DERİN DİN

DERİN DİN 

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[1]

Hak Dinler her zaman için ya ortadan kaldırılmaya, ya yaşanılmama ve sulandırılma tehdidi ile karşı karşıya kalmıştır.

Yani tehdit sadece dış kaynaklı değil belki ondan daha tehlikelisi iç tehditlerle karşı karşıya kalmasıdır.

Ya inanılmış veya inkâr edilmiştir.

Veyahut da ahmakane, hainane, cahilane bir surette yıpratılmış, tahrif edilmiştir.

-İslamoğlu gibilerin tarzı; isbat üzerine değil, inkar ve red üzerine kuruludur.

Ümmetin icmaı değil, ferdi bir çıkıştır.

Konuşulup kabul görmemiş, söyleyenin adı bile zikredilmeden, zayıf görüşü ifade eden Kıle yani denilmiş ifadesiyle gündemden çıkmış görüşlerin, alt yapısı olmayan, cilalanarak  yeni versiyon diye sunulan ve muteber olmayan görüşlerdir.

Üretime yani katkıya yönelik değil, tüketime yöneliktir.

İslama katkısı olmayıp, islamı katletmektedir.

Rahmete değil zahmete yönelik, ittifaka değil ihtilafa yönelik, pek de seviye gerektirmeyen çıkışlardır.

Aslında bu bir projedir.

Ağacın içindeki kurt, baltanın başındaki sap gibidir.

Evveli şaibeli ve sıkıntılı olanların işidir.

Kendisini bile temsil edemeyenlerin, islamı temsile yeltenmeleridir.

1400 senedir süre gelen ehli sünnet çizgisinden sapmış, sapıtmış, sapkın çıkışlardır.

Dün bu sapık iddiada olanlar sessizliğe büründüler. Zillete mahkum oldular.

Tarihte bir leke olarak kaldılar. Hayırla yâdedilmediler.

Hayırsız olarak kaldılar.

Köksüz olan görüşler, hiçbir zaman kök tutamazlar.

-Hazreti Enes’ten rivâyete göre Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Üç kişiye merhamet ediniz, acıyınız: Fakirleşmiş bir kavmin zengini, zelîl olmuş bir kavmin azîzi (büyüğü, reîsi) ve câhillerin oynaştıkları, maskaralığa aldıkları fakîh.” 

-“Eğer Rabb’in dileseydi, bütün insanları tek bir ümmet yapardı. Fakat insanlar  sürekli olarak ihtilafa düşüyorlar. Yalnız Rabbinin rahmet ederek ihtilaftan sakındırdıkları müstesnâ…”[2]

-Şu âyetler de aynı anlamdadır:

-“Çünkü Allah, kitabı gerçekle indirmiştir: Kitab hakkında ihtilâfa düşenler

derin bir anlaşmazlığa saplanmışlardır.”[3]

-“Kendilerine kitab verilenler, onlara ilim geldikten sonra sırf aralarındaki

kıskançlıktan dolayı ihtilâfa düştüler.”[4]

-“Sakın kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa saplanıp ihtilafa

düşenler gibi olmayınız.”[5]

-“Dinlerinde ayrılığa düşüp gurup gurup bölünenlere Sen’in yapacağın hiç bir

şey yoktur.”[6]

Öte yandan Allah Teâlâ hristiyanlar arasındaki ihtilafı anlatırken şöyle

buyuruyor:

-“Bu yüzden Kıyamet gününe kadar aralarına kin ve düşmanlık saldık. Allah

ilerde onlara ne yaptıklarını bir bir haber verecektir.”[7]

Yahudiler arasındaki ihtilaf da Kur’an’ın iki yerinde şöyle anlatılıyor:

-“Biz onların arasına Kıyamet gününe kadar sürecek kin ve düşmanlık saldık.

Ne zaman bir savaş ateşi yaksalar Allah onu söndürür.”[8]

-“Fakat onlar dinleri konusunda çeşitli guruplara bölünüp parçalandılar. Her

gurup kendi inancı ile böbürlenir oldu.”[9]

Öte yandan Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“İleride ümmetinin yetmiş üç guruba ayrılacağını, Bu gurup, bu gün Benim ve sahabilerimin yolundan gidenler olduğunu, buyurmuştur.

-Hak geldikten sonra, batıl olanlar ayrıldılar ve ayrıştırıldılar.

“Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.

Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.”[10]

Mehmet ÖZÇELİK

19-11-2017

[1] Ahzab 36.

[2] Hud: 118-119.

[3] Bakara: 176.

[4] Âl-i İmran: 19.

[5] Âl-i İmran: 105.

[6] En’am: 159.

[7] Mâide:14.

[8] Mâide: 64.

[9] Mü’minun: 53.

[10] Beyyine.4-5.




HAŞHAŞİ

HAŞHAŞİ

Med cezir, inişli çıkışlı, gel gitli bir hayat

Melekle şeytan, nefisle kalbin, bedenle ruhun, akılla midenin arasındaki gel gitler.

Cennetle cehennem arasında dokunan mekikler.

…şeytan insanı hatta insanları yemeye çalışıyor.

Aç gözlü.. doyumsuz.. hırslı.. aynı zamanda haris yani cehennem bekçisi,

Sonuçta cehennem ona ve o cehenneme muntazır…

-Mısırda İhvanı müslimini temsilen Seyyid Kutup Kral Faruku yıkmak için Cemal Abdunnasır ile ortaklık yaptı.

Yıktı da…

Abdunnasır başa geçer geçmez 40 bin ihvanı müslimini idam etti, hapislere attırdı.

Bu gün Fetö milyonların harcanmasına sebeb olmuştur.

Tarih hep tekerrür ediyor.

Bu ise siyaset cephesinden, devlet iktidarına doğrudan veya dolaylı olarak talip olunmasından kaynaklanmaktadır.

-İzmir’de tutuklu bulunan ve ABD’nin üst düzey ajanlarından olduğu belirtilen Papaz Andrew Brunson’a ait kayıtta, papazın gence ABD’de özel harp asker ve subaylarının kullandığı bir su arıtma cihazı, 5 gün aç kalması halinde bile yüksek kalori alabileceği haplar ile soğuk ve sıcağa dayanıklı özel bir fular verdiği anlaşılıyor. Brunson 6 yıl öncesine ait ses kaydında gence, 15 Temmuz 2016’da yapılacak darbe girişimine atıfta bulunurcasına, “2016 yılında yaz aylarında büyük bir deprem olacak. Bunları önemli ve her an bulabileceğin bir yere sakla. O depremden sonra İstanbul ABD Konsolosluğuna benim yanıma gel” diyor.[1]

-Abd ile oluşan kriz, yüz yıllık bağlarımızı çözmek için bir fırsattır.

FBI Ajanı Paul Wıllıams anlatıyor, yaz bozda; Yıllarca Fetöyü Araştırdığını ve sonucu şöyle değerlendiriyor; Cıa-Fetö-Uyuşturucu üçgeni.

Ajan ifadesinde; Cıa uyuşturucudan elde ettiği paralarla Fetöyü destekliyor ve özellikle orta asyada onun okullarını kullanıyor.

Fetönün okulları Cıanın o ülkeyi işgal kapısıdır.

Aynen bu ajan Deaşı biz kurduk, diyor.

Trumpun Obama kurdu, dediği gibi.

-Gündem kasıtlı olarak atatürkçülükle değiştiriliyor.

Tıpkı ayasofyanın camiye çevrilmesinin gündemde iken, nazarları ve fikirleri bulandırarak gündemin değiştirilmesi gibi….

-Abd.nin 17.25 aralığını yaşanıyor.

Dünyayı değiştirmeye çalışan abd, içten içe oyularak, değiştirilmeye çalışılıyor.

Ettiğini bulacak, çektirdiklerini çekecek.

Bir asırdır gizli ve münafıkane oynanan oyun, bugün yoruma gerek bile görülmeden, ihanet açıkça görünmektedir.

Bunu görmeyip de hala birliğimizi bozacak girişimlerde bulunup muhalefet edenler, sadece kör, sadece sağır, sadece de dilsiz değil, insan ismine bile layık değillerdir.

İçimizdeki bir asırlık kriptolar aktif olarak devrededirler.

Devlet olarak israil ve onun hamisi olan abd, teröre ve teröriste destek olması ve kurmasıyla, terör devleti olduğu belgeleriyle tescil edilmiştir.

Bu amaçla batıyı, almanya gibi devletleri de kullanmaktadır.

 

[1] http://www.aksam.com.tr/guncel/abdli-papazin-sok-ses-kaydi-ortaya-cikti/haber-668613

 




RABBİM BİZİ GERİ GÖNDER

RABBİM BİZİ GERİ GÖNDER

Dünya imtihanına gönderilen insanlar, imtihanları ve vazifeleri bittikten sonra, kendilerini yaratıp gönderen Rabbi Kerimlerine döneceklerdir.

Ya Aziz olarak ya da Zelil olarak…

İman küfür mücadelesi Hz. Âdemden kıyamete kadar devam etmektedir.

Bu gün dünyada hala önemli çapta ateist olan ülkeler bulunmaktadır.

Çin.% 67, Japonya. % 29, Hong Kong. % 30, Türkiye. % 6, İran. % 4..[1]

Bediüzzamanın deyimiyle, kâfirin bu dünyadaki manevi cehennemi, asi bir müminin ahiretteki maddi cehenneminden daha dehşetlidir.

Oysa bu durumda dünya ve ahiretini kaybetmiş olduğunun farkında değil.

-“Günahlar, hayat-ı ebediye de daimî hastalıklardır.”[2]

Bu hastalıklar salgınlaşıp, manevi ve toplumsal hastalıkları da beraberinde getirmektedir.

“Şahs-ı zahirisinin hatasıyla şahs-ı manevisi hasta olduğu…”[3]

-Cehennem suyu şifalı sulardandır ancak imansızlığı tedavi etmeyip, acısını azaltıyor.

-Dünyadaki binlerce batıl inancın devamını sağlayan sebep, atalarını yanlış yolda bulup, körü körüne taklid edip, devam ettirilmeleridir.[4]

-Abdullah ibn-i Amr ibn As (r.anh)’den rivayet edilmiştir: Bir gün Rasulullah (s.a.v.) ‘namaz’dan söz etmiş ve şöyle demiştir:”

“Kim namazına devam ederse bu namaz kıyamet gününde onun için (karanlığa karşı) nur, (doğruluğuna) delil ve (azabtan) kurtuluş olur. Kim namazına devam etmezse onun nuru, delili ve kurtuluşu olmaz. O kimse kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve Ubey İbn Halef ile beraber olur”[5]

Karunla beraber olması mala düşkün olması, zenginliği Allahtan değil kendisinden bilmesi, Firavunla beraber olması güç sahibi olması, Hamanla beraber olması, yöneticiliğinin namaza engel teşkil etmesi, Übey ibni Halefle olması, tüccar olan Übey gibi ticaretinin ibadetine mani olmasındandır.

