İSLAM ÜMMETİNİ YAKAN FİTNE KIVILCIMI

İSLAM ÜMMETİNİ YAKAN FİTNE KIVILCIMI[1]


İslam ümmeti, tarih boyunca birçok kez fitne ateşiyle sınanmıştır. Fitne, Kur’an’da bozgunculuk, kargaşa, sapkınlık ve imanı sınayan büyük imtihanlar olarak tanımlanır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ümmetin en büyük tehlikelerinden birinin fitne ve bölünme olduğunu defalarca vurgulamış ve Müslümanları bu konuda uyarmıştır. Ancak, tarih bize göstermektedir ki, İslam ümmetinin yaşadığı en büyük felaketler hep fitne kıvılcımlarının ateşlenmesiyle başlamıştır.

Peki, İslam ümmetini yakan fitneler nasıl ortaya çıktı? Fitneye karşı Müslümanların nasıl bir duruş sergilemesi gerekir?

1. FITNE: KUR’AN’DA VE HADİSLERDEKİ ANLAMI

Kur’an’da fitne, birçok ayette imanı zorlayan imtihanlar, bozgunculuk ve inançtan sapma anlamlarında kullanılmıştır. Allah, Müslümanları fitneye karşı şöyle uyarır:

> “Fitne, öldürmekten daha kötüdür.”
(Bakara Suresi, 191)

Burada fitnenin, yalnızca bir kişiyi öldürmekten daha büyük bir yıkım olduğu vurgulanmaktadır. Çünkü bir insanın ölümünden daha tehlikeli olan şey, toplumun bölünmesi, kardeşlerin birbirine düşmesi ve ümmetin parçalanmasıdır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de ümmetin geleceğiyle ilgili fitne konusunda şöyle buyurmuştur:

> “Yakında büyük fitneler olacak; o fitneler içinde oturan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen ise koşandan daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)

Bu hadis, fitne zamanlarında ihtiyatlı olmanın, acele kararlar vermemenin ve fitneye kapılmamak için dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir.

2. İSLAM TARİHİNDE ÜMMETİ YAKAN BÜYÜK FİTNELER

A. İlk Fitne: Hz. Osman’ın Şehadeti ve Ümmetin Bölünmesi

İslam tarihindeki ilk büyük fitne, Hz. Osman’ın (r.a.) şehadetiyle başladı. İslam düşmanları, Müslümanlar arasına fitne sokarak Hz. Osman’a karşı halkı galeyana getirdi.

Fitnenin en büyük sebebi, bazı kişilerin halkı yanlış yönlendirmesi ve asılsız propagandalarla kargaşa çıkarmasıydı.

Münafıklar, sahabe arasındaki farklı görüşleri derinleştirerek ümmeti birbirine düşürdü.

Sonuç olarak, İslam’ın üçüncü halifesi Hz. Osman şehit edildi ve Müslümanlar arasında savaş başladı.

Bu olay, İslam ümmetinde siyasi bölünmelerin, mezhep ayrılıklarının ve kardeş kavgasının başlangıcı oldu.

B. Cemel ve Sıffin Savaşları: Müslümanın Müslümanla Çatışması

Hz. Osman’ın şehadetinden sonra İslam toplumu büyük bir fitnenin içine düştü.

Hz. Ali (r.a.) halife oldu, ancak bazı Müslüman gruplar bunu kabul etmedi.

Cemel Savaşı, Hz. Aişe’nin, Talha ve Zübeyr’in bir taraf olduğu; Hz. Ali’nin ise karşı tarafta olduğu bir iç savaştı.

Daha sonra Sıffin Savaşı, Hz. Ali ile Muaviye arasında büyük bir çatışmaya dönüştü.

Hakem Olayı ile birlikte Müslümanlar harici, Şii, Emevi gibi siyasi ve mezhepsel gruplara ayrılmaya başladı.

Bu savaşların en büyük sebebi, fitne ateşinin yayılması ve Müslümanların birbirine düşman edilmesiydi.

C. Emevîler ve Abbasîler Dönemindeki Fitneler

Emevîler dönemiyle birlikte Müslümanlar arasında ırkçılık, ayrımcılık ve dünya sevgisi arttı.

Hilafet saltanata dönüştü, adalet ve liyakat yerini nepotizme bıraktı.

Mezhep çatışmaları derinleşti, Hariciler ve Şii grupları daha radikal hale geldi.

Abbasîler döneminde de fitne devam etti; Müslümanlar siyasi oyunlarla kandırıldı.

Bu süreç, İslam ümmetinin ilmi ve ahlaki gelişimini durdurmuş, güçsüzleşmesine sebep olmuştur.

3. GÜNÜMÜZDE ÜMMETİ YAKAN FITNELER

Bugün İslam dünyasında yaşanan fitneler, tarihtekilerden farklı değildir.

Müslümanlar arasında mezhep kavgaları ve etnik bölünmeler körüklenmektedir.

Siyasi ve ekonomik çıkarlar, İslam’ın birleştirici ruhunun önüne geçmektedir.

Medya ve sosyal medya, fitnenin en büyük araçlarından biri haline gelmiştir.

Kur’an, Müslümanları uyararak birlik içinde olmalarını ve fitneye karşı uyanık durmalarını emreder:

> “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin.”
(Ali İmran Suresi, 103)

Eğer Müslümanlar mezhep, ırk, siyaset gibi konular yüzünden birbirine düşerse, bu fitne onların zayıflamasına ve yok olmasına sebep olacaktır.

4. FITNEYİ ÖNLEMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ?

1. Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılmalıyız.

Kendi görüşümüzü değil, Allah’ın ve Resulü’nün öğrettiklerini merkeze almalıyız.

2. Müslümanlar arasında ihtilafları körükleyenleri tanımalı ve onların oyunlarına gelmemeliyiz.

Sosyal medyada, televizyonlarda ve gündelik hayatımızda fitne yaymaya çalışanlara karşı dikkatli olmalıyız.

3. Mezhep, ırk ve siyaset ayrımlarını bir kenara bırakıp, ümmet bilinciyle hareket etmeliyiz.

Müslümanları bölen her türlü söylenenlerden uzak durmalıyız.

4. Fitneye kapılmamak için ilim sahibi olmalı ve cahilliği ortadan kaldırmalıyız.

Bilgili insanlar, fitnenin oyunlarına karşı daha güçlü dururlar.

5. Dualarımızda fitneye karşı korunmayı istemeliyiz.

Peygamberimiz (s.a.v.), sabah akşam “Allah’ım! Fitnelerden sana sığınırım.” diye dua etmiştir.

SONUÇ: FITNE ATEŞİNİ SÖNDÜRMEK BİZİM GÖREVİMİZDİR

Fitne, İslam ümmetini yıkan en büyük tehlikedir. Bugün Müslümanlar, Kur’an ve Sünnet ışığında bir araya gelmezse, geçmişte olduğu gibi büyük yıkımlarla karşı karşıya kalacaktır.

Unutmayalım ki fitne ateşini büyüten değil, söndüren olmalıyız. Çünkü ümmeti kurtaracak olan birlik, fitneyle mücadele edenlerin omuzlarında yükselecektir.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=ApRkJsyxgL4




EĞER İNSANDA KUVVE-İ AKLİYYE OLMASAYDI?

EĞER İNSANDA KUVVE-İ AKLİYYE OLMASAYDI?[1]

EĞER INSANDA ÜÇ BÜYÜK DUYGUDAN BİRİ OLAN KUVVE-İ AKLİYYE OLMASAYDI HİÇBİR ŞEY BİLİNMEYECEK VE ANLAŞILMAYACAKTI


Kuvve-i Akliyye: İnsanı Diğer Varlıklardan Ayıran En Büyük Lütuf

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik, akıl sahibi olmasıdır. Allah Teâlâ, insana üç temel kuvvet vermiştir:

1. Kuvve-i Akliyye (Akıl ve idrak gücü)

2. Kuvve-i Şeheviyye (Arzu ve istek gücü)

3. Kuvve-i Gadabiyye (Mücadele ve öfke gücü)

Bu üç kuvvetin içinde en değerlisi ve yönlendirici olanı Kuvve-i Akliyye’dir. Eğer bu kuvvet olmasaydı:

İnsan, doğruyu yanlıştan ayıramazdı.

Bilgi ve hikmet gelişmezdi.

İlahi hakikatler anlaşılmaz, iman bilinçsiz bir taklide dönüşürdü.

İnsan, hayvani bir seviyede kalır, nefsinin arzularına mahkum olurdu.

Bu makalede, aklın önemi, yanlış kullanımı ve İslam’ın akla verdiği değer üzerinde duracağız.

1. Aklın Hikmeti ve Önemi

Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanları sürekli düşünmeye, akletmeye ve sorgulamaya teşvik etmiştir. Ayetlerde “Hiç düşünmez misiniz?”, “Aklınızı kullanmaz mısınız?” gibi ifadeler sıkça geçer.

Örneğin, Zümer Suresi 9. ayette şöyle buyrulur:

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

Bu ayet, aklın ve bilginin üstünlüğünü açıkça vurgulamaktadır. Akıl, insanın:

İlahi hakikatleri kavramasını

Doğruyu yanlıştan ayırt etmesini

Adaletli ve hikmetli kararlar vermesini

Kendini geliştirmesini ve dünyayı keşfetmesini sağlar.

Bir insan ne kadar güçlü olursa olsun, akıl olmadan gerçek anlamda başarılı olamaz. Akıl, insanın en büyük rehberidir.

2. Aklın Yanlış Kullanımı: İnsanı Felakete Götüren Tehlike

Aklın Allah’ın bir lütfu olması, onun her zaman doğru kullanıldığı anlamına gelmez. Tarihte pek çok insan, aklını yanlış yolda kullanarak büyük sapkınlıklara düşmüştür.

Kur’an-ı Kerim’de Firavun ve Nemrut gibi kibirli ve aklını zulüm için kullanan liderlerden bahsedilir. Bu insanlar, Allah’ın verdiği aklı haksızlık, zulüm ve fitne için kullanmışlar ve sonuçta helak olmuşlardır.

Aklın yanlış kullanımına dair iki büyük tehlike vardır:

1. Aklı sadece dünya menfaati için kullanmak

Sadece dünyaya yönelik düşünen insanlar, kalbî bir körlük yaşarlar.

Aklını kötülüğe yönlendirenler, adaleti ve merhameti kaybederler.

2. Aklı, ilahi hakikatleri inkar etmek için kullanmak

Aklı putlaştıranlar, Allah’ın varlığını ve hikmetini göremezler.

Allah’ın ayetlerini inkar edenler, kendi akıllarını ilahlaştırır ve hakikati reddederler.

İslam, aklın tek başına yeterli olmadığını, onun vahiy ve iman ile dengelenmesi gerektiğini öğretir.

3. İslam’da Akıl ve Hikmet Dengesi

İslam, aklı iman ile dengelemiş ve insana düşünerek inanmayı emretmiştir. Kur’an, taklit ve körü körüne inanmayı değil, bilinçli bir imanı teşvik eder.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

“Aklı olmayanın dini de yoktur.” (Tirmizî)

Bu hadis, aklın dinî sorumluluk için zorunlu olduğunu gösterir. İslam’da akıl, şu üç temel amaç için kullanılmalıdır:

1. Allah’ı tanımak ve iman etmek

2. Adaletli ve hikmetli kararlar almak

3. İnsanlığa faydalı ilimler ve keşifler geliştirmek

Aklın en büyük görevi, imanı sağlam bir zemine oturtmaktır. İlim ve akıl olmadan iman zayıf ve yüzeysel olur.

4. Aklın Doğru Kullanımına Dair İbretlik Örnekler

1. Hz. İbrahim’in (a.s) Düşünce Yoluyla Allah’ı Bulması

Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in (a.s), aklını kullanarak putların sahte olduğunu anlaması ve Allah’a iman etmesi anlatılır.

Önce güneşi, ayı ve yıldızları gözlemleyerek, bunların ilah olamayacağını fark etti.

Sonunda her şeyi yaratan tek bir Allah’ın varlığını aklıyla keşfetti.

Bu olay, aklın doğru kullanımının, insanı hakikate ulaştırabileceğini gösterir.

2. Hz. Ali’nin (r.a) Aklı ve Hikmeti

Hz. Ali (r.a), aklı ve ilmiyle meşhur bir sahabeydi. Bir gün ona sordular:

“İlim mi üstün, mal mı?”

Hz. Ali şöyle cevap verdi:

“İlim, sahibini korur; mal ise sahibini koruması için bekler. İlim, paylaşıldıkça artar; mal ise harcandıkça tükenir.”

Bu söz, aklın ve bilginin maddi değerlerden üstün olduğunu gösterir.

5. Sonuç: Aklı Hikmetle ve İmanla Kullanalım

Kuvve-i Akliyye, insanı cehaletten kurtaran, adaleti sağlayan ve insanı Allah’a yaklaştıran en büyük nimettir. Fakat akıl doğru kullanılmazsa, insanı kibir, inkar ve zulme sürükleyebilir.

Bu yüzden İslam, aklı iman ve hikmetle dengelemeyi öğretmiştir. Ne aklı tamamen reddetmek ne de onu vahiyden bağımsız görmek doğrudur.

Son olarak, Mevlana’nın şu sözüyle bitirelim:

“Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap.”

Allah bizlere aklımızı doğru kullanmayı, hakikati görmeyi ve ilimle iman arasında denge kurmayı nasip eylesin. Âmin.

@@@@@@@

EĞER INSANDA KUVVE-İ AKLİYYE DUYGUSU OLMASAYDI NE OLURDU?

Eğer İnsan Aklı Olmasaydı: Anlamsız Bir Hayat ve Kayıp Bir İnsanlık

İnsanı diğer varlıklardan ayıran en büyük nimetlerden biri akıldır. Allah Teâlâ, insanı düşünen, sorgulayan ve doğruyu yanlıştan ayırabilen bir varlık olarak yaratmıştır. Eğer insanda Kuvve-i Akliyye (Akıl gücü) olmasaydı:

Doğruyu ve yanlışı ayırt edemezdi.

Bilgi öğrenemez, bilim ve medeniyet gelişmezdi.

İman ve ibadet bilinçsiz birer alışkanlıktan ibaret olurdu.

İnsanın hayvandan farkı kalmazdı.

Bu makalede, aklın İslam’daki yeri, insan için önemi ve olmaması durumunda ortaya çıkacak felaketleri ele alacağız.

1. Akıl Olmasaydı, İnsan Bir Hiç Olurdu

Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanı sürekli “Düşünmez misiniz?”, “Akletmez misiniz?” diyerek uyarmıştır.

“Biz, insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 4)

Bu güzelliğin en büyük yönlerinden biri, insanın akıl sahibi olmasıdır. Eğer insan akılsız olsaydı:

Hayatın anlamını kavrayamazdı.

Bilgi edinemez, geçmişten ders çıkaramazdı.

İyilik ve kötülük kavramı bilinmezdi.

İnsan tamamen nefsinin esiri olurdu.

Akıl, insanın sadece dünya için değil, ahiret için de doğru seçimler yapmasını sağlayan bir kılavuzdur.

2. Akıl Olmadan Din ve İman Anlaşılmazdı

İslam, akla büyük önem veren bir dindir. Çünkü akıl, insanın:

Allah’ı tanımasını

Peygamberleri anlamasını

Vahyin hikmetini kavramasını sağlar.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Allah, pisliği aklını kullanmayanların üzerine bırakır.” (Yunus, 100)

Bu ayet, akılsızlığın insanı felakete götürdüğünü gösterir. Eğer insanın aklı olmasaydı, din:

Taklit ve körü körüne bir inanışa dönüşürdü.

Sorgulanamaz ve sadece ezbere yaşanan bir inanç haline gelirdi.

İbadetlerin ve ahlaki değerlerin anlamı kaybolurdu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Aklı olmayanın dini de yoktur.” (Tirmizî) buyurarak, aklın imanı sağlamlaştıran en büyük nimetlerden biri olduğunu vurgulamıştır.

3. Akıl Olmadan Adalet ve Bilgelik Kaybolurdu

Aklın en önemli görevlerinden biri, adaleti sağlamak ve bilgece karar vermektir.

Eğer insanlar akıllarını kullanamasaydı, adalet olmazdı.

Hak ve hukuk bilinmez, güçlüler zayıfları ezerdi.

Toplumlar gelişemez, bilgi ve ilim ortadan kalkardı.

Hz. Ali (r.a.), aklın önemini şöyle vurgulamıştır:

“Akıl, doğrularla yanlışları ayıran bir ışıktır.”

Eğer akıl olmasaydı, insan tamamen içgüdüleriyle hareket ederdi. Öfke, hırs, şehvet ve korku insanı kontrol eder, dünya kaosa sürüklenirdi.

4. Aklın Yanlış Kullanımı da Bir Felakettir

Aklın olmaması büyük bir kayıp olduğu gibi, aklın yanlış kullanımı da büyük bir felakettir. Tarihte:

Firavun gibi zalimler, akıllarını zulüm için kullandı.

Kârûn gibi zenginler, akıllarını kibir ve israf için kullandı.

Nimrud gibi yöneticiler, akıllarını Allah’a karşı gelmek için kullandı.

