Benden
sorulur..benim alanım..ben yoksam oda yok..benle var oldu..
Beni
benden sorman ben ben degilem
Bir ben vardir bende benden içeru.
Öz..özüm..öze
aid..özle..
Hadiste;Kendini
bilen, Rabbini bilir.
Ben
alemde bir noktayım..alem bende bir noktadır.
Hadis-i
Kudside: Ben gizli bir hazine idim, mahlukatı yarattım taki kendimi bileyim ve
bildireyim.
Nokta
olan ben, sonsuz olan Rabbe ayna..
O
kendisinde ve kendisi O’nda…
O’nun
en büyük projesi olan Ben…
Hadis-i
Kudside: Ben yer ve göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.
Kâinata
sığmayan, ezeli ve de ebedi olan Rab, insanda mündemiçtir.
Enede
bulunan Rabb..
Ene
ile bilinen bir Rab..
Madde
ve manasıyla enede cem olmuş bir varlık..
Kâinatın
iki yüzü, tek yüz olan enede..
Ben
vary a ben…
İşte
o ben..
Her
şeyi yutan denizlerdeki girdap ene.
Semadaki
yıldızları yutan kara delik ene..
Vahid-i
kıyasi olan ene.
Tam
bir ölçü birimi..
Sonsuzu
ölçen, -tabiri caizse- tartan ve takdir eden bir ene..
Ene-Ben
ve Benlik;Şeytanı çıldırtan..ağır gelen..kontrolden çıkaran..saptıran ve
sapıtan..sonradan görmüş..kaliteyi ortaya çıkaran..Ayrıştıran iyot..Sahibine
dost değil rakip olan..esfele atan..kararan ve karartan..Rabden kaçan..varı yok
eden..şımarık..ayyaş.. kopuk.. kömür.. zulmet..
Ene-Ben
ve Benlik;A’laya yücelten,Rabbe dost olan ene..yola koyan..ebede namzet
kılan..ebedi nura makes..Rabbe kaçan..Her şeyi tanıyan ve varlık siciline
kaydeden..Yokluktan vücuda çıkmaya ve çıkarmaya vesile..mütevazi..değerler
manzumesi.. elmas..nur..
Seni
sen yapan ben…
Bendeki
sen..
Sendeki
ben..
Sen-li
ben-li..
Kolkola
senle ben..
Minallah..İlallah..
O’ndan
yine O’na giden ben ve sen…
O’nda
kendini bulan Ben..
-“Ey
huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine
dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”[1]
Yevme
lâ yenfe’u mâlun ve lâ benûn illâ men etâllâhe bi kalbin selîm.
O
gün, ne mal fayda verir, ne oğullar ancak Allah’a selîm bir kalb ile varan
başka.”[2]
Herkesi sen / dost mu sandın / belki ol
/ ağyâr olur
Sâdıkâne / belki
ol / bu âlemde / dildâr olur
Yâr olur / ağyâr olur / dildâr
olur / serdâr olur. Yavuz Sultan Selim Han.
Ahiret
ve hesap günü her şeyin fâş olulp, ifşa olduğu gündür.
Allah
bu ahirzamanda insanların ve toplumların kirlerini ortaya döküyor.
Allah
insanlara fırsat veriyor ta ki içlerindeki gerçek niyeti fiiliyatlarıyla ortaya
döksünler.
-Fransa
ve avrupanın gizlemeye çalıştığı tüm kir ve lekeleri ortaya çıkıyor.
-Fetönün
elli yıllık oyunu açığa çıkıyor.
-Keşke
bu insanlar ölmeden pislikleri ortaya çıksa. Tıpkı, Kimse kızmasın kendimi
yazdım, diyen Hasan Cemal.in yalanları gibi…
-Ve
de; “ÇÖLAŞAN EVRAKLARI SATIYORMUŞ:
DPT’de
grup başkanı iken Emin Çölaşan da DPT’de uzman yardımcısı olarak çalışıyordu.
Bir ara baktık ki bizim bütün evraklar Cumhuriyet gazetesinde çıkmaya başladı.
Evrakları kimin verdiğini bulamıyorduk. Bunun için ben bir teklifte bulundum.
Bir tane gizli evrakı, var olan 4 dairemize birer harfini değiştirerek verelim.
O zaman evrakları kimin sızdırdığını kolaylıkla buluruz. Evrakları dağıttık,
ertesi gün Cumhuriyet gazetesinde Sosyal Planlama’ya gönderdiğimiz evrak
yayınlandı. Sosyal Planlama Daire Başkanı Nevzat Yalçıntaş’a evrakın kendi
dairesinden çıktığını söyledik. O da evrakın akışından hangi şubeden çıktığını
tespit etti. Evrakları Çölaşan’ın çıkardığı tespit edildi. Cumhuriyet
gazetesinin sahibi de Çölaşan’ın evrakları para karşılığı sattığını itiraf
etti…”[1]
–
“PKK’ya 1 milyar dollar,
Suriye’de
Ayn el-Arab savaşının ilk günlerinden itibaren PKK ile yakın ilişki kurmaya
başlayan BAE ve Suudi Arabistan’ın bugüne kadar terör örgütüne 1 milyar dolar
kaynak aktardığı ortaya çıktı.
PKK’ya
giden silah ve cephanelerde BAE ve Suudi Arabistan imzası.”[2]
-“Yunan
Themanews isimli internet sitesi, CHP’li belediye başkan adayı
için “Ekrem İmamoğlu: İstanbul’u fetheden Yunan” başlığını
attı. İmamoğlu’nun Trabzonlu olduğunu ve kökenlerinin Pontus olduğunu yazan
haber sitesi, “Pontus kökenleri taşıyan ve Yunanca konuşan
Konstantinapolis’in yeni belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, Türkiye Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın en güçlü olduğu ve kendi adayı Binali Yıldırım’ı desteklediği
İstanbul’un fatihi oldu” ifadelerini kullandı.”[3]
-Yunanistan basını zevkten dört köşe: Ayasofya’nın
intikamı alındı.
-Türkiye’deki yerel seçimleri takip eden Yunan basını,
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İzmir, Ankara ve İstanbul’u kaybettiğini belirterek “Ayasofya’nın
intikamı” manşetleri attı.
İstanbul’un henüz belirlenmeyen İBB başkanını CHP’den
olduğunu belirten Yunan basını, “Türkler Ayasofya’nın intikamını
aldı” şeklinde manşetler attı.[4]
-Sürekli kendisini gündemde tutarak Türkiye-yi suçlu
göstermeye çalışan Ermeniler, yaptıkları zulümleri gizlemeye çalışsalar da
tarih onları yalanlamaktadır.[5]
-Ermeni Patrik Genel Vekili Ateşyan, Tunceli’nin yüzde
90’ı belki dönme Ermeni’dir dedi.[6]
-Aram Ateşyan: Türkiye’de binin üstünde gizli ermeni
var.[7]
–FETÖ tutukluları
tercihini CHP’den yana yaptı,
Fetullahçı Terör Örgütü üyelerinin de tutuklu
bulunduğu Sincan ve Silivri Ceza İnfaz Kurumları yerleşkelerindeki
cezaevlerinde en fazla oy CHP’ye çıktı.[8]
-Bu yapı samimi ve idealist olmayıp, münafık bir yapı
olduğunu her vesile ile göstermiştir.
-FETÖ’nün Jandarma’daki imamlarından Orhan B.,
askerlerle ankesörlü telefondan haberleşme talimatının 2006 yılında verildiğini
anlattı. Şüpheli B., FETÖ karşıtı askerlere kumpas kurularak uygunsuz
görüntülerinin kayda alındığını ve internet sitesinde yayımlanarak ihraç
edilmelerinin sağlandığını belirtti.[9]
-Kripto fetoculer devrede.
-Dağdan gelen destek gayet açıktır, gizlenmemiştir.[10]
PKK sözde yöneticisi Ronahi Serhat; “Türkiye ve Kürdistan halklarına”
diyrerek yaptığı açıklamada seçimlerde açık bir şekilde desteklediği Millet
İttifakına ve terör örgütü yandaşlarına “Bu iktidar yıkılmalı” mesajı
gönderdi. Terör örgütü PKK “Bu yerel seçim sonuçlarıyla her şey hal
olmuyor.” diyerek terörist başı Öcalan’ın serbest bırakılması için
başlatılan açlık grevleri ve tutuklu olan teröristlere destek olunması çağrısı
yaptı. [11]
-Kim kime verdiğinin hesabını ve sorgusunu yapsın.
Neymiş bedeli görsün. İşte İşte Chp’nin gerçek yüzü ! Torbalı belediye başkanı
İsmail Uygur’un ilk icraatı , Torbalı Meydanında bulunan Şehit Ömer
Halisdemir’in resmini sökmek oldu ! Bir mesaj bu değilmi?[13]
-Davutoğlu-nun tercihi neticesinde eğer mit müsteşarı
Hakan Fidan milletvekili olup görevinden alınarak, yerine başka birinin tayin
edilmesi halinde 15 temmuz işgal ve darbesi başarılı olabilirdi.
Erdoğan’ı başarılı kılan genelde uygun yere uygun
kişileri atamasıdır.
Davutoğlu çok büyük yanlış yaptiydi.
Erdoğan’ın müdahalesiyle yanlıştan dönüldü.
-İnançlı insanların elleri ve dillerinin bağlanması
menfi insanların ve Adnan Oktar gibilerin gelişip büyümesine ve de taraftar
bulmasına neden oluyor.
-”Dersim Tunceli bölgesi çok karışık bir halde eşkiya
hareketleri ile çalkalanıyordu. Hükümet askeri bir kuvvetle oraya giderek
tertibat yapmasını Mareşale bildirmiş. Erzurumda da askerlerin isyan ettiğini,
subayların Bayburt a kaçtıklarını duymuştuk. Mareşal beni çağırtarak şu emri
verdi.
«— Erzurum-daki piyade alayını Tunceli harekâtına götürmek bahanesi ile burava
istedim. Yarından itibaren her gün bir taburu gelecek. Çavuşlar kumandasında
yola
çıkarıldılar. Buradaki alaydan hazırlanan bir bölükle bir makinalı tüfek ve bir
dağ topunu yarın sabah emrinize alarak Erzurum yolunun şehre girdiği cirit
meydanının
beşyüz metre kadar kuzeyinde bağlar arasındaki çukurlara gizlice
yerleştireceksiniz. Başka bir tabur mızıka takımı ile gelenleri cirit
meydanında karşılayacak. Ben de sonra gelirim. Erzurum dan gelecek tabur isyan
eder ateş patlarsa siz üzerlerine ateş, açarak onları İMHA edeceksiniz. Eğer
birşey yapmayıp dize gelirlerse sizin vazifeniz bitmiş olacak. Yani ve öbür gün’
‘gelecek olan taburlara karşı da aynı tertibi kullanacaksınız ariladmızmı… ?»
«— Anladım efendim…” [14]
-”Tunceli
bölgesi ötedenberi bir şekavet yatağı idi.