-Mümin için afv ve mağfiret söz konusu iken, kâfir için bu durum artık bitmiştir.

Müminlerde üç türlü muamele görürler;

-Ya ayıbı yüzüne vurulup cezalandırılır, af etmeden. Bu ise gerekendir.

Afv, ayıbı yüzüne vurarak, cezalandırmayıp bağışlar.

Mağfiret ise, yüzüne vurmadan bağışlar.

Bakara suresinin sonundaki gibi; Va’fuanna, vağfirlena..

-“ (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek: “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?”[6]

Ahirette iman etmeyenler, hayvanların cesedlerinin toprak olduğunu gördüklerinde şöyle diyeceklerdir;

“Şüphesiz biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve inkârcının, “Keşke toprak olaydım!” diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık.”[7]

“De ki: “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.

Suçlular, Rablerinin huzurunda boyunlarını büküp, “Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, salih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız” dedikleri vakit, (onları) bir görsen!

Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, “Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım” sözüm gerçekleşecektir.”[8]

“Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”[9]

Dönüşü olmayan bir hayata gitmekteyiz.

Rabbim! Bizi tekrar geri gönder, bak nasıl iyi amelde bulunacağız, sözünün geçerli olmadığı bir gidişe sevk olunmaktayız.

Dünya sınavının tekrarı yok.

Neyiz? Ne olduk? Ne olmaktayız?

Hangi atmosferdeyiz?

******************   

“YA RESÛLALLAH! HANZALA MÜNAFIK OLDU!”

Hanzala ibni Rebî r.a. anlatıyor:
“Resûl-i Ekrem s.a.v.’in yanındaydık, bize öğüt verdi, cehennemden söz etti. Sonra eve geldim, çocuklarla güldüm eşimle eğlendim.
Daha sonra evden çıktım.

Yolda ağlayarak giderken Ebû Bekir’e rastladım.

“Neyin var, Hanzala?” diye sordu.
“Hanzala münafık oldu!” dedim.
“Fesübhânallah! Sen ne diyorsun?”
“Öyle ya, Resûl-i Ekrem s.a.v.in yanında bulunuyoruz.
Bize cennet ve cehennemden bahsediyor; onları gözümüzle görmüş gibi oluyoruz.
Huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işlerimizin başına dönünce, çok şeyi unutuyoruz.” 

Ebû Bekir r.a. :
“Vallahi biz de aynı durumdayız. Yürü Resûl-i Ekrem´e gidelim.” dedi.
Birlikte yola düştük ve Hz. Peygamberin huzuruna girdik.

Ben:

“Ya Resûlallah! Hanzala münafık oldu.” dedim.

“Bu ne demek?” buyurdu.
“Ey Allah’ın Rasulü! Yanında bulunduğumuzda bize cennet ve cehennemden bahsediyorsun; biz de onları gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Senin huzurundan çıkıp çoluk çocuğumuzun yanına ve işimizin başına dönünce, bunların çoğunu unutuyoruz.”
Resûlullah s.a.v. şöyle buyurdu:
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz benim yanımda bulunduğunuz hâli devam ettirip hep zikirle meşgul olsaydınız,
melekler, yattığınız yataklarda yürüdüğünüz ­yollarda sizinle tokalaşırdı.
Fakat ey Hanzala, bir saatinizi ibadete, bir saatinizi dünya işlerine ayırınız.”
Resûl-i
Ekrem bu sözü üç defa tekrarladı.”[10]

MEHMET ÖZÇELİK

12-11-2017

 

[1] http://www.ahaber.com.tr/galeri/dunya/hangi-ulke-ne-kadar-dindar

[2] 25.lema.8.deva.

[3] Lemalar.fihrist.8.deva.

[4] Bak.Bakara.170.

[5] Ahmed bin Hanbel, Musned, II, 169; Darimi, 2/301; İbn-i Hibban, 1448

[6] İbrahim.44.

[7] Nebe.40.

[8] Secde.11-13, Müminun.99.100, Enam.27-8, Şuara.102, Mümin.11,45.46, Şura.44, Nisa.18,97, Münafikun.10.11, Mümtahine.13.

[9] Fatır.37.

[10] Müslim.Tevbe 12-13 ,Tirmizî .Kıyâmet 59 ,İbni Mâce. Zühd 28.

 




SİYASET SEYİSLİK Mİ ?

SİYASET SEYİSLİK Mİ ?

Siyaset arapça asıllı olup, at bakıcılığı manasınadır.

Neden at bakıcılığı ile kıyaslanmış ve isimlendirilmiştir?

Çünkü at hassas, hisli ve sadık hayvanlardır.

Onu süvarisinin iyi yönlendirebilmesi için, kızdırmaması, hassasiyetine dikkat etmesi, bakımını ve ilgisini göstermesi, korkutup ürkütmemesi gerekir.

Siyasette insan bakıcılığı ve yöneticiliği olarak sürdürülebilmesi için, o toplumun hassasiyetlerinin göz önünde bulundurulması, korkutulup tehdit edilmemesi ve toplumun değerlerinin göz önünde bulundurulması gerekir.

İşte bir asırdır toplumu despot ve zorba yönetimlerle idare etmeye çalışanlar, gerçek manasından uzak, fıtrata aykırı toplumu yönetmeye çalışmaktadırlar.

Bu millet de iradesiyle onları başa geçirmemektedir ve de geçirmeyecektir de…

– Gerçek kimlik ve kişiliğini sergileyemeyen insanlar, gittikleri yere göre kişiliklerini oluşturmaktadırlar.

En çok da bunu siyasette görmekteyiz.

Yeni kurulan bir parti, daha önceki görev aldığı parti ile bağdaşmamasına rağmen, kendisine yapılan daveti kabul edip, gittiği yere göre de kişilik sergilemektedir.

Siyaset- makam ve para insanın kişiliğini çok da çabuk bozmaktadır.

İnsanlar gömlek değiştirir gibi, yıllarca mücadele ettiği partinin savunuculuğunu yapabilmekte, adeta geçmişini inkar etmektedir.

Acaba bu durumda yanlış olan hangisi idi?

Öncesi mi yoksa şimdiki temsilciliği mi?

Türkiye-nin siyasetteki kaybı, kişilik kaybıdır.

İnsan yanılıp geçmişinin yanlışlarını görerek doğruya yönelebilir.

Ancak hiçbir şey olmamış gibi, her yaptığını, önceki ve sonrakiyle kendisini hep doğru gören bir insan, ne kadar kaliteli ve değerli bir insandır!

Siyaset bir türlü durulmadı, temizlenmedi.

Kirli oyunlarla bir anda birileri götürülüp, hesapta olmayan ancak belli ki belli bir projenin hesabı olan kimseler sahneye sürülmekte, koyun gibi birilerinin bunu onaylaması kabul ettirilmektedir.

Türkiye-yi dizayn etmeye çalışanlar, siyaseti dizayn etmektedirler.

Kim kime değer katmaktadır?

Partiye katılan mı yoksa partiyi kuran mı?

Partiyi kuran oy için her cepheden adama teklif götürmekte ve de vitrinine koymaktadır.

Ancak katılan kişi ne kadar samimidir!

Niçin o partide aday olmuştur?

Kendisini hatırladığı için mi?

Orada bir makam alacağı için mi?

Kendisinin ve memleketinin hangi yönünü temsil edeceğini bildiği ve toplumun nabzını çok iyi tuttuğu için mi?

Yıllar önce bir dostum bir partiden kendisine aday teklifi yapıldığını söylemişti.

Benim de fikrimi sordu.

Kendisine kaçıncı sırada olduğunu sorduğumda üçüncü sırada olduğunu söylemişti.

Ben de kendisine, birinci sıradakinin bile kazanmasının mümkün olmadığı bir yerde, üçüncü sırada girmek harcanmaktır, dedim.

Kendini harcamış olursun, dedim.

Sözümü dinledi ve de aynı durum oldu.

Eğer beni dinlemeseydi, kazanamayacağı gibi, geçmiş tüm birikimlerini de kaybedecekti.

Siyaset kişilik kazanmalı ve de kazandırılmalı.

Yoksa o partiyi temsil edenler o partiye ne kadar bir kişilik kazandırabilmektedirler.

Siyaset zemini kaypak bir zemindir.

Kişilerin kendilerini ve değerlerini koruyabilmeleri zorlaş görülmektedir.

Bu imkansız ve de boş bırakılması gereken bir alan olmadığı da elbette bir gerçektir.

Partiler şaibeli, makam peşinde koşan, millet menfaatından ziyade kendi menfaatını ön plana çıkaranlardan temizlenmelidir.

Görevinde su-i istimalde bulunan memurlar gibi, siyasettekiler de alınabilmelidir.

Toplumun tüm kesimi temsil edilmelidir.

Toplumun inanç ve değerlerini hazmedemeyenler, siyasetten uzaklaştırılmalıdır.

-Yüz yıldır inanıp konuştuğumuz, bildiğimizi düşünüp savunduğumuz düşünceler ya boş ve yalan çıkarsa, tam tersi belgelerle sabit olursa nasıl bir akıl, ruh ve vicdan haline gireriz,

Onunla kalınmayıp yani aldanmamızdan daha büyüğü ya aldattıklarımızın yüzüne nasıl bakarız, günahını nasıl taşıyabiliriz?

Vebalinin ezikliğini dünya ve ahirette nasıl yükleniriz.

-Şimdiye kadar bilinmeyip artık bilinen, açıklanmayıp gizlenen ve gizli yapılan savaşlar; artık bilinir ve açık olarak yapılmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

29-10-2017




PARA

PARA

Pare pare paralanasıca para.

1917-1989 yılları arasında rusyada kurulan kominizm, yıkılmaz denilirken, yıkılmaya mahkum oldu, varlığını bir asır bile sürdüremedi.

Zulüm devleti olan Rusya sonunda yıkıldı.

Abd mi yıkılmayacak?

O Abd ki, boğazına kadar borçlu iken…

Bu gün yükselen dijital para doların tahtını sallayacak gibi.

Bitcoin.

-Devletler para ile yıkılmakta, para ile borçlandırılarak diz çöktürülmeye çalışılmaktadır.

Dolar üzerindeki keyfi uygulamalar ile çok evler yıkıldı, kullananlar sevinse de…

Dünyadaki kavgalar, para kavgalarıdır.

-Eskiler paraya Dinar derlerdi.

Bu ise; Din ile Narın yani ateşin bir araya gelmesiyle oluşmuştur.

Bir yönüyle yani dünya cihetiyle para nar ve ateştir.

Diğer yönü olan ahiret cihetiyle de hayır ve kazançtır.

Para kimlerin tahtını sallamadı ki!

Kimleri yükseltip baş aşağı atmadı ki!

