Ş E Y T A N İ M P A R A T O R L U Ğ U

Emine Bayramoğlu

Ş E Y T A N İ M P A R A T O R L U Ğ U

bu günü daha iyi yorumlayabilmek için, yarını daha net görebilmek için, otobüste dolmuşta metroda herkesin okuması gereken bir yazı… Türkiye’nin gerçek siyasi tarihi.

okupaylaşkaydet

ŞEYTAN İMPARATORLUĞU

Yazen Hoca

AŞAĞIDA YAZILI METİN BİNLERCE SAYFA GİZLİ, ENGELLENEN VE SAKLANAN BİLGİ BELGE FOTOĞRAFIN YANSIMASI DOĞRULTUSUNDA YAZILMIŞTIR. DÜNÜ BİLMEDEN BUGÜNÜ ANLAMAMIZ MÜMKÜN DEĞİLDİR.

1099 yılında Yüz bin kişilik haçlı odusu orta Anadoluya gelince beslenme sorunu çeker kıtlıkla karşılaşırlar. İç Anadolunun güney bölgesinin tarihteki adı GALATA dır. Galata o yıllar dünya Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu bölgedir. O an için İbrani Yahudilerinin ana vatanıdır. Babilon ve Mısırdan göç eden Yahudiler bu bölgeye yerleştiler. Burada yaşayan Yahudilerin içinde salt Musa ve Tevrata inananlar olsa da eski firavun dini ve kutsal kitabı yahova ve kabalayı terk etmeyen Yahudiler de vardır. Bu kabalist Yahudiler kendi aralarında bir tim kurarak açlıkla boğuşan yüz bin kişilik haçlı ordusunu gıda ihtiyacını karşılamaya çalışırlar. Kabalaya göre Yahudi kanı ve imanı taşıyanların kendilerinden olmayanları katletmeleri kutsal haktır. Bu inançla kurdukları bu tim, bölgeye gelen göçebe Yörük Türklere baskın yaparak mal ve çocuklarını gasb ederler. Sadece koyunlarını değil çocuklarını da kızartarak haçlılara yedirirler. Bundan büyük para kazanırlar. Bu tim tapınak şövalyelerinin nüvesini oluşturur. Güney orta Anadolu’da oluşan bu tim Kudüse geldiğinde Kudüs önemli oranda Müslümandır. Kabalanın vaaz ve öğretileri doğrultusunda tecrübe kazanan kabalist tim Kudüs’te soykırım yapar. Süleyman tapınağına topladıkları Müslümanları katlederler. Avrupa’ya gönderdikleri mektupta. Süleyman tapınağının diz boyu Müslüman kanı ile dolduğunu yazarlar. Böylece Süleyman tapınağına atfen tapınak şövalyeleri adını alırlar.

Galata’da önemli Yahudi şehirleri LARANDA (KARAMAN), LYSTRA, DERBE, SİLLE, (KONYA) ANTİOCE PİSİDİA (YALVAÇ) DAVGANA, İBRADA, bu antik ve güncel şehirlerin olduğu yerler GALATA’dır. Dünya ve Türkiye’nin sahipleri galatalı veya hazar kökenli eşkenazdır. İtalya’da üretilen ALFA ROMEO adlı otomobilin logosundaki çocuğu yutan yılan tapınakçıların doğuş efsanesini yani Galatada Müslüman Türk çocuklarının katledilerek haçlılara yedirilmesi ile başlayan hikâyeyi sembolize eder.

Biz Anadolu Müslüman kullara ve kölelerine ders kitaplarında tapınak şövalyeleri, Venedik Ceneviz şövalyeleri diye dayatılır. Böylece Galata’da başlayan Süleyman tapınağında son bulan serüvenle tapınak şövalyeleri tarikatı ve grubu oluşur. Tapınak şövalyeleri AKKA kalesini ele geçirirler.

Bu kalede diğer bir ifade ile otelde konaklayan Avrupalı hristiyan hacılardan büyük paralar kazanırlar. Hasan Sabbahın tarikatı haşhaşilerden (bugün ismaililerden) bankacılık ve uyuşturucuyu öğrenirler. Bu süreçte kendilerini tanrı kabul eden hahamlar kabalanın yorumunu yaparak tapınakçıların doktriner temellerini attılar.

Akka kalesinde kazandıkları paralarla aldıkları ve yaptıkları gemilerle Akdeniz’de ticarete başladılar. Kendilerine kendi aralarında tapınak şövalyeleri adını verdiler. Önce Avrupa sermayesine ve krallarına egemen oldular. Kralları para ve faizle satın aldılar kendilerine bağladılar. Osmanlı devletinin yıkılışında, 1909’dan sonra kukla halinde dönüşmelerinde de aynı yolu izlediler. Birinci ve ikinci dünya soykırım operasyonlarından sonrada tüm dünyaya hükmetmeye başladılar.

Tapınakçıların Avrupa’da ve dünyaya yayılan güçlerinin insan kaynakları Ukrayna ve çevresindeki Hazar Türk kökenli aşkanaz Yahudileri ve orta Anadolu’da ki Galatalı İbrani Yahudileridir. Akdenizin ve okyanus ötesi tüm liman şehirlerine Yahudi tapınakçılar kümelendiler. Türkiyenin zengin ailelerini irdelerseniz hepsi de Girit Kastal, Rodos, Selanik, Kavala, Preveze, İstanbul Karaköy, Amasra, Odesa, Midilli, Kırım limanları tapınakçı kökenlidirler.

Atatürkün üvey babası Ali Rıza Galatalı SİLLE kökenlidir. Kırmızılardandır. Kırmızı ailesinin yarısı Sivasta yarısı Suriye’de yaşamaktadır. Şu an Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümündeki telefon ağı Sivas’ta kitlenir. Büyük Birlik partisinin Sivas il başkanının soyadı kutsal Yahudi ismidir. Tabiî ki bu soyadı taşıyan herkesin Yahudi olduğu anlamına da gelmez.

Kabala kutsal kitabının o günkü ilah Yahudilerin yorumları ile tapınakçı laik dininin yeni doktiriner ilkeleri ihdas edildi. Beş bin yıl önce yaşayan Süleyman peygamberin mühründeki laiklik dini yeni bir yüz ve içerik kazandı.

Tapınakçılarla beraber doktriner ilke ve değerler uyuşturucu, eşcinsellik, ensest ilişkiler, şeytan BEFOMET, paranın gizli gücü ve faiz tapınakçı yorum ve oluşumun gelişmiş dinamikleri olarak ortay çıktı.

1307 de Fransa kral HENRY tapınakçıların tüm komplo ve entrikalarından dolayı yasaklanması ve yargılanmasını sağladı. Tapınakçıların efsane lideri MOLEY idama mahkum edildi. Paris’te görkemli bir ateşte yakıldı. Tapınakçılar hazineleri ile birlikte İsviçre’ye kaçtılar ve saklandılar. Zaman içerisinde kurmayları İSKOÇYA ya yerleşti. Burayı üs olarak kullandılar. Mason localarının İSKOÇ RİTİ burada gelişti. Cumhuriyeti kuran Yahudi masonlar İskoçya Ritini kendilerine ritüel modeli olarak kabul ettiler. Gün geldi İskoçya ya üslenen tapınakçılar İngiltere üzerinden Fransa’ya sarktılar. 1789 da Fransız ihtilalını yaparak beş yüz yıl sonra düştükleri yerden kalktılar. İngiltere ve Fransa’nın tapınakçı Yahudi masonların eline geçmesi eş zamanlıdır. Fransız ihtilalının ardından Fransızlara soykırım uyguladılar. On milyon Fransızı öldürdüler. Tapınakçı kabalist doktrini ve yaşamı Fransa’ya dikte edip yerleştirdiler. Fransa soykırımını tolere etmek ve egemenliklerini daim hale getirmek için Napolyon adlı bir Yahudi masonu kahramanlaştırarak Fransa’da tapınakçı Yahudi egemenliğini milliyetçilik üzerinden sağladılar.

Aynı senaryo ve sendrom Osmanlıda Türklere uygulandı. Birinci dünya soykırım operasyonu ile itibar kaybeden ittihatçı kabalacı mason Yahudiler kurtuluş savaşı senaryo ve sendromu ile Türkleri boyunduruk altına almayı ve köleleştirmeyi becerdiler. Napolyon örneğinin aynısını Türklere de uyguladılar. Türk milliyetçiliği ve kurtuluşu yalanı ile Müslümanlara egemen oldular. Savaş ve barışla yakından ve uzaktan alakası olmayan haham ŞİMON ZWY den beş yıl kabala eğitimi alan, tapınakçı laik dini tamamen içine sindirmiş alkolik, ensest ilişkileri olan bir masonu, balon gibi şişirerek yerli Napolyon olarak dayattılar (5816 nolu yasa ile korunuyor). Kabala ayet ve yorumunu değiştirilemez ilahi kelam olarak anayasaya koydular. Türkiye’nin her iline yerleşmiş olan tüm Yahudi veya soykırımcı kabalacı göçmenleri ülkenin sahibi efendisi kendi aralarında ilahı olarak yücelttiler. Kendilerine Türk miliyetçisi, Atatürk milliyetçisi, laik Kemalist veya (gizli) tarikatçı ve cemaatçı üstadlar olarak ünvanlar verdiler. ikibinli yıllarda Adananın en ateşli İslamcısının (H.B.) mossadla bağlantısını ve sadakatini tesbit ettik. Günümüzde izmirin zengin ve sahip Yahudi ailelerinin %78 i GALATA kökenli İbrani yahudisidir. Ankara ve Adana sahip ve zengin nüfusun yaklaşık %80 eşkenaz hazar kökenli Yahudi, %20 oranında galata kökenli İbrani yahudisidir.

GALATA kökenli tapınakçılara Levanten hazar kökenlilere AŞKANAZ denir. (aşk+nazi) aşk Türkçe nazi almanca kelimedir. Nazi seven demektir. Nazi almanca serseri demektir.

710 yılında ispanyaya geçen Müslümanlar, Endülüs medeniyetini kurdular. Altı yüzyıl Endülüse çöreklenen Yahudiler burada islamın hoşgörü ve toleransından yararlanarak oldukça rahat yaşadılar, zengin oldular. Burada Müslüman toplumda kimliklerini saklayarak köstebek birliktelikle debdebe yaşadılar. İspanya’daki özgür ve zenginliklerini örnek alarak tüm dünyaya yayıldılar. İspanya’da öğrendiklerini gittikleri yerlere de öğreterek milletlere hükmetme ve zengin olmaya başladılar. 1492’de İspanya’da son Müslüman devleti BENİ AHMER devletinin yıkılmasından sonra bu göç zirve yaptı. İspanya’dan dünyaya yayılan Yahudilerin efsane liderinin adı HALAÇ dır bu nedenle Halaç adına dikkat etmekte yarar vardır. Onomastik (isim bilim) Müslümanları en büyük silah ve keşif araçlarından biri olmalıdır. Şeytani kabalist Yahudiler tüm tarihi saptırdıkları gibi ispanyadan dünyaya yayılmalarını da istismar edip ispanyadan baskı gördükleri bu nedenle göç ettikleri gibi bir yalanla masumiyet karinesi kazanmayı başardılar.

Yahudilerin tüm dünyaya yayılması ve egemen olması Endülüs Safaratlarının ve tapınakçıların göçünün katkısı olmuştur.

Üçüncü bir yayılma operasyonu; birinci ve ikinci dünya soykırım operasyonları ile dünyanın demografisini değiştirdiler. 1941 de soy-kırımdan muaf tutulan kabalist Yahudiler Almanya ve Ukrayna’dan Birobidcan’a sürülerek burada BİROBİDCAN Yahudi devleti kuruldu. 1948 de İsrail devleti kuruldu. Bölgelerine hâkim oldular. Birobidcan devleti uzak doğuya Çin Japonya ve Koreyi kontrol ederken İsrail İslam ülkeleri ve kutsal topraklara ulaşmada merkez konumuna ulaştı.

Birinci dünya savaşı esnasında uygulanan en etkin soykırım ve demografik değişikliği Anadoluda yaşandı. Amaç Türkleri Anadolu’da tamamen imha etmekti önemli oranda savaş aldatmacası ile katledilen Türklerin geriye kalan, çoğunluğu yaşlı kadın ve çocukları katletmek için Samsun’a bir heyet çıkarıldı. Bu heyet Samsun’a çıktıklarında samsun İngiliz ve Fransız damgalı tapınakçı Yahudi masonların işgali altında idi. Heyet korkudan İngiliz Fransız karargahının karşısında konakladı. (bak. Lord Kingross. Atatürk ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu). Atatürk 27 aralıkta Ankara’ya geldiğinde Ankara’da Ermeni nüfusu infaz edilmiş Ankara önemli oranda tapınakçı Yahudi nüfusunun elinde idi. Temsil heyeti Ankara’ya girdiği yolun bir arka sokağında İngiliz işgal kuvvetlerinin karargâhı vardı. Temsil heyetinin amacı Anadolu’da sayıları çok az kalan Türk erkeklerinin toplayıp Kafkas seferine çıkmaktı. Kafkas seferine çıkarılan batı Anadolu’da ki Türk erkekleri Sarıkamış türü bir kırımla imha edildikten sonra batı Anadolu’da Çerkez lakaplı ve kamuflajlı çete ve ittihatçı komutanlar bölgedeki Türk kadın çocuk ve yaşlıları topyekûn imha edeceklerdi. Yerine Çerkez maskeli Yahudi devleti kurulacaktı. Bu plan 1907 de BERLİN SİYoNİST KONGRESİNDE karar altına alındı. Bu plan ABD, İngiltere ve Almanya gibi benzeri devletlerin A planı idi. Sivas’a gelen Amerikalı General Harbourt ve heyeti bu plan yani Türklerin Anadolu’da topyekûn katli planını Yahudi temsil heyeti ile görüştü. Doğuda Kazım Karabekir’in karşı gelmesi ile Kafkas seferi iptal edildi. İzmir’e İngiliz Fransız ve İtalyan Yahudi donanmalarınca İzmir’e çıkarılan yunanlı figüranlara yönelindi. B planı devreye sokuldu.

Türkler ve Rumlar Sakarya’da önemli oranda kırıldı. Birbirlerine düşman edildiler. Rumların egeden sürülmeleri için Türklere kullanılmak üzere kıvama sokuldu. Ermeni ve Türk katletmek mallarını gasp etmek ırza geçip öldürmek alkol ve uyuşturucu kullanmaktan başka marifeti olmayan çetelerden üç ordu oluşturuldu. Bolşevik ordusu komünist ordu ve yeşil ordu. Bu ordu büyük taarruz denilen sahtekarlıkla yunanlıları sözde kovaladılar gerçekte yunanlıların Yahudi komutanları yunanlı figüranları geri çekerek oluşan Türk Rum düşmanlığı ile Rumları sürdüler. Kuvayı milliyeci denilen kabalist katiller Rumların safına geçerek Türklere işkence kırım yaptılar evlerini yaktılar ve dağlara sürdüler. Böylece Rumlar Ermeniler ve Türklerden boşalan toprakları üzerlerine tapuladılar. Şehirleri zapt ettiler. Türklerin köle ve kul Yahudinin ilah ve efendi olduğu bir düzen kurdular adına da cumhuriyet dediler.