Meşrutiyet in ilânından sonra bölgedekiler şakiliği bir hayli artırmışlar,
bunun sonunu getirmenin de zamanı gelmişti.”[15]
*”İTTİHAT ve TERAKKİ cemiyeti iktidarı ele aldığı
vakit Ahmet İzzet Paşa gibi değerli bir kumandanı kenara çekerek Enver Bey i
General olarak Onun yerine geçirmesi geııç ordu mensuplan arasuıda fena
KARŞILANMADI.
Enver in hamiyetine, vatanperverliğine, muntazam çalışmasına ve CESARETİNE bir
diyecek yoksa da memleket idaresi için tecrübesi yok. Anadoluyu ve Arap
ülkelerini
bilmez. Kendisi kısa bir süre için de olsa Genelkurmay ikinci Başkanlığı veya
Bakan yardımcılığı gibi büyük devlet işlerinde bulundurularak devlet idaresinde
yetiştirilmiş olsaydı hem kendisi hem de devlet bilinen akibete uğramazdı.”[16]
-Türkiye’de hırsızdan daha çok, hırsıza yardım eden
var. Hırsızda ondan destek ve güç almakta ve hırçınlık yapmaktadır. İşte o
destek;
-O da kapıyı açık bırakmasaydı, açık bırakırsan böyle
olur, hırsızı günaha sokuyorlar. Çaldırmasaydın…
-Oda yetmiyor. Bu seferde; -Neyse çalmışsa çalmış,
artık o onun olsun.. elinden alınmasın. Geri ona teslim edilsin..
-Peki, üstüne birde üstün sahtekârlık madalyası
verilsin mi?
-Evini ve de seni soyarlarsa öyle mi diyeceksin? Hırsızı affedip, kendini
mi suçlayacaksın? Kendini mi hesaba çekecek ve çektireceksin yoksa hırsızı mı?
-Hırsızın hiç mi kabahati yok?
-Ters ve tersine çalışan bir kafa.
-Dayıdan değil, ayıdan yana alınan tavır.
Pisliği pislikle temizleme yöntemi.
Suça ortak olma mantığı.
-Yapacaksan, önce hırsızın bu bahanelerle kaçmasını
engelle, mahkemeye teslim et ve cezalandır, ondan sonra tedbiren ders çıkar ve
sorgula.
-Ruhu
maddi bakış ve materyalist bir gözle değerlendirmemelidir.
-Nitekim
insan maddi imkanı arttıkça sahibliği, zenginliği, kümes halinden villa haline
ve de çiftlik haline genişlediği gibi; ruh da aynı şekilde inbisat ettikçe,
kabiliyeti geliştikçe, manen yükseldikçe, ihata alanı, kapsama alanı, gelişme
alanı o nisbette gelişmektedir. Zenginleşmesi şöyle ki, tıpkı bir bilgisayara
eklenen Hard diskin eklenmesiyle, terabayt arttığı, içindeki ihtiva ettikleri yükseldiği
gibi, ruha eklenecek manevi terabaytlarlada sanal alemde istediği gibi gezebilir.
-Sanal
alem nur olduğu içindir ki sınırı yoktur.
-Cennette
herkese 500 senelik bir cennet hayatının verilmesi, ne akla aykırıdır ne Ruha
çok geniş bir şey değildir.
-Ruhun
alanı adeta sonsuzdur. İhatası geniştir. Kapsama alanı imanı, itikadı, inancı,
ibadeti nispetinde inbisat ettikçe açılabilir açılabildiği kadar…
-Sanal
alemde kopyala yapıştır, kes, vesaire ile nasılki sürekli bir şekilde her türlü
işlem yapılabiliyor, maddi bir engel olmuyor.
-Ruhun
önünde de geniş bir alan olup, istediği alana karşı kulaç atabilir, kanat çırpabilir,
uçabilir, birçok meydanı ve hedefi geçebilir.
-Ruh
da bu manada bir ölümsüzlük, bir gelişme, bir yükselme, bir büyüme ve uzama
yani sonsuza kulaç atma özelliğine sahiptir.
-Dediğimiz
gibi bilgisayarın hard diskini, remini yükseltdiğimiz nispette ,ruhtaki hard
disk alanı, alım alanı o nisbette genişler. Kainatı böylece içerisine çok rahat
alabilir. Karnı bile ağrımaz, ağır bile gelmez.
-Ebu
Bekr Razi’ye (Ö. 930) göre insanı yöneten ruhi güç olan akıl, Allah tarafından
insana hem maddi dünyada hem de öteki alemde yaşamı kolaylaştıran ve
güzelleştiren
şeyleri elde etmek için verilmiştir. Dolayısıyla insan eylemlerini, doğadaki
diğer varlıklardan üstün olmasını sağlayan, aynı zamanda var olan iyiliklere de
bizzat kaynaklık eden de aklın rehberliğinde ulaşabilir. Bu anlamda akıl tek
rehberdir.
-Ruhun
bütün bu gelişmeleri, sonsuza kulaç açmaları tamamen bu dünyadaki inbisat ve
inkişafı nispetindedir. Bu da imandaki ve ibadetteki kapsamlılık ve ziyadelik
itibariyledir. İhlas ve Samimiyeti nisbetinde o insanın hard diski artar,
terabaytını arttırır. Güç ve kuvvetini fazlasıyla arttırmış olur.
-Ondandır
ki bu dünyaya amelleri yönüyle ekmeğe ve duyguları yönüyle de ekilmeye gelen
insanlar, ektikleri ve de ekildikleri nisbette inbisat ve inkişafları, neşv-ü nema
bulmaları, gelişmeleri ve büyümeleri de ziyadeleşir. Ödülleri de o nisbette
fazla olur.
-Ruh
-tabiri caizse- kendi fişini Ezeli ve Ebedi kudretin prizine taktığı zaman,
oradan beslendiği nispette inkişaf edecektir.
-Ne
kadar o prize bağlanmışsa, ne kadar o prizden enerji ve güç elde edebiliyorsa o
derece de gücü, tabiat ve evren, varlıklar üzerindeki hakimiyeti de artacaktır.
-Tamamen
İnsanın gücü yaratıcısına olan intisabı, mensubiyeti, bağlılığı, ihlas ve samimiyet
gücü nisbetindedir.
-Maddeye
hakim olan ruh madde ötesidir. Madde üzeridir. Maddenin mahkumu değil, maddenin
hakimidir. Maddeyi kontrol edebilen, madde tarafından kontrol edilemeyen bir
varlıktır. Büyük bir enerji ve güç olup, ampulün içerisindeki o parlaklık ve
enerji gibidir. Ampül sadece o parlaklığın ortaya çıkmasına bir vesiledir.
-İnsanın
kıymeti, fişini bağlamış olduğu pirizin kıymet, güç ve kuvvet iledir. Yani
mensup olduğu bir Allah, bir peygamber veya kendi nisbetince bir Mürşidi, bir Alimi,
bir Üstadı ise, o bağlı olduğu, mensup olduğu kimsenin gücü nispetinde
güçlenebilir. Onun trafosunun kuvveti nisbetinde
o insan da bir kuvvet meydana gelir.
-Vesileler
ruhun trafosu şeklindedir. Aynı şekilde faydalandığı kitaplar vesaire şeyler,
faydalandığı, seçici olduğu, faydalı olduğu nisbette, o insana olumlu yönde bir
güç kuvvet verirken, menfi olan şeyler de o nispette insanı terakki ve teali
değilde, tedenni edip düşürecek, zararlı hale getirecek bir durum içerisine
koymuş olur.
-Ruh
bir yandan terakkiye, bir yandan teden niye yükselme ve alçak alçalmaya meyilli
bir özelliğe sahiptir yükselebilir yüksele bildiği kadar önünde sınırı
olmaksızın düşebilir düşe bildiği kadar önünde yine bir sınırı olmaksızın bir
yandan Ebubekir gibi Ala iliğine çıkarken Diğer taraftan Ebu Cehil gibi esfeli
safiline de çıkar yine şeytan daki ruh ile Adem de ki ruhum arasındaki fark
gibi ruh almış olduğu pozitif veya negatif enerjiye göre bir olumlu veya
olumsuz etkide bulunmuş olur.
-Ruhlar
hem alemde hem birbirleriyle olumlu ve olumsuz yerlerde mücadeleleriyle sürekli
bir şekilde terakki veya tedenni etmektedirler.
-Ruh
bir mücadele içerisindedir.
-Kendisi
de bir ruh olan Cebrail adeta insan ruhunu beslemek üzere ilahi cihetten insanı
ruhen destekler. Umumi olarak vahiy yoluyla, münferit olarak da ilham ile ruh
bir yandan beslenir, bir yandan gelişip büyümüş olur. Ruhun gelişip büyümesi,
ruhun -tabiri caizse- nakil
aracılığıyla, ilahi destekli olaraktan ruh sürekli bir şekilde nur ile
beslenmiş olur.
-Ruh
tarafı ilahidendir. Ruh emr-i ilahidendir. Ruh ulvi makamdandır. Ruh bir derece
ilahi üfleme, bir ilahi İlham, ilahi mesaj, ilahi nurdur.
-Böylece
bir kanaldan beslenen ruh, direkt tarafı ilahiden beslenen ruh, böylece bütün
kâinatın fevkine çıkmakta, bütün kainat üzerinde bir ruha, bir güce, bir
enerjiye, bir hakimiyete sahip olmakta ve de kılınmaktadır.
-Ruhsuz
denilen bir insan hakikatte ruhsuz değil fakat zayıf, güçsüz bir enerjiye,
güçsüz bir aküye, kendisini bile zor götürebilecek bir enerjik güce sahip demektir.
-Ruh
günahlarla zaafa uğrar, pörsür, dağılır,
zafiyet gösterir, enerjisini etrafa dağıtarak adeta merkezi güçten mahrum
kalır.
-Ruhi
sıkıntı, ruh daralması ruhun aç ve susuz bırakılmasıdır. Nurdan mahrumiyetidir.
-Ruh
ölüm ile kendi ruhunu sahibine teslim eder. Teslim-i ruh etmiş olur ya kaçak
olaraktan veyahut da vazifesini, görevini yapmış olaraktan…
-Ruhta
bir hakimiyet ve istila etme meyli ve temayülü vardır.
-Adalet
istilayı men ederken, iman onlara musahabet, muhabbet, muavenet, müşareket gibi
değerlerin oluşumuna vesile oluyor.
-“ Ruhu Halkeden Kim İse..
Bir insanın parmakları eline, eli de
koluna ve nihayet bütün bedeni de ruhuna bağlı oluyor. Artık, “Ruh
neye bağlı?” şeklinde bir soru
sorulmaz. Bu hâlde teselsüle gidilir.
Öyleyse, ruhu halkeden kim ise, bütün bedenin Hâlikı ve Mâliki de O’dur.”
-“ Ruhun Eskimiş Libasını Çıkarması
Birisine, “Şu eskimiş
elbiseyi çıkar, sana ondan çok daha mükemmel bir elbise giydireceğiz.” denilse, o adam elbette memnun olur. Bu
teklifi kabul etmeyip, bağırıp çağırsa divânelik eder.
Ölüm de ruhun bedeni, yani, eskimiş libasını çıkarması
demektir. Elbisesi eskiyen yenisine
teveccüh ettiği gibi, ruh da ihtiyarlıkta cesedin eskiliğinden âdeta mutazarrır
olmakta, ulvî âlemlere çıkmak için bu beden libasından soyunmak istemektedir.
