-İstanbul
Belediye başkanı görevden alınan terör destekçilerine sahip çıkmakla suç
işliyor.
Yoksa
sırada İstanbul büyükşehir belediyesi mi var?[3]
-Türkiye
bağırsaklarını temizliyor ve buna destek sürüyor.[4]
-Kirli
yüzler teker teker kendisini gösteriyor.
Suça
ve teröre destek olduklarını bizzat gösteriyorlar.
Devlete
saldırı olduğunda ses çıkarmayanlar, neden terörü destekleyenlere operasyon
yapıldığında desteklerini gösteriyorlar?[5]
-Kirlenmenin
gerçek yüzü.
İşte
Abdullah Gül’ün ve Ahmet Davutoğlu-nun beyanı ve rahatsızlığı.
Hala
anlamamış mı yoksa kendilerine belli yerde yer mi açıyorlar?
-Diyarbakır
Valisi Hasan Basri Güzeloğlu: “Belediyenin kaynakları PKK terör örgütüne tahsis
edilmeye başlanmıştır.”
Bunlar
bu beyanlarıyla teröre ve teröriste destek olmuyorlar mı?
İşte
Abdullah Gül penceresinden terör suçundan alınanlara bakış açısı;
“Daha
yeni seçilmiş belediye başkanlarının “bu şekilde” görevden alınmaları
demokrasimiz için doğru olmamıştır.”
-Bu
da Davutoğlu canibinden;
“Kısa
süre önce gerçekleşen seçimlerle göreve gelen Mardin, Diyarbakır ve Van
Belediye Başkanları’nın idari tasarrufla görevden alınması demokratik sistemin
ruhuna aykırıdır.
Seçimle
gelenlerin seçimle ayrılması milli irade ilkesinin gereğidir.”[6]
Nedense
her ikisinin beyanları bir dakika ara ile veriliyor!!!
Hayret
ki ne hayret.
PKK
ve ona destek olanlara vurulurken, sesler nereden ve nerelerden çıkıyor?
-Ya
hu şu karamollaoğlu nerede demeye kalmadan, ben burdayım, dedi.
Karamollaoğlu’nun
kayyım tepkisi! “Teröristten farkımız kalmaz”[7]
demiş. O zaman alınanların terörist olduğunu mu söylemiş oluyor?
Peki
neden teröristi almak teröristle aynı olsun?
Aklın
durduğu ve donduğu son nokta.
Bu
beyanlar terörü besliyor, güç veriyor.
-Kimi
seçeceği iradesini gösteremeyenlere bunun yapılması normal ve yerindedir.
–
Alınmalar yerinde bir karardır.
Millet
olarak destekliyoruz.
-Bu
operasyon umarız aynı zamanda hem içeridekilerin ve hem de ABD’nin planını boşa
çıkarır.[8]
-Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz
[Zaman bağının baharını da gördük güzünü de;
üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.]
ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın,
gündüz geceye muhtaç; bana da sen lazımsın.
-Hayâlî Bey:
Âdemî kan yutmadan hâlî değil
ol demde kim Ana rahminde vücûdün câmesin pür-hûn giyer
[İnsanoğlunun bu dünyada kan kusmasında
şaşacak ne var? Dünyaya ilk adım attığı yer olan ana rahminde kandan ibaret
olan bir elbise giymiş değil midir?]
-Nazar kıl nev’-i insâna kimi
zehr ü kimi sükker Aceb hikmet bir ağaçtan olur türlü semer peydâ
[İnsanlara şöyle bir bak: bazıları var ki
onları tanımak şeker gibi tatlı ve faydalı, bazıları da adeta zehir; öyledir
işte, şaşılacak durumdur ki bir ağaçtan çeşit çeşit meyve husule gelir. Halk
arasında kullanılan bir tabiri hatırlamalı bu noktada; “alimden zalim, zalimden
alim.“
-Veren de o alan da o, nedir senden gidecek? Telaşını gören de,
can senin zannedecek. / Necip Fazıl Kısakürek
-Bizi bî-kes sanıp ey gam yok etmekden hazer kıl
kim Cihânı yok iken var eyleyen Allah’ımız vardır
Hayâlî Bey
-Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi
Ko bu ayş ü işreti çünki fenadır akıbet
Yâr-i bâkî ister isen olmaya taat gibi
Olsa kumlar sayısınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çarh içre bir saat gibi
Ger huzur itmek dilersen ey Muhibbî fariğ ol
Olmaya vahdet cihanda kûşe-i uzlet gibi
Muhibbi
-Ahmet Paşa ise bakın
ne diyor:
Âşık-ı sâdıkda dil birdir olur
mu yâr iki Hangi taht üstünde mümkündür hünkâr iki
[Sâdık olan âşıkta gönül birdir, yar nasıl
iki olur? Bir tahtta iki padişah gördün mü hiç?]
-Mizâhi görünümlü bir halk türküsü:
On kere demedim mi sevme dokuz
yâr
Sekizde vefâ yedide sefâ olmaya
zinhâr
Altı ile beş, dört ile hiç başa
çıkılmaz
Üçün ikisini terk edegör tâ
kala bir yâr
-Doğu ile Batı dedim de yukarıda aklıma
geldi. Sakallı Celâl’in şu sözü:
Toplumumuzu kastederek diyor ki: “Doğuya
giden gemide Batıya koşan tayfalarız.” Teşhise bak! Bu ülkenin aydınları için
“körler ülkesinin şaşıları” diyen de oydu.
-Bıçak soksan
gölgeme,
Sıcacık kanım damlar.
Gir de bak bir ülkeme:
Başsız başsız adamlar…
Ağlayın, su
yükselsin!
Belki kurtulur gemi.
Anne, seccaden gelsin;
Bize dua et, emi!
-Boğazında Hakik Var
Ne Çok Kalbi Yıkık Var
Şimdiye Kavuşurduk
Arada Münafık Var. Yozgat türküsü
-Çeşm-i insâf kadar kâmile mîzân olmaz
Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz.
-Ahmet Paşa’dan:
Dün tabîbe
derd-i dilden bir devâ sordum dedi
Gam yemekden
özge bu derdin devâsın bilmedim
[Tabibe gönül derdi
için bir deva sordum. Muayene etti ve reçete olarak ‘gam’ yazdı. Başkaca ilaç
yokmuş.]
-Hayâlî’den:
Bezlini evvel
bahârın kûha sor hâmûna sor
Mâl-i dünyâdan
ne alıp gittiğin Kârûn’a sor
[İlkbaharın saçtığı
güzelliklerden ne kaldığını dağlardan, ovalardan sor. Hazinelerinin
anahtarlarını develere taşıtan Kârûn’a, dünyadan ayrılırken ne alıp gittiğini
bir sormalı.]
-Sârbân-ı
vakt isen hazm eyle zîrâ vakt olur
Bir
topal merkep belâsıyla katâr elden gider
[Kervancıbaşı olarak çok dikkatli ol. Hiç önemsemediğin topal merkep
yüzünden bir de bakmışsın katarın tamamını kaybetmişsin.
Hani demezler mi: “Bir çivi bir nalı kurtarır, nal atı, at süvariyi, süvari
orduyu” Onun gibi, hiçbir ayrıntıyı ihmal etme.]
-Ayna arkasındaki papağan gibiyim, ezeli
üstad ne derse onu söylerim.
Mektubat-ı Rabbani
-“Ol kimse ki kendini bî-hâsıl bile
vâsıldır.”
-“Kamış boşum dedi
şekerlendi / Ağaç yükseldi, baltayı yedi”
-Bana hiç
nefs-i emmârem gibi sû’i karîn olmaz
Bu düzd-i hanegînin
kimse şerrinden emîn olmaz
Hâmî-i Âmidî (Diyarbakırlı Hâmî)
[Bana nefs-i emmârem kadar tehlikeli düşman yok. İçerdeki hırsız olduğundan
kilit de kâr etmiyor.]
-Yâdında mı doğduğun anlar Sen ağlardın gülerdi
âlem Öyle bir ömür sür ki mevtin Olsun sana hande, halka
mâtem
Dünyaya geldiğinde ağlıyordun ya! Herkes de
gülüyordu, oğlumuz/kızımız oldu diye. Bak ömrünün sonuna gelmek üzeresin. Öyle
yaşa ki sen giderken insanlar ağlasın da sen gül. Son gülen iyi güler. Son
gülmek, ölürken gülmektir; yoksa diğer bütün gülmekler sondan bir öncedir.
-Dogru
olsam ok gibi yabana atarlar beni
Egri olsam yay gibi elde tutarlar beni
Hic keder elem etme bos yere matem etme
Düsmanlarini tani uzak dur sitem etme
-Ne fakiri aç gördüm ne zengini tok
Hedefine varır elbet doğru ok
Hz. Mevlana
-Veren de O Alan da O,
Nedir Senden Gidecek?
Telaşını Gören de, Can
Senin Zannedecek.
-“Teberri olmadan tevelli olmaz” Yani
zararlıdan, kötüden, hayırsızdan uzaklaşmadıkça, güzele yanaşamazsınız asla.
-Hazret-i Mevlana buyuruyor ki: “Beden
adlı merkebe bindin, ahire doğru yola çıktın, adam gibi dizginleri tut, işi
merkebe bırakırsan ahıra gidersin.”
–Cihânda Cennet-ül Me’va muvafık yârla
hem demdir,
Muhâlif şahsa yâr düşmek bu âlemde Cehennemdir.
–Ş a i r Hayali d i y o r ki:
Ne zillet
vermeye rağıp ne devlet hâhımız vardır.
Ko gayri gayra yâr olsun, bizim Allahımız vardır.
-Ârif-i
ahvâl olan bir hâlete dil bağlamaz,
İnkılâb eyler zaman, ikbâl olur, idbâr olur.
-Hoşça
bak zatına kim zübde-i âlemsin sen.
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.
-Molla Camiden buyuruyor:
Yâ
ResûlAllah! Çi bâşed çün seg-i Ashab-ı Kehf?
Dahil-i cennet şevem der zümre-i ashab-ı tû,
O reved der cennet, men der cehennem key revast?
O seg-i Ashab-ı Kehf, men seg-i ashab-t tû…
Hani eski zamanlarda yedi mümin genç vardı da biz Eshabı kehf diyorduk onlara İşte o yedi
seçilmişler:
Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş,
Şazenuş, Kefeştetayyuş adlı yedi kahraman.
Şair diyor ki:
“Ya Resulullah eshab-ı KehPin köpeği
cennete gitmiş.
Benim cehennemde yanmam reva mıdır ki ben de senin eshabının köpeğiyim.”
-Hasen-i Basri hazretleri de şöyle duâ ediyor:
“Ya Rabbi cehennemi hak ettiğimi
biliyorum ama girersem İblis sevinecek. Onu sevindirme beni affet.”
-Hazret-i Aişe ilave ediyor:
“Mısır kadınları Hazret-i Yusuf’u
görünce ellerini kestiler, seni görselerdi yüreklerini keserlerdi, farkına
varmazlardı Ya Resulallah!”
-Ve
lev sentía ehlü Mısra evsâfe haddihî.
Lemâ bezelûft sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levîtnâ Zelîhâ lev reeyne cebînehû.
Le âserne bilkatil kulûbi alel eydi. Efendimize,
sallallahü aleyhi ve sellem, sordular; “en
çok kimi seversin ya Resulallah?”
“Aişe’yi—”
“Erkeklerden?”
“Aişe’nin babasını.
-Şimdilik
hüsnü (güzelliği) sana, aşkı hana vermişler.
Âriyetdir (emanettir) bu da cânâ; ne şenindir ne benim.
-Cenab-ı Allah dert veriyor, sevdiği kullarına. Eskiler: “Kırk gün bela gelmezse kork” diyor, “ne günah işledin acaba?” diye
soruyorlar nefislerine… Yani nefis muhasebesi yapıyorlar.
-“Usul vusule tekaddüm
eder…” (Mecelle)
–Bişnev in ney çün hikâyet mîküned.
Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned. Dinle, bu ney
neler hikâye eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder?
-Kez
neyistân tâ merâ bübrîdeend.
Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend.
Beni kamışlıktan, kestiklerinden beri feryâdımdan erkek ve kadın bütün
insanlar müteessir olmakta ve inlemektedir.
-Ney dediğin; yedi-sekiz delikli bir sopa. Ne diye sızlanıyor?
Kamışlıktan (neyistan’dan) kesildi, koparıldı da ondan, vatanına hasret, özlüyor.
Baban (Adem aleyhisselam) cennette idi, sen dünya adlı bir çöplüğe geldin.
Berbat bir yer, hiç de keyif vermiyor. Elbette ayrılık acısı olacak.
-Muhabbetten
Muhammed oldu hasıl.
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl?
-Ataullah İskenderi hazretleri Hikem-i
Ataiyye adlı eserinde buyuruyor
ki:
“Zillet ve
inkisara sebep olan günah, izzet-i nefse ve kibre sebep olan taatten
hayırlıdır.”
