesel ölümlere yol açmaktı!”
Salman, bu kişilerin agresif tavırlarıyla adeta olaylara
davetiye çıkardıklarını belirtti. AMAÇLARI
ALEViLERi SOKAĞA DÖKMEKTİ AMA BAŞARAMADILAR
Salman, Sivas’taki olaylarda asıl amaçlanan şeyin Aleviler ile
Sünniler arasında kitlesel kıyım meydana getirmek olduğunu belirterek, “Aslında
düşünülen amaç başkaydı, Alevi-Sünni çatışması çıkartıp kitlesel ölümler
tertiplenmek isteniyordu. O gün dışardan gelen, Sivaslı olmayan yüzlerce kişi
vardı. Bunu Alevisi Sünnisi herkes biliyor. Daha sonra da bu kişiler üzerinde
resmi olarak hiçbir şekilde durulmadı ve Sivaslı insanlar yargılandı. Bu
insanlar toplum psikolojisinden de yararlanarak bazı insanları da yanlarına
çekip 2 Temmuz katliamı- nı yaptılar. şayet 2 Temmuz’un ertesi günü, yani 3
Temmuz’da Alevi halk meydana inseydi, işte o zaman amaçlanan olacaktı ve
binlerce insan ölecekti. Çünkü Alevi önderlerinin sağduyulu davranması,
olayların çıkış sebebinin bir provokasyon olduğunun bilinmesi, asıl amaçlanan
şey olan Sivas’ta Alevi-Sünni çatışmasını önlemiştir” diye konuştu.”[4]
-”Sivas Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Fikret Ünsal, “Madımak olaylarının baş aktörü Arif Sağ, Ermeni kökenlidir... Sivas olayları da, Başbağlar katliamı da, PKK kılığına girmiş ASALA’nın işidir” dedi.
“Ünsal yaptığı açıklamasını şöyle sürdürdü: “Arif Sağ yıllardır Alevilerin dini duyguları nı sömürüyor ve maddi olarak onlardan büyük yarar sağlıyor. Kemani ustası Hüsnü Aydoğdu, 12 yaşından bu yana Sağ ve ailesini yakından tanıyor. Onunla yaptığım bir görüşmede Sağ ve ailesinin Ermeni kökenli olduğunu açıkladı. Onunla birlikte dönemin Aksaray Musıkî Cemiyeti çalışanlarının da Sağ’ın Ermeni kökenli olduğunu çok iyi bildiğini söyledi. Eğer gerçekten Sağ, Türk ise bizim değerimiz olan Türk Bayrağını herkesin önünde öpsün. Arif Sağ, Alevi vatandaş- ları da kullanmaktadır. Sağ, yıllardı r Alevilerin dini duygularını sömürüyor ve maddi olarak onlardan büyük yarar sağlıyor.” 2 Temmuz olaylarının Ermeni terör örgütü Asala tarafından planlandı ğını ileri süren Ünsal, şunları kaydetti: “Bilindiği gibi Asala terör örgütü 1984’den itibaren PKK kimliği ile faaliyete geçmiştir. Özellikle, 2 Temmuz olaylarının ardından PKK, Sivas kırsalına hızlı bir şekilde yayılmış ve faaliyetlerini hızla yükseltmiştir. Bununla birlikte PKK olayları artmıştır. Böylelikle PKK, önemli geçiş merkezi olan Sivas kırsalına yerleşmiştir. Bu olayların çıkarılmasındaki önemli sebeplerden biri de PKK’nın Sivas kırsalına yerleştirilmesidir. Tarihte de bakıldığında Türkiye’de meydana gelen üzücü olayların tümünün arkasında Asala-PKK vardır. Bu bağlamda Başbağlar’da yapılan katliam gibi 2 Temmuz Madımak olayları da Asala terör örgütü tarafından hazırlanmış ve sahnelenmiştir.”[5]
-”Ali Nesin gazetemize açıkladı
-“Sivas olayları PROVOKASYON
Sivas’ta 10 yıl önce 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan Madımak Oteli olayının provokasyon olduğunu Aziz Nesin’in oğlu Prof. Dr. Ali Nesin de doğruladı. Ali Nesin, Millî Gazete’ye yaptığı açıklamada, “Olaylar belli odaklar tarafından önceden planlandı ve istenen gerilim gerçekleştirildi” dedi. Nesin, devlet içindeki çeteleşmeden, Hizbullah’a kadar çeşitli karanlık örgütlenmelerin Sivas olaylarının planlayıcısı olabileceğini ifade etti. “[6]
Her devletin içerisindeki uzantılarıyla bunu sürdürmekte,orada çıkardıkları faili meçhul işlerden faili meçhul cinayetlere kadar uzanan huzursuzluklar ile bunu başarmaktadırlar.Vücut birden birde doğranmamakta belki vücutta çıkarılan hastalıklarla kangrenleştirip kesme yoluna gidilmektedir.