Burada şu hususa da işaret edelim:
Terhis olan bir nefer, elbisesini
kışlaya bırakır. Daha sonra gelenler bu libası giyerler. Fakat padişahların
elbiseleri müzede muhafaza edilir, sonrakilere tevdi edilmez.
Halife-i zemin olan insanın bedeni de
mükerrem olduğundan mevtten sonra, mahsus bir merasimle kaldırılır ve
kabristana tevdi edilir.”(M.Kırkıncı-dan)
MEHMET
ÖZÇELİK
10-04-2019
PERŞEMBE’NİN GELİŞİ
PERŞEMBE’NİN
GELİŞİ
Gerçekten
de Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olurmuş.
CHP
belediyeleri alır almaz bilinen gerçek yüzünü de göstermiş oldu.
Kur’an
kursuna giden ekmek ve servis yardımını kaldırdı.
Suriyelilere
yemek vermeyi iptal etti.
15
temmuz şehidi Ömer Halisdemir-in posterini kaldırdı.
Ondan
destek alan HDP sözcüsü Yahudi ağzıyla arzı mev’ud olan, vadedilmiş bereketli
toprakları peşkeş çekti.
İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Tunç Soyer’in ilk icraatı FETÖ ve PKK’yı
sevindirmek oldu. Terör örgütleriyle ilişkili olduğu gerekçesiyle KHK ile
meslekten ihraç edilenlerle ilgili CHP’li Soyer, ‘Biz KHK ile atılmış
öğretmenleri zabıta olarak alacağız’ dedi.
Ayyuka
çıkan çığırtkanlıklar ve mızıkcılıklarda cabası.
Daha
zaman içerisinde kimbilir daha neler yapacaklarını göreceğiz.
Bekleyin,
yakında tüm sinemalarda birden gösterime girecektir.
Birde
bunların devlet yönetimine geldiklerini düşündüğümüzde, geçmişte görüldüğü gibi
karanlığın çökeceğini bekleyebilirsiniz.
Ondandır
ki bu millet kendi iradesiyle bunları iktidara taşımaz, devleti teslim etmez.
Ondandır
ki şimdiye kadar ya darbelerden medet ummuşlar yada hile yoluna gitmişlerdir.
ARKASI
YARIN
Ne
gariptir ki İstanbul seçimlerinde kapının neden açık bırakıldığı ve ihmalde
bulunulduğundan bahsedilirken, hırsızdan yani çalınan oylardan pek bahsedilmez.
-Suriyeli
soruyor, Esed’in eline düşmekle, CHP’nin eline düşmek arasında ne fark var?
Gelir
gelmez Belediye başkanı ekmeğini kesti, iş yeri açmasına müsaade etmiyor ve
Suriye’ye gitsin diyor.
Yani
ölenler gibi sende öl diyor.
Ona
oy verenler içinde insaflı olanlar düşünsün, ölene kadar vicdanları rahat
edecekmi?
Hem
Kur’an’ı Kerim’i öperek göreve başla ve içindekine aykırı harekette bulun!
-FETÖ
destekçisi, eski Pentagon yetkilisi Neo-Con yazar Michael Rubin, 31 Mart
seçimleriyle ilgili skandal bir paylaşımda bulundu.
“Merak
ediyorum, eğer Erdoğan İstanbul seçimini çalarsa ve protestolar başlarsa, SADAT
kalabalıklara ateş açarak masum insanları öldürüp daha önce olduğu gibi suçu
Erdoğan’ın düşmanlarına mı atacak acaba.”
-Ve
küçük bir değişimden bakın İsrail bile nasıl sevindi;”Mescid’i Aksa’da bir
Filistinli’nin Türk ziyaretçilere yaptığı konuşma izleyenleri duygulandırdı.
Filistinli vatandaş ‘Allah sizi sevdiriyor. Allah düşmanlarını kızdırıyorsunuz.
Türkiye’deki seçimlerden sonra işgalci İsrailliler bize neler yaptı. Bizimle
dalga geçtiler. ‘Sultan gitti, sultan bitti diye dalga geçtiler’ dedi.”
Bekleyin…
Devamı gelecek. Tüm sinemalarda..
İster
istemez insanı korkutuyor, acaba dağda biten terör ve terörist şehremi iniyor?
Terörü
besleyen devletler bu durumdan güç mü aldılar?
YÖNETİCİLERE
ÖĞÜTLER
Hangi
belediyeye kim gelirse gelsin, önce kendisine şunu sorsun;
-Ebu
Bekr Razi’ye göre yönetici de birtakım özellikler olması zorunludur. Ona göre yönetici
toplumdaki diğer sıradan insanlardan farklıdır. Farklılığı da yaratılışından
getirdiği birtakım özelliklerle birlikte ahlaki üstünlüğü ile ilahi kaynaktan
beslenerek vazifesini icra etmesi gerekir.
-Yönetici
olan kişilerin görevlerinin başına geçtiklerinde icraatlarında her daim dikkatli
ve emin adımlar atmak zorundadır.
Çünkü Ebu Bekr Razi’ye göre yöneticiler ellerindeki gücü ve zenginliği yanlış kullandıkları
zaman kendilerine hediyeler sunan toplumun ileri gelenleri, muhalifleri ve
kendi düşmanları tarafından her zaman hedef tahtasına oturtulurlar.
-Yöneticilik
aynı zamanda bir fıtrat mevzusudur. Yaratılıştan yönetici özelliklere sahip
olmak gerekir.
-Yöneticinin
fıtratında olması gereken özellikler arasında yumuşak huylu, işlerini
yürütürken temkinli, tedbirli ve soğukkanlı olması zorunludur. Doğruluktan
taviz vermeden, nefsi hislerinin incelmesiyle, tahmin gücü yüksek olmalıdır ki
buna kaynaklık
eden asıl gücün ilahi bir güç kaynağı olduğunu yönetimindekilere
hissettirilmelidir.
-Yöneticinin
gücü ve iktidarı uygun yönetmesi, halkın vicdanını rahatlatır, onları yöneticiye
bağlı hale getirir, dayanışma içinde olmalarını sağlar.
-Bir
toplumun huzurunu sağlayan temel unsurlardan biri de adalettir. Adalet
kişilerin temel hak ve hürriyetlerini koruma altına almıştır. Adaletin
sağlanması kişi de huzuru sağlar ki huzurlu bir birey hem kendisine hem de
yaşadığı topluma faydalı olur. Bu
nedenle Ebu Bekr Razi’ye göre yönetici adaleti sevmeli ve zulümden
iğrenmelidir. Kendi
aleyhine de olsa bu erdemleri uygulamalıdır.
-Yönetici
kendi istek ve arzularını bir kenara bıraktığında ilahi gücün desteğine
ulaşmış demektir.” [2]
[2]Bak.AHLAK FELSEFESİ BAĞLAMINDA EBU BEKR RAZİ’YE GÖRE
YÖNETİCİNİN ÖZELLİKLERİ.
ALGI OPERASYONLARI
ALGI
OPERASYONLARI
Algı,
bir kimsenin düşündüğü bir düşünceyi telkin yoluyla karşısındakine inandırması
ve bir olayı olmuş ve olacak gibi göstermesi ve kabullendirmesidir.
İlk
algıyı yapan şeytandır.
Nitekim
Hz. Adem ve Havvayı yasak olan ağaca yaklaştırmak için, yemeleri halinde
cennette ebedi kalacakları algısına inandırdı.
Yani
onların çok hassas olup arzuladıkları noktadan yakalamış oldu.
-Başta Abd darbe yapacağı memleketlerde önce algı
yöntemini devreye koyar.
İslam dünyasına saldırmak için 11 eylülde İslam dünyasını
terörist gösterdi.
15 Temmuzda Türkiye-de darbe yapmak için Erdoğan
yolsuzluğu, tek adam algılarıyla altı oyulmaya çalışıldı.
Bulduğu ahmaklarla da bunu devamlı gündemde tuttu.
-Seçimlerdeki başarıların arttırılması için muhalefet
patates ve soğan ile algı operasyonunu yürüttü.
Aklı göbeğine bağlı insanları çok rahat buldu.
-Yıllardır irtica, şeriat saldırıları ile kendi
menfiliklerini ve hırsızlıklarını gizlediler. Bu algılar ile hakimiyetini
sürdürdüler.
Sevmeyip kabul etmedikleri, göstermelik Atatürk
perdesi altına sığınarak karşısındakiler mahkum duruma getirilmeye ve tehdide
çalışıldı.
-İslam dünyası tam bir algı saldırısı altında haçlı
zihinyeti tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır.
-Irak devletine saldırmadan önce orada nükleer
silahların olduğu gerekçesi gösterilerek saldırıldı. Ancak bunun yalan olduğu
yine kendileri tarafından dile getirildi.
Ne gariptir ki; Baba Bush-un sattığı silahlar bahane
edilerek, oğul Bush tarafından Irak da milyondan fazla insan öldü ve hala da
ölümler sürmektedir.
Afganistan-da da düşman oluşturarak, daha sonra
yardıma gidilme bahanesiyle yıllardır iç savaş sürdürülmektedir.
Türkiye-de de 12 Eylül 1980-den bir gün önce kan
gövdeyi götürürken, darbe ile birden bire terör bitti.
Abd ise, bizim çocuklar başardı, dedi.
-Şeytan bu algı operasyonuyla insanların ebedi
hayatlarını mahvetmektedir.
-Algı operasyonu ile gerçek olmayan çok kolayca gerçek
diye yutturulabilir.
-Algı operasyonuyla öncesinde uyduran buna inanır gibi
yapsa da, zamanla kendisi de buna kesin inanır.
-Herkes ehli tahkik olmayıp, işin gerçeğini
araştırmadıklarından dolayı çok yalanlar algı operasyonuyla kahraman haline
bile dönüştürülmektedir.
-Çok kahramanlar hain, çok hainler ise bu algı
operasyonuyla ters yüz edilmiştir.
-Darbelerin meşru hale getirilmesi için algı
operasyonlarıyla ortamın bozulması ve o algının ağırlık kazanması
gerekmektedir.
-Erdoğan-a bu sefer bir ders verelim, sözü bir seçim
algı operasyonudur.
Maalesef bunu
kabul edenler de bir çok şeyden ders almamış insanlar tarafından kabul
görmüştür.
-Yahudiler medyaya hakimiyetleriyle dünyada bu algı
operasyonunu sürekli kullandılar.
Fetö bu algı operasyonuyla ayağını sağlamlaştırdı.
Kabul görmüştü. Hatta kurtarıcı gösterilmişti.
Toplumun değerine saldıranlar, fetönün sahiline
insanları bilerek sürmüşlerdi.
-Bir asırdır Chp-Pkk ile bir araya gelmeyen güya
inançlı insanlar, Erdoğan düşmanlığı algısıyla gece ile gündüz!? bir araya
getirildi.
Mesele Erdoğan değil, birbirine zıt olan kutupların
bir araya getirilmesiyle toplumun iradesinin kontrol altına alınması idi.