Eline alanı er veya geç yakmaktadır.

Para ateştir.

Dost ve kardeşleri birbirine düşman yapmaktadır.

Devletleri birbirleriyle savaştırmakta, bu uğurda nice kanlar akmaktadır.

Paranın sicili bozuktur.

Onun eline çok kan bulaşmıştır.

Ancak kimse de bu dünyadan onu kendisiyle götürmemiştir.

O ise çoklarını götürmüştür.

O paralarda çok kimsenin izleri ve lekeleri var.

Kara para.

Aklanmaya çalışılsa da para kara paradır.

Çoklarını ve dünyalarını karartmıştır.

Para çoklarını ve çok şeyleri satın alsa da, değerleri ve değerlileri satın alamamaktadır.

Para değerlere değer katmamakta, değerler ve değerliler parayı değerlendirmektedirler.

Para maddeyi temsil eder, manayı değil…

Para her kapıyı açmaz.

Açamadığı kapılar, açılmayan kapılar da vardır.

Para araçtır, gaye ve hedef değil.

Parayı vasıtadan çıkarıp hedef edinenler, hedefini şaşırmış, paranın kölesi olmuş kimselerdir.

Parayla köleler alınıp özgürlüğüne kavuşturulurken, niceleri o paraların kölesi olur, özgürlüklerini kaybederler.

Para insanla eşya arasındaki bağlantıyı kurar.

Para bağdır, bağımlılık yapar.

MEHMET ÖZÇELİK

08-09-2017

 

 




KURAN VE HADİS ÜZERİNE

KURAN VE HADİS ÜZERİNE

Kur’an-ı Kerim-de her şey var mıdır?

Âyette:” Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da) olmasın.”[1]

Her şey Allah-ın ilminde ve kâinatın arşivi olan levh-i mahfuzdadır.

Ancak bu durum herkese ve her hal-u kârda açık ve açılmış değildir.

-Kur’an-da her şey yok ki!

Mecelle var mı, yüzlerce islam hukuku eserleri aynen Kur’an-dan mı?

Hadiste; El kâtilu la yerisu. Yani Kâtil öldürdüğü kimsenin mirasına sahip olamaz.

Kur’an-ı Kerim Hadis-i Şeriflerle bir bütündür.

Kuranda olmayan, hadis ve islâm hukukunda olan bir çok hükümler vardır.

-Kur’an-ı Kerim Allahın koruması, hafızların sadırlarında ve satırlarda ve de sağlam ravi ve rivayet yollarıyla bize kadar gelmiştir.

-Mushafların hemen hepsi hicrî I. asrın ikinci yarısından veya II. asrın birinci yarısından bize ulaşmışlardır. İçlerinde I. asrın ilk yarısından bize ulaşanın bulunması da ihtimal dışı değildir.

Bunlardan Taşkent Mushafı Hz. Osman’ın çeşitli merkezlere gönderdiği mushaflardan Kûfe Mushafı ile, Topkapı, San’â ve MEFİ (Kahire Methafü’l-fenni’l-İslâmî) mushafları Medine Mushafı ile, TİEM (İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) ve St. Petersburg mushafları Basra Mushafı ile, Kahire Mushafı (el-Meşhedü’l-Hüseynî) yine muhtemelen Kûfe Mushafı ile, Londra, Paris ve Tübingen mushafları Şam Mushafı ile irtibatlıdır. Yani o mushaflardan veya onlardan istinsah edilmiş nüshalardan yazılmışlardır. Onlar için böyle bir şecere tesbiti yapabiliyoruz. Özellikle Kahire’deki el-Meşhedü’l-Hüseynî Mushafı dışındakiler için bu değerlendirmeyi kesine yakın bir ifade ile yapmak mümkün görünmektedir.

Bu mushaflar arasında Londra ve Paris mushafları gibi aynı bölgede yazılanlar varsa da genellikle 13 asır önceki şartlarda birbirinden çok uzak coğrafyalarda yazılmış olduklarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir.

Hepsi ayrı ayrı kâtipler tarafından kaleme alınmıştır.

Kâtiplerinin birbirlerini tanıma ve dolayısıyla birbirinden kopya edilmiş olma ihtimali yok gibidir. Bir başka ifade ile söylemek gerekirse, ayrı ayrı kâtipler tarafından birbirinden uzak bölgelerde ve birbirlerinden habersiz olarak, ama Hz. Osman’ın bu farklı bölgelere gönderdiği nüshalardan istinsah edilmişlerdir.[2]

*******************     

Mehmet Akif hocaya art niyetlinin bir sorar:

-Hoca şimdi Kur’an’da her şey yazıyor mu ?

  1. Akif: -Evet. Kur’an’da her şey yazıyor.

-Peki ekmeğin nasıl yapılacağı da yazıyor öylemi?

-Evet.

-Öyleyse ayette nasıl geçiyor?

-Bilmiyorsanız bir bilene sorun(nahl,43),cevabını verir…

-İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

İmam-ı Beyheki Delail kitabında şöyle rivayet eder:

Eshab-ı kiramdan İmran bin Husayn (Radıyallahü anh), şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki:

-Siz hadisler bildiriyorsunuz, fakat biz bunlarla ilgili Kur’an-da bir şey bulamıyoruz.

İmran bin Husayn hazretleri buyurur ki:

Sen Kur’an-ı okudun mu?

-Evet.

-Kur’anda sabah namazının farzının iki, akşamınkinin üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının ise dört rekât olduğuna rastladın mı?

-Hayır.

-Peki, bunları kimden öğrendiniz? Bizden [Eshab-ı kiramdan] öğrenmediniz mi? Biz de Rasulullahtan öğrenmedik mi? Peki Kur’anda kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar paraya şu kadar dirhem zekât düştüğüne rastladın mı?

-Hayır.

-Öyleyse bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Rasulullahtan öğrenmedik mi? Hac suresinde (Eski evi [Kabe’yi] tavaf etsinler) âyetini okumadınız mı? Peki orada Kabe’yi yedi deva tavaf edin diye bir ifadeye rastladınız mı?

-Hayır.

-Allahü Teâlânın Kur’anda şöyle buyurduğunu duymadınız mı?

(Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa da ondan kaçının.)[3]

Hazret-i İmran daha sonra buyurur ki:

Sizin bilmediğiniz bizim Resulullahtan öğrendiğimiz daha çok şey vardır. (Mizan-ül-kübra)

-“Eğer o (Peygamber) bize atfen, bazı sözler uydursaydı, biz onu kıskıvrak yakalayıp can damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.”[4]

-“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” [5]

-” Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” [6]

-“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak “Bu helâldir, şu da haramdır” demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.”[7]

-Rasûlullah (s.a.v.), ashabına; “Şüphesiz Allah (c.c) size haccı farz kıldı, artık hac yapınız“, buyurdu. Sahabeden Birisi; “Her yıl mı?” diye sordu. Hz. Peygamber sustu. Üç defa soru tekrar edilince ise şöyle buyurdu: “Eğer evet deseydim, hac her yıl farz olurdu. Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece, siz de beni kendi halime bırakın. Çünkü sizden öncekiler, peygamberlerine çok soru sormaları ve verilen cevaplara uymamaları yüzünden helâk oldular” [8]

-”Ey insafsız ve dikkatsiz ve imanı zayıf, felsefesi kavî, hodbin, münekkit adam! Şu On Asıl’ı nazara al; sonra sen hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma.

…“Hakikî bir kusur varsa bize aittir” derler. “Hadise râci olamaz. Eğer hakikî değilse, senin sû-i fehmine aittir” derler.

…o aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. “Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır” de, ilişme.” [9]

**************

Sahabeler, Kur’ân’ın ve âyetlerin hıfzından sonra, en ziyade Resul-i Ekrem aleyhis salâtü vesselâmın ef’al ve akvâlinin muhafazasına, bahusus ahkâma ve mu’cizâta dair ahvâline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, tarih ve siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehâdisiye şehadet ediyor.

Hem Asr-ı Saadette, mu’cizâtı ve medar-ı ahkâm ehâdisi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abâdile-i Seb’a kitabetle kaydettiler. Hususan, Tercümanü’l-Kur’ân olan Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs, bahusus otuz kırk sene sonra Tâbiînin binler muhakkikleri, ehâdisi ve mu’cizâtı yazıyla kaydettiler.

Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler, yazıyla muhafaza ettiler.

Daha Hicretten iki yüz sene sonra, başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i makbulevazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbni Cevzî gibi şiddetli binler münekkitler çıkıp, bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfzsız veya nâdanların karıştırdıkları mevzu ehâdisi tefrik ettiler, gösterdiler.

Sonra, ehl-i keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm temessül edip yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin Süyutîgibi allâmeler ve muhakkikler, ehâdis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte, bahsedeceğimiz hâdiseler, mu’cizeler, böyle elden ele—kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden—sağlam olarak bize gelmiş. “[10]

-“Dünyada ne kadar bid’atçi varsa, mutlaka hadis ehline buğzeder. Çünkü adam bid’at ortaya koydu mu kalbinden hadisin lezzeti sökülüp, alınır.” (Nevevi, et-Tezkire)

-Hadis uydurmanın nasıl ki hüküm olarak cehennemdeki yerini hazırlamakla eş değerde ise, aynı şekilde hadisi tekzib edip yalanlamakta cehennemdeki yerini hazırlama hükmündedir.

Uydurmayı nazara verenler, kendi tekziblerini gizlemektedirler.

Mehmet Özçelik

28-10-2017

 

[1] En’am.59.

[2] http://www.yenisafak.com/hayat/hz-osmanin-emanetine-sahip-cikamadik-2374870

[3] Haşr 7.

[4] Hakka, 44–47.

[5] Nisa, 59.

[6] Araf, 157.

[7] Nahl, 116.

[8] Müslim, Hacc, 412.

[9] Sözler | Yirmi Dördüncü Söz | Üçüncü Dal.sh.468.

[10] On Dokuzuncu Mektup./Yedinci Nükteli İşaret./Berekete Dair Mu’cizât-ı Kat’iyenin Birinci Misali.166.167.

 




DUYGULAR

DUYGULAR

Yaratılışın sonuna gelinmiş, kemal bulmuş, tekamül etmiş değil.

Yaratılış son da bulacak değildir.

Ancak yaratılışın ve o doğrultuda yaşayışın başlangıcına gelinmiş değil.

Yaratılışın başlangıcı cennette başlayıp, devam eden hayattır.

İnsanın mükemmel olup, tekamül etmesiyle ancak cennetin mükemmellikleri ve güzellikleri görülebilir ve anlaşılabilir.

-Taşken taş bile birbirleriyle bir uyum içerisinde, bir araya gelerek dengeyi sağlıyorlar.

Uyumsuz insanlar düşünsün…

Her şey tam bir denge içerisinde yaratılmaktadır.

