İMAR SAVAŞI

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/1035221629848331/?type=3

 

Evet gerçekten imar barışı mı yoksa imar savaşı mı?

Neden mi?

İmar barışını duyunca sevinmiş, Türkiye-nin her tarafındaki ruhsatsız ve tapusuz binaların[1] çözüme kavuşturulacağı beni memnun etmişti.

Bu amaçla 21 yıl önce müteahhide vermiş olduğumuz arsa dükkanla beraber 4 kat olacakken, kendini düşünen müteahhid bir kat üç daire kârını düşünerek, bir kat fazla yaptı. Bununla da kalmadı onun üstüne de bir daire yiğenine yaptı.

İmar savaşını şey yani imar barışını duyunca harekete geçtim. Arsa sahibi olarak ben görüldüğüm için önceden yapmayı, böylece binada oturan 13 daire üç dükkanın yapılmasının da kolaylaşmasını düşündüm.

Belediyeye şimdiye kadar ödemediğim emlak vergisini aftan dolayı yarı fiyatıyla ödedim.

Tapuyu görevliye verdiğimde tüm binanın işlemini yapmaya çalışınca, sadece kendiminkini yapmak için geldiğimi söyledimse de, kendisinin bilerek yaptığını söyledi.

Arsa bedelini de çıkararak e-devlet üzerinden müracaatta bulundum.

Gelen cevapta borç 25 milyar civarında idi.

Apartman sakinlerine bildirdim. Onlardan birisinin de müracaat etmesiyle toplu olarak yaptırmamız gerektiği söylendi.

Oysa bu imar barışında herkesin kendi tapusunu kolaylıkla çıkaracağı anlaşma ve barışı idi.

Bir savaş başladı. Apartman sakinlerinin çoğuyla bir araya gelip konuşarak belirlenen günde Şehircilik Bakanlığının dairesine gittik.

Sağ olsun bizimle ilgilenen arkadaş uzun hesaplamalar sonucunda şu sonucu bana aktardı;

-Ben her birinden 4 milyar küsur toplayacağım, dükkanlardan da toplam 21 milyar küsur toplayıp bankaya yatıracağım, ondan sonra oturma izni verilecek ilk etapta.

Artık ben diğerlerinden eksiksiz teker teker nasıl toplayacaksam…

Devlet kendisini garantiye alırken, bize de sen nasıl toplarsan topla! İster cebniden ver, ister diğerleri arasında taksim et.!

Bunun neresi barış?!

Bitmedi. Bir o kadarda tapuya yatıracağız. Bir toplam on milyar kadar da proje için yatırılacak ve böylece her bir daireye 10 milyarın üzerinde bir masrafla tapu verilecek.

Ya apartmandan birisi vermezse?

Onu da ben ödeyeceğim!!!

Bunun neresi kolaylık…

Bu durumun zor olduğunu görevliye söylediğimde, o benden daha fazla bu işin bir çözüm ve barış olmadığını açıkça dile getirdi.

Diğer daire sahibi arkadaşlar karşılarına böyle bir imar savaşı çıkınca; Tapumuzu alıp, satarken 10-15 milyar kazanacağımıza, satarken bir o kadar daha düşüğüne veririz, daha iyi deyip, yapmadan oradan ayrıldık.

Satarken en büyük problem ise; Satın alacak olan kişinin toptan ödemesi, bankadan para çekme imkanının olmamasıdır.

Bu kimlere yarar?

Ormanda villa yapmış, büyük yatırım yapan zenginlerin işine yarar.

Bundan sadece biz şikayetçi değiliz. Genel kanaat bu yönde.[2]

Bunu gündeme getiren bakanın Kayserili olması aklıma şunu getirdi;

Bu girişim sinekten yağ çıkarma değil, bal çıkarmaya benziyor.

Gerçekten devlete katrilyonlar getirecek, gerçekten barışı oluşturacak bir uygulama idi.

Ancak görünümde böyle iken, uygulama ve gerçekte hiç te öyle olmamaktadır.

Kolaylaştırıcı değil, zorlaştırıcı bir durumdur.

MEHMET ÖZÇELİK

07-08-2018

[1] https://www.milliyetemlak.com/dergi/turkiyede-kac-konut-var/

[2] Bak. http://www.seslimakale.com/videodetay/fuat-ugur–imar-barisi;-amac-baris-mi-para-toplamak-mi-26896

 




DİNİ AKIMLAR

DİNİ AKIMLAR

Osmanlı çatısının yıkılması ile birlikte 200 yıllık İslami hareket içerisinde birçok akımlar gelişmiş.

Tarih boyunca Osmanlılar tarafından yönetilmesinden sonra çözülmeye başlayan İslam dünyası son 2 Asır içerisinde bazı fertlerin gayretiyle, farklı hareketleriyle, İhya dediğimiz, dirilişte dediğimiz yenilenme, ıslah dediğimiz düzeltme ve iyileştirme faaliyetleri içerisine girmiştir. Ancak bu ferdi çıkışlar bazı hataları, bakış açılarını, bazı yöntemleri ve girişimleri de ortaya koymuştur.

Tıpkı hicri üçüncü asırdan itibaren islamiyete giren farklı inançtaki insanların islamiyete eski bilgi ve birikimleriyle beraber girmeleri ancak bu vesileyle islami alanlarda bir çok çalışmalar ve temel ilimlerin ortaya çıkması gibi bir vaziyet içerisindeyiz.

Toparlanmak üzere islam dünyası bir dağınıklık geçirmektedir.

Bu arada bir çok sapık akımda zuhur etmektedir.

-Abduh, Efgani, Muhammed İkbal gibi şahsiyetler farklı eğitim yöntemleri ile bir kısmı reformist olarak, bir kısmı tehdit, bir kısmı ıslah hareketler içerisine girmiştir. Bediüzzaman Bunlar içerisinde en kapsamlı olaraktan imani sahada ıslah içerisine girmiş, diğer meselelerde de istikameti tayin edecek esasları tesis etme yolunda hizmet etmiştir.

Ferdi çapta Cemaleddin Efganinin veyahutta Seyyid Kutub’un siyasi tarzdaki hareketine muhalif olaraktan ıslahatçı bir reform, ıslahatçı bir hareket ile fertlerin yetiştirilmesinde, imanın tehdidine karşı tecdit hareketleri içerisine girmiştir Bediüzzaman.

– Mesela nesebinin Hazreti Peygambere ulaştığını söyleyen 1817 de Delhi’de dünyaya gelen Seyyid Ahmet Han.

İlerleme programını üç temel esas üzerine bina etmiştir. Batı Eğitim ve bilimini tereddütsüz kabul etmek ve bazı durumlarda yeni bir eğitim kurumu açmak, modern şartlar doğrultusunda dini ve kutsal kitaplara akılcı bir yorum getirmek, idarecilerle Müslüman halk arasındaki uçurumu kapatacak köprüler inşa etmek, yine İslamiyet’in akılla ulaştığını kabul eden Ahmethan Avrupa aydınlanma akılcılığı tesirinde kalmıştı.

-Tamamen sebep sonuç ilişkisi ile yürüdüğünü öne süren Ahmethan, dolayısıyla mucize ve kerametleri kabul etmemiş, mucizelerle ilgili nasları tabiat kanunlarına uyumlu şekilde yorumlamıştır. Kuran-ı Kerim’deki dünyevi hükümleri dinin bir parçası olarak görmeyen Ahmethan, hadisi şeriflerin kabulünde akıl ve tabiatı uyum kriterine getirmiş, bu uyumu bulamadığı hadisleri ise reddetmiştir.

-Anlaşılmasında Kur’an’la getirilen bir tarihe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Fıkıh, hadis, tefsir ilimleriyle, bunların prensiplerinin yeniden münakaşa edilmesi gerektiğini, bu bakımdan ihtiyaç duyulduğunu söylemesinden dolayı Ahmet Ağa’nın, Protestan reformuna benzer bir hareketin İslam dünyasında gelişmesini Arzu ettiği de hissedilmektedir.

 

-Bu arada İslam Birliği fikrine önem veren Efgani, ıslahatlarda önceliği siyasi çalışmalara vermiştir. O hayatında yönetimden yani tavandan başlayıp tabana, halka doğru inen hızlı bir toplumsal ilişki ve iyileştirmeyi sağlayacak faaliyetlere öncelik vermiştir. Bu faaliyetlerde anti-emperyalist söylem egemendir.

-Mısır’da ihvanı Müslimin, Pakistan’da cemaat-i İslami gibi siyasi örgütlenmeler Efganinin ıslahat gayretlerinin izinden giden hareketler olarak değerlendirilebilir.

-Bu arada Muhammed Abduh siyasi olmaktan çok kültürel karakterle tabandan tavana doğru bir toplumsal inşayı öngören ıslah hareketlerini model aldığı görülür.

-Din anlayışının yer yer modernist motifler taşıdığı da gözden kaçmaktadır. Bununla beraber Mustafa Sabri Efendi başta Muhammed Abduh, Reşit Rıza olmak üzere Ferid Vecdi, Meral Muhammed Heykel, Ali Abdul Rezzak gibi bazı Mısırlı Alim ve aydınları İslam dinini batı düşüncesi ve değerlerine göre yorumları için ağır bir dille eleştirmiştir.

-Modern çözümler sunar, fetvaları akılcılık adına hissi mucizeleri inkar eden yaklaşımlara ve İslam’ın bilimle çatışmadığı tezini ısrarla savundu.

İslam’ın hantal yapısının ihtiyaca cevap vermemesi bir yandan, dini temel ilimlere geçmek için 20 yıl boyunca süren grameri ile uğraşmış olması, gelenekçi yapıların savunulması ile beraber farklılıklarının da ortaya çıkmasına ve medreselerin yavaş yavaş yıkılmasına neden olmuştur.

-Her tarikatın bir Silsile namesi bulunur. Örneğin Halidiye Nakşiliğinin silsilesi Hz Peygamberden sonra 15. sırada tarikat Piri Şahı Nakşibendi, 23. sırada İmamı Rabbaniye, 29. sırada Halidi Bağdadiye ulaşır. Halidi Bağdadinin cübbesini alan Ondan sonra tecdit görevi ile görevlenen Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de böylece otomatikman 30. sırada yer almaktadır.

-“Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti- otuz yıldır.”[1]

“Isırıcı”, yani yok edici saltanat kısmını ihtiva eden hadisi, Hz. Huzeyfe anlatıyor: Resulüllah(a.s.m) şöyle buyurdu:

“Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da –dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.”[2]

-Efendimiz Aleyhis Selatu Vesselam, kendisinden sonra hilafetin 30 yıl süreceğini ifade etmiştir. Hakikaten 4 halifeyle ve 6 aylık Hz. Hasan’ın hilafeti ile beraber 29 yıl 6 ay sürmüştür.

Dört halifeden Hz Ebubekir 2 yıl, Hz Ömer 10 yıl, Hz. Osman 12 yıl, Hazreti Ali 5 yıl ve toplam 29 yıl hilafet süresi vardır. Hz Hasan ise 6 aylık bir hilafeti sürdürmüştür. Toplam 29 yıl 6 ay olmaktadır.

Tabiri caizse 30 yıla 6 ay kalmıştır.

Bediüzzaman mesleğimiz sahabe mesleğidir, der.  Böylece 30. silsilede olan Bediüzzaman Hazretleri de, Efendimizin haber vermiş olduğu o 30 yıllık hilafetin süreceği manasını, ondan sonra ise Efendimiz; ısırıcı bir siyasi idari sisteminin geleceğini ifade etmek ile de, Emevi Devleti’nin ırki ve nesebi bir siyaset izlediğini ortaya koymuştur.

-Bu hizmetler içerisinde 100 Yıllık bir Nurculuk hizmetinde Bediüzzaman Hazretleri; hayatını iki devreye ayırmış oldu. Eski Said ve yeni Said devresi içerisinde birinci devre; daha ziyade siyasi, bazen askeri cephede mücadele ederken 2. Devre özellikle cumhuriyetin kuruluşundan itibaren dine cephe alınma, dini akımların susturulması durumu üzerine bir ihtiyaca binaen Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri kendi hizmetini imani alanda, imani olaraktan sürdürmüştür.

Mehmet Akif’in dediği gibi; Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhami / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı.

Şimdiye kadar İslam’ın büyük Sarayı’nı gösteren ulemaya ek olaraktan Bediüzzaman Hazretleri, insanları İslam Sarayının içerisine koyup, iman dairelerinde gezdirmiş, imanın hakikatlarını akli ve nakli, mantıki, pozitif bilimler ile ispat etmiştir. Öyle ki imanın hakikatini inkar edilemeyecek derecede akli delille ve müsbit ifadelerle beyan etmiş olması, özellikle komünizm ve din aleyhindeki inkarın önüne en büyük bir set oluşturmuş olmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri Kur’an’ın bu zamanın hakikatına bakan ayetlerini, zamanın anlayışı çerçevesi içerisinde ele almıştır.

Şimdiye kadar mücadele edilen, kavga edilen, doğu-batı, medrese mektep kavgasını ortadan kaldırmak suretiyle akılla kalbi birleştirmiş, pozitif ilimlerle dini ilimleri, fen bilimleriyle nakli ilimlerin birleştirilmesinde önemli rol oynamıştır.

-İlahiyat ve aynı zamanda batı felsefesinin mezcedilmesinde önemli rol oynamıştır. İslami kıstaslar içerisinde Bediüzzaman Hazretleri İslam’ın meselelerini zamanın ihtiyacı yönünde ele almış olmaktadır.

Nur hizmeti büyük bir hizmettir, külli bir hizmettir, zamanın ruhuna uygun bir hizmettir, zamanın hastalıklarını Kur’an’ın Eczahanesinden almış olduğu ilaçlar ile tedavi etmiştir.

-İnsanlığın adeta asırlar boyunca gelen ulemanın meselelerini çözüme kavuşturmuş, umumu’l belva diye de ifade edilen Ümmet için Bela olup çözülmesi zor olan hususlara Bediüzzaman Hazretleri açıklık getirmiş olmaktadır.

-Bediüzzaman Hazretleri Cenâb-ı Hakk’ın Kendisine vermiş olduğu özel hususiyetler ve  Allah’ın Hakim ve Rahim ismine mazhariyet ve bu asrın tam meselelerine ışık tutan hakikatları dile getirmiş olmaktadır.

Ortaya koymuş olduğu eserler kendi şahsından ziyade tamamıyla Risale’i Nuru Üstat edilmesi gerektiği, kendisinin de üstadının Risale’i Nurlar olduğunu ifade ederekten; müntesiplerine kendi eserleri olan Risale-i Nur’la, daha doğrusu kendisinin de istifade ettiği Risale-i Nurlarla bir araya getirmiş, birleştirmiş ve kaynaştırmıştır.

Risale’i Nur’un her bir eserinin bir çok defa okunduğu halde, içerisindeki farklı farklı hakikatları ortaya çıkmış, adeta 100 kapılı bir saray hükmünde olan her bir insanın kendi dünyasını, kendi sarayını, kendi kapısını açabilecek anahtarları Risale’i Nur hakikatları içerisinde mevcut olarak bulmuş olmaktadır.

-Nur cemaatları eğitim çalışmalarında yoğun biçimde yazılı malzemeyi kullanırken, Süleymancılar daha çok sözlü malzemeye dayanmıştır. Bu nurculuğun daha çok Şehirli, Süleymancıların ise taşralı bir cemaat görüntüsü vermesinin hem sebebi hem de sonucudur.

Diğer bir sonuç ise; Nurculuğun yüksek Tahsilli, Süleymancıların ise orta ve alt tahsilli bir sosyal taban üzerine yükselmesidir. Ancak iki camianın hikayesindeki söz konusu karakteristik farklılıklar Şehircilik, eğitimlilik ve modernlik yönünde gitgide azalmaktadır.

-Risale’i Nurlar anlaşılır bir eserdir. Herkes nisbetince, kapasitesince ondan mutlaka  faydalanırlar, yararlanırlar. Herkesin dünyasına ışık tutan hakikatlar Risale’i Nur içerisinde mevcuttur.

Aslında velayet zincirinin son halkasını oluşturan Bediüzzaman Hazretleri; şimdiye kadar ilim erbabının, velayet silsilesinin son halkasını, son havuzunu oluşturarak, velayet zincirindeki son özellikleri kendisinde ve eserlerinde cem’ etmiş olmaktadır.

***************   

Diğer İslam ülkeleri ile Avrupa ve Amerikadaki çeşitli davet teşkilatları, yayınevleri, Camii vakıfları ve öğrenci dernekleri, kendi bölgelerinde Selefi öğretilerin propagandasını üstlenmiş durumdadırlar. Batı aleyhtarlığı söz konusu kuruluş ve cemaatlerin en bariz özelliğidir. Bunu siyasi alanlarda ve militer usullerle yürütmeyi hedefleyen batılı kaynaklarca Cihadiyeciler diye nitelenen ve Harbiye selefiye etkisindeki büyüklü küçüklü şiddet yanlısı organizasyonlarda varlıklarını sürdürmektedirler. Cezayir’de cemaatı selefiye , Endonezya’da leşkeri Cihat, Somali’de eşyalar, Nijerya’da Boko Haram, malide Ensareddin, Irak ve Suriye’de Irak Şam İslam Devleti yani IŞİD bu çeşit teşkilatlardan bazılarıdır.

-Dünyada meydana gelen değişimler, savaşlar, fakirlikle kıtlıklar, bütün zorluklar bazı düşünce ve akımlarının ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır. Nitekim mollalar ve talebelerinden oluşan medrese Afganistan’da 1839 -1842 ve 1878- 1880 yılları arasında İngilizlere karşı yürütülen İstiklal mücadelesinde önemli rol oynamıştır.

1979 Sovyet işgaline karşı başlatılan Cihat sürecinde de aynı rol tekrarlanmış, hocası ve talebesi ile medreseliler çeşitli Mücahit organizasyonların bünyesinde büyük yararlılıklar göstermişlerdir. Bugünkü Taliban olarak 1960 yılı ve sonrası doğumluların teşkil ettiği bir kuşaktır, yaşları büyük olanlar ve liderlik kadrolarında bulunanlar çoğunlukla Afgan cihadına katılmış gazilerdir. Daha genç yaştakiler ise çoğunlukla Cihat sırasında mülteci kamplarında bulunan veya yetim yurtlarında büyüyen kesimdir. Bu kişiler eğitimlerini daha çok Pakistan’ın kuzeyindeki medreselerde almışlardır.

-Ve fakirliğin hüküm sürdüğü sert bir ortamı, bir aile şefkatinden uzakta tecrübe eden bu gençler Cihat sona ermesine rağmen, bu kez iç savaş sebebiyle özlem duydukları memleketlerine dönmemişler, ağabeylerinin Afganistan’da başlattıkları harekete kolayca adapte olup Taliban’ın başarısında pay sahibi olmuşlardır.

-Üzülerek söylemek gerekirse çıkarcı Sovyet kuvvetlerini 1988’de geri çekilmeye mecbur bırakan Afgan Mücahit teşkilatları artık  Afganistan’ın yönetimini ele geçirmek için kendi aralarında savaşa girdiler. Tarafların birbirlerine üstünlük sağlayamaması ve daha başka harici sebeplerin sonucunda ülke işgal yıllarından çok daha kötü bir duruma düştü. Sadece Başkent Kabili ele geçirmek için vuku bulan hizipler arası çatışmalarda 63000 insanın hayatını kaybettiği belirtilmektedir.

-Büyük silahlı güçleri hala ellerinde tutan eski Mücahit komutanları hakim oldukları bölgelerde birçok zulüm ve haksızlığın failleri olarak kanunsuz ve keyfi icraatlarda bulundular. Halkın fakirlik ve perişanlığına rağmen lüks ve refah içinde yaşayan bu savaş baronları haksız yargılama, tecavüz, adam kaçırma gibi birçok ürünün faili oldular.

-İlk başta emniyet ve huzur getirmek için yola çıkan Taliban hareketinin söz konusu dış ilişkilerin de zorlamasıyla kısa sürede siyasi bir harekete dönüştüğü görülmektedir.

-Afganistan’ın 2. büyük şehri Kandırayı merkez edinen Taliban; bundan sonra hakimiyet alanını hızla genişletmeye başladı. Kanlı çatışmalar sonucunda 5 Eylül 1995’te herhalde 26 Eylül 1996’da da Başkent Kabili eski Mücahit örgütlerinden teslim aldı. Bu fetihlerle ülke topraklarını neredeyse üçte ikisine hükmeder duruma gelen Taliban, 1996 yılı sonunda Afganistan İslam emirliği adını verdiği bir devlet kurduğunu ilan etti.

-Bizdeki PKK’nın durumuna benzeyen bir durumda görülmektedir ki; o da şu Taliban ile birlikte anılan diğer bir konu uyuşturucu üretimi ve trafiği sorunudur. Dünya Haşhaş üretiminin yüzde sekseni Afganistan’da yapılmaktadır.

2001 yılına mahsus sıkı tedbirleri ve bunun çok da etkili olmayan sonuçlarını istisna edersek Taliban Devleti yıllarında, devletinin yıkılışından sonra ise Taliban denetimindeki alanlarda hammadde üretimi artarak devam etmiştir. Taliban bu üretimin dinen meşru olmadığını kabul etmekle beraber, şiddetli fakirliğin yaşandığı ülkede nüfusun önemli bir kesiminin Haşhaş ekimini engellemekte istememiştir.

Bu bitkinin ekiminin caiz, ondan uyuşturucu yapımının ve kullanımının ise haram olduğu, kendilerinin Haşhaşı sadece ektikleri, uyuşturucu üretimi ve kullanımında ise gayri müslimlerin devreye girdiği mazeretine sığınan Taliban; gerçekte bu işten büyük gelir elde etmektedir.

Öncelikle ürünün hasadından aldığı yüzde 10 öşür vergisi yüklü meblağları da kabul etmektedir. Ayrıca maddenin naklinde sağladığı silahlı koruma karşılığında yüksek miktarda ekonomik kazanç elde etmektedir. Bu finansal girdiler ile askerlerin maaşları ödenmekte, silah ve cephane alımı gerçekleşmektedir.

*************  

-Mısır’da faaliyet gösteren ihvan-ı Müslimin kuruluşundan itibaren Mısır’daki örtülü İngiliz sömürgeciliğine karşı olmuş, tam bağımsızlığı savunmuştur. İngilizlerin kontrolünden henüz çıkamayan Mısır monarşisi yine Benna ve ihvan’ın Hedefindedir.

İhvanın aynı yıllarda ki diğer bir meşguliyet alanı Filistin meselesidir. Filistin’deki siyonist işgalin en büyük destekçisi İngilizler olduğu için örtülü Sömürgecilik ile Filistin sorunu genellikle beraber değerlendirilmiştir.

Sosyal, kültürel ve siyasi alanlardaki mücadelesine ilave olarak ihvan’ın askeri tarzı yapılanmış, yeraltı birimine 1940’ların başında faaliyete geçirdiği bilinmektedir. 1948’de Arap İsrail Savaşı başladığında söz konusu birim öncülüğünde ihvandan çok sayıda gönüllü İsrail’e karşı savaşmak üzere cephelere koşmuştur.

-İhvan’ın kurucusu olan Hasan El Benna İslam aleminin içinde olduğu kötü durumun düzelmesi için birtakım siyasi hedefleri gerçekleştirmeyi zaruri görüyordu. Öncelikle dini ve ahlaki değerlerin hayata geçirilmesi için İslami bir devletin kurulması, sonra hilafetin yeniden tesisi yoluyla İslam Birliği’nin sağlanması gerekliydi. Bu hedefe ulaşmak Müslüman ülkelerin tümünün her türlü sömürgeci hükümetten ve onların yerli işbirlikçilerinden kurtarılması ile mümkündür.

-Bir hadis inkarcısı olmamasına rağmen vahye, gerçeklere ters düşen bazı hadisleri kabul de çekinceli davranıyordu. Örneğin tefsirinde Hz peygambere büyü yapıldığını anlatan isnadı, sahih bir hadisi peygamberlik sıfatı ile çeliştiği gerekçesiyle reddetmişti. Yine o cennette, “o gün bazı yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır”, ayetinin tefsirinde meşhur rü’yetullah hadisini hiç konu etmemiştir.  Üstü kapalı bir şekilde, Gözlerin değil kalplerin bakışından söz etmiştir.

-Allah’ın sıfatlarında tatile giderek ve kader meselesinde cebiri benimseyen Cehmiyye; rü’yetullahı inkar ederek Mutezileye, öte şahıslara tebliğ ederek Eş’ariyye, Hazreti Osman ve Muaviye hakkında olumsuz kanaatler serd ederek rafiziye  intisab ettiğini iddia etmiş ve onun tarihe gömülmüş bu batıl fırkaların fikirlerine tekrar can vererek Ehli sünnet akidesine büyük kötülükler yaptığını söylemiştir.

-Ne hazin, ne düşündürücü, ne ibretli bir durumdur ve de Suriye’nin belki de bu hale gelmesinde de düşündürücü bir durum şudur ki; bir tesbit olarak belirtilir; Arap âlemindeki İhvan yapılanmaların belki de en önemlisi Suriye teşkilatıdır. Siyasi ve inkılapçı yönü baskın bir teşkilat olan Suriye ihvanının resmi kuruluş tarihi 1945 olarak verilir. Kurucu lider el- Ezher de okurken Mısır ihvanını yakından tanıyan ve bizzat örgüt faaliyetlerine dahil olan Dr Mustafa Esraiyidir. Ölümü 1964.

Sami şeriat Fakültesi dekanı iken 1941’de kurduğu Muhammed’in gençleri, şevabu Muhammed Teşkilatı Suriye ihvan’ın tabanını teşkil etmiştir. Ancak ne hazindir ki sosyalizm İslama uygun olduğu tezini işleyen iştirakiyle Türk-İslam adlı kitabını 1959’da yayımlayan Sipahi işçi ve köylü haklarını savunan bir politik çizgide siyaset yapmış, din karşıtı laik sol çevrelerin her zaman karşısında yer almıştır.