-Algı operasyonunun en etkili olduğu alan hiç şüphesiz
özellikle tv-ler, gazete ve radyolardır.
Bu gün ise hepsini içine alan internet dünyasıdır.
Özellikle facebook ve twitter öne çıkmaktadır.
Arap baharı bunlarla arap kışı ve ölümü haline
getirildi.
Memnuniyetsizler işlenerek!? ayaklanma ve direnme
algısı oluşturuldu.
-Darbe yapanların ilk işgal ettikleri ve topluma mesaj
verdikleri yerler devlet televizyonları olmuştur.
-Algı operasyonları ile akla, kalbe hatta vicdana
hükmedilmektedir.
-Bazen komplo teorileri ile korku algısı oluşturulur,
muhatap pes edilmeye zorlanır.
-Dine saldırmak isteyenler önce ya direk dindarların
kusurlarını nazara vererek veya kendilerinin operasyonel dindarlar oluşturarak
bunu topluma sunup saldırırlar.
Ali kalkancı, Fadime Şahin, Adnan Oktar gibiler gibi…
-Algı operasyonların toplumda yer etmesi için
gelişmemiş toplum olması veya toplumun gelişmesinin önünün alınması gerekir.
Tıpkı Pkk-nın doğuda hakimiyetini kurması için doğunun
gelişmemesi için her türlü saldırıyı yapması, araçları yakması gibi. Mesela;
-“Joseph Goebbels-Hitler’in Propaganda
Bakanı)
Ô İnsanların
beyin tembelliğini gördükçe, her istediğimizi yapabiliriz.
Ô Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır.
Olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne
kadar uzun süre tekrarlarsanız,
insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
Ô Bir insana yalan olsa bile bir
söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden
geldiğini unutur ve kendi fikri gibi
benimser ve savunur.
Ô Söylediğiniz yalan ne kadar büyük
olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana
inanması da o kadar kolaylaşır.
Ô Halkı her zaman ateşleyin, asla
soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin.
Ô Halk büyük yalanlara, küçük
yalanlara göre daha çabuk inanır.
Ô Hatalı olduğunuzu ya da yanlış
yaptığınızı asla kabul etmeyin.
Ô Asla rakibinizin üstün bir yanı
olduğunu kabul etmeyin.
Ô Asla kendinizden başka birine
hareket alanı bırakmayın.
Ô Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.
Ô Sadece bir rakibinize odaklanın ve
kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.
Ô Yargı devlet hayatının efendisi
değil, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.
Ô Bana vicdansız bir medya verin, size
bilinçsiz bir halk sunayım.
Ô Her zaman etrafınızda bir yalaka
ordusu bulundurun.
Ô Prestij ve karizma sahibi lider,
propaganda işini çok kolaylaştırır.
Ô İlk sözü kim ne kadar güçlü ve
bağırarak söylerse, o kazanır.
Önemli olan aydınlar değil
kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak çok kolay.”
-“Hastalıklar öyle durduk yere oluşmuyor.
Hastalığın oluşmasından uzun süre
öncesinde
enerji bedeninde negatif bir enerji paterninin oluşması gerekiyor.”
Bunun gibide önce toplumda algı hastalıklarının
oluşması lazım ki, ilaç şirketleri ilaçlarını çok kolay satabilsinler.
-”Dünya bizi kurtarma ve bize iyilik yapma aşkıyla
dolu insanlar tarafından hep kana
bulandı. Tarihteki bütün savaşları içi iyilikle dolup taşan, kendini bir dava uğruna
feda ettiğini düşünen kurtarıcılar çıkardı.
Hitler Almanları, Stalin işçileri, Mao köylüleri kurtarmak için dünyayı kana buladı.
Milyonlarca insan kurtarıcıların şefkat dolu ellerinde can verdi. Hep Biz dediler,
hiç Ben deyip kendilerini düşünmediler.”[1]
-”Algı yönetiminin bir başka yöntemi “unutturma”dır.
Üzerinde konuşmama, konuyu kesme, hiç sözünü etmeme, sanıldığından çok daha
etkili
bir yöntemdir. Bellek bir süre sonra olayı zihinden siler. “kısa bellek”
iki günlük bellektir.
Medya belleği ise 24 saattir. Ertesi gün başka olaylar gündemdedir ve bellek,
olayı
unutmuştur.”
-Ninja kaplumbağaları ile pizzalar sevdirildi,
kızıldereli filimleriyle malbroda özendirildi, rahatlayan afrikalı ayakkabısız
çocukla kola ile mutluluk uyduruldu.
-Bugün
sürekli dünya 3. Dünya savaşı çıkacağı ortamına hazırlanmaktadır.
Bu
açık savaştan önce, gizli savaş başlatılmış durumdadır.
Algı
operasyonu bir nevi beyin ve toplum kontrolüdür.
Ortadoğuyu
kuşatan avrupa, ingiliz ve abd, kafa kesme senaryolarıyla islami terörü ve
müslüman terörist algısını kurguladı.
Beyinleri
control eden algılar, toplumu çok daha rahat control altına alabilir.
-Hepimiz
ermeniyiz- algısı ile bir yandan ermenilerin yaptıklarını ört bas ederken,
diğer yandan da müslümanları zafiyete uğratmaktır.
Diğer
yandan Yeni Zelenda da 50 müslüman öldürülürken, ne öldürene terörist denildi,
ne de ölen 50 müslüman desteklenip sahiplendi.
-Bazı
Markaların öne çıkarılması bir algı sonucudur.
Felaket
tellallığı bir algı operasyonudur.
Deaşın
çevresine katil yapmak ürece masum insanları, gençleri toplaması bu algı
sonucudur.
Hasan
Sabbah bu algı operasyonunu uyuşturucu kullandırarak cennet vaadiyle
yapmaktaydı.
Fetö
ise bunu uyuşturucusuz zihinlerde vaad ve korkularla yaptı.
Algı
operasyonları heyulalar ile büyütülüp devam ettirilir.
Burada
medya kullanılarak subliminal ve bilinçaltı mesajlarla control altına alınır.
Görüntülerdeki
25. Kareler ile gedikler açılarak o insanların dünyasına girilir.
Vesvese
ve şüpheler bunun kurulan tuzaklarıdır.
Başörtü
takan öğrencilerin İstanbul Üniversitesinde telkin ve baskı ile başlarını
açmaya çalışılması bu algının oluşturulması amaçlı olarak yapıldı.
-Kur’an-ı
Kerim bu algının önünü şu hükmüyle engellemiştir:
“Ey
iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa
zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”[2]
-Ömer HAYYAM- dan:
Celladına âşık olmuşsa bir millet İster ezan, ister çan dinlet İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet Müstahaktır ona her türlü zillet. Dünya üç beş bilgisizin elinde Sanırlar ki tüm ilim kendilerinde Üzülme, eşeği eşek beğenir Bir hayır var sana bana kötü demelerinde. Felek ne cömerttir aşağılık insanlara Han, hamam, dolap, değirmen hep onlara Kendini satmayan adama ekmek yok Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya. Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeye Altınlarıyla gümüşleriyle övünmeye Tam işleri dilediği düzene sokar Ecel çıkıverir pusudan: Benim, ben diye.
–
-Bir
Kıssa: Hindistan’da filleri evcilleştirmek için ilginç bir yöntem kullanılır. Ormanda
yere, filin içine düşebileceği büyüklükte bir çukur kazılır ve üzeri dallarla
örtülür. Yavru fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer. ama
şanssızlığı bununla bitmez. Fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah
giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip fili döverler. Hayvan yediği
sopalardan, çukura düşmesi nedeniyle yaşadığı acıdan ve korkudan hayatında
görmediği bir bunalım yaşar. Birkaç saat içinde. sonra aynı avcılar ağaçların
arkasına gider ve üzerlerindeki siyah elbiseleri tümüyle çıkarıp, baştan aşağı
beyaz elbiselerle, ellerinde çeşit çeşit meyve sepetleriyle geri gelirler. Fili
besler, yaralarına pansuman yaparlar, onu düştüğü çukurdan çıkarırlar. Fil bu
beyaz giysili kurtarıcılarının ona gösterdiği karşılıksız sevgi ve ilgiden
dolayı o kadar minnettar kalır ki o andan itibaren her istediklerini yapar ve
sözlerinden çıkmaz. Onların kendisini az önce döven siyah giysili adamlar
olabileceği aklına dahi gelmez. Filimiz artık evcilleştirilmiştir.
MEHMET
ÖZÇELİK
08-04-2019
[1] Bak. Hayatın Kaynağı. AYN RAND. ÇEVİRİ:
B. Ç. DİŞBUDAK.Sh.7.
Adeta
kör olupta geçmişi görmeyen ve günümüzle kıyaslamayanlar ders vermeye kalkıyor.
Kime?
Üzmek
istediği kimseye mi yoksa muhalif gördüğü tarafı sevindirmeye mi?
Belli ki birilerine ders vereyim derken baltayı taşa vurup, öbürlerini sevindirdiğinin bilincinde olmamaktadır.
Ders olsun, iyi oldu, diyenin kimi üzdüğüne değil, kimi sevindirdiğine bakarım. Erdoğan’ı mı üzdü yoksa PKK başta olarak kirli ilişkiler içinde olanlarımı sevindirdi? Herkes tinetinin gereğini yapar. Bana hayatta öğrendiğin tek birşey söyle deseler şunu söylerim. “Kul kullun ya’melu ‘alâ şâkiletihi ferabbukum a’lemu bimen huve ehdâ sebîlâ(n)” “De ki: Herkes, kendi mizaç, tinet,maya,yapı, karakter ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.”İsra.84. Özellikle İstanbul ve Ankara’da oy Sayımlarındaki durum bir hata değil kasıttır. Musebbipleri cezalandırılmalı, gidildiği yere kadarda gidilmelidir. Kanunun kuvveti gösterilmelidir. Yoksa bu haksızlık yayılma seyri gösterir ve devam eder. Oyun yeni ve küçük değil. Büyük oyunun ayak sesleridir. İşte oyunun ilk ayak sesi,
Her
şeyin mükemmel olduğunu iddia etmek yanlış olur.
Ancak
burada düşünülmesi gerekmez mi?
İzmir’de
neler yapıldı da tekrar aynı CHP kazandı?
Diyarbakır’da
HDP ne başarı gösterdi de tekrar kazandı?
Neden
mensupları onları değilde adeta kendilerini cezalandırdılar?
Fedakarlık
mı yaptılar, fedailikmi?
Ders
verelim sözü bilinçli bir söz değildir.
Mesele
Erdoğan ve mensuplarının gelmesimi yoksa CHP ve zihniyetinin gelmemesimi?
17
yıldır Erdoğan düşmanlığının arkasında münafikane bir şekilde, tıpkı Abdülhamide
yapıldığı gibi, kim gelirse gelsin..bazuk zihniyeti mi?
Mesele
şahsi mesele olmamalıdır. Hissi davranılmamalıdır.
Birileri
değersizlerini büyütüp sahiplenirken, sen kalkar değerini degersizlestirirşen,
değersizleşirsin.
Birikmiş
değerlerini de kaybedersin.
Hala
inanç ve fikir mücadelesinin devam ettiğini görmemek, fikir ve bilinçten mahrum
olmaktır.