Kur’an’da bu tür insanlar hakkında şöyle buyrulur:

“Onlar akıllarını kullanmazlar. Onlar, hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdırlar.” (A’raf, 179)

Bu ayet, aklını yanlış yolda kullananların, aklı hiç olmayanlardan bile daha kötü bir duruma düşebileceğini gösteriyor.

5. Akıl Olmadan Medeniyet ve Bilim Olmazdı

Bugün dünyada gördüğümüz tüm ilerleme, aklın bir sonucudur.

Bilim, teknolojinin gelişmesi akılla mümkündür.

Sanat, edebiyat ve kültür akılla anlam kazanır.

Toplumların düzeni ve kuralları akılla belirlenir.

Eğer akıl olmasaydı, insanlar:

İlkel bir hayat yaşar, mağaralarda kalırdı.

Tarım, ticaret, eğitim gibi kavramlar olmazdı.

Hiçbir keşif ve icat yapılamazdı.

İmam Gazali, aklın önemini şöyle anlatır:

“Aklını kullanmayan, ilimden nasipsiz kalır. İlimsiz bir insan ise, ne dünyasını ne ahiretini kazanabilir.”

6. Sonuç: Aklımızı İman ve Hikmetle Kullanalım

Akıl, Allah’ın insana verdiği en büyük nimetlerden biridir. Ancak akıl tek başına yeterli değildir. İman, ahlak ve hikmetle dengelenmelidir.

Eğer akıl olmasaydı:

İnsanlık, hayvan seviyesinde kalırdı.

Doğru ve yanlış bilinmez, adalet kaybolurdu.

Din ve iman bilinçsiz bir hale gelirdi.

Bilim, sanat ve medeniyet oluşmazdı.

Bu yüzden aklımızı kullanmalı, ama onu vahiy ve hikmet ile dengelemeliyiz.

Son olarak Mevlana’nın şu sözüyle bitirelim:

“Aklını kullan, ama sadece aklınla yetinme. Çünkü akıl, tek başına hakikati göremeyecek kadar sınırlıdır.”

Allah bizlere aklımızı doğru kullanmayı, imanla güçlendirmeyi ve hikmetle dengelemeyi nasip eylesin. Âmin.

 

Android için Outlook edinin

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=N2r8UFaOfV0




DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR[1]

 

DIŞ DÜNYAMIZI ŞEKİLLENDİREN İÇ DÜNYAMIZDIR

Dış Dünyamızı Şekillendiren İç Dünyamızdır: İslami ve İbretlik Bir Bakış

İnsan, iç dünyasında taşıdığı inançları, düşünceleri ve duyguları ile çevresini şekillendirir. Tıpkı bir tohumun toprağın altında filizlenip dış dünyaya yansıması gibi, insanın iç dünyasında olgunlaştırdığı fikirler ve duygular da hayatına yön verir. İslam, insanın kalbinin ve zihninin temiz olmasını, dış dünyaya da güzellikler yansıtmasını öğütler. Çünkü dışımızı inşa eden, içimizde taşıdığımızdır.

İç Dünya ve Kalbin Önemi

Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki Allah, bir kavim kendi içinde olanı değiştirmedikçe, onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11) buyrulmuştur. Bu ayet, değişimin ve dönüşümün insanın iç dünyasında başladığını ifade eder. Bir toplumun düzelmesi için bireylerin zihin ve kalp dünyalarının temizlenmesi gerekir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır. Eğer o iyi olursa, bütün vücut iyi olur; eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte o, kalptir.” (Buhari, Müslim)

Kalbin temizliği, sadece bireyin değil, toplumun da huzurunu sağlar. Kötü niyetler, hırslar ve yanlış düşünceler insanın dış dünyasını da karartır. Öyle ki, içindeki kötülükleri dizginleyemeyen kişi, çevresine de zarar vermeye başlar.

İç Dünyamızın Dışımıza Yansımaları

1. İyi Bir İç Dünya, Güzel Bir Hayat Getirir

İslam, insanın kalbini ve zihnini güzel duygularla doldurmasını öğütler. Tevekkül, sabır, şükür ve merhamet gibi erdemler insanın iç dünyasını huzurlu kılar. Böyle bir insan çevresine de huzur saçar.

Hz. Mevlana, bu gerçeği şöyle dile getirir:
“Dünyayı güzel görmek istiyorsan, önce kalbini güzelleştir.”

Eğer bir insan kalbini iyi niyetle doldurursa, onun bakışı, sözü ve davranışları da iyilikle dolacaktır.

2. Kötü Düşünceler, Hayatı da Kötüleştirir

Öfke, kibir, haset ve kin gibi duygular insanın iç dünyasını karartır. Zamanla bu duygular, kişinin dış dünyasına da yansır ve etrafındaki insanlara zarar vermeye başlar. Kalbi kinle dolu bir insan, etrafına da nefret saçar. Bunun sonucunda toplumda huzursuzluk ve fitne meydana gelir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Allahı anmak hususunda Kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun!” (Zümer, 39/22)

Katılaşmış bir kalp, merhametsiz ve zalim bir hayat sürer. İç dünyasını kötü duygularla dolduran bir insan, sadece kendisini değil, çevresini de karanlığa sürükler.

İç Dünyamızı Güzelleştirmenin Yolları

İslam, insanın iç dünyasını güzelleştirmesi için bazı yollar gösterir:

1. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı anmak ve yaratılış üzerine düşünmek, insanın ruhunu temizler. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28)

2. Şükür ve Sabır: Şükreden ve sabreden bir insanın iç dünyası huzur bulur, bu da dış dünyasına yansır.

3. Güzel İnsanlarla Beraberlik: İyi insanlarla olmak, insanın kalbini temizler. “Kişi dostunun dini üzeredir.” (Tirmizi)

4. Helal ve Temiz Lokma: Helal rızık, insanın hem ruhunu hem de bedenini temizler.

5. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık: Kur’an okumak ve Peygamber Efendimiz’in ahlakını örnek almak, insanın iç dünyasını nurlandırır.

Sonuç

Dış dünyamız, iç dünyamızın bir yansımasıdır. Kalbimiz neyle doluysa, hayatımız da ona göre şekillenir. Kalbi temiz olanın hayatı da huzurlu olur; kalbi kötü olan ise, kendisini ve çevresini sıkıntıya sokar. Bu yüzden, önce kalbimizi ve düşüncelerimizi temizlemeliyiz. Çünkü hayatın gerçek inşası, önce içimizde başlar.

Allah bizleri, kalbini temiz tutan ve dışına da güzellik yansıtan kullarından eylesin. Amin.

**************   

HAYATTAKİ KİRLİKLİKLER ÖNCE DÜŞÜNCENİN KİRLENMESİYLE BAŞLAR

Düşüncenin Kirlenmesi ve Hayattaki Kirlilikler: İslami ve İbretlik Bir Bakış

İnsan, Allah’ın yarattığı en şerefli varlık (eşref-i mahlûkat) olarak dünyaya gönderilmiştir. Ancak insanın şerefli olması, onun aklı ve düşünme kabiliyeti ile doğrudan bağlantılıdır. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette akletmek, düşünmek ve tefekkür etmek teşvik edilmiştir. Çünkü insanın kalbi ve zihni temiz oldukça, amelleri de temiz olur. Ancak düşüncenin kirlenmesi, zamanla amellere ve toplumsal yozlaşmaya sebep olur.

Düşüncenin Kirlenmesi Nasıl Başlar?

İnsanın zihni, tıpkı bir bahçe gibidir. Ona ne ekilirse, zamanla o yeşerir ve meyve verir. Eğer bu bahçeye güzel fikirler, ahlaki prensipler ve doğru inançlar ekilirse, insanın davranışları da güzel olur. Ancak bu bahçeye fesat, kin, nefret ve kötü düşünceler ekilirse, zamanla bireyin kalbi kararır ve topluma da zarar vermeye başlar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Dikkat edin! Vücutta bir et parçası vardır; eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur, eğer o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. İşte o, kalptir.” (Buhari, Müslim) buyurarak, insanın iç dünyasının dış dünyasını nasıl şekillendirdiğine işaret etmiştir.

Düşüncenin Kirlenmesinin Sonuçları

1. Bireysel Yozlaşma: Kötü düşünceler önce bireyin kendi iç dünyasında bozulmalara yol açar. Haset, kibir, öfke ve nefret gibi duygular kalbi kirletir ve zamanla insana yanlış davranışlar yaptırır.

2. Ahlaki Çöküş: Düşüncenin kirlenmesi, insanın ahlaki değerlerini aşındırır. Yalan, hile, gıybet gibi günahlar normalleşir ve bireyin ruhu kararmaya başlar.

3. Toplumsal Kirlilik: Bireylerin iç dünyasındaki bozulma, zamanla topluma sirayet eder. Rüşvet, adaletsizlik, sömürü, israf ve ahlaki dejenerasyon gibi sorunlar, aslında bireylerin düşünce dünyalarındaki bozulmanın yansımasıdır.

Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki Allah, bir kavim kendi içinde olanı değiştirmedikçe onların durumunu değiştirmez.” (Rad, 13/11) buyrularak, değişimin önce bireyin iç dünyasında başlaması gerektiği vurgulanmıştır.

Çözüm: Düşüncenin Arınması

Düşünceyi temiz tutmak, İslam’ın üzerinde önemle durduğu bir konudur. Bunun için şu hususlara dikkat etmek gerekir:

1. Tefekkür ve Zikir: Allah’ı sürekli anmak ve yaratılış üzerine düşünmek, insanın iç dünyasını temizler. “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28) ayeti, bunun önemini vurgular.

2. İyi İnsanlarla Birliktelik: Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kişi dostunun dini üzeredir. O hâlde kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin.” (Ebu Davud, Tirmizi) buyurarak, çevrenin insanın düşüncelerini etkilediğine işaret etmiştir.

3. Helal Lokma: İnsanın yediği gıdalar bile düşüncelerini etkiler. Helal ve temiz lokma, ruhu besler ve düşünceleri berraklaştırır.

4. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık: Kur’an okumak ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadislerine uymak, zihni ve kalbi arındırır.

Sonuç

Düşünce, insanın en büyük sermayesidir. Eğer düşüncelerimiz temiz olursa, hayatımız da temiz olur. Ancak düşünceler kirlenirse, bu kirlilik önce bireyin kalbinde, sonra amellerinde ve en sonunda toplumda kendini gösterir. Bu yüzden Müslüman, zihnini ve kalbini sürekli temiz tutmalı, kötü düşüncelerden arınarak ahlaki güzellikleri hayatına hâkim kılmalıdır. Çünkü gerçek temizlik, önce kalpte ve düşüncede başlar.

Allah bizleri, kalbini ve düşüncelerini temiz tutan salih kullarından eylesin. Amin.

 

************  

FITRAT FITRİ OLANI KABUL ETMEZ

“Fıtrat, fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar. “

Fıtratın Hakikati: Yaratılışın Reddettiği Şeyler

İnsan, yaratılıştan gelen saf ve temiz bir yapıya sahiptir. İslam’da buna fıtrat denir. Fıtrat, insanın özündeki saf hakikati ve doğruyu arayan yapısıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle, “Fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar.” Bu söz, insanın yaratılışına uygun olmayan şeyleri sevki ilahi olarak kabul etmeyeceğini, aksine onları reddedeceğini anlatır.

Ancak modern çağda, insanlar bazen fıtratlarının sesini duymakta zorlanır. Çünkü dış etkenler, alışkanlıklar ve toplum baskısı, insanın özündeki bu hakikati köreltebilir. Bu makalede, fıtratın neyi reddettiğini, neden reddettiğini ve insanın nasıl yeniden fıtratına dönebileceğini inceleyeceğiz.

1. Fıtrat Nedir ve Neden Önemlidir?

Fıtrat, insanın yaratılıştan gelen ilahi kodudur. Allah (c.c.), her insanı saf bir şekilde yaratmıştır:

> “O hâlde sen yüzünü, Allah’ı birleyici olarak dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratmasında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30)

Bu ayet, Allah’ın insanı tertemiz bir fıtrat ile yarattığını ve aslında tüm insanların hakikati tanıyabilecek bir kalbe sahip olduğunu gösterir. Ancak zamanla çevresel faktörler, insanın bu saf yapısını değiştirebilir.

Bir hadiste de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar.” (Buhârî, Cenaiz 79; Müslim, Kader 22)

Bu hadis, insanın doğuştan temiz olduğunu, ancak dış etkenlerin onu farklı yönlere çekebileceğini gösterir. Fakat ne kadar değişime uğrarsa uğrasın, insanın fıtratı aslında hep doğrudan yana olacaktır.

2. Fıtratın Reddettiği ve Kabul Etmediği Şeyler

Fıtrat, insanın yapısına uygun olmayan şeyleri kabul etmez ve reddeder. İşte fıtratın doğal olarak reddettiği bazı şeyler:

1) Adaletin Bozulması ve Zulüm

İnsan, yaratılış gereği adaleti sever ve zulmü reddeder. Hangi toplumda olursa olsun, insanlar adaletli bir yönetimi arzu eder. Bir insan kendi çıkarı için zulmü savunabilir, fakat içinde her zaman bir huzursuzluk hisseder.

Haksızlık karşısında içimizde bir rahatsızlık hissediyorsak, bu fıtratımızın zulme karşı olduğunu gösterir.

Küçük bir çocuğa haksızlık yapıldığında bile içimizde bir öfke uyanıyorsa, bu fıtratın bir sonucudur.

> “Zulüm ile abad olanın, ahiri berbat olur.” (Atasözü)

Fıtrat, zulmün ve adaletsizliğin sürdürülebilir olmadığını bilir. Bu yüzden haksız düzenler eninde sonunda yıkılır.

2) Yalan ve Riyakârlık

İnsan doğası gereği doğruyu sever ve yalandan nefret eder. Bunu anlamak için küçük çocukları gözlemleyebiliriz.

Bir çocuk, kendisine yalan söylendiğini fark ettiğinde güvensizlik hisseder.

Eğer sürekli yalan söylenirse, içindeki fıtri temizlik kirlenir ve yalanı normal görmeye başlar.

Ancak ne kadar alışırsa alışsın, fıtratının derinliklerinde bir huzursuzluk hisseder.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Doğruluk iyiliğe, iyilik cennete götürür. Yalan ise kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür.” (Buhârî, Edeb 69)

Bu hadis, doğruluğun fıtratın gereği olduğunu ve insanın iç huzurunu ancak hakikatle bulabileceğini gösterir.

3) Haram ve Helal Dengesi

İnsan, yaratılışı gereği helal olan şeylere meyleder ve haramlardan uzak durmak ister. Ancak alışkanlıklar ve çevresel etkenler, zamanla insanın harama duyarsızlaşmasına yol açabilir.

Örneğin:

Temiz gıdalar insanın bedenine iyi gelirken, haram yiyecekler ve içkiler zarar verir.

Fıtrat, haramın zararlarını önce bedende, sonra ruhta gösterir.

Allah (c.c.), insana haram olan şeyleri yasaklamıştır çünkü bunlar fıtrata uygun değildir. Kur’an’da şöyle buyurulmuştur:

> “Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (Maide, 5/87)

Fıtrat, Allah’ın koyduğu sınırları tanır ve bunlara uyduğunda huzur bulur.

3. Fıtratın Bozulması ve Geri Dönüş Yolları

Peki, insanlar neden bazen fıtratlarının sesini duyamaz hâle gelir? Bunun başlıca nedenleri şunlardır:

Yanlış alışkanlıklar ve bağımlılıklar (Örneğin: Yalan söylemeye alışan bir insan, zamanla bundan rahatsızlık duymaz.)

Toplumun yönlendirmesi (Eğer toplumda yanlış şeyler yaygınsa, birey de buna uyum sağlar.)

Gaflet ve ihmal (İnsan, fıtratının sesini dinlemeyip sürekli dünya işleriyle meşgul olursa, kalbi katılaşır.)

Ancak fıtrat hiçbir zaman tamamen kaybolmaz. İnsan ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın, geri dönmesi her zaman mümkündür.

Fıtrata dönmenin yolları:

1. Samimi bir tövbe ile hataları kabul etmek

2. Allah’ı çokça anmak ve dua etmek

3. Doğru ve dürüst insanlarla beraber olmak

4. Fıtratın sesine kulak vermek, vicdanı öldürmemek

5. Kur’an ve sünnet rehberliğinde hareket etmek

Allah (c.c.), kullarını her zaman affetmeye hazırdır:

> “De ki: Ey kendi aleyhlerine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar.” (Zümer, 39/53)

Sonuç: Fıtrata Uygun Yaşamak, Hakikati Bilmektir

Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi, fıtrat, kendisine uygun olmayan şeyi reddeder ve atar. Zulüm, yalan, haram ve batıl olan şeyler, insanın fıtratına terstir. Ancak insan bazen fıtratının sesini duyamaz.

Önemli olan, fıtrata uygun yaşamaya çalışmak ve hakikati aramaktır. Çünkü insan ancak fıtratına uygun yaşadığında gerçek huzuru ve mutluluğu bulur.

> “Kim doğru yola yönelirse, ancak kendi iyiliği için yönelmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar.” (İsra, 17/15)

 

 

***************  

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR .-1-

Dünya: Herkesin Kendini Bildiği, Bulduğu ve Kendi Olduğu Bir Yer

Dünya, insanın hakikat yolculuğunu yaptığı, kendini tanıdığı ve varoluş gayesini keşfettiği bir imtihan yeridir. Her insan, bu dünyada kendi fıtratı, seçimleri ve niyetleri doğrultusunda bir yol çizer. Kimi hakikati bulur, kimi kendisini kaybeder. Ancak herkes, sonuçta kendi yaptıklarıyla şekillenir ve kendi gerçeğini yaşar.

