TÜRKLER   VE   OSMANLILAR

 

            Hz. Nuh her peygamber gibi kavmine senelerdir tebliğ görevini yapmasına karşı inanmamaları üzerine,Cenâb-ı Hakkın emriyle bir gemi yapmış,gökten boşalırcasına,yerden kaynarcasına suların yükselmesi üzerine –oğlu Kenan ve hanımı da dahil-kavmi sulara ğark olmuştu. Nuh peygamber ise kendisine inananlarla günlerce gemide kalıp,su üzerinde emniyetle yüzdükten sonra,göğün suları çekmesi,yerin de yutması üzere emniyetle karaya çıkmışlardı.

            Hayatın yeniden başlamasından dolayı Nuh peygambere ikinci Adem denir. Zira tufan tüm dünyayı kaplamıştı.

            Nuh’un üç oğlu vardır. Ham,Sam ve Yafes. Bunlar ayrı yörelere yerleşmişlerdir. Yafes ise Türkistan yöresine terleşmiştir. Rivayete göre,Yafesin Türk adında bir oğlu olup,Türk’ler bu soydan gelmişlerdir. Ayrıca Türk denilmesindeki sebebler arasında:

            1)Dağların eteklerinde oturmaları.

            2)Demircilikle uğraşmaları.

            3)Türemek ve güç-kuvvet anlamınadır.

            4)10. asırda yaşayan ünlü İslam tarihçisi İbn Fakih el Hamadaniye göre;Türkler efsanevi Ye’cüc-Me’cüc seddinin arkasına terkedilmiş oldukları için bu ad verilmiştir,der.

            Tarih-i Taberi-de;Türklerin Yafesin soyundan geldiğini ve Arabdan ve Acemden ne kadar aka yüzlü fukaha,hükema,evliya,enbiya ve bunlara benzer taifeden kim varsa ekseri Sam neslindendir.

            Ve zenginler ve Hindiler ve kara yüzlüler ve kafirler ve zalimler,şefkati olmayan katı kalbli,cebbar sıfatlı kim varsa ekseri Ham neslindendir.

            Bunu da şu olaya dayandırır:Nuh (AS) bir gün yattığında rüzgar üstünü açar,avret yeri görülür. Ham geldiğinde babasını o durumda gördü,güldü,geçti,gitti,örtmedi. Sam geldiğinde örttü ve Nuh (AS) uyandı. Durumdan Sâm’ın kendisini haberdar edip,kardeşinin örtmeyip güldüğünü söyleyince Nuh;

            -Hâm’a beddua ederek” Allah Taala senden gelen zürriyetin şeklini döndürsün.”dediği rivayet edilir.[1]

            Peygamberimiz bir hadisinde:”Onun zürriyyetini yer yüzünde baki kıldık.”[2] âyeti üzerine:”Nuh peygamberin zürriyeti;Sâm,Hâm,Yafes adında üç çocuğundan çoğalarak gelmiştir.”buyurulur.[3]        

            VI. yüz yıl yazarı Menender Türklerden bahsederken:”Her ne kadar toprağa,suya,ateşe saygı göstermekle beraber,yine de kainatın yaratıcısı tek ilaha inandılar.”der. Aynı zamanda Hakan veya Beyler daima –Tanrının inayetiyle- demeyi ihmal etmemişlerdir.

             Tanrı ezeli ve ebedidir. Dede Korkut kitabında –Ölümsüz Mabud- bahsedilmekte...

 

                                               MÜSLÜMAN   OLMALARI

            Horasan valilerinden Kuteybe (705-715) ve Ebu Müslim 745-755) Ceyhun ve Seyhun nehri çevresinde ilerlemeleriyle,İ’la-yı kelimetullahı yayan fetih hareketlerine girişmişlerdir. Böylece burada İslâmın yol açıcıları olmuşlardır.

            Türklerin çehrelerini ve hayatlarını değiştiren,751 yılında Talas savaşında Türklerin Çinlilere karşı Arapları desteklemesiyle başlamıştır.

            Aynı zamanda Türklerin müslümanlarla ilk teması ve tanışmaları,İslâmın dışa hızla açıldığı dönem olan Hz. Ömer’in dönemine rastlar. 650 yılında Hz. Osman zamanında ise bazı Türk beyleri müslümanlığı kabul etmiştir.

            Türklerin İslâmiyeti kabullerinde en büyük özellikleri İslâmiyeti toptan ve kılınç zoruyla olmadan kabul etmeleridir. Böylece inanç ve yaşantıları İslâmi bir hayatta son ve karar kılmıştır.

            İslâmiyeti bulmanın verdiği sevinç ve sürur ile ruhları gibi sarılmış ve gerçekten Kur’an-ın övgüsüne mazhar bir millet olduklarını göstermişlerdir. Âyette:”Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki):Allah,sevdiği ve kendisini seven,mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli),kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu Allah’ın,dilediğine verdiği lutfudur. Allah’ın lutfu ve ilmi geniştir.”[4]

            Bir yandan İslâmın yayılmasını sağlarken diğer yandan da korunmasını sağlamak için taşlara,mermerler ve bir çok yerlere İslâmın damga ve mührünü vurarak asırlarca silinmeyecek şekilde nakşetmişlerdir.

            Emevilerin bir nebzede olsa ırkçı bir politika izlemeleri,Türklerin İslâmiyete girmelerini yavaşlatırken,Abbasilerin (750-1259) iyi münasebetleri,devletin çeşitli kademelerinde,sınır boylarında Türkleri görevlendirmeleri,toplu halde İslâmiyete girmelerini sağlamıştır. Öyle ki zamanla sahib oldukları güç,onları Abbasilerin içinde söz sahibi yapmış ve yetkili kılmıştır.

            1037 yılında Orta Asya da müslüman-doğu Selçuklu devletinin kurulup genişlemesiyle bütün orta asya Türkleri,Selçuk imparatorluğuna katılmış ve böylece İslâmiyeti de kabul etmiş oldu.

            Gerçek manada Türkler,Türklüklerini ve benliklerini İslamiyet ile şereflenmekle bulmuş ve geliştirmişlerdir.

            Türklerin İslâmiyete kazandırdıklarıyla beraber,İslâmiyet Türklere çok şey kazandırmıştır. Türkler müslüman olmakla göçebe hayattan devlet oluşa geçmiştir. Çeşitli ilim-kültür-sanat dallarında görülen eserler inşa etmişlerdir.

            Özetle;maddi ve manevi bütün sahalarda örnek bir vasfa sahip olduklarını göstermiş oldular.

            Türklerin İslâmiyeti kabulünden sonra asıl kilit,Alparslan’ın Romen Diyojen-e karşı 1071’de giriştiği Malazgirt zaferiyle açılmıştır. Anadolunun kapıları sırtlarına kadar açılmış,yayılma,İslâmiyeti yayma,İ’la-yı kelimetullah devresinin başlangıcını oluşturmuştur. Asırlık ağacın çekirdeği artık atılmış oldu.

            Bir kanundur. Her zaman için çıkış,yükseliş de zamana ve güce ihtiyaç vardır. İster merdivenleri çıkma,ister belli bir mertebeye gelme,isterse de dünyaya hükmetme... Ancak iniş öyle değildir. Şöyle ki;kar tanelerini yuvarlaya yuvarlaya bin bir güçlükle zirveye kartopu olarak çıkarılır. Ancak inişi için hafifçe bir yuvarlamak yeterlidir.

            İşte Türk milleti de tarih sahnesine sabır ve azimle çıkmış,200 yıl süren haçlı sürülerinin önünde –azlığına rağmen- dimdik ayakta kalmayı başarabilmiştir.