Kurtuluş savaşı aldatmacası ile savaşla uzaktan yakından ilgisi olmaya tüm Yahudi katillere istiklal madalyası verildi. Müslümanlar atalarına ve çocuklarına soykırım uygulayanlara kurtarıcım efendim diye tapınmaya zorlandılar. Müslümanların tüm kurum ve değerleri yasaklandı.

***

Britanya tapınakçı Yahudi imparatorluğudur. İngiltere kraliyet ailesi masonlaştırıldı ve meşruiyet kazandı. Hollanda Belçika İspanya kraliyet aileleri Yahudilerle evlilik ve masonlaştırma operasyonlarına boyun eğince iktidarları destek gördü.

****

İnançlarını yaşayacakları bilgi ve kurumlar imha edildi.

Ülkenin tapu, para, kurum, devlet ve yasalarına hükmeden Yahudi ırkı ve tebası Müslümanları açlık, soykırım, terör, işkence, askeri ve ekonomik darbelerle terbiye ettiler ve güdümlü hale getirdiler.

1930 da İstanbul’da toplanan enternasyonel mason kongresinde Anadolu’nun Yahudi kabala egemenliğine girmesi için 30 bin medrese mezununun idamı kararlaştırıldı. Menemen tezgâhı uygulamaya konularak 30 bin Müslüman din adamı idam edildi. Bu din adamları savaş denilen soykırım operasyonunda geride kalmış ve öldürülmemişlerdi.

İki yüz yıldır dünyada İngilizlerin devleti yoktur. Gerek İngiltere gerekse Britanya tapınakçı Yahudi devletidir. Soykırım temel ilkesidir. 1880’den 1890’a kadar İngiltere’de başbakanlık yapan BENJAMİN DİSRAELİ, Britanya parlamentosuna önerge vererek İNGİLTERE isminin İSRAİL olarak değiştirilmesini istedi.

Bu konumun üzerinden İngiliz ırkı iki kez soykırım geçirdi. Yani Yahudi egemenliği daha da pekişti. Bugün İngiltere diye bir İngiliz devleti yoktur. İngiltere’nin mülk ve işletme sahipleri tapınakçı soykırımcı Yahudilerdir. İngilizlerin ABD ile kavgası olamaz. Olması da aklın disiplinlerine aykırıdır çünkü İngiliz ırkının bir iradesi yoktur.

Britanya tapınakçı Yahudi imparatorluğudur. İngiltere kraliyet ailesi masonlaştırıldı ve meşruiyet kazandı. Hollanda Belçika İspanya kraliyet aileleri Yahudilerle evlilik ve masonlaştırma operasyonlarına boyun eğince iktidarları destek gördü.

Türkiye (İstanbul ittihatçı Yahudi devleti) 1909’dan 1913’e kadar İtalya ve İngiltere obediyansına bağlı yönetildi. 1913’den 1918’e kadar Almanya obediyansına ve devletine bağlı yönetildi. Almanya dünyanın en gizli ve köklü tapınakçı Yahudi devletidir. 1913’de Almanya’dan bilim adamı kılığında ajan kadrolar geldi. 1914 de bir rivayete göre 2000 bir rivayete göre 40.000 kişilik soykırımcı alman subay getirildi. Osmanlı İttihatçı Yahudi devleti ve kurbanlık kulları Müslümanların ordu yönetimi tamamen bunlara teslim edildi. Tapınakçı çete subaylar Türk ve Ermeni kanı içmek için iştahları son noktaya vardı. 1918’e gelindiğin de beş milyon Türk üç milyon Ermeninin kanını kana kana içerek 1907 de Hamburg’ta vaad edilen Anadolu cennetine kavuşmanın ateşi ile doldular. Almanya dünyanın en köklü tapınakçı Yahudi devletidir. Hitler eşkanaz yahudisidir. İllimünati üyesidir. Hitlerin iki yüz bin Yahudi askeri gerçekte SS soykırım çeteleri savaş arenasında sivilleri toplu katlederken bu soykırım çetelerinin kadın ve kızları cephe gerisinde haralarda kendilerini seçme alman erkeklerine düzdürerek alman görünümlü Yahudi ırkı oluşturdular. Bugün Almanya’da teknoloji üretenler almanlar, Almanya’ya hükmedenler alman görünümlü kabalist Yahudilerdir. Almanya’da ve doğu Avrupa’da soykırıma uğrayan altı milyon Musevi salt Tevrat ve Hz. Musa’ya inanan Hazar Türk kökenli Musevilerdir. Yahovacı kabalist laik dincilerce soykırıma tabi tutulmuştur. Bu kırımla kabalist Yahudi ırkı arileştirildi. Ancak günümüzde dünyadaki Yahudilerin %5’i Musevidir, kabala ve siyonizme düşmandırlar. Filistin parlementosunda bu Musevilerden üç adet haham vardır.

1914’de Osmanlıya gelen Alman soykırım heyetinin başındaki Yahudi Otto Liman Von Sanders koyu ve dindar bir Yahudi idi. Gelir gelmez ittihatçılar bu adamı mareşal yaptılar. General Shellendorf genel kurmay başkanı oldu. Dünya devletleri ve ordularının yönetimini ele geçiren mason kabalistler 1914’den 1918’e kadar dört yıl kana kana Müslüman ve Hristiyan kanı içtiler. Dünya kabalist Yahudi imparatorluğunu kurmak için birinci sindirme ve pekiştirme operasyonunu tamamladılar.

1918’de dünya Yahudi yönetimi Osmanlı’nın yönetimini İngilizlere teslim etti. Anadolu’da Türkiye Yahudi ve mason tarikat devletinin kuruluşunda hepsinin katkısı oldu. Sovyet İtalya Fransa ABD tüm tapınakçı Yahudi devletleri hem Yunan tarafına hem Türkiye tarafına lojistik para ve silah yardımı yaptılar.

1918’den 1926’ya kadar Osmanlının ebesi RAUF ORBAY dır. Direk İngiltere bağlı olarak tüm kırım operasyonlarını idare ettiler. Mustafa kemalin geleceğin NAPOLYONU olarak çok önceden belirlenmişti. Ve oldu. 1926’dan 1945’e kadar Türkiye İtalya ve Fransa obediyansı ve devletlerine bağlı olarak yönetildi. 1945’den 1961’e kadar ABD ye bağlı yönetildi. 1961’den 2005’e kadar direk İsrailden yönetildi.

1909 dan 2002 ye kadar ERBAKAN, ÖZAL hariç tüm başbakanları ve cumhurbaşkanları Yahudi kanı taşır ve Yahudi imanı ile sabittirler. Dönenler Müslümanların safına geçenler infaz edildiler. Bunlar ATATÜRK VE ALİ ADNAN MENDERESDİR. 1935 Atatürk mason localarını kapatınca sekiz Yahudi doktoru tarafından infaz edildi. 1956 da Müslümanların safına geçen 1958 de İsrail’in proje ve emirlerini reddeden, evliyâzâdelerin damadı, köprülüler Yahudi ailesinden gelen Altay kalecisi, dama de sion’dan terk Beria hanımın kocası Ali Adnan Menderes işkence ile idam edildi. NECMEDDİN ERBAKAN darbe ile azledildi. ÖZAL zehirlendi.

1961 de Menderesin katlinden sonra Ankara’ya gelen Newyork mason maşrıkı azamı FEROSSEL Ankara ve İstanbul’u ziyaret ederek mason biraderleri tebrik ettik, kutsadı ve Türkiye’nin yönetimini İsraile devretti. Bu devir teslim kesinlikle ABD Fransa, Almanya, Rusya, Birobidcan, İngiltere gibi tapınakçı devletlerin vesayet haklarını ortadan kaldırmadı.

Sadece 1961-2005 israil döneminde azda olsa detaya gireceğim. 1960 darbesinden sonra Sohtoriklerin damadı İzmir Yahudi mahallesi soroz’da doğup büyüyen Mustafa İsmet İnönü 13. kez başbakan oldu. Ardından satanist kabalist Yahudi Müslüman düşmanı mason şeyhülislam HAYRİ EFENDİ’nin oğlu Suat Hayri Ürgüplü kabineyi kurdu. 1965 de devreye Menderesin devamı kılıfı giydirdikleri gizli Yahudi köyünden çıkma üstad mason Sami Süleyman Demirel şovu başladı. Menderes ve sonrasında muhafazakâr ve sağcı görünen tüm partilerin omurgaları Yahudi kökenli masonlardan oluştu. Süleyman Demirel ve ikizi Henry Kissingerin öğrencisi ECEVİT dönemlerinde hazırladıkları her türlü tezgâhta Müslümanlara terör işkence taassup ve fanatizmle te’dib etme projelerini uyguladılar.

Yıl 1963 Talat Aydemir ve benzeri bazı kendisini Türk milliyetçisi hisseden subaylar 1960 kırımından sonra Ankara’da çöreklenen ABD ve MOSSAD tandanslı yönetici ve siyasiden rahatsız oldu. Tepki gösterdiler. Bu tepki İsrailin Ankara’da darbe yapmasına neden oldu.

Yıl 1963 darbe gecesi Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Esenboğa hava alanında hazır bekliyor. Darbenin geri tepmesi sonucu kaçmaya hazır. Tüm ordu birlikleri darbe için alarmda. Darbe hükümete karşı yapılmayacak. Darbenin amacı, darbe senaryosuyla Talat Aydemir ve benzerlerini ordudan tasfiye etmek. Önceden İsraile bir heyet gönderilir. Darbe gecesi İsrailden emir beklenir. Hava muhalefeti nedeni ile İsraille telefon bağlantısı kurulamaz. Aynı nedenle, bağlantıyı sağlamak ve emir almak için heyetin Ankara’ya uçakla gelmesi için İsrailden uçak kalkışı sağlanamaz. Ve darbe o gece yapılmaz. İkinci gün darbeye gerek kalmadan darbe yapılmış gibi ordudan beş bin subay atılır. O sene harp okulları mezun vermez. Artık Türkiye’de köle ve kul Müslümanlara vurulacak darbe, sindirme, soykırım ve işkenceler düzenli bir takvime bağlanır. DEMİREL ile kısmen güldürülen Müslümanlar kısa bir süre sonra anarşiyle tanıştırılır. Anarşi sonucu 12 Mart 1972 darbesi gelir. Her darbeden sonra azılı Yahudi milliyetçisi kabalistle başbakan olur. 12 marttan sonra Nihat Erim 1980’den sonra Bülent Ulusu başbakan olur. Her ikisinin özelliği Müslüman kanı üzerinde yoğun işkence operasyonlarını başlatmalarıdır. Darbede Türk silahlı kuvvetlerinde MOSSADA biat konusunda arıza gösteren ve ordudan atılacakların listesi İsrail’den gelir.

Listeyi Telavivden Amerikaya uçan ABD dış işleri bakanı Ankara’ya gelerek ulaştırılır. Orduda tasfiyeler başlar. Genel kurmay başkanlığına koyu Yahudi milliyetçisi kabalist MEMDUH TAĞMAÇ gelir. Bu arada mit müsteşarları sürekli mason Yahudi kökenlidir. Her türlü infaz ve işkence operasyonlarına devam ederler. Devletin tüm emniyet müdürlüklerinin bodrum katlarında kurulan aletli işkencehanelerde Müslüman kanı imha ve disipline edilir. Bunda Yahudi hitlerin SS generallerini katkısı çoktur. Mit müsteşarlarını, soykırımcı kabalist HİTLERİN YAHUDİ SS generali GEHLEN eğitir. MİT tarihinde 2005’e kadar Türk kanı taşıyan bir adamın gelmesi mümkün değildir. MİT, KURMAY SUBAYLIK VE DİPLOMASİ Türkiye’nin tanrıları kabul edilen Yahudilerin kırmızı çizgisidir. İçlerinde dönen asimile olanlar sayesinde Müslümanların nefes almaları mümkün olmuştur. Tarihte bunların sembol isimleri Kazım Karabekir ve Hilmi Özkök tür.

1972’den 1980 kadar bir terör tezgahlanır. Cia’nın Türkiye masası şefi çala yahudisi RUZİ NAZAR ülkü ocaklarını kurar ve yönetir. Mitin kontrolünde DEVGENÇ kurulur. Ve kırım operasyonu başlatılır. Darbe ortamı kıvamına gelince Philadelphia (Alaşehirli) Yahudi Ahmet Kenan Evren şovu ve kırımı başlar. Darbe öncesi taban yapan sahiller ve mülkleri kapatan Yahudiler darbeden sonra yükselmesi ile kazanırlar.

ANAVATAN partisinin omurgasını yine masonlar oluşturdu. Ülkede palazlananlar yine kripto Yahudiler oldu. Türklere cemaat bazında göstermelik yemek artığı sundular. Özal’ın çevresi ve karısı koyu Yahudi idi. Partinin en büyük kulağı ve mason köprüsü İbrani yahudisi Mesut yılmaz, Özalın öldürülmesinden sonra ön plana çıkarıldı. Muhafazakâr ve Müslüman kisvesi kullanılan ÖZALIN en yakınları azılı Yahudi milliyetçileri idiler. Mehmet Ağardan Yaşar Okuyana, Bedrettin Dalan’a kadar tüm yelpaze Yahudi idi. 1993 de başbakan yapılan Selanikli eşkenaz yahudisi Penbe Tansu Çiller Türkiye’deki gizli beş milyon yahudiyi bir günde yüzde elli zengin etti kulları Müslümanları yoksullaştırdı. İsraile giden bu karı İsrail parlamentosunda “vaad edilmiş topraklara kavuşmanız için dua ediyorum” diye konuşma yaptı. Bu karı her ay ABD Ankara elçisine rapor verecek kadar alçaldı. Bu karıyla eş zamanlarda başbakan olan ve birbirine muhalif görünümü veren Yahudi Mesut yılmaz aynı rolü oynadılar. Bu dönemde Mehmet Yaşar Büyükanıt ve Doğan Güreş gibi azılı Yahudi milliyetçileri ordu komutanlıkları yaptılar.

1998 yılına gelindiğinde bazı Müslümanların elinde sermaye ve iş yerinin oluşması Müslümanlara darbe indirmek için iyi bir bahane oldu. Yeşil sermaye ve tezgahlara dayalı algı operasyonundan sonra 28 şubatta darbe yaptılar. Darbe den bir gün önce Türkiye Cumhuriyeti’nin Yahudi genel kurmay başkanı İsrailde idi. Yani 27 şubatta israilde olan genel kurmay başkanı ikinci gün Ankara’da darbe yaptı. 28 Şubat darbesi bazı Müslümanların hapsedilmesi ve işkence edilmesinden ibaret değildir. Yağmalamalar başladı. Mason mabetlerinde toplanan ülke gelirleri İSRAİL VE İSVİÇRE BANKALARINA daha hızlı akmaya başladı. Bu akımda yamuk yapanların diyet ödemede yanlış yapanlar infaz edildi. PKK terörü bu infaz soygun ve işkencenin en büyük örtüsü ve kamuflajı oldu.

Saten 1980 darbesinde sonra MİT’te Berianın çocuklarınca uygulamaya konulan PKK operasyonu yine İsrail ve mason mabetlerince hazırlanmıştı.