Bu açıdan, İslam’ın bakış açısıyla dünya, bir tarla gibidir: İnsan, burada ne ekerse ahirette onu biçer. “Dünya herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir” sözü, aslında insanın kendi özünü keşfetmesinin, fıtratına uygun bir hayat sürmesinin ve seçimlerinin sonucuyla yüzleşmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatır.

Kendini Bilmek: İnsan Nefsinin Farkında Olmalı

İslam, insanın önce kendisini tanımasını, nefsini bilmesini ve Rabbine yönelmesini öğütler. “Kendini bilen, Rabbini bilir” (Hadis-i Şerif) sözü, insanın hakikat yolculuğunun önce kendi iç dünyasını tanımaktan geçtiğini gösterir.

Kur’an’da Yüce Allah şöyle buyurur:

“Biz ona (insana) iki yolu göstermedik mi?” (Beled, 90:10)

Bu ayet, insanın dünya hayatında kendi seçimleriyle yolunu belirleyeceğini ve sonuçlarına katlanacağını anlatır. İnsan, ya nefsinin esiri olur ve kaybolur ya da hakikati arar ve özünü bulur.

Dünya, insanın kendini tanıdığı bir yerdir. Kimi mal ve mülk hırsıyla yanılır, kimi şöhret ve makam peşinde ömrünü tüketir. Ancak gerçekten “kendini bilen” kişi, faniliğini kavrar ve bu dünyanın bir sınav yeri olduğunu idrak eder.

Kendini Bulmak: Hakikati Keşfetmek

Her insan, bu dünyada bir arayış içindedir. Kimileri doğru yolu bulur, kimileri gaflette kalır. Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim hidayeti seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi zararına sapmış olur.” (İsra, 17:15)

Bu ayet, insanın yaptığı seçimlerin kendi kaderini belirlediğini vurgular. İnsan, dünyada hakikati arayıp bulanlardan mı olacak, yoksa nefsine uyup kaybolanlardan mı? İşte dünya, herkesin bu sorunun cevabını verdiği yerdir.

Gerçek anlamda “kendini bulan” insan, Allah’ın rızasını arayan insandır. Kur’an’da Allah, kendisini arayanlara şu müjdeyi verir:

“Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara, 2:152)

Bu, insanın dünya hayatındaki en büyük keşfidir: Rabbini bulmak, O’na yönelmek ve bu fani hayatta ebedi saadeti kazanmak.

Kendisi Olmak: İnsan Kendi Seçimlerini Yaşar

Dünya, insanın kendisini gerçekleştirdiği bir yerdir. Her insan, seçimleriyle kendi kimliğini oluşturur. Kimisi adaletli olur, kimisi zalimleşir. Kimisi imanla yaşar, kimisi gaflet içinde ömrünü tüketir.

Kur’an’da şöyle buyrulur:

“Kim zerre kadar hayır işlerse onu görür. Kim de zerre kadar şer işlerse onu görür.” (Zilzal, 99:7-8)

Aslında kendini görür, kendini bilir ve kendi olur.

Bu ayet, insanın dünyada yaptığı her şeyin kaydedildiğini ve sonunda karşısına çıkacağını gösterir. Her insan, bu dünyada yaptığı seçimlerle kendi ahiretini inşa eder.

Gerçek anlamda “kendisi olmak”, insanın fıtratına uygun yaşamasıdır. Allah insanı tertemiz bir fıtrat üzere yaratmıştır. Ancak dünya, insanın bu fıtratı koruyup koruyamayacağını test ettiği bir yerdir.

Sonuç: Dünya Bir Ayna Gibidir

Dünya, herkesin kendisini bildiği, bulduğu ve kendisi olduğu bir yerdir. Her insan, burada kendi hakikatini yaşar. Kim Allah’a yönelirse, huzuru bulur. Kim nefsine uyarsa, kaybolur.

Bu dünya bir ayna gibidir: İçimizdekini yansıtır. Kötülük tohumu eken, kötülükle karşılaşır. İyilik tohumu eken, iyilikle karşılaşır.

O halde insan, dünyaya neden geldiğini, ne yapmak istediğini ve bu hayatı nasıl geçirdiğini sorgulamalıdır. Çünkü herkes, burada kendi yolunu çizer ve ahirette de kendi çizdiği yolun karşılığını bulur.

 

 

***************

DÜNYA HERKESİN KENDİSİNİ BİLDİĞİ, BULDUĞU VE KENDİSİ OLDUĞU BİR YERDİR . -2-

### Dünya: Kendini Bilmenin, Bulmanın ve Olmanın İmtihan Sahnesi
Dünya, insanın kendini tanıma, anlamlandırma ve gerçek benliğine ulaşma yolculuğunda bir imtihan sahasıdır. İslam’a göre bu yolculuk, sadece biyolojik bir varlık olmanın ötesinde, ruhun ve kalbin terbiyesini gerektirir. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kim nefsini tanırsa Rabbini tanır” hadisi, bu hakikatin temelini oluşturur. Peki insan, bu dünyada kendini nasıl “bilir”, “bulur” ve “olur”? İşte İslami perspektiften ibret ve tefekkürle dolu bir cevap…

#### 1. **Nefsini Bilmek: İlahi Bir Farz**
İslam, insanın kendini tanımasını farz-ı ayn olarak niteler. Modern psikolojinin aksine, insanı sadece biyolojik ve sosyal bir varlık olarak görmek, onun özünü unutmasına yol açar. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ı unutan ve bu yüzden kendilerini unutturanlar” ifadesi, bu tehlikeyi hatırlatır. Nefsini bilmek, kalpteki hastalıkların (kibir, haset, bencillik) farkına varmak ve bunları tedavi etmekle mümkündür. Her Müslüman, kendi nefsinin psikoloğu olmalı; zira bu, Allah’a yakınlaşmanın ilk adımıdır.

**İbret:** İnsan, kibrini fark ettiğinde tevazuya, hasedini gördüğünde şükre ulaşır. Bu farkındalık, imanın nurudur.

#### 2. **Kendini Bulmak: Mensubiyet ve Anlam Arayışı**
Kendini bulmak, yalnızca içe dönük bir süreç değil; köklerle, toplumla ve Allah’la kurulan bağın keşfidir. Tasavvufta dünya, “yakın hayat” (el-hayâtü’d-dünyâ) olarak tanımlanır; geçici süslerle aldanmamak, kalıcı olanı aramak esastır. Ayette buyrulduğu üzere, “Dünya hayatı aldatıcı bir metadan ibarettir” (Âl-i İmrân, 3:185). Gerçek benliğe ulaşmak, bu aldanışı fark edip ahiret odaklı bir bilinç geliştirmekle mümkündür.

**Düşündürücü Soru:** Maskelerimizle yaşadığımız bir hayat, bizi ne kadar “kendimiz” yapar?

#### 3. **Kendin Olmak: Sorumluluk ve Fedakârlık**
Kendini bilen ve bulan insan, artık “olma” sorumluluğunu taşır. İslam’da “faydalı insan” olmak, Peygamber’in (s.a.v.) “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” emrinin gereğidir. Dünya, bireysel çıkarların değil; adaletin, merhametin ve fedakârlığın hâkim olduğu bir yer olmalıdır. Modern dünyanın benmerkezci değerleri, insanı yalnızlaştırırken; İslam, toplumsal dayanışmayı ve kardeşliği öne çıkarır.

**Örnek:** Hz. Ömer’in (r.a.) adaleti, sadece bir yönetici olarak değil; nefsini terbiye eden bir mümin olarak “kendini bilmesi”nden kaynaklanıyordu.

#### 4. **Dünya-Ahiret Dengesi: Geçici Olanla Kalıcı Olanın Terazisi**
Kur’an, dünya hayatını “yağmurla yeşerip sonra kuruyan bitkiye” benzetir (Yûnus, 10:24). Bu metafor, insana şu soruyu sordurur: “Geçici süsler peşinde koşarken, kalıcı eserler bırakabiliyor muyum?” İslam, dünyayı kötülemez; ancak onu ahiretin gölgesinde anlamlandırır. “Rabbimiz! Bize dünyada da âhirette de iyilik ver” duası (Bakara, 2:201), bu dengeyi sağlamanın rehberidir.

**Tefekkür:** Bir gülün ömrü kısadır, ama kokusu kalıcıdır. İnsanın dünyadaki amelleri de böyledir.

#### 5. **Toplumsal Ayna: Başkalarında Kendini Görmek**
Kendini bulmak, yalnızca manevi bir yolculuk değil; toplumla etkileşimle şekillenen bir süreçtir. Hadis-i şerifte, “Mümin, başkası için istediğini kendisi için isteyendir” buyrulur. İnsan, başkalarının ihtiyaçlarına cevap verirken kendi benliğini inşa eder.

**İbretli Hikâye:** Mevlânâ’nın “Sen göründüğün şey değilsin; sen, aynalarda gördüğün yansımasın” sözü, insanın toplumdaki rolünü hatırlatır.

### Sonuç: Dünya Bir Aynadır; Kendini Görebilenler İçin…
Dünya, insanın kendini tanıma, bulma ve olma sınavıdır. Bu sınavda başarı, nefsin farkındalığından, toplumsal sorumluluktan ve ahiret bilincinden geçer. Unutmamak gerekir: “Allah, bir toplumu değiştirmez, onlar kendilerini değiştirmedikçe” (Ra’d, 13:11). Kendini bilen, bulan ve “kendisi olan” insanların inşa ettiği bir dünya, ancak adalet, merhamet ve tevazu ile ayakta kalabilir.

**Dua ve Çağrı:** Rabbimiz! Bizi nefsimizi bilen, hakikati bulan ve kulluk bilinciyle “kendisi olan”lardan eyle. Âmin.

 

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=e5aERmrZFi0




İRADE SAVAŞLARI

İRADE SAVAŞLARI[1]

ALLAH VE PEYGAMBERLERİ İNSAN İRADESİNİ ÖN PLANA ÇIKARIRKEN, ŞEYTAN VE ONUN YOLUNDAN GİDENLER İNSAN İRADESİNİ DEVRE DIŞI BIRAKMAKTADIR.

İNSAN İRADESİ: ALLAH’IN EMANETİ VE ŞEYTAN’IN TUZAKLARI

İslam inancında insan, akıl ve irade sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. Allah, insanı “eşref-i mahlûkat” yani yaratılmışların en şereflisi olarak tanımlamış ve ona seçim hakkı vermiştir. Kur’an-ı Kerim, insanın iradesini kullanarak iyiliği ve kötülüğü seçebileceğini, ancak bu seçimlerin sonuçlarından da sorumlu olduğunu vurgular.

Ne var ki, Allah insanın özgür iradesini ve tercih hakkını önemserken, şeytan ve onun yolundan gidenler bu iradeyi devre dışı bırakmaya, insanı baskı altına almaya ve köleleştirmeye çalışır. Tarih boyunca zalim yönetimler, baskıcı ideolojiler ve nefsi esir alan tutkular hep şeytanın bu misyonunu yerine getirmiştir.

1. ALLAH’IN İNSANA VERDİĞİ EN BÜYÜK NİMET: İRADE VE SEÇİM HAKKI

Kur’an-ı Kerim, insanın bir imtihan dünyasında olduğunu ve bu imtihanın en temel unsurunun özgür iradesiyle doğruyu ve yanlışı seçmesi olduğunu bildirir:

> “Şüphesiz, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip salih ameller işleyenler müstesna; onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır.”
(Tîn Suresi, 4-6)

Bu ayet, insanın iradesiyle yükseleceğini ya da düşeceğini göstermektedir. Allah, kullarına irade vererek, onların kendi yollarını seçmelerine imkân tanımıştır.

Peygamberler de insanlara her zaman zorla değil, davet yoluyla tebliğ yapmışlardır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e Allah, şu emri vermiştir:

> “Sen yalnızca bir öğüt vericisin; onlar üzerinde bir zorba değilsin.”
(Ğaşiye Suresi, 21-22)

Bu ayet, İslam’ın zorbalıkla, baskıyla değil, insan iradesine ve aklına hitap eden bir din olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

2. ŞEYTAN VE ONUN YOLUNU TAKİP EDENLER: BASKI VE KÖLELİK SİSTEMİ

Şeytan, Hz. Adem’e secde etmediğinde insanın iradesine savaş açmıştır. Çünkü şeytan, insanların kendi akıllarını ve iradelerini kullanarak Allah’a yönelmelerini istemez; onları aldatır, korkutur ve kendi yoluna çekmeye çalışır.

> “Şeytan onlara (aldatıcı) vaadlerde bulunur ve onları boş umutlarla oyalar. Oysa şeytanın onlara vaat ettiği şey sadece bir aldanıştır.”
(Nisa Suresi, 120)

Şeytan ve onun yolundan gidenler, insanların iradesini yok etmek için çeşitli yollar kullanır:

Zulüm ve baskı rejimleri: İnsanların özgür iradelerini ellerinden almak, onları sorgulamayan ve itaat eden kölelere dönüştürmek isterler.

Batıl ideolojiler ve sahte inanç sistemleri: İnsanları düşünmeden taklit etmeye zorlarlar.

Nefis ve dünya tutkuları: İnsanları arzularının esiri yaparak iradelerini zayıflatırlar.

Allah, Firavun’un halkı üzerindeki baskısını anlatırken, şeytani sistemlerin nasıl insan iradesini yok ettiğini gösterir:

> “Firavun kavmini küçümsedi, onlar da ona itaat ettiler. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir kavimdi.”
(Zuhruf Suresi, 54)

3. ZULMÜN VE BASKININ PANZEHİRİ: HAK VE ADALET

Kur’an, insan iradesine baskı kuran, insanları zorla yönlendiren her türlü güce karşı çıkmayı emreder. Zulme boyun eğmek, şeytanın sistemine destek vermek anlamına gelir.

> “Ey iman edenler! Kendinizi, ailenizi ve çevrenizi ateşten koruyun.”
(Tahrim Suresi, 6)

Bu ayet, Müslümanların iradelerini kullanarak doğru olanı seçmeleri gerektiğini gösterir. Kişi, kendi aklıyla, vicdanıyla ve iradesiyle hareket etmeli, başkalarının baskısına boyun eğmemelidir.

SONUÇ: HANGİ YOLU SEÇECEĞİMİZ BİZİM ELİMİZDE

Allah ve peygamberleri, insanın iradesini özgür bırakmış ve ona doğru yolu göstererek bir davette bulunmuştur. Ancak zorlamamışlardır. İnsan, iyiyi ve kötüyü seçme hakkına sahiptir.

Şeytan ve onun yolundan gidenler ise insanı kendi özgür iradesinden mahrum bırakmak, onu korku, baskı ve aldatmalarla kontrol etmek isterler. Bugün dünya üzerindeki zulüm sistemleri, insanları baskı altına alan ideolojiler ve nefse hitap eden batıl yollar hep bu şeytani düzenin eseridir.

Hangi yolu seçeceğimiz ise bizim elimizdedir:

Allah’ın yolunu seçenler, aklını ve vicdanını kullanarak iyiliği ve adaleti savunurlar.

Şeytanın yoluna uyanlar, başkalarının iradesini yok ederek zulmü ve haksızlığı yayarlar.

Rabbimiz bizleri, irademizi en güzel şekilde kullanarak hak yolunda yürüyenlerden eylesin. Çünkü gerçek hürriyet, ancak Allah’ın gösterdiği yolda yürümekle mümkündür.

@@@@@@@#

### Allah ve Peyamberlerin İrade Vurgusu ile Şeytanın İradeyi Yok Etme Çabası: Kur’anî Bir Tahlil
Kur’an-ı Kerim, insanın özgür iradesini temel bir sorumluluk alanı olarak tanımlarken, şeytanın bu iradeyi manipüle etme çabalarını da açıkça ortaya koyar. Bu çerçevede, peygamberler insanı tercihlerinin bilincine davet ederken, şeytan ve onun takipçileri iradeyi köreltmeye çalışır. Bu zıtlık, insanın imtihanının özünü oluşturur.

#### 1. **Allah ve Peyamberler: İradenin Sorumlulukla Buluştuğu Nokta**
Kur’an, insana “cüz’î irade” bahşedildiğini ve bu iradenin kullanımından hesap sorulacağını vurgular. **“Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin”** (Kehf 18/29) ayeti, insanın özgür seçim hakkını ilahi bir lütuf olarak sunar. Peygamberler de bu iradeyi harekete geçirmek için gönderilmiştir. Örneğin, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e **“Sen ancak bir uyarıcısın; onlar üzerinde zorba değilsin”** (Ğaşiye 88/21-22) denilerek, tebliğde baskı yerine ikna yönteminin esas olduğu hatırlatılır.

Peygamberlerin rolü, insanı iradesini doğru kullanmaya teşvik etmektir. Kehf Suresi 23-24. ayetlerde, Hz. Peygamber’in “inşallah” demeyi unutması üzerine gelen uyarı, insanın planlarını Allah’ın iradesine bağlaması gerektiğini öğretir. Bu, iradenin mutlak olmadığını, ancak sorumluluğunun insana ait olduğunu gösterir.

