SAHİBSİZ   BOSNALILAR

 

            İnsanlık vahşetine bir vahşet daha eklendi. 5-Mart-1992’de başlayıp,üç yüz bine yakın insan öldürüldü Bosna da. Bosna’da koca bir batı kusuyor. Küfrün kusmuklarıdır Bosna’daki zulümler. O da dünyayı kokutanların kusmukları...

            Bugün Bosna kurtlar sofrasında paylaşılmaktadır. Kurtlar başı Amerika,baş kurt Amerika. Amerika kurtlarının başı olarak jandarmalık görevini üstlenmiş olmaktadır. Yeni bir tarz ve yeni bir usul ile..yani yeni bir dünya düzeni..diğer adıyla yeni bir imha düzenidir. Nüfus planlamasıyla bitiremedikleri İslam alemini,bu gibi zulümlerle bitirmeye çalışmaktadırlar.

            Batı kurallarını kendi koyuyor,oyununu da ona göre oynuyor. Netice de,kabul eden etmeyen,kabul edilmiştir.

            Bu savaşta yani kurtla koyun mücadelesine yine bir kurt hakem tayin edilmiştir. Oda bir tarafın ellerini bağlarken,öbür tarafı serbest bırakıp müsabakaya meşruluk kazandırmaya çalışarak. Bugün manen bitirdikleri İslam dünyasını,madden de bitirme politikasıdır bu oyun. Sofraya konanlardan etraftaki diğer batı ülkelerine de memnun edici hisseler dağıtılarak zulme devam edilmektedir. Sofra boşalınca doldurulmaya çalışılacaktır. Nitekim Irak,Suriye,Mısır,Bosna-Hersek gibi bir çok İslam devletleri işte bu sofranın sürekli yiyeceklerinden,hazır dondurulmuş gıdalarındandır.

            Bugün Bosna bizim varlığımız için kendisini feda etmektedir. Kale yıkılırsa,işgallerde başlar. Çünki maalesef,bugün dünyayı yaşlı kurtlar parçalamakta ve parsellemektedir.

            Bosna İslâm aleminin bir keffâretidir. Çok pahalı bir faturası,korkunç bir ödeme..uyanacağız,kendimize geleceğiz ve de gelmeliyiz. Ancak ne zaman?

 

            BA’DE HARABİL BOSNA...

            Anlatılır,zalim biri bir gece bir mazlumu yakalayıp döver. Herkes korkudan lambalarını söndürür,pencerelerini kapar. Mazlum bağırır:

            -“Ümmeti Muhammedden yardım edecek yok mu? Biri pencereyi açar ve var ama,gelemez.”der ve pencereyi kapar. Halimize ne kadar da benziyor değil mi?

            Oysa bugün Bosna’da bir tarih yanıyor. Tükenen değerlerimiz. Camiler,medreseler ve köprülerimiz... Yananlar arasında kütüphaneler ve kültürlerin tahribi de payını aldı. 30 bin el yazması eser kül oldu.

            Kanuni’nin veziri Boşnak Sokollu mehmet Paşa kalksa da yurdunun haline bir baksa... Kanuni kalksın da yaptırdığı kaleyi ve hayratını;Sinan’da yaptığı Mostar köprüsünü görsün... Yerinde bugün yeller esiyor. Mostar şehri Osmanlılarca Hersek Osmanlı sancağı ilan edilmişti 1552’de...

            Y.Öztuna’nın ifadesiyle:”Gaziler diyarı Bosna-Hersek,bugün şehitler ülkesidir.”[1]

            Fatih’in fethinin sembolü Ayasofya kapalı diye hüzünleniyorduk. Hüznümüze bir hüzün daha eklendi. Fatih 1463’de fethedip bize yadigarı Bosna’ya da kilit vuruldu. Açılan çağ böylece teker teker kapanmakta,insanlıkta göz göre göre buna göz yummaktadır.

            Dün Bosna’nın sahibi olan Osmanlı vardı,bugün ise yalnız ve sahibsiz bir Bosna var.

            Bosna için her şeyler yapılması gerek. Ya elimizle,ya dilimizle,ya da kalbimizle...

            Birincisini devlet ve ordular,ikincisini bilginler ve yazarlar,üçüncüsünü ise aciz ve âcizeler,elinden bir şey gelmeyenler.