28 Şubat yağmalamasından sonra Mossadın Türkiye’de ki iş adamlarının gelirlerinin toplandığı havuzdan sekiz milyar doların kaybolduğu ortaya çıktı. Bu kayıp MOSSADIN GAZABINA neden oldu. Türkiye’de bir seri operasyonlara başladı. İsrail’in depo ülkesi Türkiye’de ki ülke gelirlerinin toplandığı havuzun şefi NESİM MALKİ bu kayıp sekiz milyar doların faillerinden biri olarak infaz edildi. Bilgisayarından israile hangi iş adamının mossada yani mason mabetlerine ne kadar ödeyeceğine dair kısmi bir liste çıktı. Bu liste için Nesim Malki’den faize borç alan iş adamları gibi kargaların dahi güleceği bir yalan uydurdular.

MOSSAD Türkiye’de sekiz milyar doların kaybedilmesinin intikamını kötü aldı. Mossad ajanı Yahudi CEM UZAN ve Yahudi mason Demirel’in yeğenini kullanarak Türkiye’den kırk milyar lirayı bankalarda çalıp boşaltarak intikam aldılar. Bu soygun düzenli soyguna engel olmadı. Olamazdı da. Ecevit, Yılmaz ve Bahçeli üçlü Yahudi liderlerin koalisyonunda, mossad yerli gizli Yahudileri ihmal etmedi. Sözde anayasa kitapçığı fırlatması ile enflasyon aracılığı ile Yahudiler bir günde servetlerini ikiye katlarken Müslümanlar servetlerinin yarısını kaybettiler.

İsrailin Türkiye’yi kontrol, soygun ve yönetimindeki bu acemiliği ve türbülansa neden olması, Avrupa birliği ve ABD duruma müdahil olmasına neden oldu. Avrupa birliği ve ABD’nin müdahil olduğu bir strateji çizildi. Bu stratejiye göre Türkiye’de muhafazakâr bir parti iktidara getirilecek. İki yıl Müslümanlar üzerinde pozitif çalışma yapılacak. Daha sonra infaz edilen veya darbe ile düşürülen parti liderine ve partiye mağduriyet elbisesi giydirilecek ve sindirme darbe operasyonuna devamlılık ve istikrar sağlanacaktı.

Bu stratejide kısa bir fetret devrinden sonra uygulanacak darbe ve suikast sendromu ile üst akıl dedikleri veya ebeler partinin tamamen neocanların eline geçmesini sağlayacak. Müslüman elbisesi ve maskesi takınmış parti ile Müslüman kanı ve emeği üzerinde darbeler devam edecekti. Bu nedenle AK Parti iktidara getirildi.

Bu projenin uygulaması için AB ve ABD’den gelen heyet İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile görüştü. Türkiye’de kurulacak bir muhafazakâr partiye verecekleri desteği sundular. Tayyip Erdoğan bu teklifi bir süre düşünür, istişare eder. Muhsin Yazıcıoğlu ile görüşür. Yazıcıoğlu fille yatağa giren zararlı çıkar der ve teklife sıcak bakmaz. Mantıken Yazıcıoğlu haklı ve doğrudur. Ama ERDOĞAN, GÜL ve yakın arkadaşları fille yatağa girdiler. Beklenenin tersine üç yıl sonra 2005 de fil hamile kaldı. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları fili yalnız bırakıp yollarına devam ettiler.

Ak parti iktidarında ilk üç sene Müslümanlara şirin görünen uygulamalara izin verildi. Bir o kadar da yeni soygun yolları oluşturuldu. Bunların başında bankaların yabancılaşması, para kaçırmanın kolaylaşması ikinci önemli uygulama ise ihracat ve ithalatla ülkeyi soyma operasyonlarının sistematize edilmesi.

AK Parti İlk iki sene her iki grubun desteğini aldı. Neocanlar ve ılımlılar. Üçüncü yıl sonra darbe ve suikast sırası geldiğinde beş kez darbe teşebbüsü geri tepti. Sinagog müdavimi Rahmani Musevi HİLMİ ÖZKÖK ve Süleyman Demirel’in yeğeninin kocası MİT müsteşarı ŞENKAL ATASAGUN RECEP TAYYİP ERDOĞAN a istihbarat bilgisi aktardılar. Darbeyi ılımlılar ve Müslüman kadro beraberce engellediler. Hükümetin iki ayağından ılımlı masonlar AK Partiye omuz verirken neocan MOSSAD VE CİA ajanları AK Partinin kanını içmek için yırtındılar. Bu yırtınmanın kızgınlığı ile darbede ayak sürüp uygulamayan evlatlarını ERGENEKON davası ile cezalandırdılar.

2005’deki darbe teşebbüslerini ve çatlakları gören ERDOĞAN ılımlıların ileri gelenlerinden NAFİZ CAN PAKER in evine giderek konuyu görüştü. Neocanların ileri gelenleri ECZACIBAŞI’larla evine giderek görüştü. Bir başbakanın görüşme amaçlı vatandaşın evine gitmesi bir garabettir ama bu geçiş döneminde normaldir.

Ergenekonun faturası Müslümanlara çıktı. Atatürkün askeriyiz diye yırtınan kokanalar acaba kocalarını hapse atan Atatürkçü mossad ajanlarına gıkları çıktı mı?

2005 yılında, 1909’dan bu yana ilk defa güçlü Müslüman iradesi oluştu. Müslüman köleler ve kullar bu iradenin meyvesini önemli oranda gördü. Yollar, hastahaneler, okullar, konutlar, adliye sarayları, sosyal yardımlar yapıldı. Müslümanlar yüzyıllık bir kölelik ve kulluk döneminden sonra yer yer insan muamelesi görmeye başladılar. 2002’den önce terör soykırım, açlık, işkence, taassupla terbiye edilen ve güdümlü hale getirilen müslümanlar geçmişin izlerini azda olsa silmeyi başardılar. 2015 yılına gelindiğinde Müslümanların beyin kontrolü yönündeki çektikleri çilenin dışında önemli oranda rehabilite oldular.

Müslümanların terörden açlık ve hastalıktan ve zihinsel kölelikten ari yaşamaları yolundaki gelişme, Türkiye’nin beş milyon gizli Yahudilerini korku ve paniğe sevk etti. Bu korku ve panik çocuklarının gezi parklarına dökülmelerine neden oldu. 19 Ağustos 2014 Kemal Kılıçdaroğlu İstanbul’a 4 saatlik bir uçak yolculuğu yaptı. İstanbul’da illuminati ihtiyarlar heyetinin huzuruna çıktı. Yapılacak kongrede yeniden başkanlık sözü aldı.

7 Haziran seçimlerinden sonra sayın ERDOĞAN önce neocanların temsilcisi eşkenaz yahudisi mason Deniz Baykalı kabul etti. Daha sonra Nernekli EFENDİ RECEBİN yeğeni ılımlıların adamı Ömer Çeliği kabul etti. Dört saat görüştü. Bu görüşmelerle teamül bozulmadı ama teamül olduğu kadarda bu görüşmeler zorunlu ve doğru olanıdır. Çünkü hala Türkiye’nin parası ve işletmeleri ve dış ticaret bağlantı mekanları Yahudi mason mabetleridir. Tüsiad üyeleri mason ve yahudidirler. Müsiad üyeleri ise tahmin edemeyeceğiniz oranda Yahudilerin elindedir. Türkiye’de Suriyede ve dünyanın birçok yerinde neocanlar ile ılımlılar arasında savaş var. Müslümanların ve diğer ılımlıların içinde, dünya genelinde en güçlü lider RECEP TAYYİP ERDOĞANDIR.

Analitik e-Dergi Mayıs 2021

https://online.fliphtml5.com/adutr/xava/#p=1

https://www.facebook.com/story.php?story_fbid=373681734778551&id=100064101815013&rdid=ZtFVDJ9OcJd6WRWH

 




ERZURUM’DAN ÖLÜMÜNE KADAR

ERZURUM’DAN ÖLÜMÜNE KADAR ATATÜRK’LE BERABER
“Dedi. Defteri getirdiğini görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:
“…Amma bu defterin bu yaprağını kimseye göstermiyeceksin. Sonra kaderim ne olacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu…”
Dedi. Süreyya da, ben de:
“-Buna emin olabilirsiniz Paşam…”
Dedik. Paşa, bundan sonra:
“-Şöyle ise önce tarihi koy.”
Dedi. Koydum: 7 – 8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Tarihi sayfanın üzerine yazdığını görünce:
“-Pekâlâ yaz!…”
Diyerek devam etti:
“-Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Bu anda genç İhsan’ın kalemi elinden düştü. Yüzüne baktım. O da benim yüzüme bakıyordu, bu gözlerin bir takışla birbirine çok şey anlatan konuşuyordu.
Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.
“-Neden durakladın?
Deyince:
“-Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var.
Dedim, gülerek:
“-Bunu zaman tayin eder. Sen yaz…
Dedi. Yazmaya devam ettim.
“Beş: Latin harfleri kabul edilecek.
“Paşam kâfi… kâfi…
Dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan
-MM. (M. Müfit Kansu) dur.
-Cumhuriyet ilânına muvaffak olalım da üst tarafı yeter!
ATATÜRK TESETTÜRE DÜŞMAN MIYDI?
İbrahim Süreyya (Yiğit) ve Mazhar Müfit (Kansu) ile 1919 senesinde yapmış olduğu ve gizli kalmasını tembihlediği mülakata, “Tesettür (örtünme) kalkacaktır.” dediği Tü…
Daha fazla göster

*****,**

Bu mülakata dair günümüze ulaşan “Tam metin” nüsha maalesef mevcut değildir. Ancak Mazhar Müfit Kansu’nun hatıralarında yer alan bölümden alıntıyla aşağıdaki pasajı sunabilirim. Bu metin, Atatürk’ün 7–8 Temmuz 1919 tarihli ve gizli kalması şartıyla yazdırdığı sözlerin birebir aktarımıdır:

> “Zaferden sonra şekli hükûmet Cumhuriyet olacaktır. …
İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.
Üç: Tesettür kalkacaktır.
Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.
Beş: Latin harfleri kabul edilecektir.”

Bu alıntı, Mazhar Müfit Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde yer almaktadır. Ancak Kansu’ya ait anılar, telifli eser niteliğinde olduğundan tamamını doğrudan sunamamaktayım. Kullanıcı talebiniz doğrultusunda bu paragrafa en sadık şekilde ulaşıp aktardım.

Ayrıca bilmeniz gerekir ki:

Kansu’nın eseri telif haklarına tabidir ve bütün metnin yasal yayımlanmadan sunulması uygun olmaz.

Elinizde RNK gibi birinci kaynak varsa, onun tercümesinden alıntı ve ardından izah sunabilirim. Ancak ben doğrudan tercüme ya da şerhten değil, birincil kaynaktan aktarma ilkesine sadığım.

Ne yapabilirsiniz?

Türk Tarih Kurumu (TTK) veya benzeri bir yayınevinden bu eserin tam metnini temin edebilir,

Ardından ilgilendiğiniz bölümleri belirterek, benzer yöntemle bir alıntı ve izah isteyebilirsiniz,

Ya da kendi okuduğunuz kaynak satır numarası veya şerhiyle birlikte metni paylaşabilirseniz, sizin için açıklamasını yapabilirim.

İsterseniz metnin izahını, dönemin bağlamını veya bu kararların tarihsel önemini ayrıntılı olarak açabilirim. Nasıl devam edelim?

**********

Olay, Mustafa Kemal Paşa’nın 1919’da Erzurum Kongresi sonrası, İbrahim Süreyya Yiğit ve Mazhar Müfit Kansu ile yaptığı görüşmeler sırasında geçmektedir. Mazhar Müfit Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı hatıratında yer alan bu görüşmelerde, Mustafa Kemal Paşa’nın ileride gerçekleştirmeyi düşündüğü devrimlere dair notlar tutulmuştur.
Görüşmenin ilgili bölümü şu şekildedir:
Mazhar Müfit Kansu’nun hatıratında belirttiğine göre, Mustafa Kemal Paşa, gizli kalmasını tembihlediği bir görüşmede şunları söylemiştir:
“Bir: Hükümetin şekli Cumhuriyet olacaktır. İki: Padişah ve hanedanına icap eden muamele yapılacaktır. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, şapka giyilecektir. Beş: Latin harfleri kabul edilecektir.”
Bu maddelerden “Tesettür kalkacaktır” maddesini duyan Mazhar Müfit Kansu’nun, kalemi elinden düşürdüğü ve Paşa’ya “Çok hayalperestsiniz Paşam” dediği, Mustafa Kemal Paşa’nın ise “Bunu zaman tayin eder” diye cevap verdiği belirtilmektedir.
Bu metnin tamamına, Mazhar Müfit Kansu’nun “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde ve bu esere atıfta bulunan çeşitli tarih kaynaklarında ulaşabilirsiniz.

**************  

https://www.instagram.com/reel/DNhup4YIiK5/?igsh=MTNsYXh4eXdpcGc4NA==

“Sansursuztarih Atatürk’ün Gizlenen Din Sohbeti ve Türkçe Kuran Gerçeği (Charles Sherrill)”
“► Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Charles Sherrill, M. Kemal’in kendisine Tebbet Suresi’ni okuyarak, düşünen bir Türk’ün böylesi bir duadan hiçbir şey elde edemeyeceğini söyledikten sonra, Türklerin uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını öğrendiği zaman ondan tiksineceğini söylediğini aktarmış.”
Yani Türkler Kur’an’ın manasını öğrendiği zaman ondan tiksinecekmiş.”
“► Sherrill, 1933 yılında Amerika’ya göndermiş olduğu bu raporunun sonuna, Atatürk’ün Kur’an’ı Türkçe’ye tercüme ettirmesindeki asıl maksadının öğretmek değil, Kur’an’ı Türklerin gözünden düşürmek için yaptığını yazmıştı.”
“Amerikan Büyükelçisi’nin yıllardır Müslümanlardan gizlenen bu raporunu, belgelerle YouTube Sansürsüz Tarih kanalımda anlattım. Mutlaka izleyip paylaşın. Gerçekten çok önemli!”
“Hazırlayan: Enes Eroğlu”

“KAYNAKLAR:”
“1️
Rıfat N. Bali – Toplumsal Tarih Dergisi, Eylül 2006, sayı: 153″
“2️
ABD BÜYÜKELÇİLİĞİ, Sayı: 423, Ankara, 17 Mart 1933, Konu: Türkiye’de din, Münhasıran Mahrem, Saygıdeğer Hariciye Vekili, Washington”
“3️
Milliyet Gazetesi – “Atatürk’le ABD’li elçinin gizli kalmış din sohbeti”, 7 Eylül 2006″
“Atatürk Kur’an’ı neden Türkçe’ye tercüme ettirdi?, Atatürk’ün Sherrill ile din sohbeti,”
“Atatürk’ün Ateist metinleri, Charles Sherrill’in”
“Atatürk raporu, Mustafa Kemal’in Kur’an’ı”
“Türkçe’ye çevirme amacı, Atatürk: “Türkler”
“Kur’an’dan tiksinecek” belgelerle, #Atatürk”
“#Kadıroğlu #Gerçektarih #Kemalizm daha az”

https://youtu.be/guC5GINdDo0?si=hgsWbj31K5mgsoeW

 




Osmanlı’yı kim yıktı, Türkiye’yi kim kurdu

Osmanlı’yı kim yıktı, Türkiye’yi kim kurdu..?