-Mısır’da Kurancı adıyla Maruf olan, 1920 yılında ölen ve kendisi bir tıp doktoru olan Muhammed Tevfik Sıtkı makalesinin başlığını, İslam sadece Kur’an’dan ibarettir. -İslam hüvel Kur’an vahde-, sözü ile özetleyen fikrini söyle belirtir; Hz Peygamberin söz ve fiillerine sadece Onun yaşadığı asrı bağladığını, günümüze yapacağı bir katkısı olmadığını söyler. Mezkur makalesinde kendisini biz Kurancılar nasıl Kuraniyyun diye tanıtan Sıtkı düşüncesini ve tezlerini; -Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” Enam suresi 38. ayetine dayandırıyor. Farz olan namazların Kur’an’da iki rekat olarak geçtiğini söylemiş, zekatta nisap miktarını hadislere bakılarak değil, günümüz şartları gözetilerek tespit edileceğini ifade etmiştir. Ayrıca yine Ahmet Suphi Mansur da,  hadislere bir değer atfetmemektedir. -Kur’an’ın itikadı- başlıklı makalesinde şahadet kelimesinin la ilahe illallahtan ibaret olduğunu ileri sürmekte, tüm peygamberlerin eşit statüde olduğunu belirtmektedir.

Hz Peygamberin elçiliğine dair cümlenin ezanda olmaması gerektiğini iddia etmekte ve  onun Mescidi Nebevideki kabrinin ziyaret edilemeyeceğini söylemektedir. Müslüman kadınların iyi ve barışçıl insanlar olmaları şartıyla gayrimüslim erkeklerle evlenmelerini helal, buna karşın ona göre hiç de iyi insanlar olmayan Bin Ladin ve Kardavi benzeri kişilerle evlenmelerine ise haram olduğu fetvasını vermektedir. Beş vakit namazı kabul etmekle beraber, namazdaki Tahiyyat duasının Hz peygambere övgü içerdiği için okunmayacağını söylemekte, cihadın sadece savunma amaçlı olduğunu belirtmektedir. Müslümanların yönetiminde Halifeliğin değil demokrasinin geçerli olmasını istemektedir.

-Yani Kur’ancılık Türkiye’de daha çok Kur’an İslam’ı adı altında Hüseyin Atay, Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk, Bayraktar Bayraklı, Muhammed Nur Doğan, Abdulaziz Bayındır gibi bir çoğu ilahiyat kökenli akademisyenler tarafından temsil edilmiştir. Bu isimler arasında ideolojik ve metodolojik bir yöntem ortaklığından bahsetmek zordur. Özellikle bunlar üzerine en etkili olan Hüseyin Ataya gelince; sebebi nüzulü rivayetlerine ve Nebevi tefsire bir kaynak değeri atfetmeyen Hüseyin Atay, yapınız müsait ise Kur’an kendini size açıyor, diyerek bir referans kapısını da aralamaktadır.

-Tarihselci İslam Modernizmi, modernizmin fikir babası olan Fazlurrahman kölelik olsun, çok kadınla evlilik, kadının dövülmesi, mirasın cinsler arasında eşitsiz paylaşımı, kadının küçük yaşta nikahlanması, Fetih amaçlı savaş esirlerinin öldürülmesi gibi hükümlerde tarihselci, İslam Modernizmi savunmacı bir pozisyona hiç girmeden bu hükümlerin tarihsel şartlarını anlamaya, beşeri maksatları bulmaya çalışır. Hükümlerin evrensel olduğu hususunda metinselciler gibi bir ön kabule sahip olmadığı için tevile gerek kalmaz. Ve yine Kur’an’ın manası ilahi ama lafzı Hz Peygamber’e ait beşeri kaynak olduğu şeklindeki kanaatından dolayı bazı gelenekçi çevreler tarafından başına ödül konularak katli istenir.

İşte Fazlurrahman şu yöntemi önerir. İlk önce Kur’an’ın indiği döneme gidilip Siyer ve sebebi nüzul rivayetlerinin yardımıyla ayetlerin hangi maksatlara binaen, hangi genel ilkeleri yerleştirmek için indiği tespit edilir. Sonra bu ilkeler bugüne taşınır ve ilkelerin çağın şartlarına nasıl gerçekleşeceği tespit edilerek modern çözümleri vardır. Böylece Kur’an’ın Emir ve yasakları zamanımızda yeniden etkinlik kazanır, der. Ayetlerin hükümleri ise ibadetlerle ilgili olanların dışında Fazlurrahmana göre tarihsel kalmaktadır. Bu hükümler çağın şartlarında ve çağın maslahatlarına binaen nazil olmuştur. Dolayısıyla sonraki dönemlere hitap etmez. Zira toplumsal şartlarla maslahatlar sürekli değişmektedir. Değişmeyen ise Kur’an’ın Evrensel ilkeleridir. Nasıl hırsızın elinin kesilmesine hükmeden Maide 38. ayetin maksadı; Eğer ağır bir cezanın hırsıza uygulanması adil ve huzurlu bir toplumsal düzenin oluşturulması ise, aynı maksadı çağımızda gerçekleştirecek daha ağır veya hafif başka bir ceza ayetteki hükmü Ceza’nın yerine geçebilir.  Tarihselci modernistlerin eleştirdikleri metinci modernistler ise, ayetin tarihi bağlamına genellikle müracaat etmeden mesela ayet metnindeki kelimenin sematiğinden hareketle, el kesmenin kat’ı,  eli yaralayıp çizmek suretiyle hırsızı işaretleme manasına geldiğini söyleyebilmektedir. Ancak her iki durumda da Kur’an’da hırsız için konulan had cezası artık işlevini kaybetmiş olmaktadır. İşte modern bulunmayan bir şekli uygulama, yerini bir başka uygulamaya bırakmaktadır, der.

-İslamı içeriden bozma amaçlı bu uygulamalar; tüm islam dünyasında uygulanmaya konulduğu gibi, memleketimizde de hararetle gündemde tutulmuştur.

Nitekim Sait Yazıcıoğlu kendi anılarında kaydetmektedir ki; 28 şubat 1997 yılında dindar ve inançlı insanlara yapılan baskıların sebebi; özellikle Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Atay, Hasan Elik, Rami Ayas, Beyza Bilgin gibi ilahiyatçılara bizzat ordunun talimatı ile yazdırılmış olan İslam Gerçeği adlı kitaptır.

-1950’li yıllarda düzenlediği Anadolu konferansları ile Necip Fazıl’ı taşraya taşıyan büyük doğu Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan Malatya’da terzi Sait Çekmegil, daha önce Risale’i Nura yakın, Bediüzzaman’ı sever, eserlerini okuyan bir kimse iken ancak Suudi Arabistan’a gittikten sonra, muhtemeldir ki Vehhabiliğin etkisinde kalmıştır. Kuran Merkezi duruşu bu bağlamda sanki bir ironiyi çağrıştırmaktadır. Duasında şöyle der; Hintten Çin’den, Yunan’dan muharref nasranilikten, menkıbevi İsrailiyattan devşirilen, mistik sayıklamalardan müşteki olanların zanniliklerinden teberri ederiz, diye niyazda bulunan Çekmegil; uzun yıllar Türkiye’deki tasavvuf çevrelerince mezhepsizlik, dinsizlik arasında bahsedilir olmuştur.

O vahye göre -Büyük Zulüm- adlı kitabında Said Nursi, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Zahid Kotku, Ali Şeriati gibi büyük üstatları Kur’an’ın çizgisinden saparak, fikirlerine zulüm karıştırmakla suçlar. Bidat ve hurafelerden arındırılmış bir din anlayışını keskin ve yaralayıcı bir dille savunan geleneğin var ettiği anlayışlara ve bilhassa tarikat yapılanmalarına karşı entellektüel bir duruş sergileyen Çekmegil, Malatya ekoli diye bilinir.. Radikal çizgiye şeklini veren kişidir denilir.[3]

 

 *******  

FETÖ

Bir asırdır cehalet, fakirlik ve ihtilaftan kurtulamayan doğu ve doğu insanı, bir de buna baskı ve maalesef sonrasında da pkk, Deaş ve diğer ifadeyle ermeni hakimiyetinden kurtulmuş değil.

Abd-nin, Almanya ve Avrupanın oyun tuzağından hala kurtulmuş değiliz.

Kaç asırdır kendi üzerinden oyun oynanan doğu, hala kurtulmuş değil ve maalesef kendisi de ciddi olarak bundan yeterince kurtulmaya çalışmamaktadır.

En kolay yaptığı iş, -elbette kolay değildir- batıya göçmektir.

– 28 Şubat kararlarını askerler hazırladı.[4]

-Bir İngiliz oyunudur; Dini yasakla, halkı devletle karşı karşıya getir.

Dine ihtiyaç duyanların ihtiyaçlarını açacağın kanalizasyonlarla gider veya sulandır.

– Mutezile Abbasiler döneminde ve özellikle Harun Reşid döneminde gelişme göstermiştir.

Bu her dönemde de bu şekilde gelişmeler göstermiştir.

Nitekim Fetöde sağ iktidarlar döneminde, sol düşünceliler de sağ iktidarlar döneminde işlerini yürütmüşlerdir.

Ancak şu anda tehlike geçmiş değil, Mutezile görüşün bu zamanda da kendine uygun zemin bulmasından korkulur.

Uygun tv ve proğram ve medya dünyasını buldukları gibi…

– Fetö eğer 5 yıl önce ölmüş olsaydı belki adeta onun bir Anıtı dikilecekti.

Ancak bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, akıbeti itibariyle baktığımızda durum hiç de öyle olmamıştır.

Münafık bir yapı olan Fetö; hem dini ve hem de insanların teveccüh ettiği Risale-i Nurları tahrife yöneldi.

La ilahe illallah demenin iman için kâfi olduğunu, Muhammedur Rasulullah demeden de olacağını söylerken, bunu okudukları ezana da yansıttılar. Müslüman bir kadının gayr-ı Müslim bir erkekle evlenebileceğini ve bunu gerçekleştirerek göstermiş oldu.

Diyanetin raporunda bu durum genişçe belirtilmiştir.[5]

15 Temmuzdan sonraki veya 17- 25 Aralık 2013’den sonraki durum neticesinde onun hakkındaki kanaati ile aleyhine dönen insanlar, belki de öncesinde aleyhine dönmeyecek, onu hayırla yad edecekti. Onun hakkında çok övgülerde bulunacaktı. Ama bugün dünyada Müslüman ve gayrimüslim olarak Fetö’ye bakış tamamen farklıdır.[6]

-Feto yıkılınca arkasından PKK ve kandil yıkılmaya başladı.

Afrin ve çevresine, pkk ve deaş yuvalarına girildi.

Arkasından Adnan Oktar ve bütün kirli işleri ortaya çıkmaya başladı. Yani bütün kirli ilişkiler Haşhaşi çatısı altında toplanmış, çatı gidince, temeli yıkılınca etrafındaki duvarlarda teker teker çökmeye başlamıştır.

Feto aslında çok uluslu, ilişkili, kirli bir yapının genel adıdır. Bu kirli Fetö terör örgütü Türkiye’deki uyuşturucu çetesinin ve aynı şekilde fuhuş çetesinin de ilk adımını oluşturdu.

Fetönün şifresinin çözülmesiyle birlikte birçok çete otomatikman hepsi de bu arada çökmüş oldu.

-Hem devleti ve hem de özellikle Nur cemaatını bitirmeye çalışan Fetö, biz muhabbet fedaileriyiz, yalanına sığınarak iki taraftan da tokat yemiştir.

-Aslında Fetönün nemalanmasına devlet rejimi zemin hazırlamıştır.

İnançlı insanları Fetönün kucağına itmiştir

 Bunu da ABD. nin maaşını ödediği mit planlamıştır. Tıpkı PKK gibi.

Şimdiye kadarki uygulamalar adeta 15 Temmuzun alt yapısını oluşturdu.

Fetö dini ve özellikle sahabeyi kullandı.

Dine susamış ve kaynakları kapatılmış bu millet Fetönün bulanık suyuna koştu.

-Fetönün ulusal çapta Ortadoğu’daki versiyonu ise Deaştır.

Biri İslam dünyasını şekillendirip biçimlendirmeye çalışırken, diğeri İslam hakkında Hristiyanlara olumsuz mesajlar vermektedir.

– 3. Meşrutiyetin katı bir devamı olan cumhuriyet, farklılıkları ortadan kaldırdığını düşünerek, ayrık otlarının çıkmasına zemin hazırlamıştır.

-Feto bir taşla iki kuş vurmuş oldu orduya.

Polise, devletin değişik kurumlarına yerleştirdiği insanlar eğer başarılı olursa böylece kendisi o başarıyı kendi lehine çevirecekti. Devleti yine Amerika’ya, İngiltere’ye teslim edecekti. Başaramasa da yine kârlıydı. Çünkü bu milletin içerisinde inançlı olan insanları da böylece devre dışı bırakmış, onları harcamış, bir nesli de böylece bitirmiş olacaktı.

Başaramasa da yine bir nesli bitirmiş oldu ve bu nesilden sonra gelecek olanların nesillerinin eserlerindeki bulanıklık da böylece devam etmiş olacaktır.

 

-15 Temmuz tiyatro mu? Kontrollü darbe mi?

Erdoğan mı yaptı ? Bütün bunları başkanlık için mi yaptı?

Bu söylentileri umursamıyor, siyasi bir saldırı olarak değerlendiriyor, gülüp geçiyor, karşıdakinin ahmaklığına veriyordum.

Ancak iyi niyetli gibi görünen bir kimseden de bunu duyunca, bu köksüz ve temelsiz düşüncenin ileride temellendirilmesini engellemek için yazmayı zaruret gördüm.

Evet, Eşek kat kat eşek olsa, sonra dönse insan olsa ve ona denilse ki; Bak eşek Efendi.

15 Temmuz darbesini Erdoğan kendisini öldürtmek için o kadar askeri kendi üzerine saldırttı. Özel eğitimli askerlerin helikopterlerle kendisini karada- havada -denizde arayarak öldürmesini sağladı. Kendi arkadaşlarını, mecliste bulunan arkadaşlarını bombalattı, öldürttü. Ve kendi devlet başkanı iken, devletin tüm imkanları elinde iken, kontrolünde iken buna rağmen adeta bunları elinin tersiyle itercesine, Ordu’daki belli bir kesimi ayarladı, kendisine saldırttı ve bu tiyatroyu oynamak ve aynı zamanda bu başkanlık sistemini getirmek için bütün bu kadar zor yolu tercih etti!!! Oysa şimdi kolayca yaptığı halde…

Eğer bunu kabul edersen insan olacaksın. Yoksa eşek olarak devam edeceksin! Hangisini tercih ediyorsun denilse; mübalağa etmiyorum, çok rahatlıkla diyebilirim ki, o eşek şunu diyecektir; sizin bu dediğinizi kabul edip insan olacaksam, ben bu eşekliğimden memnunum, hadi eyvallah, deyip kendi eşşekliğine gerisin geriye dönecektir.

Erdoğan geçmiş 16 yıl içerisinde topluma vermiş olduğu güven ve hizmetleri ile de bunu ispat etmiş iken, neden kendi ayağına baltayı vursun? Neden kendi aleyhine çevirsin işleri? Neden bunca yaptıklarını sıfıra indirsin? Adeta sonuçsuz bıraksın! Elbette ki mümkün değil.. Bunu Akıl –mantık- düşünce ve insanın kabul etmesi mümkün değil… Bir de ortada bunca, yüzlerce ve binlerce delil var iken nasıl oluyor da tiyatro için ayarlamış olduğu insanlardan bir insan ki, hiç birisi çıkıp da bunu ifşa etmiyor. Erdoğan beni tuttu, bizi tuttu, bizi ayarladı, bu işi bize yaptırdı, deyip de neden hiç birisi bunu ifşa etmezken; Fetö’nün bu işi yaptırdığına dair binlerce delil ve belgeler ortada olduğu halde, hala buna senaryo demek, hala bunu Erdoğan yaptı demek, elbette ki Akılla, izanla, düşünceyle, insanlıkla, mantıkla, seviye ile ifade edilebilecek bir durum değildir.

Tiyatro diyenler aslında kendileri tiyatro oynuyor. Ciddiyetten, samimiyetten, idrakten ve anlayıştan uzaktır. Bu bir asırlık kirli, şaibeli, seviyesiz bir düşüncenin işidir.

Kendi darbelerine bir perde çekmek amaçlı bir savunmadır.

Ancak yalan çuvala sığmıyor.

Geçmişte yapılan bunca olumsuzları ve olumsuzlukları böyle basit bir ifade elbette ki kapatmıyor, onun üzerini örtmüyor.

-15 Temmuz şimdiye kadar yapılan darbeler içerisinde en korkunç ve dehşetli olanıdır. Aslında darbe de değil, tam bir işgaldir.

Aslında 100 sene önce şekillendirilmeye çalışılan Türkiye’nin, yüz sene sonra daha dehşetli bir surette çevresindeki devletlerle beraber şekillendirilmeye çalışılması ve hatta daha da ötesinde, Suriye’nin düştüğü bu durumdan daha korkunç bir şekilde bir iç savaşın başlatılmasına; bir taraftan pkk- nın ve diğer taraftan Kıbrıs’ta hazır bulunan 50000 tane İngiliz askerinin, diğer taraftan Amerika’nın, diğer taraftan Ermenistan’ın meseleye el atarak Türkiye’nin bölünerek parçalara ayrılmasıdır.

100 sene önce 5 milyon metrekare olan Türkiye’nin yüzölçümü 780 bin metrekareye düşmüş ve bu 15 Temmuz darbesi ve işgali ile de bu durum belki de birkaç yüz bin metrekareye düşecekti. Doğu tamamen Ermenistan’a ve PKK’ya bırakılacak, belki İç Anadolu’da küçük bir kısım ve kesim bu millete ya bırakılacak, yıllarca sürecek bir savaş, bir kavga, bir kan ve barut devam edecekti.

-Fetö ile sadece Türkiye değil, İslam dünyası şekillendirilmeye çalışılmaktadır.

Bir asırdır Türkiye-yi bağlayan dört bağdan 4. bağ da kopmuş oldu, 15 Temmuzla birlikte.

 

– ABD yi işgal eden evanjelistler[7] aynı olayı Türkiye içinde de Feto kaynağı ile elde etmektedirler. Türkiye’deki Fetönün ahtapot gibi yayılması neyse, Amerika’daki evanjelistler de öyledir. Ancak Amerika’daki evanjelistler sadece ABD için bu işi yapmamakta, dünyanın bir çok ülkelerinde, muhtelif ülkelerinde özellikle İslam ülkelerinde ve İslam ülkelerine özellikle Türkiye ve Mısır’da bu daha da yoğunlaşmaktadır.
Doğuda kripto Ermeni misyonerleri çokça bulunmaktadır.

Abd-nin sicili ve geçmişi kirli ve lekelidir. Cinayetlerle doludur.

Bize saldırması da boşa değildir.

Kuyruk acısı var. Hem Fetö, hem PKK ve 15 Temmuz başarısızlığı.

Bizde bir söz vardır; İt ürür kervan yürür, diye…


-“TÜRKLERİ SALLAYACAK BAZI OLAYLARI BEKLİYORDUK”

Papaz Brunson’un cep telefonundaki mesaj içeriğinde, ” Türkleri sallayacak bazı olayları bekliyorduk. İsa’ya dönmek için gerekli koşullar oluştu. Sanırım olaylar daha da kötüye gidecek. Sonunda biz kazanacağız” ifadeleri yer aldı.”[8]

-Yazar Fâsî “ Önce İslam davetinin ulaştığı kişinin öncelikle düşünüp öğrenmesi ve sonra da tercihte bulunması gerektiğini söyleyip, ardından “ Misyonerler, İslam ülkelerinde hile ve yalanı o kadar ileri boyutlara götürmüşlerdir ki, İslam adına kitaplar telif etmişler ve bu kitaplarda dolaylı yollarla dinini henüz çok iyi kavramamış olan Müslümanların inancını bozmaya çalışmışlardır. Müslümanlar bazı yöntemlerle bunlara tepki gösterdiğinde ise bunu özgürlük alanına dokunmak olarak lanse etmişlerdir.” (s. 286)

****************   

 CHP kendi kontrolünde değil. İngiltere ve Amerika’ya kadar uzanıyor.

İçte ise Chp-Pkk-Fetö üçlüsü bir arada görünmektedir.

-Erdoğana yapılan saldırılar olumsuzluklarına engel teşkil etmiş olmasındandır.

Erdoğana su-i kast.. 20 ton patlayıcı dolu o panelvan ve keskin nişancıyla ölümüne teşebbüsler.[9]

Türkiye-deki kirli oyunun vehametini ve dehşetini göstermektedir.

-Kenan Evrenin danışmanının ifadesine göre, Evren cumhurbaşkanı olacağını bilmiyordu. Hatta emekli olacağından dolayı ev arıyordu.

Evvelden iki balık kavga ediyorsa oradan mutlaka bir İngiliz geçmiştir denilirken, şimdi buna bir de Abd eklendi.

Her noktamızı bilen Abd, onu çok iyi kullanıyor.

Abd 1970-lerde pkk yı kurmuş, bunu devlette biliyordu.

1970-lerde solcu olduğunu ve kominizmin içinde hakim olduğu Chp, Amerikan düşmanlığı yaparken, bu gün Abd-nin kucağında oturmakta ve onun memesinden süt emmekte ve beslenmektedir.

-Abd-nin merkez bankası Roshidlere aittir.

Özel sektördür.

Abd- yi aileler yönetmektedir.

– 2018 yılındaki seçim propagandalarında yalan geri döndü.

Kimisi tv-lerde yüzü kızardı, sesi yalpaladı, kimisi de demedim diyerek inkara gitti, kimi de aldığı duyumları olduğunu söyleyerek bağlandığı pirizin komiği durumuna düştü.

-Erzincan’da 33 vatandaşın kurşuna dizilip yakıldığı katliamda ABD parmağı. Sanıkları serbest kalan katliamda, vahşetin yaşandığı gün Başbağlar semalarında ABD helikopterlerinin uçtuğu iddia edildi.[10]

 -İçte ve dışta sahtekarlıklarla geçen bir asrı yaşadık.

-‘Erdoğan kazanıyor deseydim, camia beni çarmıha gererdi’

Hakan Bayrakçı ‘Erdoğan anketlerde %51 çıkıyordu ama ben %49’a düşürüyordum’ demişti.[11]

-En çok korktuğum husus ise; bu Fetö musibetinin tıpkı bir asır rejim kavgası, yarım asır pkk kavgası gibi, bir yarım asır da Fetö kavgasıyla geçiştirilmiş olmasıdır.

Bunu engellemek için en elzem ve ilk iş olarak Fetöden gerçekten mağdur olanların görevlerine dönderilmesidir.

Bunlar tahrik edilerek devletin aleyhine kullanılmamasıdır.

Evet, Fetö’den mağdur olan insanların bir an evvel durumlarının çözüme kavuşturulması lazımdır. Aksi takdirde bu Fetö’ye yarar sağlayacak ve toplumda bir kaos oluşturacaktır.

İnançlı, samimi ve Feto ile bağlantısı olmayan bu insanların bir an evvel göreve, vazifeye başlatılması lazım. Aksi takdirde bu toplumda bir patlamaya, bir birikime, bir sıkıntıya neden olacaktır.

Bunun bedelini sadece devlet değil toplum da ödeyecektir. Aynı zamanda Fetö’den ayrılmak isteyenler bu bahaneyle fetö’ye biraz daha bağlanmış olurlar. Devletin, hükümetin bu konuda hızlı hareket etmesi lazım.. Hukukun hızlı işlemesi lazım.. Suçlu olanların cezalandırılırken, mağdur olanların, suçu tespit edilmemiş olanların bir an evvel göreve başlatılması gerektir.
-Dışarıdan bir şey yapamayanlar, içeriden karıştırmaya devam edeceklerdir.[12]

Feto yıkılınca onun kolları olan Kuytul olsun,[13] Adnan Oktar olsun, teker teker ortaya çıktı. Evet Mustafa İslamoğlu’ndan da pek ses yok. Yani bunlar tamamen ahtapotun büyük parçasının kolları mesabesindedir. Büyük parça ele geçirilince, bir sonuç alamayınca kollarda tamamıyla devre dışı bırakılmaktadır.

 

**********************   

ADNAN HOCA

Adnan Oktar ahtapotun diğer bir kolu, Fetö’nün diğer bir kolu, Hasan Sabbah’ın bir benzeri. Fakat bu fuhşu biraz daha açığa çıkartıyor, açıkça fuhuş yapıyor, açıkça fuhuş yaptırıyor. İslamı kılıfa geçiriyor.

Bunlara boşuna Haşhaşi denilmemiştir. Zira bir çok noktada benzerlik arzetmektedir.

Masonlukla bağlantılarının bulunması, yahudilere destek olmaları, sefahet ve uyuşturucu bğlantıları onları modern haşhaşiler kılmaktadır.

“- Bernard Lewis, Haşişîlerin Haçlılarla birkaç defa çatışmak zorunda kalmışlarsa da onlarla mücadele etmek için özel gayret göstermediklerini söyler. Buna rağmen 1192’de Kudüs Kralı Conrad de Montferrat’ı öldürmeleri Haçlılar arasında büyük yankı uyandırmıştır.

Selahaddin-i Eyyübi Halep (570/1174) ve Araz (571/1176) kuşatmaları sırasında iki defa Haşişiler’in suikastına maruz kaldı ve ikincisinde ölümden kıl payı kurtuldu. Bunun üzerine Raşidüddin Sinan’ın oturduğu Masyaf Kalesi’ni kuşattı ve Haşişiler’in hâkimiyetindeki bazı yerleri tahrip etti. Ancak Sünni birliğini yeniden sağlamayı ve Batı’dan gelen istilacıları kovmayı öncelikli hedef belleyen Selahaddin, Masyaf kuşatmasını kaldırıp Haşişiler’le iyi geçinmeye karar verdi öyle ki 588/1192’de Haçlılar’la anlaşma yaparken onların da göz önünde tutulmasını şart koştu; bu Haşişiler arasında 4000 kadar da Yahudi vardı.