-“Amerika 22 Ortadoğu devletini değiştirecek
Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar Ortadoğu'da 22 devletin değiştirileceğini belirten Rice, Irak'ın Ortadoğu'nun anahtarı olacağını söyledi. Irak, işgal altında olduğu gerekçesiyle ekim ayındaki İKÖ toplantısına davet edilmiyor.
ABD Başkanı George Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, Ortadoğu'da başlayan dönüşümün zaman alacağını ve Irak'ın bu süreçte "anahtar ülke" olacağını söyledi. Rice, 22 devlet ve 300 milyonluk nüfusa sahip bölgedeki dönüşüm sürecinin zorlu olacağına da dikkat çekerek, diğer ülkeleri de ABD ile birlikte hareket etmeye çağırdı. Washington Post gazetesinde yayınlanan "Ortadoğu'yu Değiştirmek" başlıklı makalesinde Rice, "Irak'ın özgürleştirilmesi, bölgeye İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'da yaşananlarla kıyaslanabilecek bir değişim yaşatacak.
Büyük çatışmaların bitiminden yaklaşık 100 gün sonra İsrail ile Filistin arasında barış adımı atıldığını görebiliyoruz.
Fas'tan Basra Körfezi'ne kadar Ortadoğu'da değişim rüzgarı
Değişmiş Irak, nefret duygularının filizlenemeyeceği bir Ortadoğu için anahtar ülke olabilir" şeklinde görüş ifade etti. Rice, 22 devlet ve 300 milyonluk nüfusa sahip bölgedeki dönüşüm sürecinin zorlu olacağına da dikkat çekerek, diğer ülkeleri de ABD ile birlikte hareket etmeye çağırdı.
Bölgede daha uzun kalacaklarını belirten Rice, Fas'tan Basra körfezine kadar olan tüm Ortadoğu ülkelerinde siyasi ve ekonomik değişimler yaşanacağını belirtti.
Saddam Hüseyin rejiminin son bulması, bölgedeki değişimi kuvvetlendirdiğini söyleyen Rice, Arap aydınlarının, Arap hükümetlerinden eksik olan özgürlük anlayışını tanımlamalarını istediklerini kaydetti. Rice, yeni bir arap manifestosundan bahseden bölgesel liderlerin, Arap ülkelerinde iç reformlara, daha fazla siyasal paylaşıma ve ekonomik açıklığa destek verdiklerini bildirdi. Rice yazısında, "Ortadoğu, tüm meselelerine rağmen potansiyelleri yüksek olan bir bölge. Burası dünyanın en büyük üç inancının doğum yeri, manevi mekanı ve aynı zamanda 'öğrenme', 'tolerans' ve 'ilerleme' anlayışının çok eskiden beri var olduğu bir yerdir. Bu bölge, zamanımızın ilerleme anlayışına tamamen katılabilecek , yetenekli ve becerikli insanlarla doludur" dedi. ABD'nin, Ortadoğu'daki değişime tamamen destek verdiğini belirten Rice şunları kaydetti: "Biz bunu gerçekleştireceğiz çünkü, biz bu bölge insanları için daha çok özgürlük ve fırsat istiyoruz. Amerika ve tüm dünyadaki insanlar için daha çok özgürlük istediğimiz gibi." [7]
-“Mossad Bağdat'a yerleşti
İsrail, Irak'ın işgalinden sonra ilk kez Bağdat'ta, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi adı altında bir büro açtı. Mossad'ın şubesi olduğu belirtilen merkez, hedeflerini gizli tutuyor. Iraklılar merkezin derhal kapatılmasını istiyor.
