GÜL SOLDU

GÜL SOLDU
TBMM’nin 24. Dönem 3. Yasama Yılı açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Gül , konuşmasının bir bölümünde;“Geçen yılki konuşmamda, bu Meclis’in siyasetin tüm renk ve eğilimlerini temsil ettiğini ve bu nedenle çok güçlü olduğunu vurgulamıştım. Bu vesileyle, seçildikleri halde bu yasama yılında da Meclis’te olamayan milletvekillerinin bu tablo içinde bir noksanlık oluşturduğunu belirtmek isterim. Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum. Ülke ve milletin karşılaştığı bütün sorunların çözüm yeri Meclis’tir. Türkiye’de bütün fikir ve renklerin Meclis’te temsilin önemlidir. Önemli olan bu yüce kurumun kapsayıcı olması ve çoğunluktan farklı düşünenlerin bu çatı altında kendilerine güvenli bir yer bulmasıdır. Meclis kompozisyonunda meydana gelebilecek her türlü noksanlık, geçmişte yapılanları tekrar etmekten ve çok ihtiyacımız olan çözümleri daha da ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül-ü tenkid edeceğim hiç aklıma gelmemişti.
Gül bu ifadesiyle yani Ergenekon Terör Örgütü üyesi olup,mahkeme belge ve kararlarıyla tutukluluğuna karar verilmiş kişilerin salınmasını söylerken,bir yargılamada kendisi yapmış oluyor,yargı makamında olmadığı ve de tüm yetmiş dört milyonu göz önünde bulundurması gerektiği halde.
Memlekette adam kıtlığımı var ki,suç isnad edilmiş olduğu ve de aleyhine karar verileceği bilindiği halde,kasıtlı olarak bunlar aday gösterildi.
Gül bu ifadesiyle;A.N.Sezer-in hapisteki pkk-lıları affetmesinden farkı nedir?
Bunlar yüz yıllık tüm menfiliklerin başını oluşturan Ergenekon Terör Örgütü üyesi olarak suçlanmaktadırlar.
Acaba taşınması güç olan böyle bir yükü taşıyabilecek midir?
Acaba millete danışmadan,kimin adına onları da mecliste görmek istemektedir?
Millete danıştı mı?
Demek ki;bir insanın istikametini ve istikrarını sürdürmesi kolay değilmiş!
Abdullah Gül yara aldı,kendini yaraladı.Bu yara zor kapanır.
Böylece Ergenekon terör örgütü savcı ve avukatlarına bir destek daha katılmış oldu.
Bu tavır onu milletin gözünde düşürmüştür.
Gül-ü soğuk vurdu..Gül soğuk aldı!!!
Gül-ün teklifi soğuk kaçtı.
Bu davranış insancıl bir davranış değil,insanlığı rencide eden bir darbedir.
Kendi şahsına aid olanı affedebilir.
-Bu zamanda ergenekonla mücadele,Çanakkale savaşına denk bir mücadeledir.
Başbakan basiretli davranıp bu teklifi tasvib etmemekle isabetli bir kararda bulunmuştur.
Ne tezattır ki;hukukun hapse attığını,cumhurbaşkanı meclise davet ediyor.
Milletin reddettiği,kendilerinin de milleti reddettiği kimseler meclise alınıyor.
Sadece haberlere yansıyanlardan dahi haberdar olunsa,sağlıksız karar verilmeyecektir.
Unutulmamalıdır ki;Aç olan canavara karşı gösterilecek sevgi,onun iştahını açar ve döner dişinin kirasını ister.
Millet bir asırdır çok çekti,birde diş kirası ödeyecek dermanı kalmadı.
Bu çıkış hala Ergenekon davasını anlamamak ve sulandırmaktır.
MEHMET ÖZÇELİK
02-10-2012




HÜKÜMET YIKILIRSA SEBEBİ AYASOFYADIR

HÜKÜMET YIKILIRSA SEBEBİ AYASOFYADIR
Hükümet asırlık problemlerin üzerine oturmaktadır.
Hükümet on-ca başarısına rağmen eğer yıkılırsa bunun müsebbibi ayasofyanın açılmaması ve bu konuda yavaş hareket edilmesidir.
Niyetin ve samimiyetin iyi olması yeterli değil,icraatın ortaya konulması gerekir.
Ergenekon terör örgütü ayasofyanın açılmasında en büyük engeldi.
Hükümet bunu başarıyla yürüttü.
Şimdi ayasofyayı açma zamanıdır.
Ancak hem problem ve hem de lanete sebeb olan emanete ihanet olan,ayasofyanın kapalı tutulmasıdır.
Ayasofya hükümetinde milletinde namus meselesidir.
Hükümet namusuna sahib çıkmalıdır.
Milletin namusunu korumalıdır.
İstanbulun fethinin sembolünü sevinçten hüzne dönüştürmemelidir.
İstanbulun fethiyle beraber ayasofyanın kiliseden camiye çevrilmesi ne kadar Efendimizin müjdesine bir mazhariyet ise,ona yakın derecede ayasofyanın zincirinin ve kilidinin kırılarak tekrar asliyetine çevrilmesi de müjdeye mazhariyettir.
Ruhban okulunun açılması tavizine gidilmelidir.
Ecdad zaten gayrı Müslime her türlü hakkını vererek idare etmiştir.Önümüzde engel olan ve bahane tutulan bahaneler kaldırılmalıdır.
Bir söylentide olsa;özellikle Atatürkle ilgili ve tarihi bazı gizli bilgilerin deşifre edileceği tehdidi de varsa,bırakın millet kendi tarihiyle yüzleşsin.Gerçekleri öğrensin.
Ayasofyanın kapalı tutulması maddi ve manevi gelişmemizin üzerinde manevi bir engeldir.
Belaların celbine vesiledir.
Fatih gibi bir şahsiyetin lanetine düçar olmaktır.
Milletin bir asırlık hasretidir.
Bizi bağlayan zincirlerin son halkası ve son kilididir.
Halka kırılmalı,kilit açılmalı,millet özgürlüğüne kavuşmalıdır.
Bir faraziyede olsa,bir gerçeğe ışık tutacak bir teoridir;
-Bu millet kendi iradesiyle Halk partisini iktidara geçirmez.O ancak kendisinin de bildiği gibi,darbeyle gelebilir. Ancak bu parti eğer ayasofyayı açsa veya sebeb olsa,kaderin onu başarılı kılmasına,oylarının artmasına, tarihindeki onca şaibeleri bile –geçicide olsa- önemli çapta azaltacağına sebeb olacaktır.
Ayasofyayı açan,bugün de yarında hem dünya yönüyle başarılı olur ve hem de tarih nezdinde unutulmaz bir Fatih gibi rahmetle anılır.
Ayasofya üzerine birkaç yazı yazdım .Bu konuda çokça yazı yazıldı.Sessiz kalınması iki düşünceyi akla getirmektedir;
-İşin vehameti gayet büyük.Doğrudur zira hristiyanlık dünyasının memnuniyeti ve masonluğun memnuiyeti yanı engelleyiciliği sürmektedir.
-İlgisiz ve hissizlik ve ihmal duygusu öne çıkmaktadır.
Basiretli ve cesur adımlar atmalıdır.
Bediüzzamana kulak verilmelidir;
“Nasıl ezan-ı Muhammediyenin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim.
Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım. “
“Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim. “
“Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camiini puthaneye ve Meşîhat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek bir suç olması imkânı var mı? “
MEHMET ÖZÇELİK
05-08-2013




HAYA VE HUY

HAYA VE HUY
Başlı başına bir güç,enerji,rüzgar ve güzel koku olan ruh,eşiyle ruh noktasında imtizaç etmesi gerekir ki,beraberlik devam etsin.
Ruh kişinin kendi dünyasında bir bütünlük ve beraberliği sağladığı gibi,eşiyle de adeta bir ruh ve iki beden olarak bütünlüğü ve birliği sağlaması gerekir.
Ruhun bir şubesi olan huyda uyum olmayınca,başta beden olmak üzere başka noktalarda uyumlar aranmaya başlıyor.
Beden beraberliğindeki uyum ve imtizaç yeterli olmayınca veya geçici olunca bu sefer geçici ve suri tedbirlerle uyumluluk aranmaya başlıyor.
Sinemaya veya tiyatroya gitme hevesi bu geçici tedbirin veya uyumun bir yan çözüm yoludur.
Bununda geçici memnuniyetinin geçmesiyle çiftler bu ihtiyaçlarını gidermek için gözlerini memnun edecek ve bir süreliğine hoşlanacakları alış-verişlere yöneliyorlar.
Alış-veriş bir ihtiyaçtan ziyade,bu memnuniyetsizliğin,uyumsuzluk ve imtizaçsızlığın geçici olarak verdiği bir yan etki oluşturmaktadır.
Bu huy haya ile de korunmayınca içte meydana gelen kopukluğa,dıştaki güvensizlik de eklenince,küçükten başlayan tartışmalar büyük boyutlara ulaşıyor.
Önceden kendi aralarında yapılan sulh ve anlaşmalar yerini ince ince geçici olarak bağlanan bağlarında kopmasıyla,daha büyük kopuşlara bırakıyor.
Bu durumda dışarının veya çiftlerin taraflarının devreye girmesi gerekiyor.
Buradan da bir sonuç alınmayınca mahkeme süreci başlamış oluyor.
Burada da son kararı verecek olan merci,ya son kararlarını sorup barıştırıyor veya birbirinden bir daha buluşmamak üzere ayrılmalarına karar veriyor.
Bu karar ilahi kararında tarafların bir daha bütün yolları kapatmaları sebebiyle buluşamayacakları yönünde karara bağlanmış oluyor.
Öyle ki tekrar beraber olmaya niyet etmeleri veya pişman olmaları bile sonucu değiştirmiyor.
Talak demek olan boşayıp salı verme,tekrar beraber olmanın önünü tıkıyor.
Ancak tarafların özellikle hanımın ikinci bir evlilik yapıp da aynı uyumsuzluğu orada da sürdürerek boşanmaları halinde,birinci evliliğe dönmelerine müsaade ediliyor.
Özellikle kadın ve de erkek böylece kendisinin kocasından başkasıyla imtizaç edemeyeceği veya en uygunun o olduğu ortaya çıkmasıyla asgari müştereklerde uyumluluklarını tekrar sürdürmelerine müsaade ve karar verilmiş oluyor.
-Birinci derecede eşler arasındaki huy ve haya tutkalı onları bir arada tutmayınca neseb,güzellik ve mal bağları devreye girerek,onların o aile bağlarını sürdürmelerine önemli sebeb oluşturuyor.
Ancak bu sebebler önemli olsalar bile,birinci,tek ve en önemli ve bağlayıcı güçlü sebebler değildirler.
En kopmaz bağ;ruhtan gelen,hayanın beslemiş olduğu huy bağıdır.
Onun dışındakiler birer teferruattır.
Huy ruhun imtizaç noktasıdır.
İnsanın eşiyle,işiyle,diğer insanlarla olan en keskin bağı onun huyudur.
Onun içindir ki denilmiştir;Huy çıkmayınca,can çıkmaz.
İman huyu korumakta,namaz huyu sürdürmekte,şükür onu mayalamakta,sabır dağılmasını engellemekte,akıl tedbirini almakta,kalb de desteklemektedir.
Musibetleri sabır ve şükür içerisinde aşma,manileri geçme bir üst seviyeye yükselmeyi gerektirmektedir.
Şükür verilene karşı,sabır alınana karşıdır.
Huy ve haya,hayatın ve diriliğin sebebidir.
Hayat huy ve haya ile kaimdir,daimdir,sabittir.
Ruh-da hayat ile vardır.
Böylece;eğer hayattan huy ve haya çıksa gitse hayat gidecek,hayat çıksa ruh gidecektir.
Ruhun ruhu da,iman ve marifettir.
Huy bir karekter işidir.Ruhun tinetidir.İnsanın hamuru ve çamurudur.
“De ki: “Herkes kendi şekline (hüviyetine, karakterine) göre amel eder.” Öyleyse kimin daha çok hidayet yolunda olduğunu en iyi Rabbiniz bilir.”
MEHMET ÖZÇELİK
19-04-2014