 

Yahudiler Sabetayist Yahudilerle Bir Olup iki devlet kurdular; Biri Türkiye, Diğeri İsrail…

 

– Sözde Cumhuriyetiz ama 

Anayasamızın gizli maddeleri var?

 

– Merkez bankamız çok ortaklı bir anonim şirket. Ne statüsü ne ortakları doğru düzgün belli değil…

 

Paralarımızın üzerinde Türkiye Cumhuriyeti ifadesi bile yazmıyor…

 

– Genel Kurmay başkanlarımız Yahudilerin ibadethanesi Ağlama Duvarında ağlayıp duruyorlar…

 

Türkiye’yi kurduğu iddia edilen Mustafa Kemal’den tutun da, günümüze gelene kadar, meşhur idarecilerimiz, askerlerimiz, bürokratlarımız hep Sabetaycı Yahudi kökenden çıkıyorlar…

 

– % 99’u Müslüman olan bir ülkede başörtüsünü bunlar mı yasaklıyorlar?

 

-PKK’yı bunlar mı bilerek bitirmiyorlar?

 

– Yeni Türkiye devletinin resmen tanındığı Lozan’da bizi neden Yahudi Hahamı Haim Naum temsil etti?

 

– Ünlü Sabetaycı Yahudi Orhan Pamuk Amerika’da bir panelde neden “Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni biz kurduk” dedi…

 

-Türkiye Cumhuriyeti bir Yahudi cenneti olarak mı inşa edildi?

 

– 1924’te Yunanistan ile yaptığımız Mübadele ile neden Türk diye hep Selanik Yahudileri getirildi?

 

– Bir Yahudi hahamının oğlu olan Moiz Kohen, neden Tekinalp takma adı ile Türkçülük ve Kemalistlik sistemini kurdu?

 

-M. Kemal’in eşi Latife, İzmir’in tanınmış Yahudi ailelerinden birine mi mensuptu?

 

– Adnan Menderes Yahudi bir aile yapısından geldiğini neden gizledi?

 

– Celal Bayar, Bursa’da siyonist okulunda okudu mu?

 

-Fevzi Çakmak’ın karısı, neden evini yahudilere hibe etti ve Havra yapıIdı?

 

– İngilizler, neden hiç savaşmadan İstanbul’dan çekildiler?

 

Ve Osmanlı’yı kim yıktı…..

Türkiye’yi kim kurdu….

 

Mehmet Şevket Eygi

15 Haziran 2010

 




BİR YAHUDİ’NİN İTİRAFLARI

BİR YAHUDİ’NİN İTİRAFLARI

“M. Kemal bir Yahudi idi.
Onun etrafındakiler de Yahudi idi.
Cumhuriyetin ilanının hemen ardından Selanik’ten “Türk” diye Sabetaycı Yahudileri getirdik.
Yeni göçmüş olmalarına rağmen onları bir anda ülkenin en zenginleri, toprak zenginleri, iş verenleri, sanatkarları, ünlüleri yaptık.
Ankara’yı başkent ilan etmeye biz karar verdik.

Yahudi kardeşlerimize haber verip dağını taşını satın aldırdık.
Bir anda gayr-i menkul zengini oluverdik.
Türkler kurtuluş savaşı falan kazanmadı.
İngiltere’ye karşı durmadık.
İngiltere’de hakim Yahudiler ile anlaştık ve bu toprakların Yahudi Cenneti ayarında ilan edilecek yeni bir Cumhuriyet ile bize bırakılmasına karar verdik. Bu bir plandı.
İngilizler bu nedenle savaşmadan geri çekildi.

Bu süreçte pek çok sanal kahraman ürettik.
Ordunun adını bile Türk Silahlı Kuvvetleri koyduk.
Merkez bankasını çok uluslu ve çok ortaklı bir anonim şirket yaptık.
Bu süreçte Sabetayist Yahudilerden çok faydalandık.
Çok ince hesaplar yaptık.

Planlarımızı büyük bir gizlilik ve başarı içinde uyguladık.
Ne kadar hayatta kalmış Türk ve Müslüman fikir adamı ve beyin takımı varsa onları da sudan bahanelerle astırdık.
Olmadı sürgüne gönderdik.
İstiklal mahkemelerinin hakimlerinin de çoğunu Yahudi olanlardan oluşturduk.
Önce asıp sonra yargıladılar.
İnkılaplar çok önceden belirlediğimiz bir planın parçasıydı.

İngiliz ajanı Ali Suavi ve Ziya Gökalp ile inkılapların temelini oluşturduk.
Mustafa Kemal yıllar evvel hazırladığımız büyük oyunun nice uygulayıcılarından sadece biridir.
O, oyunun son perdesini büyük maharetle oynadı ve tabir caizse, taşı gediğine koydu.
Ondan önce çok kişi çabaladı, bu planı M. Kemal iyi oynadı.
Bütün başarının onun zaferiymiş gibi görülmesi sonraki süreçte sıkıntılara sebep olsa da bunları da aştık.

Muhalif Yahudileri İzmir Suikasti bahanesi ile astık.
1943’te Varlık vergisini çıkarılmasını da biz planladık.
Yahudilerin çoğunu ilan edilecek İsrail’e gönderdik.
İsraili ilk Türkiye tanıdı, bunu aslında Yahudi aklı yaptı.
Biz büyük işler başardık.

Atatürk’ün öldüğü gün tüm Türkiye’de olduğu gibi bizim evde de matem havası hakimdi.
Babamın ağladığına ilk kez o zaman şahit oldum.

Bir yahudi; Goyim’e (Yahudi olmayan diğer insanlar, yani hizmet hayvanları) merhamet etmeyeceği gibi kendisinden olmayana da asla tevazu, şükran, minnet ve mihnet gösteremez.!

Kendilerinden olmayanlara tevazu ve hoşgörü göstermek talim ve terbiyelerinde yoktur.!

Akp’nin ilk dönem milletvekili; Jack Kamhi Profilo yönetim kurulu başkanı bu yahudi iş adamının yeni çıkacak olan kitabından alıntı.!
(Analiz; Taha Akyol, gazeteci)
Eser Kaya
👇

 




CENNET UCUZ DEĞİL CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİL… YAŞASIN ZALİMLER İÇİN CEHENNEM……

CENNET UCUZ DEĞİL CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİL… YAŞASIN ZALİMLER İÇİN CEHENNEM……
Değerli dostlarım şimdi içim yanarak orman yangınları haberlerini izliyorum.. uzmanlar kesin tespitlerle diyorlar. %90 sebebi insanmış… kimileri zevk içinde piknic yapıyor. Sigarayı arabadan veya yaya rast gele atıyır, camlarıı şişeleri rast gele atıyor. Anız yakıyor, ot temizliğini yakarak yapıyor vs. Tabi ki kasıt varsa CEHENNEM de yansınlar.. Bu yangınlarda Milli servet yandığı gibi nice görevliler uykusuz aç çalışıyor. Orman içinde nice canlı da ağaçla beraber yanıyor. Her mevcudat kendi lisanı haliyle ALLAH I ZİKREDİYOR. yangına sebep olan bu zikire de engel oluyor 86 milyonun ve emek verenlerin hakkı geçiyor. Öte yandan bütün mevcudat insana hizmet ediyor oksijen yağış rejimi temiz hava güzel manzara yeşilin hakim olduğu rengarenk manzara. Bütün bu menfaatler insana sunulmuşken insan kilıklı cani bütün bu güzelliklere ESMAYI İLAHİYENİN TEZAHİR VE YANSIMASINA ENGEL OLUYOR.Böyleleri esfeli safilin değil mi.
NİCE sorumsuzluk vurdum duymazlık kasıt bencillik ego, nice mahlukatın hukukunu ziyan ediyor.onlar zevk sefa bencillik peşindeyken nice insan makina heder oluyor.. Eeee oluklar çift birinden nur akar birinden kir. Cennet adam istediği gibi CEHENNEM dahi adam ister.
YAŞASIN ZALİMLER İÇİN CEHENNEM
HASBÜNALLAHİ VE NİMEL VEKİL
RABBİMİZ DEVLET MİLLETİMİZİ İNSANLIĞA VE MİLLETİMİZE HİZMET EDENLERİ MUHAFAZA VE MUVAFFAK EYLESİN….
Mustafa Güneş 23 TEMMUZ 2025..




TEBLİĞ ETTİĞİMİZ DEĞERLERİMİZİ TEMSİL EDEBİLİYORMUYUZ

              TEBLİĞ ETTİĞİMİZ DEĞERLERİMİZİ TEMSİL EDEBİLİYORMUYUZ

MUSTAFA GÜNEŞ

               Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor. Mânevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir tâun felâketi,(Sekülerizm-Modernizim) gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sârî illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.

                  Üstad Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi çok kötü zamanlardan geçiyoruz. Bu durumdan çoğumuz mustarip ve şikayetçiyiz aslında çözümünü de biliyoruz fakat Nefsi aşamadığımız için başta kendimiz için çözüm üretmede yetersiz kalıyoruz. Ya bildiğimiz doğruları hiç tebliğ etmiyor, ya da tebliğ ettiklerimiz doğruları yaşamaya temsil etmeye nefsimiz müsaade etmiyor. Daha kötüsü çoklarımız ülfet edip duyarsızlaşarak yanlışları bir nevi kabullenmiş oluyoruz. Biz Müslümanlar özellikle din görevlileri; “emri bil ma’ruf nehyi anil münker farz olduğu halde acaba yapabiliyor muyuz belki tebliğ ediyoruz ama tebliğ ettiklerimizi lisan-ı hale döküp yeterince temsil edebiliyormuyuz.

                    Tebliğde ve temsilde en önemli husus İHLAS dır. Efendimiz (ASV) ““İnsanlar helâk oldu-âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu-ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu-ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” Bu düstura riayet elzem olup Üstad Bediüzzaman da bu hususu ihlas risalesinde tafsilatıyla ele almış yol göstermiştir. “Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.” “Ve ihlâsla bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla amellere tercih edilir” buradan da anlıyoruz ki Tebliğ ve temsilde İHLAS yani SADECE Allah rızasını gözetmek esastır.

                     Binlerce İmam-Hatip lisemiz, Onun on binlerce Meslek dersi Öğretmeni, Onlarca İlahiyat fakültesi ve Öğretim üyeleri, On binlerce cami ve İmam din görevlilerimiz var ama maalesef günümüzde ictimayi hayat sokaklar aileler perişan. Çocuklarımız en iyi Fakülteleri kazanıyor lakin İslam’ı hayattan bi haber. Önceleri bunları yetiştiren aileler sekülerizmin içinde kıvranıyor. Bu şekilde ve bu anlayışla yetişen çocuklar hayata atılınca bu eğitim tarzı ve tebliğsizlik ve yanlış temsille halimiz ne olur düşünmesi bile yıkıcı oluyor, elem veriyor.

                 Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; İlimlerin en önemlisi ve iki cihanda gerekli ve geçerli olan İslam ilimlerini, Rabbimizim emir ve yasaklarını, İlmihali yeterince öğrenmeli adından da belli olduğu gibi bu ilimleri hal diline aktarmalıyız. Bunu yaparken de sadece ve sadece amaç Rızayı ilahi olmalı, halk küsse de darılsa da nefsine menfaatine ters gelip kabul etmese de isterse Allah onlara da kabul ettirir. Belki de nasihatlerin tesirsizlik sebebi İhlassızlığımızdır. Rabbimiz Dinimizi çok iyi öğrenmeyi lisan-ı halimize dökmeyi ihlasla hizmet etmeyi nasip etsin hayırlı hizmetler ve hayırlı nesiller yetiştirmekte muvaffak eylesin.

 




İslam’ın Işığında Aile Bireylerinde Sorumluluk ve Mutluluk

İslam’ın Işığında Aile Bireylerinde Sorumluluk ve Mutluluk

Aile, Toplum hayatının temeli olup İslam dininde kutsal bir müessese olarak kabul edilir ve aile bireylerinin birbirlerine karşı olan görev ve sorumlulukları, huzur dolu bir yaşamın temel taşını oluşturur. İslam, aile içinde sorumluluk ve mutluluğun nasıl sağlanacağına dair rehberlik eder. Kur’an-ı Kerim ayetleri ve Peygamber Efendimiz ‘in (SAV) hadisleri, bu konuda bize ışık tutar. Kur’an ve sünnete uygun kurulan ve devam eden aile Allah’ın koruması altındadır. Zaten bizim kültürümüzde aile kurulurken “Allah’ın emri ve peygamberin kavliyle” diye kurulur. Maalesef ki bu akite göre de devam etmediği İslam dışı haller düğünden itibaren başladığı için aile mutlulukları sürmüyor, evlilikten birkaç ay sonra anlaşmazlıklar başlıyor.

Dinimiz, aile bireylerinin birbirlerine karşı dürüst ve adil olma sorumluluğunu hatırlatır. Her bireyin, doğru ve hakkaniyetli bir şekilde davranarak ailenin huzuruna katkıda bulunması gerekmektedir. Aile içindeki huzur, bireylerin birbirlerine olan saygısı ve sevgisi ile sağlanır. Kitabımız bütün aile bireylerinin birbirlerine karşı görev ve sorumluluklarını en iyi şekilde belirlemiş. Bizim sahibimiz (Malikül Mülk), yaratanımız, kimin görev ve gücünün ne olduğunu en iyi bilen olduğu için görev ve sorumlulukları belirlemiştir. Lakin günümüz insanları Rabbimizin belirlediği ve sünnet olan kurallara göre değil de nefis ve heveslere göre kendi kurallarını koyduğu için Maalesef Rahmet ve inayet kalkıyor sonunda dramatik üzücü aile halleri ortaya çıkıyor. Hz. Muhammed efendimiz zaten yuva kurulurken eş seçilirken “SİZ DİNİ GÜZEL OLANI SEÇİNİZ” diye emrediyor, buna ne derece uyulduğu hali hazırdaki aile vakalarından belli.

Eşler arasında sorumluluk ve adalet, İslam dininde önemle vurgulanan bir konudur. Peygamber Efendimiz (SAV) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olandır. Ben aileme karşı hayırlı olanınızım.” (Tirmizi, 11) Yine Veda hutbesinde Efendimiz (SAV) kadın ve erkeği birbirine emanet kılmış, birbiri üzerinde hakları olduğu özellikle vurgulanmıştır. Ayrıca Kitabımız Kuranda Rabbimiz, kadın ve erkeğin görev ve sorumluluklarını belirtmiş Sünnette de efendimiz örnek vakalarla kendi kızı Fatma validemizden Hz Ali efendimizden örneklerle aile huzurunu bu konuda iki taraf ailelerin görev ve sorumluluklarını belirlemiştir. Bu hadis, eşlerin birbirlerine karşı olan sorumluluklarını ve iyi davranmaları gerektiğini hatırlatır. Eşler arasındaki sevgi, saygı ve anlayış, aile içindeki mutluluğun temel taşlarıdır. Birbirlerine destek olan eşler, ailelerini daha güçlü ve mutlu kılarlar.