..Cinayetlerini her zaman hançerle işleyen fedailer Bernard Lewis’in naklettiğine göre; müstahkem kalelerinde, küçük yaşlarından itibaren ailelerinden ayrı yetiştirmek üzere alıkoydukları köylü erkek çocuklara buluğ çağından yetişkinliğe kadar aralıksız süren eğitimleri boyunca pek çok yabancı dil öğretiliyormuş. İtaat ettikleri ve emirleri gözü kapalı yerine getirdikleri takdirde “Tanrılar Tanrısı” reislerinin kendilerine cennetin güzelliklerini bahşedeceğine inandırılan bu çocuklar, en ufak itaatsizliğin ölümle cezalandırılacağını da biliyorlarmış. Bir ölüm makinesine dönüşen bu insanlar Cengiz Aytmatov’un sözünü ettiği bir tür mankurtlaştırma eğitimine alındıkları andan, birini öldürmek üzere efendilerinin huzuruna çıkana dek, hocalarından başka kimseyi ne görürler ne de başka söz işitirler.”[14]

-Gazeteci İpek Özbey, eski içişleri bakanlarından Sadettin Tantan ile ‘Adnan Hoca’yla ilgili ilginç bir röportaj yaptı. Buraya kısmen iktibas ediyorum.

“Sayın Tantanın cevapları.

Adnan Hoca bir tarikat değil, dinle falan da ilgisi yok. “Neden 19 yıl beklediler” sorusuna takılmayın. Şu anda bu operasyonu yapan yetkililere destek vermemiz gerekir. Kamuoyu oluşturmamız lazım, halk bu operasyonu sahiplenmeli. Kimse siyaseten engellemesin diye sahip çıkmak gerekiyor. Çok zor bir operasyon. İçten, dıştan müdahale gelebilir.

-Türkiye’de teknolojiyi en iyi kullanan örgüt Adnan Hoca’nın örgütüdür. Teknik takiple siyaseti ve basını teslim alanlar bunlardır. Gazete sahiplerinden, yayın yönetmenlerine, milletvekillerine arşivledikleri çok kişi vardır. Teknik takipte kullandıkları teknoloji o zaman polisin elinde bile yoktu. Arşivledikleri milletvekilleri sonradan bana teşekküre geldiler. Ama bunlar arasında özür dileyecek misin diye önerge verenler de oldu.

-Bakın, bugün PKK-PYD-YPG’yi kim destekliyor? NATO Müttefiki Amerika başta olmak üzere, İngiltere, Almanya, İsrail’in desteklediğini biliyoruz. PKK-PYD’yi, FETÖ’yü kim kullanıyorsa Adnan Hoca’yı da bundan ayrı düşünmeyin. Harun Yahya ismiyle yazdığı kitaplar son derece üst kalitede kâğıtlara basılıyor, başka dillere tercüme edilip, bedava dağıtılıyor. Korkunç bir bilgi ve enformasyon savaşı değil mi? Bunlara para yetebilir mi? Bunları size yurt dışında dağıttırırlar mı?

-Adnan Hoca da “inşallah maşallah” sözlerini dilinden düşürmedi. Ancak yaptıkları, televizyon programlarındaki tavrı dini olmaktan çok uzaktı…

O dini kirletiyor.

-Mesela Hindistan’da Ahmedilik bir İngiliz istihbaratı yapılanmasıdır. Keza Hizbul-Tahrir de öyle. Boko Haram’da da benzer bir durum görürsünüz. Bunlar, istihbarat örgütlerinin güdümündedir. Ülkeler bunlar üzerinden istikrarsız hale getirilir, çatışma ortamı yaratılır ve aynı inanç içerisinde insanlar birbirine düşman kılınır. Irak ve Suriye laboratuvarında bunu görürsünüz. Türkiye’nin de aynı tehlike ve tehdit altında olduğunu söyleyebiliriz. Bu örgütlerin bir an evvel önünün alınması gerekiyor.

-Uluslararası ağın bir parçası olduğunu söylüyorsunuz. Onu Kedicikleriyle izlerken meczup gibi görüyor, hatta mizahını yaptığımız bile oluyor. Aslında ciddiye almamız gereken bir tehdit var karşımızda…

Kesinlikle.

Magazinleştirmemek gerekiyor bu meseleyi… Bizim neslimizi yok ediyor. Genç kızlarımızı, erkeklerimizi kolay para kazanmaya sevk ediyor, kirletiyor. Türk kimliği yok ediliyor. Milli Mücadeleyle kazandığımız özgürlük ve bağımsızlığımızı elimizden almaya çalışıyorlar.

-1999’da, müritlerinden Oktar Babuna  “kansere çare buldum” diye ortaya atıldı. 160 bin ünite kan toplandı ve ABD’ye gönderildi, akıbeti bilinmiyor.  “Gen haritamızı çıkartıyorlar” diye isyan eden dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş adeta linç edildi…  Başlı başına bir casusluk olayı mıydı?

-TAPU KADASTRO’YU İYİ İNCELEMEK LÂZIM!

“Bir tarafta Fethullah Gülen var. Eğitim düzeyi son derece düşük. Vaazlarında ağlayan, belli güçler kullanılıp, eğitilen, büyük bir güce ulaşmış, aşağı yukarı 124 ülkede her türlü alt yapısı olan, okulları olan bir yapı. Fethullah Gülen’i tutan kim, Yaşar Tunagür! Nereden çıkmış, Tapu Kadastro’dan… Bir tarafta Abdullah Öcalan… Eğitim düzeyi çok yüksek değil. Nereden mezun? Tapu Kadastro okulu. Tapu Kadastro okulunun yapısına baktığınız ve oradan mezun olanları iyi incelediğinizde farklı bir şeyin ortaya çıktığını göreceksiniz. Daha fazla konuşmayacağım ama burayı iyi incelemek lazım… Biri (PKK) Türkiye’yi silahlı şekilde çatıştırıyor, diğeri (FETÖ) ülkeyi siz yöneteceksiniz diye Türk gençliğini kendisine tabi tutuyor.”[15]

-Adnan Oktar her yönüyle şaibeli bir insan.

 Harun Yahya adıyla, Yahudilik ve masonluk kitabı ile gündeme oturdu, kendisini tanıttı, epey bir iltifat gördü ancak İnternet ortamında onunla ilgili çok şeyler söylenmektedir. Mesela bu kişinin o olmadığı, Harun Yahya’nın öldürüldüğü…

-Fetö Haşhaşiliği gizli yaparken Adnan Oktar bunu gayet açık ve hiç gizlemeden açık ve net olarak yapmaktadır.

Göstere göstere toplumu da tahrik ede ede, gençleri, genç kız ve erkekleri de teşvik ederekten bunu yapmaktadır, cazip hale getirmektedir.[16]

-Adnan Oktar Fetö’nün yan grubu.

Aynı zamanda haşhaşilerin diğer bir yüzü, Haşhaşilerin devamı.

Adnan Oktar hakkında ileri geri konuşmak caiz midir, diye bana sorduklarında şunu söylemiştim; O fasık-ı mütecahir olduğu için yani günahı açıktan açığa işlediği içindir ki, ondan dolayı onun hakkında yani aleyhinde konuşmak dinen caizdir. Çünkü fasıkı mütecahir olan insanın gıybetinin yapılmasında bir beis yoktur.

Artık bununki mütecahirlikten de geçti, şeddeli bir hal almış oldu.

Her gün 100 milyarlık bir masrafı oluyor, zaten kirli şeyler söylemeye, zihinleri bulandırmaya gerek yok. Yapmış olduğu şeyler hiçbir surette dini olmayıp, dinle alakası olmayan, sadece din maskesi arkasına sığınaraktan birçok menfilikleri, olumsuzlukları, iletişimleri, bilgi sızdırmaları ki; yazmış olduğum yazılarımda da belirttiğim üzere toplumun genel olaraktan gen yapısının çıkartılması, birçok gizli bilgilerin dış ile bağlantılı olduğu açıkça görülmekte ve bilinmektedir.

Gittikçe bu koku daha da yaygınlaşacak, kendisini gösterecektir. Bu da Fetö’nün diğer bir uzantısıdır. Farklı bir versiyonudur. Ahtapotun farklı bir kolunu oluşturmaktadır. Fetö genel olarak da büyük bir ahtapotun kendisi, bir derece bunun uzantısı Avrupa’ya uzanır.. Amerika’ya, İsrail’e, İngiltere’ye ve içerimizdekilerine kadar uzanan bir uzantısı mevcuttur.

Bir Kıssa:

. Romada Hrıstiyanların bir pazar ayini varmış. O kadar büyük bir ayinmiş ki Papa bile katılıyormuş. Ortalık mahşer yeri gibi.Fakat kilisenin kapısında, önlerinde levhalar olan iki adam dikkat çekiyormuş.
Birinci levhada, “Hrıstiyan kardeşinize yardım edin” yazıyormuş, ikinci levhada ise “Yahudi kardeşinize yardım edin” yazıyormuş.
Ayinden çıkanlar iki dilenciyede bakıyormuş, tabiki Hrıstiyan olana para veriyormuş, üstüne üstlük Yahudi olana pis bakışlar atıyorlarmış.
Ayinden çıkan biri, Yahudi olan dilencinin yanına gitmiş ve demiş ki,
– Yahu bari başka bir şey yazsaydın, bu şekilde tabiki siftah yapmadan beklersin.
Yahudi olan öteki sözde Hrıstiyan olana seslenmiş
– Hey Salamon! Şu herife baksana, gelmiş bize ticaret öğretiyor!

MEHMET ÖZÇELİK

04-08-2018

[1] Bk. Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221.

[2] Bk. Ahmed b. Hanbel, 4/273.

[3] Daha geniş bilgi için bakınız; Çağdaş İslami akımlar- Mehmet Ali Büyükkara.

[4] https://www.ahaber.com.tr/ekonomi/2018/07/06/28-subat-kararlarini-askerler-hazirladi

[5] https://www.diyanet.tv/diyanet-feto-raporu

https://www.diyanet.tv/diyanet-feto-raporu/video/kendi-dilinden-feto-orgutlu-bir-din-istismari

https://www.youtube.com/watch?v=e4oRUl2-yVc

[6] http://m.haber7.com/siyaset/haber/2669646-15-temmuzun-bilinmeyenleri-ortaya-cikti

http://www.haber7.com/foto-galeri/54425-dakika-dakika-darbe-girisimi   

http://www.haber7.com/foto-galeri/54424-unutulmayacak-fotograflariyla-15-temmuz  

https://www.yenisafak.com/gundem/yeni-safaktan-15-temmuza-ozel-120-sayfalik-ek-3384080  

https://www.yenisafak.com/gundem/14-bin-fetocualmanyada-3384215

https://m.habervaktim.com/news_detail.php?id=549945

[7] http://www.habervaktim.com/haber/537249/sirtini-boyle-sivazladilar-kim-bu-sapkin-evanjelistler.html

[8] https://www.google.com.tr/amp/s/m.sabah.com.tr/gundem/2018/03/18/o-papaz-ihaneti-boyle-duyurdu/amp

[9] http://www.seslimakale.com/videodetay/ersin-ramoglu–20-ton-patlayici-dolu-o-panelvan-26894
[10] http://www.haber7.com/guncel/haber/2662626-basbaglar-katliaminda-carpici-iddia
https://www.yenisafak.com/gundem/basbaglar-katliaminda-carpici-iddia-abd-helikopteri-ucuyordu-3382211
[11] http://video.haber7.com/video-galeri/122177-erdogan-kazaniyor-deseydim-camia-beni-carmiha-gererdi
http://www.seslimakale.com/videodetay/suleyman-ozisik–anket-teroru%E2%80%A6-26813

[12] http://m.haber7.com/dunya/haber/2674918-skandal-fransizlar-pkkya-universite-yapiyor

[13] https://www.yenisafak.com/gundem/furkan-vakfinin-bae-ve-misir-ile-iliskileri-arastiriliyor-3047937

https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10156006635088374&id=656108373

[14] http://www.vansiyaseti.com/m/?id=37787

[15] https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=430787214103690&id=100015172448520

https://www.cnnturk.com/video/turkiye/sadettin-tantan-adnan-oktar-gercegini-anlatti http://akademidergisi.blogspot.com/2017/03/akademi-dergisi-icimizdeki-israil-i-desifre-etmeye-devam-ediyor-kripto-yahudiler-masonlar-tgrt-islamciligin-icinde-donen-gizli-yahudi-dolaplari-cevat-babuna-sabetay-sevi-siyonistler-oktar-babuna-gercek-yuzu-musluman-genc.html?m=1

[16] http://video.haber7.com/video-galeri/123038-adnan-oktarin-gundemi-sarsan-ses-kaydi

Müstakîm ol Hazret-i Allâh utandırmaz seni

(SEN DOĞRU YOLDA OL, ALLAH SENİ UTANDIRMAYACAKTIR)

Diyarbakırlı Mehmed Sâid Paşa




KUDÜS

KUDÜS

 

Kudüsten; İsra suresinin 1. Ayetinde; etrafı bereketli kılınan yer olarak bahsedilmektedir.

-Kutsal şehirlerin üçüncüsüdür. Kudüs İslam’ın kutsal saydığı şehirlerin üçüncüsüdür İslam’da ilk kutsal şehir, Allah’ın Mescidi haramla şereflendirdiği Mekke-i Mükerremedir. İkinci kutsal şehir Taybe olarak da anılan Medine-i Münevveredir. Yüce Allah’ın Mescidi Nebevi ile şereflendirdiği bu şehirde Hz Peygamberin kabri de yer almaktadır. Üçüncü kutsal şehir ise Kudüs, diğer adıyla Beytül Makdistir.

Ebu Hureyre ve Ebu Said El hudri Buhari ve müslim’de geçtiği üzere rivayet edilen bir hadiste Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet eder; ibadet maksadıyla sefer ancak 3 mescide yapılır. Bunlar Mescidi Haram, Mescidi Aksa ve benim şu mescidimdir.

Kudüs peygamberlik ve bereket yurdudur. Kudüs Filistin topraklarının en önemli bölümü ve aynı zamanda kalbidir. Yüce Allah bu yeri Bereket sıfatı ile birlikte kitabında 5 yerde de bunu zikretmiş olmaktadır. Nitekim İsra.1, Enbiya 71,81, Araf 138, Sebe. 18. ayetlerde bu ele alınmış olmaktadır.

Bu bereketli kılınması ifadesi ile her ne kadar ağır olsa bundan kasıt Şam şehirleridir.

 

Kudüs 3 dininde kutsal mekanıdır. Kudüs Müslümanların ilk kıblegahıdır.

Bu duruma düşülmüş olması başta, İslam dünyasının ilgisiz ve sessizliğidir.

Nitekim denilir; Firavun’a, seni azdıran neydi diye sorulmuş.

O da beni yaptığımdan alıkoyacak birinin çıkmaması cevabını vermiştir.

 

Kudüs Yahudiler tarafından Mescidi Aksa, özellikle uzun yıllardır yarım asra yaklaşan dönem içerisinde yıkılmaya çalışılmış, altı boşaltılmaya çalışılmış ve bir gün hiç olmadığı, duyulmadığı ve belki de kendilerinin dile getirerek Müslümanları eziyeti ifade sadedinde yıkılacağı da ifade edilmektedir.

Bazı Çağdaş alimler İsra suresindeki İsrailoğulları ile ilgili derler ki, şeyh Şaravi ile şeyh abdulmuizz abdulsettarın başını çektiği bir grup Alim, israiloğullarını işledikleri ilk fesadın Hz Muhammed’in hicretinden sonra meydana geldiği görüşündedirler.

 

İkinci fesadını günümüzde büyüklük taslayarak, Azgınlık yaparak, Haddi aşarak, hakları çiğneyerek ve kan dökerek gerçekleştirmektedir. elindeki geniş ve Etkin Medya ağı ile insanları etkileyen Yahudiler dünyada büyük bir imtiyaz elde ettiler.

 

 

Kur’an-da kafir ve günahkar kimseler için de  -kullarımız- (Furkan.17,) ifadesini kullanır. onlar için de mesela -haddi Aşan kullarım- şeklinde de ( Furkan 17, Zümer 53) ayette ifade etmiş olması, onların da üstünlüğünü elbette ifade etmez.

*Müslümanlar Yahudilerin mescitlerine daha evvel kılıç zoruyla hiç girmediler. ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip de etmediler. Müslümanlar yürüttükleri savaş ve fetihlerin Hiçbirinde yıkıp yağmalamadılar. Bu tamamen israiloğullarına musallat edilen babilliler ile romalıların işidir.

Eski mufessirler beni İsrail’in her iki fesadı işlediği ve her bir fesat için ayrı ayrı cezalandırıldığı konusunda İcma etmişlerdir. babilliler ve Romalılar eliyle hezimete uğramaktan, esir alınmaktan, aşağılanmaktan, yağmalanıp talan edilmekten daha şiddetli ve alçaltıcı bir ceza olamaz. babilliler onların devletlerini tarihten sildiler. kutsal kitaplarını yakıp, heykellerini yerle bir ettiler. Romalılar da onların üzerine indirdikleri öldürücü bir darbeyle Filistin’deki varlıklarına son vererek, küçük topluluklar halinde onları dünyanın çeşitli yerlerine dağıttılar.

Yüce Allah şöyle buyuruyor; onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak Paramparça dağıttık.

-Yine İngiltere Dışişleri Bakanlığı arşivinden (FO), Osmanlı Devleti’nin Yahudi göçüne karşı kararlı tutumunu belgelerle teyit etmektedir. Bunlardan biri de İngiltere’nin Kudüs konsolosu Dickson o dönemde tuttuğu raporlardır.

Dickson-un 14 Şubat 1892 tarihli raporunda şöyle denilmektedir; “babıali’den sadır olan talimatlarda, Filistin’de kalıcı ikamete dönüşecek bir Yahudi göçüne izin verilmeyeceği ifade edilmektedir. fakat Hac maksadıyla şehri ziyaret etmek isteyen Yahudilere 1 ile 2 ay arasında değişen sürelerde oturum izni verilecektir. kendilerine tanınan süre sona erer ermez şehri terk etmeleri gerekmektedir. siyonist liderler Teodor herzl, Sultan 2. Abdülhamit ten Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine izin verecek resmi bir ferman elde etmek için yoğun bir çaba sarf etmiştir. amacına ulaşmak için Vatikan, İngiltere, Avusturya Almanya ve Amerika’nın yanı sıra bazı Türk çevrelerin arabuluculuğunada başvurmuştur. bütün çabaları başarısızlıkla sonuçlanan herizl-e göre Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması için Osmanlı Devleti’nin yıkılması gerekiyordu. herzl bu durumu şöyle açıklıyordu: “Yahudi devletinin kurulması için tek çıkar yol Osmanlı Devleti’ni yıkmak, yahut parçalamaktır. Türkiye yakın gelecekte parçalanırsa Filistin’de kurulacak siyonist devlet onun karşısında hep bir engel olarak kalacaktır. öyle olmaz da Sultan Yahudilerin istek ve şartlarını kabul ederse siyonizmin kendisine olan bakış açısı olumlu yönde değişecektir. sahip olduğu topraklar yanında Sultan için çok büyük değer taşımayan bir toprak parçasını bize bırakması halinde Mali yönden onun en güçlü destekçileri biz olacağız der.

 

Türk ve İngiliz arşivlerindeki tarihi vesikalar, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Yapı itibarıyla türklükle ve İslam’la ilgisi olmadığını belgelemektedir. kuruluşundan beri başkanları ve yöneticilerinden Türk asıllı olan bir kişi bile çıkmamıştır. Örneğin Enver Paşa’nın babası Polonyalıdır. Cavit dönme Yahudilerdendi. Karasu İspanya Yahudilerindendi. Talatpaşa Bulgardı. Roman asıllı bir aileden geliyordu. görünüşte İslamı seçenlerdendi. Ahmet Rıza yarı Çerkez yarı Macardı. Nesim Ruso ve Nesim Mazlıyah her ikisi de yahudiydi. Sultan ikinci Abdülhamide karşı ayaklanıp onu tahttan indiren Jön Türkler hareketinin de en aktif üyelerindendir.

 

Yahudiler genel olarakdan kendilerinin Seçkin olduklarını kabul ederler. onlar mantığın gücüne değil gücün mantığına inanan bir topluluk olduklarını gösterirler. Arzı mev’ut denilen Kutsal Topraklar Allah tarafından kendilerine bağışlanmıştır.

Hatta Hristiyan olan bir Yahudi filistinliye sorar evladım der Allah’ın kitabında Allah burayı vaat etmiş iken niye Allah’ın emirlerini yerine getirmiyorsunuz ,niye buraları Yahudilere vermiyorsunuz dediğinde o Filistinli şöyle söyler, Allah hırsız değil, Allah zalim de değil. Bizim malımızı mülkümüzü neden bizden alıp da Yahudilere versin der.

 

Yahudilikte kan ve savaş vardır. Tevrat kitabında 10 Emir’den birisi öldürmeyeceksin demesine rağmen onlar kendi kendilerini öldürmeyeceklerini, başkalarını öldürmenin, kol kırmanın sevap olduğunu ifade ederler.

Nitekim savaşıyorum o halde varım diyen menahem begin in İsyan isimli kitabında bu durum açıklık kazanır. Begin şöyle der; kan Ateş kül ve gözyaşından dünyanın 1800 yıldan beri hiç görmediği, “savaşan Yahudi” adında yeni bir insan türü doğacaktır. Bizler bunu gerçekleştirmek için bir an evvel hücuma geçmeli ve katillere saldırmalıyız. sonunda bu uğurda akıtılan ter ve kanla gurur duyacak asil ve güçlü bir nesil doğacaktır der.

 

 

Talmud da şöyle denilir; üzerine düşen İnsanların en iyilerini öldürmendir.

yine vaftizci yuhanna ve Mesih onlara, “Ey peygamber katillerinin çocukları!” şeklinde  seslenmiştir.

yine Kur’an Onlar hakkında şöyle der; israiloğullarından kafir olanlar Davut’un ve Meryem oğlu isanın lisanı ile lanetlenmiştir.

yine Kur’an’da onların üzerine Zillet damgası vurulur, üzerlerine miskinlik damgası vurulur, der. Maide 78-79 ile Ali İmran 112 ayetlerde…

yine Telaviv Üniversitesi öğretim üyesi İsrail Şahak bu görüşü dillendiren Siyonistlerdendir.

Şahakın açıklamaları İsraillilerin içlerinde gizlediklerini açığa vurmaktadır.

Şahak bu açıklamalarına İngilizce olarak yayınlanan bir kitabında yer vermektedir. o bu kitabında kavminin hayalindeki İsrail’in Suriye Lübnan Türkiye Irak Suudi Arabistan Yemen Kuveyt ve iskenderiye’ye kadar mısırı içine aldığını ifade etmektedir. onlar bütün buraları ele geçirmek için her türlü kan dökmeyi kendilerine meşru görmüşlerdir.

yine Yahudilerin ahlaksızlığı tavırlarına yansıyan geçici bir durum değildir.  Bilakis tarihleri boyunca kendilerinde ve kutsal kitaplarının ifadesi ile peygamberlerin de derin kök salmış bir vasıftır.

Tevrat’ın Tekvin bölümünde Lut’un iki kızının Lutu sarhoş edip onunla birlikte olduklarını ve ondan zina yoluyla Moablılarla Ammonileri doğurdukları belirtilmiş olmaktadır.

yani Kur’an’ın ifadesiyle tahrif edilmiş olan Tevrat’ta her türlü zulüm çirkinlik fuhuş ifadeleri çekinmeden ifade edilmekte ve de dile getirilmektedir.

 

Aslında filistin İngilizlerin Yahudilere hile yoluyla elde ettikleri verdikleri bir hediyedir Şöyle ki bunu Kendi yaşadığım bir örnekle merhum amcam bir gün Adıyaman’ın Merkezi bir yerinde arabayla evine kendisini götürürken bir yeri gösterdi burayı dedi Benim Babam dedi kaç kişiye yalvardı ne olur vergisi karşılığında ücretsiz bedavaya burayı size veriyorum dedi zorla yalvararak tam bir kişiye sadece vergisini vermek karşılığında almasını yalvararak Ben ona tavsiye etti verdi aynı Oyunu İngilizler filistinlilere uygulamıştır öyle ağır vergiler getirmişlerdir ki İngilizlerin bu ağır vergisi hilesi neticesinde tarlanın vergisi tarladan daha değerli olduğu içindir ki filistinliler o arsalarını satmak mecburiyetinde kalmışlardır.

 

Bak. Her Müslümanın ortak davası Kudüs. Prof. Yusuf Karadavi.

İlahi büyüksün büyüksün büyük
Büyüklük yanında kalır pek küçük




SEYYAH

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/1029125060457988/?type=3

SEYYAH

“Aliya’nın mezarının başında şöyle yazar; Büyük Allah’a yemin ederim ki asla köle olmayacağız. “

“Bosna 60 bin nüfuslu Travnik camileri ile, Çeşme, köprü, medrese ve değirmenleri ile tam bir Osmanlı şehri..

Yıllarca Osmanlı sadrazamlarının eğitim gördükleri, yetiştirildikleri Şehir olarak bilinen Travnik de ziyaret edilmesi gereken tarihi mekanların birisinin de Süleymaniye Camiidir.

*Nepal ise, Hindular burada özellikle Bakmati nehri hindular tarafından tıpkı Hindistan Varanasi-deki Ganj Nehri gibi kutsal bir nehir olarak kabul edilir. Hindular ölülerini yakmaya ağızdan başlarlar. Çünkü Hindu inancına göre İnsan hayatta en fazla günahı ağzı ile işler. Yine hindular ceset yakılınca ruhun rahatladığını, ruhun özgür bir şekilde dolaşmaya başladığına inanırlar. Ölen bir kişinin cesedinin küllerinin Bakmati nehrine atılması ise hindular için o kadar kutsal ki yaşlı hindular hayatlarının son demlerinde bagmati Nehri etrafında yaşamaya başlar ve burada ölümü beklerler.

 

* Şehitlik Gazze’de bir kültür haline gelmiş ve her evde neredeyse en az 1 şehit var. Bütün Şehit babaları hemen cep telefonlarındaki oğullarının fotoğraflarını çıkarıp övünçle gösterirler. Gaznelilerin İsrail ordusu karşısındaki en etkili silahları da şehadete tutkulu işte bu insanlar vardır.