Türkiye
üzerinde büyük oyunlar oynanırken, bazıları hala küçük hesaplar peşinde
koşmaktadır.
Kör
olup kendisini ve değerlerini patates ve soğana değişenler, kıymetleri de ancak
onlar kadar olmuş olur.
Yuh
olsun dünyası için ahiretini ve değerlerini değersizlestirenlere…
Mesele
ne partidir ne de şahıslar.
Tüm
mesele şerrin defedilmesidir.
Takdir
etmesini bilmediğimizden dolayı, ucuz ve kolay olan tekdir yolunu seçiyoruz.
Hırs
ile daha çok elde etmeye çalışanlar, eldekilerini de ve geleceklerini de
kaybetmeye mahkumdurlar.
Gelişmeleri
görmeden geviş getirip ahkam kesmek kolaydır.
Mesele
iç ve dış büyük oyunu görmektir.
Dün
dağda mücadele eden eşkiya, bugün saldırganlığını şehirlerde sürdürmektedir.
Dün
milletin meclisine giren, daha doğrusu destek olup girdirilen terör örgütleri,
şimdi iç ve dış destekçileriyle şehir ve beldelerin başına ve meclisine
getirilmektedir.
-“ İkinci İşaret- Sual:
Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana taslitleri ve onların
yüzünden çok insanlar küfre girip cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin
görünüyor. Acaba Cemil-i Ale’l-ıtlak ve Rahîm-i Mutlak ve Rahman-ı Bi’l-Hakk’ın
rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl
müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor?
Şu meseleyi çoklar sormuşlar ve
çokların hatırına geliyor.
Elcevap: Şeytanın
vücudunda cüz’î şerler ile beraber birçok makasıd-ı hayriye-i külliye ve
kemalât-ı insaniye vardır. Evet, bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar
mertebeler var, mahiyet-i insaniyedeki istidatta dahi ondan daha ziyade meratib
var. Belki zerreden şemse kadar dereceleri var. Bu istidadatın inkişafatı,
elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki
zembereğinin hareketi, mücahede ile olur. O mücahede ise şeytanların ve muzır
şeylerin vücuduyla olur. Yoksa melaikeler gibi insanların da makamı sabit
kalırdı. O halde insan nevinde, binler enva hükmünde sınıflar bulunmayacak. Bir
şerr-i cüz’î gelmemek için bin hayrı terk etmek, hikmet ve adalete münafîdir.
Çendan şeytan yüzünden ekser
insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete
bakar, kemiyete az bakar veya bakmaz. Nasıl ki bin ve on çekirdeği bulunan bir
zat, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse ondan
on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama
verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir.
Öyle de nefs ve şeytanlara karşı
mücahede ile yıldızlar gibi nev-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on
insan-ı kâmil yüzünden o nev’e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette
haşerat nevinden sayılacak derecede süflî ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan
nevine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için rahmet ve hikmet ve
adalet-i İlahiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiş.
Ey ehl-i iman! Bu müthiş
düşmanlarınıza karşı zırhınız, Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve
siperiniz, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın sünnet-i seniyesidir. Ve
silahınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır.”[2]
-Şeytanın, kötülüklerin ve tüm
olumsuzlukların yaratılmasındaki hikmet, bu ayrıştırmanın oluşumu içindir.
İstermisiniz, binlerce ve
milyonlarca insanı öldüren cezalandırılmasın ve de cehenneme atılmasın?
– Bî-tarafâne hareket tarafı
muhalifi iltizamdır.” Diğer tarafı kabuldür. Yani tarafsız olmak zıt tarafı, kendisinin
taraf olmadığı tarafa taraf olmaktır.
-Allah
taraf tutmaktadır. Yani kendi tarafında olanları tutmaktadır. Kendi tarafında
olanları cennetle müjdeleyip taltif ederken, lütuf ve İhsan’da bulunurken,
kendi tarafında olmayan diğer bir ifadeyle şeytan tarafında olan insanları da
tehdit etmekte, cehennem ile cezalandırılacağını bildirmektedir.
Allah
Hak’tan yanadır.. Allah kendisinden taraftadır.. Kendisinden tarafta olanları
korumakta, tarafta olmayanları ise adeta cehenneme mahkum etmektedir.
– Peygamber Efendimiz
buyurmaktadır:
“Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza
bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.”
– Ebû Hüreyre buyurur:
“İnsanlar, altın ve gümüş
madenleri gibidir. İslâm öncesi dönemde hayırlı olanlar, İslâm döneminde de
İslâm’ı kavramak kaydıyla hayırlıdırlar. Ruhlar, askerî birlikler gibidir.
Birbirleriyle tanışan ruhlar, birbirleriyle kaynaşırlar, tanışmayanlar da
ayrılığa düşerler.”
-“ Din bir imtihandır. Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ
ervâh-ı âliye ile ervâh-ı sâfile müsâbaka meydanında birbirinden ayrılsın.
Nasıl ki bir mâdene ateş veriliyor, tâ elmasla kömür, altınla toprak
birbirinden ayrılsın. Öyle de, bu dâr-ı imtihanda olan teklifât-ı İlâhiye bir
ibtilâdır ve bir müsâbakaya sevktir ki, istidad-ı beşer mâdeninde olan
cevâhir-i âliye ile mevadd-ı süfliye birbirinden tefrik edilsin. Mâdem Kur’ân,
bu dâr-ı imtihanda bir tecrübe sûretinde, bir müsâbaka meydanında beşerin
tekemmülü için nâzil olmuştur; elbette şu dünyevî ve herkese görünecek umûr-u
gaybiye-i istikbâliyeye yalnız işaret edecek ve hüccetini ispat edecek derecede
akla kapı açacak. Eğer sarâhaten zikretse, sırr-ı teklif bozulur. âdetâ
gökyüzündeki yıldızlarla vâzıhan Lâ ilâhe illallah yazmak misillü bir bedâhete
girecek; o zaman, herkes ister istemez tasdik edecek. Müsâbaka olmaz; imtihan
fevt olur. Kömür gibi bir ruh ile elmas gibi bir ruhberaber
kalacaklar.”[3]
-Allah
ince eleyip sık dokuyor.
Seçici
davranıyor.
Ebediyete
namzet olanları ayırıyor ve ayrıştırıyor.
Zira
cennet ucuz değil, cehennem dahi
lüzumsuz değildir.
***********
Allahı
bulan her şeyi bulur. O’nu bulmayan hiç bir şeyi bulmaz, bulsa da başına bela
bulur.
Bulduklarını
da kaybeder.
-Bir
şey inkar edilebilmesi için var olması lazımdır. Var olan bir şey inkar
edilebilir! O yok ise niye inkar edilsin ki?
Demek
var ki inkar ediliyor…
Ey
inkara sapan, boş aklınla bilmediğin bir şeyi inkar ediyorsun. Oysa her şey
senin ilmine münhasır değildir. Bütün kainat senin kapsam alanın içerisinde
değildir.
Boşlukta
yüzen imansıza, sığınacak bir liman yoktur.
-Allah
Kur’an-ı Kerim-de rızka kefil olduğunu belirtirken, iman ve hidayete garanti
vermemekte, direkmen insanın iradesine bırakılmaktadır.
İman
edenle iman etmeyen temelde ayrıştırılmaktadır.
Ayrıştırırken
kalitesiz olanlar Allaha düşman oluyor, düşmanlık besliyor.
Allaha
olan düşmanlıklarının kaynaklandığı birçok sebep bulunmakla beraber,bunların en
başında belli bir şeye ulaşamamanın, elde edememenin, menfaatine aykırı olmuş
olmasının ve Cenab-ı Hakkı aciz bırakma düşüncesi, gurur ve kibir, kendini
enaniyetten kaynaklanan bir sebeble öne çıkartmak amacıyla Cenabı Hakka
muhalefet etmekte ve düşmanlık beslemektedir.
-Kuran
kâfir ve müşriklerden bahseder, isim belirtip işarette bulunurken, münafıkları
deşifre etmemekte, kitabında isimlerine yer vermemektedir. Buda onların ne
kadar aşağılık olduklarını göstermektedir.
-Eğer
Allah ve ahiret yoksa bu kadar çalışma niye?
İktidar
hırsı neden?
Koşturmaca
niçin?
İnsanlık,
düşünce, üretmenin amacı ne?
Madem
yoksa; evlenmek, çocuk sahibi olmanın, onlarıda sıkıntıya koymanın mantığı
nedir?
Neden
yapılan yanlışlardan rahatsız olunmaktadır?
Eğer
Allah yoksa ayrıştırmasından neden rahatsızlık duyulmaktadır?
**************
Kadın
ve erkeklerin farklılığı, Esma’nın onlardaki farklılığından kaynaklanmaktadır. Mesela
kadında Rahim, Kerim, Latif, Cemil gibi isimler tecelli ederken, erkekte Celal, Kahhar, Cebbar, Müntekim, Rahman gibi
isimler tecelli etmektedir.
Tıpkı
eşyadaki farklılıkların tecellilerin farklılığından ileri geldiği gibi. Sürekli
tecelli eden, farklı farklı tecelli de bulunan Cenabı Hakk’ın eşyadaki
tecellisi de farklılaşmaktadır. Bir yandan Musavvir ismi ile tasvir ederken,
diğer yandan Halık ismi ile eşyayı yaratır.
Böylece
onlardaki farklılıklar da tecellilerin onlardaki farklılığından ileri
gelmektedir.
-İnsan
ve tabiat oluşumundaki uyum, tenasüb, muvazene, işleyişi, gelişimi, ekimi,
dikimi, sümbül vermesi..
Hepsi
tam bir uyum ve kanun çerçevesinde devam etmektedir.
Aynı
uyumun ahirette de devam edebilmesi için bu uyumlularla uyumsuzların
ayrıştırılması gerekmektedir.
-Kıssa:”Kâinat Sarayı ve
İnsan
Topkapı Sarayı’nı her gün
binlerce insan ziyaret etmektedir. Bir tek gün olsun, bu sarayın kapısından
içeriye bir devenin girdiği ve boynunu uzatarak antika eserleri temaşa ettiği
görülmemiştir. Zira deve, antika
eserlerden anlamaz. Onun anlayacağı şey, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde
otlamaktır.
Topkapı
Sarayı kâinata misaldir. Bu kâinatın develer için
yaratılmadığı ve semavât ve arzdaki san’at mu’cizelerinin onların temaşasına
takdim edilmediği bedihîdir. Bu saray, insanlar için yapıldığına göre, hakikî
insan; bu sarayı temâşa ve tefekkür edebilen, yaptığı temâşa ve tefekkürden tefeyyüz
edebilen ve bu tefeyyüzle kemâlatın şahikalarına yükselebilen insandır.
Yoksa
sadece dünyevî maişeti ve zevkleri peşinde koşan insanın, bu kâinat sarayının
bahçesinde otlayan develerden pek farkı olmaz.”(M. Kırkıncı)
İslam
dünyası özellikle bir asırdır ecnebilerin siyaseti altında idare edilmektedir.
