TÜM OYUNLAR TÜRKİYE İÇİN
TÜM
OYUNLAR TÜRKİYE İÇİN
Bu
milletin önce kişiliği yıkıldı, sonra kimliği unutturuldu, sonra da değerlerini
kaybetti. Geçmişine ve inancına yabanileşti ve yabancılaştı. Köprüleri yıktı,
batıdan meded umarak onun sefahetini şifa olarak yuttu ve yutturuldu.
Ve
neticede zehirlenmiş ve zehirlendirilmiş bir toplum olduk.
O
zehirin etkisinin sonuna gelsekte, zehir vücutta etkisini hala uyuşukluk olarak
hissettirmektedir.
İlacın
tesiri geçince veya ondan kurtulunca kendimizi ve çevremizi çok daha net görüp,
onlara koşuyor ve el uzatıyoruz.
Ancak
tamamen arınmış değiliz.
Bir
yandan atmaya çalışırken, diğer yandan hala zehirlemelere ve zehirlenmelere
maruz kalmaktayız.
Bir
yandan kurtulmaya çalışırken, diğer yandan zehirlenmemeye çalışma çabası
içerisindeyiz.
-Biz
zamanın hazanını da gördük, kışını da..
Fırtınasını
da gördük, selini de…
Heyelanlar
asrında yaşadık.
Bahara
muntazırız.
Çiçekler
açıyor.. Dikenleri de yanında…
Umutluyuz,
ümit içindeyiz.
Ümitsiz
değiliz.
-Gönül erleri. firavunlar ve onların kurdukları gökdelenler
hep yıkıldı ancak gönül erlerinin yaptıkları hala ayakta.
Yeni nesil babasının cocukluktaki çektiklerinden habersiz.
Dedesininkinden ve dedesinden habersiz…
Ondan hiç haberi yok..
-“Türk vatandaşı; İsviçre Medeni Kanununa göre evlenen,
İtalyan Ceza Yasasına göre cezalandırılan, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü
Yasasına göre yargılanan, Fransız İdare Hukukuna göre idare edilen ve İslâm
Hukukuna göre gömülen kişidir.”Uğur MUMCU.
******************
Aslında yıllar öncesinden Fetö-den olayı bu duruma gelineceğini
biliyor idik. Bunun Münferit olarak bilinmesi bütün bu eksikliklerin, kusurların
içtima edip kalın bir ip gibi kuvvet kazanmamış olması, bir yandan da
insanların Allah’tan korkup iftira ve isnatta bulunmak istememe durumu.
Diğer taraftan solcu ve Atatürkçü gibi olan insanların bunu dinle ve
özellikle dine de saldırmaları amacıyla insanların onu yani fetö’yü savunmaktan
ziyade dini savunmak amacıyla onlara mukabele etmesidir.
Nitekim bu durumun mutlaka ve mutlaka bir gün olacağı fakat bu
kadar maddi birikimin içerisinde fetö öldükten sonra ve liderlikten dolayı o
paranın paylaşımı sebebiyle büyük bir kavganın olacağını biliyor ve söylüyor idik.
Ancak niyetinin başta bozuk olmasından dolayı Feto gitmeden evvel
buna başlamış oldu. Diğer yandan 17 – 25 Aralık 2013’ten önce bana hem esnaf
olan hem Öğretmen olan ve şu anda birisi görevden alınıp diğeri Almanya’ya kaçmış
olan birisi Feto ile ilgili bana sorduğunda ben kendisine;
Eğer yarın öbürsü gün fetö sizin elinize silah verip diğer
cemaatle ve bu milletle karşı karşıya getirirse şaşırmayın, demiştim.
Ve bunu garip gören bu iki insanda; yav hiç öyle şey mi olur mu? demişlerdi
ki bugün o noktaya kadar gitmekteyiz.
Kaos oluşturaraktan memnuniyetsizler grubu ve güruhu ile toplumda
böyle bir ortam —Allah korusun Suriye’den daha dehşetli bir durumun
oluşmasına- bir adım atılmış olmaktadır.
-Diğer yandan acaba Türkiye’de yıllardır yarım asra yakındır
tahribat yapan PKK bu sefer zaten yıkılmış olan Suriye’ye mi yerleştirilmeye
çalışılıyor? Böylece alanı biraz daha genişletilerek başta Suriye ve
çevresindeki insanlar imha edilip adeta bir PKK Devleti kurulmaya çalışılıyor.
-ABD çekilirken daha önce kurmuş olduğu PKK ile ve ondan sonra
kurmuş olduğu yok edeceğini düşündüğü ve
o amaçla gittiği IŞİD’i beraber silah da temin ederek Türkiye’ye birkaç cephe açaraktan
ikisi ile çarpıştırmaya çalışmaktadır.
*****************
Alman
Vakıflarının faaliyetlerini dile getiren en yetkili ağızlardan biriside eski
başbakanlardan Bülent Ecevit idi. Ecevit, 1991’de DSP Genel Başkanı olarak
yaptığı bir açıklamada, CHP Genel Başkanı iken bu vakıfların kendisine de para
teklifinde bulunduğunu ifşa ediyordu: Bir yabancı Vakfın şube yöneticileri,
ellerinde bir çanta dolusu parayla bana geldiler. O zaman yanımda başkaları da
vardı. Bana uluslar arası Sosyal Demokrat hareketi adına yardım etmek
istediklerini söylediler. Sonra da çantayı açıp parayı ortaya koydular. Ben
hemen cevabını verdim. Böyle bir yardımın kanuna aykırı olduğunu söyledim ve
teklifi reddettim.”[1]
-20
Kasım 2003 tarihli Alman National Zeitung gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Dr.
Gerhard Frey imzalı makalenin orijinalini
temin ederek inceledi. Vakit’in ele geçirdiği 1.5 sayfalık inceleme yazısının
başlığı ise “Almanları şimdi ne tehdit etmektedir” şeklindeydi.
Makalenin sonunda şu ifadeler yer
alıyordu: “Biz emekli bir general ile Türkiye’nin durumu hakkında konuştuk.
Emekli General Veli Küçük, ‘Türkiye’de 25 yıldır hiçbir askeri el koyma olmamıştır.
Bu büyük bir yanlıştır. Fakat gelecek en kısa zamanda bir askeri müdahale gereklidir.
Çünkü politik konjonktür bu yöne zorlamaktadır’ dedi.”
-Steinbach’ın
15 Eylül 1998, saat 18.00 ile 21.00 arasında, Katolik Kilisesi örgütünün
Lingen-Holthausen’deki Ludwig-Windthorst-Haus’da, “Die Bedeutung des
İslams für Europa” başlıklı sözlü
tebliği, Steinbach adlı bu görevli, konferansta şunları
söyleyivermişti:
“Türkiye yapaydır. Gerçekte varolan
Türkiye, bir adamın, önemli bir adamın, tarihsel öneme (sahip) bir adamın dikte
ettirmesiyle yaratılmış bir yapay oluşumdur. Bunu (yapan kişinin) adı Mustafa
Kemal Atatürk’tür. Bu adam, tek (başına) bir devlet yaratmıştır. Ve Türkiye’nin
bugünkü sorunu, işte budur. Bu adam ( Mustafa Kemal), yapay olan bir devlet
yaratmıştır. Bugün, Türk cumhuriyetinin temeli olarak, Kemalizm’in iki unsuru,
laiklik – dinin ve siyasetin (birbirinden) ayrılması – ve Türk ulusalcılığı,
gerçekle bağdaşmamaktır.
Türk devleti yeniden yapılanmaya zorlandı.
Mustafa Kemal Atatürk, İslam’ı bir kalemde silebilirdi (silebileceğini
düşündü). Yirmi yılın sonunda (Kemalizm’in) ikilisi (bu süreç) öldü. Böylece bu
olay hallolmuştu. Ama, bu (Kemalizm) hiçbir şeyi değiştiremedi. Çünkü, Anadolu,
bin yıl içinde İslamileşmişti. Bu bir şey değiştirmedi, çünkü, Türkiye,
Kemalistlerin büyük Osmanlı geçmişinin bir devamıydı. Ve öteki, iyi ve güzel
Türk milliyetçiliği, Ermenileri kovdu, öldürdü ve katletti. Yunanlıları
mübadele etti. Fakat bir çok halk grubu (etni) ve kültürler (Anadolu’da) kaldı.
Örneğin, Kürtler, her nasılsa (hala) yok edilemediler. “[2]
-“ISNA’nın propaganda yayınları yeterince
açıklayıcıdır, okuyalım:
“..İmam Homeyni Türkiye’den bir olay
aktardı: ‘Ben Türkiye’de sürgündeyken, Türk
köylerinden birine- adını anımsayamıyorum-
gittim ve o köyün insanları bana
anlattılar ki, Atatürk İslamiyet dışı
harekete başladığında, Türk ulema köyde
toplanmış ve onun uygulamalarına karşı
çıkmak üzere çalışmaya başlamışlar. Buna
karşılık olarak, Atatürk köyü sarmış ve o
Türk ulemadan kırkını öldürmüş. Bunu
duyduğumda utanç duydum. Kendi kendime
düşündüm: bunlar sunni ulemaydı fakat
dinimiz İslam tehlikeye düştüklerinde
hayatlarım feda ettiler.”[3]
-Baş
gidince vücutta dağıldı ve dağıtıldı.
-‘Bizi öldürün ama oraya göndermeyin’
“HİNDİSTAN bizi sınır dışı etmektense öldürsün.
MYANMAR’a gönderilenler evlerine değil, hapishanelere götürülüyor.
HİNDİSTAN’da 40 binden fazla ARAKANLI Müslüman var.
ARAKANLI Müslümanlara etnik kıyım yapılıyor.[4]
Bu bana Boraltan- da 146 Azerbeycanlı soydaşlarımızın
ruslara teslim edilerek bizlerin teslim edip hemen akabinde öldürülen
soydaşlarımızı hatırlatmaktadır.
MEHMET
ÖZÇELİK
28-12-2018
[1] Hürriyet.
Alman Vakıfları Rüşvet Teklif Etti. 30 Eylül ve 3 Ekim 1991.
[2] “Die
Bedeutung des İslams für Europa” Akademieabaden artı 15.
September 1998 von 18.00-21.00 Uhr
im Ludwig-Windthorst-Haus in LingenHolthausen (Abschrift des
Vortragsmitschnitts-./kath.de / akademie /lwh /archiv/politik/stein-bach.htm ;
ayrıca aynı kaynaktan Tamer Bacınoğlu, “Türkiye’de Alman Vakıflarının
Marifetleri” Cumhuriyet , 6 Temmuz 1999. Mustafa Yıldırım _ Sivil
Örümceğin Ağında. Sh.90.
[3] Age.232.
[4] https://www.habervaktim.com/haber/553577/bizi-oldurun-ama-oraya-gondermeyin.html
İNTERNET KULLANIM ANKETİ
İNTERNET KULLANIM ANKETİ
Anket Sorumlusu= Mehmet Özçelik (ÖĞRETMEN) KAYSERİ ANADOLU İMAM
HATİP LİSESİ
Anketör: Sezer Tuğrak
Anketör: Hayrettin Uzküçük
Anketör: Hıfzı Kaya
237 Tane Kağıt İle Ali Rıza Özderici Anadolu İmam Hatip Lisesinde
Yaptık.
60 Tane Kağıt İle Ahmet Erdem Mesleki Teknik Anadolu Lisesinde
Yaptık.
93 Tane Kağıt İle Kayseri
Merkez Kız Anadolu İmam Hatip Lisesinde Yaptık.
Toplam 390 Tane Kağıt İle
Anketimiz gerçekleşmiştir.
****************
Ahmet Erdem
Mesleki Anadolu Lisesi
1)Günlük
Hayatınızda İnternete Ne Kadar Süre Ayırıyorsunuz?
-1 Saat
& Altı=6 Kişi -1 Saat=4
Kişi -2 Saat=5 Kişi -3 Saat=7 Kişi -4 Saat=12 Kişi
6 Saat Ve Üzeri=30 Kişi
2)İnternete
Genelde Nereden Erişiyorsunuz?
Bilgisayar=12
Kişi
Bilgisayar Ve Telefon=23 Kişi Telefon=25
Kişi
3)İnterneti
En Çok Hangi Amaca Yönelik Kullanıyorsunuz?
Sosyal
Medya-Oyun-Müzik-Video=39 Kişi
Ödev Araştırma Ve Bilgi Öğrenme=21 Kişi
4)İnternet
Üzerinden Alışveriş Yaptınız Mı?
Evet=38
Kişi
Hayır=22
Kişi
5)İnternet
Kullanımınız Aile İçi İlişkilerinizi Etkiliyor Mu?
Evet= 18
Kişi
Hayır=42 Kişi
6)Herhangi
Bir Sosyal Medya Kullanıyormusunuz ?
Evet=56 Kişi
Hayır=4 Kişi
7)İnternet
Bağımlısı Olduğunuzu Düşünüyormusunuz?
Evet= 25
Kişi Hayır=
35 Kişi
8)İnternet
Kullanırken Karşılaştığınız sorunlar Varmıdır?
Evet=12
Kişi
Hayır= 48 Kişi
9)İnternette
Çok zaman Geçirmekten Günlük İşlerinizi İhmal Ediyor Musunuz?
Evet=11
Kişi
Hayır=38 Kişi
10)
İnternet Aracılığıyla Yeni Arkadaşlıklar Kuruyor Musunuz?
Evet=40 Kişi
Hayır=20 Kişi
*********************
Ahmet Erdem Meslek Anadolu Lisesi
1=Kesinlikle Katılmıyorum 2=Katılmıyorum 3=Kararsızım 4=Katılıyorum
5=Kesinlikle Katılıyorum
1)İnternet Hayatımı
Kolaylaştırır.
1=11Kişi 2=8
Kişi 3=7 Kişi
4=15 Kişi 5=19 Kişi
2)internet Sitelerinde
Rahatça Dolaşırım.
1=19 Kişi
2=15 Kişi 3= 8 Kişi 4=7
Kişi 5=11 Kişi
3)Eş Zamanlı Olarak İnsanlar İle
Görüşüp Bilgi Paylaşımında Bulunabilirim.
1= 11Kişi 2=14 Kişi 3=15
kişi 4=11 Kişi
5=9 Kişi
4)İnternet Üzerinde Kendimi Daha
Rahat Hissederim.
1=12 Kişi 2= 14 Kişi 3= 20 kişi
4= 8 Kişi 5= 6 Kişi
5)İnternet Üzerinden Oyun Oynamayı Severim
1= 6 Kişi 2=11
Kişi 3=14 kişi
4= 10 Kişi 5= 19 Kişi
6)İletişim İçin İnternet Kullanmayı Telefona Tercih Ederim.
1=11 Kişi 2=10 Kişi 3=14
kişi 4=6 Kişi
5=19 Kişi
7)İnternet Üzerinde Bilgi
Arştırmak Benim İçin Zevklidir.
1=12 Kişi 2= 8 kişi 3=14
Kİşi 4=16 Kişi
5=10 Kişi
8)İnternet Üzerinden Aradiğım
Bilgiye Kolayca Ulaşabilirim.
1=9 Kişi 2=9 kişi 3= 14 Kİşi 4=12 Kişi 5=12 Kişi
9)İnetrnet Üzerindeki Eğitim
İçerikli Web siteleri Yeterince Bilgi İçermektedir.
1=16 Kişi 2=12 kişi 3=14
Kİşi 4=9 Kişi
5=9 Kişi
10)İnternette Araştırma Yapmayı
Kütüphanelerde Araştırma Yapmaya Tercih Ederim.