-Gazzede  Ebu Asım kızları ile ilgili şunları anlatır; iki kızım var. Biri 7 diğeri de 9 yaşında. Savaşın ilk günleriydi, İsrail uçakları gece vakti Gazze’yi bombalarken kızlarım da kendi aralarında konuşuyorlardı. Ben de kızlarımın konuşmalarına kulak misafiri oldum. 9 yaşındaki kızım yatmadan önce 7 yaşındaki kardeşine şunları söylüyordu. Birazdan bizim evimize de bomba atabilirler, evimize bomba atarlarsa ya şehit olup cennete gideriz ya da yaralanırız. Şehit olursak sorun yok fakat yaralanırsak komşularımız sedyelerle bizi hastaneye taşıyacaklar. Yatmadan önce vücudumuzu iyi kapatacak elbiseler giyelim de hastaneye giderken erkekler vücudumuzu görmesinler.

 

*Sudanlılar da da Araplarda yaygın olan verilen söze önem vermeme alışkanlığı almış başını gitmiş durumda. Hatta Sudan’da birisi size söz verdiyse veya sizinle görüşmek için randevu aldıysa, sudanlı sözümü yoksa yabancı sözümü diye sormayı unutmayın. Ayrıca Sudan’lı sözü derse o sözü unutun gitsin. Çünkü söz asla yerine gelmeyecek demektir.

Bu durum Arap ülkelerinin tümünde ne yazık ki çok yaygın, insanlar verdikleri sözlere, randevu saatlerine hiç dikkat etmiyorlar. Ayrıca iranlılar da randevu veya verilen sözü yerine getirme konusunda Araplardan çok daha beterler.

Sözü yerine getirme konusunda en iyisi Türkler. Biz En azından sözümüzü yerine getiremediğimiz de utanıyoruz veya karşı taraftan Özür diliyoruz. Araplar ve İranlılar bunu bile yapmıyorlar. Çünkü bu durum Ortadoğu’da artık bir kültür haline gelmiş.

-Başkent ammanda arabaların arkalarında  Kral Abdullah’ın ailesinden birilerinin resimlerini görürseniz bundan insanların Kralı çok sevdiklerini çıkarmayın. Bu resimler aslında sevgiden çok korkunun alametidir.

Ürdün bir istihbarat ülkesidir. Ürdün istihbaratının en önemli mevkilerinde ise yıllar önce tren raylarını saldırılardan korusunlar diye Osmanlı tarafından bu ülkeye yerleştirilen çerkezler bulunmaktadır. Ortadoğu’da Çerkezlerin en yaygın olduğu ülke olarak bilinen Ürdün’de çerkezler yüzde ikilik bir nüfusta sahiptirler.

 

*Siyahın başkenti Tahran-da İranlılar karşı gelmeyi seven, özgürlüklerine düşkün, İsyankar insanlar.

İran resmi olarak İslami esaslara göre yönetilir. Tahran’da İslam’a aykırı olan birçok şey ile karşılaşabilirsiniz. Bunda Tahranlıların İran’ın diğer bölgelerine göre daha az Dindar olmaları da son derece etkilidir. Tahran’da namaz vakitlerinin dışında camiler genelde kapalıdır. Namaz vakitlerinde ise camilerdeki cemaat sayısı yok denecek kadar azdır. İranlı genç kızların örtünme biçimlerine bakılırsa genç kızların örtünmeyi pek de sevmediklerini anlarsınız. Şehrin ana caddelerinde saçlar genelde yarım örtülü ve başörtüler başlardan düşecekmiş gibi durur. Tahran’ın arkada fakir sokaklarında ise Çador İsmi verilen çarşaf şeklindeki giysiler daha yaygındır.

Bir de İran toplumu asıl olarak İslam’ı yanlış anlayan mollalar tarafında gasp edilen özgürlüğünü istiyor.

-15 milyonu bulan Tahran’da trafik son derece sıkışık. Ortadoğu’da sanırım motosikletlerin en çok kullanıldığı şehirde ta Tahrandır.

Hava kirliliğinin artması nedeniyle bazı günler okullar tatil ediliyor ve şehirde Hayat duruyor. Tahran’ın Merkezi yerlerinde kesif bir Mazot kokusu var ve bu koku adeta şehrin genel kokusu haline gelmiş. Yine ayrıca her 100 – 200 metrede bir sadaka sandıkları bulunuyor. Dilenci sayısının oldukça az olduğu şehirde halk yardımlarını bu sadaka sandıklarına atıyor. Hükümette daha sonra bu yardımları ihtiyaç sahiplerine aktarıyor.

Tahran simsiyah bir şehirdir. Yüzyıllardır süren acı ve Matemi sembolize eden siyah renk Tahran’da insanların giysilerinden tutunda; sokakları, çarşıları, dükkanları adeta kuşatma altına almışlar. Ehlibeyte yapılan zulüm ve haksızlıkların acı ve Matemi bütün İran şehirlerinde olduğu gibi Tahran’da da cap canlıdır. İran’da bir insan Dindar olmayabilir, namazını kılmayıp orucunuda tutmayabilir fakat Kerbela’nın acısını her daim yaşar ve de yaşatır.

-İran’da yasak da olsa evlerinde daima Türk kanalı izlerler. Türk dizileri bütün Ortadoğu’da olduğu gibi İran’da da ilgiyle takip ediliyor. Hatta iranlılara bir Türk’le tanıştıklarında sohbete ilk olarak dizilerdeki Karakter oyuncuları ile ilgili sorular sorarak başlıyorlar. Tahran’da Ayrıca Seda Sayan, Mahsun Kırmızıgül, Ebru Gündeş, Sibel Can, İbrahim Tatlıses ve Mehmet Ali Erbil de son derece ünlü.. Varın gerisini siz düşünün.

 

*Çöl çiçeği Nijer Nijerya Burkina Faso ve birçok Afrika ülkesinin aynı kabileden olduklarını ve aynı yerel dili konuştuklarını ifade eden Sultan Mansur’a Öyleyse kendi aranızda ne için bir birlik oluşturaramıyorsunuz diye sorulduğunda; Afrikalıların birleşmek istediklerini fakat batılı devletlerin Afrika’nın birleşmesini engellediğini belirten Sultan sözlerini şöyle sürdürüyor; Fransa Afrika’ya gelmeden önce Aramızda bir birlik vardı fakat Fransa Afrika halklarını ayrı devlet ve halklara bölerek Bizi Birbirimizden ayırdı.

Afrika halklarının birleşmesinin önündeki en büyük engel; başta Fransa olmak üzere batılı devletlerdir. Fakat her gerçek Afrikalı kardeşleriyle birleşme hayali kurar. Afrika Bu yönüyle ne kadar da çok ortadoğu’ya benziyor. Sömürgeciler halkları birbirinden ayırmak, aralarına sınır çekmek için hep aynı  oyunu oynuyorlar. Sadece oyunun oynandığı coğrafyalar farklı…

 

*Çölün ortasındaki ülke Moritanya tam bir darbelerin Ülkesi. 1960 yılından beri 16 darbe girişimine sahne olan ülkede darbe girişimlerinden sekizi başarılı olmuş. Şu an ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı da 2008 yılında darbe ile iktidara gelen eski bir General. Fransızların desteği ile yönetime gelen Moritanya Cumhurbaşkanı Muhammed Velet Abdulaziz ülkedeki en güçlü muhalefet hareketi olan İslami hareketin önünü tıkamak için sürekli olarak seçimleri erteliyor. Hayır kuruluşlarıyla, çeşitli alanlarda oluşturduğu dernek ve sendikalarla Toplumdaki en örgütlü göç ihvan’ın Moritanya kolu olarak bilinen Tevasul hareketi.”[1]

 

Aslında bizler millet ve islam dünyası olarak; Bizler her şeyden önce gönlümüzü dağıtmışız. Daha sonra coğrafyamız dağılmıştır Yani Coğrafyadan önce dağılan Gönlümüz olmuştur.

O halde tekrar toparlanmamız Coğrafi olarak bir araya gelmemizin yolu, gönlümüzün toplanması, birleştirilmesidir.

Gönül coğrafyaların bir araya gelmesiyle mümkündür Gönül coğrafyası bir araya gelirse, diğer maddi coğrafyada bir araya gelir bir bütünleşme olur.

MEHMET ÖZÇELİK

02.08-2018

[1] Bak. Seyyah kitabı -Adem Özköse…

 




MAHVEDİLEN NESİL KİŞİLİK ARIYOR

MAHVEDİLEN NESİL KİŞİLİK ARIYOR

Bir nesil nasıl harcandı?

Her kanaldan kuşatılarak, bin yıllık birikimleri yok edilerek, geçmiş ile alakalı bağlantı ve köprüleri yıkılarak, gelecekten ümit besleyecek kişiliği dejenere edilip, yıkılıp, yok edilerek, tutunacağı maddi imkanlarından mahrum  bırakılarak bir kaç nesil mahvedildi, yok edildi.

-Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu,

Ne olduysa hep bize azar, azar oldu.

-Ne şöhretten hastayız, ne de candan hastayız,

Ne ruhça ne vücutça ne de kandan hastayız.

Avrupa’ya bir değil iki pencere açtık,

Uzun yıllardan beri cereyandan hastayız.

-Üç asra yakın süredir bozulmaya yüz tutan ve körü körüne batı hayranlığı, devrim ve inkilablarla da son yıkılış darbesini yemiş olduk.

Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.

-Geçmişe olan vefasızlığımız geleceğimizi kararttı.

Nitekim Mehmet Akifin oğlu Emin askeriyede birine Kur’an-ı Kerim öğretmesinden dolayı cezaya çarptırılacağı için askeriyeden kaçmış ve bir çöplükte ölmüştür.

İnkilaplarla maneviyatı bitirilen bu millet, kanunlarla da fakir hale getirildi.

-Falih Rıfkı Atay:” Ezanın Türkçeye çevrilmesinde Atatürk bizzat çalışmıştı.”[1]

-Pinochet’ye sormuşlar, ‘‘Cunta kurmak mı zor, turşu kurmak mı?’’ diye.

Pinochet de ‘‘Turşu kurmak daha zor. En azından 20 tane hıyar bulacaksın, hepsini bir kavanoza yerleştireceksin, üzerlerine sirke, tuz, limon ilave edeceksin. Bunlar yetmezmiş gibi aylarca da olmasını bekleyeceksin.

Halbuki cunta kurmak için üç tane hıyar yeter’’ diye cevap vermiş.

1960- dan beri bu cunta faaliyet göstermiş ve hala da devam etmektedir.

15 Temmuz 2016- dan itibaren ise iç ve dıştaki bu münafık cunta yapı deşifre olmuş ve artık oyununu da açıktan açığa oynamaktadır.

Nitekim 19 yıl önce bu gün Madımak olayının tertibi gibi.

“Özel Harpçi Üsteğmen, ‘Madımak’ı biz yaktık’[2]

Bütün bunlar Erdoğan’ı devirmek amacıyla içerimizde yerleştirmiş oldukları tüm gizli ihanet şebekelerine, Erdoğan’ı devirme amacıyla hepsini Deşifre etti.

Erdoğan böylece, içerimizde yıllarca hatta bir asır içerisinde gizlenmiş olan gizli dinsiz komitenin ortaya açıkça çıkması ve şifre olmasına vesile oldu.

-MİT başkanını tutuklama, 17/25 Aralık 2013 gezi faaliyetleri ve en sonunda 15 Temmuz 2016 hain PKK iç ve dış güçlerin birliği ile yapılan saldırı ve nihayet başkanlık seçimi sırasındaki devirme planları hep akamete uğradı.

Erdoğanın en büyük özelliği güvenilir olması, insana güven vermiş olması, gayreti, çabası ve de azmi ona bu teveccühü kazandırdı.

En önemlisi de; Bir asırdır kişilik kaybı yaşadık.

Erdoğan’ın en öenmli farkı, topluma o kişiliği kazandırdı.

-Erdoğan vesayet sistemi içerisinden çıkmış olması, adeta dikenler içerisinden çıkan bir gül olması, bütün bu engebeleri aşmış, kendisine mani olan her birisi bir saltanat sürmüş olan birçok Vesayet sistemlerindeki insanları geride bırakarak devre dışı bırakmasıdır…

Aslında Erdoğan’ı Başarılı bir şekilde bu kadar zirveye ulaştıran olay milli görüşün içerisinden çıkmış olmasına ragmen, Milli görüş gömleğini çıkartmış olmasıdır.

Bu görüşün hala başarısızlıkları, bazen başarıya çıkar gibi olmaları, milletle milletin kendilerine vermiş oldukları imkanlara rağmen yine değerlendirilmemesi, uzun süre devleti yöneten Erdoğan gibi başarılı olamamasındaki sebep; hala inat ile o gömleği taşımış olmasından kaynaklanır.

Erdoğan gelişime, değişime, dönüşüme ve milletle beraber ileriye gidişe hazır bir şahsiyettir.

Erdoğanı belki de en farklı kılan olay; bu milletin bir asırdır kaybettiği kişiliğini kazanmasına sebeb oldu.

-Toplum önce inancını, sonra da ahlakını kaybetti.

Ahlak yerine Etik kavramını yerleştirdi.. Ahlaktan yitik.

-Gençlik kişilik arıyor, kaybettiği kişiliğini arıyor.

Yırtık pantolon, tipsiz sakal çeşitleri bunun çırpınış halleridir.

Bir süre önce kırk yamalı deyip alay edilirken, babasının veya dedesinin yamalı giymesinden ar ederken, bu gün bu moda adına, oda fazla ödeme yapılarak yapılmaktadır.

Kişiliği bulma adına…

Bir Kıssa: **Ünlü gazeteci ve yazarlardan Velid Ebüzziya, İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanıp beraat ettikten sonra, genç meslektaşlarına nasihat etmiş:
– Şu sıralarda sakın fincancı katırlarını ürkütmeyin…
Yusuf Ziya Ortaç, başını sallayarak:
– Bu söylediğin imkânsız üstadım, demiş. Zira ortalıkta o kadar çok katır var ki!..

MEHMET ÖZÇELİK

02-06-2018

[1]https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10155760287862778&set=a.395831982777.170015.526182777&type=3&theater

[2] http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/49917.aspx

https://www.yenisafak.com/gundem/19-yillik-madimak-yalani-396541

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/1013170875386740/?type=3




ANNE RAHMİNDEKİ HAYATIMIZ

ANNE RAHMİNDEKİ HAYATIMIZ

Hiç ana rahminde kaldığınız 9 ay 10 günlük süredeki oluşumunuzu hatırlıyor musunuz?

Hatırlamıyor musunuz? Neden?

Oysa tanımadığınız bir memlekete gittiğinizde 9 ay 10 gün kalsanız belki de çok şey hatırlarsınız!!!

Hatırlamıyor muyuz yoksa hatırlatılmıyor mu?

Ruh alemini mi, yok onu sormuyorum.

Orası çok uzak diyeceksiniz.

Biz bir kaç sene öncesini hatırlamıyoruz da, ruhlar alemini nereden hatırlıyacağız ki?

Oysa sıfır üç yaş arası çocuğun zekasının en gelişmiş dönemidir.

Anne karnında yaşadık, kısaca bir insan haline geldik.

Ruhla cesedin büyük bir ihtişamla buluştuğu yer.

Kâinat çapında büyük bir olay.

Bu büyük olaydan hiç bir kırpıntı bilgiye bile sahip değiliz…

Parmağımızı emdik, annemizin kalp atışlarını dinledik, bir küre içerisinde dönüp dolaştık, döndük çevrildik.

Üzerimizde büyük ilahi bir faaliyet, büyük bir proje tecelli etti.

 

“O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan eşini var etti. Sizin için hayvanlardan (erkek ve dişi olarak) sekiz eş yarattı. Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hâkimiyet) yalnız O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?”[1]

“Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir “alaka”dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir “mudga”dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz.”[2]

Şüphesiz O iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.[3]

“Attığınız o meniye ne dersiniz?! “[4]

“Şüphesiz biz insanı, karışım halindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık. “[5]

“Sonra bu az suyu “alaka” haline getirdik. Alakayı da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!”[6]

“Evet, meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi; üç karanlık içinde bütün vâlidelerin erhamında insanların sûretlerini ayrı ayrı, mîzanlı, imtiyazlı, zînetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettahiyet ve umum rûy-i zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı san’atla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikatı; vahdâniyetin en kuvvetli bir bürhanıdır. Çünki ihata etmek bir vahdettir; şirke yer bırakmaz.”[7]

“İnsanın bu üç karanlık mekanda birinden diğerine intikali de akıl almaz bir hilkat sırrıdır. Birinci karanlık bölgedeki hücre safhası (evresi) ikinci karanlık mekandaki doku safhası ve üçüncü karanlık mekan olan Amnios Kesesinde organlar safhasının birbirine intikali, tamamı ile bir kompitür hesabıdır. Gelişmesini tamamlayan safha otomatik bir evre ile kapanır. Diğer mekana intikal eder ki, ayette geçen bu hilkatten diğerine geçiş beyanı bu gerçeği dile getirmektedir.

Özetle; -Birinci karanlık mekan,hücreye göre dev,karanlık bir tüneli hatırlatmaktadır.

-İkinci karanlık mekan ise;ışıksız kapkaranlık bir ormanı hatırlatır.

-Üçüncü karanlık mekan ise;yine ışıksız bir denizin altını hatırlatır.[8]

MEHMET ÖZÇELİK

28-06-2018

[1] Zümer.6.

[2] Hac Suresi. 5.

[3] Necm Suresi- 46.

[4] Vakıa Suresi-58.

[5] İnsan Suresi-2.

[6] Mü’minun- 14.

[7] Şualar., Yedinci Şua, İkinci Bab, Üçüncü Menzil, Birinci Hakikat, s.168.

[8] Bak. http://www.tesbitler.com/2015/01/02/insan-ve-yaratilisi/

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/992029964167498/?type=3




HAYATIN DALGALARLA İMTİHANI

HAYATIN DALGALARLA İMTİHANI

Hayat gücünü dalgalardan almaktadır.

Osmanlı’da eğitim sistemi ruhludur. Ru be ru eğitim sistemini uygular. Yani yüz yüze, sürekli güncel ve güncellenen eğitim sistemi.

Hocanın boyasıyla boyanan eğitim sistemi, gelişimiyle de gelişen öğrenci.

İngilizce ifadesiyle; face to face. Facebook-un meşhur ve yaygın olması bu manada düşündürse gerek.

Derslerine girdiğim 12 sınıf öğrencilerine bu manayı uyguladım. Faydalı sonuçlarını da elde ettim.

Bu öğrencilerin derste aralarında oturur, öndeki ve arkadaki öğrenciler de bize döner ve onlara duruma göre 5-10 dakikalık sohbet yapardım. Çok da etkili oldu.

Bir gün sınıfın birisinde hem sınıfın, aynı zamanda okulun en değerli sakin ve ağırbaşlı bir öğrencisinin yanına oturdum ve ona da diğer öğrencilere -yaramaz da olsalar-  o öğrencilere söylediğim şu sohbeti yaptım;

Hayat dalgaları ile bir kıymet ifade eder. Hayat bir deniz gibidir, denizde dalga olmazsa ne olur diye sorduğumda;

Elbette anlamsız olur, cevabını Verdi.

Evet denizde dalga olmazsa koca gemiler gitmez, aynı zamanda Deniz’in yüzü pisliklerle dollar.

Gelen her bir dalga gemiyi alıp metrelerce öteye taşır.

Denizde meydana gelen sürekli dalgalarda belli noktalarda kirlerin ve pisliklerin toplanmasını engellemekte ve o pislikleri de sahile atmaktadır.

Dalgasız hayatta kirlidir, monotondur, tek düzeydir.

Nitekim kabristanda yaşayanların hiçbir dalgası yoktur, sakindir, donmuş bir vaziyettedir.

Hayat dalgalarıyla vardır.

Dalgaları ile bir kıymet ifade etmektedir.

Bunu öğrenciye anlatarak, Sıkıntısız bir hayatın olmayacağını, Elbette ki hayatın tek düzeyde halinde olmasının mümkün olmadığını, hayatın inişli çıkışlı kavşaklarla, sıkıntılarla, problemlerle, insanı itici, dalgalandırıcı, harekete getirici olaylarla var olduğunu ona söyledim.

Uzun boylu konuşmadan sonar, demek ki iyice dolmuş olsa gerek ki, rahatlamanın vermiş olduğu bir etkiyle; Hocam Allah razı olsun, dedi.

Belli ki sıkıntı içerisindeydi.

Hayat ile dalga geçmemeli Ama hayatta Dalgasız olmamalı.

Hayatın dalgaları bizi sevk eder.. Bizi yönlendirir.. Bir faaliyet ve bir hareket içerisine koymuş olur.

Yeter ki o dalgaların arasında boğulmamalı ve o dalgaların üzerinde kalmalı, dalgaların üzerinde mesafe almalıdır.

Hayat dalgası ile gelir, bizi alır ve belli bir noktaya, belli bir hedefe götürür.

Dalga olmadığı zaman doğduğumuz yerde yaşar, hayatı aynı şekilde neticelendiririz. Ama hayat dalgalarıyla beraber bizleri alır ve birçok noktaya, birçok hedefe, farklı farklı yerlere bizleri sevk eder.

O dalga ile bir faaliyet ve bir hareket söz konusu olmuş olur. Bir faaliyet ve hareket ancak bu dalga ile kendisini gerçekleştirmiş olur.

Bir anlık düşünün; hiçbir zaman için denizlerde dalga olmuyor, denizler sakin!?

Deniz bu hareketi ile sürekli bir şekilde üretim içerisindedir.

İşte hayatımızın dalgaları da hayatımızın faaliyetleridirler.

Dediğim gibi yeter ki o dalgaların içerisinde olmayalım.

Dalgaların üzerine çıkaraktan hayatımızı idame edelim.

Dalga daimi değildir, belli bir süre gelir, belli bir süre yeniden durulmaya doğru gider deniz.

Anlıktır, hayatı da sürekli bir şekilde böyle bir sıkıntı içerisinde düşünmemeli…

Âyette de buyurulduğu gibi; Her zorluktan sonra bir kolaylık, her kolaylıktan sonar da bir zorluk vardır. İnne maal usri Yüsra. Yani zorluk kolaylık ile kolaylıkla zorluk ile beraberdir.

Denizin sakinliği dalgası ile, dalgası sakinliğidir.

Bizim de hayatımız tekdüze, monoton olmayıp, hareketlilik sakinlik ile, sakinlikte hareketlilik ile beraberdir.

Benim babamın hiçbir problemi yok, sıkıntısı yok, taksidi yok, ödemesi yok, sıcak yok, soğuk yok, üzüntüsü yok, görünüdrde hiçbir derdi yok.

Kısacası dünyaya ait bir problem, bir meselesi, bir derdi yok çünkü ölmüştür.

O halde hayat var ise problem de vardır. Dalgası da vardır.

Yine esnafları ziyaret ettiğimde durumlarını sorardım.

Tabii insan bir dokun bin ah işit misali, sıkıntısı olmayan esnaf elbetteki yok.

Ancak ben onlara yine babamın bu misalini vererekten; Eğer Senin bir problemin yoksa, sıkıntıların bitmişse, her şeyini çözmüş isen o zaman bu dünyada kalmana da gerek yok, gidebilirsin, diyerekten bir hakikatı onlara arz eder, ifade eder, rahatlamalarını sağlardım.

Mesela ecdadımız Osmanlı, evlerinde veya iş yerlerinin giriş yerlerinde dükkanlarına şu cümleyi asarlardı; Bu da Geçer Yahu Hu.

Bir moral vermektedir bu cümle. Doping etkisi yapmaktadır.

Yine Bediüzzaman’ın dediği gibi; mesela hastalıklar ve musibetler misafir olup, bir süre kalırlar ve tekrardan giderler.

Onun için dalgalar devamlı değil geçicidirler. Bir süre kalır ve ondan sonra çeker giderler.

Bu insanda bir hareket meydana getirir. Bir faaliyet, bir düşünce, bir gayret, bir yardım meydana getirir.

Ve bir plan ve bir program yapmaya insanı sevk etmiş olur.

Mesela fakirlik derdi olmasaydı hiç in insanlar çalışır mıydı?

Ve insan okumaktan tutunuz da, birçok alanda ilerlemeye gayret göstermeyecek, belli bir meslek elde edilmeye çalışmayacaktı.

Açlık endişesi olmasaydı para kazanmak, bir iş bulmak, bir iş elde etmek, hayatı devam ettirmek, idame ettirmek çabası içerisine insan girer miydi?

İşte hayattaki her şey, hayatın birer dalgasıdır.

Bu dalga bizi harekete getirir.. Bu dalga bizi ilerletir.. Bu dalga bizi hedefe doğru sevk etmiş olur.

Onun için hayat dalgaları ile vardır. Hayatın dalgaları bizler için bir güç, bizler için bir kuvvettir, itici bir sebeptir. Onun içindir ki; hayatın dalgalarını arkamıza almalıyız. Bizim için bir teşvik, bir Kamçı olmalı, ileriye doğru sevk etmelidir.

Dalganın altında olmamalı, Onun altında kalmamalıdır.

MEHMET ÖZÇELİK

28-06-2018




EŞYAYA HÜKMETMEK

EŞYAYA HÜKMETMEK

Evet. Eşyaya hükmetmek. Eşyaya hakim olmak elbette mümkündür.

İnsana eşyaya hükmetme özelliği verilmiştir. Bazen bu keramet yoluyla Cenab-ı Hakk’ın bir ikramı olarak tezahür eder, bazen menfi ve olumsuz insanlar da bir istidraç olarak tezahür eder.

Yine cennette her şey insana râm olmaktadır. Her şey insanın emrine verilmektedir. Ân ve zaman olmaksızın her şey bir anda tecelli etmektedir.

Cennetteki bu hal insanın eşyaya olan hakimiyetinin bir tezahürüdür ve aynı şekilde dünyada da İnsanlar ilim ile, bilgi ile, güç ile, kuvvet ile ve bunlar içerisinde en önemli nefsine olan hakimiyeti ile eşyaya hükmetmektedir.

Ancak nefsine hükmedemeyen insanlar eşyaya ne kadar hükmedebileceklerdir?