Çocukların terbiyesi ve onlara doğru yolu göstermek, İslam dininde ebeveynlerin önemli sorumluluklarındandır. Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.” (Tirmizi, 33) Bu hadis, ebeveynlerin çocuklarını iyi bir şekilde yetiştirme sorumluluğunu vurgular. Çocuklara güzel ahlak, doğru davranışlar ve dini bilgiler öğretmek, aile mutluluğuna katkıda bulunur. İyi yetişmiş çocuklar, toplumun da geleceğine ışık tutar ve ailelerinin gurur kaynağı olur. Kuran ve sünnete göre değil de Seküler anlayışa göre Kuran ve Sünnetten habersiz sadece dünya için yetiştirilen, akademik başarı gözetilirken, maneviyatı ve Ruhu boş bırakılan çocuklar ileride hem aile hem de toplumun saadetine hiçbir katkı verememekte ve maalesef ahiret hayatı da tehlikeye sokulmaktadır.

Mutlu bir aile için sevgi ve merhamet esastır. Kur’an-ı Kerim’de Rum Suresi 21. ayette şöyle buyrulmaktadır:” O’nun varlığının delillerinden biri de, size kendi cinsinizden eşler yaratmasıdır ki onlarla huzur bulasınız. Ve aranıza sevgi ve merhamet koymuştur. Doğrusu bunda, düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum, 30/21) Bu ayet, eşler arasındaki sevgi ve merhametin önemini vurgular. Sevgi ve merhamet, aile içinde mutluluğun anahtarıdır. Eşlerin birbirlerine olan sevgi ve merhameti, çocuklara da yansır ve bu duygular aile içinde gerçek huzur kaynağı olur.

Netice olarak insanın sahibi ve Malikül Mülk olan Rabbimiz, İnsanların en seçkini ve “HABİBİM” dediği Hz. Muhammed ile (SAV) ailenin nasıl kurulması gerektiğini, aile bireyleri arasındaki görev ve sorumlulukları en güzel şekilde göstermiş ve emretmiş, dünya ve ahiret saadetinin kaynağı olarak göstermiştir. Ne var ki her alanda olduğu gibi İman zaafiyeti burada da etkisini göstermiş Efendimizin (SAV) “BÜYÜK CİHAD” olarak belirttiği nefis mücadelesi” ni yapamayan çoğu toplum kesimi ve aileler; kuralları, ego, nefis ve Seküler dünyanın gereklerine göre belirlediği için günümüz aile sıkıntıları, olumsuzlukları oluşmuştur. Analar babalar sahipsiz mağdur, mahsun kalmış. Bayramlar sevinç kaynağı, uhuvvet günleri olması gerekirken hüzün günleri olmuştur. Yıllar önce ana baba şefkatinden mahrum kalan çocuklar, büyüyüp Seküler dünyaya dalınca ana- baba sevgisini saygısını, vefayı unutmuş aslında temelde ebeveynlerin yetiştirdiği tarz olan dünyaya yönelmiş, dünya işlerinden ana- babaya zaman kalmamış, Ana- Babalar da (eğer bulabilirse) Huzur evlerine veya yalnızlığa mahkûm olmuşlardır.

Bütün bu olumsuzlukların hüznün çaresi; buna sebep olan hayat tarzından vaz geçip RABBİMİZİN emrettiği ve habibiyle gösterdiği tarza dönmektir. Yaratılanın nasıl mutlu olacağını en iyi Yaratan ve sahibi bilir. O zaman onun kuralları Toplumda ve temeli olan ailede hâkim olmalı. Kısaca Aile mutluluğu için, ailede HâKİM ve HAKEM Rabbimiz ve Efendimizin (SAV) model ve örnek hayatı olmalıdır. “KALPLER ANCAK VE ANCAK ALLAHI ANMAKLA (Onun emirlerine göre yaşamakla) mütmain olur huzur bulur mutlu olur.

Rabbimiz; Ailelerimizi emirlerine göre oluşturmayı emirlerine ve habibinin sünnetine göre yaşamayı nasip etsin. Bekarlarımıza buna uygun yuva ve evlilik nasip etsin. Eşlerimiz ve çocuklarımızı göz aydınlığı ve Hayrul halef eylesin. İmtihanımızı kolay, başarılı ve saadeti dareynle neticelendirsin. Nefis ve Şeytanın şerrinde muhafaza eylesin.      

 

                                                                                                                 19/10/2024

                                                                                                         Mustafa GÜNEŞ




VEFA VE İCTİMAİ DAYANIŞMA

                                VEFA VE İCTİMAİ DAYANIŞMA

                  Toplumun düştüğü hale bencilliğe yapılan iyiliğin hemen karşılığının Allah tan değil de insandan beklenilmesine bakıyorum da aklıma o eski vefalı sadakatli samimi insanlar geliyor. Üzülüyorum düşünüyorum “biz neden bu kadar değiştik? Neden bu duruma geldik? Biz bu hallere düşecek adam mıydık?” diye sormaktan kendimi alamıyorum. Az tefekkürden sonra cevaplarını yakalamaya başlıyorum Allah’ın izniyle.

               Tabii ki bunların ve tüm bozulmaların sebebi İslamî hayattan uzaklaşmamızdır. Çünkü Rabbimizin emirlerine ve Dinimize göre her amel ve iyilik Allah için yapılır. “İyilik yap at denize, Balık bilmezse Halık bilir” gibi güzel erdemler unutuldu. Maalesef Rabbimizin emirlerine göre değil de nefsimize ve modern dünyanın ve sekülerizmin gereklerine göre yaşamaya başladık. Kardeş, komşu, akraba hukukunu, Sılay’ı Rahimi unuttuk. Unuttukça da musibetlere gark olduk.

                 Çocukluk ve gençlik yıllarımı hatırlıyorum da Akraba ve komşular arasında ne güzel ve karşılık beklemeden yardımlaşma dayanışma vardı. İşi geride kalana tüm komşu ve akrabalar yardıma koşardı. Düğünlerde çok çeşitli yardımlaşmalar vardı; Düğün sahibine çeşitli yiyecekler, koç, koyun, tavuk, kaz götürülür. Ayrıca zarf içinde nakdi yardım yapılır, dahası da yakınları altın takar ve bunlar yazılmadığı gibi unutulurdu. Belki Dini vecibe olarak “başkasına yaptığın iyiliği, başkasının sana yaptığı kötülüğü unut” emri bilinmiyordu ama yaşantı ve Lisan-ı hal durumuna getirilmişti. Hiç unutamadığım hadiselerden birisi; Rahmetli oğlumla köye gitmiştik. Komşu Hediye abla anama çağırdı:” Semahat hanımım biraz sütün var mı?” Anam hemen getirdi bir helke sütü verdi (5-6 kg civarı) Rahmetli oğlum sordu: “Ebe (babaanne) parasını almayacak mısın” Cevap çok düşündürücü:” Oğlum para burada geçmez o şehir yerinde olur” Evet bozulmalar ve Sekülerizm illeti maalesef şehirlerden başlamış zamanla köylere de sıçramıştı.

                     1987 de ilk tayinimin çıkışından 1997 de Kayseri’ye de 2. Taşınmama rağmen hiçbir taşınmamda komşu ve talebelerim beni yalnız bırakmadı. Herkese 3- 5 eşya taşımak düştü. 1999 da ev taşıdığımı tevafuken gören Temiz yürekli Hüseyin TEMİZYÜREK isimli talebem 15 dk da 10-12 talebe toplamıştı. Benim onlara kıyamayıp çalıştırmak istememe rağmen özveri ve canla başla yardım ettiler. Zamanla modern zannedilen bencil sekiler hayat o hale getirdi ki taşınırken hatta ölürken bile komşu komşuyu görmez selam vermez hale geldi. Hoca taşınıyormuş diye birbirinden duyup yardıma koşan talebeler egonun teknolojinin modern hastalığın bencilliğin kölesi oldu.

                 Modern zannedilen hayat kardeşleri birbirinden kopardı, düğün takılarını bile listeleyerek karşılık gözetir hale getirdi. Türk- İslam toplumunda çarşıda sokakta arkadaş eş dostla bir şeyler yendiği zaman içlerinden biri öder, diğerleri de gelecek seferi gözetlerdi. O zamanlar duyulan ve şehirlerde başlayan herkesin kendi hesabını ödemesi olan “Alman usulü” tüm toplumu sardı. Hiç bize yakışmayan “Bir kredi kartı 5 kardeşe bedel” sözü toplumu sardı. Kardeşler bile menfaat gözetir ve karşılığını Allah tan değil kuldan bekler hale geldik.                                                                                                                           Durum bu da peki sebep ne ve çare nedir?  Bunu da Ozan’ın dilinden şiirle ortaya koyalım; 

Müslümanlar neden böyle perişan? Sebebini sorup arıyor muyuz?
Bence bu işin sebebi Müslüman, Acaba farkına varıyor muyuz?  

Müslümanlık çünkü adımız bizim. Adımız gibi mi, tadımız bizim?
Eksik mi dediniz, kodumuz bizim? Fitnesiz, fesatsız duruyor muyuz?

İslâm’ın şartı beş, İmanın altı. Diyerek işleriz, her türlü HALTI.
Aklımıza gelmez toprağın altı.Emaneti sağlam koruyor muyuz?

Esiri olmuşuz malın, servetin. Zinânın, şehvetin, koyu gıybetin.
Vatanın, milletin, Dînin, devletin. En ufak işine, yarıyor muyuz?

Bu devirde kimin kötü hâli var? Simdi itin bile özel yalı (öğün yemeği) var.
Hepimizin iyi kötü birçok malı var. Fitreyi, zekâtı veriyor muyuz?

Birbirine düşman, zenginle fakir. Birinde hamd eksik, birinde şükür.
Hepinizde ayrı, değişik fikir. Birlikte üç adım, yürüyor muyuz?

Elin gözündeki çöpleri tek, tek. Görüp gösteririz, kaçırmayız pek.
Kendi gözümüzde mertek var mertek. Biz, bizdeki suçu, görüyor muyuz?

Neyi öğreniyor, neyi duyuyor? Karnı evde, beyni nerde doyuyor?
Oğlumuz, kızımız, nasıl büyüyor? Üstüne kol kanat, geriyor muyuz?

Kitabımız Kur’an, ilim kokuyor. Kaç Müslüman, günde açıp okuyor?
Okuyan da, işte öyle okuyor! Mânâsına kafa, yoruyor muyuz?

Mademki her nefis, Hakk’tan hediye. Dünya için Hakkı, unutmak niye?                                          Bugün Allah için, ne yaptım diye. Akşam kendimize, soruyor muyuz?

ARİF olan, ham lâf etmez gardaşım. Bir destanla bu dert, bitmez gardaşım.
Müslümanım demek, yetmez gardaşım.Müslümanca hayat, sürüyor muyuz?

                          Bu durumlara düşmemizin temel sebebi: İslam hayatından uzaklaşmamız olduğu gibi düzelmemizin Yeganeyi çaresi Özümüze İslamî yaşantıya dönmemizdir. “KALPLER ANCAK ALLAHI ANMAKLA MÜTMAİN OLUR.

                                                                                                      14/10/2024

                                                                                                      Mustafa GÜNEŞ

 




  VEDA HUTBESİ İNSAN HAKLARI DEMOKRASİ VE YURTDAŞLIK BOYUTU

            VEDA HUTBESİ İNSAN HAKLARI DEMOKRASİ VE YURTDAŞLIK BOYUTU

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

لَقَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ 1

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ 2

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ

Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” Tevbe Sûresi, 9:128.
2 : “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.
3 : “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 

              VEDA HUTBESİ; Peygamber efendimizin Vedâ Haccında Arafat’ta, Mina’da ve bir gün  sonra yine Mina’da olmak üzere arife günü ile, bayramın 1 ve 2. Günlerinde parça parça Miladi takvime göre 6-9 Mart arası irad edilmiştir.124.000’den fazla Müslümana yaptıkları vaaz ve nasihatler. Peygamberimizin Allahü Teâlâ tarafından insanlara, doğru yolu göstermek için görevlendirilmelerinden sonra mübarek ağızlarından çıkan her söz, mânâ ve hakikatler yönünden beşeriyete birer rehberdir. Bunlardan “Vedâ Hutbesi” olarak bilinen son haclarında buyurdukları hususların ise ayrı bir ehemmiyeti vardır. “Vedâ Hutbesi” değişmez prensip, kânun ve nizamlar olarak on dört asırdır, bütün insanlığa ulaşabildiği seviyenin çok üstünde bir insan hakları, Demokratik esaslar ve iyi yurttaşlık anlayışı getirmiştir. 

          Mimsiz medeniyeti kuran Avrupa ve Amerika’nın 2 dünya savaşında birbirlerini ve 100 milyonu aşkın insanı katlettikten sonra 10 Aralık 1948 de BM lerde kâğıt üzerinde kabul ettiği ve asla uygulamaya koymadıkları İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ İslam’ın özünde var olup efendimiz ASV tarafından 14 asır evvel ilan edilmiş ve İslam’ın doğuşundan beri uygulanmış kurallardır.    Bedir savaşıyla İslam savaş hukuku belirlenmiş ve bütün savaşlarda uygulanmıştır. Dinimize göre sivil halk, esirler savaş misafiri ve emanet olarak kabul edilmiş hayatı korunmaya alınmıştır. Mekke’nin fethindeki tanınan haklar ve korumacı siyaset asırlarca ecdadımız tarafından uygulanmıştır. İstanbul’un fethinden sonra bütün Gayrı Müslümler korumaya alınmış, öncesinden daha geniş haklar tanınmıştır.

      Bizim ecdadımız kazandığı en büyük zaferlerde bile İnsan haklarını kutsal bilmiş, esirleri emanet olarak görmüş, malı mülkü dinleri korumaya alınmıştır. Anadolu ve Balkanlar Türk Milletinin İstimalet politikası sayesinde eskisinden daha güvenli, rahat huzur ortamına kavuşmuşlardır. Asırlardır dünya siyasetine yön vermiş ecdadımız gittiği her yere örnek bir İslami hayat, adalet, eşitlik insanca yaşama şartları ve medeniyet götürmüş, Bütün hakları güvence altına almışlardır. İstanbul’un fethi öncesi Bizans İmparatorunun Katolik ve Ortodoks ittifakına karşı Bizans halkı ve kilisesi “İstanbul’da Katolik külahı görmektense TÜRK SARIĞI görmeyi tercih ederiz” demişler, Müslüman Türkün yönetimini tercih etmişlerdir.

             Kendilerini medeni zanneden Mimsiz medeniyeti kuran Avrupa’nın tarihi ise Sekülerizm ve Merkantilizmin ürünü olarak Kurduğu sömürgelerdeki katliam, köle ticareti ahlaksızlık, emperyalizm, kaçakçılık, Asimilasyon, nükleer silah, sürgünler gibi İNSAN HAKLARI İHLALERİYLE doludur. Günümüzde Filistin’de Gazze’de, Doğu Türkistan’da dünyanın dört bir yanı; Edeni batının İNSAN HAKLARI İHLALLERİYLE kan ağlıyor. Demek ki İnsan hakları kâğıt üzerinde verilecek göstermelik bir uygulama değil VİCDANİİ, AHLAKİİİ bir yaşam tarzıdır. Bunu da Hz. Muhammed’le İslam dini temin etmiş riyakârlıktan ziyade İHLASLI uygulamalar Türk-İslam tarihinde yaşam tarzı olmuştur. Zamanımızda İslamın düsturlarına ne kadar ihtiyaç olduğu Maddiyatta zirveye ulaşmış dünyadaki kargaşa, katliam, huzursuzluk delildir. Huzur ancak ve ancak İslam’dadır. KALPLER ANCAK ALLAHI ANMAKLA MÜTMAİN OLUR İNSANLIK HUZUR BULUR. Denenen Bütün ideolojilerin (Kapitalizm, Liberalizm, Sosyalizm) evrensel huzur getirmediği insan haklarını sağlayamadığı görülmüştür.