-Ne
harabi ne harabatiyim, Kökü
mazide olan atiyim..
-“Mâ
medahtü Muhammeden bi makâlâtî
Lâkin medahtü makâlâtî bi Muhammedin”
Ben
kelamımla Hazreti Muhammed’i(s.a.v) övmedim. Ancak Hazreti Muhammed (s.a.v) ile
kelamımı yücelttim.
-Sultan
I. Ahmed’in, Efendimiz(sas) için yazdığı kıt’a:
“N’ola
tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i
pâkini ol Hazret-i Şâh-i Rusûlün
Gül-i
gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Bahtîyâ
durma yüzün sür kademine o gülün”
-Âsûde
olam dersen eğer gelme cihâne,
Meydâne
düşen kurtulamaz seng-i kazâdan.
Eğer
mutlu olayım dersen dünyaya gelme,
[Çünkü]
Dünyaya gelen ölüm taşından kurtulamaz.
-Bî-baht
olanın bağına bir katresi düşmez,
Bârân
yerine dürr ü güher yağsa semâdan.
Talihsiz
olanın bahçesine bir damlası düşmez,
Yağmur
yerine inci ve mücevher yağsa gökten .
-İdrâk-i
me’âlî bu küçük akla gerekmez,
Zîrâ
bu terâzû o kadar sıkleti çekmez.
Yüce
anlamları kavramak bu küçük akıl için gerekmez,
Çünkü
bu terazi o kadar ağırlığı tartmaz.
-Dehrin
ne safa var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde
Bir reng-i vefa
var mı nazar kıl şu sipihrin
Ne leyl ü nehârında ne şems ü kamerinde
Seyr etdi hava
üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
Hürr olmak eğer
ister isen olma cihanın
Zevkında safâsında gamında kederinde
Canan gide
rindan dağıla mey ola rızân
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
Hayr umma eğer
sadr-ı cihan olsa da bi`1-farz
Her kim ki hasâset ola ırk u güllerinde
Yıldız arayıp
gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde
Onlar ki verir
lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde
Âyînesi iştir
kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
Ben her ne
kadar gördüm ise ba`zı mazarrat
Sâbit-kademim yine bu re`yin üzerinde
İnsâna sadâkat
yaraşır görsede ikrah
Yardımcısıdır doğruların hazret-i Allah.Ziya Paşa
-Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın
hakkı kötektir
–«Kimsesiz bir kimse yok herkesin var
kimsesi Kimsesiz kaldım medet ey kimsesizler kimsesi» Fatih Sultan Mehmed
-Hiç kimse yok
kimsesiz
Herkesin var bir kimsesi
Ben bugün kimsesiz kaldım
Ey kimsesizler kimsesi
*******
Kimse aradığım yollarda
Kimsesizlik kimsem oldu
Dinsin artık hicranın cana
Kimse aradığım yollar
Kimsesiz kimselerle doldu
-“Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen.” Yunus
Emre
*«Dil
bedest âver ki hacc-ı ekberest
Ez hezârân Kâbe yek dil bihterest
Kâbe bünyâd-ı Halil-i âzerest
Dil nazargâh-ı celil-i ekberest.»
Bir gönül yapmak, Hacc-ı Ekber’dir (En büyük hacdır.).
Binlerce Kâbe yapmaktan bir gönül almak daha iyidir.
Kâbe, Hz. İbrâhim’in binâsıdır;
Gönül ise Yüce Allah’ın nazargâhı…)Mevlana
-“Gamzedeler Gamzedeler
Gam vurur, gam zedeler.
Sinemi hakkâk delemez,
Delerse gamze deler.”
-Oda yansın o da yansın.
Ben yanmışken oda yansın
Güvendiğim tüm dağlardan
Ben çekildim o dayansın
-YANA DURSUN YANA DURSUN
SÖYLEN O’NA YANA DURSUN
BELKİ BİR GÜN UĞRAR YOLUM
YÖNÜ YOLDAN YANA DURSUN.
– Dünyasına dünyasına
Aldanma hiç dünyasına
Dünya benim diyenindir
Gittik daha dün yasına
– Dün tabîbe derd-i dilden bir devâ sordum dedi
Gam yemekden özge bu derdin devâsın bilmedim | Ahmed Paşa
– Tevekkül
ehliyiz hergiz bizim âmâlimiz yokdur Müheyyâdır
bizim’çün devlet isti’câlimiz yokdur.Nef’î
– Şair Nâbî (1640 – 1712) der ki:
Eğerçi köhne
metâ’ız revâcımız yokdur Revâca da o
kadar ihtiyâcımız yokdur
O câh kim ola
hem-dûş ihtimâl-i zevâl Teveccüh etde
bile ibtihâcımız yokdur
[Evet eski malız biz, bitpazarına nur yağmaz ya;
piyasada geçerliliğimiz yoktur. Ama olsun, zaten revaca ihtiyacımız da yok.
Elden çıkması kaçınılmaz olan dünya makamları
bizim tarafa yönelecek olsa, sevnmeyiz bile.]
– Sabrın sonu
selâmet,
Sabır hayra alâmet.
Belâ sana kahretsin;
Sen belâya selâm et!
Felâh mı, onda
felâh,
Silâh mı, onda silâh.
Sen de kim oluyorsun?
Asıl sabreden Allah.
Sabır, incecik
sırat;
Murat içinde murat.
Sabır Hakka tevekkül.
Sabır hakka itimat.
Sabırla pişer
koruk,
Yerle bir olur doruk.
Sabır, sabır ve sabır,
İşte Kur’anda buyruk!
Bir sır ki
âşikâre,
Avcı yenik şikâre.
Yalnız, yalnız sabırda
Çaresizliğe çare…Necip Fazıl Kısakürek
– Bende yok sabr-ı sükun, sende vefadan zerre
İki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre.NABİ
– Hazer kıl
kırma kalbin kimsenin cânını incitme
Esîr-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme
Tarîk-i aşkda bî-çâre-yi hicrânı incitme
Sabır kıl her belâya hâne-yi Rahmân’ı incitme
Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme
Günâhkâr olma “Fahr-i Âlem-i Zî-şân”ı
incitme.Alvarlı Muhammed Lutfî
– “Bakma yâ Rab sevâd-ı defterime, Onu yak âteşe
benim yerime” “Canı canan dilemiş vermemek olmaz ey dîl, Ne nîza eyleyelim ol
ne senindir ne benim”
-”Benimki benim,seninki de senin!” BU
ŞERİATTİR… ”Seninki senin,benimki de senin!” BU TARİKATTİR… ”Ne benimki
benim ne de seninki senin…Herşey ALLAH’ın!” BUDA HAKİKATTİR!!
* Sen usandırma eli el de usandırmaz seni
Hilekârlık eyleme kimse dolandırmaz seni
Dest-i a’dâdan soğuk su içme ki kandırmaz seni
Korkma düşmandan ki âteş olsa yandırmaz seni
Müstakîm ol Hazret-i Allâh utandırmaz seni
– Seyyiât insana nefs-i kemterîninden gelir
Her hacâlet âdeme sû-i karîninden gelir
İzzet ü zâtı mekâna hep mekîninden gelir
İstikâmet müstâkimü’l-hâ dininden gelir
Müstakîm ol Hazret-i Allâh utandırmaz seni.Diyarbakırlı
Said Paşa
– Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın
var
Değil derya yalınız cümle hep sahrada yangın var
Açıldı bağ-ı vahdet gülleri mest oldu bülbüller
Zemîn ü âsumân dünyâ ve mâfîhâda yangın var
Erişti nev-bahâr vakti figâna başladı bülbül
Değil bülbül yalınız ol gül-i ranâda yangın var
Kaşınla kirpiğin zülfün beni mest etti ey dilber
Değil mestane gözler kâmet-i zîbâda yangın var
Muhabbetden yarattı Ol Habîb’i Hazret-i Mennân
Değil kim Ol Muhammed Hazret-i Mevlâ’da yangın var
Hitab-ı “kün fekân” erdi zuhura geldi akl-ı küll
Felekler gulgule düştü kamu esmada yangın var
Zemîne indi me’vâdan nice yıllar döküp kan yaş
Yalınız ağlayan Âdem değil Havva’da yangın var
Nice yıl hasret-i hicran oduyla yaktı Kenan’ı
Yanan Yakûb değil gör Yûsuf u Zelha’da yangın var
Cihan halk olalı göster bana âsûde ahvâlin
Ki yok bir istirahat esfel ü âlâda yangın var
Erişti Sâmî-yi Sultân beraber dilber-i rûhân
Değil yalınız Erzincan Yemen San’a’da
yangın var
Bilinmez Salih’in rengi çalınır tablı
gülbangı
Kurulmuş Kerbelâ cengi yaman gavgâda yangın var. Salih Baba Divanı
* Ne
zillet vermeğe râgıb ne devlet hâhımız vardır/
Ko gayrı gayra yâr olsun bizim Allah’ımız
vardır Hayâlî Bey
* Bizi
bî-kes sanıp ey gam yok etmekden hazer kıl
kim
Cihânı yok iken var eyleyen Allah’ımız vardır. Hayâlî Bey
MEHMET ÖZÇELİK
19-08-2019
NASIL OLURSANIZ ÖYLE YÖNETİLİRSİNİZ
NASIL
OLURSANIZ ÖYLE YÖNETİLİRSİNİZ
-“Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Siz
nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar).
-“A’malüküm
ummalükum” (Amelleriniz yönetcilerinizdir, onlar sizlerin eseridir)[1]denilmiştir.
-“Davranışları sebebiyle zalimlerin
bir kısmını diğer kısmına yönetici yaparız.”[2]
-“Bir kavim kendini bozmadıkça Allah
onları bozmaz.”[3]
-“Bir bela, bir musibetten
çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da
yakar.”[4]
-Beyhaki, Ka’b’ın şöyle dediğini
nakleder:
“Allah her dönemin hükümdarını halkın
kalbine göre gönderir. Onları düzeltmek isterse salih birini, helak etmek
isterse kötü birini hükümdar olarak gönderir.”[5]
–Dünyadan
değil, kendi memleketinden haberdar olmayan adam, başbakanlık yapmaya
hazırlandırılıyor.
Oysa sağırların bile duyduğunu duymayana
ne denir?
-Kılıçdaroğlu’ndan şaşkına çeviren
Doğu Akdeniz ve Türkiye çıkışı!
PES DEDİRTEN SORU: DOĞU AKDENİZ’DE
NİYE TÜRKİYE YOK
Doğu Akdeniz’de zengin petrol var,
doğal gaz yatakları var. Amerika orada, Yunanistan orada, Kıbrıs Rum Yönetimi
orada, Mısır orada, Katar orada… Hepsi orada. Bir tek devlet yok, Türkiye!
Niye yok? Başarılı dış politika güdüyorlar sözde. Niye yok? Hangi gerekçeyle
yok Türkiye orada?
Meteorolojinin günler öncesinden
uyarmasına rağmen İstanbul’da bugün yaşanan sel felaketinde can ve mal
kayıpları yaşandı. Selden zarar gören vatandaşlar İBB’nin önlem almadığını ve
mazgalların temizlenmediği için su baskınları olduğunu ileri sürerken, Belediye
Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ortalarda görünmemesi tartışma konusu oldu.[8]
–Türk-iş Genel Başkanı’nın mikrofonu açık kaldı
: “Uzasa işi karıştıracaktık, böyle kapattık iyi oldu”[9]
Memleketimizdeki fitnenin ve uzun süren terörün, samimiyetsizlik
ve çözümsüzlüğün sebebi çok iyi anlaşılıyor, değil mi?
Hz. İbrahim Peygamber: “Hastalandığımda
da O bana şifa verir.”[1]
Bediüzzamanın talebelerinden Merhum
Ali İhsan Tola maddi ve manevi hastalıkların tedavisinde, bazı sırlara
vukufiyetinde bir kadir gecesi mesabesinde bin ay bereketli ömür sürmüş bir
şahsiyettir.
Büyük şahsiyetler genellikle kendi
hayatlarında pek bilinmez, hayatları yeteri kadar kayıt altına alınmaz.
Merhum Tola-nın ansiklopedik hayatı
nisbeten kendi ve çevresi tarafından hatıralarla kitap haline getirilmiştir.
-Bende kendisini 1993 yılında asker
dönüşü ziyaret etmiş ancak evde bulamamıştım.
Adeti üzere sobasının üzerinde
Karabaş otu kaynıyordu.
Telefonla görüştüğümde bir hadisi
nakletmişti; ”Devası bulunmayan hastalıktan dolayı ölen şehittir.” demişti.
-Haşlanmış
buğday ile pişmemiş buğday nasıl ürün vermede aynı değilse, aynı şekilde de
bitkilerin faydaları da özelliklerine göre ayrılır.
Tabiat
bir eczahanedir. Merhum Tola adeta bitkilerle konuşarak özelliklerine vakıf
olmuş maddi manevi özelliğe sahiptir.
Kendisinin
hayatını ve tavsiyelerini internet ortamında genişçe takip edebilirsiniz.