HARAM SEVMEK

HARAM SEVMEK
Haramı sevmekte menhus bir zevk var.
Ondandır ki,şeytan işini zevkle yaptığı gibi,zevkle de yatırmakta ve insanlar da yapmaktadırlar.
İnsanın nefis cihetiyle yapısında harama meyil vardır.
Tıpkı çocuğa bir şeyi yapma dediğinizde,özellikle çocuk onu yapmaya meylettiği gibi.
İnsan harama ve yasağa karşı merak saikasıyla ilgi duymaktadır.
Şeytan ise insanın bu merak duygusunu sürekli tahrik etmektedir.
Haram insanın yapısını ve hayatı bozmaktadır.
*Tevbe hayatı düzenlemedir.Tevbe için günah şart değildir.
Efendimiz ismet sıfatı gereği günahsız olduğu halde,günde 100 defa tevbe etmekte olduğunu söylemektedir.
İnsanın hayatına format atarak,tekrar fabrika ayarlarına dönmesini sağlar.
*Şeytan meşru yolla evlenmez.Onun ki gayrı meşru ve haram bir beraberliktir.
*Şeytanın zürriyetinde nikâh ve mahremiyet yoktur.
Şeytan zürriyeti,nesebsizler zürriyetidir.Akid yok,hukuk yok,ölçü,emir ve nehiy yoktur.Tüm bağlarını koparmışlar topluluğu oluşturur.
İnsanlar içerisinden de öyle olanları,onların topluluğu gibidir.
Nasibsizler zürriyeti.
Nesebsizlik nasibsizliktir.Nesebsizlik kopukluktur.
Bu ise, İblisin telbisi ve tedlisi..İnsanlık suyunu bulandırmasıdır.
*Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir.Harama girmeye hiç lüzum yoktur.
Bediüzzaman tesbitlerinde;
“Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. ne kötü bir şeydir o yaptıkları! (Maide- 62.)
“Bazı mukaddesatını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir! “
“Bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lazım ve zaruridir: hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. “
“Haram sevmekte, bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok ârızalarla o cüz’î lezzet zehirli bir bal hükmüne geçer.”
“Ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haramdairesindeki bir saat lezzet, bazan bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. “
“Kur’an-ı Hakimin sırr-ı icazıyla, hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir manevi Cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevi bir Cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevi elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-ı şeriatın amelinde Cennet lezaizi gibi manevi lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor.”
“Şeriatça bazı savtlar helal, bazıları da haramkılınmıştır. evet, ulvi hüzünleri, rabbani aşkları iras eden sesler helaldir. yetimane hüzünleri, nefsani şehevatı tahrik eden sesler haramdır. şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.”
“Vacibin mukaddemesi vacip, haramın mukaddemesi haramdır. “
“Kaplan gibi hayvanların halal rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır.”
“Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakkın helal ettiği tayyibat dairesinden, haram ettiği habisat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:
Parçalayıcı arslanla, ünsiyetli ehli atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacıyla jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihata çıkıyor.”
“Ağyarın malı, ismet-i şeriye için haram olmuştur. İnsanın eti hürmet ve keramet için, zehir zarar için, laşe eti necaset için haram olmuşlardır.”
“Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüt ediyor, ne yapayım?”
Ben de dedim: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var: İmam-ı Şâfiî’nin (r.a.) dediği gibi, Haram-ı nazar, nisyan verir.”
Evet, ehl-i İslamda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir. “
“Bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor.”
“Nevafilin ihfası çok sevaplı olduğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkinde takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve halistir.”
“Şimdi, malda ve rızıkta hilelerle suistimal ile, rüşvetle çok haramkarıştığı ve ekinciler kendi malına hakkıyla sahip olmadığı ve on adamdan iki-üçü tam rahmete müstahak ise, ekincilerin malından istifade edenlerden beş-altısı ya zulümle,haram karıştırmakla, ya şükürsüzlükle rahmete istihkakını kaybediyor. “
“Sa’y, masrafa kafi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlakın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı, fakir, ahlaksız etmiştir. “
MEHMET ÖZÇELİK
04-02-2014