          Dünya düzenini değil kâinat düzenini sağlayacak olan yalnızca Rabbimizin İslami düzenidir. Bunun dışında hiçbir ideoloji hiçbir düzen insan haklarını temin edip insanlık huzurunu sağlamaya yeterli ve uygun değildir. Yaratılanın huzurunu ve mutlak adaleti ancak yaratan sağlayabilir.     

     Mustafa GÜNEŞ   6 Mart 2024




MÜCADELECİ ZORA TALİP ECDADIN KOLAYCI VE RAHATA DÜŞKÜN TORUNLARI

            MÜCADELECİ ZORA TALİP ECDADIN KOLAYCI VE RAHATA DÜŞKÜN TORUNLARI

                  Ecdadımız; Göçebe Bozkır hayatının şartları gereği hep mücadeleci, yürekli, cesur azimli, zora talip olmuş bu sayede güçlü devletler, cihanşümul medeniyetler kurmuşlar. Gerek barış zamanında gerek savaş zamanında hiç kolaya, basite kaçmamış rahatlarını düşünmemişlerdir. Eğer rahatlarını düşünselerdi maddi manevi zirveye çıktıkları dönemlerde saraydan çıkmaz huzurlu bir hayat sürerlerdi. Ama onlar hep ileriyi, nesillerini ve Nizamı alemi Kızıl elmayı düşündükleri hep bir hedefleri olduğu için imkanları varken bile rahata kolaya kaçmamışlar. İklimin en zor şartlarında 1 metre karda -40 derecede vatan için bayrak için gelecek neslin rahat ve huzuru için, NİZAMI ALEM için mücadele etmişler, Rabbimiz de onlara yardım itmiş Nusret vermiş inayet etmiş Mansur ve muzaffer eylemiş.

                 Gerek İslam öncesi gerek İslami dönemde Ecdat kendi rahatlarını değil Milletin, Ümmetin, İnsanlığın rahatını düşündükleri için en büyük hazzı huzuru bunda bulmuşlar. Çocuklarını da bu amaç ve niyet üzere yetiştirmiş Rahatı çalışmak ve mücadelede görmüşler. Çekirdekten hep kolaya değil zora talip olan Milletimiz çocuklarını da böyle yetiştirdiği için gözleri arkada kalmamış gelecekten ümit beslemiş birbiri ardına sağlam dinamik çalışkan kolaya kaçmayan zoru seçen nesiller yetiştirmişler. İslam’ı seçtikleri günden itibaren zaten özlerinde var olan çalışkanlık mücadelecilik özellikleri gelişmiş bu sayede güçlü devlet güçlü millet ortaya çıkmış. Rabbimizin “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” emrine uymuşlar vazifede öne geçmiş ücret dağıtımında geride kalmış, herkes arkadaşını kardeşini komşusunu nefsine tercih etmiştir. “Bilenle bilmeyen bir olur mu?” emrini iyi anlamış hayatına yansıtmış Bilimde medeniyette hep önde olmuşlardır.

                 Bu özelliklerimizi erdemlerimizi öğrenen Batı devletleri Müslüman Türkü zafere ve verimli sonuca götüren etkenlerin temelinde bu vasıflarımızın olduğunu keşfedince XIX. YY dan itibaren bu özelliklerimizi yok etmek rahatına nefsine enesine düşkün bir toplum oluşturmak için çok planlı çalıştılar, casuslar gönderdiler eneyi uyandırmaya nefsi harekete geçirip üstün kılmaya başladılar. Avrupa’daki modernleşme bizi maalesef çok kötü vurdu. Modernleşmeyi zevk ve sefa da görmeye başlayınca çalışmalar ve hedefler de ona göre şekillendi. Önceleri Vatan için Millet için DİN için canını feda eden gençlik zevk ve sefa peşinde koşmaya başladı. İbadethaneler boşaldı, eğlence yerleri tıklım tıklım doldu.

              Çağın hastalığı olan rahat ve refah içinde yaşamaya öyle alıştık ki daha çok kazanmak, daha çok dünyalık elde etmeye yöneldik. Bu da öyle çalışmakla olmayınca kolaydan ve çok kazanmak isteyen bir gençlik ortaya çıktı. Tabi ki bu gençlik gökten inmedi bizim eserimiz. Rabbimiz onları AHSEN-İ TAKVİM üzere yarattı ama biz öyle yaşatamadık yetiştiremedik. Çok kazanmak bol harcamak lüks yaşamak hedefleri modern devlet anlayışının bir sonucu olarak büyüklerin kötü örnek olması sonucu ortaya çıktı, yeni nesil bu yarışta büyüklerini de geçti. Eğitimcilerimiz Din adamlarımız bu konuda yeterli eğitimi veremeyip iyi bir ROL MODEL OLAMAYINCA VE OLUMSUZLUKLAR GÖRÜLMEYİP ülfet teşkil edince umursamazlık olunca tehlike daha da büyüdü.

                     Televizyonda Röportaj yapılıyor; “Nasıl bir iş istersin” sorusuna ekser çoğunluk kolay ve çok para kazanılan iş istiyor. Oysa Kişiye çalıştığının karşılığı vardır, her işe ihtiyaç var İŞTE LİYAKAT çok güzel bir sünnet, Verilen her nimet ALLA’IN RIZASINI KAZANMAYA VESİLE ancak yeni nesil hep dünyalık ve kolay kazanma ve rahat peşinde. İşin başka boyutu girilen işte ne kadar insan özverili, gayretli çalışıyor ve helalinden kazanıyor. Tabi ki bütün bu olumsuzluklar başta ana baba Öğretmenler, din adamları ve tüm toplumun suçu. Çocuk ve genç büyüklerini takip ediyor söylenenden çok yaşanana bakıyor. Ana-Baba çocuklarını umumiyetle sekülerizmin etkisiyle dünyalık yetiştirmeye çalışıyor. Bediüzzaman’ın çok güzel tespitiyle kırılacak cam parçaları ilerde verilecek elmaslara, hazır bir lokma bal, ahiretteki batmanlarca bala tercih ediliyor. “Aman çocuklar üşümesin, aç kalmasın, hepsine birer ev alayım, Yağmurda ıslanmasın, dersini çalışsın, başka iş yapmasın, hava soğuk İstiklal marşını içerde söyleyelim, dünyaya bir daha mı gelecek çocuğum yesin içsin eğlensin” diyerek tembel hazırcı dayanıksız metanetsiz çıt kırıldım nesiller yetiştirdik. Tabi sonucunda ihtiyarlayınca analar babalar yalnız bakıma muhtaç, hatta küçükken kreşlere verdiği çocukları da onlar yaşlanınca “ben bakamam” deyip huzur evine verilmeye başladı. Çocukken sağlam bir dini eğitim verilemediği ahiret inancı yerleştirilemediği için elim sonuçlar ortaya çıktı.

                   Bütün bu olumsuzluklarda kurtulmanın çaresi çok kolay; Önce kendimiz sonra çocuklarımıza sağlam ve doğru din eğitimi almalı, Rabbimizin marziyatı, Peygamberimizin sünneti iyi kavranmalı. Çünkü “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur, huzur bulur” Gerçek ve daimî huzur ancak İslam ahlakındadır. Öte yandan “yersiz acıma gücü” kontrol edilmeli, yanlış kullanılan acıma duygusuyla çocuklar tecrübesiz dayanıksız, metanetsiz bırakılmamalı. Çocuklarımıza ve talebelere örnek hayat sergilenmeli yaşayarak mücadele çaba gayret öğretilmeli. Tarihimiz iyi öğrenilmeli. İnşallah yeni nesil atalarını iyi tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç ve azim bulacaktır.

                 Rabbim çocuklarımızı bizlere göz aydınlığı ve Hayrul-halef ve ahirette şefaatçi eylesin, şikayetçi yapmasın ona göre çocuk yetiştirmeyi nasip eylesin.

 

                                                                                                                              27/01/2024

                                                                                                                         Mustafa GÜNEŞ

                




NAMAZLA YAŞAMAK

                                                 NAMAZLA YAŞAMAK

        Namazla yaşayabilmek, Namazı hayatın düsturu, mihenk taşı, gayesi, mutluluk kaynağı, dizaynı yapabilmek ne güzel bir alışkanlık. Namazın önemini anlatmaya bizim kapasitemiz yetmez Efendimiz; İKİ CİHANSERVERİ, rehberimiz, Habibullah ne güzel ne kadar veciz anlatmış namazın önemini hayatımızdaki yerini;

Namaz gözümün nuru kılındı. [Nesâî, İşretu’n-Nisâ 1, (7, 61)]

“Kulun Rabbine en yakın olduğu (an) secde hâlidir.                                                                               Öyleyse (secdede iken) çokça dua ediniz.”(Müslim, Salât, 215)

Bir adam Peygamber’e, “Amellerin/İbadetlerin en faziletlisi hangisidir?” diye sordu. Efendimiz, “Vaktinde kılınan namazdır…” buyurdu. (Buhârî, Tevhîd, 4) Cennetin anahtarı namaz, namazın anahtarı ise abdesttir.”

“(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır…” (Nesâî, Muhârebe, 2)

“Cennetin anahtarı, namazdır…” (Tirmizî, Tahâret, 1)

“Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitlerine riayet ederek beş vakit namaz’ı kılmaya devam eden ve bu beş vakit namazın Allah katından gelen bir emr-i hak olduğunu kabul eden kimse cennete girer.” (İbn Hanbel, IV, 266)

‘Dinin başı İslâm (kelime-i şehâdet getirerek Allah’a teslim olmak), direği ise namazdır.’  (Tirmizî, Îmân, 8; İbn Hanbel, V, 231)

“Yüce Allah şöyle buyurdu: ‘Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve onları, vaktinde ve hakkını vererek kılanları cennete koyacağımı kendi katımda vaad ettim. Namazları düzenli kılmayanlar için ise katımda böyle bir vaad yoktur.’” (Ebû Dâvûd, Salât, 9)

Yakın zamanda vefat eden babam bu bilgilerden bu bilimden yoksundu ama büyük bir teslimiyetle Namazı hayatının en önemli yerine koymuş hayatını namaz vakitleriyle ayarlamaktaydı. Elinden takvim yaprağı eksik olmaz gözü saatte sık sık takvimden namaz vakitlerini kontrol eder saate bakardı. Gece tam yarıladı mıydı kalkar ağır ağır abdestini alır, önce teheccüt namazı sonra (kaza namazı kaldığını zannetmiyorum da) kaza namazı kılar, Büyük puntalarla yazılmış Yasin cüzünü alır okur, ezan vaktine kadar da tesbih çeker zikir yapardı. Mektep medrese görmemişti ama TV de dini sohbetleri kaçırmaz, özellikle Diyanet işleri başkan yardımcısı Burhan İşleyenin “Hacı Bayram Kürsüsünden” sohbetlerini, Necmettin Nur Saçan, Cevat Akşit Hoca efendilerin sohbetlerini kaçırmazdı. Günde Tv den 2 hatim programını takip eder hiç kaçırmazdı.

Namaz konusunda çok dirayetli ve tavizsizdi, aile üyelerinden namaz kılmayan, geciktiren, aksatan ve ciddiye almayanları sert uyarır kızardı. Namazın önemini dünyevi uhrevi vecizelerle vurgulardı. Hayatında ne kadar öneme sahipti ki hastalığının ağırlaştığı ve yataktan doğrulamaz hale geldiği, hafızasının iyice zayıfladığı bir zamanda bile namazdan taviz vermedi. Artık doğrulamaz hale geldiği son 40 gününde teyemmümle abdest alarak namazını kıldırdık. Son iki ayında “yanımdan ayrılma namazları sen kıldır ben unutuyorum” dedi.           O günden beri çok zaruri birkaç vakit hariç beraber kıldık namazımızı. Tesbihat zamanı artık eli tesbih tutamaz hale geldiğinde yüzündeki mahcubiyeti görmek için alim olmaya gerek yoktu. Namaz sonundaki okunan Aşr-ı şerifi derinden hüzünle dinlerdi.

En çok sabah namazı dilinden düşmezdi artık son haftaları geldiğinde şuur iyice zayıflamıştı ama gece defalarca “oğluumm sabah vakti geçiyor “diye çağırır, Baba daha 3-4 saat var deyince “hadi yatın” der ama 15-20 dk sonra yeniden seslenir kısık ve zor çıkan sesiyle “ oğlum namaz geçer sonra” der, ama namaz vaktine kadar defalarca hatırlatırdı. Bazen hangi vakit olduğunu hatırlayamadığı zamanda bize sorardı, ikindide olsa sabah namazı derdi. Uyarırdık neye niyet edeceğini hatırlatırdım, kafayı öne eğer, onaylardı, namaza başlardık. Bir defasında ikindi vakti vardığımda yeni uyanmış büyük telaş içinde “nerede kaldınız güneş doğacak namaz vakti geçiyor” diye üzülüyordu. Vakti anlatınca büyük rahatlık duydu.         Artık son birkaç gününde gözünü zor açar zor hareket eder olduğunda namazı kıldırmak için zorlamadık ama sanki içindeki hüznü okuyabiliyorduk.

Rabbim hepimize derin İslami şuur ve namazla yaşamak namazla dirilmek, Namazı hayatımızın en önemli maksadı yapmak zamanımızı Namazla ayarlamayı nasip eylesin Babama, ahirete intikal eden huzur-u Rahmana kavuşan bütün ehli Salat ve müminlere rahmet eylesin. Namaz ve bütün konularda sünneti seniyyeye ittibaya muvaffak ve şefaatine nail etsin. Bizi ve zürriyetimizi namazını dosdoğru kılan Salihlerden etsin.