Bu
zamanın en büyük terörü, gıda terörüdür.
Daha
önceleri de genişçe yazdığım üzere; Kur’an-ı Kerim-de Yahudilerin yer yüzünde
iki defa fesad çıkaracaklarını beyanla, ikincisinde Ekini ve Nesilleri
bozacaklarından bahsedilir.
Özellikle
ekin ve tohumların bozulan genleri hem gıda sektörünü kontrol altına
almaktadırlar ve daha önemlisi ise, Dna-sı değişen genli tohumların, insan
bünye ve genlerini değiştirmiş olmasıdır.
-İnsanların hayatı dünyada ilaçlarla kontrol edilirken, gıda ile
kontrolü sürdürülmeye çalışılmaktadır. Su ile adeta belli şirketlere bağımlı
hale getirilmeye çalışılıyor. Yani ne olacak ve ölecek, ne iyileşecek ne de
ölecektir. İkisinin ortasında hayat boyu ilaçlı hayat, hayat boyu su ve gıda
şeklinde bir bağımlılık içerisine İnsanoğlu sevk ediliyor.
Tabiat
eczahanesinden bilinçli olarak her derde deva olacak ilaçlar bulunmaktadır.
Ölüm
hariç her derdin devası vardır. Nitekim hadiste; “Çörek otu ölüm hariç her
derde devadır.” buyurulur.
Mesela;
Kırk kilit otu fıtık için. Ovokado güç için ve D vitamini,. Çoban çantası, hardal
tohumu, huzursuz bacak için. Aslan pençesi, Melisa uyku ve kan şekeri için, vs.
-Burada
Merhum Tola-nın eserinden önemli noktaları iktibasla istifadenize sunmaya
çalışacağım;
”Ziyaretlerinden birinde Üstad, Ali İhsan Tola’ya Hindistanlı
Mahatma Gandi’yi anlatarak onun İngilizlere karşı açlık orucuyla boykot
yaptığını söyler. Mahatma Gandi’nin açlığa dayanma sırrını anlatırken
madenlerin insanı beslediğinden söz eder. “Maddenin katı, sıvı, gaz, bir de nur
hali olduğunu, maden ve taşların bunları havaya neşrettiğini, bunların nefes
borusuyla insana geçtiğini, vücutta Kur’an’ın sure sayısı kadar 114 elementin
bulunduğunu, her organın ayrı bir maden içerdiğini, eksildiği zaman o insanın
hasta olduğunu, binaenaleyh madenlerin bu yolla insanı hem besleyip hem de
tedavi ettiğini” anlatır. “İşte Mahatma Gandi’nin yetmiş gün yemeden aç
durabilmesinin sırrı budur” der.
İngilizler, “Sanayi kuracağız, Asya hakimiyetini elde edeceğiz”
diye el sanatıyla uğraşanların kollarını kesmişler. Böylece herkesin kendi
tekniğine muhtaç olmasını sağlamak istemişler. Buna karşı Gandi yetmiş gün oruç
tutmak suretiyle boykot yapmış, yetmiş milyonun mukadderatını kurtarmış,
böylece İngiliz hakimiyetine son vermiş.”
-‘Kafa süpürgesi denilen ot karabaş
otudur. Kafa süpürgesi adını tıpça meşhur İbn-i Sina koymuş. Birçok baş ağrısına
sebep olan beyindeki tıkalı kılcal damarları açarak ağrıyı kesip rahatlattığı
için bu ismi vermiş’
-Sözlerinden Bir Demet:
• Besmele ve yedi Fatiha-i Şerife,
bütün hastalıklar için şifaya vesiledir.
• Besmele, cifrî hesabı miktarı
(786) çekildiğinde her ne istenirse yerine getirileceğine kefil olabilirim.
• Bismillahirrahmanirrahim ilahî
bir şifredir. Allah “acz”, Rahman “fakr”, Rahim “şefkat”in anahtarıdır.
• 19 euzü çekilirse kayıp bulunur.
• Dışarıdan gelen vesveselere 11
Felak okunmalı, nefisten gelen vesveselere 11 Nas okunmalı.
• Cimriliğe karşı 11 defa Maun
Suresi okunmalı.
• Şirke karşı 11 defa Kafirun
Suresi okunmalı.
• 11 sayısı esma-i ilahiyeye
merdivendir.
• Fatiha’da Hayy sırrı var.
Okunduğunda akım değişiyor.
• Kabristandan meyve yemek, mezar
taşı okumak vesvese verir.
• Tıbb-ı Nebevî’de ameliyat yok.
Kâinatta ölümden başka her derdin devası vardır. Hasta olan hücre kâinatta
yaratılan bitkiyle, madenle, mineralli sularla, hayvan organlarıyla tedavi
edilebilir.
• 10-21 Mayıs arası bir yıldız
doğar, insanların hastalıkları kalkar. Bu yıldız 10- 21 Aralık’ta batar. Her
yıldızın neşrettiği bir şua var. Dünyada sıklet, ağırlık teşkil eden maden
demirdir.
• Migrene karabaş balı
kullanılmalı. Karabaş balı, beyin hastalıklarında damar açıcıdır. Karabaş otu
(kafa süpürgesi) dağlarda kar sularıyla yetişir. Senirkent yöresi dağlarında
yetişir. Üstad, “Bu ota dikkat et” demişti.
• Kuyruk yağı romatizma, bel ve
boyun ağrılarına iyi gelir.
• Kemik erimesine karşı kuyruk
haşlanıp aç karnına yenmeli, belden alt kısmına tırnaklara kadar sürülmeli.
• Kalp damar tıkanıklıklarına karşı
karabaş balı yenmeli.
• Suyun bulunduğu yerde hangi maden
varsa, o maden suya geçer ve insan o suyu içtiğinde ona tesir eder.
• Kudret narı yağı, güzelleştirir,
yüzde leke koymaz. İçilir ve hastalıklı yere sürülürse sedef hastalığını ve
kaşıntıları yok eder.
• Kâinatta ne kadar alet varsa
insanda numunesi vardır. İnsan kâinat kadar frekansa, anahtara sahiptir.
• Bitkilerin şeklinden aldığı
şifreyi çözmek hikmetü’l-eşyadır.
• Beş saatte bir saat nefsin
ihtiyacı var.
• Yaylada otlamış koyunun kuyruk
kısmı haşlanıp yılda bir defa aç karnına yenmeli. O noksanlaştı mı kireçlenme
başlar.
• Ardıç yağı, antibiyotik yerine
geçer. Ardıç yağına demiri koysan eritir, ama vücuda zarar vermez. Vücuttaki
cerahati, iltihabı çıkarır, temizler. Vücut dengesini temin eder.
Antibiyotikten daha kuvvetlidir.
• Saf zeytinyağı ve kantaron, iç ve
dış kanamaları önler, hücreleri yeniler, sinir uçlarını tamir eder. Kantaron
yağı kanser ağrısını yok eder.
• Ağrı için ardıç yağı ve kantaron
karışımı sürülür.
• Elmayı kabuğuyla yemek yüz
güzelliği yapar.
• Çayı limonla içmek, çayın kan
yapıcı özelliği yok etme keyfiyetini giderir.
• Saç için, kekik suyu ile saçlar
yıkanır, dibine lavanta yağı sürülür. Kantaron yağı sürülür, saç diplerindeki
cerahat boşalır, dibinden saç çıkar.
• Günlük 21 tane kuru üzüm hafızayı
açar. Her birini besmele çekerek yemeli.
• Çörek otu baş ağrısını keser.
• İnsan öldükten sonra cesedinden
“acbüz-zeneb” kalır. Ateşte yanmaz, asitte erimez.
• Taşın neşrettiği şua vücutta
eksik olan madeni tamamlar.
• Zümrüt, nazarı etkileyen taştır.
-“Ali İhsan Ağabey’de kalpten geçen
sorulara cevap verme özelliği vardır. Artık oradan mı çıkardı bilmiyorum,
“Şam’a girdiği anda İsrail bitecek” dedi. “Her taş, arkamda bir Yahudi var
diyecek” dedi. Kardeşler, “Bunun tarihi kaç?” diye sordular. O tarihi size
verebilmem için bu kitapların hepsini okumam lazım” dedi. Oradan çıkınca bazı
kardeşler Golan Tepeleri İsrail ile Şam arasındadır. Acaba buradan mı
kaynaklanıyor diye yorumlar yaptılar. Ama Ali İhsan Ağabey’in söylediği buydu.
-“2012 sıkıntılı geçecek, sonra
devamlı yükseliş olacak” dedi. Bunu sadece Türkiye olarak düşünmemeli, bütün
İslam dünyası olarak düşünmeli. Nitekim şu anda İslam dünyası büyük sıkıntı ve
bir inkıbaz içinde, doğum sancıları geçiriyor.”
-“Yeni evlendiğimde bazı
sıkıntılarım vardı. Felak-Nas yazdırmıştı. “Bir yazmak on okumaya bedeldir”
diyordu. Kur’an’ın yazılmasını çok teşvik ediyordu. Felak-Nas yazmaya
başladıktan sonra mucizevari değişiklikler gördüm. Besmele yazılmasını da
isterdi. Hatta kendisi boş bir kâğıt bulduğunda yüz tane, doksan tane, elli bir
tane besmele yazardı. Müsvedde kâğıtlarını bile değerlendirirdi.”
-“BİR GÜN ÜÇ ARKADAŞ yanına gittik.
Sinüzit benzeri rahatsızlıklarımız vardı. Kucağına tek tek yattık. Burnumuza
karabaş yağından birkaç damla damlattı. İki arkadaş dengeyi kaybetti, bir oraya
bir buraya gidip geliyorlar. Ben bunları görünce yaptırmayayım dedim. Sonra ben
de yaptırdım, aynen onlar gibi oldum. O sadece gülüyordu. Çünkü biliyordu ki
iyileşiyorlar. Beyindeki ve kafadaki bütün birikintileri o yolla atıyormuşsun.
Bir müddet sonra bütün burun, geniz ve alnımın komple açıldığını hissettim.
Okula motorla gidip geldiğimden üşütmüş, sinüzit olmuştum. Hepsini temizledi.
Bizim hanımın kardeşi var. Kendisi
çok sık sara nöbeti geçiriyordu. Ona karabaş balı verdi. Ondan sonra hiç nöbet
geçirmedi. Küçükken havale geçirmişti. On yıldır o balı kullanıyor.
-Ardıç Yağının Şifalı Mahiyeti.
Ardıç yağından Amerika’nın kırk ton
istediğini ve çok da para teklif ettiklerini anlatmıştı. Ama vermediğini,
aleyhte kullanabileceklerini, yoksa bundan çok büyük para kazanabileceğini
söylemişti. Bir defasında gittiğimizde konu bitkilerden açılınca, söz ardıca
geldi. Mahiyetinin antiseptik bir madde olduğunu, bazı ilmî hususiyetlerini
rakamlar vererek anlattı:
“Beyin tümörünün kökü saçaklıdır,
ameliyatla kesseler de kökü kalabilir, hatta bazen daha da azdırabilir.
Ameliyat esnasında beyni açtıklarında tümörün üzerine ardıç yağı dökseler, o
kök kendini bırakır, yukarı çıkar. Ben bunu bizzat kendim yaptım. Buraya
gözünde tümör olan bir hasta geldi. Adamın gözünü alacaklarmış. Ben gözü
alınacak adama bir beze ardıç yağı döktüm verdim, gözünün üzerine koydu, saat
tuttum, on iki dakika, baktık biraz daha kalmış, bir daha koymasını söyledim.
Toplam on beş-on altı dakikada ameliyat olacak gözü ufak bir pansumanla
halletti. Gözdeki tümörü temizledi.”
-Keçiborlu Suyu.
Keçiborlu suyundan yüksek tansiyonu
olan birine verdi, dakika tuttu, on beş dakika sonra tansiyonunu tekrar
ölçtüklerinde düştüğünü gördüler. Zaten son döneminde o suya çok emek verdi. O
suyun hazine-i Rahman’dan geldiğini söylerdi. Beni Sandıklı’ya göndermişti.
Orada da bir su vardı. Onda da kükürt ve demir vardı. Onunla diğer suyun
karıştırılıp âlem-i İslam’ın menfaati için kullanılabileceğini söylemişti.
Bir keresinde bir bayan gelmişti. Göğsünde
tümör varmış. Mavi akik vardı, o taşı kadının göğsüne koydurtmuş. Bizim hanım
kendisi görmüş. Sanki gözyaşı döker gibi o taştan su akmış. Kadın, “Kurtuldum
kurtuldum!” diye bağırmış. Zehirli guatra da yeşil kehribarın kullanılmasını
tavsiye ederdi.”
-“Keçiborlu’daki Kükürtlü Su.
2005 yılında Keçiborlu’daki
kükürtlü suyla ilgili bana bir görev verdi. “Amcam, bu proje bana Üstad’ın
verdiği yüz projeden biri. Nasıl makinelerin benzine, mazota ihtiyacı varsa,
tüm canlıların da bu suya ihtiyacı var. Bunu tüm dünyaya ulaştırmanız lazım.