#### 2. **Şeytan ve Takipçileri: İradeyi Köreltme Stratejileri**
Şeytan, insanı Allah’ın yolundan saptırmak için iradeyi devre dışı bırakmaya çalışır. Kur’an’da şeytanın en temel taktiği, **vesvese, aldatma ve günahları süsleme**dir (Araf 7/20-22). Örneğin, Hz. Adem’i cennetten çıkaran olayda şeytan, “Sonsuzluk ağacı”nı cazip göstererek insanın iradesini hedef almıştır.

Şeytanın etkisi, ancak onu “dost edinenler” üzerinde geçerlidir (Nahl 16/100). İnsan, iradesini kullanmayı bırakıp şeytana tabi olduğunda, sorumluluktan kaçar ve kendini zulme sürükler: **“Onlar kendilerine zulmettiler”** (Yunus 10/44). Şeytanın en büyük zaferi, insanı “Benim iradem yok, mecburum” inancına hapsetmektir.

#### 3. **Kur’an’da İki Zıt Yaklaşım: Hidayet ve Dalalet**
Allah, insanın iradesine saygı duyarak hidayet ve dalalet seçeneklerini sunar: **“Biz ona yolu gösterdik; ya şükreder ya da nankörlük eder”** (İnsan 76/3). Peygamberler, bu seçimi hatırlatan rehberlerdir. Öte yandan şeytan, insanı seçim yapamaz hale getirmek için **“unutturma, tahrik ve yalan”** gibi yöntemler kullanır.

Örneğin, Firavun’un sihirbazları, Hz. Musa’nın mucizesi karşısında iradelerini kullanıp iman ederken (Araf 7/120-126), Firavun ise kibriyle iradesini köreltmiş ve helake sürüklenmiştir. Bu, iradenin doğru kullanımının nasıl kurtuluşa, kötüye kullanımının ise yıkıma yol açtığını gösterir.

#### 4. **İnsanın İmtihanı: İrade ile Sınanma**
Kur’an’da insan, **“nefsinin emmaresi”** (Yusuf 12/53) ve **“şeytanın kontrolü ”** (Bakara 2/168) arasında sıkışmış bir varlık olarak tanımlanır. Ancak Allah, insana bu sınavda başarılı olma imkanı verir: **“Allah, bir toplumun durumunu, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez”** (Ra’d 13/11). Bu ayet, iradenin aktif kullanımının kaderi şekillendirdiğini vurgular.

Peygamberlerin mücadelesi, insanın bu bilinci kazanması içindir. Örneğin, Hz. İbrahim’in putperestlere **“Siz gerçekten tapmakta olduğunuz şeyleri gördünüz mü?”** (Enbiya 21/66) sorusu, iradeyi sorgulamaya davettir.
İradeye baskı yapılmamış, irade harekete geçirilmiştir.

#### 5. **İbret ve Düşündürücü Sonuçlar**
– **Takva ile Şeytanın Tuzağını Aşmak:** Takva sahipleri, şeytanın vesvesesiyle karşılaştıklarında hemen Allah’ı hatırlar ve iradelerini korurlar (Araf 7/201).
– **“İnşallah” Bilinci:** İnsan, plansız bir varlık değildir, ancak tüm planlarını Allah’ın iradesine bağlamalıdır (Kehf 18/23-24).
– **Sorumluluk ve Hesap:** Her insan, **“kazandığı iyilik lehine, kötülük aleyhinedir”** (Bakara 2/286).

### Sonuç: İradenin Kıymeti ve Şeytanın Aldatmacası
Kur’an’ın mesajı açıktır: İnsan, iradesini kullanarak ya Rabbani bir hayat inşa eder ya da şeytanın tuzağına düşerek kendini zillete mahkum eder. Peygamberlerin mücadelesi, bu iradenin diriltilmesi; şeytanın çabası ise öldürülmesi üzerinedir. İnsan, bu şaşkınlıkta**“Allah’ın ipine sımsıkı sarılma”** (Al-i İmran 3/103) davetine kulak vererek, iradesini Hakk’ın hizmetine sunmalıdır.

> **“Kim doğru yolu seçerse, bunu ancak kendi lehine yapar. Kim de saparsa, kendi aleyhine sapar. Hiçbir kimse başkasının yükünü taşımaz.”** (İsrâ 17/15).

@@@@@@@

İNSANIN GELİŞİMİ İRADESİNİN ÖN PLANA ÇIKMASIYLADIR

İNSANIN GELİŞİMİ: İRADEYLE YÜKSELİŞ

İnsanoğlu, doğası gereği öğrenen, gelişen ve dönüşen bir varlıktır. Ancak bu gelişim, sadece dış etkenlerin yönlendirmesiyle değil, bireyin özgür iradesini kullanmasıyla mümkündür. İnsan, iradesini ne kadar bilinçli ve doğru kullanırsa, hem bireysel hem de toplumsal olarak o kadar ileri gider.

Tarih boyunca insanlığın en büyük başarıları, özgür düşünen, sorgulayan ve iradesini kullanan bireyler sayesinde gerçekleşmiştir. İrade olmadan ne bilimde ilerleme ne de ahlaki olgunluk mümkündür. Peki, insanın gelişimi neden iradeyle doğrudan bağlantılıdır?

1. İRADE, İNSANIN DİĞER VARLIKLARDAN ÜSTÜN OLMASININ TEMELİDİR

Kur’an’a göre insan, özgür iradesiyle diğer yaratılmışlardan ayrılır. Melekler iradesizdir, şeytan ise iradesini kötüye kullanmıştır. Ancak insan, iradesini nasıl yönlendireceğine karar verme yeteneğine sahiptir.

> “Şüphesiz Biz insanı karışım halindeki bir nutfeden yarattık; onu imtihan edeceğiz. Bu yüzden onu işiten ve gören bir varlık yaptık.”
(İnsan Suresi, 2)

Bu ayet, insana verilen işitme, görme ve anlama yeteneğinin tesadüf olmadığını, onun iradesiyle doğruyu yanlıştan ayırt edebileceğini ifade eder. Allah insana düşünme ve karar verme yeteneği vermiştir; dolayısıyla gelişim de ancak insanın bu yeteneğini kullanmasıyla mümkündür.

2. İRADE OLMADAN GELİŞİM MÜMKÜN DEĞİLDİR

Bir insanın ahlaki, entelektüel ve manevi gelişimi, onun iradesini ne kadar bilinçli kullandığıyla doğru orantılıdır. İradesini kullanmayan bireyler ve toplumlar, başkalarının yönlendirmesine açık hale gelir. Kendi kararlarını veremeyen bir insan, başkalarının kararlarının bir parçası olur.

Ahlaki Gelişim ve İrade

İnsan, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlama kapasitesine sahiptir. Ancak bu bilgiyi eyleme dönüştürmek, iradeyi güçlendirmeyi gerektirir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

> “Güçlü insan, insanları yenen değil, öfkesine hakim olandır.” (Buhari, Müslim)

Burada iradenin, insanın nefsine ve duygularına hakim olmasını sağladığına dikkat çekilmiştir. Kişi, iradesini kontrol etmeyi öğrenirse, öfke, kıskançlık, kibir gibi duygulara yenilmek yerine ahlaki olarak olgunlaşır.

Bilgi ve Bilgelik İradeyle Artar

İlim, iradesiz insanlara verildiğinde bir anlam taşımaz. Bilgiye ulaşmak, onu anlamak ve hayata geçirmek için irade gereklidir. Kur’an’da bu konuda şöyle buyrulur:

> “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
(Zümer Suresi, 9)

Bilgili insanla cahil insan arasındaki fark, iradesini kullanarak bilgiyi edinmeyi tercih edenle etmeyen arasındaki farktır.

İrade Olmadan Toplumlar Gelişemez

Tarih boyunca baskıcı rejimler, özgür düşünceyi ve iradeyi yok ederek toplumları geri bırakmıştır. Zulmün olduğu yerlerde gelişim olmaz, çünkü insanlar sorgulama cesaretini gösteremez. İradesi elinden alınan toplumlar, köleleşir ve ilerleyemez.

Buna karşılık, iradesini kullanarak adaleti, bilimi ve hakikati savunan toplumlar yükselir. Osmanlı’nın yükselişi, Endülüs’teki bilim devrimi, Batı’daki Rönesans hareketleri hep bireylerin özgürce düşünmesi ve iradesini ortaya koymasıyla gerçekleşmiştir.

3. ŞEYTAN VE ZAYIF İRADE: GELİŞİMİ ENGELLEYEN EN BÜYÜK TUZAK

Şeytan, insanın iradesini zayıflatmak için çalışır. O, insana kolay yolu, haz ve gafleti önerir. Çünkü iradesiz insan, mücadele etmek istemez ve kısa vadeli çıkarlarına odaklanır.

Kur’an’da şeytanın insanı kandırma taktiği şöyle anlatılır:

> “Şeytan onlara vesvese verdi ve dedi ki: ‘Rabbiniz sizi ancak melek olmamanız ve ebedi kalıcılar olmamanız için bu ağaçtan men etti.’”
(Araf Suresi, 20)

Burada şeytan, Hz. Adem ve Hz. Havva’yı iradelerini yanlış kullanmaya teşvik etmiştir. İnsan, iradesini kaybettiğinde aldatılmaya açık hale gelir. Günümüzde de tüketim kültürü, medya manipülasyonları, nefsi arzular insanın iradesini zayıflatmak için şeytanın modern araçları olmuştur.

SONUÇ: İRADE, İNSANIN KENDİ KADERİNİN İRADESİ DOĞRULTUSUNDA YAZILMASIDIR

Allah, insana irade vererek onu sorumluluk sahibi kılmıştır. Şeytan ve onun yolundan gidenler, insanın iradesini zayıflatmaya ve onu bağımlı, çaresiz, yönlendirilen bir varlığa dönüştürmeye çalışır. Ancak tarih göstermiştir ki, iradesini kullanan bireyler ve toplumlar yükselirken, iradesini kaybedenler yok olmuştur.

Bugün, insanlığın en büyük problemi, iradesiz bireylerin çoğalmasıdır. Kolay yolu seçmek, haz ve konfora esir olmak, mücadeleden kaçmak insanı geriye götürür. Ancak iradesini güçlendiren, sorgulayan, azmeden ve mücadele eden bireyler, hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa ererler.

Bu yüzden her insan kendine şu soruyu sormalıdır:

İrademi gerçekten kullanıyor muyum, yoksa başkalarının yönlendirmesiyle mi yaşıyorum?

Bilgi edinmek, ahlaki olarak olgunlaşmak ve topluma katkı sağlamak için ne kadar çaba harcıyorum?

Çünkü unutulmamalıdır ki insanın kaderi, onun iradesiyle şekillenir.

 

***************   

DÜNYADAKİ MÜCADELE INSAN IRADESINI ELE GEÇİRME VE KONTROL ETME MÜCADELESİDİR. FİKİR OLARAK VEYA FİİL OLARAK.

İNSAN İRADESİ ÜZERİNE MÜCADELE: KUR’ANÎ VE İSLAMİ BİR BAKIŞ

İnsanlık tarihi boyunca en büyük mücadelelerden biri, insanın iradesi üzerindeki hâkimiyet savaşı olmuştur. Bu mücadele bazen fikir bazında, bazen de fiili olarak yürütülmüştür. İnsanların düşüncelerini, inançlarını ve davranışlarını yönlendirmek isteyen güçler, onların iradesini ele geçirmek için çeşitli yollar denemiştir. Bu, bireysel ve toplumsal düzeyde devam eden bir savaş olup, Kur’an-ı Kerim ve İslam’ın temel bilgileri çerçevesinde ele alındığında önemli dersler barındırmaktadır.

1. İnsan İradesi: Allah’ın Bahşettiği En Büyük Emanet

Kur’an’a göre insan, irade sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. Yüce Allah, insana akıl ve seçme özgürlüğü vermiş, iyiyi ve kötüyü göstererek onu sınava tabi tutmuştur:

> “Ve biz ona iki yolu göstermedik mi?” (Beled, 90/10)

Bu ayet, insanın önüne seçenekler sunulduğunu ve doğru yolu seçme sorumluluğunun kendisine ait olduğunu gösterir. İrade, insanın kişiliğini ve kaderini şekillendiren temel unsurdur. Ancak tarih boyunca bu iradeyi kontrol altına almak isteyen bireyler, ideolojiler ve sistemler olmuştur.

2. Şeytanın İradesi Ele Geçirme Mücadelesi

İslam’a göre insan iradesine yönelik en eski ve en büyük tehdit, şeytanın vesveseleriyle başlar. Kur’an, şeytanın insanı saptırmak için türlü hileler kullanacağını bildirir:

> “Andolsun ki onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun önünden, ardından, sağından ve solundan sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” (A’râf, 7/17)

Şeytan, insanın düşüncelerine ve duygularına fısıldayarak onun iradesini zayıflatmaya çalışır. Onu gaflete düşürerek kendi arzusunu insanın iradesine dayatır. Tarih boyunca birçok ideoloji, insanları hakikatten uzaklaştırmak ve kendi kontrolüne almak için şeytani yöntemler kullanmıştır.

3. Zorbalık ve Baskıyla İnsan İradesini Kontrol Etme Çabaları

Firavun’un İsrailoğullarını köleleştirmesi, Nemrut’un halkı üzerindeki baskısı gibi örnekler, zulüm sistemlerinin insan iradesini nasıl baskı altına almaya çalıştığını gösterir. Kur’an’da Firavun’un, halkını kontrol etmek için onları sindirdiği şöyle anlatılır:

> “Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde büyüklük tasladı ve halkını fırkalara ayırdı. Onlardan bir topluluğu güçsüz düşürerek erkek çocuklarını boğazlıyor, kadınlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardan biriydi.” (Kasas, 28/4)

Bu ayet, güçlülerin halkın iradesini kontrol altına almak için korku, bölme ve sindirme politikaları uyguladığını açıkça gösterir. Günümüzde de medya, propaganda, manipülasyon ve teknoloji kullanılarak benzer yöntemler uygulanmaktadır.

4. Özgür İrade ve Tevhid Mücadelesi

Peygamberler, insan iradesinin yalnızca Allah’a teslim edilmesi gerektiğini öğretmişlerdir. Tevhid inancı, insanın aklını ve kalbini özgürleştirir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanları zorbalığa ve sahte güçlere boyun eğmekten kurtarıp yalnızca Allah’a kulluk etmeye çağırmıştır:

> “Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının.” (Nahl, 16/36)

Bu ayet, insan iradesinin ancak Allah’a teslim edilmesi gerektiğini ve başka güçlerin iradeyi ele geçirmesine karşı uyanık olunmasını öğütler.

5. Günümüzde İnsan İradesi Üzerindeki Tehditler

Bugünün dünyasında, insan iradesi üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışan farklı mekanizmalar bulunmaktadır:

Medya ve Propaganda: Bilinçaltı mesajlar, reklamlar ve ideolojik yönlendirmelerle insanlar farkında olmadan belirli düşüncelere yönlendirilmektedir.

Dijital Teknoloji ve Algoritmalar: Sosyal medya ve yapay zeka sistemleri, insanların tercihlerine müdahale ederek iradelerini şekillendirebilmektedir.

Ekonomik ve Politik Sistemler: Küresel ekonomik düzenler ve siyasi baskılar, bireylerin seçimlerini manipüle etmeye yönelik yöntemler kullanmaktadır.

Bütün bunlar, insanın özgür iradesini tehlikeye atan büyük meydan okumalardır.

6. Kurtuluş Yolu: İman, Bilinç ve Sabır

İslam, insanın iradesini koruması ve dış etkilere karşı bilinçli olması için şu yolları önerir:

Kur’an ve Sünnete Bağlılık: Doğru bilgi kaynağına yönelmek, insanın iradesini güçlü kılar.

Zikir ve Dua: Allah’ı anmak, insanın kalbini ve aklını temizleyerek şeytanın vesveselerinden korur.

Eleştirel Düşünce ve Feraset: Propaganda ve manipülasyon tekniklerini fark edebilmek için bilinçli bir bakış açısına sahip olmak gerekir.

Sabır ve Direniş: Zorbalığa ve baskıya karşı direnmek, peygamberlerin sünnetidir.

Sonuç: Özgür İrade, Allah’a Kullukta Saklıdır

İnsan iradesi, Allah’ın insana bahşettiği büyük bir emanettir. Şeytanın, zorba yöneticilerin, ideolojilerin ve modern manipülasyon araçlarının bu iradeyi ele geçirme çabalarına karşı uyanık olmak gerekir. Kur’an’ın mesajı açıktır:

> “De ki: Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da bazımız bazımızı Rab edinmesin.” (Âl-i İmran, 3/64)

Bu ayet, insanın yalnızca Allah’a boyun eğmesi gerektiğini, diğer tüm beşeri tahakküm biçimlerinden kaçınması gerektiğini beyan eder. Özgürlük, insanın Allah’a teslimiyetiyle başlar; çünkü gerçek kulluk, sadece O’nadır.

 

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=ixjvmtb0kuQ




BİLMEK VE BİLİNMEK İSTEYEN BİR RAB

BİLMEK VE BİLİNMEK İSTEYEN BİR RAB[1]

 

Muhyiddin-i Arabî

كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونٖى
hadîs-i şerifinin beyanında “Mahlukatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim.” demiştir.