 

   13/11/2023

 Mustafa GÜNEŞ




BABA OLMAK

BABA OLMAK
İnsan, Rabbimiz tarafından Ruhlar aleminde yaratılır, sonra o Ruh anne karnında cenine verilir, doğum, çocukluk, gençlik, olgun yaş arkasından artık geri dönüş başlar, irade kısılır, güç azalır, kan ve can yavaş -yavaş her ay ve yıl bir öncesine göre geriler çekilir. Babalar ve analar çocukları üzerine titrer soğuktan yelden sıcaktan haşerattan hastalıktan korumak için gece gündüz demez çalışır, didinir. Nihayet okul çağı gelir en iyi okulda okutayım en iyi yedireyim, en iyisini giydireyim diye analar babalar çırpınır didinir durur. Okul biter, iyi bir işe sokayım diye çabalanır-çırpınılır.İyi iş bulunur bu sefer de iyi bir eş arayışı başlar, Peşinden torunlar olur, onların peşine koşulur. Hele günümüz şartlarında hele kadın ve erkek çalışıyorsa torunların büyümesi okuması her türlü hayat zorluklarıyla boğuşmak ana babanın üzerinde ağır bir yük olarak devam eder.
Nihayetinde görülür ki bu dünya rahatça yaşamak için gelinilen bir yer değil.Müslümanca bir hayat sürülüyorsa anlaşılır ki;” Allah Resulü şöyle buyururlar: “Dünyada rahat yoktur.”
Bu genel bir kaidedir. Dünya rahat yeri değil, çalışma ve yorulma yeridir. “Dünya ahiretin tarlasıdır” hadis-i şerifi de aynı manayı ders verir: Tarlada rahat yoktur.
Daima huzur içinde ve sıhhatli yaşayan, ne kendisi ne sevdikleri hiçbir dert çekmeyen, yorulmayan, ihtiyarlamayan bir insan düşünülemez. O halde dünyanın yapısında rahat yoktur. Bu bütün insanlar için böyledir; mümin kâfir farkı yoktur. Bununla birlikte, dünya nimetlerinden istifade ederek bir derece refah içinde yaşayan bir kâfirin bu hali, ahirette çekeceği ebedî azapla mukayese edildiğinde bir cennet gibi görünür.
Müminin bu dünyada çektiği sıkıntılar ise, cennetteki ebedî saadetine nispetle cehennem gibi olur.“Bunun için dünya kâfire cennet (yani âhirete nisbeten), mü’mine cehennemdir (yani saadet-i ebediyesine nisbeten).”
“Bediüzzaman Hazretleri iki dünyada da mesut olmanın yolunu şöyle gösteriyor:“İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”
Bu süreçte her ne kadar ana baba beraber koştursa beraber mücadele etse de, Babalar çoğu zaman yükü esas omuzlayandır. Ailede; bayat ekmekleri tüketmek meyvelerin zayi olacaklarını seçip yemek, eski yemekleri önce tüketmek, çocuklardan kalan giysiler zayi olmasın diye yeni elbise ayakkabı giyememek yine sessiz kahraman olan babanın görevidir. Ben babamın 7 çocuğu yetiştirirken sessiz çırpınmalarını içime kadar hisseden biriyim. Ailenin her birine elbise, ayakkabı, harçlık, okul masrafları, evlilik yaşına gelince everme telaş ve yükü babamın belini büken yüklerdi. Hiç unutmuyorum Bize okul harçlığı yetiştirebilmek için gece yarılarına kadar tarla sular, güzden kışa soba yapar, biz rahatça uyurken o birkaç saat uyku ile soba yapar siparişini aldığı müşterisine yetiştirir bize harçlık ev ihtiyaçlarına para çıkarırdı. Eğer ellerini yumruk yapıp başını o ellere koymuşsa bil ki babamın bir sıkıntısı var ama söyleyemez. Bazen de sebepsiz öfkesinden anlaşılırdı bizimle ilgili bir sıkıntısı var o yükün altında bocalıyor.
Rabbimizin kanunu bir gün gelir o babalar da artık ihtiyarlar güçten düşer, her ay bir önceki ayı aratır. O, 300 kg çuvalı taşıyan kahraman artık zamanla 5 kiloyu hatta 2 ekmeği taşıyamaz hale gelir. Artık o evlatlara muhtaç hale gelmiş, görev evlatlara geçmiştir. Eğer O baba evlatları Rabbimizin rızası dairesinde yetiştirmiş, evlat dünyevi ve gayrı ahlakı cereyanlara, çevrelere kapılmamış dini terbiyesini iyi almışsa görevin artık kendisinde olduğunu bilir. Kurân ve sünnetten aldığı telkinatla o devin yıkılışına göz yumamaz görevin kendisinde olduğunu bilir. Rabbimizin bu konuda emirleri; Kur’anı kerimde anne ve babanın haklarına çok önem verilmiştir. Dolayısıyla Kur’anı kerimin birkaç ayetinde Allaha şirk koşma anlayışı nehiy edildikten hemen sonra anne ve babaya iyilik ve güzellik yapılmasına dikkat çekilmiş ve bu yönde emir verilmiştir. Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya iyilik yapmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlılık çağına erişirlerse sakın onlara “Öf!” bile deme, onları azarlama, onlara gönül alıcı tatlı ve güzel söz söyle!
Efendimizin(s.a.v) sünnetine göre; Anne babasına bakmıyanın hali çok kötü, mesela; bir defasında öfkeli bir şekilde üç defa: “Yazıklar olsun o kimseye.” dediler. Ashab-ı Kirâm: “Kimdir o? Ey Allah’ın Resûlü” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdular: “Ana-babası veya bunlardan biri yanında ihtiyarladığı hâlde, Cennet’e giremeyip Cehennem’e giden kimseye.”

Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle buyurur: “Evet dünyada en yüksek hakikat, peder ve vâlidelerin evlâdlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünki onlar, hayatlarını kemal-i lezzetle evlâdlarının hayatı için feda edip sarfediyorlar. Öyle ise, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılab etmemiş herbir veled; o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnud etmektir. “İşte o mübarek ihtiyarların vücutlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek, ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır bil, ayıl! Evet hayatını senin hayatına feda edenin zeval-i hayatını arzu etmek, ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!”
Nihayetinde evlatlar bu anlayış ve kültürde yetişmişlerse Baba ve anaların yatakta o çaresiz bakışlarına kayıtsız kalamaz, Rabbinden aldığı emirle, Peygamberinin sünnetine uygun, Velilerden gördüğü örneklerle artık görevin kendisinde olduğunu bilir fedakarane sadıkane vefadarane babasının imdadına koşar vefa borcunu öder evlatlık görevini yapar inşallah Rızayı ilahiye ulaşır.
Ya bir evlat İslam ahlakıyla yetişmemişse günümüzde çok örneklerde görüldüğü gibi çok yazık o düşkün ana-babaların haline Allah yardım etsin.
Tabi burada konumuz Baba olduğu için genelde babadan, baba hakkından bahsettik ama ana hakkı daha önce geliyor, o başka bir çalışma ve makale konusu olabilir.
Rabbimiz çocuklarımızı İslam ahlakıyla yetiştirmeyi, Hayrul halef olmalarına vesile olmayı, birlikte rızasını ve cennetini kazanmayı nasip etsin. Üstad Bediüzzamanın duasıyla; “Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et, Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli ve Ona yalvarmayı ve duamızın kabulünü nasip etsin. 31/08/2023
Mustafa Güneş

 




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İNSAN PROFİLİ

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE İNSAN PROFİLİ
Sene 1987 28 Ekim ilk göreve başladığım Afyon Sultandağı Karapınar ortaokuluydu. Konya üzerinden Akşehir’den Sultandağı’na vardım, Milli Eğitim müdürlüğünde çok ilgi ve alakayla karşılandım. Milli eğitim müdürü Cemil bey kısa sohbetten sonra pencereden gösterdi “hocam şu Karapınar dolmuşu bunu kaçırırsan bir daha yok” dedi. Hemen müsaade istedim dolmuşa vardım, kendimi takdim ettim, dolmuştaki bütün insanlar fırladı ayağa kalkıp 23 yaşındaki bana hepsi yer vermeye kalkıştı. Ben çok mahcup oldum:” kapı ağzındaki tabureye otururum” dedim,kesinlikle kabul etmediler. Nihayet bir koltuğa oturdum. 27 km çoğu toprak yol. Nihayet okulun önüne vardık. Teneffüse çıkmışlardı aynı şekilde öğretmenler büyük ilgi ve alakayla karşıladı. Akşam için proğram yaptılar Mehmet beyin evinde yemek yedik, Doğan bey evini açtı, Adanalı Mehmet bey yatak yorgan getirdi. Bir hafta içinde büyük seferberlikle ev buldular, evin tamirat ve tadilatını beraber öğrencilerin ve velilerinde yardımıyla yaptık. Özellikle bu aşamada Din Kültürü dersine giren Fransızca öğretmeni Abdullah Çelik beyi ve Kâtibimiz Mustafa Cevizin desteğini unutamam. 9 Kasımda Kamyonet tuttlar 11 Kasımda evi getirdim indirilmesi ve yerleşmesinde büyük bir dayanışma ve yardım vardı. Hemen kömür odun tedariki yapıldı. Beni hiçbir işimde yalnız bırakmadılar. Okul içinde ve dışında müthiş bir dayanışma duru bir arkadaşlık ve dostluk örneği vardı. Sadece ilerleyen zamanlarda okul müdürü siyasi ve dini bazı zorluklar çıkardı lakin onun da üstesinden dayanışma ile geldik.
Diyeceğim şu ki eskiden sadece benim için değil herkes için insanlar samimi yardımlaşma ve dostluk gösterirdi. Birinin evi mi taşınacak, kömür odun aldı taşınacak herkes birbirine yardıma giderdi. İş bittikten sonra yenen yemeğin içilen çayın hele tatlı samimi sohbetin tadına doyulmazdı. Şefaatlide ki komşum Yılmazın evi taşınacak diye tatilde köyümdeki işi bırakıp yardıma gitmiştim. ( Maalesef yakın zamanda insani özelliklerin kaybolduğu bu devirde Şefaatliye gittiğimde o Yılmazı bir resmi dairede gördüm tanınamazlıktan geliyor) O yıllarda insanlar zor şartlarda yaşadığı için bir de ecdattan aldığı İman temeller sağlam olduğu için birbirine muhtaç ve yardıma mecbur hissederdi.
Köyde büyüdüğüm için aklımdan çıkmıyor, birinin işi geri kaldı mı hemen diğer komşular yardıma koşardı. Çalışanın yanından ellerinde sepet torba çanta ile meyve sebze götürenler kesinlikle ikram etmeden geçmezdi. Düğünler bütün komşuların katkısı ve seferberliği ile yapılırdı.3-4 gün süren düğünlerde takıların dışında herkes “okuntu” adında yiyecek içecek yardımı yapar yakın akrabalar koyun, dana getirirdi. ( 1982 de benim düğünümde bütün dayılarım koyun kesmişlerdi) Bu yapılan yardımlarda takılarda kesinlikle karşılık gözetildiğini ödünç yapıldığını düşünmüyorum. Düğün boyunca dışarıdan gelen misafirler komşular tarafından taksim edilir geceleri ağırlanır, kahvaltı orada verilirdi. Arabası olanlar ve traktörü olanlar karşılıksız araçlarını düğünde kullanırdı. Şaka ve espriler bazen ağırdı ama samimiyetten dokunmazdı, uhuvvete leke ve zeval getirmezdi. Cenazelerde aynı şekilde sünnet üzere 3 gün cenaze evinde yemek pişirttirilmez, cenaze evine yemek götürülür dışarıdan gelen misafirler günlerce komşular tarafından ağırlanırdı. 2002 yılında dahi Kahramanmaraş Göksun’a komşumuzun babasının cenazesini götürdük, otobüs parası ve misafirler ahali arasında paylaşıldı. Eski insan profilinde daha nice güzellikleri paylaşabiliriz
Ama ne olduysa zamanla ferdilik, neme lazımcılık, umursamazlık, enaniyet girdi. Bunların temelinde de insanları birbirine minneten soğutan krediler ve kredi kartları, refah seviyesinin artması, internet ve televizyonun dostlukların arasına girmesi her şeyden önce ve önemlisi İslami kültürün azalması okumamak veya okuyanların okuduklarını lisan-ı haline yansıtamaması gelmektedir. Bazen bakıyoruz adam derin İslam bilgisine sahip ama diğer faktörlerin etkisiyle ilmiyle amel edemiyor. Cenazelerde çoğu insan gelecek kıymalıyı bekliyor iştahla yiyor. Yakın akrabalar bile artık takıları karşılık gözeterek takıyor, kendi düğününde gelmezse istiyor, “ben sana şunu takmıştım “ diyor. Demekki Allah rızası için değil görsünler diye şan şeref için takılır olmuş. Her Cuma hutbede farz olarak dinliyoruz. “Şübhesiz ki Allah adaleti, iyiliği, (hususiyle) akrabaya (muhtâc oldukları şeyleri) vermeyi emr eder. Taşkın kötülük (ler) den, münkerden, zulm ve tecebbürden nehyeder. Size (bu suretle) öğüd verir ki iyice dinleyib ve anlayıb tutasınız.” Lakin bunu uygulamakta ilimle amel etmekte sıkıntılar çekiyoruz. Bu yüzden de eski erdemlerimize, hayatımıza özlemle bakıyoruz. Dünyayı ebedi zannedip dünyevi menfaatler İhlası bozuyor.
Tabii ki bütün bunlara rağmen ümitsiz değiliz. inşallah gelecekte en büyük sada İslamın olacak. İslam ve Ahkam-ı kuran halimize ve hayatımıza yansıtılıp Rabbimizin müjdelediği gibi kalplerimiz ve gönlümüz mütmain olacak, huzur haliyle huzur bulacağız.Bu konu da Öğretmenlere, İmamlara, bütün analara babalara büyük vazifeler ve rol model olmak düşüyor.Yaşarken, çalışırken,Muhammedi ahlakı muhabbetle aktarmak lazım. Önce bilgi haznemizi Kur’an ahkamıyla doldurup sonra bunu yaşantımıza dökeceğiz, Sorunlu değil sorumlu yaşayacağız. Mehmet Akif’in dediği gibi, “İnmemiştir hele Kur’ân şunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.” Anne babanın yaşantı tarzı, işyeri, sokak, Pazar,çarşı buna göre şekillendikçe inşallah özlemle beklediğimiz o günlerdeki erdemler yeniden yaşanacak en önemlisi Rabbimiz katındaki mesuliyetten kurtulup Rızasına ereceğiz.
Mustafa GÜNEŞ 13 Ağustos 2023- 23.38




EĞİTİMDE DOĞRU HEDEFLER VE KALICI REFAHA ETKİLERİ

           EĞİTİMDE DOĞRU HEDEFLER VE KALICI REFAHA ETKİLERİ

             EĞİTİM: Kişilerin gerçek huzuru yakalaması amacıyla davranışların geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve bozuk davranışların düzeltilmesi amacıyla yapılan çalışmalardır. Osmanlıda; “Terbiye” olarak ifade edilen eğitimde maddi- manevi sahip olunan varlıkların toplum ve kişi yararına tahdit ve itaat altına alınması esastı. Bunlar yapılırken de esas olan rabbimizin marziyatını dikkate almak onun rızasını esas maksat yapmaktır.

             Eğitim- Öğretim birlikte zikredilir ancak öncelikli olan Eğitim olup zikredilirken de zaten Eğitim öncedir. Öğretim: Kişiye hayatta lazım olacak hayatını idame ettirecek bilgi ve becerilerin verilmesi faaliyetleridir. İkisi de diğeri olmadan olamaz. Lakin öncelik her zaman eğitime verilmelidir. Çünkü davranışları geliştirilmemiş toplum menfaatine o davranışları güzelleştirilmemiş insanlar, edindiği bilgileri insan ve toplum menfaatinden çok egoları ve nefsi için kullanır, belki çok bilgili olur ama terbiye edilmediği için topluma zararlı bir varlık haline gelir.

            Bütün nimetleri Rabbimiz bize rızasına ulaşmamız için vermiştir, verilen nimetler amaç değil araç olmalıdır. Bu da ancak eğitimle mümkün olabilir. Üstad Bediüzzaman’ın 6. Sözde mükemmel izah ettiği gibi İki dünya saadeti ancak verilen nimetlerin Rabbimizin rızası dairesinde kullanılmasıyla mümkündür, bu da ancak ve ancak doğru eğitimle mümkündür. Bizim öğrencilik yıllarımızda velilerimiz okula geldiklerinde kaç neti var, notları nasıl, sınava hazırlanıyor mu? Gibi sorulardan ziyade; ahlakı nasıl, bir yaramazlığı var mı, saygısızlığı var mı gibi sorular sorar, “eti senin kemiği benim” der öğretmene emanet eder, Öğretmen de emanet alır toplum yararına maddi manevi şekillendirir, önce eğitim sonra öğretimi mükemmel verirdi. Zaten itaat altına alınan terbiye edilen çocuğu şekillendirmek, toplum yararına hazırlamak da kolay olurdu.