Onun için manen Terakki etmek ile eşyaya hükmedilebilir.

İlim ile eşya ve bir çok şey celb edilebilir.

Süleyman Aleyhisselam hem nübüvvet ve de hem ilim ile birçok şeyi elde etti.

Yine ilim ile insanı hayrette bırakan birçok olaylara Mazhar oldular.

Ancak birisininki yani Süleyman Aleyhisselam’ın kive de Musa Aleyhisselam’ın ki hakikat iken, sihirbazların ki bir göz boyamadan ibaret kalmaktadır.

Aynen bir cismi, mislen eşyanın celbi nasıl mümkün ise, insanın eşyaya olan hakimiyeti de o derece mümkündür.

Evet insan eşyaya hükmedelebilir.

Onları kendi istekleri doğrultusunda kullanabilen insanlar yine toprağa, bitkiye hükmeden insan ve ondan kendisine faydalı olan şeyleri çıkarabilen insan bu hükmünü eşyanın birçok noktasına geçirebilir.

Yine hasseten ifade edilmesi gereken en önemli husus odur ki; insanın önce hakikaten güç olan eşyaya hükmetmekten daha zor olan nefsine Hükmetmesidir.

Nefsini dizginlemesi, nefsini râm altına alması, nefsini kontrol altına alması, nefsini yönlendirmesi, kendisine itaat ettirmesi yani kendisinden ziyade bu nefsinden başlayıp kontrol etmiş olması Elbette ki bu hakimiyetin en önemli bir yoludur.

Yani Allah’a mahkum olan insanlar eşyaya hakim olabilirler.

Nefsinin mahkumu olan insanlar eşya yanında mahkum olurlar.

Onun içindir ki eşyaya hükmetmenin yolu önce nefse hakim olmaktan ve Ondan sonra o nefsin sahibi olan Allah’a mahkum olmaktan geçer.

Allaha intisab etmesi halinde eşyada ona intisab eder. Ona mensup olur, ona ait olur, onun emrinde ve onun hizmetinde olur.

O halde bir insan kâinatın sahibine uygun harekette bulunmuş ise, Elbette ki bütün kâinatta ona uyar, emrinde olur.

Nitekim Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak yer ve göğe ‘ İ’tiya tav’en  ev kerha’ yani ‘İster istemez emrime geliniz.’ buyurur. Onlar ise yani cansız olduğunu düşündüğümüz; anlamaz, bilmez, düşünmez, itaat etmez diye düşündüğümüz eşya, madde ise yani Yer ve Gök Cenab-ı hakka karşı; Yarabbi ister istemez emrine itaat ettik, derler.[1]

Burada hem Allahın kendisini onlara hatırlatıp emretmesi ve hem de onların Allahı  anlaması söz konusudur.

İsra suresinde; Hiç bir varlık yoktur ki Allahı kendi diliyle tesbih etmiş olmasın, buyurulur.[2]

Aynı şekilde, demek ki Cenab-ı Hakk’ın Veli kullarının suya hükmetmesi, ateşe hükmetmiş olması gibi, insanlar maddende buna sahip ve hakim olabilir.

Nitekim amyant denilen maddeyi ateşin yakmaması gibi.

İnsan eşyaya zahiren mahkum iken hakim olması, hükmetmesi hep Cenab-ı Hakka RÂM olmasından ve O’na muti’ olmasından ileri gelmektedir.

Ve manen de insan eşyaya hükmedebilir.

Hükmetme yetkisi, gücü insana, insanın eline, insanın iradesine verilmiştir.

Bu meseleyi birçok yönden farklı olarak ele alabiliriz.

Nitekim bir insan devlete mensup olmasıyla, bir asker ve bir polis nasıl ki bir köyü önüne katabilir, bir memlekete hükmedebilir, bir başka devletin hakimini, Reisini, başkanını esir edebilir, komutanını esir alabilir.

İşte hep bütün bu Hakimiyetler bir devlete, bir güce mensup olmaktan geçer.

Yine insan devletin gücü olan bir kabloya kendi kablosunu bağlayarak bütün dünyadaki kablolarla bir bağlantı kurmuş olur. Bunu bir telefon olarak, bir internet olarak, aynı şekilde bir güç olarak da düşünebilirsiniz.

Yani kendi gücü az olan insan 80 milyonluk bir devletin gücüne mensup olmakla, devlete ait ve bağlı olmakla, böylece 80 milyonun üzerinde bir güce sahip olabilir.

Devlet namına hareket eder, padişah namına hareket eder, Sultan namına hareket eder ve birçok şey onun emrine verilir, ona RÂM olmuş olur.

Bütün bunlar demek ki gerçek güç sahibini bulan insan böylece gerçek gücede ulaşmış olur.

Allah’ın gücüne intisab eden, mensup olan, dayanıp sırtını veren bir insan, Allah’ın sahibi olduğu bütün eşyaya da sahip olabilir. Onlar üzerinde hakimiyetini çok rahatlıkla kurabilir.

-Düşününüz Cennette isteyip çağırdığımız her şey geliyor, ağaç meyvesini veriyor, o meyve onun hizmetini görüyor ve orada her bir canlı şuurlu, bilinçli olarak insana hizmet ediyor. Bunun örneğini sınırlı ve kısıtlı da olsa dünyada da görmekteyiz.

Bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına bir bedevî geldi. Ferman etti: “Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi: “Ehlime.” Ferman etti: “Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” Bedevî dedi: “Nedir?” Ferman etti:
“Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.”
Bedevî dedi: “Bu şehadete şahit nedir?” Ferman etti: “Vadi kenarındaki ağaç şahit olacak.”
İbni Ömer der ki: O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri şak etti, geldi, tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına. Üç defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ağacı istişhad etti, ağaç da sıdkına şehadet etti. Emretti, yine yerine gidip yerleşti.

-Taşların elinde, avucunda zikretmesinden tutunuz, bir Devenin sahibinden kaçarak sahibinin kendisini zor işlerde çalıştırmış olması dolayısıyla halini anlatmasına kadar herşey mucize eseri olaraktan Efendimizle nasıl alakadar ise, Efendimizin emrinde ise, Efendimiz manen onlara hakim durumda ise, bu hükmünü mucize eseri olaraktan ihtiyaç anında gösterirken, her durumda göstermemiştir.

Nitekim az bir yiyecekten birçok insan yiyip içmesi, az bir içecekten bazen 300 kişinin, 300 askerin ondan yiyip içmesi bir mucize eseri olaraktan görülmektedir,

Bunu diğer peygamberlerde de görürüz. Salih Peygamber’in Emir ile Kaya’nın arasından kendisine iman etmeyen insanların belirttiği vasıfta bir deveyi çıkartması ve  bunun benzeri örnekleri bütün peygamberlerde görülebilir.

Demek ki insan Madden ve manen eşyaya hakim olabilir. İnsan eşyaya hükmedebilir. Bu da ruhun bedene hükmetmesi ile, aklın nefse hükmetmesi, böylece kalbin mideye hükmetmesi ile mümkün olur.

O halde Akıl, kalp ve ruh bu üç temel duyguya hakim olan insanın, nefsine, bedenine hakim olması ile o duygularda hükmünü çok rahatlıkla icra edebilirler.

-Bugün teknolojinin ilerlemesi ile insanın bu hakimiyeti bir derece tezahür etmektedir. İnsan birçok şeye hükmetmektedir. Sesi kontrol altına alabilmek de, görüntüyü kontrol altına alabilmek de, birçok nakil ve intikal işlemi gerçekleştirebilmek de, havaya hakim olup tonlarca ağırlığındaki bir uçağı havada uçuran ve yine tonlarca ağırlığındaki bir gemiyi suya olan hakimiyeti ile suyun üzerinde yüzdürebilmektedir.

Bunlar ilim ile insanın kainatta olan varlıkları ve eşyaya olan hakimiyetinin bir tezahürüdür. Bunları bazen insan bir düğme ile yapar, bir ses ile yapar, bir dokunma ile bunları yapmış olur.

Bugün internet dünyasında ve bilgisayar dünyasında artık bunlar o kadar ileri gitmektedir ki, bir tuşla değil, bir ses ile, bazen bir düşünce ile de bunu gerçekleştirmektedir.

Yani düşünce ile eşyayı insan kontrol altına da alabilmektedir.

İnsan Nefsine hakim olduğu cihetle eşyaya hakim olmaktadır.

Ruhunun, aklının ve kalbinin kendisi içerisindeki hükmü nisbetinde, eşyayada hükmü o  geçerlidir.

Nefsine hükmü geçmeyen bir insanın eşyaya da hükmü geçmemektedir.

İnsan Kemâle erdikçe kendisine olan hakimiyeti, dolayısıyla eşyaya olan hakimiyeti de o nisbette artmaktadır.

-İbadet ile, taat ile, ilim gibi hakikatlar ile ancak mümkündür.

Böylece kainata olan Hakimiyet doğrudan doğruya Marifet ve ilim ile mümkündür. Marifette  ve ilimde ziyadeleşen insanlar bunu kendileri eşyada da gösterebilmektedirler ancak marifeti olmayıp da yani marifetullaha sahip olmayan insan, ilim gibi bir marifet sahip olsa da bunun Hakimiyeti cüz-i olur, geçici olur, sınırlı olur, sonsuz olmaz.

-Kâinat nasıl ki bir noktadan kürelere doğru bir gelişme içerisinde ise, insanda bir nokta olaraktan kendi içerisindeki noktaya olan hakimiyetinden, kâinattaki kürelere olan hakimiyeti kadar gelişme gösterir.

Tıpkı suya atmış olduğumuz bir taş kendi iç dalgasından geniş dalgaya doğru bir açılım içerisinde olduğu gibi, insan da kendi iç dünyasındaki küçük açılımlar ile kainata doğru gelişen büyük açılımlara bir hakimiyeti söz konusu olur.

O halde nokta olan kendi iç dünyamızda ne kadar hakim isek, küre olan dış dünya olan Kainattaki hakimiyetimiz de o nisbette artar.

-Geçmiş zamanlarda velilerin hakimiyeti, eşyaya olan hükmü; bugün ilim ile tecelli etmektedir.

Hakeza peygamberlerin gösterdikleri mucizelere bugün insanlar sahip oldukları ilimler ile o hakimiyetini sürdürmektedirler.

-Âhir zamanda her şey ilme dökülmektedir, ilmi olan kazanmakta, ilmi olan kainata, dünyaya, varlıklara hükmetmektedir.

Yani mecazi olaraktan Billy Gates internet dünyasında, bilgisayar dünyasında, Microsoft ile adeta tüm dünyayı kontrol etmektedir. Tüm dünyaya sahip olmak da, bir düğmesinin şartelini indirmekle dünyadaki 7,5 milyar insanın bütün birikimlerini bitirebilmektedir ve onları harekete geçirebilmektedir. Onun içindir ki kendi nefsine hakim olan insan kâinata da hâkim olabilir.

-Sese hakim olarak da büyük bir iş yapan insan oğlu, bugün resme de hakim olmuş, daha ileriye giderekten ışınlamaya hakim olacak ve eşyayı bir yerden bir yere nakletmek suretiyle aktarımı gerçekleştircektir.

-Ona olan hükmünü bilim yoluyla, ilim yoluyla gerçekleştirebilecektir. Ancak gerçek Hakimiyet marifet iledir, marifetullah da hakim olan insan böylece bütün ilimlerde de, her şeyde de, eşyada da bilinçli olarak hakim olur. Diğer bir ifadeyle, marifet ile eşyaya hakim olan insan eşya aile arasında samimi bir nisbet, bir irtibat, bir bağlantı, istekli olarak bağlantı kurar.

Ancak marifet olmadan eşya ile ilim yoluyla bağlantı kuran insanlar, adeta zoraki olarak, mecburi olarak, isteksiz olaraktan o eşyayı zorla celbedip yönlendirebilir, ona hakim olabilir. İstekli olup isteksiz olma arasındaki aynen bu fark gibi olur.

Düşününüz, eşyanın bizi tanıyıp da tanıyaraktan hizmetimize koşması ayrı, bir köle gibi ona bizim hakim olup zorla çalıştırmamız elbetteki ayrıdır.

İşte eşya insana ya köle olur ya da bilinçli olarak ona köle olmaksızın istekle, sevinçle, zevkle hizmetinde olur. Bu da eşyaya marifet yoluyla hakim olmaktan geçer.

-Bir Genelkurmay Başkanı bir arş emriyle yüzbinlerce askeri koşturur. Hatta onları düşmanın üzerine karşı sevkeder, ölüm bile olsa o asker koşarak gider. Bir de bunu zoraki ve zorba bir şekilde yapmayı düşünün veya bunu bir çocuğun veya asker ile münasebeti olmayan birisinin binlerce defa arş demesi neticesinde hiçbirisini koşturamadığı gibi, elbette ki herkesi de kendisine güldürecektir.

Bir işte bu Hakimiyet gibi insan da samimi ve ciddi olarak hakim olursa, eşya ona râm olmuş olur. Ancak gerçek manada o çocuk gibi veya asker ile bağlantısı olmayan bir insanın askere emretmesi gibi anlamsız, manasız, neticesiz, hükümsüz, gülünç bir durum içerisine düşmüş olacaktır.

-“İnsan, şu kâinat içinde pek nâzik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudât, ona musahhar olmuş.

Eğer insan zaafını anlayıp, kâlen, halen, tavren duâ etse ve aczini bilip istimdâd eylese, o teshîrin şükrünü edâ ile beraber, matlûbuna öyle muvaffak olur ve maksadları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-ı mîşârına muvaffak olamaz. Yalnız, bâzı vakit, lisân-ı hal duâsıyla hâsıl olan bir matlûbunu, yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Meselâ, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip, onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte, cây-ı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temâşâ bir cilve-i rahmet!..

Nasıl ki, nazdar bir çocuk, ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle, matlûblarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matlûblardan binden birisine, bin defa kuvvetciğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himâyeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi, böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himâyeti ittiham etmek sûretiyle, ahmakâne bir gururla, “Ben kuvvetimle bunları teshîr ediyorum” dese, elbette bir tokat yiyecektir.


İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini
ittiham edecek bir tarzda küfrân-ı nimet sûretinde, Kârun gibi, yani “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım” Kasas Sûresi: 78. dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder.

Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyât-ı beşeriye ve kemâlât-ı medeniyet, celb ile değil, galebe ile değil, cidâl ile değil; belki ona, onun zaafı için teshîr edilmiş, onun aczi için ona muâvenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve re’fet-i Rabbâniye ve rahmet ve hikmet-i İlâhiyedir ki, eşyayı ona teshîr etmiştir.

Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerâta mağlûp olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshîr-i Rabbâniye ve ikram-ı Rahmânîdir.

Ey insan! Mâdem hakikat böyledir; gururu ve enâniyeti bırak. Ulûhiyetin dergâhında acz ve zaafını istimdâd lisâniyle, fakr ve hâcâtını tazarrû ve duâ lisâniyle ilân et ve abd olduğunu göster. Ve – Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân Sûresi: 173.) – de, yüksel.

Hem deme ki: “Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat, bir Hakîm-i mutlak tarafından kasdî olarak bana teshîr edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?” Çünkü sen, çendan nefsin ve sûretin itibâriyle hiç hükmündesin, fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudâtın belâgatlı bir lisân-ı nâtıkı ve şu kitâb-ı âlemin anlayışlı bir mütâlâacısı ve şu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve şu ibâdet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.

Evet, ey insan! Sen, nebâtî cismâniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibâriyle, sağîr bir cüz, hakîr bir cüz’î, fakir bir mahlûk, zayıf bir hayvansın ki, bütün dehşetli mevcudât-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat, muhabbet-i İlâhiyenin ziyâsını tazammun eden imânın nuruyla münevver olan İslâmiyet’in terbiyesiyle tekemmül edip, insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüğün içinde bir âlemsin. Ve hakaretin içinde, öyle makamın büyük ve daire-i nezâretin geniş bir nâzırsın ki, diyebilirsin, “Benim Rabb-i Rahîmim, dünyayı bana bir hâne yaptı; ay ve güneşi o hâneme bir lâmba ve baharı bir deste gül ve yazı bir sofra-i nimet ve hayvanı bana hizmetkâr yaptı; ve nebâtâtı, o hânemin zînetli levâzımâtı yapmıştır.”

Netice-i kelâm: Sen, eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin. Eğer hak ve Kur’ân’ı dinlersen, âlâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvîmi olursun. “[3]

-“ “Bütün dünya dest-i itaat ve teshirine verilen insanın, elbette Halıkının yanında büyük bir mevkii vardır.”[4]

“ Beşer, hilkatın neticesidir ve arzın müştemilatı ona teshir edilmiştir, istediği gibi tasarruf eder. Bu ayet ile de, beşerin arza hakim ve halife kılınmış olduğuna işaret edilmiştir.”[5]

Meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın bir mucizesi olarak teshir-i havayı(havanın emre boyun eğmesi) beyan eden âyeti; “Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran (uçmak) ile iki aylık bir mesafeyi kat’ etmiştir” der. İşte bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise ey beşer! Madem sana yol açıktır. Bu mertebeye yetiş ve yanaş. Cenab-ı Hak, şu âyetin lisanıyla manen diyor: “Ey insan! Bir abdim (kulum), heva-i nefsini (nefsani arzularını) terk ettiği için havaya bindirdim. Siz de nefsin tenbelliğini bırakıp bazı kavanin-i âdetimden (tabiat kanunlarından) güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz…” (20. Söz)  

-“ Uzak mesafede celb-i surete ve savta haşmetli bir surette işaret ediyor ve mânen diyor: Ey ehl-i saltanat! Adalet-i tamme yapmak isterseniz, Süleymanvâri, rû-yi zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünkü, bir hâkim-i adaletpîşe, bir padişah-ı raiyetperver, aktâr-ı memleketine her istediği vakit muttali olmak derecesine çıkmakla mes’uliyet-i mâneviyeden kurtulur veya tam adalet yapabilir.

Cenâb-ı Hak şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey benî Âdem! Madem bir abdime geniş bir mülk ve o geniş mülkünde adalet-i tamme yapmak için ahval ve vukuat-ı zemine bizzat ıttıla veriyorum. Ve madem herbir insana, fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette, o kabiliyete göre rû-yi zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidadını dahi vermesini hikmetim iktiza ettiğinden, vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de nev’en yetişebilir. Maddeten erişemezse de, ehl-i velâyet misillü, mânen erişebilir. Öyle ise, şu azîm nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi, göreyim sizi, vazife-i ubûdiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rû-yi zemini, her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.”[6]

“ Koca kâinatı bir hanesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi ve sair zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetine müşerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiği ve bütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve bekà-i uhreviyeyi kat’î vaad ve ahdettiği halde, elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek…”[7]

MEHMET ÖZÇELİK

26-06-2018

  

[1] Fussilet.11.

[2] İsra.44.

[3] Bediüzzaman.23.Söz.296-7.

[4] İşarat-ül İ’caz.Bediüzzaman.240.

[5] İşarat-ül İ’caz.Bediüzzaman.247.

[6] Sözler.Bediüzzaman.247.

[7] Asa-yı Musa.Bediüzzaman.44.

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/952486848121810/?type=3




25 HAZİRAN

25 HAZİRAN

Seçim sonuçları millete hayırlı olsun.

Kayıp yok, kazanç var.

Yüz yıllık zincirlerin önemli bir halkası daha kırılmış ve çözülmüştür.

Milletin iradesi tecelli etmiştir.

Ancak kaybetmeyi niyet edenler, samimi olmayanlar renklerini izhar etmiş oldular.

Geçmişi görmeyen ve bilmeyen, idrak edip şuurunda olmayıp kıyaslayamayanlar kaybetti.

-“Saadet Partisi, 2015 Genel Seçimleri’nde 326 bin 50 oy aldı ve yüzde 10 seçim barajını aşamadı. Bu seçimde ise yüzde 1.36 oy oranıyla 668 bin 894 kişinin oyunu alan Saadet Partisi, Millet İttifakı’nın en az oy alan partisi oldu.

Saadet Partisi’nin oylarının birçok ilde CHP’ye yaradığı görüldü. CHP, uzun zamandır milletvekili çıkaramadığı Adıyaman, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kütahya, Nevşehir, Şanlıurfa ve Yozgat’ta, Saadet Partisi ve İYİ Parti’nin oylarıyla ittifak sayesinde birer milletvekili çıkardı.

Öte yandan, Elazığ’da Saadet Partisi’nin aldığı yüzde 3.4’lük oy ittifak gereği yüzde 10.6 oy alan CHP’ye eklendi. Bu sayede CHP, 40 yıldan fazla milletvekili çıkaramadığı Elazığ’dan bir milletvekili çıkarmış oldu.”[1]

En büyük kaybı yaşayan ve de yaşatan Saadet partisi olmuştur.

Sayesinde Chp kazanmıştır.

Yarım asırdır taban tabana zıt olup mücadele ettiği zannedilen! Chp den milletvekilini ittifak oylarıyla meclise taşımıştır.

Adıyaman bunlardan biridir.

Bu ayıp saadete yeter.

-Yeterli olmamasına rağmen, onca saldırılara rağmen Erdoğan ilk turda 52,5 oyla elbette kazandı, Hayırlı olsun ancak elbette yeterli değildir.

Bu partinin kazananı barajı aşan Hdp ve de kendisine barajı aşamayıp kazanma ihtimali verilmeyen Mhp olmuştur.

Kaybeden ise Kemal Kılıçdaroğludur. Çünkü oyunu koruyamamış, iyi parti ve de Hdp ye kaptırmıştır.

Fetö yine oyununu oynamış ve de Hdp ve Chp yi kazandırmıştır.

Kendisince bir 15 Temmuz darbesine daha teşebbüs etmiştir.

Kirli yüzlerine ve ihanetlerine bir yenisini daha eklemişlerdir.

Yuh olsun.

-Ne hazin haldir ki, belki de tam bir gerçektir ki; Fetönün arkasındaki kilit kişi papaz Brunson- olmasıdır.[2]

PAPAZ BRUNSON FETÖ BAĞLANTISI[3]

Demekki hesap ve hedef papaz hedeflidir.

Tıpkı papalığın hesabı olan; “Vatikan’ın görevi;

-Birinci bin yıl Avrupa’nın,

-İkinci bin yıl Afrika’nın,

-Üçüncü bin yılda hedef Asya’nın Hıristiyanlaştırılmasıdır.”

-Kandili ve Pkk- yı besleyenler beslemeye devam ettiler, hem içte ve hem de dışta.

-İran’dan skandal Kandil açıklaması!
İran Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Ebulfazl Şikarçi, İran’ın, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terör örgütü PKK’ya yönelik Kuzey Irak’ta başlattığı askeri harekâtı desteklemediğini ifade etti.[4]

*Ölüyü diriltenler.

Kendilerinin ölmüş haline dirilik kazandırmak isteyen başta siyasiler, ölülerden meded umarak onlarla kendilerini diri tutmaya çalışmaktadırlar.

Bu ölüler milletin kalbine gömülmüş, itibar görmemiş, kabul görmemiş insanlara selam çakarak geçmişin kirlerini günümüze taşımaktadırlar.

Kendileri güncel olmayan bu zihniyet, toplumun da güncellenmesini engellemektedirler.

*Çok Bedel ödedik şimdi ödetilmekte devam edileceği görülmektedir.

Daha önce de demiştim; Problemler azalsa da bitmeyecek.

İman küfür, zulüm adalet, sefahet ve asalet kıyamete kadar devam edecektir.

MEHMET ÖZÇELİK

25-06-2018

 

[1] https://www.yenisafak.com/secim/saadetin-oylari-chpye-yaradi-3370299

[2]https://www.google.com/search?ei=SyQAW5atBcvCwQKnkIGQAg&q=papaz+brunson&oq=papaz+brans%C4%B1n&gs_l=psy-ab.1.0.0i13k1l10.10148.12659.0.16757.6.6.0.0.0.0.152.863.0j6.6.0….0…1.1.64.psy-ab..0.2.302….0.VfbOAmW2xJw

https://www.google.com/search?q=papaz+brunson&source=lnms&tbm=vid&sa=X&ved=0ahUKEwj77tzW7pHbAhULEVAKHTI-DQ4Q_AUIDCgD&biw=1280&bih=859

[3] https://www.dosyaupload.com/mfgF

[4]http://www.haber7.com/dunya/haber/2649151-irandan-skandal-kandil-aciklamasi

 




HİSSİ OLMAMALI

HİSSİ OLMAMALI

Gençler hissi davranmaktadırlar, akıllarına göre değil hislerine göre hareket etmektedirler.

Bütün çaba, dahili ve harici şer odakları Erdoğan’ın Kazanmaması ve de HDP nin Barajı aşması yönünde çaba göstermektedir.

Tam bir kirli ittifak sürmektedir.

Bu millet kendi iradesiyle asla ve asla CHP yi iktidar yapmaz ancak ya Müslümanın saflığından veya ahmak dostluğundan istifade ederek. 1970- 1980- 1990’lerde olduğu gibi sağ kesimi parçalayarak ancak o şekilde CHP bu milletten oy alabilir.

Onda da tek başına iktidar olamaz. Bunu kendileri de bilmektedir.

-İnsanlar geçmişi düşünerek akıllarına göre hareket etmelidirler.

-Partilerin sloganlarında tamamen bir İsyan hüküm sürmektedir.

-Partıler proje üretme yerine, yapılan projeleri ortadan kaldırma çabasındadır.

Geçmişi bitiren bu yüz yıllık zihniyet, geleceğe de ipotek koymaktadır.

Hedefsiz ve Olmayan vaatlerle insanları kandırmaktadırlar.

Kesinlikle ölüm denenmez, bir mümin bir delikten iki kere ısırılmaz, bu zehir nasıl diye denenmez, denenmiş olan elbetteki denenmez.

Yüzyıllık bir zihniyeti bir daha deneyelim mi ile elbetteki iktidara getirilmez.

Eşkiya bugün bu milleti idare etmeye çalışmaktadır.

Eşkiyanın başa geçmesi için kirli bir ittifak dışta ve içte oluşturulmaktadır.

Rahmetlik Dedem 40 sene önce derdi; evvelden eşkiya dağdaydı şimdi şehre indi.