**Muhyiddin İbn Arabî ve “Âyetü’l-Kübrâ” Perspektifinde Yaratılışın Aynası**
İbn Arabî’nin zikrettiği *”Mahlûkatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim”* sözü, onun varlık ve yaratılış metafiziğinin özünü yansıtır. Bu ifade, meşhur kudsî hadis olan *”Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en u‘rafe fe halaktü’l-halka”* (Ben gizli bir hazine idim; bilinmeyi istedim, bu yüzden mahlûkatı yarattım) hadisinin tefsiri mahiyetindedir. İbn Arabî’nin bu yaklaşımı, Vahdet-i Vücûd (Varlığın Birliği) doktriniyle derin bir bağlantı içindedir. Aynı tema, Bediüzzaman Said Nursî’nin *İşârâtü’l-İ’câz* eserinde de farklı bir üslupla ele alınır. İşte bu iki büyük düşünürün perspektifinden konunun izahı:

### **1. İbn Arabî’nin Metafizik Aynası: Tecelli ve Vahdet**
– **Ayna Metaforu**: İbn Arabî’ye göre Allah, mutlak güzelliğini (cemâl) ve isimlerinin tecellilerini görmek için âlemi bir ayna olarak yaratmıştır. Her mahlûk, O’nun bir isminin veya sıfatının tezahürüdür. İnsan ise bu aynanın en mükemmel parçasıdır (*aynetü’l-âlem*).
– **Vahdet-i Vücûd**: Yaratılış, Hakikat-i Muhammediye (İlâhî Hakikatin İlk Tecellisi) vasıtasıyla zuhur eder. İbn Arabî, *”Hak, halkın aynasıdır; halk da Hakk’ın aynasıdır”* (Fusûsü’l-Hikem) der. Bu, zâhir ile bâtının birliğini ifade eder.
– **Kendini Bilme Arzusu**: Allah’ın “bilinmeyi sevmesi”, kendi kemâlâtını müşahede etme iradesidir. İnsan, bu müşahedenin en şuurlu aracıdır.

### **2. Bediüzzaman’ın Teleolojik Yaklaşımı: İşârâtü’l-İ’câz’da Âyetler**
– **Kâinat Kitabı**: Nursî, *İşârâtü’l-İ’câz*’da kâinatı bir “âyetler mecmuası” olarak niteler. Her varlık, Allah’ın isimlerine işaret eden birer delildir. Örneğin, güneş *”Hakîm”* ismine, denizler *”Rahmân”* ismine ayna olur.
– **Hikmet ve Gaye**: Yaratılışın temel hikmeti, Allah’ın tanınmasıdır (*marifetullah*). Nursî, bu noktada İbn Arabî ile aynı hedefe işaret eder, ancak üslubu daha çok akıl, mantık ve Kur’ânî perspektifle sınırlıdır.
– **İnsanın Konumu**: İnsan, *şuur sahibi bir âyine* olarak yaratılmıştır. Ona verilen akıl ve kalp, Hakk’ı tanıma ve sevme kabiliyetinin araçlarıdır.

### **3. Benzerlikler ve Farklılıklar**
| **İbn Arabî** | **Bediüzzaman** |
|—————-|——————|
| Ontolojik (Varlığın özüne odaklı) | Teleolojik (Hikmet ve gayeye odaklı) |
| Mistik ve felsefi derinlik | Kur’ân merkezli ve akılcı izahlar |
| Vahdet-i Vücûd vurgusu | Vahdet-i Şuhûd (Görünenlerin birliği) yaklaşımı
| Tecelli ve zuhur temelli | İsbât-ı Sâni (Yaratıcıyı ispat) temelli |

### **4. Teolojik Hassasiyetler ve Sentez**
– **İbn Arabî’ye Yöneltilen Eleştiriler**: Bazı âlimler, Vahdet-i Vücûd’un panteizm ile karıştırılabileceğini söyler. Ancak İbn Arabî, *”Halk, Hakk’ın gölgesidir; Hakk’ın kendisi değil”* diyerek bu riski bertaraf eder.
– **Nursî’nin Denge Arayışı**: Nursî, İbn Arabî’nin derinliklerini “hakikat-ı hal” olarak kabul eder, ancak avamın idraki için daha sade ve Kur’ânî bir dil kullanır. *”Her şey O’nu gösterir, fakat O değildir”* prensibiyle aşırı yorumları önler.
– **Ortak Mesaj**: Her iki düşünür de mahlûkatın Allah’ın isimlerine birer ayna olduğunu vurgular. İnsanın vazifesi, bu aynayı şuurla temizlemek ve Hakk’ı müşahede etmektir.

### **5. Sonuç: Ayna Metaforunun İki Yansıması**
İbn Arabî ve Bediüzzaman, aynı hakikati farklı merceklerle ele alır:
– **İbn Arabî**, varlığın özünde Hakk’ın tecellisini görür ve insanı “kâmil âyine” olarak tanımlar.
– **Bediüzzaman**, bu tecelliyi Kur’ân’ın rehberliğinde akıl ve kalp ile idrake davet eder.

Her iki yaklaşım da, insanı “yaratılışın sırrını çözen şuurlu bir ayna” olarak konumlandırır. Bu, hem metafizik bir hakikat hem de pratik bir ubudiyet çağrısıdır.

[1] https://www.youtube.com/watch?v=X5-tL3-mWBU&t=3s

 




HERŞEY İÇİN BİR KEMAL NOKTASI TAYİN EDİLMİŞTİR

HERŞEY İÇİN BİR KEMAL NOKTASI TAYİN EDİLMİŞTİR

HERŞEY İÇİN BİR KEMAL NOKTASI TAYİN EDİLMİŞTİR
“Evet Cenab-ı Hak, her şey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir. Ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Her şey o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki manevî bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve manilerini def’eden, şüphesiz Cenab-ı Hakk’ın terbiyesidir. “İşârât-ül İ’caz.

**Cenab-ı Hakk’ın Terbiyesi ve Nokta-i Kemal: İşârâtü’l-İ’caz Perspektifi**
Bediüzzaman Said Nursî’nin bu ifadeleri, kâinattaki **”nizam, hikmet ve gaye”** üçlüsünü merkeze alarak, her varlığın yaratılış amacına (nokta-i kemal) yönelişini ve bu süreçteki ilâhî terbiyenin rolünü izah eder. Bu düşünce, Kur’ân’ın **”Rabbimiz her şeye yaratılışını (varlık özünü) verip sonra onu doğru yola iletendir”** (Tâhâ, 50) ayetiyle de örtüşür. İşte bu hakikatin detaylı tahlili:

### **1. Nokta-i Kemal: Yaratılışın Hedefi**
– **Tanım**: Her mahlûk için belirlenen **”en mükemmel potansiyel”**dir. Tohumun ağaç olması, yıldızların yörüngesinde kalması, insanın marifetullaha ulaşması gibi…
– **Meyil ve Saika- Sevki İlahi (İçgüdü)**: Nursî, bu hedefe yönelik **”fıtrî meyil”**in, varlıklara Allah tarafından yerleştirilen bir **”kudsî program”** olduğunu vurgular. Örneğin, arının bal yapması veya kalbin hakikati araması, bu programın tezahürüdür.
– **Kur’ânî Temel**: *”Biz her şeyi bir ölçüyle yarattık”* (Kamer, 49) ayeti, nokta-i kemal kavramını destekler.

### **2. İlâhî Terbiye: Kemale Giden Yolda Rehberlik**
– **Terbiyenin Anlamı**: Allah’ın, varlıkları kemale ulaştırmak için onlara verdiği **”eğitim, destek ve engelleri kaldırma”** sürecidir. Güneşin bitkiyi beslemesi, yağmurun toprağa can vermesi, insana hidayetin nasip edilmesi gibi…
– **Engellerin Def’i**: Nursî, “manilerin def’i”ni şöyle örneklendirir: *Bir çekirdeğin ağaç olması için toprak, su ve güneşin bir araya getirilmesi; insanın nefsaniyet engellerinin kalbî terbiye ile aşılması.*
– **Kâinatın İşleyişi**: Terbiye, **”kudret, hikmet ve rahmet”** sıfatlarının kolektif tecellisidir. *”O, her an yaratma halindedir”* (Rahman, 29) ayeti bu dinamizme işaret eder.

### **3. Hareket ve Nizam: Kâinatın İlâhî Emre İtaati**
– **Manevî Emir**: Nursî, varlıkların nokta-i kemale yönelişini, **”sünnetullah”** (Allah’ın koyduğu kanunlar) ile açıklar. Yıldızların dönüşü, hücrelerin bölünmesi, atomların titreşimi—hepsi bu emrin tezahürüdür.
– **İnsanın Konumu**: İnsan, irade sahibi olması nedeniyle bu sürece şuurlu katılır. Kemalini, **”iman, ibadet ve ahlak”** üçlüsünde bulur.
– **Tevhid Delili**: Her şeyin aynı hedefe yönelmesi, tek bir Yaratıcı’nın varlığını gösterir. *”Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de kaos içinde yok olurdu”* (Enbiyâ, 22).

### **4. Felsefî ve Tasavvufî Arka Plan**
– **Aristo vs. İslâm**: Aristo’nun “final cause” (nihai sebep) kavramına benzer, ancak İslâmî perspektifte bu sebep, Allah’ın irade ve hikmetine bağlanır.
– **İbn Arabî ile Bağlantı**: *”Allah, âlemi kendi cemalini görmek için yarattı”* düşüncesi, nokta-i kemali “Hakk’ın tecellisine mazhar olma” şeklinde tamamlar.
– **Mevlânâ’nın Mesnevisi**: *”Her şey aslına döner”* (Dereden dereye koşarız, ama aslımız olan denize ulaşırız) ifadesi, Nursî’nin kemal anlayışıyla örtüşür.

### **5. Günümüze Mesajlar**
– **Bireysel Hayat**: İnsan, nefsinin ve dünyanın geçici hevesleri yerine, **”ebedî kemal”** olan Allah’a yönelmelidir.
– **Toplumsal Düzen**: Toplumlar da adalet, merhamet ve ilimle kemale erer; zulüm ve cehalet ise bu terbiye sürecine dirençtir.
– **Ekolojik Denge**: Tabiattaki mükemmel döngüler, ilâhî terbiyenin bir sonucudur. Çevre tahribatı, bu nizama karşı bir isyandır.

**Sonuç**: Nursî’nin bu izahı, kâinatı **”terbiye edilen bir öğrenci”**, Allah’ı ise **”şefkatli bir muallim”** olarak resmeder. Her varlık, O’nun terbiyesiyle kemalini bulurken, insana düşen bu sırra şahitlik edip **”Rabbini hamd ile tesbih etmektir”** (İsrâ, 44).

@@@@@@@

**İsrâ Sûresi 84. Ayet Tefsiri**
**Arapça Metin:**
قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَىٰ شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَىٰ سَبِيلًا
**Meal:**
“De ki: Herkes kendi yapısına (yaratılış ve karakterine) göre davranır. Rabbiniz ise kimin doğru yolda olduğunu en iyi bilendir.”

### **1. Kelime Analizi ve Temel Anlam**
– **”Şâkile” (شَاكِلَتِهِ):**
– Lügatte “yaratılış, mizaç, tabiat, karakter” anlamlarına gelir.
– Terim olarak insanın fiziksel ve ruhî özelliklerini, inanç ve niyetini kapsayan bir kavramdır.
– **”Ahdâ sebîlâ” (أَهْدَىٰ سَبِيلًا):**
– “En doğru yol” veya “hidayet üzere olan” anlamında kullanılır.

### **2. Tefsirlerde Ana Yaklaşımlar**
#### **a) Taberî ve İbn Kesîr:**
– **Taberî:** Her insanın amellerinin, inanç ve karakteriyle uyumlu olduğunu belirtir. Örneğin, müminin ameli imanına, kâfirin ameli ise küfrüne uygundur.
– **İbn Kesîr:** “Şâkile”yi kişinin “niyet ve iç dünyası” olarak yorumlar. Amellerin zahirî değil, bâtınî yönünün önemine vurgu yapar.

#### **b) Fahreddin Râzî:**
– “Şâkile” hem bedenî hem ruhî yapıyı içerir. İnsanın fizyolojik özellikleri kadar, ahlakî eğilimleri de amellerini şekillendirir.
– **Örnek:** Cömert birinin infak etmesi, cimrinin cimrilik yapması, karakterlerinin bir yansımasıdır.

#### **c) Elmalılı Hamdi Yazır:**
– Ayetin mesajını şöyle özetler: *”Herkes fıtratına göre amel eder. Kimin hidayette olduğunu ancak Allah bilir. Bu, insanların birbirini yargılamaması gerektiğini gösterir.”*

### **3. Ayetin Ana Temaları**
#### **a) Amel-Niyet İlişkisi:**
– Amellerin değeri, niyet ve karakterle doğrudan bağlantılıdır. Hadis-i şerifteki *”Ameller niyetlere göredir”* (Buhârî) ilkesiyle uyumludur.
– **Örnek:** İki kişi aynı hayrı yapsa bile, biri riya ile diğeri ihlasla yaparsa, amel değeri farklı olur.

#### **b) Hidayetin Kaynağı:**
– Doğru yolu bulmak Allah’ın dilemesi ve bilgisi iledir. Bu, insana tevazu ve Allah’a tevekkül emreder.
– **Ayetle Bağlantı:** *”Allah kime hidayet ederse o doğru yoldadır”* (A‘râf, 178).

#### **c) İnsanî Farklılıklar:**
– Herkesin farklı mizaçlara sahip olması, toplumsal çeşitliliğin bir gereğidir. Bu, İslam’ın **”tanışma ve anlayış”** (Hucurât, 13) emriyle de uyumludur.

### **4. Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da Konuya Bakışı**
Bediüzzaman, bu ayetin ruhunu şu şekilde yorumlar:
– **Fıtrat ve İbadet:** İnsanın yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmektir. Ameller, bu fıtrî yönelişin dışa vurumudur.
– **Hidayet ve İrade:** Hidayet Allah’tandır, ancak insan iradesiyle doğru yolu seçmelidir. *”Hidayet isteyene hidayet verilir”* (Leyl, 12) prensibiyle örtüşür.
– **Örnek:** Risale-i Nur’da geçen *”Her bir mahluk, kendi lisan-ı hâliyle Allah’ı zikreder”* ifadesi, her varlığın kendi şâkilesine göre hareket ettiğini gösterir.

### **5. Günümüze Mesajlar**
1. **Yargılamadan Anlamak:**
– İnsanların davranışlarını yargılamadan önce, onların niyet ve fıtratını anlamaya çalışmak gerekir.

2. **Niyet Muhasebesi:**
– Kişi, amellerini sık sık kontrol edip niyetini ihlasla temizlemelidir.

3. **Hidayet Duaları:**
– *”Bize doğru yolu göster”* (Fâtiha, 6) ayeti gibi, hidayet için sürekli dua etmek önemlidir.

4. **Çeşitliliğe Saygı:**
– Toplumda farklı mizaçların olması, ilâhî bir zenginliktir. Bu farklılıklar, karşılıklı öğrenme vesilesidir.

**Sonuç:**
İsrâ 84. ayet, insanın amellerini iç dünyasıyla ilişkilendirerek, hidayetin Allah’ın elinde olduğunu hatırlatır. Bu, hem bireysel sorumluluğu hem de ilâhî rahmetin genişliğini vurgulayan dengeli bir mesajdır.

@@@@@@@




KURAN-I KERİM’DE GALİLEN MA İLE İLGİLİ AYETLER

KURAN-I KERİM’DE GALİLEN MA İLE İLGİLİ AYETLER

Kur’an-ı Kerim’de “Galîlen Mâ” ile Gelen İbretli Mesajlar

Kur’an-ı Kerim’de geçen “Galîlen mâ” (قَلِيلًا مَا) ifadesi, “Ne kadar da az!”, “Ne kadar da az düşünüyorsunuz!”, “Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” gibi anlamlara gelir. Bu ifade, insanların az düşünmesi, az ibret alması veya az şükretmesi gibi durumları eleştiren ve uyarıda bulunan ayetlerde geçer.

Allah, bu ifadeyle insanın gaflete düşme eğilimine dikkat çeker ve onun daha bilinçli, daha şükredici ve daha fazla ibret alan bir varlık olması gerektiğini hatırlatır.

1. İnsan Ne Kadar da Az Düşünüyor!

“Galîlen mâ tezekkerûn”
“Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (Hâkka Suresi, 69:42)

Kur’an, insana defalarca düşünmeyi ve aklını kullanmayı tavsiye eder. Ancak insanlar çoğu zaman yüzeysel yaşar, hayatın anlamı üzerine derinlemesine düşünmez. Oysa kâinatın düzeni, insanın yaratılışı ve ölümden sonraki hayat, üzerinde tefekkür edilmesi gereken büyük gerçeklerdir.

Bu ayet, gaflet içinde yaşayan ve öğütleri göz ardı eden insanlara güçlü bir uyarıdır. Gerçekleri görmek için daha fazla düşünmeliyiz!