Ancak pahalı satmanızı kabul etmiyorum” dedi. Çok ortaklı olması için de tüm
sülaleye duyurmamızı istedi.
-“Efendimizin (a.s.m.) “Haramdan
şifa ummayın” hadisi üzerine bugünkü tıpta kullanılan yasak maddelere karşıydı.
Hastalarına Tıbb-ı Nebevî’yi tavsiye ederdi. Mesela, “Kan aldırmayı Peygamber
Efendimizin yaptırdığı zamanda yaptırın, yoksa maraz olur. Kur’an ayetlerine
muhalefet olduğu gibi, tekvinî ayetlere de muhalefet vardır. Cereyanda
durursanız hasta olursunuz” derdi. Margarini sevmez, margarinle yapılan hazır
gıdaların alınmamasını tavsiye ederdi.
“Kur’an’la meşgul olanlar sığır eti
yemesinler; sütü şifa, yağı gıda, eti maraz getirir” derdi. Ete baharat
kullanmanın zararını engelleyeceğini söylerdi.”
-“Üstad, bir gün Ali İhsan
Ağabey’e, “İnsanlar senin elinden şifa bulacak” buyurmuşlardı. Bu müjdeye
mazhar olan Ali İhsan Ağabey, bu hususta da büyük hizmetler ifa etmekteydi.
Eğer kendisine gelen bir doktor ise, hele kendi bilgisine güvenerek biraz da
imtihan niyetiyle gelmişse, tababetle ilgili sohbette bulunur, insan
anatomisini inceler, alternatif tıpla, Tıbb-ı Nebevî ile ilgili bilgiler
aktarır, ona ancak kemal-i edeple Ali İhsan Ağabey’i dinlemek düşerdi.”
-“Sabah namazından sonra yatmazdı.
Daima risale ve Kur’an yazardı. Abdestten önce misvak kullanırdı. Yemeklerde
baharatı hiç eksik etmezdi. Dışarıdan gelen hediyeleri kabul etmez, etse bile
dershaneye yollardı. Üstad’ın düsturu olan yediğimiz içtiğimiz şeylere dikkat
etmemizi tavsiye ederdi.”
-“Sohbetlerinde sanki sır âlemine
bakarak konuşurdu. Melekutî iklimlere girer, hissettiği manaları şifreler,
kendisini dinleyenlere bir sır olarak anlatırdı.”
Çok defa müşahede edilmiştir ki,
kalp gözü açık bir insandı.
Bunu buraya almamdaki sebep; Uğur
Dündar-ın namaz kılan öğrencilere tahammül edemeyip teşhir edip suç unsuru
göstermeye çalışmasıyla, manevi yıkımdaki rolünü siyah bir leke olarak
tarihe tescillemek içindir.
-“Uğur Dündar’ın Oyunu.
Uğur Dündar, Ali İhsan Amca’nın
gelenlere şifa dağıttığını duyup gelmiş, televizyonda haber yapıp güya onu rezil
edecek. Aşağıda arabada durmuş, evine bir bayan göndermiş. Tabii Ali İhsan Amca
ne maksatla geldiğini biliyor. “Bacağımın şurası ağrıyor, hocam bir ovuver de
geçsin” demiş. Kadın eteğini, bacağını açmış. Ali İhsan Amca, “Lütfen doktora
gidin” deyip elleriyle yüzünü kapatmış. “Ben arabayla geldiğinizi, dışarıda
park edip seni gönderdiklerini biliyorum” demiş.
“Oğlum Aydın gel” diye çağırdı. O
sırada ben içeri girince, “Ne oldu?” derken kadını işaret etti. “Çık dışarı”
deyip kolundan tuttuğum gibi kapıdan atıverdim. Öyle kaç tane geldi. Sonra
kadın geldi, “Ben bir şey yapmadım” diye özür diledi.
“Asr-ı Saadet’te bir sahabe varmış,
Efendimize laf söylediklerinde ağzına geldiği gibi sayarmış. İşte bu da
onlardandır. Sen serbestsin” derdi.
-Bütün hayatında en çok da bitkiler
içerisinde; Karabaş
otu ve özellikle Karabaş balı, Ardıç otu, Kantaron yağı üzerinde durmuştur.
–
Klorda kısırlaştırıcı özellik vardır, der.
-Acaba
Belediyeler toplumu kısırlaştırıyor mu?
Nasıl
mı?
Şebeke
suyuna attıkları klordan.
Prof.
Dr. Osman Erk, suya katılan klorün ‘trhialometan’ adlı kimyasala dönüştüğünü
söyledi. ‘Bu da kanserojen etki gösteriyor. Zehirli su sadece içmekle değil,
sıcak duşla da vücuda girer’ diye uyardı.
Suları
dezenfekte etmek için suya katılan kimyasal maddeler de sağlığı
olumsuz etkilemektedir.[2]
Buna
çözüm olarak; Kısırlığa ardıç yağını tavsiye eder.
Kaz
dağlarında altın arama bahanesiyle gezi zihniyetliler ayağa kalktılar.
Oysa
burayı sit alanından çıkaran Chp’dir.
Tarkan
denilen kişi, İBB başkanı Ekrem İmamoğlu orada villaları olup, ormandaki
ağaçları keserek villa yapanlar birden ağaç sevdalısı kesildiler.
Bu
kirli tezgah daha önceleri de sergilenmişti.
Oyunun
çok yönü yatsıya bile kalmadan ortaya çıktı.
Oysa
burada aranıp aranmasına karar verecek Tübitak ve benzeri kuruluşlardır.
Türkiye-nin
büyümesini istemeyenler, Türkiye-ye her yönden ve her türlü bahanelerle
saldırmaktadırlar.
Kendi
büyümelerini, bizim küçülmemizde görmektedirler.
Evvelden
bunu gizli yaparlarken, bu gün her şeyin açığa çıkmasından dolayı açıktan açığa
yapmaktadırlar.
Ben
bunun geçmişteki tesbit edilen belgelerini hayatıyla ödeyen Hablemitoğlu’ndan
iktibasla sizlere az bir kısmını arzedeceğim;
“Almanya’nın, bizi bizden iyi tanıdığı
gerçeğidir. Bergama’da etken güç olarak alevi inançlı üç köy halkını gösteren;
üretim yapacak şirket dolayısıyla “anti-emperyalist”, “sosyalist” ve “ulusalcı”
söylemleri ve sloganları öneren Almanya, tüm gücü ile 10 yıllık bir süreç te
altın üretimini yaptırmamayı başarmıştır. Bergama’da altın üretiminin
yapılmaması, Türkiye’deki yüzlerce altın yatağında üretim yapılmaması demektir
ki, bu ülke, bu konuda önemli mesafeler almıştır. Türkiye ise, üstünde oturduğu
zengin altın, bor gibi stratejik madenlerin fakir bekçisi konumunda, birkaç
milyar dolar kredi için bağımsızlığından ödün verir duruma gelmiştir. Üretim
yapamayan-yaptırılmayan bir Türkiye, sömürgeleşmeye doğru sürüklenmektedir.
İTÜ
Maden Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güven Önal, “Türkiye’nin bugün
bilinen maden kaynaklarının toplamının 2 trilyon doların üzerinde olduğunu” öne
sürerken, Bergama’da ortaokuldan terk Oktay Konyar, kendini “siyanür uzmanı”
nitelendirerek “altına hayır” kampanyası başlatabilmektedir. Bu konuda, gerçek
bilim adamlarının sessiz çığlıkları Türk kamuoyunda ve bürokrasisinde
duyulmazken, Almanya’nın destek ve güdümündeki bir avuç kışkırtıcının sesi, ta
Avrupa Parlamentosu’nda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yankı
bulabilmektedir.
..Almanya’daki
Türkleri biliriz de, Türkiye’deki Alm anları bile nimiz var mıdır? Kastedilen,
Almanya’daki 2,5 milyon Türk vatandaşına karşılık Türkiye’de yaşayan -çoğu em
ekli- yaklaşık 100.000 Alman değildir.
..
Türkiye’deki Alman “Derin Devleti”nin temsilcileri, gerçekte Alm an Dış
İstihbarat Servisi olan “Bundesnachrichtendienst” (BND) mensubu olup, bir kısmı
diplomatik dokunulmazlık kapsamında, bir kısmı gazeteci, akademisyen (arkeolog,
dilbilimci,
Türkolog, siyasetbilimci, çevrebilimci, ekonomist, sosyolog, etnolog ve ilahiyatçı
ağırlıklı), serbest araştırmacı, sendikacı kimliğinde ve diğerleri de vakıf
temsilcisi olarak kesintisiz faaliyet göstermektedirler.
Türkiye’deki
Sivil Toplum Örgütleri (NGO) olgusunu çok iyi kullanan, zaafları ve mevzuat
açıklarını çok iyi değerlendiren Alm an istihbaratçıları, Türkiye’yi tanımakla
işe başlayıp, kısa sürede hemen her alanda Türkiye’yi yönlendirme aşamasına
gelmişlerdir.
…Türkiye’de
faaliyet gösteren Alm an vakıfları ve enstitüleri, gerçekte Alman İstihbarat
Servisi BND’nin kontrolünde çalışan, tüm masrafları Federal Bütçeden karşılanan
“taşeron” NGO’lardır. İşin ilginç tarafı, hemen her vakıf, -sağcı CSU ve solcu
PDS dışında- rejime entegrasyon sorunu olmayan mevcut siyasal partilerin birer
yan kuruluşudur.
..
Türkiye’ye yönelik dış tehditleri kategorize ettiğinizde, iki temel yöntemin kullanıldığını
görürsünüz. Örneğin, Yunanistan, İran, Suriye gibi ülkelerin düşmanlığı nettir.
Dost görünmek için arada bir zorlasalar da, buna kendileri bile inanmazlar.
Tanırsınız, bilirsiniz ve önlemini alırsınız. ABD gibi müttefik ülkelerin “dostluk”
anlayışları ise, sadece kendi çıkarları açısından söz konusudur. Dostluk ya da düşmanlığın
nerede başlayıp ne zaman ve nerede biteceğine tek taraflı olarak kendileri
karar verirler.
…Almanya,
Türk üniversitelerinde ve bürokrasisinde “etki ajanı” (en olumsuz halde Alman
sempatizanı) yetiştirmek için de büyük meblağlar harcamaktadır.
…ABD’de
faaliyet gösteren 144 altın madeni ile Kanada’da faaliyet gösteren 102 altın
madeninde üretimi durduran hiçbir çevreci eylem söz konusu olmamıştır. Keza,
komşularımız Yunanistan, Bulgaristan, Rusya Federasyonu ve Ermenistan başta
olmak üzere, Avrupa’daki 16, tüm dünyadaki 661 işleyen altın madeninden çevreci
eylemlere muhatap olarak kapatılan ya da üretimden alıkonan maden sayısı,
hiçbir zaman bir elin parmaklarını geçmemiştir. Son derecede geri ve yetersiz
teknoloji ile işletilen Romanya’daki Baia Mare madeni bile, 30 Ocak 2000’de
atık havuzunun aşırı yağışlar sonucu tasmasıyla ortaya çıkan çevre felâketinin ardından
kısa bir süre sonra önlemlerini tamamlayarak üretime açılmıştır.
Gelelim
Türkiye’ye!.. Dünyada altın üretimine karşı en yoğun, en uzun süreli, en
gürültülü, en organize, en renkli, en anarşist, en dıştan yönetilen, en
anti-emperyalist, en etnik, en mezhepçi, en sosyalist, en ulusalcı tepkiler
gösterilen tek ülke, Türkiye!.. Ve bu tepkinin simgesi de Bergama!..
…Oysa,
tüm dünya gibi bizler de biliyoruz ki, altın üzerinde oturuyoruz; ancak
üretimini siyasal irade ve kararlılıktan, ulusal duygu ve bilinçten yoksun
yöneticiler yüzünden beceremiyoruz, ayrıca engelleniyoruz.
…1990’dan
itibaren altm karşıtı eylemleri organize etmek üzere, Bergama ve Havran’a
yüzlerce Alm an görevlinin “turist” olarak geldikleri, ama arada hobi (!)
olarak da çevrecilerle görüş meler yaptıkları, altınsız bir çevre uğruna
karşılıksız (!) para yardımı yaptıkları bilinmektedir. İlk defa kim liğini ve
misyonunu gizlemeden bölgeye gelen Alm an görevlisi Prof. Dr. Friedhelm Korte’dir.”[1]
ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ MÜFREDATINDA YAPILAN TAVSİYELER
ANADOLU
İMAM HATİP LİSESİ MÜFREDATINDA YAPILAN TAVSİYELER
Millet
olarak Milli Eğitimin yerine oturmayan ve yeterli olmayan müfredatından
vuruluyoruz. Hepimiz bu konuda bizarız.