Öyle zannediyorum ki şimdi olsaydı şunu diyecekti; Eşkiya artık kapı kapı dolaşıyor, Eşkiya artık meclise giriyor Eşkiyaya Yardım ediliyor.

 

EŞKİYA DAĞDAYDI ŞEHRE İNDİ. PARTİ KURDU MECLİSE GİRDİ. MÜTTEFİK BULDU KAPI KAPI DOLAŞIYOR.

-Kendisini değiştirmeyenler ve de değiştiremeyenler toplumu değiştirmeye çalışmaktadırlar.

Yapılanları görmemek bir nankörlüktür.

İki mesele var; Birisi maddi menfaat, Diğeri ise doyumsuzluk.

Bundan dolayı ya Aç gözlülüğünden ya da nankörlüğünden dolayı geçmişte kazandığını görmeden daha çok elde etmeye çalışan kesim vardır.

Hayati bir mesele ile karşı karşıyayız, sadece dünyevi değil uhrevi bir mesele ile de karşı karşıyayız.

Bizleri islam dünyası beklemekte ve gözleyip özlemektedir.

İşte Afrinli çocuğun feryadı;

Türk asker amcalar gelsin diye dua ettim.

“Türk askeri amca keşke babam ölmeden önce gelseydiniz. Babam Hamo kapımıza gelen teröristlere ‘Ben size katılmam. Çoluk çocuğumun ekmeğini yedirdiğim hayvanlarımı bile elimden aldınız. Siz nasıl Kürtsünüz’ deyince babamı gözümüzün önünde bu evimizin kapısında öldürdüler. Babamın kanı yüzüme sıçradı. Annemin kolundaki bileziği çıkartıp aldılar. Türk askeri amca keşke babam ölmeden önce gelseydiniz. Olsun ben babasız kaldım ama başka çocuklar babasız kalmasın. Sizi çok seviyorum. Annem Hamide bizi kucakladı. ‘Hep dua edin Türk askeri gelsin’ derdi. Ben her zaman Türk asker amcalar gelsin diye Allah’a yalvarıyordum. Dualarım kabul oldu Türk asker amcalar geldiniz. Ellerinizden öpüyorum. Benim adım Şiyar.”[1]

Bir Kıssa: Hasan Basri Hz; Bir ölüyü defnettikten sonra mezarın başına oturdu. Yanında kalan adama dönüp dedi ki,

-Bu adam öldü, şayet şimdi dirilse sence ne yapar?

Adam dedi ki; Şayet dirilse hemen tövbe eder, namaz kılar, oruç tutar, haramlardan uzak durur ve hayırlar yapardı.

Hasan Basri adama dedi ki, Ondan geçti artık kalk bari senden ve benden geçmeden  dediklerini yapmaya çalışalım…

“Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim,

Her türlü amelde çok ahesteyim, Kabrim beni bekliyorken dünyalık hevesteyim,

Uyandır artık Ya Rab! belki son nefesteyim…”

Bülbül aşka gelir dut kararır,

Akıl başa gelir saç ağarır!..

Farkında ol ânın, zîra

Yaşadığın kısmıdır zamanın!..

MEHMET ÖZÇELİK

23-06-2018

 

[1] https://www.sabah.com.tr/gundem/2018/03/20/turk-asker-amcalar-gelsin-diye-dua-ettim




SAĞLIKLI SAĞLIK TAVSİYELERİ-2-

SAĞLIKLI SAĞLIK TAVSİYELERİ-2-

 

Dr.  Aidin Salih – in Yitik Şifa kitabından özetler:

 

HASTALIKLARIN SEBEPLERİ

Fazla yemek  “Her hastalığın temelinde tokluk vardır.” Hz. Muhammed (s.a.v.)

“Yemek onlar için bir ceza, bir ağ, bir tuzak ve bir pranga olacaktır.” Hz. Davut (a.s.)

“Çok yeme ağacı diken, hastalık meyvesi toplar” Atasözü

 

* Kimyasal İlaçlar

Amerika’da her yıl 250.000 kişi tıbbi hatalar yüzünden ölmektedir. Bunlardan 127 bini hastahanede, yanlış ilaç verildiğinden veya ilaçların yan tesirleri yüzünden ölmektedir. Aynı sebepten hastane dışında ölenlere ait istatistik yoktur, ancak hastahane dışında ölenlerin sayısı mutlaka daha yüksektir. İlaçların yan tesirleri yüzünden hastalananlarla ilgili ise hiçbir istatistik yoktur. Tecrübeler gösteriyor ki, kimyasal ilaçlar hemen hemen bütün hastalıkların temelinde yer almaktadır.

 

* Yanlış Oturma

Çağdaş insanın zararlı bir alışkanlığı da sandalye ve koltukta oturma alışkanlığıdır. Sandalyede otururken aldığımız pozisyon karın ile bacaklardaki kan ve enerji dolaşımını zorlaştırır,- bağırsakların çalışmasını yavaşlatır, kabızlığa, prostat ve yumurtalık hastalıklarına, basura, varise, eklem ve omurga hastalıklarına davetiye çıkarır.

Bağdaş kurarak, dizüstü, bir bacak üzerine ikincisini bükerek, bacaklar arasında yerde oturmak veya çömelmek kan dolaşımını ve enerji dolaşımını kolaylaştırır.

Sandalye ve koltukta oturanlar, gün boyu sadece oturup kalkarken hareket ederken yerde oturmak, kaslar, eklemler ve tüm organlar için oturulduğu sürece devam eden mükemmel bir egzersizdir. Yerde oturanlar, yukarıda anlatılan hastalıklardan emin olur. Çocuklar, anne-babaları sandalye ve koltukta oturmaya alıştırıncaya kadar, hep yerde otururlar.

Büyük ve küçük abdest için alaturka tuvaleti tercih etmek ve çömelerek oturmak gerekir. Klozet üzerinde oturarak ihtiyacı gidermek tabiata aykırı ve sağlığa zararlıdır. Klozette otururken vücudun aldığı şekil, dışkının kalın bağırsaktaki hareketini engeller, kalın bağırsağın hareketi yavaşlar,- düz bağırsak, dışkının oluşturduğu baskıyla genişler ve kabızlık meydana gelir.

Büyük, küçük abdesti ve gazı fazla tutmak zararlıdır. Bu durumda, idrar, dışkı ve gazlardaki zararlı maddeler kana karışır, organları zehirleyerek yaşlanmayı hızlandırır.

 

* Çağdaş insan yiyecek, içecek ve vücut bakım ürünlerindeki koruyucularla, kullandığı kimyasal ilaçlarla adeta kendini mumyalamıştır. Bu yüzden son yıllarda Avrupa’da bazı mezarlardaki cesetler, çürümeden olduğu gibi duruyor. Çünkü böcek, sinek ve bakteriler artık cesetleri çürüterek toprağa karıştıramıyor. Doğal alanları da kirleten koruyucu katkı maddeleri ve ilaçlar yüzünden bir süre sonra hayvanların cesetleri de çürümez hale gelecektir.

Diğer taraftan böcek, sinek ve bakterilere karşı kullanılan kimyasallar ekolojik dönüşümü sağlayan bu vazifeli yaratıkların nesillerini tüketmektedir. Bu durum devam ettiği sürece, biyolojik çevrim yavaşlayacak,- bazı böcek, sinek ve bakterilerin nesli yok olacak, dünya ölü bataklığına dönüşecek ve ekolojik kıyamet kaçınılmaz olacaktır. Demek ki, deterjan, tarım ilacı, antibiyotik ve katkı maddelerini kullanan insan “ekolojik kıyamet”i bizzat kendi elleriyle hazırlamaktadır.

* Hadis-i Şerifte: “Hastalarınızı yiyip içmeye zorlamayın. Zira Allah, onları yedirir ve içirir”. Ve: “Bir kimse üst üste üç gece ateşlenirse, anadan doğduğu gün gibi günahlarından çıkar”. Ve yine: “Kulun hastalığı hatalarını giderir. Ateşin altın ve gümüşün kirini gidermesi gibi “. Ve: “Az yemek az günahtır” buyrulmuştur. Bu hadislerde hata, günah ve hastalık aynı anlamda kullanılmıştır. Bu durumda ilaç içerek veya ameliyat olarak sağlıklı olmayı beklemek haksızlıktır, imkansızdır.

“Hastalığınızın günahlar, ilacınızın da istiğfar olduğunu unutmayınız.”

* Hz. Muhammed (sav.) “Bu dünyada ve öbür dünyadaki en iyi içecek sudur” buyurmuştur.

* Beyaz undan yapılan ekmeğin hazmı ağırdır, kanın asitini yükseltir. Safra kesesi, böbrek ve mesane taşlarına,- kılcal ve toplar damarlarda tıkanıklıklara sebep olur. Taze mayalı ekmek ise bağırsaklarda B vitamini üreten mikroplan pasifize eder. B vitamini eksikliği de sinirsel dengesizliğe ve kansızlığa yol açar. Sıcak mayalı ekmek bir çok hastalık ve bağırsak kurtları için yeterli bir sebeptir. Mayalı ekmek piştikten en az 3 saat sonra yenmelidir. Fakat mayasız yufka veya doğal mayalı hamurdan yapılan tandır ekmeği bazen sıcak da yenebilir.

Taze öğütülmüş eski buğdayı kepeğini ayırmadan ömerotu veya nohut mayası gibi doğal mayayla yoğurulup tandırda pişirilen ekmek vücuda hayat verir.

 

* İncir : Hadisi Şerifte ” Eğer cennetten gelme bir meyveyi zikretmem gerekseydi, incirdir derdim. Çünkü cennetlik meyvelerin çekirdekleri yoktur. Hemeroid ve gut hastalığı olanlar bu meyvelerden yesinler.” buyrulmuştur.

* Hadis-i Şerifte “Meyve yediğinizde, kavun ve karpuz yiyin, çünkü o cennet meyvesidir ve bin nimet ve bin rahmet içerir. Onu yemek, her hastalığı giderir” buyrulmuştur.

* Hadisi Şerifte: “Sarımsağı yiyin, onunla tedavi olun, zira o yetmiş derde devadır. Eğer bana melek gelmemiş olsaydı, ben de onu muhakkak yerdim” (Hazreti Ali r.a.’dan) buyrulmuştur.

Uyarı: Sarımsağın fazlası baş ağrısı yapar, gözlere zararlıdır.

* Hazret-i Enes’ten (r.a.) nakledilen bir Hadis-i Şerifte “Bu üç şey her şeye şifadır: sinameki, kimyon, çörekotu” buyrulmuştur.

* Hadisi Şerifte: ‘Yemeğe tuz ile başlayandan Allah üç yüz otuz çeşit hastalığı uzaklaştırır. Bu hastalıklar, delilik, cüzzam, bağırsak rahatsızlığı ve diş ağrısıdır. Kalanı Allah’ın yüce bilgisinde saklıdır”, buyurulmuştur.

Tuz derken, bugünkü rafine edilmiş sofra tuzu (NaCl, sodyum klorür) değil, doğal, işlenmemiş kaya tuzunu veya deniz tuzunu kastediyoruz. Bu tuzlar iyot, magnezyum, potasyum, çinko, silikat gibi insan sağlığı için gerekli makro ve mikro elementleri içerir.

* Hadisi Şerifte “Kuru üzümü yemeye devam edin. Zira o safrayı açar, balgamı keser, sinirleri yatıştırır, yorgunluğu giderir, ahlâkı güzelleştirir. Nefsi hoş eder, kaygıyı uzaklaştırır.” buyrulmuştur.

*”Her derdin aslı çok yemek ve her devanın aslı açlıktır” Hadis-i Şerif

Çok yemek, hastalık mayasıdır.       Feridüddin Attar

Yediğinizi hazmetmeden, tekrar yemekten çekininiz. İbni Sina

* Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hurma, üzüm, kavun, karpuz, salatalık, kabak, kereviz, bal, kaymak, süt, mercimek, pirinç pilavı, keşkek (buğdayla pişirilmiş et), koyun ve kuş etini severdi.

 

* Namaz Hareketleri

Rüku, iç organları, yumurtalık, rahim, prostat, böbrek, idrar yolları ve omurganın sağlığını korur. Mide, karın, sırt ve boyun kaslarını güçlendirir.

Secde, bedenin üst bölgelerine kan akışını artırır, beyinde sıvı ve kan dolaşımını düzenler ve korur. Beyni temizler, hafızayı güçlendirir, anlayış ve düşünce kabiliyetini artırır, akciğer, kalp ve sinir sistemini arındırır. Selam verirken omuzlara bakma hareketi, gözü kan dolaşımı bozukluklarından, göz kaslarını tembellikten, ense ve boyun kemiklerini kireçlenmeden korur. Secdeye giderken ve secdeden kalkarken yapılan hareketle vücudun tüm eklem ve kaslarının sağlığı muhafaza altına alınır.

Abdest ve namazın maddi faydaları saymakla bitmez. Burada örnek olarak sadece birkaçı anlatılmış, manevi hikmetlerine ise hiç değinilmemiştir Sağlığı korumak için, abdest almak, 5 vakit namaz kılmak, helal yemek ve yemeğini azaltmak yeterlidir.

Uyku “Uykusu çok olanın ruhu hasta, işi zordur”.

Uykunun en iyisi 5 saati geçmeyendir. Yetişkin bir insan için 6 saat uyumak normaldir. Çocuklar, ağır çalışanlar, hasta ve zayıflar 7-8 saat uyuyabilirler. Akşam yemekten 2-4 saat sonra, saat 22:00 23.OO’den 04.00-05:00’e kadar olan süre uyku için ideal bir zaman dilimidir. Hiç olmazsa, saat 24.00’e kadar yatılmalı ve güneş doğmadan kalkılmalıdır.

Hazreti Ömer (r.a.) “Sabahın erken vaktinde uyumaktan sakınınız! Zira ağız kokusu, ruhi dengesizlik ve tabiat (mizaç) bozukluğu meydana getirir.” Ayrıca “Uyku, kuşluk vaktinde uyuyana akıl noksanlığı, ikindide uyuyana ise delilik getirir” demiştir.

Güneş doğmadan kalkmak ve güneş batmadan uyumamak çok önemlidir, çünkü bu saatlerde bütün organları ve sistemleri faaliyete geçiren hayati hormonlar üretilir. Uyku halinde tüm işlemler yavaşladığından hormonlar da yeterli derecede üretilemez. Böylece fazla uyku hormon dengesizliğine ve buna bağlı hastalıklara, ayrıca psişik rahatsızlıklara sebep olur.

* İlaçların hayırlısı burna çekilen ve ağızdan alınan ilaçlar, müshil, hacamat ve sülükle kan aldırmaktır” Hadis-i Şerif .

 

*Ruhî hastalıkların sebebi modern dünyada çok az anlaşılmaktadır. Ancak Kur’ân-ı-Kerim’de gayet açık bir şekilde anlatılır: “Kim Rahman’ı anmaktan yüz çevirirse, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o ona arkadaştır” (Zuhruf Suresi, 36).

Bu “arkadaşlıktan” kurtulmak için, doğal tıbbi tedaviye ve manevi teda viye sıkı sarılmaktan başka yol yoktur. Devamlı abdestli olmak, ibadetleri düzeltmek, çok Kur’an-ı-Kerim okumak ve Allah’ı devamlı teşbih etmek gerekir.

  • Her gün, yarısı sabah namazından önce, yarısı da ikindiden sonra olmak üzere sırayı bozmadan: Fatiha-i Şerif, Bakara Suresi’nin ilk 5 ayeti ve 163-164. Ayetleri, Ayet-el-Kürsi ve Amenerrasulü, Yasin-i Şerif, Saffat, Rahman, Vakıa, Mülk, Kafirun, İhlas, Felak ve Nas Surelerini okumak gerekir. Tedavinin başlangıcında Kurân-ı Kerim’i bir hoca veya yakınlardan birisi okuyabilir, fakat birinci açlıktan başlayarak hasta muhakkak kendisi okumalıdır. İnsanın yemek yiyenlere bakarak karnını duyuramadığı gibi Kurân-ı Kerim’i kendisi okumayan da korunamaz.
  • Sad Suresi’nin 41’inci Ayet’inin yarısı  (Rabbi  inni’den  başlayarak), Mü’minun Suresi’nin 97- 98’inci Ayetleri, Saffat Suresi’nin 7’nci Ayeti devamlı tespih edilmelidir. Bu üç ayet de dua ayetidir.
  • Hz. Enes (r.a.)’dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte “Cinnilerin azılılarına Bakara süresindeki şu ayetlerden daha güçlü tesir eden bir şey yoktur: Ve ilahüküm ilahün vahidün’den itibaren iki ayet buyuruluyor. Bu ayetleri ezberlemek ve yukarıdaki dua ayetlerini günde en az 300 defa teşbih etmek çok etkilidir. Yatarken, gezerken, iş yaparken de teşbih edilebilir.

Peygamber Efendimiz (sav): “Vesvese şeytanın tohumudur. Tarlası tokların karnıdır. Toklukta vaki olan vesveseler kuvvetli ve artıcı olur. Vesvese ateşi açlıkla söner. Mecnun aç kalınca, deliliği kalmaz, akıllı olur”, buyurmuşlardır.

Müstakîm ol Hazret-i Allâh utandırmaz seni

(SEN DOĞRU YOLDA OL, ALLAH SENİ UTANDIRMAYACAKTIR. Diyarbakırlı Mehmed Sâid Paşa.

ÇARESİZSENİZ
ÇARE SİZSİNİZ

 

MEHMET ÖZÇELİK

08-06-2018

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/941671169203378/?type=3




SAĞLIKLI SAĞLIK TAVSİYELERİ

SAĞLIKLI SAĞLIK TAVSİYELERİ
Aidin Salih – Gerçek Tıp kitabından özet notlar:
“Tefekkür ibadetin yarısı, az yemek ise ibadetin ta kendisidir.” Hadis-i Şerif
“Az yemekten başka hiçbir şey yoktur ki tamamen faydalı olsun ve içinde zarar olmasın.” İmam Gazali
Hastalıklar iki çeşittir; biri Allah‘tan, diğeri de insanların kendi hataları yüzünden, karışık, sistemsiz ve çok yemekten meydana gelir.
Bu sebepten meydana gelen hastalıklardan insan kendisi sorumludur.
Hasta olmak insanların ayıbıdır.
Sıhhatli olmak o kadar kolaydır ki yürümek ne kadar kolay ise, sıhhatli olmak da o kadar kolay.
*Fazla yemek: Çok yemek yenildiği zaman midenin daha çok enzime ihtiyacı olur. Enzimleri yapmak vücut için çok güçtür ve kıymetli maddeler gerektirir. Normal bir insan için 250 gr yemek yeterlidir. Bunu hazım ettirmek için kalp hiç zorlanmadan rahat çalışır. 2 kat yemek yenirse, kalbin yemeği hazım ettirmesi ve fazlalıkları çıkarttırması için 4 kat daha fazla çalışması gerekir.
Bu da kalp için çok ağırdır. Mesela bir araba düzgün bir yolda hiç zorlanmadan harcadığı benzinin 2 katını taşlı, bozuk, dik yolda harcar. Mesafe aynı ama harcadığı benzin farklıdır. Böyle zorlanarak devamlı çalıştığında motor harap olduğu gibi insanın
kalbi de devamlı ve çok çalışmaktan harap olur ve çabuk eskir. Genç insanlarda organlar kuvvetli olduğu için yenilen yemekleri hazım edebilir ve fazlalıklarını çıkarabilir. Fakat organların üzerine fazla yük bindiği için çok çalışmaktan çabuk eskir, kuvvetini kaybeder, zamanla fazlalıklarını çıkaramaz olur, depo yapar, vücudu yağ ve
kireç toplamaya başlar. Bazı insanlar çok yemelerine rağmen hep zayıf kalır ve bu durumlarının iyi olabileceğini düşünür. Hâlbuki hal öyle değildir. Çok yiyip zayıf kalanlar çok yiyip şişmanlayanlardan daha kötü durumdadırlar. Çünkü şişmanlar karışık ve yanlış yedikleri yemekten oluşan zehirlerin bir kısmını, vücudun topladığı
yağlarda depolayarak, bu zehirlerin organları tahrif etmesini kısmen  önleyebilmektedirler. Ancak çok yiyerek zayıf kalanlarda zehirli maddeler sürekli vücut içinde dolaşır. Böylece damarlarda, eklemlerde, organlarda ve kaslarda depolama yapar. Bu insanlar genelde sinirlidirler, sık hastalanırlar ve uyku bozukluğu yaşarlar.
Karışık yemek: Birbirine uygun olmayıp, hazım için ayrı enzim isteyen yemekler karışık yenirse hazım olunmaz çürür veya mayalanır. Örnek olarak karbonhidratlar ve proteinler birbirine zıt düşer. Çünkü bunların parçalanabilmesi için her ikisinin ihtiyaç
duyduğu enzimler birbirine zıttır. Bu zıtlık her iki enzimin birbirini yok etmesini sağlayarak, hazmın gerçekleşmesini engeller ve böylece hazım yapılmayınca çürüme başlar. Hazım olunamayan yemek, bağırsakta toplanır ve zamanla bağırsağı genişleterek cepler oluşturur.
Bu ceplerin içinde dışkısal taşlar toplanır ve yıllarca orada saklanır. Böylece bağırsağın duvarları kanalizasyon boruları misali zehirli artıklarla kaplanır. Buna bağlı olarak bağırsak ağırlaşır, hareketi yavaşlar ve sonuçta kabızlık meydana gelir. Bu durumda vücudun intoksikasyonu katastrofik şekilde büyür. (vücutta toksin birikmesi
katlanarak artar) Vücut çok halsiz kalarak yorulur, gaz ve uyku meydana gelir. Çürümüş yemekler bağırsağı zehirleyerek kana karışır.
Kandan bütün organlara ve hücrelere yayılarak onları zehirler ve hastalıklara yol açar. Çürümüş ve mayalanmış yemeklerden oluşan tuzlar vücutta kireçlenme yapar.
Çok sık yemek: Yemeğin hazmını beklemeden bir şeyler yemektir.
En hafif yemek 4 saatte hazım olunabilir, yemeğin ağırlığına göre hazım süresi 6–10 saate kadar uzayabilir. Bu zamandan önce bir şey yemeye başlayınca mide hazmını tamamen değiştirir ve midedeki diğer yemekler, karışık yemek gibi, hazım olmadan çürümeye başlar ve hemen gaz ve şişkinlik oluşur.
Zararlı düşünceler ve hareketler: Zararlı düşünceler vücutta fazla miktarda hormonlar çıkarır. Bu hormonlar kana karışarak zararlı zehirler çıkmasına sebep olur. Bu zehirler beyindeki su havuzlarını bulandırarak çok sinir yapar ve psikolojik ve diğer hastalıklara sebep olabilir. Sinirli olan insanlarda, karaciğer sertleşmesi, çeşitli kalp
hastalıkları ve dalak hastalıkları meydana çıkmaya başlar.
Ev temizliğinde kullanılan temizleyici ve deterjanlar: Ev temizliğinde kullanılan deterjanlar, mikroplara ne kadar zarar veriyorsa akciğer, karaciğer ve beyne de aynı şekilde zarar verir.
Bütün hastalıklara, ayrıca mantara yol açar. Klorlu deterjanlar (Tuz ruhu, çamaşır suyu, kezzap) bağırsak kanserine ve ağır akciğer hastalıklarına sebep olur. Bu kimyasal maddeler nasıl vücudu yıpratır zarar verirse hastalıkları tedavi için kullanılan bütün kimyasal ilaçlar ve haplar da (Ağrı kesici dâhil) vücudu yıpratıyor ve zehirliyor
“Allah’ı zikirden ayrılmayan hayvanı avcı avlayamaz.” Hadis-i Şerif.
Zikirden ayrılmayan organ hastalanamaz. Karaciğerin dolmasına kadar bütün hastalık sebepleri aynıdır. Karaciğer hasta olduktan sonra insanın tabiatına göre farklı hastalıklar meydana gelmeye başlar. Onun için hangi hastalık olursa olsun sebebi aynıdır. O zaman tedavi de aynıdır. Önce yemekleri düzeltmeli, sonra bağırsak
temizlenip çalıştırılmalı, sonra karaciğer temizlenmeli, ondan sonra diğer hastalıklar tedavi edilmelidir.
Hz. Allah’ın insan vücuduna verdiği kanunlara göre tedavi yapılabilir. Bu kanunu değiştirmek ve başka tedavi şekli imkânsızdır.
Yemekleri düzeltmek için yemeklerin faydasını ve zararını bilmek lazımdır. Faydalı ve şifalı yemekler cennet yemekleridir Âdem a.s.‘a verilenlerdir: su, bal, meyve, sebze, süt.
Limon: Limonun suyu suyla karıştırılıp aç karnına içilirse çok büyük şifadır. Kan asidini yok ediyor, bütün kireçleri eritiyor, taşları parçalayıp düşürüyor. Akciğerden balgamı çıkartıyor. Şeker veya tuzla yenilirse zehirdir.
Sarımsak: Kan temizleyici ve bütün hastalıkları yok edicidir.
Kurtları döker ve bitleri öldürür. Günde 1-3 yutulması şartıyla.
İncir: Bütün meyvelerin faydaları içinde toplanmıştır. Kanı dondurucu, kan eritici, balgam sökücüdür. Yaraları iyileştirir, yemek borularını açar ve boşaltır, bütün hastalıklara şifadır. Elma sirkesi içerisinde sulandırılmış 3‘er incir (taze veya kuru) yiyen ateşli hastalıklardan kurtulur, safradan zarar görmez. Karaciğer, dalak, böbrek, mesane tıkanıklıklarını açar.
EŞSİZ İLAÇLAR
İncir, sarımsak, tarçın, anason, zencefil, keten tohumu, elma sirkesi, zeytinyağı, limon, nar, patates suyu, çimlenmiş buğday, çörek otu, misvak, sinameki, kimyon bütün hastalıklar için eşsiz ilaçlardır.
Her evde bulunmalıdır.
YÜKSEK TANSİYON: Fazla ve karışık yemek sonucunda yemekler hazım olmayıp çürüyor, bunlardan meydana gelen zehirler kana karışıyor. Kan çok koyu ve köpüklü bir hale gelerek ağırlaşıyor.
Vücut bu kanın organlara ve hücrelere dağılmaması için damarları sıkıyor, zehirleri daha şiddetli çıkarabilmek için damarlara baskı yapıyor ve kan hareketini hızlandırıyor. İnsanlar bunun üzerine ilaç kullanmaya başlıyorlar. Kullanılan ilaçlar damarları genişletiyor ve zehirler vücutta kalarak depolanıyor, hastalığı daha çok ilerletiyor.
Yüksek tansiyon olmaması için karışık ve fazla yememeli. Aksam yemekten 1,5 saat sonra sinameki çayı içilmeli. Yüksek tansiyon olanlar yemekleri düzeltse, tansiyon hemen düzeliyor. Az yemek yiyen ve her akşam sinameki içenlerde yüksek tansiyon olmaz.
Tansiyon yükselse hemen lavman yapıp soğuk su ile gusül abdesti alınmalıdır ve limon suyu içilmelidir. Bu hastaların muhakkak karaciğer temizlemesi yapması gereklidir. Aç karnına bol bol limon veya greyfurt suyu suyla karıştırılarak içilmelidir ve biberiye çayı
kullanılmalıdır. Biberiye olmazsa onun yerine her gün yarım çay kaşığı tarçın kullanılır (Bal ile karışık).
KALP HASTALIKLARI: Doğuştan olan kalp hastalıklarının dışındakiler yani sonradan olanların hepsi bozuk yemeklerden kaynaklanıyor. Karaciğer hastalanıp sertleştiği, kanı temizleyemez hale geldiği zaman kirli kan kalbe gelerek kalp damarlarını kirletir.
O zaman tedavi için ilk yapılacak şey önce yemekleri düzeltmek, bağırsakları çalıştırmak ve karaciğeri temizlemektir. Daha sonra kalp için tavsiye edilen ilaçlar kullanılır.