            Bu çıkış ve yükseliş İstanbul’un fethine kadar devam etmiştir. Yıl 1453. Fatih’in İstanbulu fethiyle yeni bir çağ açılmış oluyordu. Köhnemiş bir devlet yıkılırken,zulmün önüne de sed çekiliyordu.

            Türk devleti kendini tarihe altın sahifelerle yazdıracak ve yadettirecek döneme adaletiyle,şefkat kucağını her millete açmasıyla,şan-şeref simgesi olan mührünü vuruyordu.

            İslâmın bahadır evlatları olan ilk müslüman Türk devletlerinden Karahanlılar,Gazneliler,Selçuklular,Osmanlılar İslâmın yücelmesine memur edilmişlerdi.

            Ölümü hayata tercih eden bu necib millet dönmeye değil,ölmeye gidiyordu. Baç ucundan ayırmadığı parolası ise;”Ölürsem şehid,kalırsam gaziyim.” düsturu,bir kıble halini almıştı.

            O halde ölmek için savaşanın karşısında,ölmemek için savaşan dayanabilir miydi? nitekim dayanamadı da... Biri ölmek için savaşıyor,diğeri ölmemek için çırpınıyor!

            Türkler için artık İslamiyet etle-cilt gibi birbirinden ayrılmaz bir özellikte... Bundan dır ki;nerede bir Türk varsa müslümandır. Müslüman olmayan Türk,Türk dahi değildir. Macarlar ve Bulgarlar gibi...

            Cihad[5] ruhuyla memleketler fethedilmekle beraber,gönüller de fethediliyor ve İslâmın nişan ve alameti olan eserler oralara yapılıyor ve dikiliyordu.

            Bediüzzaman Hazretleri Türkler için:”Türkler hakkında sena-i peygamberi muhakkaktır. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiş. Hadis var. Bir nümunesi sultan Fatih hakkındaki hadistir.”der.[6]

            Hz. Ali’de:”Sanki onları yüzüne,kalkan derisi geçirilmiş bir topluluk gibi görüyorum. Beyaz ipek ve has ipek giyiyorlar. En güzel atlarım kendilerine saklıyorlar. Onlar ölüme şiddetle giderler hatta,yaralı öldürülenin üzerine yürür. O diyarda kurtulanlar esirlerden daha azdır.”der.[7]

            Hadiste:“Habeşliler ve Türkler sizi terk ettikleri müddetçe sizde onları terk ediniz.”[8]

            “Türklerle savaşılmadıkça kıyamet kopmaz.”[9]

            Kostantiniyye (İstanbul) fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emirdir;ordu,ne güzel ordudur.”[10]

            Ebu Hureyre’den:”Siz Acem’den (Arab olmayan) Huz ve Kirman beldeleri ahalisiyle muharebe etmedikçe kıyamet kopmaz. O kavmin yüzleri kırmızı,burunları yassı çökük ve gözleri küçüktür. Sanki onların burunları döğülmüş kalkandır,ayakkabıları kıldır.”(Buhari) Tatar olan Cengiz,Timur ve onun askerleri gibi...

            Bu muhteşem devletin temelinde Allah rızası ve ihlas yatar.

            Nitekim Tuğrul bey mağlub ettiği Gazneli kuvvetlerinin sultanı Mesud’a sadece şunu yazıyor ve inanıyor ve devletini de o inanç üzere tesis ediyordu:”Ey Allahım! Mülkün asıl sahibi sensin. Sen mülkü dilediğine verir,mülkü dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar,dilediğini zelil edersin. İyilik yalnız senin elindedir. Sen her şeye hakkıyla kadirsin.”[11]

            Bu inançtır ki onu dünyaya hakim kılıyordu. Başlangıcı ise:”Ertuğrul beyin tahtı tasarrufunda olan yerler,Ankara Karacadağ ile kesiş dağına kadar mümted olan (uzanan) Söğüt nahiyesi ve Sultan özü gibi münbit ovalardan ve Domanic dağı gibi güzel yaylaklardan ibaretti. Hisar ve kaleleri dahi Türkmen kılıçlarıydı.”[12]

           

                                                           OSMANLILAR

            Osmanlı atalarından aldığı şerefli bayrağı Abbasilerden itibaren bin sene dalgalandırmıştır.[13] Oda,içerisindeki yetmiş iki milleti memnun ederek,Öyle ki bir İngiliz yazar (Arnold Toynbee) şöyle der:”Onlar (Hristiyanlar)  İstanbulda “Kardinal-in veya papanın tacını görmektense,Muhammed-in sarığını görmeyi”tercih edeceklerdi”der.[14]

            Osmanlı büyüktür. Bu büyüklük zulümde değil,fazilet ve üstünlüktedir. Napolyon Fatih için:”Büyüklükte ben onun çırağı bile olamam. Niçin?derseniz,bana pek acı gelen bir gerçeği açıklamaklığım icab eder ki,oda şudur:-Ben kılıçla fethettiğim yerleri  hayatta iken geri vermiş bir bedbahtım. O ise,zaptettiği yerleri nesilden nesile intikal ettirmenin sırrına ermiş bir bahtiyardır.”der.

            Osmanlı bir çok organlardan oluşmuş bir vücut idi. Farklı organları temsil eden bir baş idi o. Türkiye Cumhuriyeti ile başlayan yeni dönemde ise;kol,bacak ve baştan soyutlanmış ve soyutlanmakta olan bir vücut kaldı geriye. Arap dendi;ayrıldı,Kürt dendi;ayrılmaya çalışıldı. Küçültüle küçültüle küçük kaldı.

            Şimdiye kadar dünyada 16 medeniyet çıkmış ve batmıştır. Osmanlıda zahiren batmıştır. Fakat kendisine inananı da,inanmayanı da geride onun gitmesinden öksüz ve ağlar halde kalarak... Çünkü Osmanlının insanlara yaklaşımı maddi hedef değil idi. Gayrı müslime dahi yaklaşımı onun kalbini İslâma ısındırmaktır. Hatta dini,İslâmi inanç ve kültürleri kuvvetli olup,İslâmı hayatında yaşayan müslüman aileleri gayrı müslimlerin bulunduğu yerlere nümune olarak yerleştirir,böylece İslâmi tebliği icra ederdi.

            Osmanlı büyüktür. Bu konuda Muhammed Abduh [15]şöyle der:”Müslümanlardan her kalb sahibi bilir ki,Osmanlı devletinin muhafazasına çalışmak,Allah’a ve peygamberine imandan sonra imanın üçüncü rüknüdür. Zira,Osmanlı devleti,dini tam manasıyla ve bütün gücüyle omuzuna yüklemiş bulunan İslâmın tek güçlü devletidir. Ondan başka dini koruyacak devlet mevcut değildir. Ben,Allaha hamd olsun,bu akide üzerindeyim ve inşaallah böyle yaşar ve ölürüm.”der.[16]

            Osmanlının büyüklüğünü insaflı bir batılı Rene Grousset şöyle ifade eder:”Biz Avrupalılar haçlı seferleri sırasında şövalye ruhunu,asaleti,erkeklik ve insanlık vasıflarını Türklerden öğrendik.”der ve devamla”La race Turgue,La race İmperiale de la vertuda L’islâm...Türkler ki,İslam faziletinin hakim ve muhteşem soyudur.”ikrar etmek zorunda kalır.