Talim
terbiye kurulu başkanının görevden alınıp, yerine daha şimdiden tartışılan
birisinin gelmesi, [1]
düşündürücü değil mi?
Müfredat
ile ilgili sıkıntıyı daha önce de yazmıştım.[2]
Bazı
dersler konusunda tavsiyelerim;
HADİS
DERSİ
1-Peygamber
Efendimizin muhtelif zamanlarda göstermiş olduğu Mu’cizelerden örnekler
verilsin.
2-Sünnet
ve Hadislerin Kur’an-ı Kerim-den sonra en önemli ikinci kaynak ve hayatımıza
yansıyan ve uygulamamız gereken sünnetler üzerinde durulsun.
3-Akademik
çalışmalardan ziyade, yaşanabilir ve hayata yansıyan noktalar ele alınsın.
TEFSİR
DERSİ
1-Tefsir
dersinde özellikle özet tefsir olan Celaleyn tefsirinin son cüz-ü (Nebe- den
Nas-a kadar) Arapçasından iki dönem içerisinde okutulsun.
2-
Akademik çalışmalardan ziyade, yaşanabilir ve hayata yansıyan noktalar ele
alınsın.
Hiç
olmazsa namazda okunan sureler hakkında bilgi sahibi olunmuş olur.
KUR’AN-I
KERİM
1- 9.sınıfların İkinci döneminde ezberler
arttırılsın, Duha-dan itibaren ezberletilsin.
2-
12.sınıfların üniversiteye hazırlanmalarının vermiş olduğu yoğunluktan dolayı
ezberler azaltılsın mesela önceki dönemlerdeki ezberlerin tekrarından sorumlu
olunmasın.
3-
Kur’an- Kerim-i yüzüne okutma teşvik edilsin.
FIKIH
1-Güncel
tartışılan konular ele alınsın. Mesela;
-Dinde
Kabir ziyaretinin yeri nedir?
-Dinde
Velayet var mıdır?
Veli
ve Keramet.
Keramet
ve Mu’cize farkı nedir?
-İlk
insan Âdem midir?
Kur’an-ı
Kerime ve Hadis-i Şeriflere göre izahı nedir?
-Kur’an-ı
Kerim abdestsiz olarak okunur mu?
Abdestli
ve abdestsiz durumlarda yapılacak dini görevler nelerdir?
-Bütün
yönleriyle itikattaki mezheb imamları olan Maturidi ve Eş’ari hakkında bilgi
verilsin.
Osmanlı
neden Fıkıhta Hanefi ve itikatta Maturidi mezhebini kabul etmiştir?
-Cennet
ve cehennem ebedi midir?
-Allah
cennette görülecek midir?
-Kimlerin
cenaze namazları kılınmaz?
-İrtidat
ve mürted nedir?
Kimler
mürtettir?
Onlara
ne gibi muamele yapılır?
-Sadece
La ilahe illallah diyen Müslüman olurmu?
İslamiyetsiz
iman kurtuluş sebebi midir?
-Cin
ve şeytanın yaratılışı nasıldır?
MÜFREDATLA İLGİLİ
TEKLİFLER
-Müfredat için 10 günde
112 bin müracaat ve teklif olmuş. Bu alanın boşluğunu ve bir asırlık ihtiyacı
gösteriyor.
-İnkılap dersi kalkmalı.
-Fıkıh dersinde güncel
konular işlenmeli.
-Siyer dersinde Bediüzzaman-ın
Mektubat adlı eserinden 19. Mektuptaki Mucizeler işlenmeli.
-Hadis dersinde Bediüzzaman-ın
Lem’alar adlı eserinden Sünnet-i Seniyye ile ilgili 11. Lem’a işlenmeli.
-11. sınıf Tefsir
dersinde Celâleyn-nin Arapçası, 30. Cüz işlenmeli. Kısa ve özlü bir tefsir.
-Türkçedeki özellikle
uydurukça kelimeler çıkarılmalı.
-Lisans sınıfları
oluşturulmalıdır. Bu öğrenciler en az 20 saat ders görmeli, pratik yapılmalı.
-Sınıf veya seçilen bir
kaç öğrenci yurt dışına gönderilmeli, herkes İngilizce dersi görmemeli. Öğrenciler,
idare, öğretmen, veli, öğrenci ortaklığıyla seçilmelidir. Bunlar okulu
bitirince üniversiteye direk girmeli veya hiç olmazsa 2 yıllığa direk geçip, yatay
geçiş yaptırmalıdır.
-Meslek liselerinde aynı
branştan 10 kişi varsa birisi koordinatör ve danışman seçilsin. Yazılı
hazırlama, ders notları gibi her alanda öğretmenlerle irtibatlı çalışıp, destek
olsun.
-Felsefe dersi gerçekten kaldırılmalı, yerine hikmet, mantık ve sosyoloji dersleri konulmalıdır. Bende bu derse girdim, beş para etmez insanlara epey yer verilmiş. Ben es geçip, hikmeti anlatıyordum.
Bulunamayacağını
ve bir asırdır dahili ve harici süren oyunlardan dolayı devam edeceğini
düşündüm.
Hep
ben görmesem de nitekim babam ve dedemde görmemişti.
Ancak
oğlumun görmesini ümit ettim.
On
yılda bir yapılan darbeler bu istikrarı bozmak içindi.
Uzun
süren istikrarlarda da, 17 yıl süren istikrar çabalarına ve uzun süren
iktidarın gayretlerini rağmen, bu istikrarı bozmak için her yol denenmiş,
havadan sudan bahaneler uydurulmuştur.
3
A- ya ( Ag-Ad-Ab= Abdullah Gül-Ahmet Davutoğlu- Ali Babacan) kızmamdaki sebep
de, bu istikrara katkıda bulunmazken, bozmak için gösterdikleri çabalar mide
bulandırıcı ve tarihe leke olarak geçecektir.
Bu
17 yılda Türkiye tarihinde görülmemiş hizmetler yapılmıştır.
Maddi
manevi büyük katkılarda bulunulmuştur.
Zamanla
çok daha iyi anlaşılacaktır.
-Türkiye-nin
içten ve dıştan çepe çevre çevrilip her türlü oyunun oynandığı bir ortamda
ihtilaf kapısını açıp, bölünmelere sebep olanlar samimi ve dürüst değillerdir.
Tarihte
menfur olarak addedileceklerdir.
-Türkiye-nin
yeni beddualı üçlüsü.
Fetö-nün
bedduasından sonra içten içe beddua eden mahşerin üç atlısı.
Bir
müddet önce belediye seçimlerinde Erdoğan in yenilmesi için adeta avuçlarını
ovalarlarken, bugünde krizden medet ummaktalar.
Babanın
ölümünü 4 gözle bekleyen miras yedi çocuklar gibi.
-Sende
mi Brütüs…
Bu
söz kime daha iyi uyuyor?
Davutoğluna
mı? Babacana mı? Gül zaten baştan hesaplı..
Yoksa
diğerlerinin de mi bir hesabı vardı?
Allah
tüm bozuk hesapları boşa çıkartsın…
-Bilderberg
acaba yıpranan masonluğun yerine mi ikame edilmektedir?
-Hüseyin Gülerce komisyon
tutanaklarından;”Kılıçdaroğlu Aralık 2013 yılında
Fetullah Gülen tarafından görevlendirilen bir temsilciler ekibiyle
Washington’da görüşme yapıyor.”
Oluşan gelişmelere bir atıfta
bulunuluyor olsa gerek…
-Kırgızistan’da ne oluyor?
Bizde denenen oyunlar Ortadoğu ve
Türk cumhuriyetlerinde devreye mi konuldu?
Bir asır önce Rus boyunduruğuna
giren Türk cumhuriyetleri, şimdi de fetö eliyle ABD’nin yörüngesine mi dahil
ediliyor?
************
ABD dürüst değil. Bu toplumun tüm
kesiminin de genel kanaatidir.
Bizi oyalıyor ve mutabakat
göstermeliktir.
Çünkü bu onların yüz yıllık hayalleridir.
İsrail hesabına problemli bir Kürt
devleti.
(Bununla ilgili bir çok yazı
yazmıştım. [2]Mesela,
Hadislerde belirtilen
bir yangın ortamının oluşması ve Yahudilerle savaş.
ABD süs olsun diye otuz bin tır
silahı oraya yığmadı.
Çocuk parkı da yapacak değil.
Binlerce km-den kalkıp buraya bir
demokrasi havariliği yapmak için gelmedi.
Mutabakat tabiri caizse bizim
gazımızı almak, heyecanımızı söndürmek amaçlıdır.
ABD-nin hazır beklettiği 110 bin
terör örgütü itfaiyecilik yapsın diye değil, tam tersine Ortadoğu’yu ateşe
vermek içindir.
Devlette bu konuda ABD’ye
güvenmediği içindir ki sürekli ciddi olduğunu ifade etmektedir.
Böylece ABD bu mutabakatla Türkiye-nin
önceden saldırısından haberdar edilecek, oda bunu PKK/Ypg-nin kontrolü ve
korunması için kullanacaktır.
Ümitsiz değiliz ancak oyun da küçük
değil.
Surda bir gedik açtık Mukaddes mi mukaddes Ey kahbe rüzgar artık, Ne yandan esersen es!
Bir
asırdır hem dünyası ve hem de ahireti bitirilenler milyonları bulmaktadır.
Bu
bir asırda sayısız yaralı olan, aydın geçinen, insanlara yıllarca dünya ve
ahiretlerini bitirecek yanlış kılavuzluk yapmış bu insanları nasıl affedeyim.
Tevbe
kapısı açık olmakla beraber, ya yıllarca sapıttıkların? Yanlış yollara
sevkettiklerin?
Aaa
özür dilerim, sizleri yanıltmış, yanlış inançta bulunmuşum!
Gelen
nesle tavsiyemdir; Sadece silah öldürmez. Aydın diye karanlıktaki insanın
peşine düşmekte insanı öldürür. Karanlıkta bırakır.
Sadece
dünyasını değil, ahiretini de bitirir.
Seçici
olmalıdır.
Seçici
olmak içinde birikimli, araştırıcı, istikameti kazanmak gerektir.
-İşte
o ölçüsüz ve mesnedsiz ve de indi olan yorumlardan biri;
-”Abduh,
Bakara Suresinin 34 üncü ayetine dayanarak, iblis melaikeden bir ferddir. Kehf
Suresinin 50 nci ayetinde ise, İblis’in cinnilerden olduğu bildirilir.
Zaten elimizde melaike ve cinnileri ayıran cevheri bir fasıl yoktur.
Ancak aralarında sınıf ihtilafı vardır. Buradan anlaşılır ki,
cinniler de melaikedendir.
Kur’an’da
melaikeye, cinne lafzı ıtlak olunmadığını, bütün müfessirler
kabul etmişlerdir. Şeytanlar da buraya dahil olur.” [2]
Toplumda
cinlerle melekleri ayıramayacak kadar aynı şekilde değerlendirme ve bazen
sorularda, şeytanında meleklerden olduğu, yanlış düşüncesi hep bu özürlü
görülerin sonucudur.
Oysa
Kur’an-ı Kerim-de geçen;-“ Ve meleklere, “Âdem’e secde edin.” demiştik. İblis
hariç, hemen secde ettiler. O cinlerdendi. Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak)
fıska düştü. Hâlâ onu ve onun zürriyyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız
(olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü
bir bedel (cehennem).”[3]
-“
Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yarattık”[5]
Oysa
melekler nurdan yaratılmışlardır.
-“Ben
cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (ez-Zâriyât
51/56)
*************
Maalesef bu yanıltma her alanda sürmektedir.
Kültür,
ideoloji alanında olduğu gibi, dini alanlarda da bu durum azımsanmayacak
derecede kendisini göstermektedir.
Yazılmış
eski eserlerde ‘Gıle’ yani ‘Denilmiş’ şeklinde bir çok zayıf görüş belirtilmiş.
Çarpık
toplumun oluşmasında ittifak edilmemiş, yanlış yorum ve anlayışlar, çarpık
düşünceler buna sebep olmaktadır.
-Süleyman
Ateş-in tutarsızlıkları üzerine yazmıştım.[6]
Ancak
bu tutarsızlıklar azımsanacak derecede değildir.
İşte
Süleyman Ateş-in ehli sünneti ateş gibi yakıcı ifade ve yorumları;
-SÜLEYMAN
ATEŞ`İN TEFSİRİNDE KUR`AN`IN ÇAĞDAŞ YORUMLARI adlı 217 sayfalık, Tezi
Hazırlayan-Mevlüt ŞAHİN- in eserinde Ateş-in İslami düşünce ve kelami konularda
yapmış olduğu yorumlarla, ehli sünnet çizgisinin dışında bir düşünce ve inanç
sergilemiştir.
Tartışılacak
konularda zayıf görüşleri tercih etmiştir.
Tefsirinin
kaynak bir eser olmaktan ziyade, tartışılan bir eser olduğunu, dikkatli okunup incelenmesi
gereken bir eser olduğunu göstermiştir.