Kaynaklar, Bağdat'ta açılan bu merkezin İsrail'in bir kurumu olan Arap Gazetesi Araştırmaları Merkezi (MEMRİ)'nin bir şubesi olduğunu vurguladılar. Beş yıl önce Washington'da kurulan MEMRİ'nin, Londra, Berlin ve Batı Kudüs'te de merkezleri bulunuyor. Arap dünyası, Avrupa ve İngiltere'de yayımlanan Arapça gazeteleri takip eden MEMRİ, takip ettiği gazetelerdeki önemli makaleleri İbranice, İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca'ya tercüme ederek abonelerine ve özellikle İsrail'in resmi kurumlarına destek sağlıyor. Merkezden istifade eden onlarca resmi kurum dışında, günlük olarak merkezin 35 bin abonesine hizmet sunduğu kaydediliyor. Merkez, dünya genelindeki Siyonist ve Yahudi kuruluşlarının verdiği yardımlar ile çalışmalarını sürdürüyor.
Dr. Suad Bahauddin sözlerine şöyle devam etti: "İsrail'in kurduğu merkez işgal güçlerinin Irak'taki ilk ürünüdür. Bu da gösteriyor ki, Amerika ve İsrail bir bütündür." İsrail'in bölgede yayılmasının önlenmesi gerektiğini belirten Dr. Suad, Arap aydınlarının İsrail'in gizli emellerini ve düşmanca hedeflerini ifşa etmelerinin zorunluluğuna değindi.
Bağdat'ta böyle bir merkezin açılmasından dolayı çok üzüldüğünü belirten Filistinli yazar Muhammed Samara, "İsrail'in gizli servisi Mossad'ı Araplar'ın kalesi olarak adlandırılan Bağdat'ta görmek yüreğimi parçalıyor" dedi. Samara, işgal güçleri ile birlikte ilk kez Mossad'ın Bağdat'a girdiğini ve sızdığını belirtti. Cesur Irak halkının direnişinin umutlarını kamçıladığını belirten Samara, "Filistin ve Irak'taki her iki halk şer güçlerine karşı Araplar'ın asil mücadele ruhunu devam ettireceklerdir. Arap ümmeti her gün yeni kahramanlar doğurdukça, İsrail'in Nil'den Fırat'a büyük devlet hayali gerçekleşmeyecektir" dedi. “[8]
T.Özal bir misyon ve bir misyonun temsilcisi oldu.Bugün o taklid edilmektedir.Çünki toplu şuur ve toplum şuuru bölünmeyi kabul etmiyor.Her renk ve deseni kendisinde toplayacak toplayıcı ve kaynaştırıcı,temel noktalarda birleştirici bir nokta,maya ve kendini yansıtacak bir aynaya ihtiyaç duymaktadır.Bu durum 30 yılda bir de olsa sanki otomatiğe bağlanmış gibi gerçekleşmektedir.
Ortadoğu bir cadı kazanı veya böyle olması istenilmektedir.Türkiye yıllardır pkk belasıyla uğraştırıldı,otuz binden fazla insan bu yolla öldürüldü.Pkk-nın boşalan yerini doldurma çabası sürmektedir.
Irak-İran-Suriye ve Türkiye üçgeni de diyebileceğimiz bölgede,Humeyni-Saddam-Esad-Türk rejiminde bulunan alevi-sünni kavgasıyla kırdırılmaya çalışılmakta ve buna El-Kaide örgütü de çekilip büyük ses getirecek bir faaliyet içerisinde girilmektedir.Bunun küçük örnekleri muhtelif zamanlarda Türkiye’de gösterildi,bir nebze de olsa başarıya ulaşıldı.