            Her kemalin bir zevali,her çıkışın bir inişi olduğu gibi;Fatihle tamamlanan zirve Kanuni ile yavaş yavaş inişe geçmektedir. Evet kanun adamı Kanuni ile... Bütün zamanların kendisi gibi muhteşem kalacağını düşünen o muhteşem insanla başlar. Bir emirle Fransanın iç işlerine karışıp,açtıkları erkekli-kadınlı işretli hayatlarına aynı gün son veren insan. İçimize kadar haçlı seferleriyle girip bizi keşfeden batılıyı,bizde keşfetmeye çalışırız.

            Bu körü körüne batıya açılmanın ilerdeki nesillere getireceği zararları Kanuninin Şeyhul İslâmı Zenbilli Ali Efendi basiret ve ferasetiyle bilmiştir. Kanuni o günlerde batıdan İstanbula kırk çeşmeler adıyla bilinen kırk çeşmeleri getirir. Zenbilli Ali Efendinin de iltifatını kazanmak için:”Getirdiğim kırk çeşmeleri nasıl buldunuz?”dediğinde cevaben:”Kanuni,Kanuni,öyle bir bok sıçtın ki,üzerinden bu çeşmeler kırk sene aksa temizleyemez.”der. Zira batıyı taklide atılan ilk adımdır. Batının kokmuş ve kokuşmuş,değersiz değerlerine talib olunmaktadır.

            200 yıllık haçlı seferleri batı için yenilgi olmakla beraber,yenmeyi öğrenmek olmuştur.

Bununla medeniyetten mahrum olan batı gerçek medeniyeti görmüştür. Ve düşmanını dışarıdan yenemeyeceğini,ancak iç-den yıkabileceğini anlamıştır. Ağacın gövdesini kemiren kurt misali... Artık batı kurdu kök salmış,asırlık çınar ağacı misali Osmanlının gövdesine girerek kemirmekte ve sonuç da muvaffakiyetle neticelenmektedir.

            İç isyanlar,1789 Fransız ihtilali,93 harbi Osmanlının sırtında tam bir kambur ve yıkılmasında rol oynayan faktörlerdir.

            Artık Osmanlı da eski satvet ve haşmet kalmamış,gitmiştir. Mesela;16-Temmuz-1877’de Niğbolu da düşmana ancak 200 kişi karşı koyarken,7000 kişi teslim oluyor,300’ü yaralanıyor. Bir tek kişi kalıncaya kadar müdafaa şuurunun olmayışı 7000’i teslime mecbur ediyor.

            Rus generali Krodner’in ifadesiyle:”bu teslim olanlar,bizim bildiğimiz Türkler değillerdir. Bu milletin büyük bir bünye ve karakter değiştirmekte olduğunu zannediyorum. Ya tarihte okuduğumuz Türkler başka bir milletti veya bunlar başka bir kavim.” [17]             

            Yani ya bunlar onlardan değil,yada onlar bunlardan... İşte korkunç bir değişme. Bu değişme batının da değişmesine sebeb olmuş,eski hal yeni hale dönüşmüş. Nitekim 1840’da Vatikan Kardinali Francesko Robaldini şöyle der:”Eğer,Müslüman-Türklerin fütuhatlarının ilk 250 senesi içindeki düzenleri,kendilerince bozulmamış veya dış etkilerle sarsılmamış olsa idi,bu gün hristiyan avrupa,hala kudretinin ilk basamaklarında emekler durumda olurdu. Yoksa,İsl

1mi azametin Türkler eli ile yayılan mana ve maddesi karşısında direnişimiz,mümkün olmazdı. Müslüman-Türk devletinin inhitatı Avrupanın itila sebebidir. Aksini farzetmek dahi ürkütücüdür.”der.[18]         

           

                                            OSMANLI DA   DİN   VE   HUKUK

            Osmanlı devleti bir islâm devleti olduğu gibi,anayasasında da İslâm Hukuku esastı.[19] Osmanlı padişahları Yavuz Selim’den itibaren hem sultan ve hem de  (bütün İslam aleminin reisi itibariyle de)halifedirler.[20]

            Osman gazi vasiyetinde oğlu Orhan gaziye:”Adil ol,merhametli ol,iyi adam ol,halkı eşit olarak himaye et,İslâm dinini yay ve genişlet,yer yüzünde hükümdarların görevi budur. Ancak böylelikle Allah’ın lütfuna erişirsin. Bilmediklerini bilginlere danış.”[21]

            M. Hamidullah Türklerin İslâm hukukuna da büyük hizmetlerde bulunduğunu ifadeyle şöyle der:”Eski Türkler dünyanın hiçbir yerinde ,ne Romalılarda,ne Çinlilerde,ve ne de diğer milletlerde mevcut olamayan bir hukuk ilmini icat etmek kabiliyetini gösterdiklerine göre öyle ümid edilir ki yeni Türkler,mazilerinin mirasını tetkik ve onların kıymetini takdir ettikten sonra diğerlerinden iktibas ve onları takib yerine,başkalarına yeniden şerefli bazı şeyler vermeği ve onlara rehber olmağı bileceklerdir.”der.[22]

            “Selçuk devletine devlet işleri askeri,idari,mali,şer’i ve hukuki,tahriri olmak üzere beş kısım (idi)...                         ...Bilhassa Nizamul Mülkün vaz’ ettiği kaidelerle,İslâmi ve milli örf ve an’anelere dayanarak monarşik sistemde vatandaşın devlete karşı olan hukukunu muhafaza edecek ve milli menfaatı kaim kılacak bir idare tarzını kurmakta muvaffak olmuşlardır.”[23]

A.de la Motraye eserinde:”Osmanlı Türkleri umumi ve ferdi ahlaklarının ciddiyetini,Kur’an-ın iffet ve haya hükümlerine borçludurlar. Ahlaki ve dini bir hukuk sisteminin zaruri bir neticesi olan bu hali,barbarlık,örf ve adetlerinden,milletin göçebeliğinden ve kocaların kıskançlığından doğmuş göstermek haksızlıktır.”der ve İstanbulda kaldığı 14 sene içerisinde bir hırsızlık olayına da rastlamadığını ifade eder.[24]                                                                                                                      İslâmiyeti bünyesinde barındıran Osmanlı,İslâmdan ve onun müessisi olan Peygamberimizden aldığı ruh ve inanç ve müsamahakarlık ile bir çok din,ırk,milletleri içinde barındırmıştır.

           Osmanlı şeriat hükümleriyle amel etmekteydi. Onun kaynağı Kur’an ve Rasulullahtı.

           Mis” piskoposunun “şark ile sair memleketlerin vasfı” adlı serinde;Hz. Muhammed tarafından Sina rahipleriyle umum hristiyanlara verilen beraat’ta;           

            “1)Her kim bu ahitnamenin hükümlerine muhalefet ederse Allah’ın ahdine (emrine)muhalefet etmiş olur ve kim olursa olsun lanete müstehak olur.

         2)Rahiplerden herhangisi seyahat ederek bir dağ,tepe,,köy,deniz veya çölde veya bir manastır,kilise veya mabette yerleşirse himaye olunacak,kendisine her  türlü kolaylık gösterilecek,malı ve canı muhafaza edilecektir.                                  

           3)Bunlardan bir gûna (hiçbir) vergi veya cizye alınmayacak,böyle bir şey itasını mecbur edilmeyeceklerdir.

           4)Bunların hakimleri,valileri değiştirilmeyecek,bu memurlar memuriyetlerinden azledilmeyeceklerdir.                                              

           5)Seyahat esnasında bunlar,bir guna (hiçbir) tecavüze uğramayacaklardır.

           6)Bunlar,kendilerine ait kiliselerden ihraç edilmeyeceklerdir.                            