1=13 Kişi
2=17 kişi
3=15 Kİşi 4=8 Kişi 5=7
Kişi
11)Ödev Sİtelerinden Ödev
İndiririm.
1=17 Kişi
2=16 kişi 3=12
Kİşi 4= 9 Kişi 5=6
Kişi
12) İnternet Benim İçin
Önemlidir.
1=13 Kişi
2=14 kişi 3=8
Kİşi 4=11 Kişi 5=14 Kişi
****************
Ali Rıza
Özderici Anadolu İmam Hatip Lisesi
1)Günlük Hayatınızda
İnternete Ne Kadar Süre Ayırıyorsunuz?
-1 Saat & Altı=60
Kişi -1 Saat=47 Kişi -2 Saat=58 Kişi -3 Saat=46 Kişi -4 Saat=20 Kişi
6 Saat Ve Üzeri=6 Kişi
2)İnternete Genelde
Nereden Erişiyorsunuz?
Bilgisayar=80 Kişi Bilgisayar Ve
Telefon=27 Kişi Telefon=130
Kişi
3)İnterneti En Çok Hangi
Amaca Yönelik Kullanıyorsunuz?
Sosyal
Medya-Oyun-Müzik-Video=57 Kişi Ödev Araştırma Ve Bilgi
Öğrenme=180 Kişi
4)İnternet Üzerinden
Alışveriş Yaptınız Mı?
Evet=167 Kişi
Hayır=70 Kişi
5)İnternet Kullanımınız
Aile İçi İlişkilerinizi Etkiliyor Mu?
Evet=122 Kişi
Hayır=115 Kişi
6)Herhangi Bir Sosyal
Medya Kullanıyormusunuz ?
Evet=193 Kişi
Hayır=44
Kişi
7)İnternet Bağımlısı
Olduğunuzu Düşünüyormusunuz?
Evet= 51 Kişi
Hayır= 186 Kişi
8)İnternet Kullanırken
Karşılaştığınız sorunlar Varmıdır?
Evet=168 Kişi
Hayır= 69 Kişi
9)İnternette Çok zaman
Geçirmekten Günlük İşlerinizi İhmal Ediyor Musunuz?
Evet= 95 Kişi
Hayır=142 Kişi
10) İnternet Aracılığıyla
Yeni Arkadaşlıklar Kuruyor Musunuz?
Evet=85
Kişi
Hayır=152
Kİşi
************
Ali Rıza Özerici Anadolu İmam Hatip Lisesi
1=Kesinlikle Katılmıyorum 2=Katılmıyorum
3=Kararsızım 4=Katılıyorum 5=Kesinlikle Katılıyorum
1)İnternet Hayatımı Kolaylaştırır.
1=16 Kişi 2=37 Kişi 3=24 Kişi 4=68 Kişi 5=92 Kişi
2)internet Sitelerinde Rahatça
Dolaşırım.
1= 61 Kişi 2=43 Kişi
3=13 Kişi 4=55
Kişi 5=65 Kişi
3)Eş Zamanlı Olarak İnsanlar İle Görüşüp Bilgi Paylaşımında
Bulunabilirim.
1= 32 Kişi 2=47 Kişi 3=40 kişi
4=55 Kişi 5=63
Kişi
4)İnternet Üzerinde Kendimi Daha Rahat Hissederim.
1=34 Kişi 2=26
Kişi 3=12
kişi 4=76 Kişi
5=89 Kişi
5)İnternet Üzerinden Oyun
Oynamayı Severim
1=94 Kişi 2=76 Kişi
3=10 kişi 4=38
Kişi 5=19 Kişi
6)İletişim İçin İnternet
Kullanmayı Telefona Tercih Ederim.
1=65 Kişi 2=49
Kişi 3=23 kişi
4=58 Kişi 5=42 Kişi
7)İnternet Üzerinde Bilgi Arştırmak Benim İçin Zevklidir.
1=12 Kişi 2=27
kişi 3=18 Kİşi
4=96 Kişi 5=84 Kişi
8)İnternet Üzerinden Aradiğım Bilgiye Kolayca Ulaşabilirim.
1=35 Kişi 2=49 kişi 3=28
Kİşi 4=65 Kişi
5=60 Kişi
9)İnetrnet Üzerindeki Eğitim İçerikli Web siteleri Yeterince Bilgi
İçermektedir.
1=16 Kişi 2=28
kişi 3=32 Kİşi
4=76 Kişi 5=85 Kişi
10)İnternette Araştırma Yapmayı Kütüphanelerde Araştırma Yapmaya
Tercih Ederim.
1=22 Kişi 2=14
kişi 3=58 Kİşi
4=47 Kişi 5=96 Kişi
11)Ödev Sİtelerinden Ödev İndiririm.
1=37 Kişi 2=21
kişi 3=34 Kİşi
4=67 Kişi 5=78
Kişi
12) İnternet Benim İçin Önemlidir.
1=13 Kişi 2=25
kişi 3=32 Kİşi
4=45 Kişi 5=122 Kişi
*****************
Kayseri Merkez Kız Anadolu Lisesi
1)Günlük Hayatınızda İnternete
Ne Kadar Süre Ayırıyorsunuz?
-1 Saat & Altı=5 Kişi -1 Saat=11 Kişi -2 Saat=15 Kişi -3 Saat=26 Kişi -4 Saat=7 Kişi
6 Saat Ve Üzeri=28 Kişi
2)İnternete Genelde Nereden
Erişiyorsunuz?
Bilgisayar=30 Kişi Bilgisayar Ve Telefon=20
Kişi Telefon=42
Kişi
3)İnterneti En Çok Hangi Amaca
Yönelik Kullanıyorsunuz?
Sosyal Medya-Oyun-Müzik-Video=60
Kişi Ödev Araştırma Ve
Bilgi Öğrenme=32 Kişi
4)İnternet Üzerinden Alışveriş
Yaptınız Mı?
Evet=58 Kişi
Hayır=34 Kişi
5)İnternet Kullanımınız Aile İçi
İlişkilerinizi Etkiliyor Mu?
Evet= 73 Kişi Hayır=18
Kişi
6)Herhangi Bir Sosyal Medya
Kullanıyormusunuz ?
Evet=81 Kişi
Hayır=11 Kişi
7)İnternet Bağımlısı Olduğunuzu
Düşünüyormusunuz?
Evet= 48 Kişi
Hayır= 44 Kişi
8)İnternet Kullanırken
Karşılaştığınız sorunlar Varmıdır?
Evet= 57 Kişi Hayır=
35 Kişi
9)İnternette Çok zaman
Geçirmekten Günlük İşlerinizi İhmal Ediyor Musunuz?
Evet= 52 Kişi
Hayır= 40
Kişi
10) İnternet Aracılığıyla Yeni
Arkadaşlıklar Kuruyor Musunuz?
Evet= 82 Kişi
Hayır=10 Kİşi
*****************
Kayseri Merkez Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi
1=Kesinlikle Katılmıyorum
2=Katılmıyorum 3=Kararsızım 4=Katılıyorum 5=Kesinlikle Katılıyorum
1)İnternet Hayatımı Kolaylaştırır.
1=14 Kişi
2=11 Kişi 3=20 Kişi 4=11 Kişi 5=35 Kişi
2)internet Sitelerinde Rahatça Dolaşırım.
1=13 Kişi
2=10 Kişi 3=24 Kişi 4=25 Kişi 5=20 Kişi
3)Eş Zamanlı Olarak İnsanlar İle Görüşüp Bilgi Paylaşımında
Bulunabilirim.
1=7 Kişi
2=10 Kişi 3= 21
kişi 4=23 Kişi 5=31 Kişi
4)İnternet Üzerinde Kendimi Daha Rahat Hissederim.
1=13Kişi
2=16 Kişi 3= 18
kişi 4=29 Kişi 5=16 Kişi
5)İnternet Üzerinden
Oyun Oynamayı Severim
1=16 Kişi
2=8 Kişi 3= 12 kişi 4=22 Kişi 5=34 Kişi
6)İletişim İçin İnternet
Kullanmayı Telefona Tercih Ederim.
1=12 Kişi
2=18 Kişi 3= 24
kişi 4=14 Kişi 5=24 Kişi
7)İnternet Üzerinde Bilgi Arştırmak Benim İçin Zevklidir.
1=12 Kişi
2=20 kişi 3=14 Kİşi
4=22 Kişi 5=24 Kişi
8)İnternet Üzerinden Aradiğım Bilgiye Kolayca Ulaşabilirim.
1=21 Kişi
2=19 kişi 3=16 Kİşi
4=17 Kişi 5=19 Kişi
9)İnetrnet Üzerindeki Eğitim İçerikli Web siteleri
Yeterince Bilgi İçermektedir.
1=24 Kişi
2=19 kişi 3=17 Kİşi
4=14 Kişi 5=18 Kişi
10)İnternette Araştırma Yapmayı Kütüphanelerde Araştırma Yapmaya
Tercih Ederim.
1=27 Kişi
2=14 kişi 3=21 Kİşi
4=18 Kişi 5=12 Kişi
11)Ödev Sİtelerinden Ödev İndiririm.
1=15 Kişi
2=13 kişi 3=18 Kİşi
4=17 Kişi 5=29 Kişi
12) İnternet Benim İçin Önemlidir.
1=14 Kişi
2=10 kişi 3=22 Kİşi
4=19 Kişi 5=27 Kişi
NEYE ÖZGÜRLÜK ?
NEYE ÖZGÜRLÜK ?
Küfre mi özgürlük?
Batıla mı özgürlük?
Yanlışı ve iftirayı savunanın bu savunmasını normal
görmek mi özgürlük?
Kendi namusuna saldırılmasına tahammül edemeyenlerin,
İslam’ın namusuna yapılan saldırıya tahammül edilmesini istemesi namuslu bir
taleb midir?
Evvelden dinsizliği savunanlar bunu bilimsel olma adına
yaptıklarını söylerlerdi.
Şimdilerde de dini muhalefet ve zırvalamalar bilimsellik
ve fikir özgürlüğü maskesiyle sunulmaya çalışılmaktadır.
Zırvalama tevil götürmez.
Şeytanın muhalefet ve tenkidi hangi bilimsellik ve fikir
özgürlüğüne girmektedir?
Eğer bu durum normal görülseydi, ilahi tehdit ve onun
apaçık bir düşman olduğu sürekli zikredilmezdi…
Şeytani fikir özgürlüğü!!!
Tenkid hak namına ve hakikatı ortaya çıkarmak amacıyla
olursa değerlidir.
Yoksa yanlışı hak gösterip onu savunarak ve ona taraftar
olarak haksızlığı hak ve haklı göstermek haksızlıktır.
Dün bu saldırıyı hariçten yapanlar, bugün bunu dahilde
sürdürmektedirler.
İşin hazin tarafı ise, hezeyanların dahi müşterisinin
bulunmasıdır.
Fetö dahi peşinden milyonları sürüklemedi mi?
Komünizm milyonları sürüklemiyor mu?
Tıpkı mücevherinde müşterisi var, gübrenin de…
Hadiste: İnsanlar madenler gibidirler, buyurulmaktadır.
-Bazı kimselerin hakkını arama adına dükkanlara
saldırması veya bazı yerleri yakması hatta toplumun huzurunu bozması bir
özgürlük müdür?
Mesela dağ hayvanlarının masum insanlara saldırıp
açlıklarını ve ihtiyaçlarını gidermeleri bir özgürlük müdür yoksa bir hayvanlık
mıdır?
Oysa gerçek manada özgürlük ve hürriyet; kişinin ne
kendisine ve ne de başkasına zarar vermemesidir.
Zarar vermeyi bir özgürlük olarak sayanlar, aslında zulme
ve küfre, terör ve hukuka tecavüze destek olmaktadırlar.
Hak haksız yollarla değil, hukuki ve meşru yollarla
aranır.
-Mehmet
Metiner şöyle der: “Devlet kişisel maneviyat empoze edemez. Bizlere günah
işlemek özgürlüğü tanınmalıdır. Sâdece Allah’a hesap vermekle yükümlüyüz.
Cehennemin kapılarından içeri girmek yasaklanmamalıdır. “
Devletin
sorumluluğu nerede kalıyor?
Sorumluların
hakkını kim koruyacaktır?
Allah bir
yandan cehennemin kapılarını açık bırakırken, diğer yandan da oraya gidilmemesi
için hem hukuki ve hem de ceza-i yöntemleri uygular.
Oraya
gidilmemesi için peygamberler, kitaplar ve dinleri gönderir.
Müslümanlara
bir çok sorumluluklar yükler.
Bunu hem
dünyada verir ve hem de ahirette vereceğini söyler.
Adeta
kanalizasyonların dışarıya akıtılmasına müsaade etmenin bir özgürlük olarak
değerlendirilmesi gibi.Veya komşusunu rahatsız eden adamın, Her koyun kendi
bacağından asılır, denilip normal görülmesi gibi.
-Halk
TV’de Uğur Dündar moderatörlüğünde yayınlanan Halk
Arenası programına konuk olan Metin Akpınar skandal sözler sarf
etti.
Akpınar,
sözde demokrasi dersi verdiği programda “Demokrasiye ulaşamazsak her
faşizmin karşılaştığı gibi belki liderini ayağından asarlar, belki mahzenlerde
zehirlenerek ölür, belki başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir!”
ifadelerini kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan metin akpınar ve müjdat gezene cevabında, bunların sanatçı müsveddesi
olduğunu söyledi.
Erdoğan,
“Beni ipe götüreceklermiş, bunu sanatçı müsveddeleri yapacakmış, senin her
yerin sanatçı olsa ne yazar. Beni ipe götürecekmiş, senin haddine mi? Biz
şahadete inanmış insanlarımız: Biz bunların bedelini ödemeye hazırız. Bunlar
sanatçı müsveddesi. Bunun bedelini ödeyecekler” dedi.
Akpınarın
bu sözü özgürlük müdür.
Evet
elbette hayvan hayvanlığını yapacak ve insan insalığını ancak insanda
çobanlığını ve insanlığının gereğini yapacaktır…
Kıssa: Timur’un
imparatorluğunun sınırlarını olabildiğine genişlettiği dönemde, Hafız bir gazel
yazar.
Bu gazelin bir beytinde şöyle der:
“O
Şirazlı Türk (güzel) bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı kabul eylerse Onun
siyah benine Semerkand’ı de bağışlarız, Buhara’yı da”
“Eger ân
Turkî-i Şîrâzî be-dest âred dil-i mârâ
Be-hâl-e hindûyeş bahşem Semerkand û Buhârârâ”
Hikâye
edildiğine göre Timur Hafız’ın kenti Şiraz’ı fethedince şairi huzuruna getirtir
ve azarlar, Semerkand ve Buhara gibi gözbebeğimiz iki kentimizi bir
güzelin kara benine nasıl feda edersin be adam?
Hafız üzerindeki yırtık pırtık giysileri işaret eder ve şöyle cevaplar.
-Zaten vere vere bu hale düştüm sultanım!
Bu bir
özgürlük mü?
MEHMET ÖZÇELİK
24-12-2018
GÖBEKTEN KONTROL EDİLİYORUZ
GÖBEKTEN
KONTROL EDİLİYORUZ
Kur’an-ı
Kerim-de Yahudilerin yeryüzünde iki kere fesadından bahsedilir.[1]
“Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek
azılı düşman iken, kalbinde olana Allah’ı şahid tutan, işbaşına geçince,
yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar
vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.”[2]
Bu zamanda en büyük terör, gıda terörüdür.
Zira herkesi kapsar, harici olmaz.
Ahirzamanda gelecek olan yecüc ve mecüc, bütün terörleri
içerisinde barındıran terördür.
İlaç terörü, silah terörü, gıda terörü, ekonomik terör,
teknolojik terör.