Kalp için ilaçlar: Tarçın baharat olarak kullanılır veya günde 3 defa ağza karanfil alınıp çiğnenir. Kanı sulandırmak için, kalp damarlarını temizlemek ve açmak için limon suyu kullanılmalıdır.
10 tane limonun suyu ve tahta havanda dövülmüş 10 baş sarımsak, 1 litre bal ile karıştırılıp cam kavanoza koyulur. Ağzı 3 kat beyaz bezle kapatılıp, karanlık ve serin yerde 7 gün bekletilir. Sonra kapak kapatılıp buzdolabına koyulur. 1 çay kaşığı ağzına alınarak dolandıra dolandıra eritilir, bu şekilde 4 çay kaşığı yutulur. Her gün aynı saatte aç karnına bütün karışım bitene kadar yutulur. Bu ilaç senede bir defa kullanılmalıdır. Kalp ve beyin damarları için mükemmel bir ilaçtır. Bu ilaçtan sonra kan ve damar temizlemesinde yazılmış olan sarımsaklı zeytinyağına limon suyu ile devam etmelidir. Kalp krizi geçirenler bunları muhakkak yapmalı, bundan sonra da 1 günlük, sonra 3 günlük, sonra 10 günlük oruçları yapmalıdır. Sonra doktora gidip kalp kontrolü yaptırarak sonucu görebilir.
TÜMÖR VE KANSERLER: Kanserin başlama sebepleri çok çeşitlidir fakat en çok yemek bozukluklarından meydana geliyor.
Burada yemek bozukluğundan olan kanserden bahsedeceğiz. Yetişkin insanlarda kanser ve tümör oluşması genelde vücuttaki kireçleme 20 kiloyu geçince başlar. Kireç 15 kiloyu geçince tümörler 20 kiloyu geçince kanser başlar.
Çürümüş yemekler bağırsağa inerek bağırsağı zehirler ve kana karışır. Zehirden korunmak için bademcikler şişer. Bademcikler sık sık şişince yanlış bir uygulama olarak ameliyatla aldırılıyor.
Bademcikler alınınca çürümüş yemekler bu sefer apandistin şişerek iltihaplanmasına sebep olur. Gene yanlış bir uygulama olarak ameliyatla apandisit aldırılıyor. Apandistin görevi bağırsak için gerekli mikropları üretmektir ki bu mikroplar tümör hücrelerini
yok eder. Apandisit ameliyatından sonra tümör hücreleri kontrolsüz kaldığı için kanla birlikte bütün organlara gider ve tümörler oluşmaya başlar.

ŞEKER HASTALIĞI: Gerçek şeker hastalığı (diyabet) genç yaşlarda başlar. Bu pankreas bozukluklarına bağlıdır ve tedavi etmek çok zordur. Bu hastaların hafada iki gün (pazartesi, perşembe) devamlı oruç tutmaları lazımdır.
Taze fasulyenin suyunu sıkıp 100 gram fasulye suyunu, 100 gram suyla karıştırarak fasulye mevsimi bitene kadar, aç karna içmeye devam etmelidir.
Taze fasulye bulunmadığı zaman kurutulmuş fasulye kabukları küçük küçük kesilir bir çorba kaşığı kabuk bir su bardağı suyla 5–10 dakika kaynatılır. Bu su üçe bölünerek yemeklerden önce aç karnına içilir. Bu hastalar her gün en az bir limon suyu içmelidir. 3 taneye kadar içebilir. Nar mevsimi bitene kadar nar suyu içilmeli, yeşil elma yenilmeli veya suyu içilmeli. Hiç bir şey karıştırmadan 1 tabak çilek yemek olarak mevsimi boyunca yenmeli. Blâbasr mevsiminde onu yemeli, tyttefaaer ve Solfaser de çok şifalıdır. Taze soğan ve sarımsak da çok iyidir. Bir soğan ince ince doğranıp bir bardak suyla
karıştırılarak 6–8 saat bekletilir. Sonra bir bardak ikiye veya üçe bölünerek aç karna içilir.
İleri yaşlarda başlayan şeker hastalığı diyabet değil sadece şeker dengesizliğidir. Onlar yemekleri düzeltmeli, bağırsakları ve karaciğeri temizlemelidir. O zaman şeker yükselmez. Daha emniyetli ve çabuk geçmesi için diyabetliler için yazılanlar tatbik edilmelidir.
“Et şüphesiz yemeklerin efendisidir. Efendi ile her gün görüşülmez.” Hadis-i Şerif
MİGREN: Migren ağrısı, safra kesesi ve kalın bağırsakla bağlıdır.
Kabızlık olsa, kalın bağırsağın sonundaki kısım genişliyor. Makat etrafında yaklaşık 100 tane akupunktur noktaları vardır ve hepsi beyinle bağlantılıdır. Bu ceplerde toplanan pislik akupunktur noktalarına baskı yapıyor, migren ağrıları meydana geliyor.
Migren ağrısı başlasa hemen lavman yapılmalı, gusül abdesti alınmalıdır. Mide bulantısı olursa ılık su içilmeli ve kusulmalıdır.

Tedavisi: Bağırsak boşaltılıp çalıştırılmalı, yemekler düzeltilmeli ve sonra da sırayla temizlemeler yapılmalıdır. Varis ve basur hastalıklarında da bağırsak çalıştırılıp, temizlemeler yapıldığında, görüntüleri tamamen düzelmese de, her hangi bir rahatsızlık vermez.
Varis ve basur için günde 1,5 gram muskat rendesi yemeklerle veya ağza alınarak veya çayı yapılarak kullanılmalıdır.

(Bunun içinde mükemmel bir uygulama ise, İkinci beyin olarak kabul edilen bağırsakların temizlenmesi için Sinamekkidir.)
CİNLER VE PERİLER: Cinler ve periler ibadetsiz veya ibadetini hatalı yapanlara musallat olurlar. Bu hastalıklarda karaciğerin sıhhatli olması çok önemlidir. Önce karaciğer temizlemesi yapılmalı sonra ılıktan başlayıp soğuğa geçmek şartıyla her gün gusül abdesti alınmalıdır. Duş yerine kovadan su kullanılması çok daha etkilidir. 1 günlük oruca devam edilmeli en güzeli 3 günlük oruçları yapmalıdır.
Müminun suresi 97–98. ayetleri ile Saffat suresinin 7. ayetine devam etmelidir. Bunlar her gün 300 defa okunur. Bir de hatim suyu içilmelidir.
“Kim Rahman‘ın zikrinden göz yumarsa biz ona şeytanı musallat ederiz artık o ona arkadaştır.”Zuhruf.36.
40 yaşından sonraki insanlar ve ibadetlerini yapan insanlar 5 yaşındaki çocuk gibi yemelidir. (250‘gr dan 500 grama kadar) bundan daha fazla yenildiği zaman, fazla artıklar vücutta hastalık yapıyor.
Vücut hastalıklarla değil yemeklerle uğraşıyor. O zaman sadece aç kalarak hastalıklardan kurtulabilinir. Çünkü vücut aç kaldığı zaman hasta hücreleri yemeye başlar. Yani hastalıkları kendisine yemek yapar. Kireçleri de eriterek kısmen kullanır, kısmen çıkarır.
Çocukların korkuları: 40 güne kadar çocuklar insanların gerçek vasıflarını, melekleri ve cinnileri görebiliyor. 2 yaşına kadar bütün sebepleri, dünyaya geliş sebebini dahi biliyor onun için onların her hareketleri manalıdır. 7 yaşına kadar cinleri görebilirler ve onlardan korkabilirler. Anne babalar korkan çocukları yalnız bırakmamalıdır.
Kur‘an-ı Kerim‘i çok okumalı ve çocuklara öğretmelidir. Ne kadar öğrenebilirlerse o kadarını öğretmelidir.
-HÜLASA:
1-Hamile kadın ilk 3 ay oruç tutmalı; ne kadar çok olursa o kadar iyidir. İfarda taze sıkılmış bol meyve suyu içmelidir. Meyve suları, hamile kadının vücudundaki artıkları dirilterek vücuda tekrar yemek yapar (vücuda toplanmış maddeleri vücut kullanır ve başka yiyeceğe ihtiyacı olmaz).
2-Hamile kadınların yemeği doğal olmalı, çiğ sebze ve meyve yemeli, en önemlisi yeşil sebzeler. Yeşil sebzelerin proteinleri insan proteinlerine çok benziyor.
3-Çok Kur‘an-ı Kerim okumalı, bebek terbiyesi için Hatm-i Şeriflere götürmelidir.
4-Son günlerde İnşikak okumalıdır. (İnşikak Suresi)
5-İlk 3 gün bebeğe ağızdan başka bir şey verilmemeli (su dâhil) çünkü bu üç günde bebek anne karnında aldığı bütün zararlardan kurtulacak.
6-Bebek 2 yaşına kadar anne sütünden başka bir şeye muhtaç değildir.
7-Bütün çocuk hastalıkları annenin bozuk yemeklerinden kaynaklanıyor.
8-Bütün hastalıklar açlıkla yok oluyor. Genetik hastalıkları (Hz. Allah‘tan gelenler) düzeltmek mümkün değildir. Sadece hafifletilerek zorluk çekmeden yaşamaya alıştırılabilir.
Hadis-i Şerif: Resulü Ekrem Efendimizden: Gündüz beyazlığı ve gece karanlığı içinde ikişer kere yemek ve içmek israf ve hastalıktır.
Et yemek ve çorba (etli) içmeye devam etmek sıkıntı verir. Kırk güne kadar et ve yağlı yemeye devam etmek ahlakı bozar, tabiatı değiştirir. Tok karnına yemek ve içmek vücut sıhhatine zararlıdır.

Sıhhatini korumak isteyen tokluğa devam etmeyip açlığı kadar yemekle lezzet bulur. Kudreti kadar aç kalsın, ta ki aklı saf, göğsü geniş ve kalbi nurlu olsun. Açlıktan sonra bir yemek üzerine devam etsin. Zira her hastalığın aslı tokluk, her devanın aslı açlık olduğu tecrübe edilmiştir. Tokluk üzerine yemekten kaçınmak mümkün ve lüzumludur. Zira o israf ve haram olduğundan başka, abraşlık verici, hastalık ve düşkünlüğe sebeptir.
Hz. Âdem‘i cennetten çıkaran, bütün çirkin huy ve davranışları peydahlayan ve gönlü cehenneme çeviren, insanın bütün hastalıklarının kaynağı olan aşırı yemek hırsıdır ki, cihan sarayını cana ziyan etmiştir. Açlık zevkini bulan, tokluktan rahatsız olur. Aşırı
yiyen sonunda yutulmuş olur. Zira her fazla lokma ruha vurulan bir prangadır. Akıllı olan arpa ekmeği ile kanaat edip az yer. Bir gün bir gecede 250 gramdan 500 grama kadar yemekle nefsini zayıf düşürüp ruhunu kurtarır.
Bedenin zekâtı az yemekte ve oruçta, aklın zekâtı az konuşmakta, gönlün zekâtı az uyumakta, kalbin zekâtı tutkusuz çalışmaktadır.
Hikmet bilgisi açlıkta bulunur, isyan ve cehalet de tokluktan gelir.
3 şey kalbi karartır: Çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak. Az yemek az uyumaya, az

uyku da az konuşmaya, az konuşma da kalbin tutkusuz çalışmasına sebep olur.
NOT: Büyük âlimler bitki ve hayvanların zikrini işitiyordu. Hangi bitkinin zikri vücudun organlarının zikriyle aynı ise o bitki o organ için şifalıdır (onun zikrini düzeltiyor). Bunu din büyüklerinden başkasının görmesi mümkün değildir. Kimyasal ilaçlar faydasız ve zararlıdır. Doğal olsa bile yemekler düzeltilmeden, temizlemeler
yapılmadan önce vücutta çalışmaz ve şifa vermez.
* Bediüzzaman Said Nursi’nin Lokman Hekim ruhlu talebesi Ali İhsan Tola’dan tavsiyeler…
– Saf zeytinyağı ve kantaron, iç ve dış kanamaları önler, hücreleri yeniler, sinir uçlarını tamir eder. Kantaron yağı kanser ağrısını yok eder.
– Ağrı için ardıç yağı ve kantaron karışımı sürülür.
– Elmayı kabuğuyla yemek yüz güzelliği yapar.
– Çayı limonla içmek, çayın kan yapıcı özelliği yok etme keyfiyetini giderir.
– Saç için, kekik suyu ile saçlar yıkanır, dibine lavanta yağı sürülür. Kantaron yağı sürülür, saç diplerindeki cerahat boşalır, dibinden saç çıkar.
– Günlük 21 tane kuru üzüm hafızayı açar. Her birini besmele çekerek yemeli.
– Çörek otu baş ağrısını keser.
* ABDEST MUCİZESİ
-İnsan vücudu üzerinde yaklaşık 700 Biyolojik Aktif Nokta (BAN) bulunur. Bunların 66 tanesi Agresi noktası olarak adlandırılan ekstra aktif noktalardır.
-66 Agresi noktasından 61-i abdest azalarında yer almaktadır.
-Abdestte azalar yıkanırken BAN faliyete geçer.
Agresi noktaları denge kazanır.
Bu sebepten abdestteki sıra çok önemlidir.
-YÜZ YIKANIRKEN;
Mide, bağırsaklar, safra kesesi, idrar yolları, sinir sistemi ve üreme organları.
-KOLLAR YIKANIRKEN;
bağırsakları, kalp , akciğerlerde, üreme organları, idrar yolları ve kan dolaşımı uyarılır
-KULAKLAR YIKANIRKEN;
Yaklaşık 100 BAN ın yer aldığı ve hemen hemen bütün organlarla bağlantılı olan bir komuta merkezidir. Kulak mesh edilirken bütün organlar uyarılmış olur.
AYAKLAR YIKANIRKEN;
Hormon dengesini sağlayan, büyüme ve üremeyi kontrol altında tutan hipofiz, böbrekler ve hemen hemen bütün organların faaliyetini etkileyen BAN uyarılır.
Abdestte akupunktur noktalarının uyarılmasıyla vücutta enerji ve kan dolaşımı kolaylaşır, vücudun direnci artar, bağışıklık sistemi güçlenir. Ateş yükselince soğuk suyla abdest almak ateş bir buçuk 2 derece düşürür.
-Abdest
tansiyonu düşürür.
-Abdest başağrısını hafifletir. Uyuklamayı giderir, yorgunluğu ve öfkeyi giderir .
-Soğuk su kullanmak abdestin ve guslün faydalarını arttırır.
Ancak akciğer ve karaciğer hastası olanlar, ağır ameliyat geçirenler, yaşlılar ve ishal olanlar ılık su kullanmak daha iyidir.
 
Kısa Kısa:

AZ YİYİREM HEKİME İŞİM DÜŞMEZ, DÜZ GİDİREM HAKİME İŞİM DÜŞMEZ.

Can boğazdan çıkar.
Yememenin problem bir ise, yemenin problem birdir.
Problemler yemekle beraber başlar.
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.
 
Halkın gözünde devlet (iktidâr) gibi değerli bir şey yok.
Halbuki şu dünyada bir nefes sıhhat gibi devlet (güç) olamaz.
 
Saltanat didükleri ancak cihân gavgasıdur
Olmaya baht ü saâdet dünyada vahdet gibi.
 
Saltanat dedikleri sadece bir dünya kavgasıdır.
Dünyada Allaha yakınlık  gibi büyük saâdet ve baht açıklığı olamaz.
 
Ko bu ayş ü işreti çünkim fenâdur âkıbet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya tâat gibi.
 
Bu eğlenceyi yeme içmeyi bırak, sonu kötüdür.
Eğer ebedî bir sevgili istiyorsan ibâdet gibisi yoktur.
 
Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şîşe-i çerh içre bir saât gibi.
 
Ömrün, kumlar sayısınca sınırsız ve hesapsız olsa bile,
Bu feleğin fanusunda ( çıtasında) bir saât gibi bile gelmez.
 
Ger huzûr etmek dilersen ey Muhibbî fâriğ ol
Olmaya vahdet cihânda kûşe-i uzlet gibi.
 
Ey Muhibbî, eğer huzur içinde olmak istersen, ferâgat sâhibi ol (vazgeç)
Dünyada yalnızlık köşesine çekilmek gibi Allaha yakınlaşma olamaz.
 Kanuni Sultan Süleyman –      “Muhibbi”   ( 1494 – 1566 )
MEHMET ÖZÇELİK
06-06-2018



BATI VE TÜRKİYE

BATI VE TÜRKİYE

Dünya tek kutuplu medeniyete doğru ilerlemektedir.

Bu medeniyet içerisinde en etkili olacak olan İslam medeniyetidir. Zira Batı medeniyeti Sefahat ve Rezalet üzerine, egoist ve menfaat üzerine bina edildiği içindir ki; başka Medeniyetleri yutmakla beslenmektedir. Elbette geriye mazisi parlak olan İslam medeniyeti hâkimiyetini sürdürecektir.

-Maddi olan savaş bugün yerini manevi ve sanal savaşlara bırakmaktadır.

Sınırlar kalkmaktadır.

Sanal olarak insanlar birbirlerine hakimiyetini sürdürmektedirler.

En uç ve yüksek noktası ise başta enerji olmak suretiyle enerji hakimiyetleri, daha çok gelir elde etme, devletleri ve milletleri kendi kontrolü altına alma sevdasıdır.

Kültürel olarak topluma, Hakimiyet toplumu biçimlendirme, toplumu şekillendirme yönünde hareket edilmektedir.

Şudur ki; toplumlar bir yandan refahın vermiş olduğu saadetin, huzurun, bolluğun, bereketin vermiş olduğu sebeple bir kısım insanlar safa içinde gider, olumsuz bir çizgi takip ederken, diğer taraftan geçmişi baz tekrar değerlerin adeta yumurtanın çatlaması ile ortaya çıkması gibi değerlerin hakimiyeti devreye girmektedir.

Dinin kutsal değerleri, Başörtüsü gibi bu değerler ön plana çıkmış olmaktadır. İnsanlar böylece iki şey için mücadele etmektedirler; geçmişte sahip oldukları değerlerin muhafazası ve aynı zamanda maddenin hakimiyetidir. Güzel olan nokta şudur ki; İslam dünyasında Müslümanların içerisinde bazı aksaklıklar ile beraber materyalizmin ortaya çıkması, geçmişteki eksikliklerin, fakirliklerin telafi edilmesine çalışılması ile beraber bir israf söz konusudur.

Ve madde hakim olsa da manası ile beraber gitmektedir. İnşallah madde manaya da bir adım ve bir basamak oluşturmaktadır. Zira bu zamanda İslam’ın terakkisi maddeten terakki diyen Bediüzzaman; kontrollü olaraktan maddi gelişmenin de İslam’ın temelinde bir derece harç olmasını, ona bir basamak olmasını, bir adım olmasını tavsiye etmiş olmaktadır.

Yani İslamiyet bir terakki aracıyla yükselmeye vesiledir. Böylece madde esas değil ancak manaya bir basamak oluşturmuş olmaktadır.

Medeniyetler çatışmasının da işte bu değerlerin çatışması, bu geçmişten gelen değerlerin korunması ile beraber, değerlerin aynı zamanda değersizlerle mücadelesi, Tıpkı imanla Küfrün farklı versiyonları ve dalları olaraktan kendisini göstermektedir.

Adem’den beri süregelen mücadele aynen bu zamanda da hem sanal alemde hem teknolojik alemde devam etmektedir.

Hem petrollerin ve enerjiden kaynaklanan hakimiyetin ve en önemlisi de değerlerin korunması ve ön plana çıkması yönünde kendisini göstermektedir.

-Batı medeniyeti dışı sus içi pis bir medeniyettir.

Şu an Batı medeniyeti her zamanki gibi başkasını yutmakla beslenir.

Vermeden alan Batı bugün daha iyi beslenmek ve yutacaklarını daha iyi beslemek amacıyla vererekten almaktadır.

***********************

Medeniyetler çatışması kitabının 98 sayfasında Mustafa Kemal ile ilgili olarak şu söylenir; Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından yeni bir Türkiye yaratmış ve ülkeyi modernleştirmek yani batıya ulaştırmak için büyük çabalara girişmiştir. Bu yola baş koyan Atatürk ülkenin İslami geçmişini reddederek Türkiye’yi parçalanmış bir ülke durumuna getirmiştir. Bir yanda dini gelenek görenek ve kurumları İslam’a dayanan ama Diğer yanda da ülkeyi Modernleştirmek ve Batı ile bir yapmak isteyen yöneticilere sahip bir ülke yirminci yüzyılın sonunda Dünya.

Batılı kimlikle değiştirmeye çalışmaktadır.

Reddetmecilik, toplumu gittikçe küçülen dünyada tecrit etmek gibi ümitsiz bir çaba içine sokmaktadır.

Bir kültürü yok edip onun yerine bir başka medeniyetten alınan bütünüyle yeni bir kültüre geçirmek gibi güç ve sarsıcı bir çaba gerektirmektedir.

Üçüncü seçenek modernleşmeyi, toplumun yerli kültürünün temel değerleri uygulamaları ve kurumlarını koruyarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu tercih kolayca anlaşılabileceği gibi batılı olmayan elitler arasında en popüler olanıdır.”

-Dünya hızla bir oluş ve Diriliş içerisine gitmektedir.

Bununla beraber bu doğumu engellemek amacıyla kaoslar oluşturulmakta özellikle İslam dünyası içerisinde.

Birbirlerine düşmeleri için her türlü fitne unsuru devreye konulmaktadır.

Dinlerin ve kültürlerin Yükselişi hızlı sürmektedir.

Bu arada Hristiyanlık da gittikçe çöküşe gitmektedir.

– İslamiyet dünyaya hakim olmaya çalışırken, inanç sistemiyle ve getirdiği değerler ile dünyaya Hakimiyet kurmaya çalışmaktadır. İslam dünyasına yapılan bütün bu saldırıların temelinde aslında İslamiyeti engellemek değil belki hıristiyanlığın çöküşünü geciktirmeye çalışmaya yönelik faaliyetlerdir.

Müslümanlar birbirleriyle kırdırılmaya çalışılmaktadır. Etnik gruplar, faaliyetler, alevi-sünni, Atatürkçü olan ve olmayan diyerekten farklı fikir akımları oluşturulmaya ve böylece İslam içten yıkılmaya çalışılmaktadır.

Adeta 50 yıldır uygulanan plan devreye konulmuş ve İslam dünyası böylece içeriden çökertme yoluna gidilmiştir. En azından hiç olmazsa sulandırmaya çalışılmıştır. Müslümanların zihinleri bulandırılaktan böylece bir keşmekeş içerisine düşmeleri sağlanmıştır. Ancak bütün bu yapılan menfi ve olumsuz faaliyetler İslamın yükselişini engellemekte değil, belki yavaşlatma yoluna gidilmektedir.

İslam Yükselişte, Müslümanlar Uyanış içerisindedir.

Evet Müslümanlar büyük bir bedel ödemektedirler. Ancak bu bedel ödenirken bir yandan da maddi ve manevi olaraktan nüfusca dünya hakimiyetde bir gelişme içerisine gitmektedir. Müslümanlar dün petrole hakim oldukları gibi Petrol ile güçlerini ortaya koymuşlardır. Bugün aynı zamanda teknolojik açıdan da, enerji açısından da bir güç içerisine girme yolundadırlar.

100 yıl önce kaybetmiş olduğumuz Sanayi devrimi bugün teknoloji ile elde edilmeye çalışmakta, teknolojik gelişmeye ayak uydurmaktadırlar.

100 sene önce Sanayi Devrimini kaybettik şimdi teknolojiyi devrimini kaybetmeyelim. İslam dünyası kayıplarını telafi etme yolunda hızla ilerlemektedir. Dünya Global hale, tek bir devlet haline, tek bir sınır haline, tek bir köy, tek bir ev hatta tek bir hane haline gelmiş olmaktadır. Öyle bir hal ki; artık o durum bile geniş gelmekte, dünya bir oda haline gelmektedir.

-Batı adeta sülük gibi başkasını emmekle beslenmektedir ancak uyanan dünya ve Dünya beşten büyüktür diyen düşünce batının keyfini kaçırmaktadır.

Çalan batının çökmesi ile eskisi gibi sömürge durumunu kaybetmiş, Dünya Yeni Bir uyanışın eşiğinde olaraktan Avrupa’nın bir yandan ekonomik ve bir yandan kültürel baskısından kurtulma yoluna gitmektedir.