           7)Bunların hakimleri,valileri,zahitleri,müritleri,hizmetçileri her hangi bir vergiye tabi olmayacaklardır.

           8)Bu ahde tecavüz edenler,ilahi emre tecavüz etmiş olurlar.

           9)Dağ başlarında münzeviyane bir hayat yaşayanlar vergi ve aşara tabi değillerdir.                        

           10)Mahsullerin bereketli zamanlarında halk bunlara bir hisse vermelidirler.

           11)Harb zamanlarında bunlar,ikametgahlarında ihraç edilmeyecekler,harbe iştirake icbar edilmeyecekler ve kendilerinden bir şey taleb olunmayacaktır.

            (Bu maddeler rahiplere müteallik her şeyi mutazammın olduğu gibi,gelecek maddeler bütün hristiyanlara ait hususları izah etmektedir.)

            12)Mukim (yerli) olan hristiyanlar,ticaret ve servet sahibi olanlar vergi verirler.

            13)Hristiyanlardan başka bir şey alınmaz.

            14)Şayet bir hristiyan kadın bir müslümanla evlenecek olursa,kocası onu kiliseye gidip akidesine göre ibadet etmekten men etmeyecektir.

            15)Hristiyanlar kiliselerini tamir etmekten men olunmayacaklardır.

            16)Bu şartlara riayet etmeyenler,ilahi emirlere muhalefet etmiş sayılırlar.

            17)Bunların aleyhinde bir kimse silah taşımayacak,aksine müslümanlar,onları müdafaa edeceklerdir.

18)Müslümanlar,bu ahitnamenin hükümlerine devamlı olarak riayet edeceklerdir.              

Bu ahitnameye,tanınmış sahabeler şahit olarak imzalarını koymuşlardır. Bütün bu izahat Hz. Muhammed aleyhinde vuku bulan ikinci ithamında asıl ve esastan âri olduğunu gösterir.” Ve James A. Michner’de şöyle der:”Bir gün bir musevi,Muhammede gelir,ileri gelen erkandan biri kendisinin dini hislerini incittiğini ve Muhammed’in Musa’dan üstün bir peygamber olduğuna dair bir ifadede bulunduğunu söyler. Peygamber o zata döner ve der ki:”Böyle bir şey söylememeliydin. Başkalarının itikadına saygı göstermek lazımdır.”

Ed Montet’de:”Yaptığımız müşahedelerden ve tesbit ettiğimiz vak’alardan anlaşıldığına göre,İslâm dini gelişmekte ve ilerlemektedir. Bu hususu,bütün din propağandacıları ve hristiyan misyonerleri böylece kabul ve tasdik ediyorlar.”

İşte İslâmın bu birleştirici özelliğini Osmanlı uyguluyordu. Yani:”Hz. Muhammed’in müezzini Bilal-i Habeşi,İspanya fatihi Tarık bin Ziyad birer zenci idiler. Kendisine ordu kumandanlığı verilen Hz. Zeyd,Hz. Muhammedin azatlısı idi. Zeydin oğlu Üsame de Hz. Ebubekir tarafından Bizansa gönderilen ordunun kumandanlığına getirilmişti. Delhi’nin ilk müslüman hükümdarı ve Hindistan İslam devletini kuran Kutbiddin-de azatlı bir köleydi. Meşhur Mahmut Gaznevi-de keza bir kölenin oğlu bulunuyordu. Hristiyan aleminden böyle bir tek misal gösterilmez.”[25] 

           Osmanlıyı altı yüz sene ayakta tutan sır burada yatmaktadır.  Bununla beraber uyguladıkları bu mesele,binlerce meseleden bir meseledir.

            Tebaa-i devleti Osmaniyenin hukuku umumiyesi”nin sekizinci maddesinde;”Devleti Osmaniye tabiiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhebden olur ise olsun bila istisna Osmanlı tabir olunur. Ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve iza’a edilir.”[26] hükmüyle maiyyetindekine aynı muamelede bulunur,iftirak ve inşikaka vesile olacak durum bulunmazdı.

 

                                          OSMANLI    VE   YAHUDİ

            Osmanlının yıkımında yahudinin büyük rolü olmuştur. Her vesileyle Osmanlıyı yıkmak için çeşitli entrikalar ve planlar ile,kendilerine yapılan ihsan ve iyiliği su-i istimal etmişledir. Lord Gürzon’un ifadesiyle:”Bu Kur’an müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakiki hakim olamayız. O halde,ya bu Kur’an-ı ortadan kaldırmalıyız ki,bu mümkün olmayıp,bizden öncekilerde yapamamıştır. O halde müslümanları Kur’an-dan soğutmalıyız.” Ve böylece Osmanlının inancına ve imanına el atılmıştır.

            Misyoner Takyl:”İslâm ülkelerini Avrupa usulü din dışı okulların inşasına teşvik etmemiz gerekir. Çünkü bu tip okullarda okuyan müslümanlardan çoğunun Kur’an-a ve İslâma olan itikatları sarsıldı.”

            Misyoner Lawrance Brawne:”Avrupa batı sömürüsünün karşısındaki yegane engel İslâmdır.”                                                       

            Müsteşrik Galdenir:”İslâmdaki gizli kuvvet... İşte Avrupayı korkutan odur.”

            Hatta şimdi de körfez savaşı münasebetiyle –Le Monde- gazetesinde yayınlanan bir fransız istihbaratındaki yetkili şöyle der:”Bu savaşın (körfez),Arap dünyasını ve müslümanları böleceğine inanmak ahmaklık olur. Planlananın aksine yakın  bir gelecekte İslâmiyet,batının başına Saddam kesilecektir. Meydana gelecek yeni düzenin içerisinde en karlı konumu Türkler alacaktır.

             (....)Sonuç olarak şunu söyleyeceğim:Türkiye devletinin en dindar ve en akıllı devlet başkanı olan  Mr. Özal’ın müslümanlara olan düşkünlüğünün batıya olan tebessümünden daha samimi olduğu unutulmamalıdır.”[27]                                                

            Korkunun kaynağı İslâm. Eski haşmet olmamasına rağmen... Bizim iki mislimiz olup,sahipsiz,bir zamanlar bize bağlı iken birbirinden kopuk yaşayan,sadece şu Rusya’daki Türkler olmadığı halde ki;Azerbeycan,Kazakistan,Kırgizistan,Türkmenistan,Özbekistan,Balkar,Başkır,Çuvaş,Gagavuz,Karaçay,Karakalpak,Kumuk,Nogay,Tatar,Yakut,Altay,Dolgan,Kakas,Şor,Uygur,Kalmuk,Çeçen,Kabardınve Çerkesler...”[28]

            Alman bilgini Dr. Filozof P. S. La Tour’a göre:”Yahudiler ile olan çarpışmada, yüzlerce sene İslâm çevresi olarak hristiyan batı dünyasında geniş bir toleransla karşılaştı. Bu gün ise tarihi bir hatırlama olarak müslümanlar galeyana geliyor. Peygamberin Medinedeki durumunu hatırlıyor. Medinedeki güçlü yahudi cemaatı Mekkeden gelen mutaassıp vaizler ile alay ederek hor bakmışlar ve küçük görmüşlerdi ve bunun için korkunç şekilde cezalandırmışlardı. (Beni Kaynuka ve Beni Nadir yahudi kabilelerinin Medineden sürülmelerinden sonra yahudiler Beni Kaynuka-Kureyza gazası sonunda öldürülmüşlerdi.[29] Ve bununla kıyamete yakın müslümanlarla yahudilerin çarpışıp,arap yarımadasında yok edileceği ifade edilir. Hem İncil,hem de Avrupalı sosyologlarca da onaylanmaktadır.