Tezin
sonunda yapılan genel değerlendirme tefsirin ve araştırmanın bir özeti
mahiyetindedir:
“Ateş`in
tefsirindeki bazı kendisine has görüşlerinden dolayı reddiye niteliğinde bir
kısım eserler yazılmıştır. Örneğin, Yılmaz Yiğit ve Mehmet Ergene tarafından
kaleme
alınan “Çağdaşlık mı? İnhiraf mı?” isimli kitap da, Ateş`in Peygamberlerin
ismeti,
cehennem azabının ebediliği, şefaat, nasih mensuh, ehl-i Kitap v.b. konulardaki
görüşleri araştırılıp tenkit edilmiştir.[7]
Yine
Süleyman Hatipoğlu tarafından kaleme
alınmış olan “Ateş Ateşle Oynuyor” isimli eserde de, Ateş`in Ehl-i Kitap`ın
cennete
girip giremeyeceği konusundaki görüşlerini hakarete varacak derecede kıyasıya
eleştirilmiştir.[8]
Bir
tıp doktoru olan Orhan Kuntman ise, “Çağdaş Tefsirdeki Çelişkiler” isimli
eserişinde Ateş`in bir çok konudaki görüşlerini eleştirmiştir.[9]
-Dikkat
edilmesi ve de dikkati nazara alınması gereken en önemli husus ise;
“Ateş`den
etkilenmiş bir çok çağdaş düşünürümüz de vardır.
Nitekim Ateş`in tefsiri bir çok çalışmada kaynak olmuştur. Örneğin, Diyanet
Vakfı
tarafından Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr.
İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş`e yazdırılan “Kur`an Yolu”
isimli tefsirin
mukaddimesinde Ateş`in tefsirinin de kaynak olarak kullanıldığı
bildirilmektedir.[10]
Bir
başka Çağdaş İslam bilgini olan Bayraktar Bayraklı`nın halen yazımına devam ettiği
“Yeni bir Anlayış Işığında Kur`an Tefsiri” isimli eserinde yer yer Ateş`in
tefsirinden de istifade ettiği görülmektedir.[11]
Ateş`den
etkilenenlerin beklide başında Yaşar Nuri Öztürk gelmektedir. Zira Öztürk, pek
çok konuda Ateş`in etkisinde kalmış ve Ateş`den zaman zaman övgü ile söz
etmiştir. Örneğin Reenkarnasyon ile ilgili olarak Ateş`den oldukça etkilendiği
görülmektedir.[12]
Öztürk, reenakarnasyonla ilgili olarak Mü`min suresinin 11`inci âyetini
yorumlarken Ateş`den uzunca alıntılar yapmış,[13] Reenkarnasyonun
münkir her beşer için mutlak olarak şart olmadığını ifade etmiştir.[14]
Ateş`in tefsiri Milliyet Gazetesince halka promosyon olarak dağıtıldığı zaman
pek çok
ilahiyatçı Ateş`in eserinden istifade ettiklerini dile getirmişlerdir.[15]
MEHMET ÖZÇELİK
03-08-2019
[1] İsmet Özel’in
Şiirlerinde Bireysel ve Toplumsal Değişim.M. D. KARACOŞKUN,
M. HÜKÜM.Sh.5,Yumuşak 2012)”Age.6,13,Erverdi 2009.
66-67,69,Topçu 1950:2,Topçu
1978a:153-154,Topçu
2008:169.Bak. Nurettin Topçu’da Komünizm ve Sosyalizm. Murat Kılıç.
[7] Eleştiriler Hakkında Geniş bilgi için bkz.
Yılmaz Yiğit, Çağdaşlık mı, İnhiraf mı?,Kaynak A.Ş., İzmir,1994.
[8] Süleyman Hatipoğlu, Ateş Ateşle Oynuyor, Mesaj
Yayıncılık, Ankara, 1990.
[9] Orhan Kuntman, Çağdaş Tefsirdeki Çelişkiler,
Byy. 1994.
Başka eleştiriler İçin Bkz., Hüseyin Algül,
Kur`an`ı Nasıl Anlamalıyız? s.155-156, Ali Sayı; Kur`an`ı Nasıl Anlamalıyız?
s.163-164, Zeki Duman; Kur`an`ı Nasıl Anlamalıyız? s.171-174.
– Ayçe Özevin’in Doktora çalışması olarak
hazırlamış olduğu, Süleyman Ateş’in tefsiri olan ‘Yüce Kur’an-ın Çağdaş
Tefsiri’ adlı çalışmasına da bakılabilir.
[10] Çağrıcı; Mustafa Hayrettin Karaman ve
Arkadaşları, a.g.e., c. 1, s. XLIV.
[11] Örneğin Bkz. Bayraktar Bayraklı,
a.g.e., c. 1, s. 402.
[14] Öztürk; 400 Soruda İslam, Yedinci
Baskı, Yeni Boyut, İstanbul 1997, s. 46.
[15] Bu kimseler için bkz. Ateş;”Kur`an-ı
Kerîm Tefsîri”, Milliyet Gazetesi Promosyonu, İstanbul 1995,c. 1, s. 5-16.
HEDEFTEKİ CEMAATLER
HEDEFTEKİ
CEMAATLER
İran
her dönemde itikat ve fikir açısından ahtapot gibi bizi sarmış ve sarmalamıştır.
1970 yıllarında siyasi kanalla tepeden inme bir surette bizlere hakim olmaya
çalışmış, İran ve Humeyni hayranlığı bayraklaştırılmıştır.
İran
ondan bir netice alamayınca 1980 yılından itibaren yaygınlaşan cemaatler
içerisine girerek adeta kendi hakimiyetini onlar içerisinde sürdürmektedir.
Bu
açıdan Türkiye’de azımsanmayacak derecede gizli ve açık olaraktan İran
savunucuları bulunmaktadır.
Mustafa İslamoğlu, Nurettin Şirin,
Alparslan Kuytul, Haydar Baş gibi Hizbullah görünümü altında çalışmaktadırlar.
-Son günlerde; M. İslamoğlu-nun
merhum babasının ifadesiyle; evinin dört tarafını dolduran şii eserler ve o
düşüncenin bir tezahürü olan Hz. Hatice ye hakaretten dolayı kızmamızın sebebi,
aynı önemsemezliği Efendimize göstermesinden mesela Peygamberimize salâvat
getirmenin yağcılık olacağını söyleyecek kadar basitleşmesinden cesaret alan
şuursuz ve kişiliksiz kişiler, çok rahat Peygamberimize hakaret etmektedirler,
o da kendi babasına bile onda birini söyleyemeyecek sözlerle.
Oysa bu ifadeleriyle Kur’an-ı
Kerim-e muhalefet etmektedir. Âyette:” Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi
överler: Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salat ve selam getirin.”[1]
Keferenin bile ağzından kolaylıkla
çıkmayacak sözleri pervasızca söyleyebilmektedirler.
Maalesef bu densizliğe şahit
olmuşuzdur.
Bu kalitesizler güya okumuş
tiplerden.
Ancak mesele sinekler değil,
bataklıktır.
Mustafa bu bataklığa ev sahipliği
yapmaktadır.
-Fetö ise Erdoğan’ı İran
senaryosuyla vurmaya çalışırken en iyi takiyyeyi kendisi yapmış, Humeyni-ye
özenerek İran muhibliğini sürdürmüştür.
-Her cemaatin içerisinde mutlaka Mitten,
Cıa ve istihbarat örgütlerinden elemanlar vardır.
Onlara hakim olmak, fikirlerini
empoze etmek, taraftar bulmak amacıyla bunu yaparlar.
-Maalesef
bugün Fetö kötü emsal gösterilerek cemaatlere saldırılmaktadır.
Diyanet
aslı vazifesi itibarıyla, dinin inanç, ibadet ve ahlak esaslarını toplumda icra
etmek, yaşanıp yaşatılmasına öncülük etmektir.
Bununla
beraber din dışı gelişen fikir ve akımlara karşı toplumu aydınlatmaktır.
Diyanet
bu konuda pasif kaldı.
Camiler,
para toplama ve adeta hac işleriyle sınırlı kaldı.
Manadan
ziyade madde öne çıktı.
Medyada
işlenen yanlış düşüncelere cevap veremedi adeta en son duyan kendisi oldu.
Toplumu
bu konularda yeterli bilgilendirmedi ve aydınlatmadı.
Fetö-nün
menfi hareketiyle kımıldamaya başladı.
Türkiye’deki
cemaatlerle ilgili konuda bir rapor hazırladı.
Ancak
kendi bünyesinde bir birim kurup da, medyada ve toplumda yayılan düşünce, fikir
ve tartışmalara yine medya ve camiler kanalıyla cevap vermekte yetersiz kaldı.
Yeterli derecede aktif olamadı.
-Diyanetin
cemaatlerle ilgili Dini Haritasını çıkaran 226 sayfalık raporu açıklayıcıdır.[2]
-Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın gizli tarikat raporu-3: Süleymancılar için ‘istihbarat’
uyarısında dikkat çektiği husus ibretlidir.
Bu
tehlike bizzat kendi içlerinden de seslendirilmektedir.
Siyaset
ve maddi işlere giren cemaatler temiz kalamazlar.
İstikamet
muhafaza edilmelidir.
Mutlaka
harici eller bu cemaatleri karıştıracak, içten vurmaya çalışacaklardır.
Düne
kadar Cıa-nın bir şubesi olan Mit kanalıyla bulandırılmaya çalışıldığı gibi…
-Prof.
Ahmet Akgündüz, basın toplantısında; Cemaatler ve tarikatlerle ilgili olarak
Diyanet raporunda, Risale-i Nur ve diyanet başlığında;
“Tevfik
Gerçeker denen kişi, askeriyeden gelme olup âlim filan olmayan, Diyanet İşleri
Başkanı tayin ediliyor. Bu adamın özel arşivine ulaştım. 250 evraklık bir
arşiv. Bunu bilmiyordum. Diyanet’te Risale-i Nur ile ilgili aleyhte bir rapor
hazırlanmış. Bugünkü derin diyanet raporu gibi “Diyanet hazırlamamıştır”
deniliyor; ancak bunu Gerçeker itiraf ediyor. “Ben hazırlattım” diyor. Yine
aynı dönemde Mustafa Sabri Efendi adına da sahte bir Risale hazırlanmış. Peki
Risale-i Nur adına verilen menfî raporu kim hazırlamış? Neşet Çağatay…
Nihayet
1965 yılında Diyanet’teki menfî isimlerin hazırladığı bu rapora dayanarak
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Risale-i Nur’un ve Nurculuğun 163. Maddeye dahil
olduğunu ve Ağır Ceza ile yargılanmasını karara bağlamıştır. Ta ki rahmetli
Turgut Özal bu 163. Maddeyi kaldırıncaya kadar. [4]
-MİT’in
işidir yapacak, kötü niyetli ve Cıa-ya alet olmamak şartıyla.
-Bir
hatıra: 1984 yılında. İlahiyat son sınıftayız. Bu arada Üniversitede Öğretim
görevliliği için birinci şart olan İngilizceye çalışıyoruz.
Adının
Abdullah olduğunu söyleyen ve bizden iki yaş kadar büyük olan, fikri ayrılık
yaşamadığımız bekâr bir gencin iyi İngilizce bilmesi sebebiyle, şimdi Prof. olan
bir arkadaşla evine gidip İngilizce öğrenmeye başladık.
Abdullah
çok kabiliyetli biriydi. Spordan dini bilgiye kadar bir çok şeyi bilmekteydi.
Birkaç
hafta devam ettik.
Daha
sonra Malatya-daki dostlar kanalıyla onun Mit ajanı olduğunu duyunca kendisine
biraz şüpheli bakmaya başladık.
Bu
hareketimizden kendisinin deşifre olduğunu anlayan Abdullah-ı da evini de bir
daha göremedik.
Meğer
adı da Abdullah değilmiş.
Biz
bu durum üzerine rahmetli Hasan Celal Güzel gibi küfretmedik.
İran her dönemde itikat ve fikir açısından ahtapot gibi bizi sarmış ve sarmalamıştır. 1970 yıllarında siyasi kanalla tepeden inme bir surette bizlere hakim olmaya çalışmış, İran ve Humeyni hayranlığı bayraklaştırılmıştır.
İran
ondan bir netice alamayınca 1980 yılından itibaren yaygınlaşan cemaatler
içerisine girerek adeta kendi hakimiyetini onlar içerisinde sürdürmektedir.
Bu
açıdan Türkiye’de azımsanmayacak derecede gizli ve açık olaraktan İran
savunucuları bulunmaktadır.
Mustafa İslamoğlu, Nurettin Şirin,
Alparslan Kuytul, Haydar Baş gibi Hizbullah görünümü altında çalışmaktadırlar.