HALLAC-IN MARİFETİ

HALLAC-IN MARİFETİ
Biyografik olarak onun hakkında;
“Hallacın asıl adı, Hüseyin b. Mansur b. Muhamma el-Hallac’dır. Künyesi, Ebu Muğis’tir. Ebu Abdillah olduğu da söylenir. Dedesi, Fars’ın Beyda kentinden Muhamma adında Mecusi bir kimsedir. Va¬sıfta yetişti. Tüster’de yetiştiği de söylenir. Ama daha sonra Bağdat’a geldi. Mekke’ye gidip geldi, yazın ve kışın orada mescidin ortasında mücavir olarak yaşadı. Çeşitli senelerde bu halde yaşayışını sürdür¬dü. Nefsiyls mücahede edip zahmetlere katlanırdı. Mescid-i Haram’ın ortasında gök kubbenin altında otururdu. Tam bir sene boyunca iftar vakitlerinde bir parça ekmek yeyip azıcık su içerek gıdasını temin ederdi. Yazın şiddetli sıcaklarda Ebu Kubeys dağında bir kayanın üzerine otururdu.”
*“Oraya varınca kutlu mekândaki vâdinin sağ tarafında bulunan ağaçtan şöyle nida edildi: “Ey Mûsa! Rabbül-âlemin olan Allah Ben’im.”
“Allah bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından hitab eder, yahut ona Kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. Çünkü O yüceler yücesidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”
*Şibli, Halllac’ın dediğini ben de diyorum, amma beni deliliğim kurtarıyor, onun aklı onu öldürüyor, diyerek Hallac ile hem-fikir olduğunu bildirmiştir. .”
İmam-ı Gazali de Mişkatu’I-Envar isimli kitabında Hallac için uzun bir fasıl tahsis etmiş ve onun sözleri fart-ı muhabbet ve ifrat-ı vecdden ileri gelmişti, ” yani ben ve sevdiğim biriz”, “Ben O’yum O Bendir” demiştir.”
Mevlana Cami de onu rahmetle yad eyleyerek üçüncü tabaka meşayihinden bulunduğunu bildirmiştir.
İbadete düşkün ve keramet sahibi idi.
Şeyhu’l-Kutub Seyyid Abdü’I-Kadir-i Geylani de,
Hallac’ın ayağı kaymış, elinden tutup kaldıracak bulunmamıştı. Ben zamanında olsaydım onun dest-giri olurdum, buyurmuştur. Şeyh Abdü’lKadir’in kelamı da Hallac’ın veli olduğuna delalet eder.”
Hazreti Mevlana Mesnevi’sinde:”Hüküm ve ifna kalemi, gaddar bir kadının elinde bulundukça Mansur dâra çekilir” diyerek onun idamını bir gadr saymıştır.
Yunus Emre (ö. 1320):
Abdü’r-Rezztık ol derviş yoldaş edindi beni
Hallac-ı Mansur ile Ora çekilen benem,
diyerek kendisinin de zamanın Hal1ac-ı Mansur’u olduğunu haber vermiştir. ‘
Asrın şa’irlerinden meşhur Bağdatlı Ruhi;
Çün Hak diyeni eylediler zulm ile ber-dar
Batıl söze tıgaz idelim biz dahi na-çar,
beytinde Hal1ac’ın haksız yere ipe çekildiğine telmih ve takriz etmiştir.
İstanbul’un büyük şeyhlerinden İbnü’l Vefa, “Hal1ac Ene’I,Hak demiş” diyen birine “Ene’l-Batıl mı deseydi?” cevab-ı zarifini vermiştir.
Mevlevi şeyhlerinden ve Mesnevi şarihlerinden İsma’il-i Ankaravi.
Minhacu’I-Fukara’sının tecelli bahsinde ;… Hazreti Eyyüb’e Sabır ismiyle tecelli eyledi, Bu kadar sene belaya sabr kıldı.
Ve evliyau’lIahdan Hazreti Bayezid’e’ Azm şanıyla tecelli eyledi ‘Sübhani ma a’zame şani’ı . Bu sözün anlamı; Ben kendimi tenzih ve takdis ederim, benim şanım ne büyüktür,demektir.) dedi”.
Ve İbn-i Mansur’a vahdet-i mutlaka ile tecelli kıldı ‘Ene’I-Hak’ dedi”
Hallac’m bu sözü söylemiş olması, vahdet-i mutlaka tecellisinin eseri bulunduğunu anlatmıştır.
-Mansur ene’l-Hak söyledi
Hakdır sözü hak söyledi,
diye onun sözü ve sözü doğru olduğunu tasdik eylemiştir.
Ene’I-Hak demiş Olan Yalnız Mansur Değildi
Türk şa’irlerinden Nevres-i Cedid’in şöyle bir beyti vardır:
Çeşm-i hak-bin yok cihanda yoksa şah u meyvesi
Her dırahtı dar ile Mansur şeklin gösterir.
“Dünyada hakikatı gören göz yok. Yoksa her ağacın dalı ile yemişi,
Mansur ile çekildiği dâr-ı gösterir” demek olan bu beytde hem Hallac’ın Ene’l-Hak dediğinden dolayı asıldığına telmih, hem de o sözü yalnız ehlu’llahın değil, ağaç dalı ile yemişine varıncaya kadar bütün mevcudatın manevi bir lisan ile söylemekte bulunduğuna işaret vardır.
-Mevlana; “Bu alemde Mansur’un nüktesi sebebiyle zuhur eden salb-u i’dam vuku’a gelmeden evvel biz ‘a1em-i ervah Bağdad’ında Ene’l-Hak diyorduk” me’illindedir.
Yunus Emre de;
Ezelde benim fikrim Ene’l-Hak idi zikrim
Henüz dahi doğmadan evvel Mansur-ı Bağdadi,
beytiyle ifade etmiştir.
-Mevlana; “Bizim bizliğimiz, ya’ni varlığımız, yok olunca kıdem denizi
dalgalandı. Ben şimdi vaktin Mansuruyum. ‘Aleme karşı vakt vakt Ene’l Hak diyiyorum” demekdir.
* Tecelli şevki didarın Beni mest eyledi hayran
“Enelhak” sırrını canım Anınçün kılmazam pinhan
Acep hayran u mestem kim Bilişten bilmezem yari
Gözüm her kanda kim baksa Görünen suret-i Rahman
Benim her dertlü dermanı Benim her ma’denin kanı
Benim ol durr-i bi hemta Benim ol bahr-i bi payan
Semada sırr eder sırrım Cihanı tuttu envarım
Mukaddesler cemiisi Benim sırrımda sergerdan
Bu ay u gün bu yıldızlar Bu giceler bu gündüzler
Bu yazlar kışlar u güzler Benim emrimdedir yeksan
Çürümüş tenlere bir kez Eğer dirsem “bi izni kum”
Yalın ayak u baş açık Duralar kamusu uryan
Benim ilm-i ledünnümde Hezaran hızr olur aciz
Benim her bir tecellimde Nice bin Musa’lar hayran
Cihan tılsımının bendi Benim elimdedir şimdi
Benim bugün bu meydanda Benimdir top ile çevgan
Benim şahı bu meydanım Benim devri bu devranın
Benim canı bu canların Benimle diridir her can
Benim Mansur’u dar iden Benim ağyarı yar iden
Benim her varı var iden Benim hem giden hem duran
Değilim oddan u sudan Veya toprak veya yilden
Ben irden var idüm irden Henüz yoğidi bu ezman
Zamansız bi zamanım ben Nişansız bi nişanım ben
Dü alemde hemanım ben Benim görünen hem gören
Görürsün sureta adem Benim emrimdedir alem
Feleklerle melekler hep Bana mahkumdur ins ü can
Sanırsın Eşrefoğlu’yam Ne Rumi’yem ne İzniki
Benem ol daim ü baki Göründüm sureta insan (Eşrefoğlu Rumi Divanı)
*Bayezid-i Bestami, hocalara hiıaben; “Siz ‘ilminizi ölüden ölüye intikal etmek süretiyle edindiniz. Biz ise, doğrudan doğruya diri ve ölmez olan Allah’tan aldık. Bizim gibiler;
Kalbim bana Rabbimden rivayet etti” der. Siz ise; fülan, fülandan bana
Nakl-u rivayet etti dersiniz. Size, o fülan nerede? diye sorulacak olsa,öldü cevabını verirsiniz. Rabbinizden rivayet edin de o fulan ve fulanı bırakın. Asıl Vahib ve Mülhim olan Allah ölmemiştir. ‘O size şah damarınızdan daha yakındır,” Feyz-i İlahi ve mübeşşerat kapısı da kapanmamıştır” demiştir.
*Ebu Hureyre; “Rasulullah sallallahu ‘aleyhi ve sellemden iki kab ilm hıfz ettim.
Onlardan birini yaydım. Fakat öbürünü söyleyecek olsam şu boğazım kesilirdi.” demiştir.
– Zeyne’l-‘Abidin hazretleri de;”Ne kadar ‘ilim cevheri vardır ki onu meydana koyacak olsam bana, sen putperestsin! denilir, müslümanlar; benim kanımı dökmeyi helal sayarlar. Yaptıkları çirkin bir işi güzel sanırlardı.”mealindedir.
-Bir hadis-i kudside; “Kulum, feraizi ifadan sonra nafile ibadetlere devam etmekle bana tekarüb eylemekden hali kalmaz. Bu tekarüb neticesinde Ben onu severim. Sevince de onun kulağı olurum Benimle işitir. Gözü olurum Benimle görür. Eli olurum Benimle tutar. Ayağı olurum Benimle yürür.’ buyurulmuştur.
*”Ey Peygamber-i ekber; o taş kırıntılarını attığın vakit sen atmadın,lakin Allah attı.”
*Hazreti Musa Tur-i Sina’da bir ağacın üstünde ateş parladığını görmüş, yaklaşınca, “Hakikaten Ben Allah’ım, Ben’den başka mabud yokdur”hitabını işitmişti.
-Yani “Allah’ın bir ağaçtan tecelli etmesi ve Ena’llah demesi ca’iz olsun da bir insan-ı kamilden tecelli etmesi ve Ene’l-Hak demesi neden caiz olmasın?”
*-Beyazid-i Bestami-Sübhanım
Hallac-ı Mansur-Enel Hak
Muhiddin-i Arabi-İlahınız ayaklarımın altındadır,derler.

*Aşka uçarsan kanatların yanar.Sadı Şirazi
Aşka uçamazsan kanatların neye yarar.Mevlana
Aşka varınca kanadı kim arar.Yunus

*Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül, yahut diken.
Ya hayattır, yahut kefen.
Narın da hoş, nurun da hoş.
Kahrın da hoş lütfun da hoş..

*Ger ben ben isem nesin sen ey yâr
Ger sen sen isen neyim men-i zâr.Şair Fuzûlî
*Sevmediklerinize sabretmedikçe,Sevdiklerinize kavuşamazsınız.

*”Ne kahrı dest-i âdâdan, ne lutfu âşinâdan bil
Umûrun Hakk’a tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ’dan bil!”
*Kötü yaradılışlı kişi Allah’a yalvarmasın diye ,
Allah ona dert keder vermez.
Unutma firavunun başı bir kez bile ağrımadı..!

“HAYALİ
Bu konuda anlatılan bir masal vardır ki pek meşhurdur :
“Balıklar deryada sakin ,usulet ve suhuletle yüzerken içlerinden birinin sorması ile şaşırıp kalmışlar.
Su nedir? Soru oldukça basittir.Ama yıllar yılı içinde sürekli yüzüp yüzgeç attıkları suyun hakikatini hiç biri bilemez.Bunun üzere araya araya balıkların pirini bulur ve ona sorarlar;
Ey pirim,üstadımız,bu su nedir,nicedir?diye sorunca balıkların piri hiç düşünmeden
“Ben sudan başka bir şey görmüyorum ki onu size anlatayım”diye muammalı, esrarengiz bir cevap vermiş.
Şairde cihan içinde cihan ara,iç-içedir bilinmezler derken adeta bir kehanette bulunuyor ve şu anda pozitif bilimin bahsettiği iç içe evrenlere işaret ediyor.Aslında fizik ötesi ilimde yani ilmi ledün de sabittir ki;yedi kat gökyüzünden bahsedilir.Bunların her biri farklı bir boyuttur ve zamanın akış hızı,mekanın kesafeti tamamen farklıdır.Bu yüzden birbirlerini göremezler,görseler de ulaşamazlar.
Bu yüzdende uzak,habersiz kopuk yaşarlar.Cihan içinde cihan,olduğunu bugün bilim adamları ispatlıyor. Fakat,önemli olan bu cihanın özünde,maverasında tek bir varlığın olduğunu bilmektir .
O ‘da Allah’tır.İşte O tek olan ilahi varlığın dışında-haricinde kalan ins-cin,melek-şeytan,toprak hava,su,güneş hiçbir şey yoktur aslında.Yani bunların harici bir vücudu yoktur.Hepsi o ezeli ve ebedi varlık güneşinden alır ışığını,müstakil bir ışıkları yoktur.
O ışıksa gerek mecazi,gerekse manevi kainatın ruhu özü olan Allahtır.
Allah evveli batında gizli bir hazine iken,bilinmek istemiş.Ademi bir ayna suretinde yaratmıştır.Alem aynasında esmasını,Adem denilen yokluk aynasında ise ef’al,sıfat ve zatını seyretmek istemiştir.
Yüce Allahın iç içe dört büyük alemi vardır.Mülk,melekut,ceberut ve lahut.
Muhiddin-i Arabi Hz.leri bu dört alemi dört büyük derya olarak görmüş,lahut aleminin coşup açılması ile ceberut aleminin,ceberut aleminin coşup taşmasıyla melekut aleminin,melekut aleminin coşup taşmasıyla mülk aleminin görüntüye geldiğini,aslında var gibi gördüğümüz fani varlığın bir hayal olduğunu,kainat denilen varlığın ezeli ebedi ve tek olan varlığın her an tecellisiyle zuhura geldiğini söyler.Hatta,bazı islam alimleri bu sürekli tecellinin bir an kesilmesiyle kainatın bir anda yok olacağını,kıyametin bu şekilde kopacağını iddia ederler ki doğrudur.Bir öğlen uykusunda gördüğüm rüyada bana şöyle söylendi.Gölgenin hakikati suydu buhar oldu.Bu rüyayı anlattığım bilge inşallah yağmur olup rahmet olup deryaya geri dönersin demişti.
Allah doğruyu söyler hidayet yalnız onun elindedir…şiirin tamamı aşağıya alınmıştır…”

*Bediüzzamanın ifadesiyle;
“Ey şiddeti zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl”

Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Harâbât ehline dûzah azâbın anma iyi zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler

Şafak-gûn kan içinde dâğını seyretse âşıklar
Güneşte zerre görmezler felekte âyı bilmezler

Hamîde kadlerîne rişte-i eşgi takub bunlar
Atarlar tîr-i maksûdû nendendir yâyı bilmezler

Hayâlî fakr şâlına çekenler cism-i uryânı
Anınlâ fahrederler atlas ü dîbâyı bilmezler

*Adamın birine veli bir zat,Allahı biliyor musun?
Evet,deyince;
O zaman mesele yok
-Allah seni biliyor mu?
-elbette kuluyum.
O zaman mesele yok.