            Anlatılır. Adamın biri ertesi gün borcunu ödemediğinden dolayı uykusu kaçar ve uyuyamaz. Hanımı bunu görünce,sebebini sorar ve öğrenince de pencereyi açar,komşusuna seslenir. Adam çıkınca kadın:”Kocam yarın borcunu vermeyecek.”der ve pencereyi kapar. Kocasına da:”Artık uyuyabilirsin, şimdi o düşünsün.”der.

            Sırplar yapıyor,bizler düşünüyoruz. Artık biz yapalım da varsın onlar düşünsün! Bilinmektedir ki;B.M.,Nato ve tüm hristiyanlık alemi sırp tarafındadır.

            Her dönemde olduğu gibi Bosna konusunda da İngiltere vahşi vahşetini açıkça göstermektedir. İngiltere sadece resmi,mali,askeri konularında sırplara yardım etmekle yetinmeyip,o yardımları sırplara aktarmayı başarmışlardır.

            Bediüzzaman hazretleri İngiltere ve Fransanın haplarını bile kullanmamıştır. Çünkü bu millet hain ve sinsi bir millettir.

            Evet. Sırplar şimdiki yaptıklarıyla ve aldıklarıyla yetinmeyeceklerdir. Dün olduğu gibi bu günde kışkırtıcılık rolünü oynayan ve”Kırım savaşının intikamını almak isteyen Rusya,bu savaştan hemen sonra Osmanlı devletini parçalamaya yönelik faaliyetlere girişti.”[2]

            “Ayıdan post,Rusdan dost olmaz.”hakikatı her zaman kendisini göstermiştir. Artık rus ayının bir simgesi haline gelmiştir. Ayrı düşünülmesi düşünülemez.

            Fransız araştırmacı Roger Garaudy Bosna’daki durumu şuna benzetiyor:”Boşnaklar nasıl müslüman olmadan önce sırpların,rusların ve hırvatların zulmüne uğradılarsa bugünkü savaşın sebebi de benzerlikler taşımaktadır.”[3]

            Peki içinde ve dışında biz ne zaman hazır hale geleceğiz? Yoksa ğırtlağımıza dayanıldığında mı? Ama kaç kere?

            Vahşette ilk sırayı alan Ermeniler artık üzülebilirler. Çünkü sırplar onları da çok geride bırakarak sırtlanlara sırplar taş çıkartacak seviyesizliği elde etmişlerdir.

            Sırplar bu zulüm ve isyanlarını daha önce de başlatmışlardı. Nitekim:”Osmanlı devletinde istiklal elde etmek amacıyla ilk defa isyan eden topluluk sırplar olup,1804 yılında bölgedeki Osmanlı idaresinin zayıflığı dayı adını alan yeniçeri ileri gelenlerinin keyfi hareketleri ve baskıları sebebiyle isyan etmişlerdi. Üstelik yeniçerilerin saldırganlıklarından bıkmış olan müslüman halkı dahi onlara yardıma koşmuşlardı. Hükümet başlangıçta isyana,yeniçerilerin ezilmesini istediği için seyirci kalmıştı. Kara Yorgi liderliğindeki isyan başarılarıyla sonuçlandı ve yeniçeriler etkisiz hale getirildiler. Ancak kolayca elde edilen bu başarı üzerine sırplar istiklal peşinde koşmaya başladılar. Osmanlı hükümeti istekleri red edince sırp milli meclisi bağımsızlık elde edinceye kadar Osmanlı kuvvetleriyle savaşmaya karar verdi. Bu kararda bir süre sonra başlayan Osmanlı-rus savaşında etkili oldu.

            Bilhassa Fransa ile Rusya,destekçilerin başında gelmekteydi. Bundan cesaret alan sırplar imtiyazların yeterince uygulanmadığını,yapılan anlaşmalara riayet edilmediğini ileri sürerek şikayetlere başladılar. Hatta bu şikayetleri iletmek maksadıyla Bâb-ı âliye bir temsilci de gönderilmişti. Bâbı-âli sırp isteklerini reddetti.”[4]

            Artık bundan sonra isyanlar hazırdı.

            Allah adildir,zulmetmez. Allah böyle bir zulme,bizler bu zulme davetiye çıkarmadıkça müsaade etmez. Sırp ve yanlıları orada Bosnalıya,İslam alemine gübre olmaktadır.

            Zalimler içi yaşasın cehennem...

 

            BOSNA’DA    YAPILAN   ZULÜMLERDEN   KESİTLER  :

            -Bosna-da 800 cami ortadan kaldırıldı. 300 bine yakın insan öldürüldü. Ölen çocuk sayısı 35 bin. 78 bini yaralı ve sakat çocuklar. [5]80 bin kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi. Karşı koyanlar boğuldu.