             Aynı tolerans şu anda da fazlasıyla caridir. Hristiyan dünyası;misyonerlik adıyla hristiyanlık propağandası yapmakta,gerçek hristiyanlığı değil,Pavlos-un fikirleri yayılmaktadır. Propağanda için her şey onlarca meşrudur. Prof. Günay Tümer’in Doçentlik tezindeki tesbitte de anlatıldığı üzere,Hz. Meryemin mezarının Efeste olmadığı isbat edildiği halde,propağanda aracı olarak kullanılmaktadır.[30]    

            Hedef haçın hilale galibiyetidir. Burada amaç;önce karşıdakinin kültürünü tahrib etmek veya boşluklarından istifade ile kendi fikirlerini empoze etmektir.

            Akif şiirinde der:

                “ Misyonerler gece gündüz çalışırken acaba

                  Oturup vahyi ilahiyi mi bekler ulema.”            

            Amerikalı gazeteci Michael Drosnin bunu;Atomik soykırım,üçüncü dünya savaşı olarak ifade eder,Tevrattan çıkarmış olduğu şifreler ile...

            Hadis-de:”Müslümanlarla yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki taş ve ağaç der:Ey müslüman gel,arkamda yahudi var,öldür.. Ğarkad ağacı hariç,o yahudi ağacıdır.”[31]

            Büyük müfessir Mehmet Vehbi efendiye de bir yahudi:”peygamberiniz,müslümanların yahudileri teker teker yakalayıp öldüreceklerini söylüyormuş. Bak yahudiler devlet bile kurdu.”deyince o zatta:” Ben de düşünüyordum,müslümanlar teker teker bu yahudileri nasıl bulacak,böylece sen beni aydınlattın. Teker teker aramaya gerek kalmadı. Toptan olmuş oldu.”der.

            İzak Şamire’de:”Kur’an-da müslümanların yahudileri yok edeceği”söylendiğinde o başbakan:”O dediğiniz Kur’an-ın bahsettiği müslümanlar. O da onlarda yok.”der.

            Selefi,Deylemi ve ibni Adiyy-aynı şekilde İbni Hacer’in hadis ve fetvasında da olduğu üzere hadis-de:”Men lem yekün indehu sadakatün fel yel’anil yahud-Kimin yanında fakire sadaka verecek parası yoksa yahudiye lanet etsin.(aynı sevabı kazanır.)”[32]       

            Hadiste:”Yahudi milleti olmasaydı,et kokmazdı.”buyurulur. Hz. Musa döneminde çölde bulundukları dönemde Cumartesi gününü oruçlu geçirmeleri gerektiği halde,bir gün öncesinden saklamalarından dolayı,ertesi günü kokmuş olarak etlerini bulmuşlardır. Bir ceza olarak...

            Menfaat demek olan batı kendini büyütmek ve dinini hakim kılmak emelindedir.

            Nitekim 1916 Aralığında İngiliz başbakanı olan Loyd Corc,hatıralarında şöyle der:”İngiliz imparatorluğu için Türkiye ile savaşın özel bir önemi vardır. Osmanlı halifesi İslam dünyasının başı idi ve İngiltere imparatorluğu için de her yerden fazla müslüman vardı. Bu yüzden bizim Türkiye ile savaşımız nazik bir işti. Türk imparatorluğu bizim doğudaki  büyük ülkelerimizin deniz ve karayolları üzerinde bulunuyordu. içinde imparatorluğumuzun ana can damarı olan Süveyş su yolunun geçtiği Mısır,Türk hükümranlığı altında idi,dolayısıyla imparatorluğumuzun gidiş ve geliş yolları ve doğudaki prestijimiz bakımından Türklerin bize savaş ilan eder etmez yenilip itibarlarını kaybetmeleri çok önemli idi. İngiliz imparatorluğunun güveni bakımından Türkler üzerinde çabuk zafer kazanılması yönünün gerektiği inkar edilemez.” devamla[33] Loyd Corc,Allenby-yi Filistine savaşa gönderirken:”Kudüsü hristiyan alemine bir noel armağanı olarak sunmak üzere ele geçirmesini”ister.[34]

            Yahudilerin şu zamanda veya bazen mazlum rolüne bürünmesi;hayatını zulüm üzerine bina eden birinin,hayatının bir safhasında yine zulmünün lekesinin başkasının zulmünün lekesiyle birleşmiş haline benziyor. Tıpkı ağlayan veya ağlama görüntüsü veren,zalimin görüntüsü gibi.

            1904-de ölen siyonist Herzl-in bir tezi de,yahudilere karşı bir düşmanlığı geliştirerek,onların Filistinde devlet kurmalarını sağlamak...[35] 

            6 milyon yahudinin soy kırım iddiasının yalan olup gizlenerek,belki saptırmaca ve tifodan ölen insanların salgını engellemek gibi sebeblerin olduğu ifade ediliyor. Yakıldıklarına dair ne açık belge,ne de bulunan yerin bunu göstermediği ifade edilmektedir.[36]                                       

            Fransa da bulunan Roger Garaudy,bu noktada yahudilere dokunduğu içindir ki,1998-de 9 ay mahkumiyetle cezalandırılır. Suçu;2. dünya savaşı sırasında 4 milyon kişi mi,yoksa daha mı az? Ve gaz odaları ve onların mevcudiyeti doğru mu?dediğinden mahkum edilir.

            Herzl-e göre;yahudiler ayrı bir din ve ayrı bir kültür yerine ayrı bir devlet meydana getirmek amacıyla,içinde bulundukları diğer uluslardan ayrılmalıdırlar.[37]

            Herzl:”Yahudiler ve yahudi olmayanlar uyum içinde bir arada yaşayamazlar.”[38]

            Naziler yahudileri Alman toplumunda ne denli çok dışlarlarsa,bu yahudilerden kurtulmak için siyonizme de o kadar ihtiyaç duyacaklardı.[39]

            Siyonist ekipte yer alan haham Joachim Prinz;dünyada yahudi sorununun çözümü için Almanya kadar çaba gösteren bir başka ülke daha yoktu. Yahudi sorununun çözümü? bu bizim siyonist rüyamızdı zaten!Biz hiçbir zaman yahudi sorununun varlığını reddetmedik ki! Yahudilerle Almanların birbirlerinden ayrılması;bu bizim en büyük isteğimizden zaten![40]

            Robert Weltsch:”Tarihin kriz dönemlerinde yahudi halkı hep kendi suçlarının cezasını çekmiştir. En önemli dualarımızdan birinde;”Günahlarımız yüzünden yurdumuzdan sürüldük”ifadesi kullanılır...[41]

            Yahudi zulmeder,Hristiyan alkışlar...

 

                                              BATI       VE        VAHŞET              

            Batıyı yine kendilerinden okuyalım;Alman Prof. Filozof H. Waldenfers-e göre “Hristiyanlık eşittir,Avrupa dini demektir. Hristiyanlık eşittir,beyazların dini demektir. Hristiyanlık eşittir,galip ve zulmedenler demektir. İlk defa bu gün batı dünyasında daha güçlü bir kitle bunu idrak ediyor ki,koloni (sömürge)hakimiyetinin kati olarak sona erdiği yerlerde ve daha önceki kolonilerde,kısmen acı çözülme hadiseleri esnasında genç topluluklar ve milletler ortaya çıkmıştır.”Gerçek bir itiraf.