-Süleymanın
yüzüğünün güç kaynağı olması, adeta enerji yüklü.
Biyoenerji
yüzüğü … Gıdanın verdiği enerji… Suyun güç ve enerjisi…
Suyu
ağızda bekleterek içmek adeta o enerjiyi massetmektir.
Telefonu
uzakta tutmanın gereği, onun vücudun enerjisini alması sebebiyledir.
Başta
zemzemin içindeki enerjinin gücü, içtiğimiz suların en az dört katıdır.
Mineralleri
yüksektir. Bazı terme suları da bu kabildendir.
-“Duygular
karında oluşur ve karında etkili olur.” Horst Ferdinand Herget.
“Bağırsaklar
ikincil beynimizdir, onsuz yaşam düşünülemez.”Horst Ferdinand Herget
Sindirim organımız 200 milyon sinir
hücresine ile
çevrilidir.
“Vücudumuzda toplamda 10 trilyon insan hücresi
varken bağırsağımızda 100 trilyon mikrop vardır. Bağırsaktaki floraya
ait eşsiz genleri insan hücreleri ile karşılaştırdığınızda, onların insan
vücudu içinde sinyal yolladığını ve sayıca da 150 kat daha fazla olduğunu
görürsünüz (insan genlerinde 3,3 milyon mikrop geni vardır).”[3]
Günlük
yaşanan stresi kompanse edebilmek için sağlıklı bir bağırsak florasına ihtiyaç
vardır.
Eğer
bağırsak florası bozuk ise oral probiotik almak gerekir.” [4]
“75
yılda 30 ton besin ve 50.000 litre sıvı bağırsaklardan geçmektedir ki bu da bağırsaklarımızın mükemmel
işleyişini göstermektedir.” [5]
“Bağırsaklarımız
100 trilyon sinir hücresinden
oluşur ki bu da omurga sisteminde bulunan tüm sinir hücrelerinin toplamından
daha fazladır.
Bağırsaktaki
hücre tipleri ve reseptörleri ise beyin hücrelerinin özelliklerini
taşımaktadır.” [6]
-İnsan
yediğidir.
Can
boğazdan girer ve boğazdan çıkar.
Sürekli
hayvan eti yiyen adeta hayvanlaşır.
Koyun ve
sığır eti bile mizacın farklılığında farklı yönden etkili olur.
-İnsan
alemden süzülmüş bir varlıktır.
Alemde ne
varsa, insanda da o vardır.
İnsan
alemin ve alemde bulunan maddi ve manevi özelliklerin hülasasıdır.
”İslâm
Tıbbı hakkında yazılan tüm büyük sistematik eserlerin girişinde şu öğretilerden
bahsedilir: Evren dört ana unsurdan meydana gelir. “Anasır-ı
Erbaa” olarak bilinen ve dört sır manasına gelen bu unsurlar su, toprak, ateş ve havadır. İnsan bedeninde bu
dört unsurun her birinin karşılığı olduğuna inanılır ve bunlara hılt adı
verilir. Hıltların karışımından müteşekkil insan bünyesine ise mizaç denmiştir.
Her bünyede bu karışımlar değişik oranlarda bulunduğundan, insanların mizaçları
da farklı farklıdır. Bir bünyede hangi mizaç hâkimse bünye onunla anılmıştır.
Safravi mizaç, sevdavi mizaç, demevi mizaç ve balgami mizaç gibi. Kan grupları
da dörttür. Fakat hiç kimse tek başına ve tamamen şu veya bu mizaçtan olmuyor.
Herkes, bu mizaçların belli oranda karışımından müteşekkil bir yapı arz ediyor.
Bu mizaçların belli orandaki bileşkelerine göre eski hekimler 64 çeşit temel
mizaç olduğunu ifade etmişlerdir.”[7]
Bazen
insanda ateş galib gelir. Aşk üzere gider, hem yanar ve hem de yakar.
Aklı
örtülüdür. Ateşin kontrolü altındadır.
Mecnun,
aklın kendisini terkettiği kimsedir.
Aşk
ise; aşıkın aklı terkettiği kimsedir.
-Cesaret
ve tersi olan korkaklık yine mizaçtaki hususiyetin galibiyeti iledir.
-Ecdâdımızın
heybeti ma’rûf-u cihândır.
Fıtrat
değişir sanma bu kan yine o kandır …
-40 günde bir insana arız olur şu 3 şey; İllet, Kıllet, Zillet…
Bunun temelinde de nimet…
-Hastalıkların çoğu çok yemektendir.
Yemek yememenin bir problemi varsa da, yemenin 99 problemi
olur.
-AZ YİYİREM HEKİME İŞİM DÜŞMEZ, DÜZ GİDİREM HAKİME İŞİM DÜŞMEZ.
Hastalıkların çoğu kanın tam devrini yapmaması, tıkanması,
hasiyet ve özelliğini kaybetmesidir.
Kansız insanların kansızlığı, ya mizaçlarından ya da kan
yapısının bozukluğundandır.
MEHMET
ÖZÇELİK
21-12-2018
[1]
İsra.4-7.
[2]
Bakara.204-205.
[3] DUYGUSAL BEYİN : BAĞIRSAK. Hüseyin Nazlıkul. Sh.20.
[4] Age.21.
[5] Age.26.
[6] Age.27.
[7] İslam Tıbbı adlı eserden. Ayrıca
bak. http://bedirhaber.com/ferhan-uysal-yazilari/karakterler-1-demevi-mizac-37266.html
İMAM HATİPLER ÜZERİNE ANKET
İMAM HATİPLER ÜZERİNE ANKET
VE SONUÇLARI
Kayseri Melikgazi Anadolu İmam Hatip Fen ve Sosyal Proje okulu olarak, okul yönetimiyle ortaklaşa; 2018 Yılı Aralık ayı içerisinde İmam Hatip Liselerinin genel olarak durumunu öğrenmek amacıyla Kayseri merkezde aşağıda belirtilen iki farklı lisede 9.10.11.12.Sınıflarda Toplam 1400 kadar öğrenci üzerinde yapmış olduğumuz anketin sonucudur:
1.Buraya
(Anadolu Meslek vb. Liselere ) gelirken
hiç İmam Hatip Lisesine gitmeyi düşündünüz mü?
2.Çevrenizde
İmam Hatipli arkadaşlarınız var mı ?
Varsa
İmam Hatipli gibi davranıyor mu ?
3.Lise
tercihi yapacak eş ve dostlarınıza İmam Hatip Lisesine gitmeyi önerir misiniz ?
4.Yeniden
tercih dönemine dönecek olsanız İmam Hatip Lisesine gitmeyi ister misiniz ?
5.İmam
Hatip’ten bir şey çıkmaz görüşüne katılıyor musunuz ?
6.Yeni
İmam Hatip neslinden ve ruhundan umutlu musunuz ?
7.İmam
Hatip tarihini hiç araştırdınız mı?
Araştırmadıysanız
araştırmak ister misiniz ?
8.İmam
Hatip Liselerine ayrı bir saygı duyuyor musunuz ?
9.Son
dönemdeki sıklaştırılan İmam Hatip Liselerinin açılması sizce gelecek vaad
ediyor mu ?
10.Size
hiç İmam Hatip’e gitmenizi öneren oldu mu?
EVET HAYIR
BÖLÜMÜ
KADİR
HAS ANADOLU LİSESİ
(1.)%10 EVET %90 HAYIR
(2.)%30 EVET %70 HAYIR
(3.)%5 EVET %95 HAYIR (4.)%25 EVET %75 HAYIR
(5.)%30 EVET %70 HAYIR
(6.)%20 EVET %80 HAYIR
(7.)%30 EVET %70 HAYIR
(8.)%75 EVET %25 HAYIR
(9.)%15 EVET %85 HAYIR
(10.)%60 EVET %40 HAYIR
OSMAN
ULUBAŞ ANADOLU LİSESİ:
(1.)%20 EVET %80 HAYIR
(2.)%50 EVET % 50 HAYIR
(3.)%25 EVET %75 HAYIR
(4.)%5 EVET %95 HAYIR
(5.)%15 EVET %85 HAYIR
(6.)%40 EVET %60 HAYIR
(7.)%40 EVET %60 HAYIR
(8.)%90 EVET %10 HAYIR
(9.)%30 EVET %70 HAYIR
(10.)%70 EVET %30 HAYIR
11. Toplumda İmam-Hatiplilerin görünüşü sizce nasıl?
ORTALAMA
CEVAP: Giyim bakımından olumsuz , karakter bakımından olumlu.
12. İmam-Hatipli kisilere güveniniz nedir?
ORTALAMA
CEVAP: %80 oranında güven var, %15 kısmen,
%5 güven yok.
13. İmam-Hatiplilerden beklentileriniz nelerdir?
ORTALAMA
CEVAP: %40 beklenti yok , %60 var.
Din
alanında güzel işler yapıp dine sahip çıkıp temsil edilmesini bekliyorlar
14. Sizce İmam-Hatipli olmak ayrıcalık mıdır? Yoksa sorumluluk mu
gerektirir?
ORTALAMA
CEVAP: %90 sorumluluk gerektirir , %10 ayrıcalıktır.
Ayrıcalık
diyenler dini temsil ettiğimiz için ayrıcalık diyorlar.
15. İmam-Hatip Liseleri özel günlerde toplanıyor ve program düzenliyor.
Bu
proğramlar ilginizi çekiyor mu?
ORTALAMA
CEVAP: %60 ilgisini çekiyor ,%10 ilgisini çekmiyor , %30’unun haberi yok.
Haberi
olmayanlar bilgilendirdikleri taktirde
ilgilerini çekebileceklerinin söylüyor.
16. İmam-Hatip Liselerine karşı ön yargılarınız nelerdir?
ORTALAMA
CEVAP: %90 ön yargısı yok , %10’u var.
Mesleki derslerin baskısından ön yargı oluşuyor.
17. İmam-Hatip Liselerine Fen Bölümlerinin açılmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
ORTALAMA
CEVAP: %95 olumlu , %5 olumsuz.
Bilim
yönünden olumlu olacağı düşünülüyor.
18. İmam-Hatip Liselerinin Meslek Derslerindeki yeterliliğj hakkında
düşünceleriniz
Nelerdir?
ORTALAMA
CEVAP: %80 derslerin fazlalığı ve zorluğu , %20 uygun ve yeterli olduğunu
düşünülüyor.
Anket
Yönetmeni: Mehmet ÖZÇELİK (Öğretmen)
ÖĞRENCİLER:
460.KADİR
ÖZMÜŞ
824.KADİR
ÇAKMAK
173.FATİH
AKÇIL
229.SAMET
DOYMUŞ
SELEFİ PERDESİ
SELEFİ
PERDESİ
Peygamber
Efendimiz zamanında sahabeler problemlerini ve sorularını direk Peygamberimize
soruyor; ya cevabını hemen alıyor veya Cenab-ı Hak – Yes’eluneke- ifadeleriyle
Peygamberimize sorulanlara direk Allah tarafından cevap veriliyordu.
Özellikle
3. Asırdan itibaren farklı dinlerden insanların islamiyete girmesiyle meydana
gelen bulanıklıklar sebebiyle; bir yandan islami ilimlerin ana kaynağı ve de
içtihat kapısı açılırken islami alanda farklılıklar ve farklı yollar ve
mezhepler çıkıyordu.
Bir
yandan bulanıklığı gidereyim darken, diğer yandan da bazı bulanıklıklar, diğer
adıyla itikad ve amelde batıl ve sapık mezheplerde ortaya çıkıyordu.
Selefilik
bu noktada asla ve temele bağlı kalmak amacıyla ve de iyi niyetle ortaya
çıkarken, zaman içerisinde bazı ifrat ve tefritler de baş gösteriyordu.
Ümmeti
kucaklamakta zorlanıyordu.
Geçmişten
günümüze doğru ise, siyaset arenasına çekilmesi, çehresinin değişmesiyle aynı
safiyetini koruyamamıştır.
Tıpkı
İngiliz siyasetine alet olan Suud devletinin Vehhabiliği tercih ederken, islamı
kısırlaştırmış, darlaştırmış, hareket alanını daraltırken, siyasetin ağırlığı
dinin ağırlığını hafifleştirmiştir.
Dinin
kişi veya devletler tarafından, doğru veya yanlış uygulamalar ve engellemeler
sonucunda ortaya çıkan farklı mezhep ve tarikatlar; bir yandan dinin
esnekliğini gösterirken, diğer yandan da bir ihtiyacın tezahürü olarak ortaya
çıkmıştır.
Mezhep-
tarikat- cemaat bunlar din olmayıp, dinin birer şubesidirler.
Tıpkı
Erciyes dağından Kayserinin mahallelerine farklı yerlerden ve borulardan
getirilen suyun aynı kaynaktan dağılımı gibi.
Yeter
ki; sular yolda, boruda, evlere gelen seyir içerisinde bulanmasın ve
bulandırılmasın.
Kaynak
aynıdır. Her mahalle suyunu erciyesten almaktadır.
-Ağacın
temeli ve kökü din ise; onun dalları, budakları cemaattır. Mezhepler, tarikatlar
müşteridir, ücretlidir. Bunlar dini temsil ederler ancak din değildirler. Din
ile eş değerde ve aynı noktada değerlendirilmez.
Ancak
bunlar dinden beslenirler.
Ana
kaynaktan çıkan su din ise, borular veya musluklar yoluyla evlere taşınan suda,
dinin yani suyun ana kaynağından beslenmektedir. Sadece problem olacak olan,
suyun bulandırılması, gerçek dışı olanların katıştırılması, kaynakların dar,
yersiz ve yetersiz olmasıdır.
Kendine
güvenen ve yeterli olduğuna inanan Hz. Musa gibi sondajını kendi oluştursun.
Bu
amaçla ortaya konulan dini meseleleri dinin dışına atmak ne kadar tehlikeli bir
durum ise, bunları da aynen din olarak kabul etmek de tehlikelidir.
Dinin
dört temel esası olan terazisinde tartmalıdır.
Kur’an-ı
Kerim başta olmak üzere; hadis gibi şer’i delillere aykırı olmamalıdır.
****************
Bir çok islam dışı şeyler Selefilik kılıfına
büründürülerek, islam diye sunulmaktadır.
Deaş terör örgütü de bunlardan biridir.
-15 Temmuzdan önce Gaziantep merkezli bir terör
oluşturulmakta idi.
Malatya buna her zaman hazır durumda idi. Adıyaman ise
selefilik ve terörle beraber götürülmeye çalışılmakta idi.
Bu konuda Apo özel ilgi duyuyordu. Ondandır ki bazılarına
özel sahip çıktı.
Daha önce de yazmıştım;[1]
İlyas ve İshak babalar fitnesini. Zira önceleri de denenmişti.
Bir yakın arkadaş, şimdi başkanı hapiste olan selefi bir
derneğe, bir arkadaşının oğlunun oraya gidip gitmemesi konusunda fikir danıştığını
bana sorunca ben, ben olsam oğlumu oraya gondermem, deyince, tamam anlaşıldı,
demişti.
Ortam kirli, destek büyük.
Türkiye Ortadoğuunn kalbidir.
Kalp durursa vücutta durur.
Ondandır ki bir yüz yılı daha şekillendirmek amacıyla
sürekli kalbe hücum edilmektedir.[2]
-Suudi
Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, itiraf dolu açıklamalarda
bulundu. Washington Post Gazetesi›nden Karen De Young’a konuşan Veliaht Prens
Selman, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin talebiyle komünizme karşı Vehhabiliği
yaymaya başladıklarını söyledi.