-Son günlerde; M. İslamoğlu-nun
merhum babasının ifadesiyle; evinin dört tarafını dolduran şii eserler ve o
düşüncenin bir tezahürü olan Hz. Hatice ye hakaretten dolayı kızmamızın sebebi,
aynı önemsemezliği Efendimize göstermesinden mesela Peygamberimize salâvat
getirmenin yağcılık olacağını söyleyecek kadar basitleşmesinden cesaret alan
şuursuz ve kişiliksiz kişiler, çok rahat Peygamberimize hakaret etmektedirler,
o da kendi babasına bile onda birini söyleyemeyecek sözlerle.
Oysa bu ifadeleriyle Kur’an-ı
Kerim-e muhalefet etmektedir. Âyette:” Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi
överler: Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salat ve selam getirin.”[1]
Keferenin bile ağzından kolaylıkla
çıkmayacak sözleri pervasızca söyleyebilmektedirler.
Maalesef bu densizliğe şahit
olmuşuzdur.
Bu kalitesizler güya okumuş
tiplerden.
Ancak mesele sinekler değil,
bataklıktır.
Mustafa bu bataklığa ev sahipliği
yapmaktadır.
-Fetö ise Erdoğan’ı İran
senaryosuyla vurmaya çalışırken en iyi takiyyeyi kendisi yapmış, Humeyni-ye
özenerek İran muhibliğini sürdürmüştür.
-Her cemaatin içerisinde mutlaka Mitten,
Cıa ve istihbarat örgütlerinden elemanlar vardır.
Onlara hakim olmak, fikirlerini
empoze etmek, taraftar bulmak amacıyla bunu yaparlar.
-Maalesef
bugün Fetö kötü emsal gösterilerek cemaatlere saldırılmaktadır.
Diyanet
aslı vazifesi itibarıyla, dinin inanç, ibadet ve ahlak esaslarını toplumda icra
etmek, yaşanıp yaşatılmasına öncülük etmektir.
Bununla
beraber din dışı gelişen fikir ve akımlara karşı toplumu aydınlatmaktır.
Diyanet
bu konuda pasif kaldı.
Camiler,
para toplama ve adeta hac işleriyle sınırlı kaldı.
Manadan
ziyade madde öne çıktı.
Medyada
işlenen yanlış düşüncelere cevap veremedi adeta en son duyan kendisi oldu.
Toplumu
bu konularda yeterli bilgilendirmedi ve aydınlatmadı.
Fetö-nün
menfi hareketiyle kımıldamaya başladı.
Türkiye’deki
cemaatlerle ilgili konuda bir rapor hazırladı.
Ancak
kendi bünyesinde bir birim kurup da, medyada ve toplumda yayılan düşünce, fikir
ve tartışmalara yine medya ve camiler kanalıyla cevap vermekte yetersiz kaldı.
Yeterli derecede aktif olamadı.
-Diyanetin
cemaatlerle ilgili Dini Haritasını çıkaran 226 sayfalık raporu açıklayıcıdır.[2]
-Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın gizli tarikat raporu-3: Süleymancılar için ‘istihbarat’
uyarısında dikkat çektiği husus ibretlidir.
Bu
tehlike bizzat kendi içlerinden de seslendirilmektedir.
Siyaset
ve maddi işlere giren cemaatler temiz kalamazlar.
İstikamet
muhafaza edilmelidir.
Mutlaka
harici eller bu cemaatleri karıştıracak, içten vurmaya çalışacaklardır.
Düne
kadar Cıa-nın bir şubesi olan Mit kanalıyla bulandırılmaya çalışıldığı gibi…
-Prof.
Ahmet Akgündüz, basın toplantısında; Cemaatler ve tarikatlerle ilgili olarak
Diyanet raporunda, Risale-i Nur ve diyanet başlığında;
“Tevfik
Gerçeker denen kişi, askeriyeden gelme olup âlim filan olmayan, Diyanet İşleri
Başkanı tayin ediliyor. Bu adamın özel arşivine ulaştım. 250 evraklık bir
arşiv. Bunu bilmiyordum. Diyanet’te Risale-i Nur ile ilgili aleyhte bir rapor
hazırlanmış. Bugünkü derin diyanet raporu gibi “Diyanet hazırlamamıştır”
deniliyor; ancak bunu Gerçeker itiraf ediyor. “Ben hazırlattım” diyor. Yine
aynı dönemde Mustafa Sabri Efendi adına da sahte bir Risale hazırlanmış. Peki
Risale-i Nur adına verilen menfî raporu kim hazırlamış? Neşet Çağatay…
Nihayet
1965 yılında Diyanet’teki menfî isimlerin hazırladığı bu rapora dayanarak
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Risale-i Nur’un ve Nurculuğun 163. Maddeye dahil
olduğunu ve Ağır Ceza ile yargılanmasını karara bağlamıştır. Ta ki rahmetli
Turgut Özal bu 163. Maddeyi kaldırıncaya kadar. [4]
-MİT’in
işidir yapacak, kötü niyetli ve Cıa-ya alet olmamak şartıyla.
-Bir
hatıra: 1984 yılında. İlahiyat son sınıftayız. Bu arada Üniversitede Öğretim
görevliliği için birinci şart olan İngilizceye çalışıyoruz.
Adının
Abdullah olduğunu söyleyen ve bizden iki yaş kadar büyük olan, fikri ayrılık
yaşamadığımız bekâr bir gencin iyi İngilizce bilmesi sebebiyle, şimdi Prof. olan
bir arkadaşla evine gidip İngilizce öğrenmeye başladık.
Abdullah
çok kabiliyetli biriydi. Spordan dini bilgiye kadar bir çok şeyi bilmekteydi.
Birkaç
hafta devam ettik.
Daha
sonra Malatya-daki dostlar kanalıyla onun Mit ajanı olduğunu duyunca kendisine
biraz şüpheli bakmaya başladık.
Bu
hareketimizden kendisinin deşifre olduğunu anlayan Abdullah-ı da evini de bir
daha göremedik.
Meğer
adı da Abdullah değilmiş.
Biz
bu durum üzerine rahmetli Hasan Celal Güzel gibi küfretmedik.
İnsan
gideceği yere yaklaşıp, bulunduğu yerden uzaklaştıkça, bu dünyanın fani
olduğunu daha iyi anlıyor.
Toprak
çekiyor.
Ana
vatan.. Baba vatan.. Ata vatan..
Hem
ana tarafından hem de baba tarafından oralı olmuş olmak, yüzün hep o tarafa
çevrili kalmasına sebeb oluyor.
Bir
özlem, bir hasret, bir heves, bir iştiyak ve bir teveccüh oluyor.
İnsan
ilgi duyuyor.
Tıpkı
yıllardır asli vatanından, memleketinden, toprağından, yurdundan,
akrabalarından, gezip büyüdüğü yerlerden uzun süre uzak kalmış olan birinin,
bir bayram ziyareti sebebiyle, kalkıp memleketine doğru yola çıkmasını düşünün.
Hazırlık
safhasından, yolculuk süresine ve varış anına kadar ki o hali varın siz tasavvur
edin.
Birde
vardığınız yerde karşılanmanız ve onları karşılamanız.
Arabadan
indiğinizde toprağı öpmekten, evinizin bahçesindeki çocukluğunuzun geçtiği
ağaca sarılmanız, kapının önündeki karabaştan, ahırdaki uzun kulaklı karakaçana
kadar hepsiyle hasret giderirsiniz.
Tanıdıklarınızla
eski günleri yadedersiniz.
Çektiğiniz
sancılar bile birer anı olmuştur.
Kırdığınız
ayağınız bile değer bulmuştur.
Kavga
edip birbirinizin ağzını burnunu kırdığınız sınıf arkadaşınız bile aranır
olmuştur.
Aaah
o eski günler.. Vah memleketim.
-İnsan
bir memlekete gidince bir enis ve dost arar. Tanıdık bir sima ister.
Aslında
dünya her yönüyle bize yabancı ve de yabani.
Cennet
ise atamızın ana vatanı olduğu için inşallah yabancılık çekmeyiz.
Yabancı
ve yabaniler cehenneme gideceğinden, iman cihetiyle kardeşimiz olan
cennettekilerle tam bir dostluk içerisinde ayrıldığımız yurda geri dönmüş
oluruz.
Madem
öyleydi de niye geldik bu bela ve sürgün yerine?
-Mehmet
Kırkıncı hocaya birisi; Hocam, keşke atamız Adem cennette suç işleyip de
dünyaya gelmeseydi? deyince cevaben;
-Oğlum
daha iyi ya. Bak gelirken iki kişi olarak dünyaya geldiler. Giderken
milyarlarca olarak gidiyorlar?
Kim
daha kârlı?
-Okula
herkes kaydolabilir ancak herkes bitiremez.
Dünya
okuluna imtihan için gelenler notunu, takdirname veya tasdiknamesini aldıktan
sonra buradan gitmektedir.
***********
Büyük
ve külli bir proje insan projesi.
Beni
bana bildirdi.
Kendisini
bana bildirdi.
Alemi
bana bildirdi.
Beni
aleme bildirdi.
Kâinatı
bende yerleştirdi.
Beni
kâinatta yerleştirdi.
Okyanusu
bendeki damlaya koydu.
Bir
damla olan beni kâinat okyanusuna derc edip yerleştirdi.
Tatlı
ve tuzlu iki denizi birbirine katıp engel ve perde koyarak karıştırmayan Allah,
alemleri birbirine katarken de karıştırmadı.
Ayrı
ayrı alemler, alem içinde kaldı.
MEHMET
ÖZÇELİK
07-08-2019
SÜT KARDEŞLER
SÜT
KARDEŞLER
21.
Asır aynı memeden süt emen kardeşlerin buluştuğu asırdır.
Hz.
Adem-den bu yana aynı kanı taşıyan, aynı zihniyet ve kaynaktan beslenenlerin
bir araya geldiği bir asırdır bu asır.
Birini
Habil-in diğerini Kabil-in tuttuğu, birini Firavun-un diğerini Hz. Musa-nın
gittiği yoldur bu yol.
Selahaddin-i
Eyyubi ile Haçlı zihniyet silsilesinin devamıdır bu asır.
Yani
imanla küfrün mücadelesi bu asırda tüm vuzuhuyla kendisini göstermektedir.
Bu
asır asırların havuzunu oluşturmaktadır.
Aynı
tinette olanlar aynı havuzda buluşmaktadırlar.
*************
İngilizler 1510-11 yıllarında Şahkulu İsyanı’nı da Şah İsmail’in Osmanlı
karşıtı
faaliyetleriyle aynı
dönemde Osmanlı yanında Safevî Devleti ile de ilgileniyordu. Bu
konuda Papaz John Carthright; “Türkler ile Farsların savaşları sadece uzun ve kanlı
olmayıp aynı zamanda, Hıristiyan topluluğu için oldukça verimli ve karlı olmuştur.
Zira bu savaşlar Hıristiyan nüfusun kendini toparlamasına ve güçlenmesine imkân
sağlamıştır”
Önemli
ilgi sebebi ise; Safevî
bölgesi genellikle Portekiz, Hollanda ve İngilizlerin Asya’daki topraklarına
geçmek için kullandıkları güzergâhta idi.
-Erdebili okulu 3 kuşak sonra Şiiliğe geçip, Şah İsmail-e
de katılmıştır.
************
Suriye bugünkü duruma birden
gelmedi.
50 yıllık bir macera entrikanın
sonunda gelmiştir.
Şimdiki Esad-ın babası Hafız Esad-ın
bir darbe ile 1971 yılında yetkiyi elinde bulundurarak sürdürmüştür.
Suriye-de olduğu gibi, orta doğuda
yapılan uygulama; azınlıkları çoğunluklar üzerinde hakim kılmaktır.
Türkiye-de de bir asırdır uygulanan
ve uygulamaya çalışılan yöntem budur.
Ta ki memnuniyetsiz bir toplum
oluşturarak, sürekli kavgalı hali sürdürmektir.
Yüzde sekiz olan Nusayriler yüzde
92- yi idareye memur edilmişti.
Orada da çoklukla bulunan ermeniler
ve bir kısım hristiyanlar bizde olduğu gibi, terörde ve bu günkü hale gelmede
etkili olmuştur.
Esad-ın hakimiyeti ordu üzerinde
idi.
Abd ise bu kargaşadan istifade ile,
sürekli Rusya-yı düşman göstererek orta doğuda yerini perçinlemeye çalışmıştır.
Bize olan hakimiyetini de böyle
sürdürmüş, göstermelik bir Nato-ya alarak her on yılda bir bizi budamak üzere
darbelerin önünü açmış olmaktadır.
Abd-nin bizdeki hesabı; Öldürmeyin,
solmaması için sulayın ancak gelişmesi halinde budayın.
**************
-Orgeneral Leonid İvaşov: 15
Temmuz’u ABD istihbaratı yaptı.