Görebildiğimiz kadar.

Gördükçe hayretimiz artmaktadır.

Allah hayretimizi arttırsın…

Özellikle zahiri ve batini beş duygular.

Bu beş duyu kâinatı maddi ve manevi teftiş etmektedir.

 

MESMUAT ALEMİ – SESLER DÜNYASI

Kur’an-ı Kerim-de Allahın sıfatlarından önce Semi’ yani işitici olduğu ve sonra da Basir yani görücü olduğundan bahsedilir.

Sesler dünyası sadece bizim bildiğimiz 20 desibeldeki sesler değildir.

Bu desibelin alttakilerini ve üsttekilerini düşündüğümüzde hayretimiz çok daha fazla artmaktadır.

Mesela hayrettir ki; insan sesinin oluşması çok düşündürücüdür.

İnsanın içinden çıkan karbondioksit ile dıştan giren oksijen, boğazda Re denilen noktada oluşan yanma ile kelimeler meydana çıkmaktadır.

Makro alemdeki sesleri düşündüğümüz kadar, mikro alemdeki sesleri düşündüğümüzde bunun boyutları dünyanın şu dar alanları içerisinde aklın havsalası almayacak durumdadır.

Düşünelim o sesleri ki; cansızlardan canlılara, canlılardan hayvan, insan, bitki, melek, cin, ruhani ve atomlara kadar.

Sayısız sesler dünyası.

Tüm varlıklar sahip oldukları kendilerine has ve özel ses sistemleriyle anlaşmaktadırlar.

Seslerin canlılıklarıyla beraber etkisi de söz konusudur.

-Yaratılan ilk şey ses idi dersek yanlış olmaz. Zira her şeyin oluşumu Kün yani ol emridir.

Hadis-i Kudsi de yaratılan ilk şeyin kalem olduğu ve Allahın söz ile kaleme emretmesiyle her şeyin vücuda çıktığı belirtilmektedir.

Emrin hükmü ve ağırlığı varlıkların vücuda çıkmasına sebeb olmuştur.

Sesin büyük bir gücü vardır.

-“İnsanın fıtraten mâlik olduğu câmiiyetin acâibindendir ki: Sâni-i Hakîm şu küçük cisimde gayr-ı mahdut envâ-ı rahmeti tartmak için gayr-ı mâdut mizanlar vaz etmiştir. Ve Esmâ-i Hüsnânın gayr-ı mütenâhi mahfî definelerini fehmetmek için, gayr-ı mahsur cihâzat ve âlât yaratmıştır. Meselâ, mesmûat, mubsırat, me’kûlât âlemlerini ihata eden insandaki duygular, Sâniin sıfât-ı mutlakasını ve geniş şuûnatını fehmetmek içindir.

Ve keza, hardaleden daha küçük kuvve-i hâfızasında öyle bir lâtife-i müdrike bırakılmıştır ki, o hardalenin tazammun ettiği geniş âlemde o lâtife daimî seyir ve cevelân etmekte ise de, sahiline vâsıl olamaz. Maahaza, bazan bu büyük âlem o lâtifeye o kadar darlaşır ki, âlem o lâtifenin karnında bir zerre gibi olur. Ve o lâtifeyi, bütün seyahat meydanlarıyla, mütalâa ettiği kitaplarıyla o hardale dahi yutar, yerinde oturur, karnı da ağrımaz.” [1]

“Elbette, âlem-i mubsarâtın anahtarı hükmünde olan gözünü ve mesmuat âlemindeki âyâtı temâşâ eden kulağını, Arşa kadar beraber alması lâzım geldiği gibi, ruhunun hadsiz vezaife medar olan âlât ve cihâzâtının makinesi hükmünde olan cism-i mübarekini dahi, tâ Arşa kadar beraber alması mukteza-yı akıl ve hikmettir.”[2]

“Kulak, sadâların envâlarını, lâtif nağmelerini ve mesmuat âleminde Cenâb-ı Hakkın letâif-i rahmetini hisseder. Ayrı bir ubûdiyet, ayrı bir lezzet, ayrı da bir mükâfâtı var.”[3]

           

ME’KULAT – YİYECEKLER ALEMİ

“Şu görünen âlem, İlâhî bir dükkân ve bir mahzendir. İçerisinde envâen türlü türlü mensucat kumaşlar, mekûlât yemekler, meşrubat şerbetler vardır. Bir kısmı kesif, bir kısmı lâtif, bir kısmı zâil, bir kısmı dâimî, bir kısmı katı bir lüb, bir kısmı mâyi ve hâkezâ, her çeşit bulunur. Lâkin bir kısmı icadî bir nescdir. Bir kısmı da tecellîyata bir nakıştır. Felâsifenin dalâletince, icad ile nakış birdir. Ve o dükkân sahibi de mûcib-i bizzattır.”[4]

Kâinat adeta büyük bir sofra. Her mahluka münasip bir sofra, her duyguya uygun bir memnuniyet sergilenmiştir.           

İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni (r.a.) diyor ki:
“Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniyye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu.

Kur’an ve O’na aid her şey ruh, kalp ve akla açılmış bir sofradır.

Bütün hesaba girmeyen varlıkların maddi ve manevi yiyeceklerini düşündüğümüzde önümüzde ne kadar büyük bir sofranın kurulmuş olduğunu görürüz.

           

MAHSUSAT – HİSLER DÜNYASI

“Mesela, sizden bir adam yalnız bir saat tenezzüh etmek üzere gayet müzeyyen ve müzehher bir bahçeye girse, nekaisten Müberra olmak cinan-ı Cennetin mahsûsatından ve her kemale bir noksanı karıştırmak şu alem-i kevn ü fesadın mukteziyatından olmakla, şu bahçenin müte-ferrik köşelerinde de bazı pis ve murdar şeyler bulunduğu için, inhiraf-ı mizaç sevki ve emriyle yalnız o taaffünatı taharrî ve o murdar şeylere idame-i nazar eder. Güya, onda yalnız o var. Hülyanın hükmüyle fena hayal tevessü ederek o bostanı bir salhane ve mezbele sûretinde gös-terdiğinden, midesi bulanır ve istifra eder, kemal-i nefret ile kaçar. Acaba, beşerin lezzet-i hayatını gussedar eden böyle bir hayale, hikmet ve maslahat rûy-i rıza gösterir mi?
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen güzel rüya görür, güzel rüya gören hayatından lezzet alır.”[5]

“Elâ! Ey mantıksız miskin! Neredesiniz? Bakınız. Mantıkta mukarrerdir, mahsûsattaki vehmiyat bedihiyattandır. Eğer bu bedaheti inkâr ederseniz, size nasihate bedel tâziye edeceğim. Zira ulûm-u âdiye sizce ölmüş ve safsata dahi hayat bulmuş derecesindedir.”[6]

İnsan ve diğer cin, melek, ruhani hatta her canlının dış duygusu kadar hisseden iç duygusu da vardır.

Bunların korkmadan sevmeye, üzülmeden sevilmeye kadar bir çok duyguları vardır.

Sayısız bunca varlıkların his dünyalarını bir düşünün…

 

MEŞHUDAT VE MUBSİRAT

“Evliya (ne için ) usul-i imaniyede ittifak ettikleri halde meşhudatlarında, keşfiyatlarında çok tehalüf ediyorlar. Şuhud derecesinde olan keşifleri bazan hilâf-ı vaki ve muhalif-i hak çıkıyor.” [7]

“Evet, ruh, mâhiyeti itibarıyla bir kanun-u emrîdir. Fakat vücud-u hâricî giydirilmiş bir nâmus-u zîhayattır ve vücud-u hâricî sahibi bir kanundur. Hazret-i Muhyiddin, yalnız mâhiyeti noktasında düşünmüştür. Vahdetü’l-vücud meşrebince, eşyanın vücudunu hayal görüyor. O zât, hârika keşfiyâtıyla ve müşâhedâtıyla ve mühim bir meşreb sahibi ve müstakil bir meslek ihtiyar ettiğinden, bilmecburiye, zayıf te’vilâtla, tekellüflü bir surette, bazı âyâtı meşrebine, meşhûdâtına tatbik ediyor, âyâtın sarâhatini incitiyor. Sâir risalelerde cadde-i müstakîme-i Kur’âniye  ve minhâc-ı kavîm-i Ehl-i Sünnet beyan edilmiştir. O zât-ı kudsînin kendine mahsus bir makamı var; hem makbûlîndendir. Fakat mîzansız keşfiyâtında hudutları çiğnemiş ve cumhûr-u muhakkıkîne çok meselelerde muhâlefet etmiş.”[8]

 “Evet, Sünnet-i Seniye ile muvazene yapılmazdan evvel, hemen meşhudatına itimad eden İşrâkiyun ile mutasavvifenin eserlerini teemmül eden zâtlar, şu söylediğime hak verir, bilâ-tereddüt kabul ederler.”[9]

Meselâ, bir denizde, hesapsız cevherlerin aksâmıyla dolu bir definenin bulunduğunu farz edelim. Gavvas dalgıçlar, o definenin cevahirini aramak için dalıyorlar. Gözleri kapalı olduğundan, el yordamıyla anlarlar. Bir kısmının eline uzunca bir elmas geçer. O gavvas hükmeder ki, bütün hazine, uzun direk gibi bir elmastan ibarettir. Arkadaşlarından, başka cevahiri işittiği vakit hayal eder ki, o cevherler bulduğu elmasın tâbileridir, fusus ve nukuşlarıdır. Bir kısmının da kürevî bir yakut eline geçer. Başkası, murabba bir kehribar bulur, ve hâkezâ, herbiri eliyle gördüğü cevheri, o hazinenin aslı ve mu’zamı itikad edip, işittiklerini o hazinenin zevâid ve teferruatı zanneder. O vakit hakaikın muvazenesi bozulur. Tenasüp de gider. Çok hakikatin rengi değişir. Hakikatin hakikî rengini görmek için tevilâta ve tekellüfâta muztar kalır. Hattâ, bazan inkâr ve tâtile kadar giderler. Hükema-yı işrâkıyyunun kitaplarını ve sünnetin mizanıyla tartmayıp keşfiyat ve meşhudâtına itimad eden mutasavvıfînin kitaplarını teemmül eden, bu hükmümüzü bilâşüphe tasdik eder. Demek, hakaik-ı Kur’âniyenin cinsinden ve Kur’ân’ın dersinden aldıkları halde—çünkü Kur’ân değiller—böyle nâkıs geliyor.”[10]

“Bir kısım ehl-i şuhud, seyr-i ruhanîlerinde, arzın tabakalarından bazılarını âlem-i misalde pek çok geniş görüyorlar, binler sene bir mesafe tuttuklarını görüyorlar. Gördükleri doğrudur. Fakat âlem-i misal sureten âlem-i maddîye benzediği için, iki âlemi memzuç görüyorlar, öyle tabir ediyorlar. Âlem-i sahveye döndükleri vakit, mizansız olduğu için, meşhudatlarını aynen yazdıklarından, hilâf-ı hakikat telâkki ediliyor. Nasıl küçük bir âyinede büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-u misaliyeleri onda yerleşir. Öyle de, âlem-i maddînin bir senelik mesafesinde, binler sene vüs’atinde vücud-u misalî ve hakaik-i mâneviye yerleşir.” [11]

Kulaktan sonra insanın ve de diğer varlıkların en harika ve hareket alanı geniş olan görme duygusu ve görünen alemlerdir.