Selman,
Vehhabiliği yayma faaliyetlerinin finansmanının artık hükümet değil, Suudi
merkezli vakıflar tarafından sağlandığını sözlerine ekledi. Veliaht Prens, Ekim
ayında yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan, radikal düşünceleri derhal yok
ederek 1979 yılı öncesinde olduğu gibi ılımlı İslam’a ve normal yaşama dönecek”
demişti.”[3]
Yoksa
Salmanın başına örülen Cemal Kaşıkçı olayı Suudi Arabistanı normal yaşama
dönmekten engellemek için, devre dışı mı bırakıldı?
-İslam
dünyasındaki olumsuz çıkış ve özellikle bazı dini görüntülü yapıları başta
İngiltere olmak üzere, batı besliyor.
Tıpkı
bizde olduğu gibi…
-Tasavvuf karşıtlığıyla tanınan Mısır
kadısı Mehmed Efendi, Gülşeni’nin müridIeri
arasındaki zendekaya eğilimli kişiler
sebebiyle de olsa gerek İbrahim-i Gülşeni’nin zındık olduğu ve taraftarlarının
kestiklerinin yenmeyeceği, onlarla evlenilemeyeceği,
imamlıklarının kabul edilemeyeceğine
dair fetvalar vermiştir.[4]
-Nurettin
Topçu:”Topçu’nun
yakın arkadaşlarından Sırrı Tüzeer’in
onu tasavvuf çevreleriyle tanıştıran kişi olduğu anlaşılmaktadır. Tüzeer,
“Sırrı, çok
perişanım, hoca
da, papaz da adam aldatıyorlar.” diyen Topçu…
…“Kafamda
bir sürü problem var, fakat kimseye güvenemiyorum.” diyen arayış
içindeki Topçu…
…Topçu’nun
çıkardığı Hareket dergisi çevresinde yetişmiş ve
Türkiye’de tasavvuf
tarihi alanının
uzmanlarından Mustafa Kara da
“Topçu’nun mürşidi Abdüiaziz
Bekkine’dir.” diyerek Topçu-Bekkine ilişkisinin
tasavvufi bir bağlanma
olduğunu vurgulamıştır.
[5]
Sıkıntı
ise temiz alanların kirletilmesiyle, temiz yerler dahi kötü
değerlendirilmektedir.
-Selefilik
tekke ve medreselerde varlığını kolayca sürdürebilir.
-Zamanımızdaki
özellikle geniş gelişmeleri düşünecek olursak; geçmişte verilmeyen fetvalara,
şimdilerde ne diyeceğiz. Mesela;
-Bir zamanlar bir kişi değil bir cemaat; hoporlörle ezan
okunmasına ve mikrofon haram diyerek buna karşı çıkmıştı. Camiye gitmeye engel
görülmüştü.
Maalesef bu
fetvalarına kadar girmiş ve olumsuz fetva verilmiştir.[6]
Bu günkü dijital dünyaya ne diyecekler acaba?
Telefon, internet ve tablete engel olabiliyorlar mı?
Medeniyet dünyayı bir ev haline getirmiş ve ümmet o evin
odalarında oturmaktadır.
Dinin muhkem olmayan hususlarda katı hüküm beyan etmeyip
esnek bırakması, dinin yaşanılmaz değil, yaşanılır bir din olduğunu ortaya
koymak içindir.
-Ve
yine bazı gençlerin yapmış oldukları teknolojiyi kullanarak röportaj yapmaları,
bunları internet üzerinden yayınlamalarına karşı çıkanlara sormak lazım; sizin
ölçünüz nedir?
Neye
göre bunu tehdit ve tenkid ediyorsunuz? Kabiliyetiniz var mı bu konuda veya
anlarmısınız? Teknolojiyi bilir misiniz? Bu gençlerin hangi yanlışından dolayı
ve ölçünüz nedir?
Sizin
bu yaptığınız otomatikman şuna benzemiyorum mu?
100
sene önce hamalların kamyonların çıkışına karşı çıkması gibi.. İşimiz elden
gidiyor diye karşı çıkmalarına benziyor. Oysa tam tersine işleri azalmıyor,
daha çok nakliye olmasından dolayı işleri artıyor.
O
halde yanlışları ne ise onları tenkit etmeli. Tashihe ihtiyacı varsa tashih
edilmeli. Rehberlik yapılacaksa rehberlik yapmalıdır.
Yoksa
ucuz bir iş olarak tenkid edip, kabiliyeti olanları susturmak seviyelik değil,
tam tersine bir seviyesizliktir.
Sebeb
ve gerekçeleri ortaya konulmadan, yanlışları göstermeden, bana uygun değildir
denilirse o zaman sana; Sen kimsin? denilir. Senden delilleriyle gerekçeleri
istenir.
-İnternete
giriliyor, o alan tehlikelidir diyenler, böyle geniş alanı çakallara ve
tilkilere bıraktıklarının farkında değiller.
Hayatı
içtimaiyeden önce kendileri soyutlanmalıdır. Ve bu durum kendilerine olan
güvensizlikleridir.
Geniş
düşünmek, doğru düşünmek, isabetli düşünmek, zamana göre islami ölçü ve
düsturlarla düşünmek gerekir.
Bir
zamanlar belki hassasiyetten, iyi niyetten dolayı, ortamın tehlikeli olması,
baş örtüsünün yasaklanması gibi sıkıntılar az değildi.
O
gün eve alınmayan televizyon, bu gün çocukların cebine girmiş durumda.
Mesele
yasaklamaktan daha önemli ve öncelikli olanı alternatif üretmektir.
Bir
de kalkıp o alternatiflerin önünü tıkarcasına ucuz tenkitte bulunmamaktır.
İfrat
ve tefritten kaçınılmalıdır. İslamiyet vasattır.
Ne
şimdiki gibi hükümetin kadınları siyasete ve iş dünyasına çekmesindeki ifrat
gösterilmeli, ne de kadınları her yerden soyutlama yoluna gitmelidir.
Şöyle
ki; Din sadece erkeklere değil, kadınlara da gelmiştir.
Erkekler
kadar kadınlarda dinden ve dinin meselelerinden sorumludurlar.
Kendi
alanlarında hareket etmelidirler.
*****************
İnsanların hayat bulmak üzere gittiği bir ülke olan Mekkeden,
bir İslam ülkesi olan Yemen’e hayatı ortadan kaldırıcı bombalar gidiyor.
Ne kadar hazin değil mi?
-Suudi Arabistan’da Mekke-i Mükerreme ve başkent Riyad
olmak üzere çeşitli şehirlerinde hafta başından beri etkili olan şiddetli yağış
sonucu sel felaketi meydan geldi. EN AZ 14 ÖLÜ.[7]
Bunlar
tesadüfi değil, düşünülmesi lazım…
-“Ka’be’yi yıkacak olan o apışık, iri ayaklı,
koyu siyah Habeşli’yi Ka’be’nin (duvar) taşlarını
birer birer koparır hâlinde görür gibiyim.” buyurmuştur.
“Şüphesiz Kâ’be’nin
definesini, Habeşlilerden iki cılız bacaklı birisinden başkası
çıkarmayacaktır.”[8]
Başka rivayetlerin de delaleti ile anlaşılıyor ki, Ka’benin
Habeşliler tarafından yıkılması Hz. İsa (as)’ın inmesinden sonra olacaktır.[9]
Bu gün Suud ve başındakiler buna alet mi olmaktadırlar?
-Ebu Hureyre (Radıyellahu anhu) şöyle dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “İki gurup savaşmadıkça kıyamet
kopmaz. Aralarında büyük ölümler olur. Davaları birdir. Otuz taneye yakın
yalancı Deccallar gönderilmedikçe kıyamet kopmaz. Bunlardan herbiri, kendini
Allah’ın Resulu zanneder.”[10]
MEHMET
ÖZÇELİK
18-12-2018
[1]
http://www.tesbitler.com/2016/03/01/4544/
[2] https://www.gunebakisgazetesi.com/guncel-haberler/adiyamandan-ic-savas-cikartabilirler/
[3] https://www.yenisafak.com/dunya/vehhabiligi-abd-istedi-3191274
[4]
Bu fetvalara ilk defa Abdülbaki
Gölpınarlı. Melamilik ve Melamiler, (İstanbul
1992, s.86 not ) ile Mevlana’dan Sonra
Mevlevilik (istanbul 1983. s.323)’de değinmiştir. Ayrıca bunların yorumu
için bkz. Ocak, Zıııdıklar. 5.314,3
i5.
[5]
Bak. HAREKET
DERGiSi VE NURETTiN TOPÇU
[6] http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=4731
[7]
https://www.habervaktim.com/haber/554245/s-arabistanda-sel-felaketi-cok-sayida-olu-var.html
[8] Buhârî, Hac 49: Müslim, Fiten 57. 58, 59; Ahmet b. Hanbel V, 371.
[9]
https://sorularlaislamiyet.com/kabenin-kiyamete-yakin-habesli-bir-kole-tarafindan-yikilacagina-dair-hadis-var-midir
[10] Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten:
1.
MEDYA VE İHANET
MEDYA
VE İHANET
İhanet
her dönemde olmuştur ve de olacaktır. Bu bir vakıadır.
Ancak
bir asrı aşkın sürede yapılan ihanet yoğun ve etkili bir şekilde
sürdürülmüştür.
Bunun
başında da medya kullanılmıştır.
Bununda
en baskın hali Abdulhamid döneminde başlamış ve görülmüştür.
İşte
bu noktada tarihten kesitler;
-Abdulhamid dönemindeki gazeteler, bu dönemdeki
gazetelerden farklı değildi. Elbet kontrolü gerekti.
Gazeteler her zaman için kendilerini dördüncü kuvvet
saymışlar, istediklerini al aşağı etme aracı olarak kullanmışlardır.
Nitekim Abdulhamid döneminde gazetede çıkan bir
haberde; Bir at su deposuna düştü.
Arpalığını alan gazete ertesi günkü attığı manşette;
At su deposuna düştü ancak şişip
dağılmadan çıkarıldı.
Şimdilerde bizde olduğu gibi; Müftü keçi çaldı.
Oysa keçisi çalınan müftü idi.
Gazeteler darbelerin borazanlığını yaptı. Daha da
ileri giderek fuhşu yaydı, kaos oluşturdu.
Toplumun ahlakını ve inancını yıktı.
-Girit sorunu, Belgrat kalesinin verilmesi (Ali Suavi:
Muhbir), “Şark Meselesi” (NamıkKemal: Tasviri efkâr) vb. gibi konular
ele alınarak hükümetin eleştirilmesi sadrazam Ali Paşa’yı tedirgin etmiş ve
“Kararname-i Âli” (hükümet kararnamesi; sözlük anlamı: Yüce
kararname; alay anlamında:
Ali Paşa kararnamesi) diye anılan ünlü kararname yayınlanmıştır
(Mart 1867):
“İstanbul da çeşitli dillerde basılan gazetelerin bir kısmının bir süreden
beri memleketin
genel çıkarlarına aykırı birtakım zararlı düşünceler ve yalan haberler
yayınlamakta…,
bir çok uydurma ve yalanlarla zihinleri karıştırma, bunun sonucu olarak da
halk arasında çatışmaya yol açmakta ” oldukları gerekçesiyle çıkarılan bu
kararname ile:
“Asayişi ve düzeni korumak gerektiğinden, bu türlü gazete ve dergilerin
bütün devlete ve bütün millete dokunan zararlarının önlenmesi için, Basın
Nizamnamesi ‘nin hükümleri dışında olarak hükümetçe cezalandırma işlemine ve
önleyici tedbirler alınmasına karar verilmiştir.”[1]
–Abdülhamit
devrinde, 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi’ne hiç dokunulmamış, (Meclis-i
Mebusan’da yeni bir “Matbuat Nizamnamesi” hazırlanmışsa da, yürürlüğe
konmamıştır. [2]
-Abdülhamit,
sansür konusunda herhangi bir kanun; ya da nizamname yayınlatmamış, Kanün-i
Dahiliye Müdürlûğü’ne bağlı sansür kurulu 1890 yılma kadar birkaç memurla
çalışırken, kadrosu 1902’de 15,1905te 20,1908’de25 kişiye yükselmiş tir. (1
müdür, 5 muavin, 1 matbaalar müfettişi, 5 müfettiş, 1 Bulgarca-Sırpça, 1
Ermenice, 1 Rumca gazeteler müfettişi, 2 denetleme memuru, 3 tiyatro
müfettişi). [3]
Şu
olmamış değildir;-“ İstanbul’da
Hamidiye suları yeni akıtılmış, çeşmeler açılmış; “Servetifünun”
dergisinde yayınlanmak üzere, Dr. Besim Ömer Paşa, sular üzerine bir makale
yazmış; “çeşme başında bir ihtiyar adamın dua eylediğini gösterir artistik
bir renkli resim de makale ile birlikte basılacak”mış. Sansür memuru
Ebülmukbil Kemal Bey resmin yanma bir “soru” işareti koymuş.
Dergi
sahibi Ahmet İhsan (Tokgöz), bunu görünce şaşırmış, Kemal Beye bir tezkere
yazıp “sebebini” sormuş; şu karşı lığı almış (Mayıs 1906):
Çeşme resmi gerçekten pek güzel ve dua her Müslüman in
gözünde şüphesiz ki kutsaldır.
Lakin bugünlerde kötü düşünceliler o kadar çoğaldı ki,
bu güzel resmi Servetifünun da görür görmez (Hah! bunu bu biçimde burada
yayınlamak, alttan alta: “İşimiz duaya kaldı” demek olduğunu
anlatmaktır) anlamında saç malayacaklarını yakından bildiğimden…[4]
Abdulhamid döneminin en çok tenkid edenlerinden olan
Hüseyin Cahit Yalçın şöyle der:-“Abdülhamit döneminde gazetecilik iyice güç, tehlikeli
bir işti… İp üzerinde cambazlık belki bu kadar ustalık gerektirmezdi.[5]
-Medya
olayları abartarak veya çarpıtarak toplumun tepkisini arttırarak huzursuzluğu
arttırmakta, bir çok darbelerin alt yapısını da medya oluşturmaktadır.
Algılar
ile toplum ehli tahkik olmadığından sürekli yanıltmakta, nefret toplumu haline
getirmektedir.
-Bu
gün sosyal medya kişinin kendisini ifade etmesinden çıktı izhar etmesine, ifşa
etmesine, itiraf etmesine hatta yakınlarının hallerini ortaya koymasına kadar
gitti.
-Özellikle
bir asrı aşan süre içerisinde Ermeniler bu ihanetlere alet olmuşlar, ihanetlerini
bu günde Pkk ile sürdürmektedir.
-Ermenilerin kendilerine mahsus ne dilleri ne de dinleri
vardı. İnançları, bir parçasını teşkil ettikleri Frinklerinki gibiydi.
Sonraları yayıldıkları yerlerdeki halkın veya istilacıların dili ne ise ona
uyarlardı. Hristiyanlık ermenistana girdiği zaman Ermenilerin yazısı rumcaydı.
Ermeniler yıldızlara tapmayı hititlerden, ateşe tapmayı
azerilerden, puta tapmayı da romalılardan öğrenmişlerdi. Hristiyanlığı
bizanlılardan, İslamlığı da araplardan aldılar. Fakat sonra islamlıktan
ayrılarak hristiyan oldular. Miladın IV. Yüzyılına kadar İncil bile rumca
yazılır ve okunurdu. Ermenilerin ilk para bastırmaları da Küçük ermenistanda mö
170, büyük ermenistan da 190 olup yazılar rumcaydı.”[6]
-“Meşhur kutup kaşifi Nansen de,Cemiyet-i Akvam murahhas
üyesi olarak bir heyetle,1926’da, Ermenistan’ı dolaştıktan sonra, yazdığı
eserin sonunda şu sözleri söylemek zorunda kalacaktır;
‘Avrupa politikasına karıştırılan Ermeni halkına yazık
oldu. Bir Avrupalı diplomatı tarafından adının hiç ağza alınmaması kendisi için
daha hayırlı olurdu.”