İslam
dünyasını ve de memleketimizi bir asırdır, kendi bünyemizden çıkardığımız
insanlar değil, ecnebiler yani Ab ve Abd ve özellikle İngiliz menşeli insanlar
idare etmektedir.
Her
ne zaman milletin kendi seçtikleri ile idare edilmeye çalışılmışsa, bu da darbe
ile ve darbe kanunlarıyla devre dışı bırakılmıştır.
-Nasıl
bir siyaset ve siyasete alet olmaktır ki; 50 yıldır hatta bir asırdır zahiren
birbirleriyle mücadele eden siyasetçiler, onların mensupları; inançta, amelde,
yaşayışta farklı oldukları halde bir araya gelmektedirler?
O
da dağdaki eşkiyayı hem milletin meclisine ve hem de belediyelerin meclisine girmesini
sağlayarak…
Ve
buna mensubları da göz yummakta ve de sessiz kalarak zulme ortak olmaktadırlar.
Bediüzzaman;
üç mesele var; Biri İman, biri Hayat, biri Şeriat diyor.
Bugün
Mehdiyet-Deccaliyet ve Süfyaniyetin üçüncü devresi olan Şeriat yani siyaset
devresi sürmektedir.
Hem
islam dünyasında hem de insanlık dünyasında…
Şu
anda islam dünyasında ve de insanlık dünyasında Ecnebi siyaseti hüküm
sürmektedir.
Bunun
farz olan çaresi ise İttihad-ı İslamdır.
Diğeri ise; hala uykuda olan ve tenbelleşen Arapların uyanması ile münkün olacaktır.
Bununla ilgili olarak Bediüzzaman eserlerinde çokça bahseder.
Sizlere
hülasaten sunacağım;
-“
Araplar ye’si bırakıp, İslamiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakîki bir
tesanüd ve ittifak ile el ele verip, Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında
îlan edeceklerdir.”[1]
-“
Bu umumî harpleri yapan ecnebî gaddarların, hırs ve hasetle bizdeki Hürriyet
inkılâbının Kur’ân lehindeki neticelerini bozmak fikriyle tebeddül-ü saltanat
ve Balkan ve İtalyan harpleri ve Birinci Harb-i Umumînin patlamasıyla maddî ve
mânevî şerlerini, siyasî diplomatların, radyo diliyle herkesin kafalarına
sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine
gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını
vahşiyâne mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları…”[2]
-“ Şimdiye kadar ecnebîler bahane mahane tutarlardı, milletimizi
eziyorlardı. Şimdi ise, ellerinde urûk-u insaniyetkârânelerine veya damar-ı
mutaassıbânelerine veya âsâb-ı dessasânelerine dokunduracak ellerinde
serrişte-i bahane olacak öyle nokta bulamazlar. Bulsalar da tutamazlar.
Bahusus, medeniyet hubb-u insaniyeti tevlid eder.” [3]
-“ Siyaset yolu meşkuk ve müşkilatlıdır
Denilmiş : “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”
Elcevap: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki
siyaset vasıtasiyle dine ve ilme hizmet edeceğim, diye beyhude yoruldu ve gördü
ki; o yol meşkûk ve müşkilatlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu
hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi
parmağına alet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya
muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde
siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude
karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım.
Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünkü mesail tavazzuh etmiş; herkes benim
gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hadise çıkarmak
ile muhalefet etsem, husulü meşkûk bir maksad için binler günaha girmek
ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale
binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabûl etmiyor, diye
Eski Said sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i
siyasiyeyi terk etti.”[4]
-“ ecnebi menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük
zararına çalışan bir gizli komite…”[5] -“ Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye
sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik,
anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip
çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) olan İttihad-ı İslâmın
efkâr ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı
varsa etsin, cevaba hazırız.”[6]
-“ Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı
partinin altında bu vatana hakim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyyen
komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese
edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike
teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Partiyi, Kur’an ve
vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.
Milliyetçilere gelince, “Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa,
Demokrat Partiye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara
gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden
hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan
kısmı da başka milletlerle karışmıştır. O zaman hürriyetin başında olduğu gibi,
bu asîl ve masum Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana
gelecek, o vakit hakikî Türkleri, ecnebiler boyunduruğu altına girmeye mecbur
edecek. Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve
unsurculuk damarıyla bir ecnebiye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri
altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğun-dan, Kur’an ve
vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkar Demokrat Partinin iktidarda
kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum” dedi.”[7]
-“ Madem bu ittifaksızlıktan gelen za’fiyet ve kuvvetsizlik
sebebiyle ecnebînin politikasına ve ehemmiyetsiz, muvakkat yardımlarına karşı
bu acib manevî rüşvetler veriliyor, dört yüz milyon kardeşin uhuvvetine,
milyarlar ecdadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana hükmediyor. Ve
asayiş ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaşlar
suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek, rüşvetler veriliyor;
milletin fakr-u hali nazara alınmıyor. Elbette ve elbette ve kat’î olarak şimdi
bu memleketteki ehl-i siyaset, Garba ve ecnebiye verdiği siyasî ve manevî
rüşvetin on mislini alem-i İslamın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde
olacak olan dört yüz milyon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve bu
devlet-i İslamiyenin selameti için gayet azîm bir bahşiş ve zararsız rüşvet
vermesi lazım ve elzemdir.”[8]
-“ Şimdi, Adnan Menderes gibi, “İslâmiyetin ve dînin
icaplarını yerine getireceğiz” diye; ve mezkûr iki kanun-u esasîye karşı
muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvet ile
halkları aldatmak ve ecnebilerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek
ihtimali kuvvetlidir.”[9]
-“ katiyen size beyan ediyorum ki, dinsizlik hesabına bizi ezen
sizler, vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve
müthiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın
müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para
kıymet vermem; asayiş, idare lehinde sabır ve tahammüle karar verdim.”[10]
-“ Otuz sene evvel Darü l-Hikmet azası iken, birgün,
arkadaşımızdan ve Darü l-Hikmet azasından Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki:
“Kat i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan
bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: Bu eser sahibi
dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul
ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız diye senin idamına hükmetmişler.
Kendini muhafaza et.”[11]
-“ sırf garazla ve ecnebî parmağıyla aleyhimize dönen işlerden ve
işkencelerden bizi ve âlem-i İslâmı pekçok sevindiren Demokratların dikkat edip
Nurcuları kurtarmalarını, hürriyetperver hükûmetten rica ederiz.”[12]
-“ Hem o yeistir ki, kuvve-i mâneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle,
imandan gelen kuvve-i mâneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde, o
kuvve-i mâneviye-i harika meyusiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz
seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeisle,
başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip neme lâzım
der, “Herkes benim gibi berbattır” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip
hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.”[13]
-“ Bunu da teessüf ve teellümle size beyan ediyorum ki:
Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden
aldılar, onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek
ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden
seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar, terakkilerine medar ettiler. Ve
onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane
seciyeleridir.
Meselâ, bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer
ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bakiyem
var.” İşte, bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas
da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman
hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki, ecnebîlerden
içimize giren pis ve fena seciye itibarıyla bir hodgâm adam bizde diyor:
“Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem
bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime
dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş,
zehirliyor.
Hem o ecnebîlerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle, bir ferdi, bir millet
gibi kıymet alıyor. Çünkü, bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin
himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Bazılarımızdaki
dikkatsizlikten ve ecnebîlerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve
kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve
milletin menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşünmekle, bin adam,
bir adam hükmüne sukut eder.”[14]
-“ Eğer uçları ecnebî elinde olan dünya siyasetine karışmak için
bir iştahım olsaydı, değil sekiz sene, belki sekiz saat kalmayacak, tereşşuh
edecekti, kendini gösterecekti. Halbuki sekiz senedir birtek gazete okumak
arzum olmadı ve okumadım.”[15]
-“ Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti
zamanında “tebelbül-ü akvam” tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub
sebebiyle dağılmaları gibi, menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak
pek çok kulüpler namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler
cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebîlerin boğazına
gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.”[16]
-“ Şeâir-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs edenlerin senetleri ve
hüccetleri, yine her fena şeylerde olduğu gibi, ecnebîleri körü körüne
taklitçilik yüzünden geliyor. Diyorlar ki: “Londra’da ihtidâ edenler ve
ecnebîlerden imana gelenler, memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok şeyleri
kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar. Âlem-i İslâm onlara karşı
sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-ı şer’î var ki sükût
ediliyor.”
Elcevap: Bu kıyasın o kadar zâhir bir farkı var ki, hiçbir cihette onlara kıyas
etmek ve onları taklit etmek zîşuurun kârı değildir. Çünkü, ecnebî diyarına,
lisan-ı şeriatta “dâr-ı harp” denilir. Dâr-ı harpte çok şeylere cevaz
olabilir ki, diyar-ı İslâmda mesağ olamaz.
Hem frengistan diyarı, Hıristiyan şevketi dairesidir. Istılahât-ı şer’iyenin
maânîsini ve kelimât-ı mukaddesenin mefâhimini lisan-ı hÂl ile telkin edecek ve
ihsas edecek bir muhit olmadığından, bilmecburiye, kudsî maânî, mukaddes elfâza
tercih edilmiş; maânî için elfaz terk edilmiş, ehvenüşşer ihtiyar edilmiş.
Diyar-ı İslâmda ise, muhit, o kelimât-ı mukaddesenin meÂl-i icmÂlîsini ehl-i
İslâma lisan-ı hÂl ile ders veriyor. anane-i İslâmiye ve İslâmî tarih ve umum
şeâir-i İslâmiye ve umum erkân-ı İslâmiyete ait muhaverât-ı ehl-i İslâm, o
kelimât-ı mukaddesenin mücmel meallerini, mütemadiyen ehl-i imana telkin
ediyorlar. Hattâ, şu memleketin maâbid ve medâris-i diniyesinden başka,
makberistanın mezar taşları dahi birer telkin edici, birer muallim hükmündedir
ki, o maânî-i mukaddeseyi ehl-i imana ihtar ediyorlar. Acaba kendine Müslüman
diyen bir adam, dünyanın bir menfaati için bir günde elli kelime frengî
lügatından taallüm ettiği hÂlde, elli senede ve hergünde elli defa tekrar
ettiği Sübhanallah, Elhamdü lillâh ve Lâ ilâhe illÂllah ve Allahu ekber gibi
mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle
hayvanlar için bu kelimât-ı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir
edilmezler. Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün mezar taşlarını hâkketmektir;
bu tahkire karşı titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu aleyhlerine döndürmektir.”[17]
-“ bizim milletimiz ve ebedî kardeşlerimiz üç yüz milyondan ziyade
iken, bunlar üç müthiş kayd-ı istibdat ile mukayyed olup, ecnebilerin
istibdâd-ı mânevîlerinin taht-ı esaretlerinde ezilirler.”[18]
-“ Üstâdımız, o zamanda bir hiss-i kable’1-vukû nevinde şimdiki
âlem-i İslâmın ecnebî istibdâdından kurtulması ve bir Cemâhir-i Müttefika-i
İslâmiye tarzında tezâhüre başlamasını tasavvur etmiş, ümit etmiş, hissetmiş ve
bütün kuvvetiyle bağırmış, hürriyet-i şer’iyeyi takdir etmiş. O zamanki
hutbelerinde demiş ki: “Hürriyet, terbiye-i İslâmiye ile olmazsa, ölecek;
bir istibdâd-ı mutlak, yerine çıkacak.”[19]
-“ Ecnebî parmağıyla idâre edilen zındıka komiteleri, İslâmiyeti
imhâ için, İslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye’de öyle desîselerle
entrikalar çevirmişler, hâince dolaplar döndürmüşler, hunharâne ve vahşiyâne
zulümler irtikâb ve şeytânî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalâtta
bulunmuşlar; iblisâne, sinsi metodlar tâkip etmişler ve kardeşi kardeşle
çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar
yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslâmın
bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribâtlar yapmıştır.”[20]
-“ ecnebî parmağıyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan
âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret
verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-ü mutlakı
yerleştirenlerdir ki, hükûmeti iğfal ve adliyeyi…şaşırtır…..”[21]
-“ “Eski Said, hiss-i kable’l-vuku ile bin üç yüz yetmiş
birde-başta Arap devletleri-âlem-i İslâmın ecnebi esaretinden ve istibdadından
kurtulup Islâmî devletler teşkil edeceklerini kırk beş sene evvel haber veımiş.