            Osmanlı ise adaletlidir. Gittiği yerlere adalet götürmüştür. Nitekim hutbelerinde devamlı okunup,hala süregelen:”Allah adalet ve ihsanı emreder...hakikatını hakkıyla yerine getirmiştir. Batılının da itirafıyla,ihsanından dolayı koca imparatorlukta bir dilenciye bile rastlanmamıştır.[42] 

             Batlı zulmüyle simgelenmiş,bir yandan insanları açlıkla cezalandırırken,diğer yandan donmalarına sebeb olmuş. Mesela zulüm abidesi olan john Pershing-in adını,yaptığı füzelerine vermiş,onun zulmünü iftiharla simgeleyerek,geleceklere örnek kılmıştır.

            Kendisine Black Jack (Kara Jak-da)denilen bu vatandaş binlerce insanı öldürmesine mukabil,mükafeten ABD-leri genel kurmay başkanlığına kadar terfi ettirilmiştir.              

                                         

                                          KİMMİŞ MEDENİ    -     KİMMİŞ DENİ ?

Milletler arası kızıl dereli konseyi başkanı Antonio Gonzeles:”Kızıl derelilerin de Amerikanın yerli halkı olduğu,1881-de tahsis edilen 640 milyon dönüm dolayındaki yerin1900 yılında 85 milyona,1928-de 30 milyon dönüme düşmüştür ve 500 sene içinde 60 milyon kızıl dereli öldürülmüştür. Ve halen de petrol arama bahanesiyle sürülmektedirler.”[43]                         

            Tam bir vahşet! Vahşete denk bir katliam. Ve yine Amerika tarihde de –Gözyaşları yolu- diye belirtildiği gibi sırf maddi menfaatından özellikle 1837’de Appalachian bölgesinde altının bulunmasından hareketle binlerce kızıl derelinin ölümüne sebeb olan (4 bin) tehcir hareketini zulümle uygulamıştır.

            Kızıl dereliler yok edilmeliydi! Sadece 1849-1859 yılları arasında ölen 70 bin kızıl dereli azdı bile! Çünkü onlar altın kaynaklarının en büyük engeliydi! İşte sefihler tarafından sefalet ve ölüme terk edilen zengin milletin hali! Çünkü onlarca hristiyan olmayan bir kızıl dereli öl dürülmesi sevab-ibadet-zevktir. Hatta kafatasını getirene ödül olarak 5 dolar verilmiştir. Mesela bu kafataslardan birisi de ABD başbakanı Buch’un koleksiyonun da Apaçi reisi Gelonimo-nun kafatası,babasından kalma bir hatıradır.

            Bu vahşeti görenlerden bizzat Amerikan subayı Robert Bent-Kum ırmağı- diye bilinen vahşeti uzun uzun anlatmaktadır. Onlardan;”Kadın,ihtiyar,çocuk denilmeden öldürülüp,barışılması için eline bayrak verilip ortaya çıkarılan 6 yaşındaki çocuk attığı birkaç adımında vurulmuş,kendini korumak için elini kaldıran kadının eli kesilmiş,öbürünü kaldırdığında oda kesilerek o durumda ölüme terkedilmiştir. Husyeleri koparılıp tütün kesesi yapılmış. Kuma gizlenmiş 5 yaşındaki kız görülünce,acımasızca kurşunlanmıştır.”

            Kana susamış köpeklerce parçalattırılıyor,ekinleri yakılıyordu.

            İşte kimmiş medeni,kimmiş deni???

            Tarihi sadece ve sadece kowboyluktan ibaret olan,kelime anlamıyla sığır çobanı olan bu millet,buna rağmen geçmişine ve tarihine sahiptir. Onunla iftihar eder. Bütün ilim ve filimlerini kowboyluk,yani adam öldürme,talan,yıkım,yakım üzerinedir.

            Ancak Osmanlı öyle mi? Binlerce,birbirinden ayrı farklı şan, ve şereflerle,insanlık örnekleriyle dolu,kendi hayatı için başkasının hayatını değil,belki başkasının hayatı için kendi hayatını tehlikeye atar.

            Osmanlıda esas fazilet üzerine iken,Avrupa ve Amerikasında rezalet üzerinedir ve menfaat kıstaslarıyla ölçülür.

            Saadet ve huzur asrı olan asrı saadette Rasulullah Efendimizin amacı savaş değil,savaşı bile insanların hidayetine vesile olacak bir kaynaşma ve tebliğ sahası kabul edilmiş. İşte onlardan bir sahne: Sahabenin birisi müşriği yere yatırıp kılıcını kaldırdığında şehadet getiren müşriği öldürür. Bu haber peygamberimize ulaştığında:”Niçin bunu yaptığını sorar. Oysa adam kelime-i şehadet getirmiştir. Harpten maksat kelime-i şehadet getirmelerini sağlamak değil midir? “deyince cevaben:”Ya rasulullah! O adam ölüm korkusundan şehadet getirdi.” Rasululllah-da:”Kalbini yarıp baktın mı?”diye yanlış yaptığını belirttiğinde sahabi:Bu durumla karşılaşmaktansa o ana kadar doğmamış olmayı temenni eder.

            İşte hayat.;başkasının sırtına basıp,asalak gibi başkasının kanıyla beslenmek,yılan gibi zehirlemekten zevk almak değil,belki aksine başkasının kendinde dirilmesi ve yükselmesini sağlamak fazilet ve kadirşinaslığın en güzel timsalidir.

            Amerikanın yaptığı bu gaddarâne ve barbarâne hareketi ancak 1973’de Marlon Brando ve çok sayıda yabancı basın tarafından tel’in edildi. Binlerce insanın,kızıl derelinin kanı deniz olup taştıktan sonra... Vaz geçildi mi? Elbette hayır. Çünkü yapı aynı yapı,soy aynı soy...

 

                                              OSMANLI   VE   ARAP

Bu iki muazzam devletleri Türk ve Arabı birbirlerinden soğutan ve ayıran sebeblerin başında İslâmiyetten uzaklaşma,ortak ve en kuvvetli bir bağ olan iman bağının zaafa uğramasıyla,basiretsizlik neticesinde alet olmalar,idarecilerin idarecisizliği ve ilgisizliği gelir.

İşte Lawrens oyunu. O şöyle der:”Araplar gibi binlerce genci ölümlerin en korkuncu olan ateşe atıyorduk. Savaşı kazanmak için değil,Irak’ın pirinç tarlaları,Irak’ın mısır tarlaları ve petrolü bizim olsun diye. Bunu elde etmek için düşmanlarımızı (Türkiye dahi) mağlup etmemiz kafiydi. General Allenby’nin kabiliyeti sayesinde,400 binden az İngiliz askerinin kaybıyla bu zafer sağlandı,çünkü insan kuvveti olarak Türklerin idaresi altındaki arapları bu işte kullanmaya muvaffak olmuştuk. Otuz savaşın hiç birinde İngiliz kanı dökülmemiş olmasından iftihar duyuyorum. Çünkü İngiltere idaresindeki bütün illerin toplamı bile bir tek İngilizin hayatına değmezdi."[44]

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra;ya kendi derdimizin büyüklüğünden veya politika gereği Araplarla ilgilenmeyip kendi hallerine bırakmamız,onları batının kucağına gitmeye ve girmeye sebeb teşkil etmiştir.

Belki N. Berkes’in dediği gibi:”Türk laikliği İslâmcı selefliğe karşıt olarak doğmuştur.”[45] 

Bizdeki Arap düşmanlığımıdır ki İslâm düşmanlığını başlatmıştır? Yoksa İslâm düşmanlığımıdır ki  Arap düşmanlığına kapı açmıştır?