Ama Avrupalı diplomatlar Ermenileri dillerine dolayacak ve
bu da, Ermeniler için hiç de hayırlı olmayacaktır.’[7]
-”16 Mart günü sabahı, uyanır uyanmaz, ilk işimiz
bermutat gazeteleri aramak oldu. Fakat, o sabah gazeteler gelmedi. Sebebini
soruştururken, İngilizlerin âni bir baskınla Şehzadebaşı karakolundan itibaren,
şehri yer yer işgal ettiklerini haber aldık. Biraz sonra da, İngilizlerin benim
Beyoğlu’nda oturduğum apatmanı basmış ve beni orada bulamayınca, nerede
bulunabileceğimi tahkike koyulmuş olduklarını öğrendik. Bu durumda, sokağa
çıkarken de ihtiyatlı bulunmak gerekiyorndu. Apartmanda kapanıp kalamazdım.
İngilizlerin, bulunduğum yeri kolayca keşfedemiyeceklerini de düşünerek, Hâşim
Beyin apartmanından çıkıp, arka yolları takiple, doğru Mebusan Meclisine gitmek
üzere idim ki, Kâzım Paşa (Orbay) ile Miralay Seyfi Bey ziyaretime geldi. Her
ikiside, sevip saydığım dostlarımdı.Teessür ve heyecan içinde idiler.
Böyle ânî gelişlerinin sebebini merak ederken, (hemen Ankara’ya gitmek)
istediklerini söylediler. O günlerde, hele İngilizlerce mimlenmiş güzide
şahsiyetlerin İstanbul’dan, Anadolu’ya geçmeleri ancak gizli yollardan mümkün
olabiliyordu. Bizce hazırlanıp tesbit edilmiş en emin yolun mebdei:
Vaniköy’deki tekke idi. ( Bu tekkenin M
illî Harekete canla başla bağlı bir şeyhi vardı.)
Gizlice bu tekkeye gidenler, oradan hükümetin kendisinden katiyen
şüphelenmemesi için, Maltepe Endaht Mektebi Kumandanlığı vazifesini de almış ve
bilâhere İstanbul Mebusu olan- Enver Paşa’nın da askeri yaveri- Yenibahçeli Şükrü
Bey (Oğuz) tarafından alınıp Maltepe’den itibaren arka yollardan içerilere
gönderiliyorlardı.
…Giderken yollarda, sağda, solda, cihana hükmedermiş
gibi mağrur, dimdik duran süngülü düşman askerlerini gördükçe, yüreğimiz
sızlıyarak, sesimiz kısılmışçasına, susuyorduk. Fakat itiraf ederim ki, maruz
kaldığımız felâketin büyüklüğünü açıkça gösterin bu manzara karşısında, ne
benim, ne de yanımdaki arkadaşlarımın, bugünlerin de geçerek yurdun ve milletin
kurtulduğu güne kavuşulacağı hakkındaki iman ve ümidimiz kat’iyen sarsılmış
değildi. İngilizler, şimdi kuvvetlerine güvenerek herşeyi yapabilirlerdi, fakat
hiç bir zulmün devam etmesine imkân olmadığı gibi, bunun
da, Allah’a ve yurtseverliğinden emin olduğumuz millete güvenimiz bâki
kaldıkça, sonu geleceğine inanıyorduk. İşte bu duygularla mütehassis olarak
Saraya vardık ve derhal huzura kabul olunduk.[8]
MEHMET ÖZÇELİK
16-12-2018
[1] Bk. Belgeler III. ABDÜLHAMÎT DEVRİNDE
SANSÜR I – Cevdet Kudret. Sh.4-5-
[2] Ag.e-sh.9.
[3] Sh.45-46.
[4] Ahmet İhsan, Matbuat Hatıralarım,
c. 1,1930,s. 150) Sh.57-58.
[5] Hüseyin Cahit Yalçın, Edebiyat Anıları, 2.
bas., s. 102).Sh.54.
[6] Kazım Karabekir.Ermeni dosyası.sh.69.
[7] Age.26.
[8] Cehennem değirmeni.Rauf
Orbay.Siyasi hatıralarım.2. sh.32-33.
FETÖ BAŞARILI OLSAYDI NE OLURDU
FETÖ BAŞARILI OLSAYDI NE OLURDU
Pâre
Pâre Paralanan Pâreli ve Paralı Paralel Yapı
Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı İsmail Hakkı Pekin, Fetullah Gülen’in 1959’daÖzel Harp Dairesi için görevlendirildiğini açıkladı.
-12
Eylül 1980 Evren darbesinden sonra tutuklanan Fetullah’ın nasıl serbest
bırakıldığını da Milliyet gazetesinden Tunca Bengin’e şöyle anlatıyor:
“Fetullah Gülen’i bıraktırmak için önce Deniz Kuvvetleri Komutanı arıyor,
sonra Kara Kuvvetleri Komutanı telefon ediyor. En son Kenan Paşa’nın
telefonundan sonra serbest bırakılıyor…”[1]
-Fetöyü
ordu koruyup besledi.
Darbeleri
yapan Atatürkçü zihniyet bazen solcuları kullandığı gibi, fetöyü de bu amaçla
kullanmıştır.
Toplumla
bir türlü barışmayan bu zihniyet, mesafesini korumuş, cemaatlere cephe almış,
maalesef anlamaya gitmemiştir.
Bu
durum gün be gün azalsa da, o fertler bitmemiştir.
Fetönün
ordudan nisbeten temizlenmesi ile dizginini eline alan ordu, gerçek vazifesi
olan hariçte mücadelesine başlamış oldu.
O
zihniyet ise, hep orduya pranga vuruyor ve iç düşman oluşturarak kendi halkına
saldırıyordu.
Şimdiye
kadar dizgini kendi elinde olmayan ordu, bu gün engellemelerle beraber
dizginini ele almıştır.
“Gariptir,
hem çok gariptir: Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur’ân’ın elinde
şeref-şiar, bârika-âsâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü,
muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeye çalışır! Fakat
muvaffak olmaz, geri çekilir. Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor
diye rivayetlerden anlaşılıyor. “[2]
–Manisa‘da,
1982 yılında Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken askeriyeden atılan Abdullah Saka, darbe dönemi
ardından, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY) mensuplarının harp okulu
içerisinde nasıl örgütlendiklerini ve askerlere yaptıkları eziyetleri anlattı. TSK
içerisinde hala daha 15 bin FETÖ’cü subay olduğunu öne süren Saka, ‘Biz
kendimizi kime emanet ettik?’ diye sordu.
Abdullah
Saka, “Ayakkabında niye toz var, diye sorup, 3 gün oda cezası
veriyorlardı. Cemaatçi subaylar, kendinden yana olmayan kişileri ‘istifa etsin’
ya da ‘okuldan atılsın’ diye mobbinge maruz bıraktılar.” dedi.[3]
Bu
örgüt en çok ordu ve hukuka hakim olmuştur. Mesela;
“Türkiye’deki
hakimlerin verdiği 100 karardan 62’si yanlış
Yargıtay’a
giden 100 davanın 62’sinde yerel mahkemenin verdiği karar değişiyor.”[4]
-Pkk içte yani fetönün çatısı altında az yoğunluklu bir çatışmayı
sürekli devam edip destekledi.
Ne olsun ne de ölsün.
Fetö bitince pkk da bitme noktasına geldi.
Pkk yı gizliden destekleyen abd, bundan sonra açıktan açığa
destekler oldu.
-El konulan uyuşturucuları satıp parasını FETÖ’ye
aktarıyordu.
Ankara’daki adli emanetten uyuşturucu çalarak sokaklarda
sattırdığı iddiasıyla 2 yıl önce 25 yıl hapis cezası alan firari eski CAT
görevlisi Kudret T., İstanbul polisi tarafından Üsküdar’da yakalandı.
Uyuşturucu parasını FETÖ’ye aktardığı tespit edilen zanlının üst aramasında
örgüt şifresi olan 1 Dolar çıktı. Kudret T.’nin Cumhurbaşkanlığı’nda görev
yaptığı sırada komiserlik sınavını kazandığı fakat örgütün “yerinde
kal” talimatı gereği komiserliğe geçmediği ortaya çıktı.[5]
-FETÖ elebaşının Türkiye’deki militanlarına verdiği
Yunanistan’a kaçma talimatı MİT’e takıldı. FETÖ’nün militanlarına “Meriç
kenarına gidin. ‘Gülenist’ parolasıyla Yunan polisine 3 bin euro verin”
talimatını ilettiği tespit edildi.[6]
-Ölmüş olan fetö diri tutulmaya, diriltilmeye ve tarihe mal
edilmeye çalışılıyor.
***************
Ergenekon
ne oldu?
Şimdiye
kadar Ergenekon zihniyetinin yaptığı darbeleri, bu sefer Ergenekonun sağ koluna
yaptırılan 15 Temmuzdan sonra, eski darbeci ve Ergenekon zihniyetine ne oldu?
Darbeler
bitti mi?
Dikkat
gerekir.
Şimdilik
toplumsal memnuniyetsizlikler, patates, soğanla başlayan sıkıntılar, hala
kaşınan bir yaranın ve yararlananın olduğunu gösteriyor.
Canını
veren bu millet, malına gelince fırsatları kolluyor.
Bu
tavrının yeni bir 15 Temmuza zemin hazırlamasını umursamaksızın, olursa yeni
bir fedakarlık yaparız diyor.
Bir
yerlerde bir bozukluk olduğu gerçek…
Ortadoğuyu
şekillendirme hesapları olanlar, bu şekillendirmeyi bitirmiş değil, o halde
oyun devam ediyor demektir.
Tehlike
bitmiş değildir.
Oyun
da bitmiş değil.
Ergenekon
davalarında bazı fetonun yanlışları var diye, hepsi masum demek değildir.
-Neden oyuncuların oyunlarını oynamalarını engellemek için,
oyun alanları kapatılmıyor?
Neden darbecilerin darbe yapmalarını meşru halde getirecek
gayrı meşru yollar kapanmıyor?
Neden Atatürkü koruma kanunu bahanesiyle harcamaya
gidenlerin harcamalarının engellenmesine gidilmiyor?
Neden köklü çözümlerle meseleler çözülmeyip, geçici
pansuman yöntemleriyle gözler boyanıyor?
Toplum kandırılıyor ve uyutuluyor mu?
********************
Dikkat çeken detay… FETÖ’nün ‘kedicik’ imamları!
Adnan Oktar soruşturmasında örgüt üyelerinin telefonlarını mercek
altına alan polis, kediciklerin irtibatlı olduğu FETÖ imamlarını ortaya çıkardı.
ÜST DÜZEYLERLE İLETİŞİM
Liste haline getirilen abone bilgilerinden FETÖ’nün üst düzey
isimleri arasında yer alan firari Osman Karakuş, firari Mehmet Hanefi
Sözen, firari Reşit Haylamaz tutuklu İlhan İşbilen, eski Fatih Üniversitesi
Rektörü firari Şerif Ali Tekalan, örgütün kasalarından tutuklu Ali Çelik,
Gülen’in avukatlarından tutuklu Abdulkadir Aksoy, kapatılan Zaman Gazetesi’nin
eski imtityaz sahibi tutuklu Aleaddin Kaya, firari Önder Aytaç’ın Oktar grubuna
mensup şahıslarla irtibatlı oldukları tespit edildi.
Oktar yapılanmasında yer alan Aslıhan Hantal, 2014 yıllarında İlhan İşbilen ve
Aleaddin Kaya ile Fatma Ceyda Ertüzün, Şerif Ali Tekalan, Abdulkadir Aksoy ve
Osman Karakuş ile irtibatlı oldukları, Özdemir Uygur isimli şüphelinin
FETÖ’den Ali Çelik ile iletişim halinde oldukları belirlendi.
Oktar grubuna mensup şüphelilerin yanı sıra şüphelilerin
ailelerinin de FETÖ üyeleri ile iletişim halinde oldukları görüldü. Grubun
mensuplarından Mert Sucu’nun kardeşi Mehmet Sucu ve babası Bekir Sucu’nun
Albulkadir Aksoy ile, şüpheli Murat Terkoğlu’nun annesi Halime Terkoğlu’nun
Harun Tokak ile, Fatih Mehmet Doğan’ın kardeşi Metin Doğan’ın Mehmet Hanefi
Sözen ile görüştükleri tespit edildi.”[7]
Devlet akıllı hareket ederek, kaos oluşturmaya çalışanların
bahanelerinin önünü kapayarak, Fetö bahanesiyle yaftalananların içinde suçsuz
isnadda bulunanların karar sonuçları hala belirsizliğini sürdürürken bu
insanların tehdit haline getirilmelerinin önüne geçerek, millet arkasına alıp
hatta garip gelse bile trafik cezalarıyla bile memnuniyetsizler grubu
oluşturarak saldırıların önüne geçilmelidir.
Devlet bağırsaklarını masumların hukukunu gözeterek, devleti
cemaatlara karşı yapılan tahriklere gelmeden temizlemelidir.
Bir asırlık kirletme ve kirlenmelerden arınmalıdır.
Bir tesbitte;” “Ülkemizdeki, örümcek ağını destekleyen CIA,
MOSSAD, MI6, BND, SAVAMA gibi örgütlerin istihbarat ağları ortaya
çıkarılmadıkça, yabancıların içerdeki ortaklarının girişimleri
engellenemeyeceğinden bu konudaki araştırma ve değerlendirme görevi de artık
ertelenemez? “
“ABD ve Soros’un parasal destek sağladığı sivil toplum
kuruluşlarının maskelerini iş işten geçmeden düşürmek, bence en önemli görev…”[8]
MEHMET ÖZÇELİK
16-12-2018
[1] http://www.pressmedya.com/yazar/salih-tuna/5231/buyuk-kandirmacaya-son-veren-kim
[2] Şualar. 515.
[3] https://www.haberler.com/12-eylul-magdurundan-sok-iddia-orduda-15-bin-feto-8642469-haberi/
[4] http://www.adaletbiz.com/m/gundem/turkiye-deki-hakimlerin-verdigi-100-karardan-62-si-yanlis-h21971.html
[5] https://www.yenisafak.com/gundem/el-konulan-uyusturuculari-satip-parasini-fetoye-aktariyordu-3402990
[6] https://www.habervaktim.com/haber/554242/alcak-talimat-mite-takildi.html
[7] http://www.haber7.com/guncel/haber/2766621-dikkat-ceken-detay-fetonun-kedicik-imamlari
BİRBİRİNİ TAMAMLAYAN İNSAN VE CENNET
BİRBİRİNİ TAMAMLAYAN İNSAN VE CENNET
ANDROİD SİSTEMLİ
İnsan ve Cennet uyumu; her ikisinin de Android sistemli olmasındandır.
Yani birbirlerine mütenasib olarak sonsuza dek güncellenme özelliğine sahip oluşundandır.
Her insan ve bulunduğu cennet, insanın duygularının inbisatı nisbetince güncellenecek, büyüyüp gelişecek, layık olduğu makamda büyüme gösterecektir.
Tıpkı gerek bilgisayarlarda ve gerekse de cep telefonlarında işletim sisteminin gücüne göre, reminin büyüklüğüne göre gelişim ve değişim göstermesi gibi…
Büyüklükleri nisbetinde veya proğramlarının yüklü ve fazlalığı ölçüsünde güncellenme olacaktır.