Hem ekonomisi ile de batı kaybetmeye mahkumdur.

-100 yıl önce Türkiye’nin farkedemediği körü körüne Batı saplantısı içerisine girmiş iken, bugün durum öyle değildir. Nitekim İslam dünyasından bir örnek olaraktan 1994 yılında Bir Suudi yetkili şöyle bir açıklamada bulunmuştur;

“Parıltılı ve yüksek teknoloji ürünü olarak ilgi çekici şeylerdir ama başka yerlerden ithal edilmiş fiziksel varlığı olmayan sosyal ve siyasal kurumlar ölümcül olabilir. İsterseniz bunu İran şahına sorun. İslam bizim için sadece bir din değildir aynı zamanda bir yaşam biçimidir.”

Yenileşmek istiyorum ama batılılaşmak değil. Bugün Batı müşterisi olmayan insanların kendisini reddetmesi ile artık iflasın eşiğine gitmiştir. Batı artık mallarını satamamaktadır. Eskisi gibi müşteri olunmamakta, dünya bir uyanışın eşiğindedir.

-Dünyanın bir çok yeri gibi Kıbrıs; orada hakikaten az petrol yok! Yani oradaki Petrolü elde etmek amacıyla özellikle İngiliz’in orada bir hakimiyeti var. Zaten yıllardır Aslında Kıbrıs’ı Biz fethettik ama aslında maddi olarak fethettik. Orada manevi olarak hala İngiliz’in hakimiyeti var. Birçok İngiliz ajanı ile beraber Kıbrıs’ta hakim. Onun için dünya aslında bir Hakimiyet kurma meselesi içerisinde.

Mesela Araplarda Ortadoğu’da bir petrol hakimiyeti var ama kontrolü Amerika’nın elinde… Bir diğer taraftan Rusya kontrolü eline almaya çalışıyor. Ortadoğuyu biçimlendirmek.. 100 sene önce nasıl biçimlendirdilerse, nasıl Abdulhamid döneminde 15 milyon metrekareye hakimdik, bugün ise 781 metrekareye hakimiz.

Bu sefer ne yapacak? İşte Huntington’un Medeniyetler Çatışmasındaki açıklamalar;

İşte o dünyayı küçük küçük devletler haline getirip kontrol edebilmek, düne kadar biz Rusya diyorduk. 70’lerde en önemli şey oydu. Böl- parçala- yut politikası vardı. Bugün aynı politika bu sefer Amerika tarafından yapılmakta, dünyayı küçük küçük lokmalara, bütün ekmeği dilimlere ayırıp ondan sonra lokmalara ayırmakta, ondan sonra rahat yutma yoluna gitmektedir.

Amerika bunu yaparken özellikle kültürel olarak hakim olmaya çalışıyor. Kültürel olarak ve bir yandan da gelişen teknolojisini ortaya koymuş oluyor. Önce bunun fikir yapısını geliştiriyor, kendi de fikir olarak dünyaya kabul ettiriyor. Ondan sonra da bir derece bunu uygulama alanı olarakta ortaya koyuyor.

İşte onun için bize de ne yapıyor? Yani Kendisi işi bedavaya getirmek amacıyla bizi bize kırdırmaya çalışıyor. Kültürlere ayrıştırıyor.

En çok başarmaya çalışmak istediği alan ise; Alevi Kültür çatışması.. 7 küçük pasta. Bunu daha geniş alana yayıp mesela Irak’da ve Suriye de Alevi hakimiyeti var. Maliki  onun temsilcisi. Böylece bunu ortadoğu’ya yayaraktan Sünni Alevi çatışmasını oluşturmak.

İster Azerbaycan olsun, Irak olsun, Suriye olsun, Belki Ürdün’ün bir kısmı olsun bu kesimi bir blok oluşturup, Diğer taraftan da İslam dünyasını başta Türkiye’yi olmak suretiyle, bir yandan Suriyeyi çekmek, bir yandan Birleşik Arap emirliklerini bu noktada kullanabilmek.

Diğer taraftan İsrail’in alttan alttan iç kaosları oluşturma yönündeki faaliyetleriyle  geniş bir alevin ortaya çıkmasına çalışıyor ki, bu da Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam’ın; kıyametin 10 büyük alametinden birisi de Ortadoğu’da büyük bir ateş çıkacak, insanları önüne katıp götürecek.

İşte Amerika bunun gerçekleştirilmesi için faaliyet gösteriyor.

Yani oraya doğru gidiliyor. Müslümanların uyanık olması lazım yani kıyamete doğru gittiği doğru ama bu Kıyamet İnşallah sadece Müslümanların başında değil İsrail’in de, Amerika’nın da, Avrupa’nın da başında patlayacaktır.

Bugün Amerika ve Avrupa çöküşte. Bugün İsrail’de bu tehlikeyi biliyor. Yani hem nüfus olarak yükseliyor, hem de maddi manevi gelişme olarak yükseliyor. Hem dünyanın birçok değerli madenleri, Enerjileri orada, Avrupa’da bir şey yok. Asya’da, Ortadoğu’da Türk cumhuriyetlerinde…

Amerika ne yapıyor? Avrupa, İngiltere aynen 100 sene önce yaptığı sömürgeciliğini bugün de sürdürmek istiyor. Aynen asalak gibi, sülük gibi…

-Dünyada bir yandan da alttan alta İngiliz Amerikan çatışması da devam ediyor. Yani ikisi de ortadoğu’ya kendisinin hakim olmasını istiyor.

Aslında işi kurgulayan İngiliz, hâkimiyetini sürdürmeye çalışan ise Amerika. Biraz da İngilizlerde bu hazımsızlık var. Mesela İngiliz ne yaptı, Avrupa Birliği’nden ayrıldı. Başlı başına bir Hakimiyet kurmak istiyor, rakip kabul etmiyor.

Dünya Devleti olarak görüyor kendisini.

İslam dünyasını bölmüş, mesela haritaları çizmiş. Müslümanların hakim olduğu yerlere bakıyorsun ki, dünyanın yarısına yakınına neredeyse Avrupa hakim.

Sömürge ülkesi. Cezayir’de, Afrika’yı sömürmüş, şimdi ise gücünü kaybetme durumu var. Azalmadı fakat gücünü kaybetmekte.

Bugün Erdoğan’ın cümle küçük de olsa büyük etki yapan; Dünya beşten büyüktür, sözü, dünya bugün bunun yavaş yavaş farkına varıyor. Gerçekten Dünya beşten büyükmüş.

Böylece İslam dünyası, bir dirilişin bir uyanışın içerisinde, bende varmışım, gerçekten ben büyükmüşüm demektedir.

Bugün Hindistan az mı? Rusya az mı ama Amerika’nın borazanı ötüyor. İngiliz’in, İsrail’in borazanı ötüyor. Dünyada birçok onlarca ülke İsrail’i reddediyor, protesto ediyor ama bir yaptırım yok.

İşte o sebepden dolayı İsrail’de elçilik kurdu Amerika. Kudüs’ü de İsrail’e mal etmek üzere Kudüs’te elçilik kurdu. Zaten Trump’ı da onun için getirdiler. Ancak bu İsrail’in yok oluşuna sebeptir.

İsrail ve Abd müslüman ülkelerdeki kaostan besleniyor.

Türkiye’de ki dolar krizi gibi. Buradaki amaç krizden beslenen insanlar var. Hem içerde hem dışarda.

Tahtakale’de hiç tanınmayan bazı insanlar anormal derecede dolar alıyor. İşte krize sokmanın yolu.

Necdet Sezer Ecevit’e kanun kitabını fırlattı, bu olay basit bir olay ama birileri bundan kriz ortamı oluşturdu. 21 tane bankanın içi boşaltıldı.

Türkiye’nin güçlenmesi istenilmemektedir. Ne olmalı  ne de ölmelidir.

Solarsa sulanmalı, büyürse budanmalı.

Gücümüzü kazandıkça Afrin’e girdik. Meğer Afrin 60 yıldır baskı altındaymış! Biz daha yeni giriyoruz. Diyelim ki PKK bizde 40 yıldır var, Afrinde 60 yıldır var.

İslam dünyası içinde biz güçlendiğimiz zaman, İslam dünyasındaki birçok ülke de batının boyunduruğundan, PKK’nın, Deaş’ın boyunduruğundan kurtarmış olacağız. Bizim istiklalimize kavuşmamız İslam dünyasının istiklaline kavuşması demektir.

İslam ülkeleri dünyanın en zengin ülkeleri, Afrika ülkesi en fakir yaşayan ülke. Bunun sebebi de; ya Avrupa Zalim kâfirleri veya Asya münafıkları gasp edip çalmaktadır.

Avrupa kâfirleri ve Asya münafıkları İslam dünyasını ve Afrika’yı sömürüyor, söndürüyor.

Hristiyan misyonerleri Afrikaya gelirken onların ellerinde kitap vardı, Afrikalılarda zenginlik vardı. Onlar buradan giderken Afrikalıların elinde İncil oldu, Onların elinde tapu ve zenginlik oldu.

Bugün Filipinler’de Müslümanlar yüz sene önceye kadar yüzde doksan, hristiyanlar  yüzde on iken, Hristiyanlar bugün yüzde doksan, Müslümanlar yüzde ondur.

İnsanları Hristiyanlık ile, İncil ile kandırmış, ellerindeki tüm zenginlikleri, madenleri, yer altı zenginliklerini ele geçirmiş.

-Şu an islam dünyası yozlaştırılmaya, kimliğinden uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.

Çatışmayı tetikleyen unsurlar toplumdaki bu farklılıklardan çatışma durumuna gidiyor. Osmanlı bu farklılıklardan zenginlik çıkarttı.

Rabbim uyanıklık versin. Müslümanlarda bir diriliş var, bir uyanma var, bir toparlanma var. Kendine gelme var. Ayağa kalkma var ama bununla beraber bir kalitede düşüklük de görülmektedir.

Tozu silkelemeye ve cilalamaya ihtiyaç var.

15 Temmuz o tozu sirkeledi, o dirilişi hayata geçirdi ve hakikaten bu millet adam olurmuş dedittirdi.

Onlar kıvılcımla Türkiye yansın deyip kıvılcımı yakarken, ateşi tutuşdururken hesap etmedikleri nokta o kıvılcım milletin içerisindeki kor ateşin ortaya çıkmasına neden oldu, onu tetiklemiş oldu.

*******************

Atatürk planmış Devrim yoluyla halkını Osmanlı ve Müslüman geçmişinden uzaklaştırma girişiminde bulundu. Kemalizmin temel ilkeleri ya da Altıok Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve devrimcilik de çok uluslu bir imparatorluk fikrini reddeden Kemal, homojen bir ulus-devlet meydana getirmeyi amaçlamıştır. Bu süreçte Ermeniler ve Yunanlılar ülkeden zorla kovulmuş ve öldürülmüştü. Daha sonra sultanı tahttan indirdi ve batılı tipte Cumhuriyeti Bir siyasal rejim kurdu. Dinsel Otoritenin Asli kaynağı olan halifeliği kaldırdı. Geleneksel eğitime ve din işleri bakanlıklarına son Verdi, bağımsız din okullarını kapattı, İslam hukukunu uygulayan dinsel mahkemeleri lağvetti. Onun yerine İsviçre Medeni yasasına dayanan yeni bir hukuk sistemi kurdu. Ayrıca geleneksel takvimin yerine Gregoryen Takvimi geçirdi ve İslam’ın devlet dini olmasına resmen son verdi.

Dinsel gelenekselcilik bir simgesi olduğu gerekçesiyle fesi yasakladı, halkı şapka giymesi için teşvik etti ve Türkçe’nin Arap harfleriyle değil Latin harfleriyle yazılmasını kararlaştırdı. Bu son reformun büyük bir önemi vardı. Bu reform Latin harfleriyle okuma yazma öğrenen yeni kuşakların engin bir geleneksel literatüre erişmesini imkansızlaştırılan Avrupa dillerinin öğrenilmesini teşvik etti ve okur yazarlık oranını arttırma sorununu büyük ölçüde kolaylaştırdı. Türk halkının ulusal, siyasal, dinsel ve kültürel kimliğini yeniden tanımlayan Kemal 1930’lu yıllarda enerjik bir şekilde batılılaşma hem modernleşme ile el ele yürüdü hem de modernleşmenin vasıtası oldu.

Türkiye Avrupa ile kimlik sorunu yaşamaktadır. Kimlikleri birbirleri ile uyuşmamaktadır. Bunu Avrupalıların kendisi de söyler. Nitekim Avrupalılar Türklerin kültürleri açısından Avrupaya ait olmadığı kanısında.

Cumhurbaşkanı Özal’ın 1992 yılında söylediği gibi; Türkiye’nin İnsan Hakları konusundaki sicili, Türkiye’nin Avrupa’ya kabul edilmemesinin hazır mamul gerekçesi olsada gerçek sebep bizim Müslüman onların hristiyan olmasıdır. Devamında ise şunu söyler; ama Avrupalılar Bunu açıkça söylemiyor. Avrupa Birliği görevlileri de bu sözlere yanıt olarak birliğin bir Hıristiyan Kulübü olduğunu söylemiştir ayrıca şu hususu da kabul etmişlerdir; Türkiye çok fakir, çok kalabalık, çok müslüman, kültürel açıdan çok farklı. Velhasıl Türkiye her şeyi bakımından çok fazla.

Bir gözlemcinin yorumuna göre, Avrupalıların itiraf etmedikleri kabusu Batı Avrupa’da at süren Arap süvariler ve Viyana’nın kapılarına dayanmış Türklerdir. Bu tutumlar sonuçta Türkler arasında batının Avrupa’da Müslüman bir Türkiye görmek istemediği doğrultusunda yaygın bir algılayış üretmiştir.

Türkiye 60 yıl boyunca kendisine Avrupalı kimliği ile tanımlamaya çalışıyor.

-Huntington’un medeniyetler çatışması kitabı, Aslında gerçekleri bir yandan dile getirirken bunun kadar önemli olan bir şeyi de; böyle bir inancın, düşüncenin Fikri altyapısını oluşturmaktır. Nitekim Avrupalılar, Amerikalılar, İngilizler bir şey yapmadan önce, onun fikir yapısını oluştururlar.

Onu uygulayacakları zaman insanlar zaten hazır olduklarından dolayı, Aha bu söylenmişti, bir derece onun kabulü kolay olur.

Topluma o fikri empoze eder, ondan sonra onun uygulamasını gerçekleştirir. Bunu Hollywood filmlerinde de yapar, bunu kitaplarında da, konuşmalarında da bütün fikir altyapısını oluştururlar.

-Huntington’un tespitinde Türkiye İslam’ın çekirdek Devleti olmak için gerekli tarihi nüfusa, orta düzey bir ekonomik gelişmişlik, ulusal birliği sahiptir.

Atatürk’ün Türkiye’ye net bir şekilde laik bir toplum olarak tanımlanması Türk Cumhuriyetinden dışlanmasına, Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralmasını önlemiştir. Türkiye anayasasındaki laiklik ilkesine bağlılığından ötürü İslam ülkelerinin kurucu üyesi bile olamamıştır. Türkiye kendisini laik bir ülke olarak tanımladığı sürece İslam’ın liderliğine soyunma olasılığı yoktur. Bununla birlikte Türkiye kendisini yeniden tanımladığı takdirde ne olur?

Türkiye’ye bir noktada Batı dünyasına üyelik için yalvarıp duran bir dilenci olarak oynadığı hüsran verici ve aşağılayıcı rolden vazgeçip batıda çok daha etkileyici ve onurlu tarihsel rolü yeniden üstlenmeye hazır hale gelebilir.

************************           

Geçmişten günümüze doğru gelen ve özellikle batının sahiplendiği medeniyet putperestlik ve heykel tıraşlık üzerine bina edilmiştir.

Buda bazen taşa, demire, kayaya aksettirilmiş.

Zulmün taşlaşmış ve devam ettirilen baskı aracı olarak kullanılmıştır.

Bu resimde de kendisini sürdürür.

Bu medeniyet korku medeniyetidir.

İnsanların gönüllerinde yer alamayanlar hâkimiyetlerini bu zorbalıklarla sürdürmüşlerdir.

Put ve heykellerle varlıklarını sürdürmeye çalışanlar, toplumda kök salamamış, gönüllerde yer tutamamış, yıkılmaya mahkum olmuşlardır.

İnsanlık tarihi boyunca Nemrut, Firavun gibi zorbalar imparatorluklarını korku, baskı, heykelleri ile sürdürürken; Peygamberler sevgi ve düşünceyi ön plana çıkarmış, kalblerde yer etmiş, akıllarda kalmışlardır

İslâm medeniyeti şablon, simge, şeair olarak ufku açacak, düşündürücü, taklid etmeyen farklı bir yapı oluşturmuştur.

-Batı medeniyeti maddeci medeniyettir..

Materyalist…

İçi boş, ruhsuz medeniyet.. Nursuz medeniyet..

Bu da onda bazı hastalıkların zuhuruna sebeb olmuştur.

Avrupa insanındaki hastalıklar ise;

Tedirginlik, Kaygı, Endişe, Güvensizlik, Fazilet gibi değerler.

Değerlerle değil, kurallarla ayakta durur.

Bunlar şaşkınlık sebebidir.

Avrupa insanının saldırgan oluşu, kahramanlığı oluşturacak iman, gaye, hedefin olmayışıdır.

MEHMET ÖZÇELİK

05-06-2018

Yüz’de ısrar etme, “Doksan da olur”.
İnsan dediğinde, “Noksan da olur”…
Sakın büyüklenme, “Elde neler var”.
Bir ben varım deme, “Yoksan da olur”.
Hatasız Dost Arayan Dosttan da olur….

HZ.MEVLANA




MECAZ ALEMDEN HAKİKAT ALEMİNE

MECAZ ALEMDEN HAKİKAT ALEMİNE

Mecaz alemden hakikat alemine..

Bedenden sıyrılmayan insan mana alemine geçemiyor.

Öyle ki benim dediği her şey; El- kol –baş- ayak- vücut- bütün güzellikler burada kalıyor. Öbür aleme sadece giden ruhu…

Gerçek aleme geçiş bu bedeni burada, bedene ait her şeyi buraya ve burada ve de benim dediği her şeyi burada bırakmaktan geçilebilir.

Bunlar insan için bir yük olaraktan adeta elbisenin çıkarılması gibi, bütün sahip olduğu hayat boyunca beslediği, baktığı ve güzelliğine ihtimam göstermiş olduğu bütün aletleri, edevatları, duyguları kısaca her şeyi burada bırakarak mana alemine geçmektir.

Zira bu fani alemin silik parası, baki alemin cevherleri karşısında kıymetsiz olduğundan teneke mesabesinde kıymetsizdirler.

Bu bir tecerrüddür.. Bu bir soyutlanmadır.. Bu adeta insanın Ahiret yolculuğunda fazlalıklarını bırakıp gerçek sahibi olduğu değerleri ile beraber sonsuz aleme göçmesi, sonsuz aleme geçmesidir.

Bekaya giden yol, fenadan geçmektedir.

Dünyanın kıymeti bi zatihi değil, bi ğayrihidir.

Yani ahirete giden yolda bir köprü ve geçiş yeri olmasıdır.

Üzerlerinden geçenlerden ve gdilecek yerin öneminden dolayı bir değer taşımaktadır.

En önemlisi de Cenab-I Hakkın esmasının tecellisine mazhar ve makes olmasındandır.

Bin yıl yaşasak yine cihan bu,

Gerdiş bu, zemin bu, âsumân bu.

-Masivadan el çekip mahlukattan ümit kes

Virdim olsun her nefes “Allah bes, baki heves.

Bir çok zat hakikatı terkte bulmuşlardır.

“’Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk / Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk.’

Hakikate ulaşmak için Nakşi yolunda giden bir müridin dört şeyi terk etmesi gerekir. Bunlardan birincisi dünyayı terk etmektir.

İkincisi terk-i ukbadır. Yani ibadet ve niyette cennet sevdası ve cehennem korkusu maksat ve gaye olmayacak tam manası ile her şey Allah’ın rızası için olacak.

Üçüncüsü terk-i hestidir. Allah’a karşı benlik ve varlık davasını bırakıp, kulluk ve ubudiyet tavrına girmektir.

Dördüncüsü ise terk-i terk etmektir. Yani dünya, ukba ve benliği terk eden birisi, ben bunları terk ettim diyerek böbürlenip kendinin üstün bir mevki ve makamda olduğunu tevehhüm dahi etmemelidir.”

Bir Kıssa:

BU DÜNYA KİMSEYE KALMAZ!!!
Satın aldığı bataklık araziyi ekilebilir hale getiren adam tek gözüyle bakarak;
– “Ey tarla şimdi asıl sahibini buldun!” demiş. Tarla dile gelip cevap vermiş:
– “Seninle beraber üstümden tam 99 tane tek gözlü geçti. Beni bırakıp giden çift gözlülerin hesabını var sen yap!

Bu dünya kimseye kalmaz. Öyleyse elini korkak alıştırma, korkma ve ALLAH için ver.

MEHMET ÖZÇELİK

31-05-2018

 

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/938885882815240/?type=3

 




NEFİS VE SİZ

NEFİS VE SİZ

 Nefis ve siz.

Nefis hayatın önünde bir siz.

Siz nefis ve nefis ise siz.

İnsanda büyük bir iz.

Önünüzde engel, altınızda binek.

İnsanın hayvani veya diğer bir ifadeyle madde ve bedeni yönünü temsil ediyor.

O cihetle de madde alemine bakmaktadır.

On mertebesi olup, Yusuf Peygamberin ifadesiyle; “Muhakkak ki nefis kötü şeyleri emreder. Ancak Rabbimin rahmet ve merhameti, himayesi hali müstesna”[1]

Terbiye edilmiş, yola ve hizaya gelmiş hali ise, doymuş hali olan Nefs-i mutmainnedir.

-Nefis hayatımızdaki sis gibidir. Nasıl mı?

Sisin oluşum süreci bulutların oluşum sürecine benzer. Sıcak ve nemli hava ani bir soğumaya maruz kaldığı zaman mikroskobik su damlacıkları oluşur. Havada asılı halde bulunan bu su damlacıkları, görüş mesafesini kısaltır. Tanım olarak, sisin varlığından derece için görüş mesafesinin bir kilometreden kısa olması gerekir.

-Kafası bulutlu, gafletle kapalı olan insanlar oluşan perde ile önünü göremezler.

Eğer bunu rahmete çevirebilirlerse rahmet yağmuruna dönüştürebilirler.

Bizde nefis alemde sis.

Yerle temas eden hava içindeki su buharının yoğuşması veya donarak kristalleşmesi sonucu ortaya çıkan çok küçük su damlacıkları veya buz kristallerinden meydana gelmiştir. Sis içinde çisenti biçiminde çok hafif yağış olabilir.

Nefis de hayat toprağımızın sulanmasına ve gelişmesine; neşv-ü nema bulmasına sebeb olduğu gibi, hayatımızın kararmasına da sebeb olmaktadır.

Âyette:”De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.”[2]

Yani her insan işte bu nefsindeki tinete, mayaya, karektere, oluşum ve değişime göre hareket eder.

Arı su içer bal akıtırken, yılan su içer zehir akıtır.

Nadir bulunur tiynet-i kâmilde kusur

Kem mayeden eyler ne ki eylerse kusur.

Nefsin kötülüklerinden Allahın rahmetiyle tıpkı Yusuf Peygamber gibi korunmanın yolu; Allaha iltica ve dua ile mümkündür.

Bir Kıssa:

Arabasızlık canlarına tak etmişti.

 Bu böyle olmayacaktı.

Araba olmayınca istedikleri hayrı ve yardımı da gerçekleştiremiyorlardı.

Madem maddi durumları yoktu, duaları da mı yoktu.

Elbette dualara cevap veren ve kendilerini işiten bir Rableri vardı.

Bir gün beraber oldukları kardeşiyle bir anlaşma yaptılar.

Madem ki en makbul dua, gıyabi duadır. Kardeşinin günahsız ağzıyla dua etmektir.

O halde gel, bizde birbirimiz için dua edelim, dediler.

Birbirlerine dua ettiler.

Çok sürmedi birisi araba sahibi oldu.

Ancak diğeri o kadar zaman geçmesine rağmen ve maalesef hâlâ da araba sahibi olamadı.

Bu durum dikkatini çeken arkadaşı sordu, arkadaş, ben senin araban olsun diye dua ettim. Sen araba sahibi oldun.

Sen yoksa benim için dua etmedin mi?

Veya ne diye dua ettin?

Arkadaşı cevabında; Allahım, arkadaşımın duasını kabul eyle.

Dua kabul olmuştu.

Hadiste;“Bir Müslüman, yanında bulunmayan bir din kardeşi için dua ederse, mutlaka melek ona, aynı şeyler sana da verilsin, diye dua eder.”[3]

“Bir Müslümanın, yanında bulunmayan din kardeşine yapacağı dua kabul olunur. Bir kimse din kardeşine hayır dua ettikçe, yanında bulunan görevli bir melek ona, ‘Duan kabul olsun, aynı şeyler sana da verilsin.’ diye dua eder.”[4]

Konuyla ilgili birkaç ayet:

 “Bunlardan sonra gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla.”[5]

“Hem kendinin, hem de mü’min erkeklerle mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!” [6]

“Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün beni, anamı, babamı ve bütün mü’minleri bağışla!” [7]

Ger günahım Kuh-i Kaf olsa ne gam yâ Celil
Rahmetin bahrine nisbet ennehû şey’un kâil

Lâedri

(Günahım kaf dağı kadar olsa ne gam ey Allah’ım! Senin rahmet denizine göre, Kaf Dağı büyüklüğündeki günah küçük bir şeydir.)

MEHMET ÖZÇELİK

28-05-2018

[1] Yusuf.53.

[2] İSRA-84.

[3] Müslim, Zikir 86; Ebû Dâvûd, Vitir 29.

[4] Müslim, Zikir 87, 88; İbni Mâce, Menâsik 5.

[5] Haşr Sûresi, 59/10.

[6] Muhammed Sûresi, 47/19.

[7] İbrâhim Sûresi, 14/41.