            21-22-Temmuz-1995’de Meces kasabası yakınında 260 müslüman sırp askerler büyük kepçe makinalarıyla bu insanları gömüp,üstlerini toprakla örttüler. Bizzat bu yapılan zulümler uluslar arası ceza mahkemesinde de sırplarca itiraf edilmiş,belgelerle sabittir.[6]

            -İşte Bosnalı iki anneden mektub:”Hocama (Türkiye’de bir hoca efendiye hitaben)bana tecavüz eden sırp domuzlarının çocuğunu karnımda taşımak istemiyorum. Bu çocuğu doğuracağıma intihar etmek düşünüyorum. Ne olur bana yardım edip intihar etmem için fetva verin lütfen.

            Sırp domuzları zorla evime girip bana tecavüz etmek istediler. Ben de reddedince bebeğimi alıp hunharca öldürdüler. Sonra da kıyma makinasına atıp gözlerimin önünde kıydılar. Köfte yapıp pişirdiler ve bana zorla yedirdiler. Daha sonra da bana tecavüz edip gittiler. [7]

            Ölü eti yiyebilir miyiz?diyorlardı.

            Müslüman cesedleri inek yemi yapılıyordu.[8]

            Dünya sağlık teşkilatı Ultrasanoğrafi merkezi direktörü ve Sagreb üniversitesi kadın doğum bölümü başkanı prof. Dr. Ası Kürtaj Bosna Hersekte 15-20 bin arasında[9] kadının tecavüze uğrayıp:

            “Tecavüze uğrayıpta doğumu gerçekleştirmemiş olan kadınların hiç birisi bebeklerini görmek istemiyorlar. Biz de bu bebekleri bakımlarını üstlenmiş batılı organizasyonlara vermek durumunda kaldık. Bosna-Hersekli kadınlar ve kocaları çok büyük strest altında. Bu kadınların birinci problemi,artık bu kadınlar nasıl sağlıklarına kavuşur ve bunların insanlarla olan ilişkileri nasıl düzeltilir?”

            Bitip tükenerek,soyu güdükleşen batı,demek bunun için göz yumarmış!

            Evet,batı buna göz yumar. Çünkü kendi sakatlarının iyileşmesi için sağlam müslüman organlarını alıp,ölmelerine göz yummaları gerekmektedir.

            Bosna gülüyor!!! Neden mi? Bir gün bir devlet reisinin yaşaması,bir çocuğun kanında imiş. Babasını memnun edip,ikna etmişler,razı olmuş. Çocuğu öldürmeye götürdüklerinde çocuğun gülmekte olduğunu görünce,şaşırıp sebebini sormuşlar. Çocuk da şöyle anlatmış:

            “Benim sahibim,sebebi vücudum olan babam ölmeme müsaade etmekte. Beni korumakla emniyetimi sağlamakla görevli olan devlet reisi kanımı istiyor. Hükmü ile adaleti tesis etmekte görevli hakimde öldürülmeme fetva veriyor. Ben gülmeyeyim de kim gülsün?”der.

            Bakınız şu habere:”138 bin kişiyi öldüren,genç kız ve kadınların ırzına geçen sırplar,yılbaşını kutlamak için ateşkes istiyor.[10]

            Peki ya,biz neyi bekliyoruz? Tükenmelerini m? Bosnanın da bitmesine,gitmesine göz yumuyoruz... Çünkü oda bizlere Osmanlıdan kalma bir yadigar. Osmanlıya düşmanlık,onun mirasından düşmanlığı beraberinde getirmiş.

            II. Dünya savaşında Almanyalı İngeburg Mentz ırzına geçilenlerden biri olup,hala bunun ruhsal çalkantısını çektiği söyleniyor. [11]

            Ya Bosna’daki kadınların durumu ne olacak?

            Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne,tükürün...

            Her şey bir bedel istiyor. Bu bir bedeldir. Ama neyin bedeli? Düşünmek ,muhasebesini yapmak gerek.

            Mekke’den Medineye başlayan hicret de belki ilk idi. İslâm tarihi o hicretle başlamış,ancak son değildir.

            İşte Bosna, onlarda hicrete mecbur bırakılmaktalar. Dünyasını sırplara bırakıyor,değerlerini koruma uğruna...

            Peygamberimize koca bir Medine kucak açmış,sahib olmuşlardır.

            Ya Bosnalılara?