2. Ne Kadar da Az Şükrediyorsunuz!

“Galîlen mâ teşkurûn”
“Ne kadar da az şükrediyorsunuz!” (A’raf Suresi, 7:10)

İnsan, sahip olduğu nimetleri çoğu zaman fark etmez ve şükretmeyi unutur. Oysa her nefes, her lokma, her sağlık anı Allah’ın bir lütfudur.

Bu ayet, insanın nankörlüğüne dikkat çeker. Zorluklarla karşılaşınca isyan eden, nimet içindeyken şükretmeyi unutan insan, aslında büyük bir yanılgı içindedir. Oysa şükreden bir kalp, nimetleri artırır ve huzuru yakalar.

Şükürsüzlük, insanı hem dünyada hem de ahirette kaybettirir. O halde, şükretmeyi unutmamalıyız!

3. Ne Kadar da Az İman Ediyorsunuz!

“Galîlen mâ tu’minûn”
“Ne kadar da az iman ediyorsunuz!” (A’raf Suresi, 7:3)

Kur’an, insanları iman etmeye ve Allah’ın ayetlerini takip etmeye çağırır. Ancak bazı insanlar, apaçık deliller karşısında bile iman etmekte tereddüt eder veya iman etse bile samimi bir bağlılık göstermez.

Bu ayet, insanın iman konusundaki zayıflığını eleştiren bir uyarıdır. İman sadece sözde değil, kalpte ve davranışlarda da olmalıdır. İman eden bir insan, Allah’ın emirlerine uymalı ve hayatını bu doğrultuda şekillendirmelidir.

Öyleyse, imanımızı güçlendirmek için daha fazla çaba göstermeliyiz!

Sonuç: Daha Fazla Düşünmeli, Şükretmeli ve İman Etmeliyiz

Kur’an-ı Kerim’de “Galîlen mâ” ifadesinin geçtiği ayetler, insanın gaflet içinde olduğunu, az düşündüğünü, az şükrettiğini ve zayıf iman gösterdiğini anlatan önemli uyarılardır.

Allah, insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona akıl, düşünme yeteneği ve sayısız nimetler vermiştir. Ancak insan çoğu zaman:

Az düşünür.
Az şükreder.
Zayıf iman gösterir.

Bu ayetler bizlere, gafletten uyanmamız ve daha bilinçli bir şekilde Allah’a yönelmemiz gerektiğini hatırlatır. O halde:

Daha fazla tefekkür edelim.
Daha çok şükredelim.
İmanımızı güçlendirelim.

Çünkü dünya hayatı geçicidir ve asıl kazanç, Allah’a yönelmek ve O’nun rızasını kazanmaktır.




KURAN-I KERİM’DE EFELA İLE İLGİLİ AYETLER

KURAN-I KERİM’DE EFELA İLE İLGİLİ AYETLER

Kur’an-ı Kerim’de “Efela” ile Gelen Uyarılar ve İbretler

Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “Efela” kelimesi, “Hâlâ…?”, “Acaba…?”, “Neden…?” gibi sorgulayıcı bir anlam taşır. Allah, bu kelimeyi kullanarak insanları düşünmeye, akletmeye ve gerçeği görmeye davet eder. Çünkü insan, çoğu zaman gaflete düşer, etrafındaki işaretleri görmezden gelir ve kendini hataya sürükler.

Kur’an’da “Efela” ifadesiyle başlayan veya içinde geçen ayetler, özellikle tefekkür (derin düşünme), ibret alma ve doğru yolu bulma konularında önemli mesajlar verir.

1. Akletmiyor musunuz?

“Efela ta’kilun?”
“Hâlâ akletmiyor musunuz?” (Bakara Suresi, 2:44)

“De ki: “Eğer Allah dileseydi, ben size onu okumazdım, Allah da size onu bildirmezdi. Ben sizin aranızda bundan (Kur’an’ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?” Yunus.16.

Bu ayet, özellikle insanların tezat davranışlarını sorguluyor. Kendi iyiliği için başkalarına doğruyu tavsiye eden ama kendisi buna uymayan insanlar için bir uyarıdır. İnsan, kendisini kandırmadan, samimi bir şekilde doğrulara yönelmelidir. Çünkü akıl, sadece bilgi sahibi olmak için değil, doğruyu yaşamak için verilmiştir.

2. Allah’ın Ayetlerini Görmez misiniz?

“Efela yanzurune ilâl ibil keyfe hulikat?”
“Onlar deveye bakmazlar mı, nasıl yaratılmıştır?” (Gaşiye Suresi, 88:17)

Bu ayet, insanın doğaya bakarak Allah’ın kudretini anlaması gerektiğini hatırlatır. Allah, deveyi örnek vererek insanların yaratılış mucizesi üzerine düşünmesini ister. Gökyüzü, dağlar, yeryüzü… Tüm bunlar, bir tesadüf sonucu değil, büyük bir ilahi sanatın eseridir. İnsan, etrafındaki işaretleri görmeli ve bunlardan ders almalıdır.

3. Kalpleriniz Kilitli mi?

“Efela yetedebberunel Kur’an? Em ‘ala kulubihim akfaluhâ?”
“Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?” (Muhammed Suresi, 47:24)

Bu ayet, insanların Kur’an’ı sadece okumakla yetinmeyip, onun üzerinde düşünmesi gerektiğini vurgular. Kur’an, bir rehberdir ama sadece açık olan kalplere yol gösterir. Kalplerin kilitli olması, gaflet içinde olmak ve hakikate gözleri kapamak anlamına gelir. İnsan, bu kilitleri açmalı ve Kur’an’ın ışığını hayatına yansıtmalıdır.

4. Öncekilerden İbret Almıyor musunuz?

“Evelem yesirû fil ardı fe yenzurû keyfe kâne âkibetullezîne min kablihim?”
“Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden önce yaşayanların sonlarının nasıl olduğuna bakıp ibret alsınlar?” (Rum Suresi, 30:9)

Tarih, ibretlerle doludur. Firavun’un saltanatı, Nemrut’un kibri, Karun’un serveti… Hepsi bir gün yok olup gitti. Kur’an, insanlara geçmiş kavimlerin sonunu hatırlatarak, aynı hatalara düşmemeleri için uyarıda bulunur. Ancak insan, bazen dünyanın geçici olduğunu unutup, kalıcıymış gibi yaşamaya devam eder.

Sonuç: Hâlâ Düşünmeyecek misiniz?

Kur’an-ı Kerim’de “Efela” kelimesiyle başlayan ayetler, düşünmeyi, aklı kullanmayı ve ibret almayı emreden çok önemli uyarılardır. Allah, insanlara şu soruları yöneltiyor:

Akletmeyecek misiniz?

Doğanın yaratılışındaki hikmeti görmeyecek misiniz?

Kur’an’ı anlamak için çaba göstermeyecek misiniz?

Önceki kavimlerin başına gelenlerden ibret almayacak mısınız?

Düşünen ve ibret alan bir insan, yanlışlardan dönüp doğru yolu bulabilir. Ancak gaflet içinde olanlar, hakikati göremez ve pişman olacakları bir sona doğru sürüklenirler.

O halde hâlâ düşünmeyecek miyiz?

@@@@@@@@

“Evela ya’lemune” ifadesi, Kur’an-ı Kerim’de Bakara Suresi’nin 77. ayetinde geçmektedir. Ayetin Arapça orijinali ve Türkçe meali şu şekildedir:

> Arapça:
> أَوَلَا يَعْلَمُونَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
> Okunuşu:

> Eve lâ ya’lemûne enne Allâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn.

> Türkçe Meali:

> “Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini de, açıkladıklarını da bilmektedir?”

Bu ayet, insanların gizli veya açık yaptıkları her şeyi Allah’ın bildiğini hatırlatarak, O’nun ilminin her şeyi kuşattığını vurgulamaktadır.




KURAN-I KERİM’DE ELA ILE İLGİLİ AYETLER

KURAN-I KERİM’DE ELA ILE İLGİLİ AYETLER

Kur’an-ı Kerim’de “Ela” ile Gelen İbretli Mesajlar

Kur’an-ı Kerim’de sıkça geçen “Ela” kelimesi, Arapça’da “Dikkat edin!”, “Bilin ki!” gibi anlamlara gelir. Bu kelime, önemli bir uyarıyı veya büyük bir gerçeği vurgulamak için kullanılır. Allah’ın, kullarına seslenirken “Ela” ile başlaması, o ifadenin altını çizmek, insanları uyandırmak ve düşündürmek içindir.

Ela ile Başlayan Ayetlerde Verilen Mesajlar

Kur’an-ı Kerim’de “Ela” kelimesiyle başlayan birçok ayet bulunmaktadır. Bu ayetler genellikle, insanların gafletten uyanmasını sağlayan ve üzerinde düşünülmesi gereken hakikatleri hatırlatır. İşte bazı önemli örnekler:

1. Gerçek Mutluluk Allah’ın Yanındadır

“Ela bi zikrillahi tatmainnul kulub.”
“Dikkat edin! Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad Suresi, 13:28)

İnsan dünyada mutluluğu servette, makamda, şöhrette arar ama asıl huzur, Allah’ı anmakla elde edilir. Günümüz insanı bu gerçeği unuttuğu için içsel bir boşluk içinde kıvranmaktadır. Bu ayet, asıl huzurun dünya nimetlerinde değil, Allah’a yakınlıkta olduğunu hatırlatmaktadır.

2. Asıl Hüküm Allah’ındır

“Ela lehul halku vel emr.”
“Dikkat edin! Yaratma da emir de yalnızca O’na aittir.” (A’raf Suresi, 7:54)

İnsan bazen gücü elinde tuttuğunu zanneder, olayları kendi iradesiyle yönlendirdiğine inanır. Ancak bu ayet, tüm düzenin Allah’a ait olduğunu, her şeyin O’nun kudretiyle var olduğunu hatırlatıyor. Gerçek otorite O’ndadır, insana düşen ise teslimiyet ve şükürdür.

3. Allah’ın Dostları Korkmaz ve Üzülmez

“Ela inne evliyaallahi la havfun aleyhim ve la hum yahzenun.”
“Dikkat edin! Allah’ın dostları için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus Suresi, 10:62)

İnsan, korkularıyla ve endişeleriyle yaşar. Gelecek kaygısı, hastalık, ölüm ve geçim sıkıntısı gibi birçok mesele insanın zihnini meşgul eder. Ama Allah’ın dostları, O’na güvenen ve O’nun yolunda yürüyenler için korku yoktur. Onlar, her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğunu bilir ve teslimiyetle yaşarlar.

4. Dünyanın Geçici Olduğunu Unutmayın

“Ela inne va’dallahi hakkun.”
“Dikkat edin! Allah’ın vaadi haktır.” (Fatır Suresi, 35:5)

Allah’ın vaadi, ahiret hayatı ve hesap günüdür. Dünya hayatı, aldatıcı bir süs ve imtihan yeridir. İnsan, ebedi olmayan bu hayata fazla bağlanarak kendini kaybeder. Oysa gerçek olan, Allah’ın vaat ettiği sonsuz hayattır.

Sonuç: “Ela” ile Gelen Mesajlara Kulak Vermek

Kur’an-ı Kerim’de “Ela” kelimesiyle başlayan ayetler, insanın gafletten uyanması, asıl gerçekleri görmesi ve Allah’a yönelmesi için güçlü birer hatırlatmadır.

Gerçek huzur Allah’ı anmakla mümkündür.

Hayatı yöneten mutlak güç Allah’tır.

Allah’a yakın olanlar korku ve hüzne kapılmazlar.

Dünya geçicidir, asıl olan ahiret hayatıdır.

Bu ayetler üzerinde derin derin düşünmek ve hayatımıza tatbik etmek, bizleri gerçek anlamda kurtuluşa ve huzura götürecektir. Öyleyse dikkat edin! Çünkü Allah’ın sözleri haktır ve O’nun uyarılarına kulak vermek, en büyük kazançtır.




ÖYLE BİR FİTNEDEN SAKININ Kİ…

ÖYLE BİR FİTNEDEN SAKININ Kİ…

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur. Biliniz ki Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.”(Enfal, 8/25)

Enfâl Suresi 25. Ayeti Tefsiri:

Bu ayet, bireysel kötülüklerin ve zulümlerin toplumsal bir musibete dönüşebileceği tehlikesine dikkat çekmektedir. Ayetin anlamı ve tefsiri üzerine yapılan açıklamalarda, bireysel ve toplumsal sorumluluk kavramı derinlemesine ele alınır.

Tefsirlerdeki İzah ve İbretler

1. Fitne Kavramı: Ayette geçen “fitne” kelimesi, İslam tefsirinde farklı anlamlara gelir: imtihan, karmaşa, kargaşa, şirk, zulüm ve bozulma. Burada fitne, toplumsal huzuru bozan, adaleti zedeleyen ve insanların Allah’ın emirlerine aykırı bir şekilde yaşamalarına yol açan her türlü davranış ve durum olarak yorumlanmıştır.

2. Zulmün Topluma Yayılması: Ayette, zulmün sadece zulmedenleri değil, toplumun tüm kesimlerini etkileyen bir musibete dönüşebileceği ifade edilmektedir. Zulmü engellemek için pasif kalmanın veya sessiz kalmanın, o zulmün büyümesine ve toplumsal bir felakete dönüşmesine neden olabileceği anlatılmaktadır.

3. Tarihi Bağlam ve İbretler:

Uhud Savaşı: Bazı müfessirler, ayeti Uhud Savaşı’na bağlayarak tefsir etmiştir. Müslümanların ganimet konusunda anlaşmazlığa düşmesi ve Peygamber’in (sav) emirlerini dinlemeyenlerin savaşın kaderini değiştirmesi, bu ayetle ilişkilendirilir. Bireysel hataların topluma zarar verebileceği bu olayla açıklanır.

Peygamberlerin Kavimleri: Nuh, Hud, Salih, Lut gibi peygamberlerin kıssalarından örnekler verilerek, bir toplumun genel ahlaksızlığa veya zulme sapması durumunda tüm toplumun helake uğradığına dikkat çekilir. Bu, toplumsal sorumluluğun ne kadar önemli olduğunu gösterir.

4. Toplumsal Sorumluluk: Bu ayet, bireylerin sadece kendi ibadetlerinden ve davranışlarından değil, aynı zamanda çevrelerindeki kötülükleri engellemekten de sorumlu olduğunu hatırlatır. Bir kötülük görüldüğünde, onu değiştirmek için çaba sarf edilmezse, bu kötülüğün tüm toplumu etkileyen bir musibete dönüşmesi kaçınılmaz olabilir.

5. Allah’ın Cezası: Ayetin son kısmında Allah’ın cezalandırmasının şiddetli olduğu vurgulanarak, bu tür toplumsal felaketlerin Allah’ın uyarısı ve adaleti olduğuna dikkat çekilir. Zulmü görüp engel olmayanların da bu cezaya ortak olabileceği belirtilir.

Mesaj ve Günümüz İçin İbretler

Adalet ve Hakkaniyet: Toplumda adaletin sağlanması, bireylerin ve yöneticilerin ortak sorumluluğudur. Adaletsizlik, zamanla tüm toplumu etkileyen bir huzursuzluk kaynağına dönüşür.

Kötülüğe Karşı Tavır: Kötülüğe, zulme veya haksızlığa karşı sessiz kalmak, dolaylı olarak o kötülüğün bir parçası olmak anlamına gelir. Bu yüzden bireyler, kötülükleri ortadan kaldırmak için aktif bir şekilde mücadele etmelidir.

Birlikte Hareket Etme: Toplumun bir kesiminin yanlış yapması, diğer kesimlerin bundan etkilenmesine yol açar. Bu nedenle bireyler, toplumsal dayanışma ve iyiliği emretme görevini ihmal etmemelidir.

Bu ayet, her bireye ve topluma zulmü engelleme, adaleti savunma ve fitneden uzak durma konusunda güçlü bir mesaj iletmektedir.

@@@@@@

Kuran-ı Kerim’de fitne kelimesi ve kullanıldığı yerler.

Kur’an-ı Kerim’de “fitne” kelimesi çeşitli bağlamlarda kullanılmış ve farklı anlamlar taşımıştır. Bu kelime, Arapça’da “imtihan, sınav, kargaşa, bozgunculuk, azap, şirk, sapkınlık, ayrılık” gibi anlamlara gelir. Kur’an’da yaklaşık 60 yerde farklı anlamlarla geçmektedir. İşte fitne kelimesinin kullanıldığı yerler ve anlamları:

1. İmtihan ve Sınav Anlamı

“Fitne” kelimesi, çoğu zaman insanların sabrının ve imanlarının sınanmasını ifade eder.

Enfâl Suresi 28. Ayet: “Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir (imtihandır). Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” Burada “fitne,” mallar ve çocuklar yoluyla bir imtihan anlamında kullanılmıştır.

Ankebût Suresi 2. Ayet: “İnsanlar, ‘İnandık’ demekle, sınanmadan bırakılacaklarını mı sanırlar?” Ayette dolaylı olarak fitne, insanların imanlarının sınanmasını ifade eder.

2. Bozgunculuk, Karmaşa ve Kargaşa Anlamı

Kur’an’da “fitne,” toplumu karıştıran, huzuru bozan olaylar için de kullanılmıştır.

Bakara Suresi 191. Ayet: “Fitne, öldürmekten daha kötüdür.” Burada fitne, dinî inanç ve özgürlükleri kısıtlayan, insanları imanlarından döndürmeye çalışan bozgunculuğu ifade eder.