*Hallacın durumu özel olup,vahdette istiğraktır.Özel bir haldir.
Hal olup,kâl- ile ifade edilecek bir şey değildir.

* Hallac’ın sözlerinden:
Adamın birisi gelerek, Allah kendisine fayda versin diye ondan bir tavsiyede bulunmasını istemişti. Hallaç da ona şu tavsiyede bu¬lunmuştu:
“Nefsine dikkat et, eğer sen onu hak ile meşgul etmezsen o seni haktan alıkoyup oyalar.”
Adamın biri de ona şöyle demişti:
– Bana Öğüt ver.
– Vacip kıldığının hükmü ile, hakla beraber ol.”
MEHMET ÖZÇELİK
06-02-2014




HAKİKAT VE TARİKAT

HAKİKAT VE TARİKAT
Hakikat ve tarikat farkı;
Hakikat ;netice,sonuç,kemal,cemal,kenzi mahfi,O,Allah…
Tarikat ise,O’na giden yol.O’na giden yollar mahlukatın nefesleri sayısınca.
Her yol O’na çıkar.
İman ve marifet,muhabbet ve rüyet birer hakikattır.
Kâinat içindekilerle beraber hakikata gitmektedir.
İnsanlar hakikat yolunun yolcusudurlar.
Bizle gelecek olan iman ve ameldir.Kalacak olan ise,beden,makam,mevki ve mal gibi maddi şeylerdir.
Bir ömür üzerinde kavga ettiğimiz her şey burada kalacaktır.
Vücudumuz için ne masraflar yapmış,hayatımızı ona vermiştik.
Ancak o ve onun gibi şeyleri hep bırakıp da gidiyoruz.
Kendimizle getirmediğimiz gibi,götürmüyoruz da…
Nasıl geldiysek,öyle de gidiyoruz.
Her şeyi burada bırakıyor,hiç biri bizimle gelmiyor.
Allah hakikatın dışındakileri kabul etmiyor.
Bütün enbiyalar,evliyalar,müceddid ve alimler her biri hakikatın bir izini,özünü ve yolunu göstermişlerdir.
Her şey Hak tarafından hakikat olarak yaratılmış iken,İnsan seyriyle hakikatın hakikatına yükselmekte ve yürümektedir.
Allah’ın dışında olan her şey her ne kadar Hak tarafından yaratılıp bir hakikatı olsa da,ancak O’nun varlığının hakikatı yanında bir gölge mesabesindedir.
Ondandır ki,vahdetül vücud ve vahdetüş şühud ehli O’nun varlığının dışındaki eşyaya varlık dememişlerdir.
Aslında gerçek varlık demek değildir.
Zira her şeyin varlığı,O’nun varlığı ile kaimdir.
O’nun varlığı ezeli ve ebedi yani başlangıç ve sonu olmazken,O’nun dışındaki tüm varlıklar belli bir noktada varlığa çıkarken,belli bir noktada yok olmaktadırlar.
O’nun varlığı varlıklara bir vücud vermektedir.
*İbrahim Hakkı Hazretleri şöyle der:
Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi, misli âlemde,
Ve suretten münezzehtir, mukaddestir Teâlallah.
Şerîki yok, berîdir doğmadan doğurmadan ancak,
Ehaddir, küfvü yok, “İhlâs” içinde zikreder Allah.
Ne cismu ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir
Yemez, içmez, zaman geçmez berîdir cümleden Allah.
Tebeddülden, tagayyürden, dahi elvânu eşkâlden,
Muhakkak ol müberrâdır budur selbî sıfâtullah.
Ne göklerde ne yerlerde, ne sağu sol ne ön ardda,
Cihetlerden münezzehtir ki hiç olmaz mekânullah
Hudâ vardır velî, varlığına yok evvelü âhir;
Yine ol varlığıdır kendinden, gayrı değil vallah.
Bu âlem yoğ iken ol var idi, ferdü tekü tenhâ;
Değildir kimseye muhtaç O, hep muhtaç gayrullah.
Âna hâdis hulûl etmez ve bir şey vacib olmaz kim;
Her işte hikmeti vardır, abes fiil işlemez Allah.
MEHMET ÖZÇELİK
15-02-2014