            Dün yollar tıkanmaya çalışılmış,Peygamberimize ambargo uygulanmıştır.

            Şimdi aynı ambargo Bosnalıya uygulanmakta,sırp ise serbest bırakılmaktadır.

            Dünkü Kur’an-ı okumayı engelliyordu,şimdi sırp ile İncili zorla okutturmaya çalışıyor.

            Musa’sız fir’avn ve firavn çocuğu olan B.M. Genel sekreteri Butros Gali ise;münafıkane bir şekilde bu işi sırpların lehine organize eden,organizatör.

            Bu senaryocu,Ruslara Çeçenistanı,ermenistana; azerbeycan topraklarının % 25’ini,sırplara da Bosnayı,rumlara kıbrısı peşkeş çekmektedir bu firavn oğlu firavn..mason,karısı yahudi. Bu Kıpti oğlu kıpti Butros Gali masondur.[12]

            Değerli araştırmacı Prof. Ahmet Akgündüz’ün Butros Gali ve dedesi hakkında belgelere dayanan isabetli araştırmaları,mahiyeti hakkındaki gerçekleri ortaya koymaktadır.[13]

            Burada:-Kıptiler,yani hristiyan çingenelerindendi.” Bu hristiyan çingene aileleri arasında Osmanlı devletine karşı en çok kullandıkları (İngilizlerin) aile ise,Beni Süveyf’in Meymun köyünden olan ortodoks kıpti ailelerinden birinin yani Gali Neyruz’un oğlu olan Butros paşa veya Butros Gali idi. 1846 yılında dünyaya gelmiş ve 1910 yılında Kahire de öldürülmüştü. şu andaki birleşmiş milletler genel sekreterinin dedesi olan Butros Gali paşa,Mısır ve Avrupada öğrenimini tamamladı.

            Ekmeğini yediği Osmanlıya hıyanet düşüncesinde olan bu Mısır baş veziri,maliye bakanlığı,dış işleri bakanlığı,başbakan yani Mısır nazırlar meclisi reisliğine kadar yükselmiştir.

            Yaptığı ihanetleri ise:-Sudanın Mısırdan koparılmasına vesile olan anlaşmanın mimarıydı.

            -Hem İslam dini,hem Osmanlı ve hem de Mısır hidivliği aleyhine yayın yapan ortodoks Kıpti gazetelerini ve benzeri Avrupa menşeli yayın organlarını destekliyor ve bunların ihanetlerini meşru gösterecek hukuki düzenlemeler yaptırıyordu.

            -Mısırdaki cemiyeti umumiye adını taşıyan milli cemiyete ve benzeri milli kuvvetlere karşı mukavemet ediyordu.

            Ve nihayet Süveyş kanalının imtiyaz hakkını İngilizlere vermekle mısırı İngilizlere peşkeş çekmişti. 1875 yılında da süveyş kanalının tahvillerini tamamen İngilizlere satan Butros Gali idi.

            Bu hıyanetleri onun öldürülmesine neden olmuştu.

            14-Kasım-1922’de doğan Butros Gali ise hıyanette dedesinden geri kalır değildi. Onunda hıyanetleri boynuzun kulağı geçmesi kabilindendi:

            -Ekim-1977’de Mısırın İslam ve Arab aleminden kopmasına vesile olan İsrail ile Camp David anlaşmasının mimarı Butros Gali idi. Ekim-1977’de dış işlerinden sorumlu devlet bakanlığına getirilen Gali,bir ay sonra Enver Sedad’ı ikna ederek Kudüse gitti ve Camb David anlaşmasını imzalıyan dış işleri bakanı oldu. Washington’da Kahire heyetini Gali temsil etti.

            -1979 yılında başlayıp 1982 yılına kadar devam eden neticesiz ve oyalamadan ibaret olan Filistin özerkliği görüşmelerini dış işleri bakanı vekili sıfatıyla Gali yürüttü.

            -Yeni devlet başkanı Hüsnü Mübarek tarafından Mart-1991’de başbakan yardımcılığı  görevine getirildi.

            Bütün bu görevlerini yürütürken Türkiye ve İslam alemi ile olan Mısır münasebetlerinin soğuk olmasına sebeb Butros Gali idi.

            Gali,defalarca Kıbrıs rum kesimini ziyaret etti ve onlara destek verdi.

            -Kardeşi vasıtasıyla yunanistanda büyük bir ticari şirket kurdu ve karını da arttırdı.