Maide Suresi 64. Ayet: “Onlar yeryüzünde sürekli fitne ve fesat çıkarmaya çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez.” Ayette “fitne,” toplumda huzuru bozma, nifak çıkarma anlamında kullanılmıştır.

3. Şirk ve Küfür Anlamı

Bazı ayetlerde “fitne,” insanları Allah’ın dininden saptırmak, küfre ve şirke sürüklemek anlamında geçer.

Bakara Suresi 193. Ayet: “Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” Burada “fitne,” insanları dinden döndürmeye çalışmak ve Allah’a ortak koşma anlamındadır.

Hac Suresi 11. Ayet: “İnsanlardan öylesi vardır ki Allah’a yalnız bir yönden ibadet eder; bir iyilik gelirse tatmin olur, bir fitneye uğrarsa yüz çevirir.” Burada “fitne,” kişinin imanını zorlayan bir sınav anlamında geçmektedir.

4. Azap ve Bela Anlamı

Bazı yerlerde “fitne,” insanlara verilen bir ceza veya azap anlamında kullanılmıştır.

Zuhruf Suresi 48. Ayet: “Onlara bir mucize gösterdiğimizde, hemen diğerinden daha büyük olanına sığındılar ve biz onları azapla (fitneyle) yakaladık.” Burada fitne, Allah’ın kullarına verdiği bir azap olarak ifade edilmiştir.

5. Deneme ve Ayartma Anlamı

“Fitne,” bazen insanların kötü yola düşürülmesi veya ayartılması anlamında da geçer.

Tâhâ Suresi 40. Ayet: “Kız kardeşin gidip, ‘Ona bakmayı üstlenecek birini size göstereyim mi?’ dediği zaman (bu), senin için bir fitneydi (imtihandı).” Bu ayette Musa Peygamber’in Firavun’un sarayına alınması bir deneme olarak ifade edilmiştir.

A’raf Suresi 27. Ayet: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de fitneye düşürmesin.” Burada “fitne,” şeytanın insanları saptırması anlamındadır.

6. Ceza ve Hesap Gününe Atıf

Bazı ayetlerde “fitne,” kıyamet günü verilecek cezalar ve sorgulamalar için kullanılır.

Saffat Suresi 63. Ayet: “Biz bu ağacı zalimlere bir fitne (imtihan) kıldık.” Burada kıyamet günü ceza veya sorgulama anlamında geçer.

7. Toplumsal ve Siyasal Karışıklık

“Fitne” kavramı, toplumdaki bölünmeler, kargaşa ve savaşlar için de kullanılmıştır.

Enfâl Suresi 73. Ayet: “Eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat çıkar.” Bu ayette toplumsal düzenin bozulmasına dair bir uyarı vardır.

Özet

Kur’an’da fitne kelimesi şu temel anlamlarda kullanılmıştır:

1. İmtihan ve sınav (Allah’ın kullarını denemesi).

2. Kargaşa ve fesat (toplumsal bozgunculuk).

3. Şirk ve küfür (insanları dinden uzaklaştırma).

4. Azap ve bela (Allah’ın cezalandırması).

5. Deneme ve ayartma (şeytanın saptırması).

6. Ceza günü (hesap ve sorgulama).

7. Toplumsal karışıklık (ihtilaf ve huzursuzluk).

Her kullanım, bağlama göre farklı bir mesaj vermektedir. Bu, fitnenin hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ne kadar ciddi sonuçlara yol açabileceğini göstermektedir.




YAHUDİLERİN KURAN-I KERİM’DE GEÇEN ÖZELLİKLERİ

YAHUDİLERİN KURAN-I KERİM’DE GEÇEN ÖZELLİKLERİ

Yahudilerin Kuranı kerimde anlatılan özellikleri nelerdir?

Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler hakkında çeşitli ayetlerde bilgi verilmektedir. Bu ayetlerde Yahudilerin tarihi, davranışları ve inançları ile ilgili çeşitli özellikler dile getirilir. Kur’an’da Yahudiler, genellikle “Benî İsrail” yani İsrailoğulları olarak anılır. Aşağıda bu bağlamda öne çıkan bazı özellikleri özetleyebilirim:

1. Allah’ın seçilmiş kavmi olmaları: Kur’an, Yahudilerin Allah tarafından seçilmiş bir kavim olduklarını, onlara peygamberler gönderildiğini ve çeşitli nimetler verildiğini belirtir (Bakara 2:47, 2:122). Allah, İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarmış ve onlara birçok lütuflarda bulunmuştur.

2. Peygamberleri yalanlama ve öldürme: Kur’an’da, Yahudilerin birçok peygamberi yalanladıkları, hatta bazılarını öldürdükleri ifade edilir (Bakara 2:87, Âl-i İmrân 3:21). Onlara gönderilen peygamberlere karşı gelmişler, vahiyleri tahrif etmişlerdir.

3. Sözlerini tutmamaları: Yahudilerin Allah ile yaptıkları ahitleri bozdukları, verdikleri sözlere sadık kalmadıkları anlatılır (Bakara 2:83, Maide 5:12-13). Özellikle Allah’ın emirlerine karşı gelmeleri ve sözleşmelere uymamaları sıkça dile getirilir.

4. Kendi kitaplarını tahrif etmeleri: Kur’an, Yahudilerin Tevrat’ı tahrif ettiklerini, Allah’ın emirlerini değiştirdiklerini ve yanlış yorumladıklarını bildirir (Bakara 2:75, Maide 5:13). Tevrat’ı kendi çıkarlarına göre eğip büktükleri ve böylece hakikati gizledikleri belirtilir.

5. Dünya hayatına aşırı bağlılıkları: Yahudilerin dünya malına, servete ve uzun bir ömre aşırı düşkün oldukları ifade edilir (Bakara 2:96). Kur’an, onların dünya hayatına meyilli olduklarını ve ahiret hayatını unuttuklarını anlatır.

6. Zulüm ve haksız kazanç: Kur’an, Yahudilerin faiz yeme, insanlara zulmetme ve haksız kazanç elde etme gibi kötü fiillerde bulunduklarını da belirtir (Nisa 4:160-161).

7. İnkar ve kibir: Yahudilerin Allah’ın emirlerine karşı kibirle yaklaştıkları ve bazı emirleri görmezden geldikleri belirtilir (Bakara 2:55, Nisa 4:155). Bazı ayetlerde, Yahudilerin peygamberlerin mesajlarını inkar ettikleri ve hakikati reddettikleri vurgulanır.

8. Sabır ve dirençleri: Olumlu bir özellik olarak, bazı Yahudi gruplarının zorluklara sabrettikleri ve direndikleri de belirtilmiştir (A’raf 7:137).

 

Kur’an-ı Kerim’de Yahudiler, hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle ele alınır. Onlara yönelik eleştiriler, genellikle davranışları ve inançlarındaki sapmalarla ilgilidir. Ancak, her Yahudi ferdi için bu eleştiriler geçerli olmayıp, topluluklarının tarihî ve ahlaki zaaflarına vurgu yapılır.

@@@@@@@

Hadislerde Yahudilerin anlatılan özellikleri nelerdir?

Hadislerde Yahudiler hakkında çeşitli bilgiler yer alır. Bu hadisler, genel olarak Yahudilerin tarihsel davranışları, İslam’a bakışları ve Müslümanlarla olan ilişkileriyle ilgilidir. İslam peygamberi Hz. Muhammed’in Yahudilerle ilgili hadislerinde, Kur’an’daki bilgilerle paralel olarak bazı olumlu ve olumsuz niteliklere yer verilir. Bu hadislerde Yahudilerin belirgin özellikleri şu şekilde ele alınabilir:

1. Peygamberleri Yalanlamaları

Peygamberimizin hadislerinde, Yahudilerin peygamberlerini yalanlamaları ve onlara karşı çıkmaları sıkça vurgulanır. Yahudilerin tarihte birçok peygamberi inkâr ettikleri ve hatta bazılarını öldürdükleri ifade edilir. Bu, Kur’an’daki vurgularla paraleldir.

Hadis: “Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Biri hariç hepsi cehenneme girecektir.” (Tirmizi, İman, 18). Bu hadis, Yahudiler arasında dini ihtilafların olduğunu ve bir kısmının hak yoldan saptığını belirtir.

2. Hile ve Aldatma

Bazı hadislerde, Yahudilerin hilekârlık ve aldatma özelliklerine dikkat çekilir. Peygamber Efendimiz, Yahudilerin bazı olaylarda hile ve tuzak kurduklarına dair uyarılarda bulunmuştur.

Hadis: “Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır.” (Ebu Davud, Libas, 4) hadisi, Yahudilerin yanlış inanç ve uygulamalarının Müslümanlar tarafından benimsenmemesi gerektiğine dair bir uyarı olarak da yorumlanabilir.

3. Faizcilik ve Mal Sevgisi

Hadislerde, Yahudilerin mala ve dünya servetine olan aşırı düşkünlükleri üzerinde durulur. Özellikle faiz yemeleri ve maddi kazanç hırsları eleştirilir.

Hadis: “Allah Yahudilere lanet etmiştir. Çünkü onlara faizi yemeleri yasaklandığı halde yine de faiz yemeye devam ettiler.” (Buhari, Büyû, 10).

4. Sözlerinde Durmamaları

Yahudilerin, tarih boyunca peygamberlerle yaptıkları anlaşmaları ve Allah’a verdikleri sözleri yerine getirmemeleri hadislerde de ele alınır. Bu, özellikle Medine’de Müslümanlarla yapılan antlaşmalara riayet etmemeleri üzerinden örneklendirilir.

Hadis: Peygamberimiz Yahudilerle yaptığı antlaşmalara sadık kalmış, ancak onlar bu antlaşmaları bozduğunda karşılık vermiştir. (Buhari, Meğazi, 20).

5. Bazı Yahudilerin İslam’a Yaklaşımı

Peygamberimizin bazı hadislerinde, Yahudiler arasında İslam’a meyilli olan kişilerden de bahsedilir. İslam’a karşı açık düşmanlık sergilemeyen ve doğru yolu bulmaya çalışan Yahudiler de vardır.

Hadis: Peygamberimiz, Yemen’deki Yahudi kabilesi Rebia’nın İslam’a ılımlı yaklaştığını belirtmiştir (Buhari, İstizan, 21).

6. Kıyamet ve Yahudiler

Bazı hadislerde, kıyamet alametleriyle Yahudiler arasında bir ilişki kurulmuştur. Müslümanlar ve Yahudiler arasında büyük bir çatışmanın yaşanacağına dair hadisler vardır.

Hadis: “Kıyamet, Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kopmaz. Müslümanlar, Yahudileri öldürecektir…” (Müslim, Fiten, 82). Bu hadis, kıyametin yaklaşmasında Yahudilerle ilgili bir savaştan bahseder.

7. Yahudilerin Cuma Günü Hakkındaki Tutumu

Peygamberimiz, Yahudilerin cuma gününü kutlamayı reddettiğini ve başka bir gün tatil yapmayı tercih ettiğini ifade etmiştir.

Hadis: “Ümmetler arasında bize cuma günü gösterildi. Yahudiler cumartesi, Hristiyanlar da pazar gününü kutlamayı seçti.” (Müslim, Cuma, 18).

8. Dinlerini Tahrif Etmeleri

Yahudilerin kendi kutsal kitaplarını tahrif etmeleri ve Allah’ın emirlerini değiştirmeleri hadislerde ele alınan bir başka konudur.

Hadis: “Yahudiler Tevrat’ı tahrif ettiler ve ilahi emirleri gizlediler.” (Müslim, İman, 92).

9. Medine Yahudileri ile İlişkiler

Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettikten sonra Yahudi kabileleri ile ilişkiler kurmuş ve onlarla antlaşmalar yapmıştır. Ancak Yahudilerin bu antlaşmalara sadık kalmadığı ve ihanet ettikleri birçok hadisle anlatılır.

Genel olarak hadislerde Yahudiler, İslam’a muhalefet eden ve peygamberlere karşı gelen bir topluluk olarak anlatılırken, bazı bireysel örneklerde ise Yahudilerle iyi ilişkiler de vurgulanır. Hadislerde bu topluluğun olumlu ve olumsuz yönleri dengeli bir şekilde ele alınmıştır.

 




KURAN-I KERİM’İN ÖZELLİKLERİ

KURAN-I KERİM’İN ÖZELLİKLERİ

Kuranı Kerimin özellikleri.

Kur’an-ı Kerim, İslam’ın kutsal kitabı ve Müslümanlar için hayat rehberi olarak kabul edilir. Allah tarafından Cebrail aracılığıyla Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiş olan bu kitap, pek çok yönden eşsizdir ve kendine has özelliklere sahiptir.

1. İlahi Kaynaklı Olması

Kur’an, Allah’ın kelamıdır ve insan eliyle yazılmamış, ilahi bir kitap olarak kabul edilir. Müslümanlar için Allah’ın doğrudan mesajını içerir. “Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler (Allah’a karşı gelmekten sakınanlar) için bir hidayet rehberidir.” (Bakara Suresi, 2. Ayet)

Kur’an, geçmiş vahiylerin devamı olarak gelmiş, onları tasdik etmiş ve en son ilahi kitap olarak tamamlayıcı bir konumda olmuştur.

2. Değişmezlik (Korunmuş Olma) Özelliği

Kur’an, Allah tarafından korunmuştur ve kıyamete kadar hiçbir değişikliğe uğramayacaktır. “Şüphesiz ki o Kur’an’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr Suresi, 9. Ayet) ifadesiyle Kur’an’ın Allah tarafından korunduğu belirtilir.

Tarih boyunca Kur’an, metin ve içerik olarak hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştır.

3. Evrensellik

Kur’an’ın mesajı, sadece belirli bir topluluğa değil, tüm insanlığa yöneliktir. Bütün insanları doğru yola iletmek için gönderilmiştir. “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya Suresi, 107. Ayet)

Kur’an’ın hükümleri, toplum, zaman ve mekan fark etmeksizin her dönemde uygulanabilir nitelikte olan evrensel ilkelerdir.

4. Hidayet ve Rehber Oluşu

Kur’an, insanlara doğru yolu gösteren, onları iyiye ve doğruya yönlendiren bir rehberdir. Hidayet kaynağı olarak kabul edilir. “Bu (Kur’an), insanlara bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara doğru yolu gösterme ve bir öğüttür.” (Al-i İmran Suresi, 138. Ayet)

Kur’an, iman esaslarından ibadetlere, ahlaki değerlere kadar yaşamın her alanına dair rehberlik eder.

5. Mucizevi Yapısı

Kur’an, Allah’ın insanlara gönderdiği en büyük mucizelerden biridir. Edebi yapısı, içerdiği bilgi, hikmet ve benzersiz üslubuyla insanları hayran bırakır. “Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’an)’dan şüphede iseniz, siz de onun benzeri bir sure getirin.” (Bakara Suresi, 23. Ayet) ifadesiyle, Kur’an’ın bir benzerini yapmanın imkansız olduğu belirtilir.

Kur’an’da geçen ve bilimsel buluşlarla doğrulanan birçok bilgi, onun ilahi bir kitap olduğunun delili olarak kabul edilir.

6. İçinde Geçmiş Kavimlerin ve Peygamberlerin Kıssalarının Bulunması

Kur’an, geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin hikayelerini anlatır. Bu kıssalar, insanlara ders vermek ve ibret almak amacıyla aktarılmıştır. “Andolsun, onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Yusuf Suresi, 111. Ayet)

Nuh, Musa, İbrahim, Yusuf, İsa gibi peygamberlerin hayatları, tebliğ mücadeleleri ve ümmetlerine yaptıkları uyarılar anlatılarak Müslümanlara yol gösterir.

7. Tüm Konuları Kapsaması

Kur’an, insan hayatını ilgilendiren her alanda bilgiler sunar. İnanç esasları, ibadetler, ahlaki kurallar, hukuki hükümler gibi pek çok konu Kur’an’da yer alır.

Aile hayatı, ticaret, toplum düzeni ve yöneticilik gibi hayatın farklı alanlarına dair hükümler de içerir. “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’am Suresi, 38. Ayet) ayeti, Kur’an’ın her şeyi kapsadığını ifade eder.

8. Arapça ve Edebi Üslubu

Kur’an, Arapça olarak indirilmiştir ve Arap dilinin en güzel ifadelerini içerir. Bu durum, Kur’an’ın Arapça konuşulan bir toplumda gönderilmesiyle ilişkilidir, fakat Arapçanın zengin yapısı ve derin anlam içeren kelimeleri sayesinde çok yönlü bir anlam ifade eder. “Biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuf Suresi, 2. Ayet)

Edebi yapısı, fesahat ve belagat açısından eşsizdir; üslubu ve nazmı insan sözüne benzememekte, pek çok araştırmacı ve edebiyatçı için hayranlık uyandırmaktadır.

9. Süreklilik ve Güncellik

Kur’an, kıyamete kadar geçerliliğini koruyacak olan evrensel ilkelere sahiptir. Hükümleri her dönemde uygulanabilir niteliktedir ve her çağın ihtiyaçlarına cevap verecek kapsayıcılıktadır.

İçerdiği ilkeler, insan fıtratına uygun olduğundan, her dönemde ve her yerde insanlığa rehberlik yapabilecek özelliklere sahiptir.