Tek tek saymaya ömür yetmeyeceği için, hayalen dahi düşündüğümüzde; gözümüzün önüne serilen ve sergilenen sofralar, midenin önüne serilen sofra ve yiyeceklerden daha çoktur.

Allah bu duygulara sonsuza dek faydalanacakları renga-renk sofraları açacak, o duyguları ebediyyen memnun edecektir.

MEHMET ÖZÇELİK

27-10-2017

 

 

[1] Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale, 273.

[2] Otuz Birinci Söz.İkinci Esas.775.

[3] Otuz İkinci Söz.Üçüncü Mevkıf.881.

[4] Mesnevi-i Nuriye. Zerre.

[5] Münâzarât, ss. 72-74.

[6] Muhakemat, Sayfa 67.

[7] Yirmi Dördüncü Söz. İkinci Dal.

[8] Dokuzuncu Lem’a.

[9] Mesnevi-i Nuriye. Zeylü’l-Habbe.

[10] Yirmi Beşinci Söz. Üçüncü Şule.

[11] On Sekizinci Mektup.




ŞERİAT – TARİKAT – HAKİKAT

ŞERİAT – TARİKAT – HAKİKAT

Abdest alan üç kişiye tokat atan kişiye;

Birinci kişi olan şeriat; Tokat atana tokat atar.

İkinci kişi olan Tarikat; Sadece kimden geldiğine döner bakar.

Üçüncü kişi olan Hakikat ise; Madem gönderen O’dur, kimle gönderirse göndersin deyip, dönüp bakmaz bile.

-Daha kısa bir yol ise;

Şeriatta bu senindir bu benim.

Tarikatta hem senindir hem benim.

Hakikatta ise ne senindir ne benim.

-Şeriat, Tarikat, Hakikat yoldur varana…

Şeriat ve tarikattan mana, hakikatı bulmak ve hakikata çıkmaktır.

Her şey Hak’tan gelmiş ve Hak olup hakka gitmektedir.

-Hakikat yolunda az yemeli az konuşmalı ve az uyumalısın.

-Toplum siyasi, politik, gündelik, basit şeylerle meşgul edilerek, asli ve ebedi görevleri unutturulmaktadır.

Hayırlı işlerin çok muzır manileri vardır.

Bunlar hakikatın önünde birer ayak bağıdırlar.

-Kuranı Kerim 3 şeyi hedefler; Aklı Selim, Kalbi Selim, Zevki Selim.

Bunlarla Hak bulunur ve Hakka gidilir.

-Allah kudret sıfatıyla yarattığı kainatı insanın madde ve kullanımına, Kelam sıfatının tezahürü olan Kuranı da insanın ruhuna sundu.

-Bir asırdır memleketin taşları ilk defa yerine oturuyor.Trt1. de ilk defa yapılan Kuranı Kerimi güzel okuma yarışması, bunun tezahürüdür.

Bunlar hakikat yoluna döşenmiş taşlardır.

-Sayın Diyanet işleri Başkanına ve Sayın Cumhurbaşkanına teklifimdir.

On binlerce hafızımız var. 126 bin 500. Bunlar Türkiye-nin merkezi camilerinde, tıpkı kutsal emanetlerde olduğu gibi 24 saat Kuranı Kerim okusunlar. Türkiye-nin kısa zamanda çehresi değişecektir. Dikkate alınmalıdır.

Kısaca, bir asırdır Hakikatın önündeki barikatlar ve setler kaldırılmalıdır.

Her şey hak ve hakikat namına olmalıdır.

-“S – Tenkidi nasıl görüyorsun? Hususan umur-u diniyede…”

“C – Tenkidin sâiki, ya nefretin teşeffisidir veya şefkatin tatminidir. (Dostun veya düşmanın ayıbını görmek gibi.)”
“Sıhhat ve fesada muhtemel bir şeyde kabule temayül ve tercih şefkatten; redde temayül ve tercih -vesvese olmazsa- nefretten geldiğine ayardır.”
“Sâik-i tenkit, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i Salihînin tenkitleri gibi…”
Tuluat.

-”Şimdilik vazifemiz istihraç-ı esrardır.” Latif nüktelerden…

-6.sualde; Bir maden-i hayat-ı içtimaiyemiz olan ittihad-ı millet, ref’i imtiyazdan başka ne ile olur?” (Divan-ı Harbi Örfi. Bediüzzaman)

-Eğer vaktiyle o ene’nin şiddetli bir terbiyeyle başı kırılmazsa büyür, insanın vücudunu yutar. Eğer milletin de enâniyeti inzimam ederse, Sâniin emrine karşı mübarezeye çıkar. Tam mânâsıyla bir şeytan olur. Sonra, halkı da kendisine kıyas eder, esbabı da o kıyasa dahil eder, büyük bir şirke düşer. El-iyâzü billâh!

-Hakikatın önündeki en büyük engel, enaniyet ve benliktir.

-Sabır hakikatın basamaklarıdır.

“Rabbin için sabret.” Müddesir\7.

-Hakikat âyandır, görmeye göz gerek,

Güzellik beyandır, sürmeye yüz gerek.

-De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.”İsra.84.

Kim hakkın ve hakikatın peşinde, kim de nefsin ve enaniyetin…

-Hz. Âdemin yasak olan meyveden yemesi; aslında İlahi külli irade ile cüz-i iradenin ortaklaşa birleştiği yerdir.

Hz. Âdemin yapmayı istediğini, kader cihetiyle Allah da istemekteydi.

Allah insanın Hakkı kendi iradesiyle bulmasını diledi.

-Bitirmek yani yeşermek için, bitmek lazım.

İnsan bu dünyaya ekmek ve ekilmek için gelmiştir, der Bediüzzaman.

Şeriat hakka kurallı ve kestirmeden gitmeyi sağlar.

-Hazreti Ali’nin bir tacire, ticâretten önce fıkıh öğrenmesini emrettiği rivâyet edilmiştir. Bir kişi gelip, “Yâ Emîr-el-mü’minîn, ben ticâret yapmak istiyorum” deyince, Hazreti Ali, “Fıkıh ticâretten öncedir, çünkü fıkhı öğrenmeden önce ticâret yapan faizden kurtulamaz” buyurmuştur.

-Keyfe ehafu minel fakri ve ene abdul Ğani

Hakkı bulan fakir değil, zengindir.

Zengin bir Zatın kulu olduktan sonra, ben nasıl fakirlikten korkarım?

Mehmet ÖZÇELİK

18-10-2017

 




EVREN SONSUZ MU

EVREN SONSUZ MU

Kısır bilgiye sahip olanlar, bilimi de tamamen sınırlamaktadırlar.

Allah-ın dışında hiçbir varlığın varlığı, sınırsız ve sonsuz değildir.

Rivayete göre; Peygamber Efendimize kadar insanlığın yaşı beş bin, dünyanın yaşı beş milyon, evrenin yaşı ise 14,5 veya 15 milyar yıldır.

Böylece varlıkların varlığı belli bir başlangıca bağlı olarak var edilmiştir.

Belli bir başlangıcı olan her bir varlığında bir nihayeti ve sonu vardır.

Madde asıl ve esas değildir ki, varlığı da sonsuz olmuş olsun.

-Damlada okyanusu, noktada kitabı, insanda ebediyeti görmek. faniden bekaya gitmek.

Fâni olan bu alem, sonsuzun ve sonsuzluğun bir anahtarıdır.

Bekaya giden yol, fenadan geçer.

Fani olan varlıklar sonsuzluğun önünde dizilmiş birer basamaktırlar.

Fani olan varlıklar madem Baki olan zattan haber vermektedirler.

O halde yaratıcının hesabına, O’nun esmasının birer ayinesi olmak cihetiyle bakarak, sonsuzluk temaşa edilebilir.

Sonsuzluğa aşina olan insan, içindeki sonsuzluk ateşini fani olan varlıklarla sürdürmekte, söndürmekte, susturmaya çalışmaktadır.

Böyle sonsuz bir ateş ancak sonsuz olan bir Zatla söner ve söndürülür.

Okyanusları içmekle sonsuzluk ateşini söndüremeyen bu insan, küçük cirmi ve cismiyle kâinata sığmayan şu insan Ebedi olan Zattan başkasına razı olmaz ve olamaz.

Allah kudret sıfatıyla yarattığı kainatı insanın maddesine, kullanımına, kelam sıfatının tezahürü olan Kur’an-ı da insanın ruhuna sunmuştur.

Sonsuzluğunu sonsuzdan gelen esintiler ile serinletmektedir.

Madde ve vasıta olmadan ezel canibinden üflenen ruhu, sahib olduğu ene ve enaniyeti ile ebedi Zata vahid-i kıyasi yani bir ölçü birimi.

Sübuti sıfatlarıyla O’na mazhar ve makes olan şu insan, aynı zamanda fena ve fani olmasıyla ezeli ve ebedi Zata muhatab olmaktadır.

O Allah ki; fani olan şu insan da kendisini görmekte ve göstermektedir.

O Allah ki; Yer ve göğe sığmazken, kulunun kalbine sığmakta, on sekiz bin alemi oradan seyredip temaşa etmektedir.

O Allah ki; varlığına fani olan varlıkların varlığını eşlik etmektedir.

O varlıkları yokluğa atmayıp, varlıklarını varlığıyla beraber sürdürmektedir.

-“Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var. Ehl-i iman,bilmeyerek istimal ediyorlar.”Bediüzzaman.
MEHMET ÖZÇELİK

26-09-2017




KUR’AN BİZE YETER

KUR’AN BİZE YETER

Fitnenin ayak sesleri.

Masumane görülen sinsice bir hareket.

Asrın olmasa da zamanımızın en büyük musibeti, Kuran bana yeter, bu Kur’an-da var mı?

Her önüne gelene, Kur’an-ın bu ayetinden ne anlıyorsun?

Oysa kanun bana yeter, hakim, savcı ve avukata ve de onlarca hukuk kitabı yazmaya ne gerek var, demeye benziyor.

Anayasa bana ve bize yeter. Ve de her önüne gelene bu kanundan ne anlıyorsun, bunu yorumla, diyor muyuz?

Bir mühendislik işini mühendise sorup yardım almadan işe giriyor muyuz?