            Nihayet bütün bu vasıflardan sonra birleşmiş milletler genel sekreterliğine getirildi. Bu görevi sırasında Bosna-Hersekteki müslüman kanının kendi mezhebdaşı olan sırplar tarafından akıtılmasına göz yumdu ve yumuyor.”[14]

            Ve bütün bu zulümlerle bugün torun dedenin intikamını almaktadır.

            Evet,kendisi batmış olan batı,buna çare bulamaz. Belki çaresizliği daha da arttırır.

            “Küfür devam eder,zulüm devam etmez.”

            Hasılı;onlar fir’avn ise,bizlerde fir’avn sarayında büyüyen Musa’larız.

            “Kente sabah 06-30’da girdik. Çok geçti. Hırvat katilleri işlerini geceden bitirmişlerdi. Şafak sökmeden az evvel gelmişler ve adetlerine göre evvela kenti ateşe vermişlerdi.

            10 km. ötedeki Viteo köyünde yaptıklarını burada da tekrar etmişlerdi. Ev ev,oda oda,ahır ahır dolaşmışlar,kimi buldularsa... Dışarı çıkarmamışlar,kapıları üstlerine kilitleyerek ateşe vermişlerdi. Üç caminin minarelerini de bomba ile yıkmışlardı.

            İçeride yakalanmayanların makinalı tüfekle taranmış cesetleri çimlerin üzerine uzatılmıştı. Yangın enkazının en acıklı görüntüsü,tamamen kömürleşmiş cesetleri çarşafların ve kaput bezlerinin içine koydular. İlk elde yetmiş ceset saydım. Lakin sayı iki yüzden fazla olsa gerek.

DİRİ DİRİ                                      

İngiliz  yarbay Bob stewart devam ediyor:

Alevle kavrulanlar ,diri,diri yakılmışlardı ve cesetleri çöken enkazın altında tanınmaz hale gelmişlerdi. On km. ötedeki Ahnici köyünde yakılan müslümanların sayısı belli değildi. Köylerdeki beş yüz kadarı kaçabilmişti. Geri kalanları ortada yoktu. Onları daha sonra enkaz altından kömürleşmiş halde çıkardılar.

Otuz bin insanın yaşadığı Vitez kasabasında ise durum daha acı idi. 28 yaşındaki Zehra,gece 22-30’da ikisi siyah giysili,ikisi komando üniformalı dört kişinin geldiğini,kocasını alıp götürdüklerini ve bütün mücevherlerini zorla aldıktan sonra 19 aylık çocuğuna süt şişesini bile vermeden kendisini kentten kovduklarını anlattı.[15]

            Bir müslüman komutan,general Ermin Tahir, bizim bir komutanla karşılaştık. Bizi görmekten çok mutlu oldular. Bazıları bizimle fotoğraf çektiler. Orada bir de kilise gördüm. Müslümanlar ona hiçbir zarar vermemişlerdi. Oysa sırplar onların camilerini yıkıyorlardı. Bir müslüman asker bana yöneldi ve:”Bana bir Kur’an-ı Kerim verir misin? Onu çarpışmalar kesildikçe okuyacağım.”dedi. Ona kendiminkini verdim. Bir süre sonra Slovonski Brod hastahanesini ziyaretimde onun cesedini gördüm. Bir sırplı kurşunu ile kalbinden vurulmuş ve doktorlar kurtaramamış. Hastahane yetkilileri Kur’an-ı Kerimi cebinde bulmuşlar.

Bir petrol rafinesinin yanından geçtik. Sırplılar onu da tamamen yıkmışlardı. Milyonlarca yatırım böylesine tahribini hazmedemedim. General Tahir:”Onlar insanları böyle doğradıktan sonra binaları,tarlaları ve hayati kurumları haydi haydi yıkarlar.”dedi. Rafineriye yakın elektrik ve su şebekelerinin tahribi sonucu bütün bir bölge mahrumiyet içindeydi. Fabrikalar,iş merkezleri ve hastahanelerin ameliyat üniteleri çalışmıyordu.

Müslüman kuvvetler daha önce bazı stratejik yerlerde kontrolü sağlamış ve düşmandan pek çok silah ve mühimmat ele geçirmişlerdi.

Çoğu müslüman aileler yakındaki Hırvat ilçelerine götürülmüş bir kısmı otel ve salonlara yerleştirilmişlerdi. Hırvatistana kaçan Bosnalı mültecilerin sayısının yakında 500 bini bulması bekleniyor. Çoğu yollarda açlık ve hastalıktan ölüyor. İslam dünyasından gelen yardım malzemeleri çok yetersiz.