10. İlmi Bilgiler ve Hikmet İçermesi

Kur’an’da bazı bilimsel gerçeklere işaret eden ayetler vardır; bunlar, bilimin ilerlemesiyle anlaşılmıştır. Evrenin yaratılışı, insan embriyosunun oluşumu, göklerin ve yerin yapısı gibi konular Kur’an’da değinilen ilmi gerçekler arasında sayılır. “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz.” (Zariyat Suresi, 47. Ayet)

Kur’an-ı Kerim, tüm bu özellikleriyle Müslümanlar için bir rehber, insanlığa gönderilmiş bir ilahi mesaj ve Allah’ın kelamıdır. İnsana hem dünyada hem de ahirette mutluluğu kazandıracak kuralları ve ilkeleri içerir.




KURAN-I KERİM’İN ALLAH TARAFINDAN KORUNMASI

KURAN-I KERİM’İN ALLAH TARAFINDAN KORUNMASI

Kuranı Kerimin korunması.

Kuran-ı Kerim’in korunması, onun ilahi bir kitap olarak bozulmadan günümüze kadar ulaşmasını sağlayan önemli bir özelliktir. Allah, Kuran’ın korunmasını garanti etmiştir ve bu, Müslümanlar için büyük bir güvence ve mucize olarak kabul edilir.

1. Allah’ın Kuran’ı Koruma Vaadi

Allah, Kuran-ı Kerim’in korunacağını bizzat garanti etmiştir. Kuran’da geçen ayetlerde Allah, bu kitabı indirdiğini ve onu kıyamete kadar koruyacağını ifade eder. Bu ilahi koruma, Kuran’ın tüm insanlık için bozulmamış bir rehber olarak kalmasını sağlamıştır.

Örnek Ayet: “Şüphesiz o Zikr’i (Kuran’ı) biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr Suresi, 15:9)

2. Peygamber Efendimiz Döneminde Yazılı ve Sözlü Korunma

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Kuran ayetleri indikçe onları ashabına yazdırmış ve ezberletmiştir. Peygamber döneminde Kuran, hem yazılı hem de sözlü olarak korunmuştur. Ayetlerin yazılması ve ezberlenmesi, Kuran’ın hatasız olarak nesiller boyunca aktarılmasını sağlamıştır.

3. Kuran’ın Hafızlar Aracılığıyla Korunması

Kuran’ın ezberlenmesi (hafızlık) geleneği, onun korunmasında büyük rol oynamıştır. İlk inmesinden itibaren birçok sahabe Kuran’ı ezberlemiştir ve bu gelenek günümüze kadar devam etmiştir. Her dönemde milyonlarca hafız, Kuran’ı eksiksiz ve bozulmadan ezberleyerek onun korunmasına katkıda bulunmuştur. Bugün de her yaş grubundan hafızlar, Kuran’ın değişmeden günümüze ulaşmasına vesile olmaktadır.

4. Osman Döneminde Çoğaltılması

Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra, Hz. Ebubekir’in halifeliği döneminde Kuran, kitap haline getirilmiştir. Daha sonra Hz. Osman döneminde Kuran nüshaları çoğaltılmış ve İslam şehirlerine dağıtılmıştır. Bu sayede Kuran’ın farklı coğrafyalarda, aynı metinle yayılması sağlanmış ve metnin korunmasına büyük katkıda bulunulmuştur.

5. Dil ve Metin Yapısının Bozulmaya Karşı Dirençli Olması

Kuran-ı Kerim’in Arapça dili ve eşsiz edebi yapısı, onun bozulmasını zorlaştıran etkenlerden biridir. Kuran’ın dil yapısı ve ahenkli üslubu, en ufak bir değişiklikte fark edilmesini sağlar. Bu da onu değişikliklerden koruyan doğal bir engel oluşturur.

6. Kuran’ın Farklı Kıraatlerle Okunması

Kuran, bazı kelimelerde farklı okuma tarzlarına (kıraat) sahiptir. Bu kıraatler, Peygamber Efendimiz döneminde bizzat onaylanmıştır. Farklı kıraatlar, aynı anlamı koruyarak Kuran’ın anlaşılmasını kolaylaştırır ve onun evrenselliğine katkı sağlar. Bu da Kuran’ın korunmasına destek olan bir uygulamadır.

7. İslam Âlimlerinin ve Müslüman Toplumların Hassasiyeti

Müslüman toplumlar, Kuran’ın doğru okunması, öğretilmesi ve aktarılması konusunda her dönemde büyük hassasiyet göstermiştir. Kuran öğretimi ve okunması için eğitim kurumları kurulmuş, alimler Kuran üzerinde titizlikle çalışmalar yapmıştır. İslam âlimleri, Kuran’ın doğru anlaşılması ve aktarılması için çeşitli tefsirler yazmış, kıraat ilmini geliştirmiştir.

8. Kuran’ın Dijital Olarak Korunması

Günümüzde Kuran, dijital ortamda da korunmakta ve yayılmaktadır. İnternet, mobil uygulamalar, dijital kütüphaneler gibi teknolojik araçlarla Kuran’ın metni, herkesin erişimine sunulmuştur. Bu dijital yöntemler, Kuran’ın korunmasına modern çağda büyük katkı sağlamaktadır.

Sonuç

Kuran-ı Kerim’in korunması, Allah’ın bir vaadi ve Müslümanlar için büyük bir güvence olarak kabul edilir. Kuran, ezberlenmesi, yazılması, kıraat ilmi, alimlerin titiz çalışmaları ve modern dijital araçlarla bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Kuran, böylece hem fiziksel hem de manevi olarak korunarak tüm insanlığa değişmeden rehberlik eden bir kitap olarak varlığını sürdürmektedir.

 




KURAN-I KERİM’İN HER ASRA HİTAP EDİŞİ

KURAN-I KERİM’İN HER ASRA HİTAP EDİŞİ

Kuranı Kerimin her asra hitap edişi.

Kuran-ı Kerim, tüm çağlara ve toplumlara hitap eden evrensel bir mesaj içerir. Onun öğretileri, her dönemde ve her kültürde geçerli olacak şekilde, insan fıtratına uygun temel değerler ve ilkeler sunar. Kuran’ın her çağa hitap edişinin altında yatan başlıca özellikler şunlardır:

1. Evrensel Değerler Sunması

Kuran, tüm insanlığa hitap eden temel değerler sunar. Adalet, merhamet, hoşgörü, sabır, yardımlaşma ve doğruluk gibi evrensel değerler, her çağın insanı için geçerli ve ihtiyaç duyulan değerlerdir. Bu özellik, Kuran’ın tüm zamanlar için geçerliliğini korumasını sağlar.

Örnek Ayet: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan Rabbinizden sakının.” (Nisa Suresi, 4:1)

2. Temel İlkelere Dayalı Yasalar ve Ahlak Öğretisi

Kuran, zamana göre değişen değil, insan fıtratına uygun temel ilkeler üzerine kuruludur. Ahlaki değerler, hukuk ve toplumsal ilişkilerde insanlara rehberlik eden hükümler içerir. Bu yönüyle Kuran, her çağda geçerli olacak bir ahlak ve adalet sistemi sunar.

Örnek Ayet: “Ey iman edenler! Adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutan kimseler olun.” (Maide Suresi, 5:8)

3. Akıl ve Bilim ile Uyumlu Olması

Kuran, insanları akletmeye, araştırmaya ve öğrenmeye teşvik eder. Bilimsel keşiflerin temel ilkeleriyle uyumlu olan birçok ayet, evrenin yaratılışı, doğanın işleyişi ve insanın yaratılışı gibi konularda çağlara ışık tutan bilgiler içerir. Kuran’ın akıl ve bilimi teşvik etmesi, onu tüm zamanlar için geçerli bir kaynak yapar.

Örnek Ayet: “De ki: Yeryüzünde gezin de Allah’ın yaratmaya nasıl başladığına bakın.” (Ankebut Suresi, 29:20)

4. İnsanın Psikolojik ve Ruhsal İhtiyaçlarına Hitap Etmesi

Kuran, her çağda geçerli olan insanın ruhsal ve psikolojik ihtiyaçlarına cevap verir. İnsanın üzüntü, kaygı, yalnızlık, mutluluk gibi hislerine rehberlik eden ayetler, onun her çağda ve durumda ihtiyaç duyduğu manevi desteği sağlar.

Örnek Ayet: “Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ın zikri ile huzur bulur.” (Rad Suresi, 13:28)

5. Dönemin Koşullarına Uyum Sağlayacak Esneklik Sunması

Kuran, hükümlerinde genel prensipler belirlemiş ve detayları zamanın koşullarına göre şekillendirmeyi ümmete bırakmıştır. İctihat kapısını açık bırakması sayesinde, İslam alimleri her asırda karşılaşılan yeni sorunlara Kuran’ın rehberliğinde çözüm bulmuştur.

Örnek Ayet: “O size dinde bir zorluk kılmadı.” (Hac Suresi, 22:78)

6. Tarihsel Kıssalar ve İbretlerle Ders Vermesi

Kuran, geçmiş peygamberlerin ve toplumların kıssalarını anlatarak dersler sunar. Bu kıssalar, her çağdaki insanlara rehber olacak dersler içerir. Firavun’un zulmü, Hz. Musa’nın mücadelesi, Hz. Yusuf’un sabrı gibi kıssalar, insanların hayatlarına dair örnekler sunarak evrensel mesajlar verir.

Örnek Ayet: “Onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Yusuf Suresi, 12:111)

7. Her Türlü Değişime Karşı Geçerli Bir Rehber Olması

İnsanlık her dönemde sosyal, ekonomik ve teknolojik değişimler yaşasa da, Kuran’ın değerleri ve öğütleri geçerliliğini korur. Ahlak, adalet ve insani değerler değişmez ilkeler olduğundan Kuran, her çağda geçerli bir rehberlik sunar.

Örnek Ayet: “Allah’ın kelimeleri (ilkeleri) için değişiklik yoktur.” (Yunus Suresi, 10:64)

8. İman ve İbadet Hayatına Rehberlik Etmesi

Kuran’ın iman, ibadet, ahlak gibi konulardaki rehberliği her çağda geçerli olacak niteliktedir. İnsanın Allah’a olan kulluk görevini ve dünya hayatının geçici olduğunu hatırlatarak manevi bir yön verir. Bu evrensel mesaj, her dönemde insanların hayatına anlam ve yön katar.

Örnek Ayet: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 51:56)

9. İnsanların Sosyal ve Ahlaki İlişkilerine Rehberlik Etmesi

Kuran, insan ilişkilerine dair evrensel ve ahlaki ilkeler sunar. Aile, komşuluk, arkadaşlık gibi ilişkilerde sevgi, saygı ve adalet ilkelerini teşvik eder. Bu ahlaki ilkeler, her toplumda geçerli olup, toplumsal huzurun sağlanmasına katkıda bulunur.

Örnek Ayet: “İnsanlara güzel söz söyleyin.” (Bakara Suresi, 2:83)

Sonuç

Kuran-ı Kerim, her çağa hitap eden evrensel ve zamansız bir rehberdir. Onun öğretileri, insan fıtratına uygun ve akıl, bilim ve ahlak ile uyumludur. Bu özellikleriyle Kuran, her çağın insanı için geçerli bir rehber olarak varlığını sürdürür ve insanlığa ışık tutmaya devam eder.

 




KURAN-I KERİM’İN HİTABI VE MUHATABI

KURAN-I KERİM’İN HİTABI VE MUHATABI[1]

 

Kuranı Kerimin hitabı ve muhatabı.


Kuran-ı Kerim’in hitabı ve muhatabı, onun evrensel bir mesaj taşıması ve tüm insanlığa rehberlik etmesi açısından oldukça önemlidir. Kuran’ın hitap ettiği konular ve muhatap aldığı kitle, onun Allah’ın sözü olarak her dönemde ve her toplumda geçerliliğini korumasını sağlar.

1. Kuran’ın Hitabı

Kuran-ı Kerim’in hitabı, insanlara yol gösterici bir rehber sunmak, Allah’ın iradesini bildirmek, ahlaki değerleri öğretmek ve doğru yolu göstermek üzerinedir. Kuran, hayatın her alanına dair öğütler, yasalar, kıssalar ve ibretler sunarak hem bireysel hem de toplumsal hayatı düzenler.

Evrensel Değerler: Kuran, adalet, merhamet, dürüstlük, yardımseverlik gibi evrensel değerler üzerine kurulu bir hitap içerir. Bu değerler, tüm insanlık için geçerli olan ve değişmeyen ilkeler olarak sunulmuştur.

Dünya ve Ahiret Dengesi: Kuran, insanlara yalnızca dünya hayatını değil, ahiret hayatını da hatırlatan bir rehberdir. Dünya ve ahiret dengesini korumaya yönelik öğütler sunar ve insanlara geçici dünya hayatına kapılmadan, ebedi olan ahireti düşünmelerini öğütler.

İlahi Vahiy ve Uyarılar: Kuran’ın hitabı, insanları doğruya çağıran bir uyarı ve müjde içermektedir. Müminlere Allah’ın rahmetini ve cennetini müjdelerken, inkâr edenlere de uyarılarda bulunur.

2. Kuran’ın Muhatapları

Bütün İnsanlık: Kuran, tüm insanlığa hitap eden bir kitaptır. Ayetlerde sık sık “Ey insanlar!” ifadesi geçer, bu da Kuran’ın sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara hitap ettiğini gösterir. Onun mesajları, iman edenler kadar iman etmeyenler için de geçerlidir.

Örnek Ayet: “Ey insanlar! Rabbinizden sakının.” (Nisa Suresi, 4:1)

Müminler ve Müslümanlar: Kuran’da “Ey iman edenler!” şeklinde birçok hitap yer alır. Bu ifadeler, özellikle iman edenlere yönelik nasihat ve emirler içerir. Kuran, Müslümanlara ibadetleri, ahlaki değerleri ve Allah’ın emirlerini hatırlatarak onlara rehberlik eder.

Örnek Ayet: “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barışa (İslam’a) girin.” (Bakara Suresi, 2:208)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.): Kuran’da birçok ayet doğrudan Hz. Muhammed’e hitap eder. Peygamberimize yönelik bu ayetler, onun görevini nasıl yerine getireceği, Allah’a olan teslimiyeti ve davet süreciyle ilgilidir. Peygamberimizin Kuran’daki hitapları, aynı zamanda ümmetine örnek teşkil eder.

Örnek Ayet: “De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım.” (Sad Suresi, 38:65)

Geçmiş Toplumlar ve Peygamberler: Kuran, geçmiş toplumlara ve peygamberlere dair kıssalar sunarak o dönemin insanlarına da dolaylı olarak hitap eder. Bu kıssalar, hem o toplumlara verilen ilahi mesajları aktarır hem de tüm insanlık için dersler içerir.

Örnek Ayet: “Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik.” (Araf Suresi, 7:65)

Akıl Sahipleri (Tefekkür Edenler): Kuran, sık sık akıl sahiplerine ve düşünenlere hitap eder. Bu hitaplar, insanları Kuran üzerinde düşünmeye ve Allah’ın ayetleri üzerinde tefekkür etmeye teşvik eder. Kuran, aklı kullanmanın, evreni ve yaratılışı düşünmenin önemini vurgular.

Örnek Ayet: “Elbette bunda düşünen kimseler için dersler vardır.” (Nahl Suresi, 16:11)

3. Kuran’ın Evrensel ve Zamansız Muhatabı

Her Çağda Geçerli Mesajlar: Kuran’ın hitabı, sadece Kuran’ın indiği döneme değil, kıyamete kadar tüm zamanlara ve toplumlara yöneliktir. Kuran’ın mesajları zamansızdır ve her çağda, her coğrafyada geçerli olan evrensel değerler içerir.

İnsan Fıtratına Hitap Etmesi: Kuran, insan fıtratına uygun şekilde gönderilmiştir. İnsanın manevi, ahlaki, toplumsal ve psikolojik ihtiyaçlarına hitap eden bir rehberdir. Bu nedenle her dönemde farklı milletlerden ve kültürlerden insanlar Kuran’dan ilham alır.

4. Kuran’ın İletişim Biçimi

Açık ve Anlaşılır Dil: Kuran, “apaçık bir kitap” (Müddessir Suresi, 74:31) olarak tanımlanır. Bu, onun mesajının tüm insanlara kolayca ulaşmasını sağlar. Ayetler, herkesin anlayabileceği ve ders alabileceği hikmetli bir dil ile sunulmuştur.

Sorular ve Uyarılarla Düşündürme: Kuran, insanları sorgulamaya, düşünmeye teşvik eden bir üslup içerir. Soru sorarak veya olayları hatırlatarak insanları düşünmeye sevk eder. Bu yöntem, insanların Kuran’ı derinlemesine anlamasına yardımcı olur.

Sonuç

Kuran-ı Kerim, tüm insanlığa, her çağa ve her seviyede insana hitap eden ilahi bir rehberdir. Onun muhatabı olan insanlık, bu ilahi mesajdan ders alarak hayatlarını şekillendirebilir ve doğru yolda ilerleyebilir. Kuran, hem bireysel hem de toplumsal hayata rehberlik eden ve tüm insanlık için evrensel bir ışık kaynağı olan ilahi bir kelamdır.

 

[1] https://www.youtube.com/watch?v=9pHbRHf3tvM