İki harb-i umumî ve otuz-kırk sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Bin üç yüz
yetmişte olan vaziyeti bin üç yüz yirmi yedide olacak gibi müjde vermiş,
tehirinin sebebini nazara almamış.”[22]
Evet.
Erzel-il Umur.. İnsan ömrünün en düşkün çağı.
Ömrün
en rezil, en düşkün dönemi, denmektedir. İnsan için ölmek, çok yaşayıp böyle
bir hale düşmekten daha hayırlı olabilir.
-Erzelil-‘umur”
ifadesi; ömrün en kötüsü, en düşüğü anlamındadır. Nitekim Arapçada değersizliği
ifade için “Rezule’ş-şey’u yerzulu – rezâleten – erzelehû gayruhu” (birisi
falanı rezil kıldı) denilir. Demek ki erzelil ‘umur biyolojik
yapının, bedenin ihtiyarlaması sebebiyle ruhun görevini tam olarak yerine
getirememesi neticesinde beynin tam anlamı ile çalışmaması, yeteneklerini
kaybetmesi, yaşadığı halde beynin görevlerini yerine getirememesi halidir;
psikolojik güçlerini kaybetmesi veya o güçlerin çok azalmasıdır. Günlük
dilimizde buna bunama safhası diyoruz.
-İçinizden
kimi, ömrünün en kötü zamanına kadar geri götürülür.” Kurtubi-den..
Yani,
en geri ve en aşağı haline kadar geri götürülür. Şöyle de
açıklanmıştır: Yani, gücünün azaldığı, aklının azaldığı bir hale gelir;
bunaklık ve benzeri hallere kadar düşer. İbn Abbâs der ki: Bundan
maksat, ömrün en aşağı derecesidir. Yani, aklı ermeyen küçük çocuk gibi
olur. Anlamlar birbirlerine yakındır.
Buhârî’nin
Sahih’inde Enes b. Malik’in şöyle dediği kaydedilmektedir;
-Resûlüllah (sallallahü
aleyhi ve sellem) Allah’a sığınır ve şöyle derdi:
“Allah’ım,
tembellikten sana sığınırım, korkaklıktan sana sığınırım, yaşlanıp kocamaktan
sana sığınırım, cimrilikten sana sığınırım,”[1]
-Peygamberimiz
duasında:
Allah’ım!
Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, yaşlılıktan, katı
kalplilikten, gafletten, düşkünlükten, zilletten ve meskenetten kuşkusuz sana
sığınırım. Fakirlikten, küfürden, fasıklıktan, ayrılık ve ihtilaftan, nifaktan,
gösterişten ve riyadan sana sığınırım. Sağırlıktan, dilsizlikten, delilikten,
cüzamdan, alaca hastalığından ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.”
-Sa’d
b. Ebi Vakkas’ın rivâyet ettiği hadiste de Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Ömrün en kötü zamanına geri döndürülmekten de sana sığınırım.”[2]
-“Bildikten
sonra hiçbir şeyi bilmez, olsun diye.” Yani, tekrar çocukluk haline
dönüp bundan önce bitmiş olduğu şeyleri, aşın yaşlılıktan dolayı bilmez hale
gelsin diye. Mü’min hakkında böyle bir durumun sözkonusu olmayacağı
söylenmiştir. Çünkü mü’minden bilgisi çekilip alınmaz. Manası: ilim sahibi
iken, hiçbir şey ile amel edemesin şeklinde olduğu da söylenmiştir. Burada
amelden ilim diye sözedilmiştir. Çünkü amelin ilme ihtiyacı vardır. Diğer
taraftan, yaşlılığın, kişinin ameline etkisi, ilmindeki etkisinden daha ileri
derecededir.
-Âyette,
anlatılmak istenen ise, öldükten sonra dirilişi inkâr edenlere karşı delil
getirmektir. Yani kişiyi bu hale geri döndüren, onu öldürmeye, sonra
da tekrar diriltmeye de kadirdir.
“Sizi
Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecek. Daha önce bilgili iken hiçbir şeyi
bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en kötü çağına kadar
yaşatılacak Şüphesiz ki Allah bilgilidir, kudretlidir.”[3]
Yaşlılığın
bunalım ve bunamalarını yaşamak.. Alzheimer Hastalığı… Her şeyi bilirken, hiç
bir şeyi bilmez hale gelmek tıpkı ne anne karnındaki hayatımızı, ne ruhlar
alemindeki ve öncesindeki yaşantımızı anlamadığımız gibi…
Bu
zamanın başta haram ve günahın artmasından dolayı unutkanlık hastalığının
yaygınlaşması…
Bünye,
mizaç ve sağlık problemlerinin devreye girmesi.
-“
Zekeriyya: Rabbim! dedi, bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da
kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir? Allah şöyle buyurdu: İşte
böyledir; Allah dilediğini yapar.”[4]
Artık
verimliliğin kaybolduğu, üretimin bittiği çağ.
-Eskiler
dualarında devamlı en önemli dua olarak tekrarlardı;
-Allah
akibetimizi Hayretsin… Allah pis etmesin… Allah Hüsnü hatime versin… Hitamuhu
misk olsun.
-“
Amma ömr-ü saadetinin altmış üç olması
ise, çok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Şer’an
ehl-i iman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı gayet derecede sevmek ve
hürmet etmek ve hiçbir şeyinden nefret etmemek ve her halini güzel görmekle
mükellef olduğundan, altmıştan sonraki meşakkatli ve musibetli olan ihtiyarlık
zamanında, Habib-i Ekremini bırakmıyor; belki imam olduğu ümmetin ömr-ü galibi
olan altmış üçte Mele-i Âlâya gönderiyor, yanına alıyor, her cihette imam
olduğunu gösteriyor.”[5]
MEHMET
ÖZÇELİK
24-03-2019
[1]Buhârî, Tefsir 16. süre 1, Deavat
42: Müslim, Zikr,2: Ebû Dâvûd, Vitr 32; Nesâî, İstıfze
6; Müsned, m. III 113 117.
[2]Buhârî, Cihad 25, Deavat 41,
44; Nesâî, İstiaze 5, 6, 27:Müsned, I. 183. 186. Bu hadisi
de Buhârî rivâyet etmiştir.
Evet,
şimdiye kadar gizli ve perdeli oynanan oyun ve kalleşlikler, artık açıktan
açığa ve açıkça oynanmaktadır.
Nifak
perdesi yırtıldı.
Gerçek
yüzleri açığa çıktı.
Bir
asırdır munafikane sürdürülen işler artık Günyüzü ne çıktı.
Şu
anda kirli ilişkiler ve ortaklar sürdürülüyor.
Terör
mesrulastiriliyor.
Dağdaki
terör sehirlesiyor hatta mahellesiyor.
Dağda
başlayan terör şehre indi, meclise girdi hatta bir ara hükümet ortağı oldu,
belediyeleri yönetti.
Şimdi
ise elbirliği ile büyük şehirlerde söz sahibi olması sağlanıyor.
Terör
devleti ve birimlerini ele geçiriyor.
Artık
dağ kanunları uygulamaya konulacak, onlar geçerli olacak.
-Pkk ya 30 bin tır silah sağlayan
Abd ve batı, bunu açıktan açığa yapmaktadır.
Belliki bir Deaş için bunca silah
oraya yığılmamaktadır.
Hatta şu an itibarıyla Deaşın sesi
bile çıkmıyor. Zayiat veriyor.
ABD-nin YPG ve PKK-ya bunca tır
silah ,bunlar oyuncak olsun, oyuncak oynansın diye değildir.
-FETÖ’cü subayların NATO karargâhlarında aktif olarak
görev aldığı 2010’ların başında düzenlenmiş tatbikatın senaryosu, ‘iç
karışıklık yaşayan bir ülkeye NATO müdahalesi’ olarak kurgulandı.
…Tatbikatta kırmızı ülkeye müdahalenin şartları
olarak‘ülkenin silahlı kuvvetlerinin NATO müdahalesine karşı
çıkmamaları’, ‘ülkedeki karışıklığı sonlandırmak üzere NATO birliklerini
davet etmeleri’ ve ‘NATO askerlerine yardımcı olmaları’ öngörüldü.
Tatbikatta kırmızı ülke silahlı kuvvetleri komuta kademesinin NATO’nun tüm birimleriyle
uyumlu olarak çalışması için yapılması gerekenlerin yanısıra NATO’ya karşı
halka önderlik edebilecek kişilerin itibarsızlaştırılması ve etkisiz hale
getirilmesinin provaları yapıldı.
MİT krizi, Oslo süreci, Gezi olayları, 17-25 Aralık
operasyonu, hendek terörü ve nihayetinde 15 Temmuz darbe girişimini
gerçekleştirdiler.[1]
-İşin
vehameti içte bir kaos oluşturmaktır.
– Bakan Soylu açıkladı: HDP’nin kozmik odası bulundu
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu yaptığı
açıklamada “HDP binasında bundan 3 yıl önce mahkeme kurmuşlar,
çek-senetçilik yapıyorlar. Üç vatandaş geldi ihbar etti, ‘Orada kozmik oda var,
o kozmik odaya sadece bunların milletvekilleri giriyor.’ 7 ajanda ve
paralar ele geçirdik. Elektrik parasını ödeyemiyorlar, kasada para tutuyorlar.
Onun ötesinde başka illere de sıçrayacak birçok bilgiler ele geçirdik.”
ifadelerini kullandı.[2]
-Gerçekten bu kadar etkili ve güçlü olan kim ki; chp-iyi
parti-saadet-hdp- yi bir araya getiriyor.
Veya bu kadar nasıl basiretsiz olunuyor ki; göz göre
göre teröriste destek olunuyor, belediyeler onlara teslim ediliyor.
Menfaat ve taraftarlığın ve taraftarların gerçekten de
gözü kör oluyormuş…
Terör gerçekten her vesile ile meşrulaştırılıyor.
.Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Of Belediye Başkan
Adayı Hilmi Saral, Halk TV’de katıldığı programda skandal bir açıklama yaptı.