Şanghay İşbirliği Örgütü
kurucularından Orgeneral Leonid İvaşov, A Haber’de yayınlanan Yaz Boz
programında Türkiye-Rusya ilişkileri ve FETÖ hakkında çarpıcı açıklamalarda
bulundu. “Batı’nın işgal planında Suriye’den sonra İran, İran’dan sonra da
Türkiye var” diyen Rus general Ivaşov, “15 Temmuz ABD’nin parmağı olmadan
asla olamazdı” diye konuştu… Ivaşov, ABD’nin Türkiye’yi içerden
karıştırmaya çalıştığını söyledi ve “15 Temmuz’da bir ABD erinin bir Türk
generaline emir vermesi zoruma gitti” dedi.[1]
-Ta 1993
yılında Abd ve Japon savaşından bahsedilmektedir.
Abd her dönemde
kabadayılığını sürdürmüş, köprüye yerleştirdiği Coni-leriyle geçenden 10 dolar,
geçmeyenden 20 dolar almıştır.
-ABD bunalımda. Psikolojikmen ve de
ekonomikmen.
Bir yılda 250 saldırı yapılmış.
Rast gele girdiği yeri tarayıp,
onlarca kişiyi çok rahat öldürebiliyor.
Devletleri yıkan ABD, kendisi de
içten yıkılacaktır.
-Jim Jones liderliğindeki 900 taraftarı 1978 yılında topluca
intihar etti.
-Herff Applewhite ve takipçileri UFO’ların geleceğine inanarak
topluca intihar ettiler.
Akıttığı bu kanlar onu boğacaktır.
*******************
O gün kozmik odada
neler oldu? MİT’ten anında müdahale.
İstanbul’da 31 Mart
seçimlerindeki en tartışmalı konularından biri, Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını
aldıktan 1 gün sonra büyükşehir belediyesinin “kozmik odası”na girilmesi
talimatını vermesiydi. MİT, TSK ve polisi de alarma geçiren o kritik günlerde
yaşananların ayrıntılarına ulaşıldı.
…SİSTEMDE KRİTİK
BİLGİLER MEVCUT.
İBB Bilgi İşlem
Dairesi, Maliye Bakanlığı’ndan sonra en fazla kayıt üreten kurum. Kopyalanmak
istenen verilerin içinde vatandaşların tapu kayıtları, kimlik bilgileri ve
banka kayıtları da var, İstanbul’da yalnızca güvenlik kurumları tarafından
bilinmesi gereken telsiz röle sisteminin detayları da. Ayrıca alt yapının
kopyalanması durumunda diğer kurumlara sağlanan teknik desteğin izlerinin
sürülmesi riski var. Çoklu güvenlik sistemi ile korunan veriler arasında
Cumhurbaşkanlığına ait datalar da mevcut.”[2]
-Fetö
ve devamının kozmik hassasiyeti.
Türkiyenin
beyni kozmik odayı kopyalayan fetö, ikinci kozmik oda olan İbb-de bunu neden
yapıyor?
Yoksa,
Kozmik odada kopyalamadan sonra pkk içinde gizli eleman olarak bulunan mit
elemanı 813 kişi pkk tarafından infaz edildi.[3]
-Acaba
İbb- deki kopyalamadan sonra bir yerlerdeki mit- özel harekatlılar infaz mı
edilecekti?
Cumhurbaşkanı
bu konuya el atmalı. Soruşturma yapılmalı, kozmik odaya giriş engellenmelidir.
-Türkiye-nin
içindeki oyun, dışındakinden daha büyük ve de daha da tehlikelidir.
-Adnan Oktar Silahlı
Suç Örgütü iddianamesinde, örgüt lideri Adnan Oktar ve örgüt mensuplarının bir
casusluk faaliyeti içerisinde olduğu, uluslararası istihbarat örgütleriyle
bağlarının olduğu ve örgüt içinde gizliliğin hâkim olduğuna dair bilgiler
itirafçı ifadelerinde yer aldı. Örgüt yöneticileri şüpheliler Ulviye Didem Ürer, Yeliz Sucu, Merve Büyükbayrak ve
Sinem Tezyapar’ın örgütün uluslararası casusluk ağında elde ettikleri bilgileri
Adnan Oktar’ın talimatıyla sakladığı da ortaya çıktı..”[4]
-Maalesef
Türkiyede koparılan yaygaralar; 50 yıllık hatta bir asırlık kirlenme, boşluk,
ihmal ve ihanetleri, bunca hesapları Erdoğana yükleme basiretsizliği ve
sorumsuzluğudur.
-Allah’ın
kudret sıfatıyla vücuda gelen Kainattaki oluşumda nasıl ki her bir cirim
kendilerine verilen bir emirle, nasıl yerli yerine oturmuş, ayrılması mümkün
değilse, aynen öylede, Allah’ın kelam sıfatından gelen Kur’an’ı Kerim’deki her
bir harfinde yerli yerine yerleşmesi ve yerinden ayrılmayıp sonsuza dek yerini
muhafaza etmesi de öyle bir hakikattir.
-İnsanların
ilmi nihai ve tam değildir.
Kendilerinin
değişkenliği gibi, bilgileri de değişkendir.
Akıl
kıtlığı, idrak yetersizliği, düşünce eksikliği, bilgiye ulaşamama ve kalb
bulanıklığı gibi sebepler, ilmin hakikatine engeldir.
Kendisi
Hak ve Hakikat olan Allah’ın, ilmide hakikatin ta kendisidir.
Çünkü
ihata vardır.
Gerek
O’nda ve gerekse O’nun haricince hakiki ve tam manasında hakikat aranmaz ve
bulunmaz.
Hak
O’dur ve Hakikat O’nda ve O’ndandır.
*****************
Yunanlı
olan Kusta b. Luka ruhu şöyle tanımlar;”Ruh, kalpten
başlayarak damarlar kanalıyla insan bedeninde yayılan latif (maddesi yoğun
olmayan) bir cisimdir, ki beyinden çıkarak sinirler aracılığı ile hareket ve
duyumu (hiss) gerçekleştiren canlılık (hayat), teneffüs ve nabız onun etkisi
ile meydana gelir.
….İnsanın
canlılığının ruh sayesinde olduğunun delili, ölüm anında hırıltı, esneme ve
yüksek nefes ile birlikte ruhun çıkışına; çenenin, ağzın, dudakların ve göğsün
hareketinin görüntüleridir. Bu görüntüler hırıltı, esneme ve sık sık nefes alma
(yüksek nefes) ile birlikte oıtaya çıkar. Halk bu hali “Nez’a (sekaret
hali)” diye adlandırır.
Ruhun
bedenden çıkması, yine havanın bedene girdiği yollarla olur.
İnsan
bedeninde bulunan ruh (aslında) iki tanedir. Birisine hayvani ruh denir; bunun
maddesi hava olup kaynağı da kalptir. Atar damarlar sayesinde insanın bütün
bedenine yayılır. Canlılığı, nabzı ve nefes alıpvermeyi sağlar. Diğerine
nefsanı (ruh) denir. Maddesi hayvanı ruh, kaynağı beyindir. Bizzat beyin
kendisi düşünme, hatıriama ve dikkati gerçekleştirir. Bu ruh beyinden sinirler
aracılığı ile bütün diğer organıara yayılır, duyumu ve hareketi gerçekleştirir.
İnsan
bedeni, kemikler, kıkırdaklar, sinirler, damarlar ve benzerlerinden ibaret olan
katı şeylerden, dört karışım, yani iki safra (sarı ve kara) kan ve balgamdan
ibaret olan sıvı şeylerden, beynin boşluklarında, damarlarda ve sinirlerde
dolaşan ruhtan oluşmuş bir bileşiktir. Ruh bu parçaların en incesi, en latifi
ve en safıdır.[1]
***************
Bazen
karanlık ve fırtına içinde, yalnız ve canavarların içerisinde kendinizi
tahayyül ve düşününüz.
Birde
buna tüm sevdiklerinizi ve yakınlarınızı da ekleyiniz.
Yunus
Peygamberin balığın karnındaki durumundan daha dehşetli bir hal.
İşte
böyle dehşetli bir halden daha dehşetli olanı ise, insanın kendisini sahipsiz
ve başıboş zannetmesi ve inanmasıdır.
Yaratılmadan
önceki durumuna ne diyecektir?
Öldükten
sonra kabir hayatındaki yalnız başına kalışına ne kulp takacaktır?
Hele
birde ahirete ve tekrar yaratılacağına da inanmıyor ise, bu insan nasıl bir
hayat sürecektir?
Böyle
bir hayata da hayat denilebilecek midir?
Bizler
O’nunla varız, var olacağız ve varlığımızı ancak ve ancak O’nunla devam
ettireceğiz.
-O’na
olan iman bize güven veriyor. O Emn ve Emandır.
İman
güvendir. Mü’min güvendedir.
Şu
uçsuz bucaksız kâinatta, boşlukta yüzen şu dünyamızda, güvenle gidip rahat
yaşıyor, korkmuyorsak, O’na olan güvenimizdir.
-“Hâlbuki
Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin îmân etmesi mümkün değildir. (Fakat O,
irâdesini îmâna sarf eden kullarını hidâyete muvaffak kılar.) Azâbı (pisliği)
ise, akıllarını kullanmayan (îmânsız)lara verir.”[2]
-”
Kum taneciklerinin sayıya, gelmeyecek kadar sonsuz olduğunu düşünenler vardır. Bazıları ise sayılabilseler bile, bilinen
hiçbir sayının bunun için yeterli büyüklükte olmadığına inanır. Ama ben size
sadece Dünyayı değil evreni de doldurup taşıracak kadar çok miktarda kum
taneciğini simgeleyen sayılar göstermeye çalışacağım.” Arkhimedes (MÖ 287-212)
-Evrende belki de 100 milyar gökada ve 10 milyar
trilyon yıldız olabileceğini söyledim. Kozmos hakkında konuşurken büyük sayılar
kullanmamak kolay değil.” Carl Sagan
– Evrenin muhteşem büyüklüğü ne kadar olağanüstü ve
şaşırtıcı bir düzen içinde! Ne kadar çok güneş, ne kadar çok dünya…!Christiaan
Huygens
MEHMET
ÖZÇELİK
04-08-2019
[1]Bak.KUSTA B. LUKA VE RUH İLE NEFS ARASINDAKİ AYIRIM ADLI
KİTABI
Prof. Dr. Hüseyin AYDIN.
Bir
asırdır belki de en büyük kaybımız kendi farkımıza varamayışımızdır.
Geçmişten
habersiz yaşamamızdır.
Sürekli
baskı, korku, tehditler içerisinde geçen içe sinmişlikten, içe kapanmışlıktan
bir türlü kurtulamayışımızdır.
Tıpkı
koyunlar içerisinde büyüyen aslan yavrusu gibi.
Bir
asırdır melemekteyiz.
Bir
türlü kükremeye mecali bulamamaktayız.
Bulmaya
çalışırken engellenmemiz, daha kötüsü içteki basiretsiz ve eziklerin bu
ezikliklerini sürdürme hevesleridir.
***************
Düşüncesini,
ideolojisini, mücadelesini müsbet tenkid olmaksızın Erdoğan üzerine sürdüren
bir insan; kör, sağır, basiretsiz ve kişiliksiz bir insandır.
Akli
ve vicdani olmaksızın tamamen hissi ve hevesi hareket eden bir insandır.
Haçlı
zihniyetine hizmet etmektedir.
Bu
fetönün Erdoğan-ı firavun olarak addetmesiyle başlayan büyük oyunun devamıdır.
Yüz
sene önceki seviyesiz, akılsız ve basiretsiz insanların; Abdülhamid bir gitsin,
ondan sonra düşünürüz.
Kişiliği
gelişmemiş bu insanlar sadece kendilerini değil, Türkiye-yi de bir asır
öncesine götürüp kişiliksizleştirmeye çalışmaktadır.
Bunlara
kişilik ağır gelmektedir.
Bir
asırlık ezikliği hala sürmekte, kendine gelip de kişiliğini
kazanamamaktadırlar.
Müsbet
tenkid yapamamakta, proje üretememekte, alternatif sunamamaktadır.
Aklı
kısır, kalbi bulanık, vicdanı sönüktür.
Şahıslar
fanidir, baki değildir. Faniler üzerine propağandasını ve ideolojisini bina
eden insanlar, fani ve zelildirler.
Mesele
Erdoğan meselesi değildir. Bu biline…
-On
asır önce bu günü görüp ona göre davranan ecdadın aksine, bu günden geleceği
göremeyerek saray üzerinden, köprü üzerinden, Çamlıca camii üzerinden
saldıracak kadar kıt, kısır ve sığ bir insandır.
Hatta
daha dehşetlisi; basiretsizce zalim olan Saddam-ı sadece götürmek üzerine
hareket eden Irak-ın bu gün ağlaması ve her gün ölümlerin sürmesi gibi.3-08-
Aynı
kişiliksiz oyun bugünde ve bizde de sürmektedir.
-O
kişiliğinin gelişememesinden dolayı ABD-ye kendisini teslim etmektedir.
Her
dediğine Evet dememe zamanı iken, ezikliğini sergilemektedir.
Amerika’ya
rest çekme ve dirsek gösterme zamanı iken, yolunu açmak için ona piyonluk
yapmaktadır.