Her ikisi de birbirine uyumlu ve de uygun olarak yaratılmıştır. Çünkü ikisi de adeta Android sistemi üzerine donatılmıştır.
İnsan donanımlı, proğramlı, kaliteli, kapasiteli, sureti, görünümü, hüsnü takvimde, programlı, özellikle kapsamlı olarak yaratılmıştır.
Sürekli güncellenmektedir.
Marifetullah- Muhabbetullah- Rü’yetullah- İlim gibi hakikatlar bu çerçevede gelişecektir.
Cennet ebedidir.
İnsan ebede namzettir.
Gülle bülbül beraberliği gibi…
İki ebedi dost, Zatı ve Esmasıyla ezeli ve ebedi olan Allah ile beraber sonsuza dek varlıklarını sürdüreceklerdir.
Aradaki fark hiç bir zaman için de kapanmayacaktır.
Dünyada amel cihetiyle eken, duyguları cihetiyle ekilen bu insanlar; aldıkları sonuç, bu dünyadan mezun oldukları puan üzerinden güncellenmelerini ve gelişmelerini sürdürecek ve de göstereceklerdir.
-Aynı durum cehennem için de geçerlidir.
O da layığını bulacağından dolayı, onunla uyumlu olarak uyumluluğunu sonsuza dek sürdürecektir.
Sobaya münasip odun ve kömür, kanalizasyona münasib faresi arasındaki münasebet gibidir.
Cennet ve cehennemin ehilleriyle adaletli olarak adeta kol kola varlıklarını sürdürmeleri, gelişip güncellenmeleri dünya imtihanının bir sonucu ve ürünüdür.
Haşa sümme haşa, elbette Allah zulmetmez.
Hiç bir kimseye ve varlığa haksızlık etmez.
O’nun Hak ismi her hak sahibine hakkını hakkıyla vermek istemeyi gerektirir.
Şimdiye kadar verilenler ne kadar hak ve adaletin neticesi ise, bundan sonra verilecek olanlar da bu Hak isminin bir tezahürü olarak devam edecektir.
MEHMET ÖZÇELİK
13-12-2018
İKİ EKİN YERİ
İKİ EKİN YERİ
Allah iki Ekin yeri yaratmıştır.
Bunlardan birisi kalp, diğeri ise topraktır.
Toprağa ekilen maddi tohum vardır.
Kalbe ekilen ise muhabbettir.
Toprağa ekilen habbe ekilen habbe ile, kalbe ekilen muhabbet kök olarak aynı yere dayanır.
Muhabbet habbenin manevi, habbe ise muhabbetin maddi halidir.
-Kul olmak için yanmak ve kül olmak gerekir.
Habbe toprağın kalbinde eriyip çürür, kendini habbesine feda eder.
Bir ölür bin dirilir.
Binlerin doğumunu bir habbe yoklukla ve yoklukta var olur, varlık bulur.
Duygular da kalb tarlasının muhabbet toprağında fani olursa, bakileşir, varlığını nesiller boyu devam ettirir.
-İnsanın yaratılmasına verilen kararın gerekçesi bilgi sahibi olmasıdır.
Bilgiyi akıl tarlasına eken insanlar, kalp toprağında yeşertmektedirler.
İslamiyet suyu ile sulayıp solmasını engellerken, iman güneşiyle de varlığını devam ettirmektedirler.
-İnsan bu dünyaya hem ekmeye ve hem de ekilmeye gelmiştir.
Hadiste; Dünya ahiretin tarlasıdır, ifadesiyle insan bu dünyada ne ekerse, ahirette de elbette onu biçer.
Duygularıyla da bu dünyada ekilen insanlar, duygularının açılımı ve açılmasıyla da ahirette o nisbette yararlanırlar.
Ahirette gelişim ve büyüme, bu dünyadaki duyguların açılımı nisbetiyledir.
O aradaki fark ebediyyen kapanmayacaktır.
Cenab-ı Hakkın isimlerinin en çok tecelli ettiği yer topraktır.
Cenab-ı Hakkın Hadis-i Kudsi de; -Ben yere ve göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.- dediği külli mana, kalpde tecelli etmektedir.
İkisi de kibri değil, tevazuyu simgelemektedir.
Görünmeyen ve pek bilinmeyen ancak çok hakikatları izhar eden iki cevher.
Kalp Allaha bakarken, toprak kainata bakmaktadır.
Toprak kainattaki lafızları sünbül verirken, kalp mana mahsulatını netice vermektedir.
Adeta kainata insan kalbinden rasad etmekte, gözetip gözetleyerek, müşahede ve temaşa etmektedir.
-Sadık Yâr.
Toprak en iyi yâr.
Kara topraktır benim güzel yârim.
Allah yâr, ğayrı bâr, bu dünya dar, ukba ise dâr-ı karar.
-Cem Karaca- nın , Allah Yar şiirinde;
Dervişanız hak dost deriz
Dervişanız dervişan
Allah yar yar
Bu can emanet bu bedene
Sonunda sararlar kefene
Allah yar yar
Yol bir akıl bir
Bak da görebil
Sev korkma sakın
Rab sana yakın
Allah yar yar
Üç var yedi var
Oniki var kırk var
Altı bin altıyüzaltmışaltı inen var
Allah yar yar…
–Aşık Veysel, uzunca şiirinden bir cümle olarak;
KARA TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım.
Benim sâdık yârim kara topraktır.
Beyhude dolandım boşa yoruldum.
Benim sâdık yârim kara topraktır.
MEHMET ÖZÇELİK
12-12-2018
TARİHTEN KESİTLER
TARİHTEN KESİTLER
Fuzuli her ne kadar;
İlm kesbiyle paye-i rif’at
Arzı-yı muhal imiş ancak
Aşk imiş her ne var alemde
İlm bir kıyl-ü kal imiş ancak
-İbrahim Hakkı Erzurumlu Hazretleri de:
Cihan bâğında ey âkıl, budur makbûl-i ins ü cin,
Ne kimse senden incinsin, ne sen bir kimseden incin!
-Âşık der inci tenden
İncinme incitenden
Kemalde noksan imiş
İncinen incitenden… (Alvarlı Efe M. Lutfî Hz.)
-Bir zerre demekse şu semâvâta göre arz
Nisbetle beşer etmelidir kendini yok farz
–Güçlü pek büyük bir imparatorluk ancak bir pegamber ya da bir vaizin açıkladığı din üzerine kurulabilir. İbn-i Haldun
-(Muaviye’nin özel katibi bir Hıristiyandır). [1]
-Abbasilerden Osmanlıya batının sürekli en çok dikkatini çeken ve de bazen su-i istimallere kadar varan harem konusunda Andre şu ifadeyi kullanır:
“Halifenin eşleri ve ailesi haremde yaşardı. Harun’un hareminde iki yüz kadın olduğu, bunlardan yirmi kadarının ona çocuk verdikleri söylenir. Elli yıl kadar sonra tahta oturan Mütevekkil’in hareminde 12 000 kadın olduğu göz önüne alınırsa, neden olmasın? Batı dış gücünü uzun süredir meşgul eden sarayın harem bölümü, sıkça yazılanların aksine, hiç de sanıldığı gibi bir sefahat merkezi değildir. Halife eşleri ve halifeye çocuk veren cariyeler haremde özel daire sahibi olurlardı. Diğer cariyeler ve hizmetli kadınlar, kadınlar ve hadımlar tarafından örgütlenip yönetilen bu kapalı dünyada yaşarlardı.
Harem kadınlarının çoğu pazardan satın alınmakla birlikte, bazen de halifeden bir lütf dileyen eşraf, ya da bir aile üyesi tarafından halifeye armağan edilirdi. Harun döneminde Arap, Türk, Kafkas ve Yunan asıllı çok değişik milletlerden gelmiş kadınlara rastlanmaktaydı. Bu kadınların çoğu Araplar ile Bizans arasında bitmek tükenmek bilmez savaş ve talanlarda ele geçirilmişlerdi.” [2]
-Bu kadınlar sarayda hizmet eden kişilerdi. Tıpkı şu anda cumhurbaşkanlığı köşkünde bulunan tüm kadınlar Cumhurbaşkanının eşi olmadığı gibi.
Elbette köle gibi cariye hukuku da islamda vardır.
Su-i istimaller varsa, bu hata şahıslara aittir.
-Müslüman dünyası, VII yüzyıldan XI yüzyıla kadar Batı üzerine olduğu kadar, Doğu üzerinde de yadsınamaz bir üstünlük kurmuştur. M. Lombard
-OSMAN GAZİ
Matlabımız din-i Hüda’dır bizim
Mesleğimiz rah-ı Hüda’dır bizim
Yoksa, kuru mihnet ve kavga değil
Şafa-ı cihan olmağı dava değil
-Osman Gazi on dokuz yaşında iken şeyhi Edebali’nin kızı Malhun Hatunla evlendi, nikahlarını Edebali’nin müritlerinden Turgut kıydı.
Artık fırsat ve nusret senindir
Hidayet menzili nimet senindir
Sana verildi taht düşmesin baht
Ezeli ta ebed devlet senindir
Yansın çerağların alem içinde
Döşene sofalar davet senindir
İki cihanda hayırla anılmak
Nesep ve nesil ile burhan senindir
Çocukken erdi sana baht-ı devlet
Cihanda olan devran senindir
Süleyman zamanının menbağısın
Hem inse hem cinne ferman senindir.[3]
-Şeyhi Edebali, bey olduğu gün kendisine, tarihe geçen şu çarpıcı nasihatleri yaptı:
“Ey oğul!
Beysin … Bundan sonra öfke bize; uysallık sana…
Güceniklik bize; katlanmak sana…
Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana…
Geçimsizlikler bize, çatışmalar bize, anlaşmazlıklar bize; adalet sana…
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana…
Ey oğul!
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana…
Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…
Ey oğul sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.
Ey oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allahu Teala yardımcın olsun…”
-ORHAN GAZİ
Ey bağlarımın tatlı meyvesi olan Oğul! Saltanatına mağrur olma. Unutma ki dünya, Hazret–i Süleyman’a kalmamıştır. Unutma ki dünya saltanatı geçicidir.
Lakin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın şefatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir! Dünyaya ahiret ölçüsüyle bakarsan; ebedi saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin.
-Yahya Kemal Beyatlı “İstanbul’u fetheden yeniçeriye” şöyle sesleniyordu:
Vur Pençe-i Âlî`deki şemşîr aşkına
Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü`l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm`un, eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk`ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına
-YILDIRIM BAYEZİD HAN:” Ben Allahu Tealanın dinini yaymak ve O’nun rızasına kavuşmak için dünyaya gelmişim.”
Çeşitli oyunlarını gördün zamanın,
Ne sevincin sürdüğünü ne de tasanın
Nice kasırlar yaptırmış beyler orada,
Şimdi ne beyin adı var ne de sarayın.
-Şair Baki’nin ifdesiyle;
Minnet Huda’ya devlet-i dünya fena bulur
Baki kalur sahife-i alemde adımız.
-Ebussuud Efendi’nin şiirlerinden biridir.
Ya Rahıme’l-halaik aslıh ümurana
Ya rabbena bi-fadlik temmim kusurana
Kaldı miyan-ı zulmet-i gaflette kalbimiz
Min dav’i nur-i zikrik nevvir sudurana!
Şal dem ki, hake sala bizi sarsar-ı ecel,
İc’l mine’l-cinani riyadan kuburana!
-1. Selim Han:
Bir köprüdür bu cihan kim gelüp geçer
Bi’l-emni ves’-selameti ic’al ‘uburand!
Ruz-i cezada cem’ ola emrin ile halk
Yessir lena bi-ehl-i ne’imin hudurand!
(Ey bütün yaratıkları esirgeyen Allahım! İşlerimizi düzelt.
Ey Rabbimiz! Kusur ve eksiklerimizi lütfunla tamamla! Kalbimiz kaldı gaflet karanlığında,
Seni anmanın nurunun ışığıyla gönüllerimizi aydınlat! Bizi ecel rüzgarı toprağa saldığı zaman,
Kabirlerimizi cennet bahçelerinden bir bahçe eyle! Bu cihan bir köprüdür herkes gelip geçer, ya Rab ! Geçişimizi selamet ve emniyetli kıl!
Bütün insanlar emrinle Kıyamet günü toplandığında cennet ehli ile beraber olmayı bize nasib eyle!)[4]
-111 . MURAD HAN:
Gönül levhine yazdum bir nice söz
Birini almak içün vir nice yüz
Dilersen niki kalbi taş olma
Vefsuzla sakın yoldaş olma
Sakın raz açmagıl na-ehl olana
Eyü gözle bakma ad-u sana
Sakıngıl talib olma mal-u caha
Nice cah ehli gördüm düşdi çaha
Açıklaması:
Gönül levhasına pek çok söz yazdım.
Birini almak için çok yüz ver.
İyi olmak dilersen taş kalpli olma ve sakın
vefasızla yola çıkma.
Ehil olmayana sakın sır verme.
Ad ve sana bel bağlama, iyi gözle bakma.
Sakın mal ve mevkiye talip olma, nice böyle kimseler gördüm ki mal ve mevki hırsı onları kuyuya düşürmüştü.
-III . MEHMED HAN
İmtisal-i cahid-u fillah olubdur niyyetüm
Din-i İslam’un mücerred gayretidür gayretüm
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm
Enbiya vü evliyaya istinadum var benüm
Lutf-ı Hak’dandur heman ümmid-i feth ü nusretüm
Nef-ü mal ile n’ola kılsam cihanda ictihad
Hamdülillah var gazaya sad hezaran rağbetüm
Ey Mehemmed mu’cizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umaram galib ola a’da-yı dine devletüm
-”Sultan Murad’ın çocuklarından sağ olarak yirmi yedi kız ve yirmi oğlan kalmıştı. Tahta çıkan III. Mehmed, yirmi erkek kardeşin en büyüğü idi. Tahta çıktığı zaman “Nizam-ı alem” kanunu gereğince on dokuz kardeşi odalarında boğduruldu. Ertesi gün cenazelerin saraydan çıkışı, görenler tarafından büyük bir üzüntüyle karşılandı.
Bu durum belki de çok fzla geçmeden üç yüz yıldır tahta geçmek üzere kullanılan Osmanlı saltanat sisteminin değişmesine neden olacak ve ekber ve erşed evlat sisteminin yolunu açacaktır.
Şehzadeler, Ayasofya Camii avlusunda babaları III. Murad’ın ayak ucunda hazırlanmış bulunan on dokuz mezara defedildi.
Bunlar dördü ileri yaşta olup iyi bir terbiye görmüş şehzadelerdi.
Mustafa, Bayezid, Osman, Cihangir, Abdurrahman, Hasan, Yakub, Alemşah, Yusuf, Hüseyin, Korkut, Ali, İshak, Ömer, Alaaddin, Murad ve Abdullah gibi isimlerindeki şehzadelerden en fazla ümit verici olan ise Sultan Mustafadır. Kendisi edebiyat ve şiirle de uğraşırdı. Hatta babası Sultan Murad’ın ölüm haberi üzerine büyük şaşkınlık yaşamış ve kendi akıbetini sezerek şu hazin beyti yazmıştır:
Nasıyemde katib-i kudret ne yazdı bilmedüm
Ah kim bu gülşen-i alemde bir kez gülmedüm.
-…III. Murad ve III. Mehmed Han veliaht şehzade olarak sancağa çıkmışlar, kardeşleri ise sarayda tutulmuşlardı. Babalarının vefatı ile tahta çıktıklarında ise Fatih Kanunnamesi’ne dayanarak hayatta bulunan kardeşlerini boğdurtmuşlardı. Sultan I. Ahmed’in cülus ettiğinde Mustafa adında bir erkek kardeşi bulunuyordu. Sultan III.