İDDİALAR

İDDİALAR
*Önceden olsunda çamurdan olsun,derken,şimdilerde o çamurları temizlemekle meşgulüz.
Çamurların attıkları çamurları da temizlemek,çok kirlenmelerden sonra uzun bir zaman alacaktır.
Ayrık otlarını temizlemek,yeni ürünleri ekmeyi ve sağlıklı dermeyi geciktirmekte ve zorlamaktadır.
Bir zaman insanlar hakkında çok rahat tekfirde bulunuluyordu.
*”Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.”
Önceden çetele tutulduğu için insanlar bilinmekte idi.Ancak şimdi kanlar ve soyla karıştığı için,sağlıklı nesilleri bulmak zorlaştı.
*Cumhuriyetten önceki icazetlerde şecere Rasulullaha kadar giderken,ondan sonra meşrutiyetten sonra sadece resmi onayda kalmıştır.Önceden diplomaları medreseler verir ve devlet onu onaylardı.
Meşrutiyet bu kopuşun başlangıcını oluşturdu.
Şimdi ise bir yandan manevi kıtlıkların olması,engellemelere gidilmesi,farklı nesil ve soyların birbirine karışması gibi bir çok sebepler olumsuzluklara neden olan faktörler arasında idi.
Adeta aklına güvenenlerin vahyi ikinci plana iterek,geleceğin inkâr edilmesiyle yeni uydurmalar ve uydurukçular ortaya ve ortalığa sürülmüş oldu.
” Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken “Bana da vahyolundu” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim” diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!” derken onların halini bir görsen!”
Tarihte farklı çok değişimlere şahit olmaktayız.Mesela;
‘Vahiy katibi Said b.Abdillah?
Halife Osman’ın sütkardeşi. Emeviler’in önde gelenleri arasında yer aldı. Asıl işi maliyecilikti. Peygamber’in vahiy kâtipliğini yaptı. Bir ara islamlıktan döndü ve vahyi, kendi dilediği gibi bozup değiştirdiğini övünerek söylediği için Hz. Muhammet’in öfkesini çekti. Öldürülmekten Osman’ın araya girmesiyle kurtuldu, yeniden islamlığa döndü. Halife seçilişinde Osman’ı destekledi. Mısır’ın fethine katıldı. Osman döneminde Mısır valiliğine getirildi (645/646). Başarılı yönetimiyle Mısır’ın, maliyesini düzeltti, gelirini artırdı. Müslümanlarla Sudan arasındaki ilişkileri düzene soktu. Bizans’ın Afrika eyaletlerine başarılı akınlar düzenledi;
Kartaca’yı aldı (647/648). Zatu’us-Savari deniz savaşında Bizans donanmasını ağır yenilgiye uğrattı. Halifeye karşı başlatılan ayaklanmalarda Osman’ı destekledi ve ona yardım etmek için Mısır’dan ayrıldı. Yolda halifenin öldürüldüğünü öğrenince Muaviye’ye katıldı. Sıffin savaşından önce öldü.’
Aklı esas alan,aklına güvenen mutezileler türedi,türetildi.
*Mevlana Mu’tezile hakkında:”Mezheb-i i’tizal his gözünün mezhebidir.Akıl gözü visalde olan (gerçek) sünnidir.Mutezileler hislerinin maskarası olmuşlardır.Dışı Sünni görünse de (gerçekte) sapıklıktadır.Kim ki,histe kalmıştır,(gerçekte)o,mutezilidir. Her ne kadar sünniyim dese de,cahildir.(farkında değildir.)”
Zamanımız tüm olumsuzlukların havuzu haline geldi.
* Süleyman Ateş-i şaibeli kılan onun tefsirindeki yanlışlıklar ve yazmış olduğu gazetenin durumudur.
*Süleyman Ateş bir yazısında;” İbn Haldun da Tevrat ve İncil’in tahrif edildiğini söylemenin küfür olacağını ifade etmiştir. Kur’an dinlerin ruhuna bağlı iyi niyetli kitap ehlinin cennete gideciğini her vesileyle vurgulamaktadır” (S.Ateş Vatan Gazetesi, 20 Haziran 2005),ifadesiyle,hristiyan ve Yahudilerinde cennete gidecekleri iddiasında bulunmuştur,o da eski bir diyanet işleri başkanı olarak!
Bununla kalmamış,tefsirinde evrimi de savunmuştur.
*”atv haber merkezine konuşan, Süleyman Ateş’in kardeşi Yavuz Ateş, annelerinin Ermeni olduğunu açıkladı.
Bu iddiayı yıllar önce, Prof. Zekeriya Beyaz Hür Gün gazetesinde ortaya atmış, Prof. Süleyman Ateş yalanlamıştı.
*Akit, daha önce Papa’ya mektup yazarak, “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım” diyen ve PKK aracılığı ile Kürtlere zorla İncil ve Hıristiyanlık propagandası içeren CD’ler dağıttığı ortaya çıkan PKK’nın elebaşısı Öcalan’ın bir papazla samimi görüntülerine ulaştı.
Daha önce Papa II. Jean Paul’e bir mektup yazarak, “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir.” diyen Öcalan’ın Ermeni bir papazla samimi fotoğrafları ortaya çıktı.
*”Mahlukatın olmasıyla, daha evvel olmayan bir sıfatla sıfatlanarak ziyadeleşmedi (sıfatlarında artma olmadı). Nasıl ki sıfatlarıyla ezeli idi; aynı şekilde o sıfatlarla ebediyyen zail olmaz (tükenmez). Mahlukatı yaratmasından beri (sonra) “Halik” ismini almış değildir. Ezelden beri Haliktır.” Tahâvi Akaidi Tercümesinden.
*”Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bekir Karlığa, Hürriyet’e verdiği mülakatta aynen şöyle demiş:
“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler. Halbuki, Kuran tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. (…). Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkânına sahiptir…”
*” İlk karma namazın gerçekleştiği Brandeis Üniversitesi, bir Yahudi üniversitesiydi! 1948’de kurulan bu üniversitenin başkanları hep Yahudi olmak zorundaydı!
İslam tarihinde örneği hiç olmayan “karma namaz”a izin veren üniversitenin başkanı İsrail Hayfa doğumlu Yahudi Yehuda Reinharz’dı.
Yahudilik’te “kadın haham”, Hıristiyanlıkta ise “kadın papaz ve papa” yoktu tabiî. Ama İslam’da yapılmaya çalışılıyordu… Niye?
Cami cemaati, Beyza Hanım’ın imam Ahmet Yılmaz’a giderek, “Bırakın cumayı ben kıldırayım, devrim yapayım” dediğini iddia etti. Bayan Zapsu bu haberi yalanladı; böyle bir şey söylemediğini açıkladı.”
*Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, İsmet İnönü döneminde, CHP döneminde yaklaşık 900 caminin yıkıldığının bilindiğini belirterek, ”Mihrişah Sultan tarafından yaptırılan mescit, 1941’de çıkarılan bir kanundan faydalanılarak CHP ocağına dönüştü ve caminin giriş kısmına CHP’nin simgesi 6 ok konuldu” dedi.
Toplumun besleneceği sağlam ve sağlıklı kanallar kapatılınca,bu gibi olumsuzluklar baş göstermeye başladı ve hala da devam etmektedir.
*Dini olduğu kadar,siyasi,toplumsal,kültürel alanda da bir çok entrikalara ve iddialara şahit olmaktayız.
Üç yıl boyunca internetten gazeteleri tarayarak tuttuğum özellikle Ergenekon terör örgütünün entrikaları bir asırlık karanlık ortamı bir nebzecikte olsa aydınlatmaktadır.
*Kozinoğlu’nun cenaze töreninde bir yakını, “Her şeyi anlatacaktı, ama konuşturmadılar” dedi.
*Taraf’tan Emre Uslu yazısında;
“MİT’in içindeki sola yakın bir kesim ve askerî istihbaratın önemli kesimi KCK operasyonlarından rahatsızdı.
…Özellikle 2009 yılındaki KCK operasyonları o kesimler ile Emniyet’i kimi illerde karşı karşıya getirdi. Şimdilerde bazı aydınların “Devletin bir kesimi KCK operasyonlarına karşı” diye yaygara koparması bundan.
…MİT ve Askerî İstihbarat birimlerinin KCK yapısı içindeki elemanları ‘İl Sorumlusu’ seviyesine çıktılar, serhildan eylemlerinde toplumu galeyana getirmek için yüzleri poşulu en önde yürüyenler arasında onlar da vardı; hatta en önde gidenler çoğu zaman onlardı.
…Hakan Fidan’dan önceki MİT’in içinde bir damarın elemanları ise çoğunlukla Askerî İstihbarat elemanları.
Yeni devlet PKK ile mücadele ederken istihbarat birimlerinin KCK içindeki elemanları şehir sorumlusu seviyesine gelmişti ama asıl görevleri olan PKK’nın şehirlerde yapacağı eylemleri bildirmek bir yana o eylemleri bizzat organize ediyordu. Emniyet’e de aslında hem PKK ile hem de o kesim istihbarat görevlileri ile mücadele etmek düşüyordu.”
Büyük bir iddia ancak yabana atılacak bir şey değil,zira biz bu filmin önceki bölümlerini de bizzat seyretmiştik.Pkk-ya karşı resmi olarak kurulan Hizbullah,yine bu kurum tarafından kurulmakla kalmamış,doğudaki bir çok temsil özelliği bulunan insanlar saf dışı edilmişti.
Hizbullah pkk-nın sağ kolu olarak kullanılmıştı.
Aslında pkk 1970-lerin sol ve devrimci düşüncenin sol kolu iken,Hizbullah sağ kolu idi.
Şimdiki kck ise,pkk-nın pkk içindeki doğu insanını kandırmak amacıyla sağ kolu olarak gösterilmeye çalışılsa da,mızrak çuvaldıza sığmamakta,bunların materyalist,sosyalist,ateist,Zerdüşt olduğu net olarak ortaya çıkmakta,uzun süre gizli kalamamaktadır.
*”Geçtiğimiz günlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ünlü spekülatör George Soros’un desteklediği Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) Kurucu Üyesi olduğu ve Mütevelli Heyetinde yer aldığı ortaya çıkmıştı.
Kılıçdaroğlu, TESEV’in Vakıf Senedi metninde 183 numarasıyla kayıtlı olduğu bildirilmişti.
*”Papa Eftim tarafından kurulan Türk Ortodoks Patrikhanesi ve şu an temsilcisi olan Sevgi Erenerol ile samimi ilişkisiyle dikkat çeken Küçük’ün, Ermeni kökenli olduğu ileri sürülüyor.”
…Kazım Karabekir Paşa, Erzurum ve çevresindeki tüm yetimleri toplayıp, onları yurtlara yerleştirdi. İddialara göre, bunların çok büyük bir çoğunluğu Ermeni; dört bini erkek iki bini ise kızdı. Çoğunluğu, Kuleli ve Bursa’da açılan Işıklar Askeri Lisesi’ne kaydedildi. Bu çocuklara daha sonra Gürbüzler Ordusu adı verildi. Kazım Karabekir, bu uygulaması nedeniyle “Ermeni çocukları Türk’leştirdi!” şeklinde eleştirildi. 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenlerin içinde bu Gürbüzler Ordusu’ndan yetişen önemli isimlerin olduğu ileri sürülmüştü.
Küçük ileri düzeyde Ermenice bilmesiyle tanınıyor. Kendisi bu durumu “Köydeki komşularımdan öğrendim” şeklinde açıklasa da köyde tek Ermeni görünmüyor.
Araştırmada uzunca deliller serdedilmiştir.
*Son günlerde “Ermeni asıllı olduğu idda edilen” Diyanet Eski Başkan’larından Lütfi Doğan’la meşgulüz. İddialara göre Lütfi Doğan Almanya’daki bir Ermeni Patriği ile kardeşmiş.
Hemen ardından ikinci Ermeni asıllı Diyanet İşleri Başkanı haberi geldi.
Bu defa yine eski bir Diyanet İşleri Başkanı olan Süleyman Ateş’in annesinin Ermeni olduğu ortaya atıldı.
Süleyman Ateş bu iddiaları şiddetle yalanladı. Ancak, Süleyman Ateş’in öz kardeşi Malatya’da kendisine uzatılan ATV haber mikrofonlarına dobra dobra konuştu. “Evet, bizim annemiz Ermeni asıllı bir Müslüman kadındır”
*Yazar Arsen Yarman, bundan üç yıl önce, Ermeni cemaatinde çok konuşulan bir olayı aktardı:
“İstanbul Kumkapı eski Ermeni patriği Şinork Kalustyan ölmeden önce çevresine, Diyanet İşleri eski başkam Lütfî Doğan’ın üvey kardeşi olduğunu açıklamış.”
Almanya Ermeni Cemaati önderi Başpiskopos Karekin Bekçiyan, Yeni Aktüel dergisinden Mehmet Asal’a, “Kalustyan’ın üvey kardeşi din adamı Lütfi Doğan’dır” açıklamasında bulundu. (5 Eylül 2005.)
İddiaya göre, Şuşan Hanını, 1 Kasım 1969’da vefat ettiğinde oğlu Lütfi Doğan da, İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’ndeki cenazeye katıldı; Balıklı Ermeni Mezarlığı’na defin sırasında kendi inancında dua etti.
Her iki Lütfi Doğan da tüm iddiaları reddettiler.” Efendi.sh.19.Soner Yalçın.
*Mum Söndü;
” İbrahim Alaettin Gövsa’nın, Sebatay Sevi adlı kitabından bir alıntı yapalım:
Bu kuzu bayramı hakkında Sebatay zümresi mensuplarından Karakaşzade Rüştü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muhabirine şu izahatı vermişti: “Kuzu Bayramı 22 adarda (mart ayında) yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebetiyle ve hususî merasimle yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Kuzu ziyafetinde bulunacakların sayısı iki cinse mensup evli çiftlerin artırılması şartıyla istenildiği kadar çoğaltılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslarıyla süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır. Bu bayram vesilesiyle doğacak çocuklar bir nevi kudsiyeti haiz tanınırlar. Ona Dört Gönül Bayramı adı verilir.”
*” 32 İnci Gazioğlu yakın arkadaşı Nadire İçkale’nin organize ettiği ve basında, “Sosyetik umre” başlığıyla verilen haberlere göre birkaç kez bu kutsal görevi yerine getirmişti. “Sosyetik umre”ye katılan diğer arkadaşları şunlardı: Esin Demirören, Esin Çelebi, Hülya Kalkavan, Melek Taranoğlu, Şükran Öztiryaki, Nur Bilici, Yeşim Bilici, Ayşe Akıncı, Gülbin Avcı, Tomris Avşar, Gülay Dağdeviren,