Avustralyadan gelen uluslar arası İslam yardım teşkilatının müdürü Dr. Fatih Haseneyn,yardım çağrısında bulundu. Hergün Zagrep’e gidiyor ve yardım malzemelerini dağıtmaya çalışıyor.

Başka bir gün Bosna’daki Brod-u ziyaretimde Jornie Touleba köyünde soy kırıma uğrayan müslümanların na’şlarını gördüm. Korkunç bir tabloydu. Sonra şehitler iki büyük kamyonla mezarlığa götürüldü.

Sırpların amacı bölge müslümanlarını imha etmekti. Pek çok müslüman canlarını kurtarmak için isimlerini değiştirdi ve kimliklerini yok etti.

Ancak buda işe yaramıyor. Çünkü sırplı militanlar onların elbiselerini çıkartıyor ve öğreniyorlar. Sınır şehri Belena’da da böyle yapı ve her bir müslümanı katletti,üzerine haç resmi kazdılar.40 binden fazla müslüman başka bir soykırım sonrasında Belena-ya kaçmıştır. Ancak daha önceden oradaki camide onlara tuzak kuran sırplılar iki kişiyi parça parça ettikten sonra geri kalanlara kurşun yağdırmaya başlamışlar.

Sırp militanları ve Federal ordu,müslümanlara yaptıkları saldırıları sınır ilçeleri Zournik,Feshgrede ve Foça da da yoğunlaştırılarak,sırbistan haritasını genişletmeye çalışıyorlar. Bu bölgede istisnasız bütün camileri yıktılar.

Sırpların yoğun olduğu her yerde müslüman kadınlar için ayrı kamplar oluşturulmuş. Ortodoks rahipleri bunlara tecavüz edilebileceğine dair bir de bildiri çıkarmış. Bu kadınlardan bazıları tecavüze uğramış ve göğüsleri kesilmiş bir şekilde geri döndüler.

Slovonski Brod Hastahanesinde,Jornia Touleba soykırımına şahit olmuş birisiyle karşılaştım. Müslüman olarak o köyde sağ kalan tek görgü şahidi idi. Köyün muhtarı olan zatın adı;Enes bin Malik. Anlatıyor:”Sırplı eşkıya askerleri Bosanki Brod-ı kuşatıp saldırıya geçince mahalli savunma güçlerimiz bunları püskürttü. Fakat bazıları şehre girmeyi başardılar. Biz onlara iyi muamele ettik,barınacak yer,yiyecek ve giyecek verdik. Daha sonrada onları yakındaki sırpların çoğunlukta olduğu bölgelere gizlice gitmelerini sağladık. Onları ılımlı,sıradan insan sanıyorduk. Ertesi günü  aynı o bizim bakıp gözettiğimiz kişiler geri geldi ve soykırımı işledi.”

Bosnadaki mahalli savunma güçleri müslüman ve hırvatlardan oluşuyor. Devlet onlara savunmaya yönelik hafif silahlar vermiş. Sırp militanları ve Federal ordu Avrupanın 4. en büyük askeri gücünü oluşturuyor. Aralarında müslümanları öldürmeyi reddettikleri için kaçanlar olduğunu öğrendik.

Sırplıları bu vahşete zorlayan ne? Bosnanın bağımsız olmasına mı karşılar? Bu soykırım dünkü mesele değil. Kökleri ta 1844’e dayanıyor. O tarihte sırplılar bütün müslümanları Sancak,Bosna-Hersek ve Kosova’dan çıkartmayı veya onların dinini zorla değiştirerek Ortodoks-hristiyanlığı benimsetmeyi planlıyorlar.

Sırplılar,söz konusu planı müslümanlara uygulayabiliyor. Çünkü vatikan ve avrupa ülkeleri her türlü desteği vererek hırvatları koruyor. Bütün Yugoslav cumhuriyetindeki müslümanlar Türk olarak bilinir.

Hatta başka yerlerden gelmiş turist müslümanlara da Türk denilmektedir. 500 yıl balkanlara hükmetmiş Osmanlılara,sırplıların düşmanlığını söküp atmak kolay değil. Kimseyi asla dine girmeye zorlamamış koca Osmanlıya utanmadan dil uzatıyorlar.

Tito döneminde müslümanlara üçüncü sınıf insan muamelesi yapıldı. kominist rejim bütün toplumlara dini özgürlük verdiği halde,müslümanlar hariç tutuldu.