Bu yara sürekli canlı tutuldu,kapatılmadı,bununla oraya yerleşme veya oradakileri oradan kaçırmak amaçlandı.Bu da gerek israilin yerleşme politikası,gerekse büyük devletlerin kendi ağırlıklarını hissettirip oraya yerleşmeleri açısından büyük önem arzetti.
Şiilerin lideri El-Hekim’in öldürülmesi olayları fitillemektedir.
Bu beklide devamı gelecek olaylarla yapılan veya yapılmak istenen Suudi Arabistanı da içine almaya çalışarak Sünni-Alevi-Vehhabi üçgenlerini oluşturmak.
”Çok önemli ve soylu bir çaba var ortada. Ya Türkiye'de nice 'Necef suikastları'nın 'MGK Genel Sekreterliği kaynaklı' olarak gerçekleştiği ortaya çıkarsa... 'Sünni-Laik devlet'imizin, bu gibi işlerde Şiiler kadar 'yaman' olduğu ortaya çıkar mı? Ben, asıl onu merak ediyorum...”[9]
Nereden geldiği tam net olarak bilinmeyen Kokular şimdiden çıkmakta bile.Ya bütün bu kirli işleri yapan bilinen isimler ve kurumlar ise?Gelde bu pirincin taşını ayıkla.
Radikalden İsmet Berkan-ın köşesine taşıdığı “Gizli yönetmelik-ve – Psikolojik harekat-kararlarıyla bazı gizli işlerin yapılışını bir teori ile ortaya attı,ancak pek ses çıkmadı.Asker mi idi bu ,derin devlet mi idi.Tıpkı Deli Yürekdeki karanlık işlerin gerçek hayata uygulanması gibi..
“Yönetmelik üstü yapılar var”7.Uyum paketi ile bazı yetkileri tırpanlanan MGK Genel Sekreterliğinin “Gizli yönetmeliği” yeni tartışmalara neden oldu.Yönetmeliğe dayanılarak MGK Genel Sekreterliğine bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığının tüm istihbarat birimlerinin bilgi ve belgelerini elinde toplayarak “halkı yönlendirici”faaliyetlerde bulunduğunun ortaya çıkarılması,akla faili meçhul cinayetleri getirdi.TBMM Uğur Mumcu cinayetini araştırma komisyonu başkanı AK parti Ankara milletvekili Ersönmez Yarbay,MGK Genel Sekreterliğinin istihbari bilgileri tek elde toplamasının doğru olduğunu belirtirken,bu bilgilerle psikolojik hareket yapılmasını eleştirdi.”İstihbarat bilgileri kıskançlıktan bazı bilgileri saklıyorlar;birbirleri aleyhine bilgi,belge topluyorlar”diyen Yarbay,şunları söyledi:”O yönetmelik işin kılıfı.Mızrağın çuvala sığmadığı zamanlar oluyor.Yönetmelik üstü bazı yapılanmalar var.Esas onların kaldırılması gerekir.”[10]
Faili meçhule giden kim olursa olsun,Uğur Mumcu,Bahriye üçok,Taner Kışlalı bütün bunlar sorgusuz infaz olup,tetiğin ucu her zaman herkese ve her yere çevrilebilir.
Deli Yürek filmini seyredince bazen yürekleniyor,bazen hayıflanıyorum.En fazla kahreden olay ise,çaresiz kalınmasıdır.Çaresiz kalması gerekenler her çareye baş vurup elde ederken,çaresiz çare bulması gerekenler ise bu çareden mahrum kalmanın acısıyla yanıp kavruluyor ve kavuruyor.