Ramazan ayının ilk pazar günü Çırağan Oteli’nde AKP kurucu su Mehmet Gazioğlu ve eşi İnci Hanım’ın1[F32F] verdiği iftarın konuğu İsrail Başkonsolosu Amira Arnon’du. İftara katılan birçok Yahudi işadamı ile Nihat Boytüzün gibi Müslüman işadamlarına Mehmet Gazioğlu’nun sponsoru olduğu yirmi ciltlik Yeni Bir Anlayış Işığında Kur’an Tefsiri kitabı dağıtıldı.
Yani, kuşkusuz Nihat Boytüzün, bu tefsirleri okumuştur; kızının “karma namaz”a durmasına bu bilgiler ışığında yanıt verecekti; ama kimse sormadı. O da konuşmadı…”

*11 Eylül’ün kahramanı William Rodrigez, olaydan 6 yıl sonra Müslüman olduğunu belirterek, ”11 Eylül saldırıları Amerika’nın Irak’a girmesini haklı göstermek için yapıldı. Saldırının Müslümanlara atılmaya çalışılmasına dayanamıyorum. Daha uçaklar binalara çarpmadan içerde patlamalar oldu” dedi.
*Dünyaca ünlü Time dergisinin foto muhabiri Kuzey Irak’taki bir PKK birimini fotoğrafladı
Yayınlanan fotoğrafların ise birbirinden ilginç hikayesi var. Örneğin bir PKK militanının üzerinde sahte ABD üniformasıyla bölgede hareket ediyor.
*Bazen babalarının ödemediklerini evlatları öder.Birde evlatları borçlanmışsa, ödeme daha çok ve ağır olur.
Suriye-de Esad hem babasının ve hem de kendi borç bedellerini ödemek durumundadır.Ağır bir bedel.Bildiği için pek yanaşmamaktadır.
48 yıldır o insanlardan çalınıp gasbedilmiş,zorla ve zorbalıklarla alınmış.İadesi gerekmektedir.
*İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerdi, ‘İran hava kuvvetleri yeterince güçlüdür’ diyerek PKK’ya karşı İran hava sahasının Türkiye’ye açılmayacağını ima etti.”
*Terörist başı Öcalan’ın, PKK’nın eylemsizlik kararını bitirdiği 15 Temmuz tarihine yakın günlerde yazdığı 10 sayfalık mektupta, PKK’ya ve KCK’ya verdiği talimatlar göze çarpıyor. Öcalan’ın mektubunda, Kandil’i ve KCK’yı pasif davranmak ve eylem yapmamaktan dolayı sıkça eleştirmesi göze çarpıyor.
*”Savcıyı arayıp Öcalan’ı serbest bıraktıran, Org. Turgut Sunalp’ti
KAZIM CANLAN ANKARA, CİHAN – 19.11.2011
AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, 1972 yılında 6 ay hapishanede kalan Abdullah Öcalan’ın serbest kalması için Orgeneral Turgut Sunalp’in Savcı Baki Tuğ’la görüştüğünü söyledi. Tayyar, Orgeneral Sunalp’in telefonla aradığı savcı Tuğ’a “Öcalan adamımızdır, serbest bırakılsın!” dediğini söyledi.”
*Yakalanan teröristlerin içinde bir isim dikkatleri üzerinde topladı. 1972’i doğumlu olduğu aynı zamanda grubun lideri olan Kenan Y. adlı teröristin Mavi Marmara baskınının hemen ardından, İskenderun 7. Deniz Hava Savunma Taburu Komutanlığı’na bağlı askeri araca yapılan ve 7 askerimizin şehit olduğu eylemde görev aldığı tespit edildi. Saldırı zamanlamasıyla dikkat çekmiş ve Mavi Marmara baskınıyla bağlantısı olabileceği iddia edilmişti.

Terörist Kenan Y. hakkında yapılan araştırmalarda kendisinin İsrail’de ikamet ettiği, İsrail’de oturmadığı zaman dilimlerinde ise sık sık bu ülkeye giriş çıkış yaptığı anlaşıldı. Teröristin İskenderun’da 7 askerin şehit edildiği eylem öncesinde deİsrailileTürkiyearasında mekik dokuduğu da tespit edildi.
*”Mısır’ın öldürülen eski devlet başkanı Enver Sedat’ın yakın arkadaşı olan Dr. Mahmut Cami’nnin yazdığı “Bildiğim Sedat” adlı kitabında Hafız el Esed ile ilgili şok bilgilere yer verdi. Kitapta Hafız Esed’in 1967 savaşında 100 milyon Amerikan doları karşılığında Golan Tepelerini İsrail’e sattığı ileri sürülüyor. Bir dönemin en önemli ismi olan Sedat’ın söylediklerini Lübnan eski Cumhurbaşkanı Cemayel de doğruluyor.
Mısır’daki ilk Danışma Konseyi’nin üyesi olan Dr. Cami’nin kaleme aldığı “Bildiğim Sedat” adlı kitabında mezkur anlaşmadaki parayı Rıfat el Esed ile kardeşi Hafız Esed’in aldığı ve bir İsviçre bankasında çek olarak muhafaza edildiğini söyledi. Kitapta şunlar yazılıyor:
“Bir gün sabah Sedat beni yanına aldı özel olarak ve yanımızda hiçbir koruma olmaksızın (Suriye’nin bir parçası olan) Golan Tepelerine gittim. Allah’a yemin ederim ki kendisi elini omzuma koydu ve birlikte Golan Tepelerine karşı duruyorduk. Şunları söyledi: Bak Mahmut. Burası Golan. İsrail bile olsa herhangi bir güç burayı kolaylıkla ele geçirebilir mi? ” Cevaben Sedat’a bunun imkansız olduğunu söyledim. O da bana dedi ki: Sana çok tehlikeli ve gizli bir şey söyleyeceğim. Golan Tepeleri İsrail tarafından 100 milyon dolar karşılığı satın alındı. Hem Hafız Esed hem de Rıfat Esed tarafından alınan bu para bir İsviçre Bankasındaki hesaplarına yatırıldı.”
*”ECEVİT’İN ÖNÜNE BİR ÇANTA PARA KOYMUŞLAR

Canikli, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in, 20 yıl önce yaptığı bir açıklamada, 1971’de başından geçen bir olayı anlattığı söyledi. Canikli, Ecevit’in, ”Bir yabancı vakfın şube yöneticileri, ellerinde bir çanta dolusu parayla bana geldiler. Bana uluslararası sosyal demokrat hareketi adına yardım etmek istediklerini söyledi, çantayı açıp parayı ortaya koydular. Cevabını hemen verdim, yardımın kanuna aykırı olduğunu söyledim, teklifi reddettim” açıklamasında bulunduğunu söyledi.
*Nasılki Hz.Âdemin dünyaya gelmesinde işlemiş olduğu hata sebep oldu ise hakeza dünyanın kapanışı olan kıyametin kopması da beşer eliyle olacaktır.
Bu da ya onun zulmü sebebiyle veya harici bir tabiat olayının olmasına sebep olmasıyla gerçekleşecektir.
”Elbette, beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâmda nev-i beşerin eski hatîatına kefaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşaallah.”
*”Mehdi-i Al-i Resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.”
*”Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar.”
Beşer fay hatlarını tetiklemek suretiyle gerek depremlere ve gerekse de tsunamilere sebep olmasıyla da kıyametini çabuklaştırmaktadır.
“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye namına ve hakaik-i İslamiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşistlere,Ye’cüc ve Me’cüc’lere teslim-i silah edecekler diye kalbe ihtar edildi.”
*Ayriyeten Bediüzzaman ahirzamanda gelecek olan o zatın zaman ve görevlerinin ne kadar devam edeceğini de eserlerinde belirtmiştir.
*Hadîs-i şerifinin sarahati;
لا تقوم الساعة حتى يقاتل المسلمون اليهود فيقتلهم المسلمون، حتى يَختَبِيءَ اليهودى من وراء الحجر و الشجر فيقول الحجر و الشجر: يا مسلم! يا عبد الله! هذا يهودى خلفى فتعال فاقتله، الا الغرقد فانه من شجر اليهود.
“Müslümanlar Yahudilerle harb edip, Müslümanlar onları öldürmeden kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle öldürürler ki, hatta Yahudiler taşların ve ağaçların arkalarına saklanırlar da, taşlar ve ağaçlar müslümanlara: ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! İşte bu Yahudi arkamdadır. Gel de onu öldür’ der. Yalnızca ‘Ğarkad’ denilen ağaç müstesna. Çünkü o Yahudilerin ağacıdır”.
13-12-2011
MEHMET ÖZÇELİK