Peygamberimizin teşrii yani kanun koyuculuğu, helal ve haram sayıcılığı bir hakikattır. O’na itaat, Allah-ı sevmenin şartı ona uymaktır.

O Zat kendi heva ve hevesinden konuşmamaktadır.

İnsanlar bilgi, alt yapı ve kişilik bakımından ne kadar gelişmişlerdir ki, o ezeli ve ebedi hitabı ne kadar kavrayabilmektedirler.

İlahiyat camiasında problemli olan görüşler 3,5 kişiye dayandırılmaktadır. Fazlur Rahman, Ali Şeriati, Mutezile ve onların zamanımızdaki çömezleri olan isimleri önemli olmayan öncesi ve sonrasıyla problemli olan insanlardır.

-Evvela sahabeyi devre dışı bırakanlar, daha sonra Kur’an bize yeter diyerek Peygamber Efendimizi devre dışı bırakacaklardır.

Sonrasında ise; Kur’an-ın tarihselliği adıyla Kur’an tartışmaya açılacak, Şia-nın iddiası olan Kur’an-ın 17 bin âyet olduğu uydurulacaktır.

Zira bize sağlam rivayet yoluyla gelen hadisler ravileriyle birlikte inkar edilmektedir.

Böylece bugün hadislerdeki rivayeti ve ravileri inkar edenler, yarında rivayet ve raviler yoluyla gelen Kur’anı inkar edecek ve sorgulayacaktır.

-“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allahın vadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.” [1]

Onlarda bizler gibiydiler diyerek bulundukları ve ümmetin asırlarca değer verdikleri o yüksek makamdan indirilecek, her türlü tezyifte bulunacaklardır.

“Gayet müthiş mağrur insanlardır ki mezhepsizliklerini, müçtehidîn-i izama müsavat davası altında neşretmek istiyorlar ve dinsizliklerini, sahabeye karşı müsavat davası altında icra etmek istiyorlar.”[2]

Kur’an-ı Kerimde Peygamber Efendimizin hüküm koyuculuğu, helal ve haram kılıcılığı açıkça ifade edilmektedir.

-“Allah ve Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.”[3]

-“Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için gönderildim ve Rabbiniz tarafından size bir mucize de getirdim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”[4]

-“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir konuda ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve Elçisine götürün. Böyle davranmanız, daha iyidir ve sonuç itibariyle daha güzeldir.”[5]

-“Peygamber size her ne getirirse onu alın, sizi neden menederse ondan da sakının.”[6]

-“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyenlerle, ezilip büzülüp kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”[7]

-“Kim Resûlullah’a itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”[8]

-“Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin. Kur’ân’ı ve Resûlullah’ın öğütlerini işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin!”[9]

“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız, aranızda herhangi bir konuda ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve elçisine götürün. Böyle davranmanız, daha iyidir ve sonuç itibariyle daha güzeldir.”[10]

-“O nefsani bir arzudan dolayı konuşmaz, O ancak vahyedilmekte olan bir vahiydir.”[11]

-HAKKASURESİ:
42. Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!
43. O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.
44,45. Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı mutlaka onu kudretimizle yakalardık.
46. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.
47. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı.”

-“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.”[12]

-“Allah’a ve Resulüne itaat edin ki merhamet olunasınız”[13]

-“Öyleyse Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının. Şayet yüz çevirirseniz bilmiş olun ki elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.”[14]

-“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[15]

“Haberiniz olsun! Bana Kitab (Kur’an) verildi ve onunla birlikte onun bir misli / gibisi (sünnet) dahi verildi.” [16]

“Sakın herhangi birinizi -karnı tok-, koltuğuna kurulmuş olup, kendisine emir veya nehiylerimden biri gelip de ‘Biz, onu bilmeyiz; Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız.’ derken görmüş olmayayım,”[17]

“Şunu iyice belleyin ki, muhakkak ki Allah’ın Resulü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” [18]

“Bana, Kur’ân-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, ‘Sadece şu Kur’ân’a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin.’ diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Resûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir.”[19]

Mehmet ÖZÇELİK

20-10-2017

[1] LOKMAN 31/33.

[2] Risale-i Nur – Sözler.554.

[3] Ahzab.36.

[4] Al-i İmran.50.

[5] Nisa, 4/59.

[6] Haşir, 59/7.

[7] Tevbe, 9/29.

[8] Nisâ, 4/80.

[9] Enfâl, 8/20.

[10] Nisa, 4/59.

[11] Necm 3,4.

[12] Nur 51.

[13] Al-i İmran 132.

[14] Maide 92.

[15] Enfal 46.

[16] Ebu Davud, Sünnet, 6.

[17] Ebû Dâvûd, Sünnet, 6.

[18] Tirmizî, ilim, 10.

[19] Müsned:4/130-133, Tirmizi, İlm, 2660 nolu hadis.




GELDİ İSMET GİTTİ KISMET

GELDİ İSMET GİTTİ KISMET

İsmetin vergi derdi, toplumu gerdi.

Vergiler topluma yapılan hizmet karşılığında alınan bedellerdir.

Devletin elbette ki yürümesi için gereklidir.

Ancak toplumun kanının emilircesine zulme dönen vergi de vergi değil, bir hinlik ve hainliktir.

-“ Türk vergiciliğinde 1925-1950 dönemi, mo­dern vergiciliğe geçişin genellikle başarıya ulaşamamış girişimleriyle doludur. 1925’lerde batı ülkelerinde uygulanmakta olan yeni vergilerden esinlenerek 1926’da yürürlüğe konulan kazanç vergisi ile umumi istihlâk vergisi bu tür girişimle­rin somut birer örneğidir.”

Nitekim işte onlardan yaşanmış birkaç kesit;

-Devlet vatandaşa bedava buğday vereceğini, kimin ne kadar alacak ise o kadar alacağını yazdırmasını ister.

Bedava olunca herkes ekeceğinin iki katını devletten ister.

Her zaman yirmi torba ekiyorsa, bedava olduğu için kırk torba yazdırır köylüler.

Ancak ekin zamanı geldiği halde devlet köylüye buğday vermez.

Ancak hasad zamanı geldiğinde köye gelen vergi memurları köylüleri istedikleri kadar buğdayı ekmiş olarak değerlendirip, onun üzerinden vergi talep eder.

Zira kaç torba ekecekleri imzalı belgeleri vardır.

Devlet kendi vatandaşına tuzak kurmuştur.

Köylüler ise bunu vermekte zorlanırlar.

Veremeyenler etraf köylerden borç alıp verir hatta kendi elleriyle devlete götürüp teslim ederler.

Vergisini veremeyenler ise ağır bir şekilde eziyet edilerek cezalandırılır.

*********************   

Erzurum-un bir köyünde bir çok yerde çukur bulunur.

Sebebi ise hasat zamanı bu çukurlara buğdaylar doldurularak yüksek ve çok görülmesi engellenmiş olur.

Böylece insanlar daha az vergi vermiş olurlar.

-İnsanlar vergi memurları gelmeden hayvanlarını mağaralara götürür, vergi memurlarından kaçırırlardı.

-Meşhurdur; adamın biri eşeğinin vergisini vermemek için yatağa yatırır.

Vergi memuru geldiğinde yatanın kim olduğunu sorar.

O da babamdır, der.

Ancak kulağı görülmekte olunca yalanı ortaya çıkar.

Vergi memurunun azarlamasına da; Eşşeği bile bana, baba diye söylettiniz ya, helal olsun size, der…

************************ 

Bir gün amcamla Adıyaman-ın merkezinde olan Bahçeli evlerden geçerken şu an değerli olan oradaki bir arsayı göstererek şöyle demişti;

Burası babama aiddi.

Ancak vergisini veremeyince bir çok kimseye adeta yalvararak;

Ne olur burayı vergisi karşılığında bedavaya veriyorum, alın dediği halde, zorla bir kişiye verebildi.

Bu bir İngiliz siyaseti, daha doğrusu işgal oyunudur.

Nitekim İngiliz teklifiyle Yahudiler Filistin-de ağırlaştırılmış bu vergi sebebiyle arsalarını satmışlardır.

Ondandır ki halkın dilinden şu cümle düşmemiştir; Geldi İsmet Gitti kısmet.

Serdengeçti-nin ifadesiyle; İki İsmetten çok çektim. Biri zürriyetimi kesti, diğeri hürriyetimi.

Hanımının adı sevmediği kimsenin adı olan İsmetmiş. Çocuğu olmamış.

MEHMET ÖZÇELİK

17-10-2017

 

 




ĞARKAD AĞACI ABD

ĞARKAD AĞACI ABD 

“Vatan sevgisi imandandır,”[1] hadisi asırlarca hizmet etti vatan müdafaasında.

15 Temmuzda bunlardan biriydi. Sadece 15 temmuz için bu hadis söylenmiş olsaydı, maksat hasıl olmuş olurdu.

250 şehit bu inançla 250 milyona mukabil geldi.

 

-Obama niçin getirildi, o da babası Hüseyin müslüman olduğu halde?

Deaşı kurmak için..

Trump niçin getirildi?

İrana savaş açıp, yıkmak için.

Bu arada yanındaki devletler de nasibini alacak.

 

-Abd.nin ıraka girmesindeki amaç, ırakı parçalara bölüp, kürdistanı kurmaktı.

Aynı zamanda israilin önünü açıp, hareket alanı açmaktı.

Abd bütün planlarını iranı yıkmak üzerine bina ediyor.

Mossad başkanı, her yıl iranda binlerce eylem gerçekleştirdiklerini ve hedeflerinin iran olduğunu söyledi.

Abd vurmak istediklerini önce terörist veya teröristlerle iş birliği yapmakla suçluyor, sonrada vuruyor.

Oysa sadece teröristleri desteklemekle kalmayan abd, aynı zamanda terör ve terörist gruplar oluşturup, islam ülkelerine saldırıyor.

Dünyanın sesli bir şekilde abd-nin terörist hamisi ,kurucusu ve destekçisi olduğunu haykırması lazım.

 

Fetö birinci derecede dışa açılmamamızı engellemek amacıyla, içte kaos ve oyunlar kurdu.

Asıl hedef Türkiye-nin çevreden kuşatılması idi.

Fetö bu milleti çok oyaladı.

Abd Fetöyü çok iyi kullandı.

Hedef Türkiye-yi bağlamak ve islam dünyasını bir asır kontrol etmekti.

 

-Barzani, hadiste belirtilen Müslüman Yahudi savaşını körüklüyor.