Sevmediğimiz şeylere Arap dememiz ve kaldırılan Arap harflerimi,yoksa Kur’an harflerimi kaldırılmıştır? Halifeliğin kaldırılması onların bizlerden kopması için mi? Ezanın Türkçe,ayet ve Kur’an-ın Türkçe okunması acaba neyin düşmanlığı veya hangi dostluğun,neyin dostluğunun alametidir? Bunlarla amaçlanan nedir? yurtta sulh cihanda sulhla ne yapılmak istenmiştir? Kazanılan ne? Kaybedilenler ise nelerdir? Pek de kahin olmaya gerek yoktur.

Yoksa Araplarla aramızdaki set laiklikten midir? eğer öyle ise,o halde neden Arapların dışındaki müslüman devletlere karşı da set olunmaktadır?  Yoksa İslâma karşı mı set oluşturulmaktadır? Eğer öyle ise kopukluklar gayet normaldir!

İçte yahudi ve masonik faaliyetlerin ve batıya yönelişin de bunda büyük etkisi vardır.

Netice olarak meselenin merkez noktasını Said Halim Paşanın da dediği gibi:”İslâm toplumunu teşkil eden  fertlerin her biri iyi bir müslüman hatta kabilse müslümanların en iyisi olmaktan  başka hiçbir şeyi ülkü edinmemelidirler. Çünkü müslümanların en iyisi,insanların en iyisi demek olduğundan,gayemiz insanların besleyebileceği gayelerin en yücesidir. Bu gayenin en kuvvetli iman ve kanaatlere,en kırılmaz,en faydalı ve feyizli gayretlere kaynak olacağı tabiidir. Bu gaye,kendisinin tek menşe-i olan hakikat kadar hadsiz ve tükenmez,en doğru,en mükemmel bir saadetle insanlığı mutlu kılacak eşsiz bir idealdir.

Türk veya  Arap olsun,İran’lı veya Hindli olsun,zayıf veya kuvvetli,cahil veya alim olsun,her müslüman sadece bu hedefe bağlı ve ona doğru yüzüyor olmalıdır. Ancak bu sayede müslümanlar ahlaki,içtima-i ve siyasi vazifelerini tam olarak yerine  getirebilirler. Emniyetli ve hızlı adımlarla,kurtuluş ve yükseliş sahasında ilerleyebilirler.”[46]          

Irak’ın kurucularından Nuri es-Said Paşa şöyle der:”Osmanlı imparatorluğunda Araplar müslüman oldukları için Türklerle ortak sayılırdı. Hiçbir şekilde ırk ayırımına tabi tutulmaksızın Araplar,Türklerle beraber imparatorluğun imtiyaz ve sorumluluklarını paylaşmışlardı. Askeri ya da sivil tüm mevkiler Araplara açıktı. Pek çok Arap sadrazam,şeyhul-islâm,Paşa ve vali olmuşlardı.”[47]                                          

            Bunlara rağmen şu da vardı;Londra askeri müzesinde bulunan Şerif Hüseyin’in resmi altında şu yazı bulunuyor:”I. Dünya harbinde Türk orduları başkumandan vekili Enver Paşa Çanakkale de Türk askeri tarafından ele geçirilen bu İngiliz filintasını Mekke emiri Şerif Hüseyine hediye etmiştir. Şerif Hüseyin de bu tüfeği Lawrense vermiş,Lawrenste bu silahla Türk askeri öldürdükten sonra bu filintayı ingiltere kraliçesine hediye etmiştir.”[48]          

            Enver Paşanın hatalarından biri de;23 günde 86 bin askerin Sarıkamış taarruzunda verdiği emirle yok edilişidir.[49]

 

                                               OSMANLININ      GERİLEMESİ

           Osmanlının gerilemesinde bir sebeb az gelir. Ancak İslâmın ipine sarılmada gösterilen gevşeklik ve ihmaldir ki,diğer sebebleri de beraberinde getirir. Sonu belirler.

           İbrahim Müteferrika (D.1674) bunu”Risale-i İslâmiye) adlı eserinde:

           1)Kanunları uygulamamak      2)Adaletsizlik        3)Devlet işlerinin ehliyetsiz ellere düşmesi.   4)Bilim adamlarının fikirlerine tahammülsüzlük.   5)Rüşvet ve devlet servetini kötüye kullanma.    6)Modern askeri teknolojiden bilgisizlik.    7)Orduda disiplinsizlik.   8)Dış dünyadan habersizlik[50],olarak sıralar.                    

           Arnold Toynbee’de:”Türkler yalnızca anayasalarını değiştirmekle kalmadılar. (Bu oldukça basit bir iş sayılabilir.) Fakat İslam inancının koruyucusu durumunda olan halifeyi ve müessesesini,tekkeleri,medreseleri,kadınların yüzünden,ifade ettiği bütün şeylerle birlikte peçeyi kaldırdılar. İslâmın temel direklerinden olan,kişinin alnını yere koyarak,kıldığı namazı,kılan insan için imkansızlaştıran şapkayı giymek zorunluluğunu getirerek erkekleri inanmayanlarla  aynı seviyeye getirdiler. İsviçre medeni hukukunu kelime kelimesine Türkçeye çevirip,İtalyan ceza hukukundan alıntılar yaparak Şeri’atı kaldırdılar ve meclisin oylarıyla yasallaştırdılar. Osmanlı edebi mirasının büyük bir kısmını yok saymak pahasına arap harflerini latin alfabesiyle değiştirdiler. Türkiyedeki bu “Herodian” devrimlerinin en cüretkar ve en önemli  değişikliği Türk halkının önüne yeni bir sosyal ideal yerleştirilmesidir. Artık eskisi gibi çiftçi,savaşçı ve insan çobanı olmayacaklardı,ticaret ve endüstri ile uğraşarak,gerektiğinde hasımları yunanlılara,Ermenilere,yahudilere karşı koydukları gibi,batılılara da karşı koyabileceklerini isbat edeceklerdi.” Ve “ Bizim tehdidimizin kurbanı olan Türk,ne yaparsa yapsın gözümüze giremeyeceğini,kitabımız Kitabı Mukaddesten alıntılar yaparak gösterebilir.” Biz size kaval çaldık,siz oynamadınız,biz yas tuttuk siz ağlamadınız.”[51] ve “Çağdaş İslâm dünyasının en ilginç olaylarından birisi,Türkiye cumhuriyetinin geleneksel İslâmi dayanışmayı kabul etmemek için direnmesidir. Türkler”Kendi kurtuluşumuzu kendi ellerimizle sağlamak inancındayız. Bize göre bu kurtuluş ekonomik olarak kendi kendine yeterli,siyasal olarak bağımsız bir devletin batılı bir model üzerine kurulmasına bağlı. Diğer müslümanlar kendi kurtuluşlarını istedikleri yerde arayabilirler. Onlardan yardım beklemediğimiz gibi ,onlarda bizden beklemesinler. Herkes başının çaresine baksın,her koyun kendi bacağından asılır,diyorlardı.”[52] Bu düşüncedir ki onu yıkılışa götürüyordu.