            Son zamanlarda maalesef öğretim- eğitimin önüne geçmiş, çocukları zihin ve bedenen terbiye altına almadan, itaatkâr bir kişilik oluşturmadan bilgi depolanan ahreti bir tarafa bırakıp maneviyattan yoksun belki çok şey bilen fakat dünyevi maksat ve kazanmaktan başka bir şey düşünmeyen bir gençlik ortaya çıkmış. Eğitim olmayınca veya ikinci plana atılınca Rızayı ilahiden çok dünyevi menfaatini düşünen “ben” merkezli bir nesil oluşmuş. Ailelerin de öğretmenlerin de öğretimi öne çıkartan duygu, maneviyat, din, devlet vatan sevgisinden yoksun eserleri olan nesille toplumumuz günümüzde ne hale gelmiş bunun örneklerini sıralamaya gerek yok, sokakların evlerin ailelerin hali hepimizin malumudur.

               Eğer ki yetişen hayata atılan bir genç; ana-babaya büyüklere asi, sevk ve sefahat esas maksadı, Giyim kuşam isyanlarda, insan sevgisinin yerini “hayvan sevgisi” almışsa, terör- hırsızlık- suçlar ayyuka çıkmışsa, büyük-küçük arasında sevgi-saygı bozulmuşsa, karı-koca kavgaları hat safhada ise, eğlence mekânları dolu ibadethaneler boş ise, çoğu insan birbirini aldatmaya çalışıyor, haramlar artmış helal unutulmuşsa bunun esas sebebini, Eğitimin geri plana atılıp öğretimin dolayısıyla dünya sevgisi menfaati aşılayan öğretimin öne çıkarılıp amaç haline getirilmesinde aramak lazım.

        Bütün bu olumsuzlukların, sıkıntıların çözümü Eğitimin ön plana çıkartılıp, doğru ve manevi bir eğitimin uygulanmasından geçmektedir. Koskoca Osmanlıyı Eğitimi, peşinden diğer kurumları bozarak yıktılar. Bu Milletin devletin yeniden ihyası da Doğru eğitimden geçmektedir. Eğitimi bozulan bir toplumu yıkmak çok kolay. Çünkü bütün kurumların sorumluları Analar- babalar eğitimden geçmektedir. Doğru ve manevi eğitimi alan asker daha iyi görev yapacak, ekonomi sorumluları helali haramı bilip ona göre hizmet edecek, analar- babalar çocukların emanet olduğunu bilip emaneti sahibinin istediği şekilde yetiştirecek Milletimiz yine hak ettiği ve vaad edilen yere ulaşacak inşallah. Tarihimiz eğitimin doğru verildiği ve kullanıldığı zamanlarda zirve yaptığımız, ferdi ve içtimai alanda nasıl huzuru yakaladığımız ve geliştiğimizin örnekleriyle doludur. Yeter ki bize verilen imkanları, nimetleri verenin rızasına uygun kullanalım emaneti bilip hıyanet etmeyelim.

          Doğru ve Milli eğitimin uygulandığı günleri görmek, Rabbimizin rızasının maksat yapıldığı uygulamalarla gelişen -kalkınan Türkiye’ye kavuşmak dileklerimle.

 

Mustafa GÜNEŞ                                                                                                      

05/08/2023

 




FEVZİ ÇAKMAK VE KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ’NİN BÜYÜK SIRRI

FEVZİ ÇAKMAK VE KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ’NİN BÜYÜK SIRRI

FETÖ’nün Beyaz Türkler yani Sabetay tarafından kurulup işletildiğini yazdığım yazı, çok büyük ilgi gördü.

Meseleyi delilleriyle ortaya koyunca, kimsenin diyecek kelamı kalmadı.

Yazım üzerine AK Parti’nin önemli isimleri de aradı. Meslektaşlardan da arayanlar oldu.

Böylece FETÖ’nün ne olduğuna yönelik fotoğraf net olarak ortaya çıktı.

Yazıklar olsun o tabandaki FETÖ’cülere ki hala bu adama peygamber gibi inanıyorlar.

Ne yapalım.

Herkes kendi yolunu seçen, o seçtiği yol nereye götürürse oraya gider.

Bazı arkadaşlar FETÖ’nün Sabetaycılar tarafından kurulmasına çok şaşırmış.

Oysa şaşıracak bir şey yok.

FETÖ Sabetaycıların kurduğu ilk cemaat değil, muhtemelen son da olmayacak.

Bugün size FETÖ’den önceki Sabetay cemaatini anlatacağım.

Şeyh Küçük Hüseyin Efendi denilince; yenilerin aklına Üzeyir Garih eskilerin de aklına Fevzi çakmak gelir.

Musevi İşadamı Üzeyir Garih, Şeyh Küçük Hüseyin Efendi Türbesi’nde bıçaklanarak öldürüldüğünde hepimiz şok olduk.

Musevi bir işadamının bir İslami cemaatin şeyhinin türbesinde ne işi vardı?

O şeyhin ayakucunda da Atatürk’ün en önemli adamlarından Fevzi Çakmak’ta vardı.

Küçük Hüseyin, Fevzi Çakmak ve Üzeyir Garih.

Fevzi Çakmak’ın baba tarafından dedesi Hacı Derviş Hüseyin ve anne tarafından dedesi Hoca Bekir Efendi Limni Adasında yaşıyordu.‘HACI-HOCA’ya dikkat ettiniz sanırım.

1876’da doğan Fevzi Çakmak; Atatürk’ten sonraki ikinci ve son mareşaliydi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Millî Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Cumhuriyet dönemindeki ilk genelkurmay başkanıdır.

Fevzi Çakmak Atatürk’ün A takımı içerisinde en İslamcı kişi olarak tanındı ve muhafazakâr çevreler tarafından sevilip sayıldı.

1950 yılında öldü. Fevzi Çakmak öldüğünde gazeteler yas için siyah başlıklarla çıktı.

TRT radyosu ise yas yerine müzik yayını yaptı.

Halk, bilhassa Irak ve Suriye radyoları matem marşları çalarak, acılarını paylaştıkları halde Türk radyosunun ilgisiz kalmasına kızıyordu.

Çakmak’ı seven muhafazakâr ve milletçi gençler olay çıkardı. Radyoevinin önünde gençlerle polis arasında çatışmalar oldu. Taksim Gazinosu ve birçok sinemaların camları kırıldı. Şehir Tiyatrosu zorla kapatıldı.

Olaylar cenaze merasimi sırasında da sürdü. Yüzlerce kişi tutuklandı.

Fevzi Çakmak’ın cenazesi Eyüp Sultan Mezarlığı’nda Küçük Hüseyin Efendi dergâhı türbesine defnedildi.

Hükümet cenazeni Anıtkabir’de devlet mezarlığı açılınca oraya nakledilmek istedi ancak ailesi buna razı olmadı.

Fevzi Çakmak, cenazesinin Şeyhi Küçük Hüseyin’in ayak uçuna defnedilmesini vasiyet etmişti. Yine anlaşıldı ki Fevzi Çakmak Küçük Hüseyin’in müritlerinden birisiydi.

İrili ufaklı bütün cemaatlerin doğrandığı, tekkelerin kapatıldığı ve şeyhlerin asıldığı bir dönemde, Küçük Hüseyin ve cemaati nasıl ayakta kaldı?

Atatürk’tün en yakın ismi Genelkurmay Başkanı Çakmak, bu şeyhe nasıl mürit oldu ve görevine nasıl devam edebildi?

Sorular, sorular, sorular.

 

PEKİ, BU KÜÇÜK HÜSEYİN EFENDİ KİM?

Küçük Hüseyin Efendi 1828 yılında Ankara’da doğdu ve 1930 yılında, 102 yaşında öldü.

120 santimetre boyunda, zayıf cüsseliydi. Sol yanağında beni vardı. Sakalı seyrek, siyah beyaz karışımıydı. Elleri, ayakları da ufaktı.

Hiç hacca gitmemesi şüphe oluşturunca, bir başkasını kendi yerine bedel olarak hacca gönderdi.

Küçük Hüseyin Efendi’nin arkadaşları; 1859’da Sultan Abdülmecid hana suikast girişimde bulunan 41 kişinin arasında yer aldı. Çoğu yakalanıp Kıbrıs ve midilli adasına sürgün edildiler. Bir tek Küçük Hüseyin bu işten sıyrıldı.

Küçük Hüseyin Efendi Yahudilerle çok içli dışlı idi.

Yahudi, Hıristiyan veya başka kimseleri tenkitte bulunmayın. Onları kötülemeyin derdi. (Fetullah Gülen gibi)

Dişlerinden rahatsız olan Hüseyin Efendi, kendisine bir Musevi diş hekimi bulunmasını istedi. Müritleri, Yahudi olan Ezra Garih’e götürdü.

Ezra Garih, Küçük Hüseyin’in türbesinde öldürülen Üzeyir Garih ’in babasıydı.

Ezra Garih daha sonra Küçük Hüseyin’e mürit oldu. Üzeyir Garih bu yüzden babasının şeyhi olan Küçük Hüseyin’in türbesini düzenli olarak ziyaret ederdi ve bakımını yaptırırdı.

Anlayacağınız; Küçük Hüseyin Efendi de Beyaz Türklerden yani ‘SABETAY’dı.

Hepinizin anladığı gibi Fevzi Çakmak’ta bir Sabetaydı. O yüzden başına bir şey gelmedi.

Fevzi Çakmak öldükten sonra eşi Caddebostan’daki sarayı andıran malikânelerini Yahudilere verdi. O malikâne daha sonra Sinagog yapıldı.

Caddebostan’da bulunan Bet-El Sinagogu, Fevzi Çakmak’ın sarayı idi.

Küçük Hüseyin Efendi’nin müritlerinin tamamına yakını Mason ve Sabetay isimlerden oluşuyordu.

Aralarında dönemin en ünlü isimleri vardı.

Eski Başbakan, Atatürk’ün en yakını olan Hüseyin Rauf Orbay,

Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver,

Eski Washington Büyükelçisi Münir Ertegün,

Eski Adalet ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk,

Sağlık eski Bakanı Prof. Dr. Nihat Reşat Belger,

Eski Atina Büyükelçisi Enis Akaygen,

Eski Müzeler Müdürü Prof. Dr. Burhan Toprak.

İlk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Kurtcebe Noyan

Atatürk’ün doktoru Prof. Dr. Mim Kemal Öke.

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tekin Arıburun

Eski Başbakan Suat Hayri Ürgüplü

Şeyhülislam Hayri Efendi

Prof. Hasan Reşat Sığındım (Ender Mermerci’nin babası)

İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın babası Mehmet Emin Paşa,

Koç holding den Can Kıraç’ın eşi İnci Kıraç Küçük Hüseyin Efendi’nin torunudur.

(Sevgi Koç) sonradan (Gönül soyadı) Küçük Hüseyin Efendi’nin torunlarından Sabiha Hanım’ın akrabasıdır. (Medyamit)

Mason ve Sabetayistlerin bolca olduğu bir liste uzar gider…

Arusiler’in ve Mason-Yahudi güdümlü İttihat ve Terakkinin Şeyhi olan Küçük Hüseyin Efendi’nin ilk hocası Feyzullah Efendi sürgün edilmiş bir darbecidir.

Sonraki şeyhi ise Şeyh Cevdet Efendi’dir ve Şeyh Cevdet Efendi Selanik asıllı Sabataist bir YAHUDİ DÖNMESİDİR.

(Kaynak: HÜSEYİN VASSAF: SEFİNE-İ EVLİYA:2.CİLT SHF.334 de bakabilir.)

Üzeyir Garih Küçük Hüseyin Efendi’nin türbesinde öldürüldüğünde; Bazı saf yazarlar Garih ‘in gizli Müslüman olduğunu iddia etti.

Gerçek şu ki; Küçük Hüseyin ve Fevzi Çakmak Sabetaydı ve Garih de bir Yahudi idi.

Dolayısıyla olağan dışı bir durum yoktu.

Zaten Eyüp Sultan mezarlığında Küçük Hüseyin Efendi’nin türbesine gidenler, tuhaflığı anında fark ediyor.

Türbe tam olarak kıbleye bakmıyor.

Türbe İsrail yıldızı (Davut yıldızı) gibi 6 köşeli.

Küçük Hüseyin Efendi sözde çok büyük bir İslam âlimi ve şeyh olmasına rağmen türbesinde tek kelime Arapça bir yazı bulunmuyor.

Türbenin herhangi bir yerinde; Ayet ve Besmele yok.

Mezarda Türkçe yazılmış ismi var ve yine her Müslüman mezarında bulunan ‘Ruhuna Fatiha’ ibaresi de bulunmuyor. Bırakın Arapçası, Türkçesi de yok.

Kısaca Müslüman mezarlığında bir yabancı.

Sabetaycılar kendi din adamlarını İslami tarikatlar içinde yetiştirdiler.

Adam hahamdır, ama dışarıdan baktığınız zaman Melamilik, Mevlevilik ve Bektaşilik tarikatları içinde yetişmiş din adamı gibi görünür.

Bir örnek olarak, Selanik’teki Şemsi Efendi Okulu’nun kurucusu hahamdı.

Haham olduğu cemaat içinde belgelenmiştir.

Şemsi Efendi deyince aklıma bir şey geldi.

Soner Yalçın Sabetayları anlatan ‘EFENDİ’ bir kitap yazmıştı.

O kitabında uzun uzun bütün Sabetaycıların isimlerinin sonuna ‘Efendi’ unvanı aldıklarını yazmıştı.

Malum şahıs için de biliyorsunuz ‘Hocaefendi’ diyorlar. Buradaki ‘Efendi’ de sanırım Sabetay olduğunun şifresi.

Buraya nereden geldik?

Beyaz Türklerin FETÖ’yü nasıl kurduklarını anlatmıştık.

FETÖ Sabetayların ilk kurup işlettikleri cemaat değildi.

Birisi de Küçük Hüseyin’in cemaati idi.

Küçük Hüseyin’in ömrünün yetmediği işi Fetullah Gülen devraldı.

Gülen hala gözü açılmayan FETÖ’cüleri büyük bir hızla Cehenneme götürüyor.

Ölüm uykusuna giren FETÖ’cüler ise cennete gittiklerini sanıyor.

Ne büyük bir gaflet, ne büyük bir dalalet ne büyük bir felaket ve ne çirkin bir akıbet.

Kazım Karabekir bir kitabında;

Erzurum’da yakaladığımız Müslüman olmuş Rus casusunu temize çıkarmak için bir mahalle halkının karargâhıma geldiği zaman hâllerine bakıp da hatıratıma şunu kaydetmiştim:

Ey Türk oğlu! Sen pek sâfsın, seni herkes aldattı!

Erdim diyen, döndüm diyen çemberinden atlattı!

HÂLÂ DA ATLATMAYA DEVAM EDİYOR..

METİN ÖZER / HABERVİTRİNİ