Mevcut Bosna devlet başkanı Ali İzzetbegoviç İslam hakkında bir kitap yazdığı için hapis yattı. İslâmi kitapların basımı ve yayını tamamen durduruldu. Onu hükumeti devirmek amacıyla çalışmalar yapmaktan asacaklardı. Daha sonra hapis süresi 14 yıla indi. Hükümet o sıralar Belgrad üniversitesinde Tıp tahsili yapmakta olan Dr. Fatih Haseneyn-i yabancı uyruklu olmasına rağmen İslâmi çalışmalar yaptığı gerekçesiyle mahkum etti. Ancak o ülkeyi terk etti.

1940’larda müslümanlarla,sırplar arasında benzeri bir mücadele daha yaşanmıştı. Bosnanın doğusunda Faça şehri bir kültür merkezi idi. Sırplar bir köyü tamamen yok etmiş ve parça parça ettikleri şehid erkek,kadın,çoluk-çocuk na’şlarını Melfina nehrine atmışlardı. Dirina nehrine attıkları altı bin müslümanların karınlarını deşmiş ve su alarak nehrin dibine gitmelerini sağlamışlardı.

Dr. Süleymana göre yeni sırp parlementosu “tarihi misyonunu yerine getirme gayesiyle” kuruldu ve sırplı militanlara dıştan bütün gerekli desteği sağladı.

            Bosnada yapılan ve görülenler[16];tam vahşetlere denk,sırtlanları utandıracak bir uygulama idi.

                Hasılı Bosna;yeni dünya düzeninin,eski dünya yüzsüzlüğünün bir neticesi ve mahsulüdür.

            Osmanlıda başlangıçta aynı yenilik adı ve bahanesiyle  gitmedi mi?

            Mengenenin bir ucunda Rusya bulunurken,öbür tarafında ABD bulunmakta;ortaya alınan ise,İslâm alemi.

            Ve bununda bir ucunda yani rus tarafında boğulan,boğulmaya çalışılan Türk cumhuriyetleri,öbür tarafında da bozulmaya çalışılan Arab alemi,arada ise her iki tarafın etkisiyle etkilenen,ızdırabı ikiye katlanan,savunması iki cepheye dağılarak gücü her vesile ile zayıflatılıp,bununla da yetinilmeyerek içte bir çok dengelerin sarsılarak maddi-manevi çökertilme yoluna gidilen Türkiye...

            Gerçekten,bu zulmü yapan ve destekleyenler,hangi dinin mensuplarıdır? Acaba yahudi ve hristiyan değil mi?

            İflas etmiş,zorla ayakta tutulmaya çalışılan düşünce ve inanışların yanlışlığı,zulmedenlerin zulmüyle bir daha görülürken,mazlumların haklılığı ve isabetliliği bir defa daha mal olsa da görülmüş oldu.

            Bütün bunlarla;bir yandan İslam alemi uyandırılırken,bir yandan da batı alemi gerçekleri,gerçek olarak görmüş oldu.

            Çünkü;tarihte görülmemiş zulümlere sahne oldu tarih. İzleri tarihler boyu unutulmayacak ve silinmeyecek yaralar açıldı. Tam bir vahşet ve dehşet...

            Sırp komutanı Radko Mladiç:”Bizim görevimiz İslâmiyetin Avrupa’ya girmesini önlemektir. Biz bu gaye ile savaşıyoruz. 1389 yılında sırpların Osmanlı hakimiyetine girmesini sağlayan Kosova savaşı bugünde devam ediyor. Müslüman Osmanlılara karşı Prens Lazar komutasındaki sırp ordusunun savaşı kaybetmesinden sonra 500 yıl boyunca balkanlarda İslamiyet hüküm sürmüştü. Ben İslâmiyete karşı savaşan sadık şövalye gibiyim.”

            Sırp milis hareketi Çetnik’in lideri Vojislav Şeşelj:”Bosnadaki müslümanlar,müslümanlaştırılmış sırplardır. Bu müslümanlar gerçek milliyetlerine dönmezlerse,dönmemekte direnirlerse,onları ya tamamen imha ederiz,ya da anadoluya süreriz.”[17]

                   Kurtubi tefsirinde:”Evet,eğer siz sabrederseniz ve peygambere itaatsizlikten sakınırsanız,onlarda hemen üzerinize gelecek olurlarsa,Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle (düşmana karşı) yardım edecektir.”[18] ayetini açıklarken şöyle der:

            “Askerler cihad ederken sabreder ve cihadın mükafatını yalnız Allah’tan isterlerse Allah onlara melekler gönderir.Bu meleklerde düşmana karşı o askerlerle birlikte savaşırlar. Çünki Allah bu melekleri kıyamete kadar mücahid kılmıştır.