Mehmed’in defin işlemini gerçekleştiren devlet adamları hemen dağılmamışlardı. Bir müddet Şehzade Mustafa’nın cenazesi için davetçi beklemişlerdi. Ertesi gün de bu yolda bir haber gelmeyince önce hayret edildi. Sonra büyük şehre bir huzur havası yayıldı.
Çünkü İstanbul halkı kardeşini boğdurtmayan bu genç padişahı, tahta çıktığı gün pek sevmişti.” [5]
-Fatih döneminde de 5 çocuk öldürülmüştü.
Elbette dünyada aldıkları fetva gibi, ahirette de verecekleri bir hesap ve savunmaları vardır ve olacaktır.
Dayandığı kanunnamede;” “Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem için katl etmek münasiptir. Ekser-i ulema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar”
–Nola tacım gibi başımda götürsem daim
Kademi nakşını ol hazret-i Şah-ı Rüsül’ün
Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidür
Ahmeda durma yüzün sür kademine o Gül’ün.
(Peygamberler sultanı o ulu Peygamber’in ayak izini her zaman bir tac gibi başımda taşısam bunda şaşılacak bir şey olmaz. O Peygamber ki nebilik gülistanının en kıdemli ve en müstesna gülüdür.
Ey Ahmed ! O halde durma sen de o gülün ayağına yüzünü sür!) Sultan I. Ahmed Han.
-”Osmanlı padişahlarından Sultan Ahmed, bir gün Aziz Mahmud Hüda-i’ye bir hediye göndermiş; Hüda-i Hazretleri de gönderilen hediyeyi içine haram karışmış olabileceği şüphesi ile kabul etmemiş, geri çevirmişti.
Padişah, aynı hediyeyi, devrin ünlü şeyhlerinden Abdülmecid Sivasi’ye gönderdi. O ise, gelen hediyeyi kabul etti.
Bir gün padişah, Abdülmecid Sivasi’ye: “Size gönderdiğim hediyeyi daha önce Aziz Mahmud Hüdayi’ye göndermiştim, Kabul buyurmamıştı” dedi.
Abdülmecid Sivasi alçak gönüllü davranıp: “Padişahım, Aziz Mahmud Hüda-i bir anka kuşudur ki, leşle beslenmeye tenezzül etmez” dedi.
Padişah birkaç gün sonra da Aziz Mahmud Hüda-i’nin sohbetine gitti. Ona da:
“Geri çevirdiğiniz hediyeyi, Abdülmecid Sivasi’ye gönderdim, o kabul etti” dedi.
Bu söz üzerine Aziz Mahmud Hüda-i: “Sultanım! Şeyh Abdülmecid, bir deryadır ki, içine bir damla pislik düşmekle kirlenmiş olmaz. .:’ diye cevap verdi.” [6]
-“Bir gün, Aziz Mahmud Hüda-i Hazretleri Sultan I. Ahmed Han’ın daveti üzerine saraya gitmişti.
Uzun süre oturup sohbet ettiler. Kafes arkasından padişahın annesi Handan Sultan da sohbeti dinlemekteydi.
Az sonra mübarek veli abdestini tazelemek istedi. Padişah derhal leğen ve ibrik getirtti. O abdest alırken kendisi de eline döküyordu.
Bu sırada sultanın annesi de, kafes arkasında elinde havlu beklemekteydi. Bu arada gönlünden: “Ne büyük veli, bir kerametini görsem” diye geçirdi.
Nihayet abdest bitti. Büyük veli perde gerisinden verilen havlu ile kurulanırken: “Hayret” diye mırıldandı.
Padişah meraklandı: “Hayırdır hocam ! Neye hayret ettiniz?”
“Bazısı bizden keramet görmek istiyor” buyurdu. “Halbuki padişah eğilmiş, elimize su döküyor. Annesi, havlu tutmak için ayakta bekliyor. Bundan büyük keramet mi olur?”[7]
-” Il. Mehmed Han, Karamanoğlu’nun faliyetlerini haber alınca Anadolu beylerbeyliğine getirdiği İshak Paşayı önceden ileri sevk ettiği gibi kendisi de Rumeli’de gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra:
Bizimle saltanat lafın edermiş ol Karamani
Hüda fırsat verirse kara yere karam anı… diyerek sefere çıktı. [8]
-Her şeyin avlandığı yer boğazıdır.
Hayvanlar avlarını yakaladıklarında ilk yakaladıkları yer boğazlarıdır.
Fatih Sultan da aynısını yapar.
Hem İstanbulda Anadolu hisarının karşısına rumeli hisarını yaptı.
Boğazı tutmuştu.
Bu aynı zamanda bizanstan gelecek yiyeceklerin gelmesini de engellemeye uygun bir yerdi.
Her iki nokta da da bizans boğazından yakalanmıştı.
Feth-i İstanbul fırsat bulmadılar evvelun
Feth idüb Sultan Muhammed dedi tarih Ahirun”
“Ahirın” kelimesi ebced hesabına göre fetih tarihi olan Hicri 857’ye işaret etmektedir.
Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i Bari
Mihmandar-ı Resulillah Eba Eyyub-i Ensari
-Perdedarı mikoned der kasr-ı kayser ankebut
Bum nevbet mizened der kubbe-i Afrasiyab
(Kayserin kasrında örümcek perdedar olmuş
Afrasiyab’ın sarayında baykuşlar ötüyordu) Molla Cami.
-..Hem Emevi ve hem de Abbasi Devleti zamanında yaşadı. Ne Emevi hilafetine ve ne de Abbasi hilafetine cevaz vermemiş ve bu hilafetleri kabul etmemiştir. Henüz Emeviler iktidarda iken, imam Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin’in torunu ve bugün Yemen’de yaygın olan Zeydiye mezhebinin meşhur imamı imam Zeyd hazretlerine biat edilmesi
konusunda, el altından gizlice fetva verdi. Onun için Emeviler zamanında Irak valisi ve kumandanı olan meşhur ibn Hubeyre tarafından tartaklanmış ve hapsedilmiştir. İbn Hubeyre hergün, imam-ı Azam’ı hapishaneden çıkararak insanların huzurunda kırbaçla döver, sonra yine hapsederdi.
Abbasiler zamanında imam-i Azam hazretleri, Hz. Hasan’ın çocuklarından Nefs-i Zekiye demekle meşhur olan Muhammed Mehdi‘ye yardımda bulunulmasına ve biat edilmesine; zekat, ganimet gibi şer’i vergilerin ona verilmesine gizli gizli fetvalar verdi. Bundan dolayi da Abbasilerin ikinci halifesi olan Ebu Cafer Mansur tarafindan hapsedilmiş ve nihayet hapishanede iken vefat etmijtir. “[9]
-Bekri MUSTAFA 4. MURAT MEYHANEDE İÇKİ İÇTİĞİNİ GÖRÜNCE BEKRİ SARIĞINI içkinin üzerine koyuyor settarul uyub,tesbih çekiyor iclal kulub,sana ne yapayım ğaffaruz zunub.
Osmanlı İmparatorluğu son dönem padişahlarından birisi olan IV. Murat han İçki yasağının hem uygulayıcısı hem de içki seven padişahı olarak bilinir. O zamanların en büyük berduşu Bekri Mustafa’da aynı dönemde yaşamıştır. IV. Murat bu yasağa uyulup uyulmadığını zaman zaman halkın içine çıkıp bizzat kontrol eder. Etmekle de kalmaz en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlardı. Bir gün sabah padişah IV. Murat han yanına veziri Bayram paşayı da alarak kılık değiştirip tüccar kılığında Bekri Mustafa-nın kayıkçılık yaptığı üsküdar iskelesine gelir. Duyum aldığı üzere sora sora Bekri Mustafa-yı bulur, selam verir .
-Selamun aleyküm babalık bizi karşıya atarmısın?
-Olur tabi evlat! dedikten sonra sahilden baya açılırlar. Bekri Mustafa kayığın oturağının altına gizlenmiş bölmeden rakı testisini çıkarır, tepesine diker.
-Ohh serinledim! dedikten sonra testiyi yerine koyacakken IV.Murat;
-Baba bizede ver testiyi bizde bir oh çekelim serinleyelim der.
-Olmaz evlat içerisindeki su değil rakı sen içemezsin.
-Niye içmeyelim ?
-Siz dayanamazsınız belli olur, hem kendinizi hem bizi yakarsınız.
Sultan IV. Murat ısrar edince Bekri Mustafa testiyi uzatır. Kayığı çekmeye devam ederken padişah IV. Murat’la veziri arasında testi gidip gelmektedir. Bir ara IV. Murat han ;
-Baba sen IV. Muratın yasağından korkmaz mısın?
-Korkarım korkmasına’da padişah beni burda nasıl görecek?
-Peki IV.Murat’a ben söylersem?
-Haha söyleyemezsin evlat sende benimle içtin, seninde kellen alınır. Biraz çakırlaşan IV.Murat ;
-Ya ben IV.Murat bu adamda vezir Bayram paşaysa ne yaparsın? Bekri Mustafa kürekleri atıp katıla katıla gülmeye başar.
-Vay köftehorlar sizi, siz buna dayanamazsınız demedim mi? iki yudumcuk almayla biriniz padişah biriniz vezir olmaya kalktı.
Bu olayda Padişah IV. Murat Han Bekri Mustafayı uyarıp bağışlamıştır. Fakat bu dönemde içki yasağından dolayı bir çok kişi cezalandırılmıştır.
-“Dördüncü Murat, Bekri’yi içkiye tövbe ettirmiş. Bir iki saat sonra Balıkpazarındaki kaçak meyhaneleri gezerken Bekriye raslamasın mı. Bekri Murat’ı görünce elindeki testiciği arkasına gizlemek istemiş. Murat “Uzat elini” deyince boş elini uzatmış. “Öteki elini uzat ” emrini alınca testiyi tutan elini değiştirmiş. Murat gülerek buyruk vermiş bu kez”İki elini birden uzat”. Bekri hemen sırtını duvara dayayarak testiyi sırtına kıstırıp ellerini uzatmış. Murat hınzır bir edayla “şimdi bana doğru gel” deyince de dayanamamış:”Oynama Murat!” demiş.”Testiyi kırdıracaksın.”
MEHMET ÖZÇELİK
10-12-2018
[1] Aşık Paşazade Tarihi, sh.5.
[2] Aşık Paşazade Tarihi, Sh.42.
[3] Aşık Paşazade Tarihi, s. 6.
[4] Age.31.
[5] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.5/175,235-236,2/312-316.
[6] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.5/317-318.
[7] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.5/318.
[8] Kayı.A.Şimşirgil.Sh.2/127.
[9] İsmail Kara – 1986 – Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 1.
AKILCILIK – İŞRAKİYYUN
AKILCILIK – İŞRAKİYYUN
“Terim anlamında işrak, epistemolojik açıdan akıl yürütmeye veya bir bilgi vasıtasına gerek kalmadan bilginin doğrudan içe doğması, iç aydınlanma, keşf ve zevke (mânevî tecrübe) dayanan bilgi için kullanılır. Ontolojik açıdan işrak, aklî nurların tecellisi sonucunda varlığın zuhur edip gerçeklik kazanmasıdır. Aynı zamanda işrak, arınan insan nefsinin ilâhî nurların tecellisiyle aydınlanıp kemale ermesi şeklinde ahlâkî anlamda da kullanılır. İşrak ayrıca, güneşin doğudan yükselerek her şeyi aydınlatması olgusundan hareketle coğrafî anlamda ışığın ve aydınlanmanın ana yurdunun Doğu hikmeti olduğunu sembolize eder. “Işık doğudan yükselir” özdeyişi buradan gelmektedir. İşrâkıyye terimi, İslâm düşünce tarihinde bilginin kaynağı olarak akıl yürütmeyi (istidlâl) temel alan rasyonalist Meşşâî felsefeye karşı mistik tecrübe ve sezgiye (keşf, zevk, hads) dayanan teosofik düşünce sisteminin adıdır. İşrâkıyyûn da bu düşünceyi izleyenlerin oluşturduğu akımı ifade etmektedir.”(İslam ansiklopedisi)
-İnsanlık tarih boyunca aydınlanmak amacıyla aklı kullanmıştır.
Ancak batı felsefenin etkisinde kalarak ya araştırmış, nefsin esiri yapmış veya materyalizmin etkisinde kalarak aklı ilahlaştırmıştır.
Doğuda ise bu aydınlanma İslam’ın etkisiyle kelam olarak ortaya çıkmış, müdellel delillerle isbatiyecilik yoluna gitmiş veya tasavvufla kalbi aydınlatma yoluna gitmiştir. Kur’an’ı Kerim’de ki, Allah yerin ve göğün nuru yani nurlandıranıdır, ayetiyle Sühreverdi-nın öncülüğünde bu nurlanmayı başlatmıştır.
-Aklı ilah edinenler.
Aslında kendini ilah edinenlerdir.
Allahın ilk yarattığı mahluktur akıl.
Herşey akli düşüncenin bir sonucu olmuş olsaydı, o zaman insanların bu kadar iş yapmalarına gerek kalmaz, akli düşünce ile onları meydana getirmeleri gerekirdi.
Kainatta meydana gelen şeyler aklın bir ürünü değil, sonsuz bir kudretin mahsulüdür.
-Allah inancının aklın bir ürünü olduğunu söyleyenler, Allah yerine aklı koymuş olanlardır. Akla ilahlık verenlerdir.
Allah inancını kabul etmeyenler, aklı Allah’ın yerine koymakla bir that kavgası içerisine girmiş olmaktadırlar.
O halde sormak lazım; akıl mahluk mu, Halık mı? Yani yaratılmış mı yaratan mı?
Eğer yaratılmış ise ki, mahiyeti onun yaratılmış olduğunu göstermektedir.
O halde onu yaratan kimdir?
Aklın bir çok noktada tıkandığını, tükendiğini, ulaşamadığını görmekteyiz.
O halde ilahlık verilen akıl hangi akıldır?
Yoksa bir ilahı Kabul etmeyenler, akıllar sayısınca ilahları mı kabul etmektedirler?
Allahın varlığını Kabul etmek en kolay vee n çıkar yol iken, O’nun yaratığı olan akla ilahlık vermek hem o aklın sahibine hakaret ve hem de akla taşıyamayacağı yükü yükleyerek çıkmaza sokmaktır.
Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri şu izahlarda bulunur;
-“…Vâcibü’l-Vücuda her mevcudu vermek, vücub derecesinde bir suhuleti var. Ve tabiata icad cihetinde vermek, imtinâ derecesinde müşkül ve haric-i daire-i akliyedir.”[1]
-“Maddiyâtta çok ileri giden hükemâ-i İşrâkiyyunun Meşâiyyun kısmı, melâikenin mânâsını inkâr etmeyerek, “Her bir nevin bir mahiyet-i mücerrede-i ruhâniyeleri vardır” derler. Melâikeyi öyle tâbir ediyorlar. Eski hükemânın işrâkiyyun kısmı dahi melâikenin mânâsında kabule muztar kalarak, yalnız yanlış olarak “ukùl-ü aşere” ve “erbâbü’l-enva” diye isim vermişler. Bütün ehl-i edyân, “melekü’l-cibâl, melekü’l-bihar, melekü’l-emtâr” gibi, her neve göre birer melek-i müekkel, vahyin ilhamı ve irşâdıyla, bulunduğunu kabul ederek, o nâmlarla tesmiye ediyorlar. Hattâ, akılları gözlerine inmiş ve insaniyetten cemâdât derecesine mânen sukut etmiş olan maddiyyun ve tabiiyyun dahi, melâikenin mânâsını inkâr edemeyerek, “kuvâ-i sâriye” nâmiyle bir cihette kabule mecbur olmuştur.”[2]
-“Mâdem her şeyde ve bütün eşyada bir birlik var, demek bir tek zâtın icadıdır” diye olan, tevhidkârâne düsturu nerede; eski felsefenin bir düstur-u itikadiyesinden olan “Birden, bir sudûr eder;” yani, “Bir zâttan, bizzat bir tek sudûr edebilir; sâir şeyler, vâsıtalar vâsıtasıyla, ondan sudûr eder” diye Ganî-i Alelıtlak ve Kadîr-i Mutlakı âciz vesâite muhtaç göstererek, bütün esbâba ve vesâite Rubûbiyette bir nevi şirket verip, Hàlık-ı Zülcelâle “akl-ı evvel” nâmında bir mahlûku verip âdetâ sâir mülkünü esbâba ve vesâite taksim ederek, bir şirk-i azîme yol açan şirkâlûd ve dalâletpîşe o felsefenin düsturu nerede? Hükemânın yüksek kısmı olan İşrâkiyyun böyle halt etseler, maddiyyun, tabiiyyun gibi kısımları ne kadar halt edeceklerini kıyas edebilirsin.”[3] -“Mesela, Meşaiyyun, enva-ı mevcudatı idare eden ruhani mahiyet-i mücerrede ile, İşrakiyyun ise ukul ve erbabü’l-enva ile, dinler dahi melekü’l-cibal, melekü’l-bihar, melekü’l-emtar gibi tabirlerle tabir etmişlerdir. Hatta, akılları kör gözlerinde bulunan maddiyyun taifesi de, melaikenin manasını inkar etmeye mecal bulamadıklarından, fıtratın namuslarına nüfuz eden kuva-yı sariye ile tabir etmişlerdir.”[4]
-“Hükema-i İşrakiyyunun mesleklerine sülûk ederek, zühd ve riyazete başladı. Hükema-i İşrakıyyun, tedric kànunu mûcibince vücudlarını riyazete alıştırmışlardı; o ise, tedrice riayet etmeyerek, birden bire riyazete daldı. Gün geçtikçe vücudu tahammül etmeyerek zaif düşmeye başladı. Üç günde bir parça ekmekle idare ediyordu. Ulema-i İşrakiyyunun “riyazetin küşayiş-i fikre hizmet ettiği” nazariyesi üzerine, onlar gibi yapacağım diye çalışıyordu. “[5]
MEHMET ÖZÇELİK
28-11-2018
[1] Asa-yı Musa. 148.
[2] Sözler.470.
[3] Sözler. 500.
[4] İşarat-ul İcaz. 246.
[5] Tarihçe ihayat.32.
AYİNE VARLIK İNSAN
AYİNE VARLIK İNSAN
Ayinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim /
Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim.”
-İnsan nihayet hayra ve şerre kabildir.
Hakka bakan cihetle hayra kabil, halka bakan cihetle de şerre kabildir.
İnsanın şer ve düşüşte de sınırı yoktur, esfel-i safiline kadar gider.
Hayırda da sınırı olmayıp, ala-i illiyyine kadar yükselir.
”Hak Sübhanehu ve Teala, sonsuz sayıdaki Güzel İsimleri’nden dolayıdır ki, bu
İsimleri’nin aynlarını görmeyi diledi, veya dilersen şöyle de diyebilirsin: (Varlığının
küllî oluşundan dolayı) varlıkla niteleniyor olmaklığıyla, Emr’i (yani, vahidiyet
mertebesinde, bütün İlahi İsimlerin aynlarının tecellisini) kendine içkin kılan
toplayıcı-varoluşta [kevn-i cami] (yani, İnsan-ı Kâmil’de, İnsan-ı Kâmil’in
hakikatinde) Kendi ayn’ını görmeyi ve bu toplayıcı-varoluş’la Kendi sırrını Kendine
zahir kılmayı diledi. Çünkü bir şeyin kendini kendinde görmesiyle, kendini kendine
ayna olabilecek bir başka şeyde görmesi aynı değildir: Kendini aynada görmek,
bakılan yerden yansıyan bir suretin zahir olmasıyla olur. Bu (yansıyan) suretin
kendisine zahir olması için, bu yerin (yani, aynanın) olması ve kendisinin bu yere
tecelli etmesi gerekir.” [1]
Böylece Allah ilmindeki dahili hakikatı, harici hakikatla ve yine isimlerinin tecellisinin devreye girmesiyle gerçekleştirdi.
Bediüzzamanın tabiriyle; “Ulûhiyet, muktezâ-i hikmet olarak tezâhür istemesine mukabil, en âzamî bir derecede Zât-ı Ahmediye (a.s.m.), dinindeki âzamî ubûdiyetiyle en parlak bir derecede göstermiştir.
Hem Hàlık-ı âlemin nihayet kemâldeki cemâlini bir vâsıta ile göstermek muktezâ-i hikmet ve hakikat olarak istemesine mukabil, en güzel bir sûrette gösterici ve tarif edici, bilbedâhe o zâttır.
Hem Sâni-i âlemin nihayet cemâlde olan kemâl-i san’atı üzerine enzâr-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukabil, en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşâhede o zâttır.
Hem bütün âlemlerin Rabbi, kesret tabakàtında Vahdâniyetini ilân etmek istemesine mukabil, tevhidin en âzamî bir derecede, bütün merâtib-i tevhidi ilân eden, yine bizzarure o zâttır.
Hem Sahib-i âlemin nihayet derecede âsârındaki cemâlin işaretiyle, nihayetsiz hüsn-ü zâtîsini ve cemâlinin mehâsinini ve hüsnünün letâifini aynalarda muktezâ-i hakikat ve hikmet olarak görmek ve göstermek istemesine mukabil, en şâşaalı bir sûrette âyinedarlık eden ve gösteren ve sevip ve başkasına sevdiren, yine bilbedâhe o zâttır.”[2]
“Her, şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i ZülcelÂlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık îtibârıyla Şâhittir, meşhûddur, vâciddir, mevcuddur.”[3]
“Ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı ve âyinedar âşıkı, elbette bâkî kalıp, ebede gidecektir.”[4]
“Sen onun aynasısın. Vazifen, âyinedarlıktır. Bilsen, bilmesen, hazîne-i rahmet kapısı olan toprak tarafından senin rızkın gelecektir. Evet, nasıl bir çiçek güneşin küçücük bir aynasıdır; şu koca güneş dahi gök denizinde Şems-i Ezelînin “Nur” isminden tecellî eden bir lem’anın katre-misâl bir aynasıdır. Ey kalb-i insanî! Sen, nasıl bir güneşin aynası olduğunu, bundan bil. Bu şartı yaptıktan sonra, kemâlini bulursun. Fakat güneşi, nefsü’l-emirde nasıl ise, öyle göremezsin. O hakikati, çıplak anlamazsın. Belki, senin sıfatlarının renkleri, ona bir renk verir ve kesâfetli dürbünün bir sûret takar ve kayıtlı kabiliyetin bir kayıt altına alır.”[5]
“Asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki, zulmet karanlığın derecesi nispetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibâriyle sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.”[6]
“İnsan Hak için, gözdeki görmeyi mümkün kılan gözbebeği gibidir. Böylece ona (“gözbebeği” anlamına gelen) “İnsan” adı verilmiştir.
Çünkü Hak, mahlukatına İnsan’dan doğru bakar ve mahlukatına yönelik rahmetini
onunla ihsan eder.”
….Âdem indinde, meleklerde bulunmayan İlahi İsimler vardır. Ve onlar, Rablerini bu isimlerle ne tesbih ne de takdis etmediler.”[7]
-“Allahu Teala’nın Âdem’i “İki Eli” arasında cem etmiş olması, onu şereflendirmek içindi. Bundandır ki, Hak Teala İblis’e, “İki Elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?” [Sâd Suresi, 38/75] buyurdu — ki Âdem, Hak Teala’nın İki Eli’ne karşılık gelen iki suretin, yani alemin suretiyle Hakk’ın suretinin cem olmaklığından başka bir şey değildir. İblis ise ancak alemin bir parçası olduğundan, bu cem’iyet onda ortaya çıkmadı. Ve Âdem, bu vasfından dolayı halife oldu. Eğer halife kılındığı şeyde, kendisini halife kılanın suretiyle zahir olmasaydı, kendisine halifelik verilmezdi.
…İnsan-ı Kâmil’e ilişkin olarak, “Ben onun görmesi ve işitmesi olurum” dedi;
“gözü ve kulağı olurum” demedi ve böylece iki sureti birbirinden ayırdı”[8]
-İnsanın iki yüzü ve iki ayeti vardır. Bir cihetiyle hakka bakarken diğer cihetiyle halka bakmaktadır. Aynanın iki yüzü gibi.
İnsan aynanın şeffaf ön yüzü ile hakka bakarken, aynanın siyah arka yüzü ile de halka bakmaktadır. Aynanın ön yüzü ile herşey şeffaf, parlak, nihayet Kemal’de görünür iken, aynanın arka yönüyle de siyahlık, kusur, noksan, eksiklik ciheti görülmektedir. Ancak aynanın arka yüzü, aynanın ön yüzünün parlaklığını ve kemâlâtını görmeye ve göstermeye vesile olmaktadır.
-İnsanın iki ciheti var; biri mülk ve biri melekut ciheti…
-Kâinat, yaratılmış varlıklar, evrenin ayna gibi iki ciheti var. Biri mülk, biri melekûtiyet.
Mülk ciheti ezdâdın cevelangâhıdır. Hüsn-kubh, hayır-şer, sığar-kiber, sa’b-sehl gibi umurun mahall-i tevarüdüdür. Onun için vesaitve esbab vaz edilmiş. Ta dest-i kudret zahirenumur-u hasise ile mübaşir görünmesin. Azamet ve izzet öyle ister. Fakat hakikî tesirvermemiş. Vahdet öyle ister. HAŞİYEMelekûtiyet ciheti ise, herşeyde şeffâfedir. Teşahhusât karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlikına müteveccihtir. Terettüb, teselsülü yoktur. İlliyet, maluliyet giremez. İ’vicacâtı yoktur. Avâik müdahale edemez. Zerre şemse kardeş olur. Evet Kudret, hem basit, hem nâmütenahî, hem zâtî… Mahall-i taalluk-u kudret, hem vasıtasız, hem lekesiz, hem isyansızdır. Büyük küçüğe tekebbürü yok, cemaat ferde rüchânı yok. Küll cüz’e nisbeten kudrete karşı fazla nazlanması olamaz.,,,[9]
İnsanın ana karnındaki doğmamış çocukluk durumu ile, doğmuş olanın mukayesesi gibi ki;
Mümkün olsa, doğmuş olan diğer kardeşine bu alemi anlatsa, anlatan ne kadar anlatabilecek ve anlayan ne kadar anlayabilecektir?
Dünya ve ahireti bu noktadan kıyasla…
MEHMET ÖZÇELİK
23-11-2018
[1] Fusus el-Hikem- Muhyiddin-i Arabi.sh. 2.
[2] Mektubat. 208.
[3] Mektubat.444.
[4] Sözler.116.
[5] Sözler. 306.
[6] Sözler.323.
[7] Fusus el-Hikem. Age.3-4.
[8] Age.7.
[9] Bak. Nokta risalesi. 2. Makam
VARSA KENDİSİNİ GÖSTERSİN
VARSA KENDİSİNİ GÖSTERSİN
Kimyager olarak üniversiteyi bitirmiş ve bir kimyagerle de evlenmişti.
Zengin bir ailenin çocuğuydu. Maddi problemi hiç mi hiç yoktu.
Fakat maneviyatı mı?
Onu hiç sormayın…
Maneviyatı olmadığı gibi, bir de ateizmi vardı.
İnanmadığını söylüyordu.
Hanımını da büyük çapta kendisine benzetmişti.
Ancak hanımının biraz da olsa aileden gelen bir inancı vardı.
Denizlide bulunan kayın validesi kendisini sevmediği gibi, bir de kızardı.
Dünya ona gülüyor, o da dünyaya gülüyordu.
Ya ahiret?
Bir gün eşiyle anlaşarak kayın validesini ziyarete gideceklerdi.
Hanımı annesiyle tartışmamasını söyledi.
Beyi pek oralı olmadı.
Uşaktan Denizliye gitmeden önce eşiyle bir anlaşma yaptı;
Eğer gerçekten O varsa kendisini bize göstersin!!!
Bize bir işaret göstersin!!!
Hanımına dönerek; Eğer O kendisini gösterirse, ben senin gibi inanacağım, eğer bir işaret göstermezse, sen benim gibi ateist olacaksın!!!
Son model bir de mersedes almıştı.
Mersedesle Denizliye gittiler. Hiç bir işaret görmediler.
O kendilerine hiç bir işaret göstermemişti.
Veya kendisi öyle zannediyor veya kendisini uyandıracak çok sert bir işaret bekliyordu.
Uşağa dönüş yaptılar. 30 km-leri kalmıştı. Yol bomboş ve de çok güzeldi.
Yağmurda hafiften yağıyordu.
İşte ne olduysa o anda oldu;
Mersedesin tekerleri havada ters dönmüş vaziyette, tarlaya yuvarlanmıştı.
Havada iken aldığı mesajı hatırladı ve dile getirdi;
Evet Allahım işaret mesajını aldım.
Hem kendisine ve hem de arabasına pek bir şey olmamıştı.
Ancak mesaj ve işaret alınmıştı.
Hayatı değişmiş yani yoluna girmişti.
3 sene sonra bir çocukları dünyaya geldi.
Ancak çocuk özürlü idi.
Çocuğu için hanımıyla el birliği yapıp bir okul yaptılar.
Ondan fazla yurt yaptılar. Hayırlı işlerde bulundular.
Artık hayırda yarışmakta eşler birbirleriyle yarış halinde idiler.
Ve karar verdiler; Her sene birisi çocuğun yanında kalacak, diğeri hacca gidecekti.
28 yıldır bu durum devam etti.
Dört çocukları daha olmuş, dünya ve ahiret mutluluğunu yaşıyorlardı.
Yalnız şu var ki, Allah onları hiç unutmadı.
Ömürleri boyunca işaret gösterdi.
O işaretle yaşadılar.
-Aslında Allah hayatın her noktasında dağ gibi işaretleri, varlığının delillerini göstermekteydi.
İnsanın gözünü açmaması, görmek istememesi; gaflet-cehalet ve dalalet görmeye engel oluyordu.
**********************
Aslen hristiyandı.
Ancak yıllarca hep ateist yaşadı.
Bir gün kızı ölümcül bir hastalığa yakalanmıştı.
Doktorlar hiç bir ümidin olmadığını söylediler.
Artık yapılacak tüm sebepler devre dışı olmuştu.
Hayatında ilk defa yapmadığı bir şeyi yapmıştı;
Hastanenin ibadet edilen odasına girdi ve elini açarak;
Tanrım, eğer gerçekten varsan bana bir işaret göster.
İlk defa görmediği ancak her yerde ve her eserde görünen bir yaratıcıya müracaat etmişti.
Bu umut ve ümitle odadan çıktı ve koridora doğru yürümeye başladı.
Karşısından kendisine doğru gelen doktorlar sevinç içerisinde gülüyorlardı.
Daha onlar yaklaşmadan; Tanrım işareti aldım, gerçekten varmışsın, dedi.
Yanına gelen doktorlar kızının gözünü açtığını ve hayat belirtilerinin belirdiği müjdesini verdiler.
İsteyene ve de istemesini bilenlere her yerde trafik işaretlerinden daha açık olarak işaretler gayet çoklukla vardı.
MEHMET ÖZÇELİK
17-11-2018