Ömer ibn-i Hamza (ra) bildirmiştir: “Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki:

“Sizler Yahûdîlerle muhakkak savaşacaksınız! Harp o kadar şiddetli olacaktır ki, hattâ taş: ‘Ey Müslüman! Şu arkamdaki bir Yahûdî’dir! Gel de onu öldür!’ diyecektir.”(Müslim, Fiten, 80)

Abdullah bin Ömer (ra) bildirdi: “Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm şöyle buyurdu: 

“Yahûdîler sizinle savaşacaktır! Fakat netîcede siz onlara musallat kılınacaksınız! Öldürme o kadar şiddetli olacak ki, bir kaya parçası: ‘Ey Müslüman! Şu arkamda duran kişi bir Yahûdî’dir. Onu öldür!’ diye haber verecektir.”[2]

-Ebû Hüreyre (ra) bildirmiştir: “Resûl-i Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm şöyle buyurdu: 

“Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; ‘Ey Müslüman, Ey Allah’ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, gel de onu öldür!’ diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”[3]

Evet, Ahir zaman Peygamberi (asv) buyuruyor:

“Müslümanlar, Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacak. Harp olacak ve Müslümanlar onları yenip öldürecekler. Öyle ki, Yahudiler ağaç ve taşların arkasına saklanacaklar, o ağaç ve taşlar konuşarak, ‘Ey Müslüman, ey Allah’ın kulu, arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür.’ diyecek. Sadece arkad ağacı haber vermeyecek, çünkü bu ağaç, onların ağacıdır.”[4]

-İsrail Devleti’nin o günkü başbakanı Şimon Perez’e “Kur’an-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağından haber veriyor.” diye hatırlattıklarında, Perez şu cevabı vermişti:

“Kur’an’ın bahsettiği Müslümanlar gelsin, düşünürüz.”[5]

Hadiste adı geçen arkad ağacı, Kâmus’ta “Sincan dikeni” veya “Yahudi ağacı” olarak belirtilir. Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde ise Karaçalı, Karadiken, Kunar, Çalıtohumu, Çalıdikeni, Çeşmizen ve Hz. İsa (as) dikeni gibi çeşitli isimler altında tanınır. Boyu iki-üç metre olan bu ağacın Lâtince ismi “PALIURUS SPINA CHRISTI”dir.

Tehlikeli dikenlere sahip olan bu ağaç, Filistin havalisinde Yahudiler tarafından hâlen çok yaygın bir şekilde dikilmektedir…[6]

-Abd hadiste haber verilen Ğarkad ağacının manevi ve mecazi himaye edici ağacını temsil etmektedir.

-Tam zamanı. Fitnenin,terörün ve darbelerin kaynağı olan İNCİRLİK,ABD.YE KAPATILSIN.

-Büyükelçilerinin ve elçiliklerinin bile terörü beslediği ABD.YE, ‘ SECOND ONE MİNUTE’ deme zamanıdır.

-Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!

Tükürün o zalimlerin hayâsız yüzüne!

Mehmet Özçelik

11-10-2017

[1] https://sorularlaislamiyet.com/vatan-sevgisi-imandandir-sozu-hadis-midir

www.fetva.net/yazili-fetvalar/vatan-sevgisi-imandandir-sozu-hadis-midir-hadis-ise-sahih-midir.html

[2] Müslim, Fiten, 81.

[3] Müslim, Fiten, 82.

[4] Ennihaye, cilt 1, shf. 87, 103, 104, 117; İbni Mace, cild: 2, shf: 1363; Müslim, cild: 4 Shf: 2239.

[5] Tercüman Gazetesi, Ergun Göze, 1986.

[6] https://sorularlaislamiyet.com/peygamber-efendimiz-asvin-yahudileri-oldurunuz-seklinde-bir-hadisi-var-mi

 




İSLAMİ EKONOMİ

İSLAMİ EKONOMİ

İslami bir ekonomi oluşturulmasında olması gerekenler. Bunlar kısaca;

1-Sadaka ve zekat eksenli olmalı.

2-Faizden uzak durmalıdır. Faizsiz bankacılık yaygınlaştırılmalıdır.

3-Borç sistemi geliştirilmeli.

4-Aydat havuzu oluşturulmalı.

5-İleriye dönük gelişmeli ve yenilenmelidir.

6-İslam ülkeleriyle koordineli olmalı.

7-Dünya ile iletişimde ve paylaşımda bulunmalı.

8-İşe küçük yaşta eleman kazandırmalı.

9-İhtiyaçlar belirlenmeli, işe uygun eleman yetiştirip sevkedilmelidir.

10-İflas edenler desteklenmeli.

11-İşsizlik fonu oluşturulmalı.

12-Tarladan müşteriye, tezgahtan bireye sevk ve pazarlaması yapılmalıdır.

13-En başta helal eksenli çalışmalı, haram ve rüşvetin önü kapanmalıdır.

14-Alın teri karşılıksız kalmamalı.

15-Her konuda akid, yazışma, teminat oluşturulmalıdır. Sağlam teminat oluşturulmalıdır.

16-Mağdur etmekten ve olmaktan korunulmalıdır.

17-Ekonomi dünya faaliyetli, ahiret hesaplı olmalıdır.

18-Fakir islam ülkeleri desteklenmeli ve kalkındırılmalıdır.

19-İslam ülkeleri arasında iş birliği sağlanmalı, birbiriyle alışveriş yolu açılmalıdır.

20-Batının teknoloji ve sanayisi alınmalı, körü körüne taklitten kaçınılmalıdır. Kendi sistem ve çarkımızı kendimiz kurmalıyız.

21-Yer altı ve yer üstü kaynaklarımız işletilmeli, ekonomiye kazandırılmalıdır.

22-Kâr ve paylaşım sistemi üzerine bankalar oluşmalı.

23-Fikir üretme, düşünce geliştirme birimleri oluşturulmalı.

24-Şimdiye kadar yazılmış tefsir ve hadislerdeki ekonomik görüşler göz önünde bulundurulmalı.

25-Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler esas alınmalı.

26-Materyalist temelli olmamalıdır.

27-Sen çalış ben yiyeyim, değil, beraber çalışıp beraber yemeli, almayı değil vermeyi peygamber mesleği olarak sürdürmeli.

Alanın değil veren elin üstün olduğu düşüncesi yerleştirilmelidir.

MEHMET ÖZÇELİK

11-10-2017




EĞİTİMDE İTTİFAK EDİLİYOR MU ?

EĞİTİMDE İTTİFAK EDİLİYOR MU ?

 

Öğretmenlerin kendi aralarında ittifakın ve sıhhatli görüşün olmadığı bir eğitimde, öğrencilerin sağlıklı bir inanca sahip olması düşünülemez.

Problem öğretmenlerin zihninde netleşmeli.

Mesela; asırlardır işin ehli olan alimler ve müçtehitlerce tartışılan ve önemli çapta çözüm yollarının konulup neticelenen İman ve Amel yani amelin imandan sayılması konusu, ilim ve ilmi vasfı olmayan hatta Kur’an-ı Kerim-i yüzünden okumaktan aciz ve de üniversiteyi kazanmaya yönelik bir eğitim öğrencisi içerisinde tartışılmakta, zihinler bulandırılarak ifsat edilmektedir.

Adeta batıl tasvir edilmektedir.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle de; Batılı tasvir, safi zihinleri idlaldir.

Zihinlerin saptırılması ile de bu öğrenciler ince iple bağlı oldukları dinden soğumaktadırlar.

-Yine çok tartışılanlardan olan Tekfir konusu da ne kadar sağlam zemine oturtularak ittifakla ele alınmaktadır?

-1970- den beri benim gördüğüm ve öncesinde de çok tartışılan;  Men lem yahkum bima enzelallahu fe ulaikehümül kâfirun- zalimun – fasıkun”[1] ayetini İbni Abbas bir kelime ile izah edip,  Bediüzzamanın da tercih etmiş olduğu; Men lem yahkum bil mana men lem yusaddik yani Hükmetmeyenden kasıt, Tasdik etmeyendir görüşü reddedilip kabul edilmeyerek Deaşe ve siyasi kavgalara kapı açmaktadır.

Sıkıntı hala sıkıntı olarak devam ettirilmektedir.

Adeta bu öğrencilere anne gibi süt verme değil, midedekileri boşaltma olan kusmukların da verilme çabasına girilmektedir.

Oysa o öğrencilere koyun gibi hazmedilmiş bilgi verilmesi gerekirken, hayvanın yavrusuna verdiği kusmuk gibi bilgi verilerek içinden çıkılması istenmektedir.

Oysa ilmi öğrenmeye teşvik edilip rehberlik yapılsa daha verimli olacaktır.

Öğrenciler üst seviyede değerlendirilip, müctehidler topluluğu olarak görülmektedir.

-Yüz sene önce dinin problemi harici idi, şimdi dahili oldu.

Böylece büyük bir alim ve müçtehit görülerek her türlü olumsuzlukları ve tartışma konularını İmam Hatip öğrencilerinin gündemine getirmek iyi niyetin ve hizmetin gereği değil, bu bir ifsat hareketidir.

Namaz kılma oranı düşük olan ve iman takviyesi yapılması gereken bu öğrencilerle füruat ve gerekli olmayan meseleleri tartışmak fayda değil zarar vermektedir.

-Ve yine Emevi düşmanlığı bahane edilerek Kur’an ve hadise ve de sahabeye saldırılmaktadır.

-Hadiste; “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur’an-ı Ke­rim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltu­ğuna kurulan tok bir adamın ‘Size (Hz. Peygamberin sünneti / hadisleri değil) sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diye­ceği (günler) yakındır…”[2]

 

-Kur’an bana yeter, ona göre hükmederim demek, kanuna göre hüküm vermek hatta hukuk fakültesini bile okumaya gerek görmeden karar vermeye benzer.

Anayasa mücerred olarak temel alınıp, ekleriyle anlaşılır.

Veya derste sadece üniteleri anlatıp, onun dışına çıkmamak ne kadar anlayıcı ve anlatıcıdır.

Kur’an yeter diyenler, Kur’an-dan daha çok konuşuyorlar.

Onlar Kur’an-dan değil, kendi heva ve heveslerinden konuşmaktadırlar.

Kur’an-ı da kendilerine göre konuşturmaktadırlar.

 

-Hadis olmadan Kur’an-ı anlamak ve bilmek, harita üzerinde işaret ve özellikler olmadan anlamak gibidir.

Veya çok mükemmel bir müze de olsa, tarif edici olmadan anlaşılamayacağı bilinemeyeceği gibidir.

-Bu meyanda önde engel görülen rivayetler ve raviler, müellifler ve de onların yazdıkları eserler inkar edilmiş, yanlışlığı iddiasında bulunulmuştur.

-Bu milletin dini ilk yüz yıl içinde engellenerek yok edilmeye çalışıldı. Şimdi ise geriye kalanı da yanlış inandığı söylenerek yok edilmeye çalışılmaktadır.