            Hasan Basri-de:”Bedirde müslümanların imdadına gönderilen o beş bin melek kıyamete kadar mü’minler için destekçi bir kuvvettir,der.[19]

            “Sarayda bu bahar kanlı düğün var.

            Bosnada bu akşam bir kadın ağlar.

            Değil mi orada doğranan bir candır.

            Gardaş illere güller yağar.

            Sokaklar şimdi boydan boya kandır

            Kör olası gözler

            Ne kana yeter dediler

            Kırılası eller

            Ne namus dinlediler

            Çileli adam bin ağıt döker

            Şehid oldu ciğerin muştulu haber

            Yollarda bu gece garibler ağlar

            Bir kol kopar yerinden bir göz fırlar

            Bir yiğit harcanır

            Ve yetim dudaklarından

            İsimsiz cepheye dualar yollanır

            Dağlarda bir beden doğranır

            Orada bir can ırgalanır

            Ve bir körpe elin el kınasına

            Günahın kiri dolanır

            Kahpe düşman bilmesin diye

            Dur! denir bir masumun süt kokan

            Nefesine.

            hıçkırık

            Çaresiz,zavallı bir ses

            Ve mini mini yavrunun soluğu tükenir.

            Girer kanına gözünden kıskandığı bir tanesinin

            Hayat artık nefsine ağır gelir

            Yüksek kayalıklarda bir ana can verir

            Kanı soğumamış cesedler arasında

            Şehid babasının ayak ucunda

            Bir çocuk ağlar.

            Ölüm tanımayan yürekciği

            Uykudan uyarmaya yol açar.

            Gelinler Bosna-da karalar bağlar.

            Gülmeyesi dudaklar ölüm çağırır.

            Can çekişen yetmişliklerin haline gök ağlar.

            Hersekde gariblerin adı gardaşdır.

            Nineler bir yudum su bekler.

            Geçen kış emekleyen bebelerin

            Şimdi rüyası bir lokma aşdır.

            On beşinde delikanlının şehid olmaktır duası

            Gavurun pençesindeydi onun bacısı.

            Kirpikleri kana bulanmıştı fidan boylu kızların

            Hersekli emmim yaraya tuz sarar.

            Sarayda bu bahar kanlı düğün var.

            Orada başsız gövdelere tekme vurulur.

            Ve dağlarda bu akşam namus kirlenir.

            Duy beni yiğidim! Hakka visalin bin bir yolu var.

            Şehadet alnında nurdur tüllenir.

            Sana hediye olsun içden,buruk dualar

            Ve talihi olan gözler senin için nemlenir.”(A. Emek)[20]

            -“Şehid kanıyla doldu,su vermez çeşme başı,

               Ağaçlar tabut oldu,taşlar hep mezar taşı...

               Bağlar,bahçeler,bostanlar hepsi tarumar şimdi,

               Taze gelin,yaşlı ana,çocuklar ağlar şimdi...

               Süngülenmiş süt bebesi,genci-yaşlısı kızı,

               Bosna-Hersek dağlarında şimdi karlar kırmızı...”(H.H.Buta.)

                                                                                                    

                                                                                                     24-08-1995

                                                                                              MEHMET    ÖZÇELİK



[1] Türkiye gaz.17-01-1993.

[2] Büyük İslam Tarihi.-Heyet- 12 / 84.

[3] Zaman gaz.3-3-1993.

[4] Büyük İslam Tarihi.age. 12 / 90.

[5] Türkiye gaz.10-4-1994.

[6] Agg.30-7-1996.

[7] Zaman gaz. 31-12-1992.

[8] Agg.31-12-1993.

[9] Agg.8-5-1993.

[10] Agg.19-12-1993,31-12-1994.

[11] Türkiye gaz.14.1-1993.

[12] Agg. M.N.Özfatura.4-3-1993.

[13] Zaman gaz.9-2-1993.

[14] Agg.9-2-1993.

[15] Agg.6-5-1993.

[16] Zaman gaz.23-5-1992,2-5-Ocak-1996.

[17] Geçmişden günümüze Bosna-Hersek. Z. Yıldız.131.

[18] Al-i  İmran.125.

[19] Kurtubi. 4 / 194. Savaşda uyuklama-Nüas.Enfal.11.

[20] G.G.Bosna-Hersek.age.133.