           Sultan Aziz zamanında Rusyanın İstanbulda elçi olarak bulundurduğu ve gaileler açmakla görevlendirilen  general İgnetiyef Türklerin yıkılması hakkındaki itiraf ve hatıratında şöyle der:”Onların bütün meziyetleri hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da,an’anelerine olan merbutiyetten,ahlaklarının salabetinden gelmektedir. Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi rabıtalarını kesretmek,din metanetlerini zaafa uğratmak icab eder. Bununda en kısa yönü,an’anatı milliye ve maneviyelerine uymayan harici fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır. Türkler harici muaveneti reddederler. Haysiyet hisleri buna manidir. Velev ki,muvakkat bir zaman için zahiri kuvvet ve kudret verse de,Türkleri harici muavenete (yardıma) alıştırmalıdır. Maneviyatları sarsıldığı gün,Türkleri kendilerinden şeklen çok kuvvetli,kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile  yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeble Osmanlı devletini tasfiye için mücerred olarak harb meydanındaki zaferler kafi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek,Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden hakikatlara nüfuz edebilmelerine sebeb olabilir. Yapılacak olan,Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır.   

           Benim Osmanlı devleti nezdinde vazifede olduğum esnada bu teşhisler tamamen isabetli tecelli etti.”[53]  Ekilen zakkum tohumları zakkum gibi meyveli ağacı netice verdi.

           Bu millete Osmanlı devleti unutturulmaya çalışılmıştır. Haşmeti unutturulmaya,faziletleri gizlendirilmeye çalışılmıştır. Yani:”Türk hakimiyetinin Avrupadaki gerilemesine ve Türk memleket hudutlarının devamlı olarak kısaldığına şahit olan ve “Hasta adam” diye Türk manevi şahşiyetinin hızlı bir zevale mahkum olduğunu işitmeye alışan bir nesil,Osmanlı imparatorluğunun yükselme devrinde Avrupa da yapmış olduğu tesirleri anlamakta elbette güçlük çeker.”[54]  

          “Elhasıl bu devlet-i âliyenin fezaili pek çoktur,düveli salife içinde emsali yoktur. Müessisi olan Osman Gazi hazretlerinin ahvali tarihiyyesi mazbuttur.”[55]  

           Bütün devletlerin,başta haçlı ve Rus ortak amacı Osmanlıyı yıkmaktı. Altı asırlık gayret  ve çaba bunun için,bütün planlar bunun üzerine dönmekteydi.[56]   

          Osmanlıya her türlü zulüm reva görüldü ve gördük. Son demlerinde bile vatanlarından kovduk. O hanedandan olan Fethi Sami Beyin de ifadesiyle:”Gurbet mahkumu Osmanlılar aç,sefil bir vaziyette yaşadı,hatta Sultan Vahdettinin öldüğünde tabut parası bile verilemedi,tabutu 15 gün kaldırılamadı.

           Sultan Abdulhamidin kendi malı olan,kendi parasıyla satın aldığı –Musul-Kerkük petrollerinden-dışarda iken Vahdettin ingilizlere mektub yazıp pay istediği halde alamamış,Abdulhamidin  büyük oğlu Ahmed’in cenazesi bile bir parkta bulunmuştu.[57]  Bizim onlara yaptıklarımız...

Aynı zamanda Osmanlı sultanları ince ruhlu birer sanatkar özelliğine de sahib idiler.

          1-Kasım-1922 Çarşamba toprağa düşen çekirdek misali,bir buçuk yıl önce yani 23-Nisan-1920’de yıkılmadan,yok olmadan önce ekilmiştir. Taze bir filiz olarak...

 

                                                                                              22-1-1992

                                                                                  MEHMET     ÖZÇELİK

                                              

                                         



[1] Tarihi Taberi. 1 / 103-104,Kısas-ı Enbiya. Ahmet Cevdet Paşa. 1 / 9, 4 / 156, İbnül Esir.Terc. Dr. A. Özaydın.  1 / 70.

[2] Saffat. 77.

[3] İbnül Esir. age. 1 / 70.

[4] Maide.54.

[5] Bak.Kütüb-ü  Sitte. Prof. İ. Canan. 5.cilt.

[6] Denizli ve Emirdağ Lahikası. 2 / 109.

[7] Nehcül Belağa. Çevr.162.

[8] Ebu Davud. 4 / 486.

[9] Tirmizi. 4 / 481,Ebu Davud. 4 / 486.

[10] Mektubat. B. Said Nursi. 105,bak. Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A. Badıllı. 417-418,Camius Sağir.

[11] Al-i İmran.26,İbnül Esir.age. 9 / 365.

[12] Kısas-ı Enbiya.age. 4 / 164.

[13] Bak. Lem’alar (Osmanlıca) B. Said Nursi. 411-412.

[14] Medeniyet yargılanıyor. 170.

[15] Hakkında bak.Ma’ruf ve Münker. S. C. el-Amra. Terc. M. İslamoğlu.sh.18,62,144.

[16] Bak.zaman gaz.Doç.A.Akgündüz. 7-3-1991.

[17] Türkiye gaz. M. Kemal Öke.15-3-1991.

[18] Zaman gaz. İ. Murad.13-12-1991.

[19] İslam Anayasası. Doç. A. Akgündüz. 47,89,Osmanlı Toprak düzeni ve bu düzenin bozulması. Doç. H.Cin.6.

[20] Age.A. Akgündüz.54.

[21] Türklerde Devlet Anlayışı. İ. Parmaksızoğlu.44.

[22] İktibaslar kitabı.(I) A. Coşkun.253.

[23] Age. 257-258.

[24] İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi. A. Gürkan. 192,184.

[25] Age. 141,143,147,183.

[26] İslam Anayasası.age.88.

[27] Sur derg. mart-1991.

[28] Zaman gaz. İ. Murad.13-3-1991.

[29] Agg. N. güroğlu.22-3-1991.

[30] Türkiye gaz.1-3-Eylül-1998.

[31] Müslim. 3 / 2239, Buhari. 8 / 341. H. No.1232.

[32] Acluni. keşful Hafa ve Müzilül İlbas.No. 2606. 2 / 277,zafer derg.1990.

[33] Altınoluk derg. A. Rüstemoğlu. Eylül-1990.

[34] Türk İnkilap Tarihi. Y. H. Bayur. 3 / 422.

[35] Bak. Soykırım Yalanı. Harun Yahya. 12,16.

[36] Age. 47-95.

[37] Age. 12.

[38] Age.11

[39] Age.24.

[40] Age. 22.

[41] Age.22,bak Yahudiler hakkında;sözler B. Said Nursi.422,423.(5. Işık),Bak Kitab- Mukaddesten Tavsiyeler.119-120.İsrailoğulları hakkında.119.

[42] İslam kültürünün garbı medenileştirmesi.age.183.

[43] Türkiye gaz.2-4-1991.

[44] Belgelerle Türk-İngiliz ilişkileri tarihi. A. K. Meram.222.

[45] İslamcılık,Ulusculuk,Sosyalizm. 213.

[46] Buhranlarımız. S. H. Paşa. Hazr. E. Düzdağ. 197-198,bak.zaman gaz.M. Kafkas. 21-3-1991.

[47] Siyonizm ve filistin sorunu. M. K. Öke. 70.

[48] Türk dünyası tarihi derg. Nisan.1989.59,zaman gaz. M. K. 14-3-1991.

[49] Bak.zaman gaz.21-1-1992.İ. Murad.

[50] Agg. M. Kafkas. 20-12-1991,Bak. Belleten. 16 / 718.

[51] Luka.7-32.

[52] Medeniyet yargılanıyor.age.188-189,199.

[53] Age. 310.

[54] İntişar-ı İslam Tarihi. T. W. Arnold. 176.

[55] Türkiyeyi parçalamak için 100 plan.Terc. Y. Üstün. 131,143,149,152,165..

[56] Age. 178,186,191,194-195.

[57] Türkiye gaz.5-9-Ocak-1991.