Saral, CHP ile terör örgütü PKK ilişkisinin ne durumda olduğunu “Terörist
cenazesine katılmak insani bir durumdur.” sözleriyle gözler önüne serdi.[4]
-Şimdiye kadar Hiç bu kadar teröre ve teröriste
açıktan sahip çıkılmamıştı.
-Aslında yıllardır söylüyoruz, terörün asıl birinci amacı
uyuşturucu ticaretidir.
“İçişleri Bakanı Süleyman Soylu: “10 katrilyon liralık uyuşturucularını yakaladık terörün. Kaçak sigaradan kazanıyorlardı. Yüzde 21,5’di Türkiye’de kaçak sigara oranı, yüzde 1,5’a düşürdük. Terörün şah damarını kestik” dedi.”[5]
-“Bu
yolculuk ise,alem-i ervahtan(ruhlar alemi),rahmi maderden (anne karnından),
dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i
imtihandır.”
-“İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten
ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar
yolculuğu devam eder.”Bediüzzaman.
-Eğer
Allah insanları anne baba yoluyla, sebepler vesilesiyle dünyaya göndermeseydi,
direkmen yaratsaydı ve aynı zamanda direkmen dünyaya göndermeden cennete koymuş
olsaydı, şu hakikatlar olmazdı;
Evvela
ikincisinden başlayacak olursak; insanlar Madenler gibidirler, buyuran Efendimizin
bu ifadesi ile; kömür- altın- gümüş- Elmas hepsi maden olmakla beraber, ateşe
konulması, imtihana tabi tutulması neticesinde ayrıştırılması lazım.
Yine
anne baba vesilesiyle insanı yaratmayıp direk yaratsaydı; o zaman da akrabalık bağları,
insanları birbirine bağlayan bağlar oluşmazdı ve imalatına kendisinin de
katkıda bulunmuş olduğu evlat –yavru- çocuk ve onlarla olan sevgi bağlantısı
olmazdı. Yukarı tarafta da anne babası kendisinin oluşumuna vesile olması
hasebiyle sevgi ve saygı bağları da olmamış olurdu.
-İşte
bütün bu hakikatler içindir ki; Hz Adem ile benim aramda nasılki bir dedelik ve
tohumluk münasebeti varsa; akrabalık, yakınlık, teyze, hala, amca, dayı, kardeş,
evlat, vesaire bütün bu bağlar bu vesilelerle ve sebeplerle oluşmaktadır.
Ve
insanlar kaliteli kalitesiz, kıymet ve değer itibarıyla Allah Adalet ettiği
içindir ki; adaleti gereği, insanın iradesi de gelmiş olduğu noktaya göre
insanı değerlendirmeyi dilediği içindir ki dünyaya göndermektedir.
Ebediyete
göndereceği bu insanı oraya liyakat keşfetmesi içindir ki, dünya imtihanına
tabi tutmuştur.
Ve
bütün bu yaratıklarla beraber hepsinin Allah ile olan bir nisbeti, bir intisabı,
bir mensubiyeti vardır.
Allah
böylece Kendisiyle Kainat arasında bir Nisbet oluşturmak, bir mensubiyet bağı
ile bağlamak, aynı zamanda abd ile Mabud arasındaki bu nispeten oluşabilmesi
için arada bu sebeplerin olmasını Allah irade etmiş oldu. Bu sebepten bizi
vücuda çıkarttı ve bizi o sebep bağlantıları ile, ipleri ile, zincirleriyle
birbirimize ve sonuçta da kendisine bağlamış oldu.
-İnsan
emeği olduğu şeye, emeğinin katkısı olduğu bir şeye daha çok sahiplenmek ister.
Bedava gelen bir telefon ile, Babasının aldığı bir telefon ile, kendi emeğiyle
almış olduğu, parasıyla almış olduğu bir telefon ile ve daha ötesi kendisinin
imal etmiş olduğu bir telefona insanın sahip olması farklı farklıdır.
İşte
en son örnekte olduğu gibi; Allah adeta İnsanı kendi elinin emeğinin bir neticesi
olaraktan elde ettiği şeye kıymet vermesi, sahiplenmesi içindir ki; araya
sebepleri koydu, anne baba faktörünü devreye koymuş oldu.
-Bu
insanlar Hz. Adem’in topraktan yaratılması dışında, bedeni bizzat Allah tarafından
yaratılmış olup, Hazreti Adem’in ruhu ile beraber kıyamete kadar gelmiş olan
tüm Ruhlar Allah tarafından birebir olaraktan, birinci elden yaratılmıştır. Ancak
Hz. Adem’den sonraki çocukların oluşumunda vesile olan anne ve babanın dünyaya
getirilmesine vesile oldukları çocukları ile arasında sıkı bir münasebet
olmaktadır. O münasebet ve arada perdeler kanalıyla yaralandıkça o nisbette de
bağlantı azalmaktadır. Diğer taraftan kendi çocuğu ile anne babalık münasebeti
kuvvetli olaraktan devam etmektedir.
-En
önemlisi de; insanın yaratılışına ekilmiş olan tohumların, ruhunda olan
duyguların açılmasına, neşv-ü nema bulmasına vesile olmaktadır. Bütün bu
irtibatları ve nisbetleri yakınlıkları sebebiyledir…
-Ruhlar
bu dünyada kendilerine münasip ruhlarla ünsiyet kurmakta, ülfet peyda
etmektedirler.
Bu
arada ruhlar da kendi cesetleriyle bir nisbet, bir bağlantı, bir uyumluluk
adeta kendi evine uyumlu hale gelmesi veya kendi evini uyumlu hale getirmesine
vesile olmaktadır.
-Tekemmülünü
tamamlayan insan eskisi yönüyle ölürken, yenisi yönüyle de tekrar dirilmektedir.
Tıpkı
annesinin karnında 9 ay 10 gününü tamamlayan insan, kemale erdikten sonra
ölmekte dünya cihetiyle doğmaktadır. Dünyada da tekamülünü tamamlayan insan
veya tamamlaması imkansız olan insanlar; dünya cihetiyle ölürken ahiret cihetiyle
yaratılmaktadır.
Sonsuzluğa
aday olan bu insanlar, sonsuza doğru kulaç açarken elbetteki bu dünyaya geri
dönme durumu söz konusu olmamaktadır. Tıpkı annesinin karnından dünyaya gelen
insanın geri gitmeyeceği, geri anne karnı yönüyle de hayatı olmayacağı gibi ki,
o onun için bir ölümdür. Dünyaya gelmek de aynı şekilde onun için ölüm olur.
-Eşya
arasındaki nisbet, sebepler kanalı ile oluşmaktadır. Tüm sebepleri ile yaratıcı
arasındaki nisbette yine o sebeplerin devreye girmesiyle yapmış olduğu işler
ile ortaya çıkmaktadır.
-Küfür,
inkar ve dalalet ise, o bağları ve bağlantısını kopardığı içindirki,
otomatikman bütün kainat ile olan intisabı, bağlantısı kopmuş olur. Ancak
gaflet, şüphe, tereddüt gibi durumlar ise, o bağlantıyı zayıflatır. O nisbeti o
nisbette azalmış olur. Tıpkı evladı ile olan bağlantısı ile, torununun
torununun torunu ile yani zincirleme olarak silsile halinde onuncu nesil, 22.
nesildeki olanlar ile olan bağlantısı gibi zayıf düşmüş olur.
-İmanın
gücü, kuvveti ise; iman arttıkça, Yaratıcısıyla ona nisbeti ve intisabı
kuvvetlendikçe eşya ile olan nispeti; intisabı, kuvvetliliği, bağlılığı,
yakınlığı ,onlara olan hakimiyeti, gücü, kuvveti de o nisbette artmış olur.
-İyiki
varsın Allahım…
Ya
olmasaydın?
Düşünmesi
bile insanı ürpertiyor.
Sonsuz
ve varlıklar sayısınca sana şükürler olsun Allahım.
-Kıssa: “İnsan Ağacı.
Kayısı çekirdeğinde bir kabiliyet
vardır. Bu kabiliyet iyi işlenirse, o çekirdek bir kayısı ağacı olabilir.
Fakat ne kadar çalışılırsa çalışılsın, kayısı çekirdeğini ceviz ağacı yapmak
mümkün değildir.
Buna karşılık insan, irade-i
cüz’iyesiyle kendisini her çeşit ağaç yapabiliyor.
İnsan kendisini netice itibariyle
isterse cennet, isterse cehennem ağacı yapabildiği gibi, dünyada da bir insan
kendi iradesiyle fazilet ağacı olabileceği gibi, rezalet ağacı da olabiliyor.
Dünyevî ilimler itibariyle de isterse
doktor, isterse mühendis, isterse kimyager olabilir. Misâlleri çoğaltmak
mümkündür.”(M.Kırkıncı)
– “Ölçü Hangisi?
Cesed,
bir cihette ruhun elbisesi, diğer bir cihette de evi mesabesindedir. Bir kimse fevkalâde güzel elbiseler
giymesine rağmen kendisi çirkin olsa, o kimseye çirkin hükmü verilir. Elbisenin
güzelliği onu güzel etmez.
Veya bir kimse evine fevkalâde
ihtimam gösterip her köşesini tezyin ettiği hâlde, kendi temizliğine hiç dikkat
etmezse, bu adama da “pis” hükmü verilecektir. Evinin
temizliği onu temiz etmez.
İşte, sadece bedeniyle alâkadar olup,
ruhuna hiç ehemmiyet vermeyen veya onu ikinci plâna atan kimselerin hâli bu
misâllere benzer.” (M.Kırkıncı)
– “Beden-Ruh Tenasübü.
Koyun fil kadar olsaydı, onu yatırıp
kesemezdik, at da koyun kadar olsaydı, ona binemezdik.
Hizmetimize verilen sair hayvanatı da bunlara kıyas ettiğimizde, bu hayvanatın bedenlerinin bir cihette kendi ruhlarına münasip tarzda, diğer bir cihette de bizim istifademize muvafık şekilde yaratıldığını bedahetle görürüz.” (M.Kırkıncı)
MEHMET
ÖZÇELİK
24-03-2019
VARLIĞIM VARLIĞINLADIR.. VARLIĞINDADIR
VARLIĞIM
VARLIĞINLADIR.. VARLIĞINDADIR
Tüm
varlığım iki nokta arasındaki kadar. Onlarada ne kadar maliksem.
Öncemden
haberim yok.
Sonram
ise meçhul.
Hareket
alanım bağlantım ve yakınlığim nisbetindedir.
Etkilenen
ve etkilenmem çevremin benimle bağlantısının gücü nisbetindedir.
Demek
ki ben kendime Mâlik değilim.
Mâlikimin
emanetini taşıyorum.
Malikiyet
davasından vaz geçmelidir.
Var
olduğumamı sevinsem yoksa yok olmadığıma şükredip, ya var olmasaydım korkusunu
mu sürdürsem.
Hiç
bir anlık yok olma ihtimalini düşündünüz mü?
Cehennem
gibi yakıyor değil mi?
İnsan
iki şükürle mükelleftir.
Birisi
var olduğu için, diğeri ise yok olmadığı içindir.