-”Her ümmetin mecusisi vardır. Benim ümmetimin mecusileri ise ‘Kader yoktur.’ diyenlerdir. Onlardan biri ölürse, cenazesine katılmayın, hasta olursa ziyaretine gitmeyin. Onlar deccal taifesidir. Allah’ın onları deccale ilhak ettirmesi (ona katılmış bir grup olarak değerlendirmesi) hakkıdır.” [3]

Özellikle imani meselelerin münakaşa suretinde bahsi caiz değildir.[4]

 

**********************   

Birkaç itirafı göz önünde bulundurmak gerekir;

-1970-lerde kendisinden Kur’an-ı Kerim ve arapça dersi gördüğüm merhum Ali Güven hoca kendisi medresede okumuştu.

Ancak buna rağmen Allahın varlığı konusunda İhlas suresinin dışında bir isbat yoluna gidemiyorduk.

Allahın varlığı konusunda sorulan soruya, Kul hüvallahu ehad, deyip, ötesine geçemiyorduk.

Ancak Risale-i Nurları elde etmekle bu konudaki büyük eksikliğimizi giderdik.

-Bahri hoca hem medresede okumuş hem de şu an emekli imamdır kendisi.

15 yıl medrese tedrisatı, 10 yıl imamet yaptığım halde, ahiret ve kader konusunda şüphelerim vardı.

Risale-i Nur ile onu izale ettiğini söyledi.

-Yine başkasından nakille; 30 yıl medresede öğrenci yetiştiren bir hoca itirafında;

Eğer Risale-i Nurdaki meleklere iman konusunu dinlemeseydim, meleklere iman etmemiş olarak bu dünyadan gitmiş olacaktım.

Hocaları böyle olursa, cemaat ve toplumu varın siz düşünün.

Ancak bu ümitsizlik anlamına olmayıp, bir cihetle 3.asrada benzemektedir.

Farklı, hariçten girmiş inanç ve kültürlerin islamın safiyetini bulmak için çalkalamasına benzemektedir.

-Kendileri üzerinde operasyon yaptığımız gençlere nasıl bir eğitim almak istediklerini veya mevcut eğitimden ne kadar memnun olduklarını sorduk mu?

Neden dillerinden anlamıyoruz veya anlamıyorlar,

O da 10 dil bildiğimiz halde ,anlamıyorlar mı yoksa anlatamıyor muyuz? Çözümler ve nedenleri nelerdir?

-Temel ve Dursun Sultan Ahmet camiinde dolaşırlar.

Kendilerine yaklaşan bir turist 10 farklı dilde soru sordukları halde cevap alamayınca, bu durumdan mahcup olan Dursun Temele dönerek;

Ya hu Temel, adam bak 10 dil bildiği halde, biz bir dil biliyoruz, deyince Temel;

10 dil biliyor ancak hala kendisini anlatamadıktan sonra neye yarar?

 

-Öğretmen – öğrenci iletişimi sağlam zemine oturtulmalı ve de güçlendirilmelidir.

-Öz eleştiri ve bir İç muhasebe olarak kendimizi sorgulamalıyız.

Hep haklı olarak övdük İmam Hatipleri.

Başarılı olanlar okullara kaydedildikten sonra, geride kalan ve geriye kalanlar bu okullara kaydedildi.

Eskiden ise bunun tersi olurdu.

Kalite düştü.

Bu konuda her kes müttefiktir.

Bu öğrencilerin eğitim kaliteleri yükseltilmesi yönünde çaba gösterilmesi kadar, daha fazlasıyla da manevi yönlerinin ve de namaz kılmaları konusundaki çabalar arttırılmalıdır.

MEHMET ÖZÇELİK

02-10-2017

[1] Maide.44-45,47.

[2] Bk. Ebu Davud, Sünnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime,49; Ahmed b. Hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8).

[3] Ebu Davud, Sünnet; 17).

http://www.kuranikerim.com/kutubi-sitte/4820.html

[4] Bak.Bediüzzaman.12.Mektup.




BİTMEYEN MÜCADELE

BİTMEYEN MÜCADELE

Dün hendekle bir sonuç alamayan haçlı güruhu,bugün abd ile açıktan açığa dışarıdan ilk kuşatma planını uygulamaya koymuştur.Deaşın yerine yıllarca beslenen pkk oturtulacaktır.

-Maalesef bu memleketin yüz yıllık hassasiyetleri kaşınmaktadır.

Oyun büyük oynanmakta,bu memleketin bölünmesi için farklılıklar sürekli gündemde tutulmaktadır.

Maalesef bunlarda bazen bilim,kültür,hizmet,akademik çalışma gibi bahanelerle….

-Abd gibi İsrail de gerçek yüzünü göstermekten çekinmiyor.

İsrail Pkk-yı terör örgütü görmediğini,kürt devletinin kurulmasına olumlu baktığını,Barzanininde kürt devleti kurma gayretiyle birlikte yahudi yerleşimcilere yer açacağını söylemesiyle, Ortadoğu da suların dahada ısınacağını göstermektedir.

Ancak masumun ve mazlumun sahibi Allahtır.

Ebabil her zaman kuş olmayabilir.Bazen o seldir,bazen kasırga,bazende depremdir.

Ebabil aynı zamanda bir semboldür.

*******************   

Terörist hami ve avukatı chp milletvekilleri,pkk-nın şehit etmesine ses çıkarmayan chp milletvekilleri,nedense pkk-nın öldürülmesinden rahatsız olup,onların öldürülmemeleri gerektiğinden bahsetmektedirler.

-Chpfetönün siyasi ayağıdır.

-Neredeyse bir asra yakın,özellikle 1950-den itibaren,bu milletin kendi iradesiyle başa asla getirmeyeceği chp, bunu ismi gibi bildiği için; ya darbelerden,ya kirli veya şaibeli kimselerle ortaklıktan,yada hükümeti yıpratarak gözden düşürmekten medet ummuştur.

-Halkı bir dinleyin. Chp- ninyaptıklarına veya yapmadıklarına bir bakın. Asırlar yazsa bitiremez.

Milleti maddi manevi bitirmişlerdir.

Örtülü, çarşaflı kadınlara saldırmaktan, köylere giderek vergi adıyla keyfi olarak ne var ne yoksa her şeylerini almışlardır.

Ve yine Kılıçdaroğlu darbe anında ve sonrasında ne demiştir?

15 Temmuz işgalinde nerede ve hangi cephede bulunmaktadır?

***********************    

4664 hakim ve savcıya soruşturma açılmış,bunun 2044 ü tutuklanmış,271-i ise firarda. Az bir olay değil.

-İstatistiklere göre,Türkiye-nin% 45.i hukuka güvenmiyor. Türkiye-nin problemi,hukuk problemidir.Hukukun olmadığı yerde,hak olmaz.

İşgalin önemli bir ayağını hukuk oluşturmuştur.

Erdoğanın dediği gibi, Akşener ve chp gibilerin niyeti,eski Türkiye yi ihyadır.

Erdoğan için oynanan tek adam lafı, Bahçeli içinde devre dışı bırakmak amacıyla oynanmaktadır.

Mhp memleketin önemli meselelerinde devletin arkasında oldu. Bundan dolayı bugün cezalandırılmaya ve parçalanmaya çalışılmaktadır.

Ak partiye münferit hakim olup,başa hakim olamayan Fetö,Chp ve Mhp-ye hakim olma yolunu seçti.

Mhp-de kopuş olsada onada hakim olamadı.Chp adeta fetönün sözcüsü öldü.

-Erdoğana tek adam diyenler,KK-nın onca yenilgileriyleberaber çekilmeyişini, kendisi için koca bir partiyi feda edip,kendi borusunu çalması ne ile izah edilebilir.

*************************

7 Haziran 2015 seçimlerindeki başarısızlık,Davutoğlunun başarısızlığınıda gösterdi.2 pkk-yı temsil eden bakan çıktı,dahada hazini ise Davutoğlununchp ile bile hükümeti kurma adına hararetli isteği oldu.

Davutoğlu siyasi lider olabilecek özellikte biri değildir. Vefalıda değildir.Erdoğan.’ın kendisini zirveye çıkarmasına karşı,Erdoğanın zorluğunda ona destek çıkmadı. Belliki Gül gibi onuda danışmanları bitirdi.Akibetini hayırla kapatmadı,kendisini unutulmaya mahkum etti. Bir güzel tarafı Gül gibi gölge yapmadı,hesaplar kurmadı.

*****************************  

Bizde ölen Fetö, ab ve abd- de diriltilmeye çalışılıyor.

BylookFetöyü bitirdi.

Almanyadanlitvanyaya satılan bylook,1 yılı aşkın kurulmuş ve kullanılmış Almanya-da.

Aynı zamanda pkk ile ortaklığı da onu bitirdi.

Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı FETÖ soruşturmaları kapsamında telefonlarını takibe aldığı bir istihbarat astsubayına PKK’ya bilgi aktardığı suçlamasıyla dava açtı.[1]

-Hüseyin GülerceFetönün 50 yıl hallisinasyonasebeb olan diazemi kullandığını ve Fetönün 2016 yılında kurtarıcı olarak geleceği yani darbenin önceden haberinin verildiğini söylemektedir.

Dizaemin özelliği ise;” Diazemanksiyolitik, antikonvülsan, sedatif, kas gevşetici ve hafıza zayıflatıcı etkilere sahiptir. Bu şekli de anksiyete, uyuyamama, nöbetler, alkol yoksunluğu, ve kas spazmları gibi hastalıkların tedavisinde kullanılır.

Diazem ilacının en çok görülen yan etkisi halüsinasyon gördürmesidir. Ayrıca paradoksik olarak anksiyete, uyku bozuklukları, saldırganlık yapabiliyor.”[2]

-Hasan Sabbah aynı zamanda oğlu içki içtiği içtiği için öldüren bir insandır.

Kendisi ise medresede okumuş bir kişiydi.

-Kendisini tamamen Fetöye teslim etmiş olanlara, ondan ayrılmak zor geliyor.

Herşeyiyle bağlanmış olan, her şeyini kaybetmek istemiyor.

*****************  

İncirlik üssü ile ilgili birkaç yazı yazmıştım.

İncirlikte ocağımıza incir diktiklerinden bahsetmiştim.

Erdoğan neden incirlik konusunda rest çekip,dik durmuyor.

İyi niyetli insanlar, elbette vardır bir bildiği dese de, bu konuda yeterli girişimde bulunulduğu söylenemez.

Pkk oradan destekleniyor, darbe ve işgallerin üssü halinde kullanılıyor.

Sadece sızıntı halinde topluma sızanların kokusu bile, dehşete düşürücüdür.

Erdoğan her konudaki dik duruşunu İncirlikte de sürdürmeli ve göstermelidir.

MEHMET ÖZÇELİK

27-09-2017

 

[1]http://www.haber7.com/guncel/haber/2417134-hain-astsubaydan-pkkya-yardim

[2]http://www.internethaber.com/fethullah-gulen-ne-kullaniyor-gulerce-anlatti-1702320h.htm