Ancak vakıa,işin gerçeği bu:Fransadaki Gladyo da olan bu karanlık işler orada olduğu gibi,bizde olan da budur.İster istihbaratın,ister derin devletin,ister sir denilen dış güçlerin,ister halkı temsil eden,ister mafyayı temsil eden kişiler olsun hepside mevcut boşluktan istifade ile meşru sebeblerin arkasına bürünerek gayrı meşru bir şekilde yürütmeye çalışmaktadır.Ancak anlıyamadığım nokta o ki;Büyük oynanan cinayetler hep meçhul kalmakta belki de fazla malum olmasından ileri geliyor.
Deli Yürekteki Bozo Derin devleti,Abi istihbarat ve askeriyeyi,sör dış güçleri,Miroğlu halkı,Savaş Doğan-da mafyayı temsil ediyor.
Harcanan ise olaylardan haberi olmayan veya milleti için fedakârlıkta bulunan milletvekili rolünde oynayan Orhan Yılmaz bey ise bir şeyler yapmaya çalışıpta susturulan gayretli insanları temsil ediyor.Hayali olarak da olsa,hakikatı yansıtan roller gerçek hayatta oynanmaktadır.Karanlık işlerde bulunan herkes bir dayı bulmuş.Mit’den Emekli Mehmet Eymür’ün sitesi –www.atin.org-da da sık sık deşifre ettiği gibi ;”Uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü İkinci Şube'de görev yapmış olan polis memuru Mümin Mandil ile 7 Ekim 1987 tarihinde yapılan bir görüşmenin bant çözümünü veriyoruz.”
“Kamuoyunda 1.nci MİT raporu olarak bilinen ve 1987 yılında basına yansıyan raporun 125 sayfalık ekleri bulunuyordu. Bu eklerin büyük bir kısmı 04 Eylül 1988 tarihli Nokta Dergisi’nin özel eki ile yayınlandı. Bulunması zor olan bu yayını birkaç bölüm içinde sizlere sunacağız.”
“Uluslararası siyaset arenasında lobicilik işini çok ciddiye alan ülkeler sıralandığında Yahudi lobisi ile İsrail, Rum lobisi ile Yunanistan ve Ermeni lobisi ile Ermenistan ilk üç sırayı paylaşırlar. Ne büyük bir şanssızlıktır ki, Türkiye’nin başı bu en güçlü üç lobinin ikisiyle sürekli derttedir. Ama bu güne kadar Türkiye Cumhuriyeti, lobicilik konusu ile ilgili olarak resmi ve bilimsel anlamda dişe dokunur bir mesafe alamamıştır.”[11]
Bunlar sadece kısa alıntılar.Yüzlerce sayfalık detayı tam bir hayret ve vahşet...
Maddi manevi alanda büyük olmak boşluğu kaldırmaz.Hukuk devleti olmak,hukuku herkese uygulamak,peygamberimizin da ifade ettikleri gibi suç işleyen kızım Fatıma bile olsa ona cezayı uygularım misali her alanda hukukun adilane yerleştirilmesi gerekmektedir.
Bütün bu kirli işlerde bir gizlilik ve keyfilik sürmektedir.Kirli işlere bulaşan herkes,mevcut kirlerin üstünün de örtbas etmekte veya açıklarım ha tehdidiyle susturulmaktadır.
Bu konuda kapılar aralanmakta,,kirli çamaşırlar ortaya dökülmektedir.
Mehmet ÖZÇELİK
09-09-2003
[1] Bak.Yeni Şafak.5-8-2003.
[2] Kaynak: Türkiye'nin Siyasi Mes'eleleri. Osmanlı Araştırma Vakfı Yayınları. İstanbul, 1994, shf. 85.
[3] Ferruh SEZGİN/ Yeni Hayat, Temmuz-1998
[4] Vakit.1-7-2003.
[5] vakit.1-7-2003.
[6] Milli Gaz.2-7-2003.....
[7] Yeni Şafak.9-8-2003.
[8] Yeni şafak.17-8-2003.
[9] Tercüman.31-8-2003.Cengiz Çandar.
[10] Yeni Şafak.3-9-2003.
[11] www.atin.org.23-8-2003.