İLÂHİYATTA FELSEFE

İLÂHİYATTA FELSEFE
Yök İlâhiyatlarda işlenen Felsefe dersini kaldırmakla çok yerinde bir karar almıştır.
Bunun yerine Hikmet dersleri adı altında bir ders konulabilir.
Ben 1980 yılında iki yıl İslâm enstitüsü ve 1983-den itibaren iki yılda ilâhiyat okudum.
İlâhiyata geçiş okulun adını yükseltti ancak kaliteyi düşürdü.
Bütün ilâhiyatlar Ankara İlâhiyata benzetilmeye çalışıldı.
Erzurum-daki İslâmi ilimlerde de aynı kalite mevcuttu.
İlâhiyatlar böylece bir yönüyle islâmi alanlarda araştırma yapıp gelişen ve geliştiren bir eğitim yuvası olmaktan çıkarılarak,genel olarak dinler sahası olarak genelleştirildi.
Buda seviye ve kaliteyi düşürdü.
İmam-Hatiplerin dışında liselerden gelen öğrencilerde alt yapısı olmadan kısa dönem yüzeysel aldıkları bilgilerle beş sene sonra bir din adamı olarak okullarda ders veriyor,diyanette müftülük ve vaizlik yapıyor.
Münferid şahısların gayreti dışında yeterli olmayan bu eğitim din alanında bir çok kavga ve karışıklığı beraberinde getirmiş oluyor.
*Felsefe karanlıkta bir şeyler arama ancak bulmama sanatıdır.Zira bulunduğu zaman felsefe biter.
Körlerin fili farklı tarifi gibidir.
Aklı esas alıp,kalbi devre dışı bırakan batının çöplüğüdür.
Kısır bir alandır.Tıpkı şu örnekte olduğu gibi;
Bir gün felsefe hocamız derse girer girmez tahtaya yönelip;
-İnsan hayvandır,sözcüğünü yazdı.
Öğrencilere döndüğünde bir arkadaş;
-Hocam siz hayvan mısınız?dedi.
Yüzü kızaran hoca,felsefenin kısır olarak tarif ettiği insanın tanımını;’El insanu hayvanun nâtikun’ yani –İnsan konuşan bir canlıdır-şekliyle anlatmaya başladı.
Felsefenin başına İslâm kelimesi zorla yamalanarak,İslâma aidiyeti sağlanmaya çalışıldı.Zoraki ihtidaya zorlandı.
Oysa bizdeki hikmet,kelâm,mantık ise;aklın ve kalbin bir araya gelerek hakikatın ortaya çıkmasıdır.
Batı felsefesi kîl-ü kâl-lerle uğraşmaktır.Dediydu demediydu.Deyduydu deymediydu…
Hikmet ve Felsefenin farkını daha önce ele almıştık.
Felsefenin babası olarak gösterilen İbni Sina,Haşir meselesinde yetersizliğini ifade ederek,-Akıl bu yolda yol bulamaz-yani akılla çözülemez,demiştir.
İmam-ı Gazali hayatının başlangıcında felsefeyle uğraşmış ve sonuna doğru ‘Tehafutu felasife’ yani –felsefenin tutarsızlığı- adıyla bir eser yazmıştır.
Mücerred manada felsefe veya batı felsefesi,kalbden tecrid edilmiş,aklın ön plâna çıkarılmasıyla her şeyi çözeceğine inanılmıştır.
Akıl her şey değildir.Kalbsiz akıl kördür.
Felsefe tüm ilâhiyatlıların lüzumsuz yere meşgul edilmesinden ziyade,özel manada istekli olan bir kimsenin araştırma alanını oluşturmalıdır.
İlâhiyatlarda İslâmi ilimler üzerine bir yoğunluğa gidilmelidir.
MEHMET ÖZÇELİK
12-09-2013




İMAM-HATİPLER BİR İHTİYAÇTIR

İMAM-HATİPLER BİR İHTİYAÇTIR
İmam-Hatipler en mükemmel olmasa da,mevcut haliyle bir ihtiyacın tezahürüdür.
Daha mükemmel olabilir.O yönde bir şuur ve seviye kazandırılabilir.
Yani gündelik hayatı kurtaran bir kişi değil de,idealist ve dava adamı bilinci kazandırılmalıdır.
Kendi ferdi hayatından daha çok,insanların ebedi hayatlarının kurtarılması yönünde çaba gösteren insanlar yetiştirilmelidir.
Yeterli olmasa da yeni 444 sisteminin İslami derslerin ağırlıklı olması halinde,imam-hatipler daha kaliteli ve ihtisaslı hatta İlahiyatlarında üst seviyesinde eğitim veren yerler haline getirilebilir.
İmam-Hatipler İslami bir boşluğu doldurmaya yönelik olmaktan ziyade, toplumsal boşluğu doldurmaya yöneliktir.
Toplum ilerledikçe,buralarda şu haliyle geri kalacaktır.
Mükemmel olacak olan;tam ve kapsamlı İslami bilgilerin verilmesidir.Seviye arttırılmalı,göstermelik ve günü kurtarmaya yönelik olmaktan kurtarılmalıdır.
Bütün derslerden biraz alarak değil,gerçekten İslami ilimlerde seviyeli bir eğitim verilmelidir.
Buralara imtihanla alınmalı,toplum diğer okullara İslami dersler konularak ihtiyaç giderilmelidir.
Eğitimde süratle yapılacak en önemli iş,tevhid-i tedrisatın kaldırılmasıdır.
Cemaatler eğitime el atmalı eğitime sahip çıkmalıdır.
İmam-Hatiplere hassasiyeti ve seviyesi olan inançlı öğretmenler alınmalı.
Şu anda eğitim üzerine yapılan tüm yatırımlar,asırlık bir binanın rütuşları,boya ve süslemeleri mesabesindedir.
Tıpkı seksenlik bir nineyi,genç bir kız görünümüne kavuşturmaya benzer.
Tevhid-i Tedrisatın kaldırılması eğitimin gelişiminde,kavgaların kalkmasında en birinci öncelik olacaktır.
Aksi takdirde kökleri çürümüş bir ağacın dallarını ilaçlamak gibi olur.
*Şafii olanlara Şafii eğitimi verilmeli yani doğu gibi yoğunlukta bulundukları yerler göz önünde bulundurulmalıdır.
*En iyi Sünni Sünniliği bilen olduğu gibi,en iyi alevi de Aleviliği bilendir.En iyi hristiyan hristiyanlığı bilen olduğu gibi.
Ankaralı bir dede feryadında;”14 bin alevi genci ateist oluyor.”diyordu.
Feryadına tüm alevi cemaatı kulak vermelidir.Alevilerin Alevilikten kopmakta olduğunu görmelidir.
Sünni olduğunu söyleyen,bu kadar imkan ve materyallere rağmen,ne kadar Sünni oluyor ki;sadece görenek ve duyma ile bir bilgiye sahip olan alevi,ne kadar alevi kalmaktadır?
*Türkiye-de bir asırdır azınlıklara haklarının verilmemesinin ana sebebi; çoğunlukları o bahane ile haklarından mahrum etmektir.
*Türkiye-nin ideal İmam-Hatibe geçmesi belki en az on yılı alır.
Şu anda İmam-Hatiplerin bu hali toplumsal bir ihtiyacın neticesidir.
Yetmez ama devam etmeli.
*Bunların açılması bir 28 şubat rövanşı veya diğer okulları kötüleme amaçlı değildir.
İmam-hatiplerin artması 28 şubatın bıraktığı ve oluşturduğu boşluğun doldurulmasıdır.
2012 yılı itibarıyla İmam-Hatiplere doksan binin üzerinde yapılan kayıtlar,bu milletin bu okullara olan ilgi,alaka,teveccüh ve de yıllardır susamışlığının bir ifadesidir.
Toplum mühendisliği yapanlar,toplumla ilgisi olmayan,toplumun ihtiyacı olmayan sahte mühendislik yapmaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
23-09-2012




GARİBLERE MÜJDELER OLSUN

GARİBLERE MÜJDELER OLSUN
“Túba lil ğurebâ”
“Gariblere müjdeler olsun”
Kime?
-Garib;garibane yaşayan,farklı olup,fark atan,fark yapan,eşsiz ve benzersiz olan..
“Yâ Rab, garibem, bîkesem, zaîfem, nâtüvânem, alîlem, âcizem, ihtiyarem,
Bî-ihtiyarem, el-aman-gûyem, afv-cûyem, meded-hâhem, zidergâhet İlâhî! “
-“Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.” diyenlere…
-“Bu sarık bu başla beraber çıkar” diyebilenlere…
Başkası gibi değil,başkasından farklı kendisi gibi olan,kendisini yaşayan,kendisi olan ve kendisini bulan…
Kınayanın kınamasına aldırmadan hakikatı tutup kaldıran,hakikatı haykıran…
Çoğunluğa,kalabalıklara ayak uyduran değil,kalabalıkları peşine takan adam..
Zamanın çarkları arasında ezilmeyip,zamanı tanzim edip lehine çeviren kimse…
Zamanın gerisinde kalmayıp,zamanın önüne geçen kişi…
Müjdeye mazhar şahsiyet…
Müjdeci..müjdeleyen..
Yaşantısı benzersiz..konuşması benzersiz..yemesi,içmesi,gezmesi.görüntüsü başkalarına benzemeyen benzersiz…
Kemiyet değil,keyfiyet sahibi..
Dünyanın en fakiri,âhiret cihetiyle en zengini…
Herkes dünyayı ve menfaatını düşünürken,o garib ve gurebadan olup başkalarını düşünür,başkaları için yaşar.
“Cehennemde vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imâna yer kalmasın.”
Herkes gibi olmak olmamaktır.Benzersiz olmak var olmaktır.
Bütün gayreti milleti olan tek başına bir millet şahsiyet…
“Bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.”
Monotom,tek düzey,değişmemek,değiştirilmek,değişken,havaya ve yere göre şekil alan,her yere uyan,gelişi ile gidişi arasında fark olmayan standart bir insan olmayan…
Garib bunların farklısı,farkın ve farklılığın farkında olan kişi…
Garib ve benzersiz olanlara müjdeler olsun…
Onlar evvelden müjdelenmiş olanlar…
Müjde şahsiyetler…
“Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”
“Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!.. ”
Asrın yangınından itfaiyecilik görevini yapıp,ebedi yakıcı ateşe göğsünü geren,ondan sakındıran..
Bütün asırların birikmiş tehlikelerine karşı ümidini yitirmeyen…
Gelecek olan nuru gören ve sesini işiten kimse..
“Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, islamın sadası olacaktır!”
O garib kişi kışta donmayan,kışta iken baharı gören,bahar için kışta eken kişi…
“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz inşaallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz.”
Bütün vazifeleri içinde barındıran tek vazife ile vazifeli…
“Birtek gayem vardır:
O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın İmân esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun. Bu İmân düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”
Tek hedefi bir eseri bırakmaktır.Zira;
“Adem odur ki koymalı her yerde bir eser
Eseri olmayanın yerinde yeller eser…”
“Ölen bir eşek midir geriye kalır semeri
Ölen bir insan mıdır geriye kalır eseri…”
“Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”
Düşünce ve aksiyon adamıdır o.
“Küçük kafalar kişileri, orta kafalar olayları, büyük kafalar da fikirleri konuşurlar.”
Kısacası;garib adam,müjdelenen şahsiyet gureba;her şeyiyle farklı ve benzersiz olan kimsedir o.
Anlatılan şeyler bilinen şeyler olmayıp,farklı şeylerdir.
“Gariblere müjdeler olsun…”
“İslâm garip olarak başladı. Başladığı gibi yine garip olarak dönecektir. Öyleyse ne mutlu o gariplere!”
İslâmiyet başlangıçta harika,farklı,şaşırtıcı olarak zuhur etti,dönüşü de yine aynı şekilde ve daha harika olacaktır.
Ebû Davud Teyalisi ve Tirmizinin Enes b. Malik (RA) ten aldığı şu hadis-i şerifi nakleder:

“Ümmetim, evveli mi sonu mu daha hayırlıdır kesin bilinmeyen yağmur gibidir” buyrulur.
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.”
“Dinlerini yaşama adına halktan uzaklaşabilenlerdir ki, onlar kıyamet günü Meryem oğlu Îsâ ile haşrolacaklardır.”
“Gurbette garip olarak ölmek şehitliktir.”
“Abdullah bin Amr (r.a) anlatıyor: “Bir gün Peygamberimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanında bulunuyorduk. Kendisi ‘gariplere müjdeler olsun’ buyurdu. Kendisine ‘garipler kimlerdir ey Allah’ın Resulü’ diye soruldu. O da şöyle cevap verdi: ‘Onlar salih insanlardır. Kalabalıklar içinde azdırlar. Onlara isyan edenler, itaat edenlerden daha çoktur.”
Abdurrahman b. Senne tarikiyle gelen rivâyette, “…Yâ Rasûlallah, garipler kimlerdir?” diye sorulunca, “İnsanların bozduklarını (ifsad ettiklerini) düzelten (ıslah eden) kimselerdir” cevabını vermiştir.
İmam Tirmizi’nin rivayetinde ise: “Benden sonra, insanların ifsat edip bozdukları Sünnet’imi ıslah edip düzeltecek olan o gariplere ne mutlu!”
‘Garipler o kimseledir ki insanların az yaptığı yerde onlar çok yaparlar.”
Müşriklere benzemeyen gariblere müjdeler olsun…
“Ne oluyor bu Peygamber’e, böyle Peygamber mi olur: Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor! Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı!”
Garib gurub etmeyen, zuhur eden kimsedir.
“Zaten cihanda güneş gibi misli bulunmaz bir şey yoktur.

Bâkî olan cân güneşi Öyle bir güneştir ki asla gurub etmez.”Mevlana.
MEHMET ÖZÇELİK
03-09-2014




FOSİLLEŞMİŞ ZİHNİYET

FOSİLLEŞMİŞ ZİHNİYET
Kim mi?
Mahallenin huysuz ve haylaz çocuğu..
Oyun bozmak için, oyun bozan hırçın çocuk yapılı.
Bir asır öncesinden çıkamayan..
Kısır ve herkesi de kısırlaştırmaya çalışan.
Maneviyatın önündeki çin seddi, yecüc-mecüc.
Ne maddi ne de manevi gelişmeye açık değil kapalı.
Geçmişe aid her şeyi bir çırpıda çizen zihniyet.
Kökü bereketsiz.
Kirli çamaşırları içinde barındıran, kirlilerin barındığı tek yer.
Ergenekon Terör Örgütü’nün tek hamisi ve abisi.
Yeni nesilleri kendi gibi fosilleştirme gayreti içerisinde her türlü provakatöre hazır bir zihniyet.
Darbe senaryocusu, darbe babası
Çözümü sokakta ,çözümsüzlüğü de sokakta arayan zihniyet.
Çözmeye değil, çözümsüzlüğe ayarlı.
Azınlıkları çoğunluğa hakim kılma, azla çoğu idare etmeye proğramlanmış topluluk.
Korkulu rüyasında sürekli gördükleri;İmam-Hatip,İmam,Cami,Kur’an Kursları,Maneviyat er ve erenleri, başörtüsü..
Karanlık işlerin adamları..cunta ekibinden..fişleme ile şişleme işlerinin adamları.
Ayak bağı, milletin üstüne giydirilmiş dar elbise..
Tornadan çıkmış tek model, tek şef, tek yönetim savunucusu.
Kim mi?
Miadı dolmuş, fosilleşmiş son zihniyet.. son oyun ve son oyuncusu..
************
*Bazen haberleri okuyunca kahroluyorum fakat bu pislikleri de tarihe ve tarihin çöplüklerine havale hatırına sabrediyorum.
*5’i irticai 24 kişi ordudan ihraç edildi
İrtica derken adı konulmalı yani namaz kıldığı için, dini inancının gereğini yaptığı için mi? Eğer bunun için ise Allah onu atanı veya cezalandıranı her iki dünyada da rezil, kepaze ve perişan etsin, ıslah değil, kahretsin. Çünkü açık ve cahiliye asrının gerisinde kalan bir cehalet ve ahmaklıktır.
Ordudan irtica adına inançlı insanlar ihraç edildi, yeri ergenekona bırakıldı.
*Başörtülü anneler Anıtkabir’e alınmadı
Alınmadı yani aslında ne güzel bir teklif değil mi? Sizde gelmeyin! Çağrılmayan yere gitmeyin!
*Zorlu ve soylu bir nesil geliyor. Haklarını hakkıyla almaya çalışan, haksızlıklara direnen, manevi gelişmiş ortamlarda gelişen, göreneklerde değil de kendi isteğiyle inanıp yaşayan bir nesil geliyor.
Mesela; Geçmiştekilerin örtünmesi bir gelenek ve görenekten kaynaklanırken, şimdikilerin bilinçli bir inançtan kaynaklanmaktadır. Gelecek maddi-manevi açıdan hiçte geçmişten kötü olmayacak. Dünya bir yandan iyiye giderken, bir yandan da içindeki pislikleri, hurdaları, kırpıntıları temizlemekte, bir yandan da hizaya getirmektedir.
İlahi kudret kapanışı kendi lehine çevirerek gerçekleştirecektir.
Surda bir gedik açtık
Mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgar
Her nereden esersen es.
Şairin dediği gibi, açılan gedikler daha da büyümekte, gedikleri yapanlar deşifre olup küçülmektedir.
*Sonuç itibarıyla geçen birkaç nesil ve asır, Kayıp asır ve Kayıp nesil olmuştur.
*Mevlana bugün yaşasaydı, irticadan o da sorgulanırdı.
*Bulanık kafayla vatan korunmaz, emanet edilmez.
Hilmi Özkök eski genelkurmay başkanı iken içmediği için arkadaşları tarafından tenkid edilmiş. İşte hazin konuşma;
Emekli komutanların şarap tartışması sürüyor
Dünyada İslam’la ilgili ‘utanç verici bir anlayış eksikliği’ var

Türk dizileri hem edepsiz hem de boşanma nedeniymiş
Çarşaflı üyeye karşı çıkanlar din istismarcısı
*2008 genel değerlendirmesinde öne çıkan iki kurum, en çok yıpranan kurum oldu; Türk silahlı ve kuvvetleri ve Anayasa mahkemesi yani hukuk ve hukukun siyasallaşması.
En önemli olayı ise; Şimdiye kadar Turgut Özal hariç hiçbir cumhurbaşkanının halk tarafından, halkın onayına sunulupta iradesiyle getirdiği ve memnun olduğu kimseler olmamasıdır. Özal da zaten farklılıkları görmek için çıktığı o noktada partisinin başsız kalıp iş yapamaz hale gelmesi, kendisine su-i kast düzenlenmesine rağmen kurtulması ancak sonunda zehirlenmesiyle de ideallerini gerçekleştirememesiyle sonuçlanmıştır. Bundan dolayı 2008 –de öne çıkan en önemli iki olay; Cumhurbaşkanının kahir ekseriyetle, bir çok engellemelere rağmen halkın tasvibine mazhar olmuş bir kimsenin gelmesi,
Diğeri ise asrın davası olan Ergenekon terör örgütünün asırlık çok yönlü, dünya çapındaki başlangıçlarının ortaya çıkartılmasıyla, İtalyadaki gladyo operasyonundan daha büyük ağ bağlantılarının deşifre edilmesidir. Bütün faili meçhuller, pkk gibi Türkiye-nin temel sorunlarının bağlantı noktalarının deşifresine adım atılmış olmasıdır.
*Bir asırdır Millet içi doldurulmayan bir rejime feda edildi. Rejimi koruma uğruna, millete rejim yaptırıldı, o da kıtlık derecesinde…Bu konuda askeriye ve hukuk, anayasa mahkemesi perestijinin kaybolmasını da göze alarak, bir yandan yanlışlıklar yapıldı, bir yandan da milletin hassasiyeti dikkate alınmadı.
*”Rahmet-i İlâhiyeden ümid kesilmez. Çünki: Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’anın hizme¬tinde is¬tihdam ettiği ve ona bayraktar tayin et¬tiği bu vatan¬daş¬ların muhteşem ordu¬sunu ve muazzam cemaatini, mu¬vakkat ârızalarla in¬şâ¬allah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…”
*”Kılıncını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurur. Kur’ana hizmetkâr eder. ağlayan Âlem-i İslâmı güldürür.”
Temennisiyle…
MEHMET ÖZÇELİK
01-04-2012




FİTNE KAPISI

FİTNE KAPISI
Hadiste;”Fitne uykudadır, Allah onu uyandıranlara lanet etsin!”
Huzeyfe-den;Hz. Ömer (ra)`in yanında idik: Bize: “Resulullah (sav)`ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor?” dedi. Ben atılıp: “Ben biliyorum!” dedim. “Sen iyi cür`etlisin, nasılmış söyle bakalım!” dedi. Ben de anlattım: “Resulullah (sav)`ı işittim. Demişti ki: “Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi`l-maruf ve nehy-i ani`l-münker bu fitneye kefaret olur!” Ömer (ra) atılıp: “Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak (bütün cemiyeti sarsacak) fitneyi kastetmiştim!” dedi. Bunun üzerine ben: “Ey mü`minlerin emiri! O fitne ile sizin ne alakanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı mevcut!” dedim. “Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?” dedi. “Hayır açılmayacak bilakis kırılacak!” dedim. Hz. Ömer (hayıflanarak): “(Eyvah) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!” buyurdu.” Ravi der ki: “Biz Huzeyfe (ra)`ye sorduk: “Ömer bu kapının kim olduğunu biliyor muydu?” “Evet,” dedi, “yYarından önce bu gecenin olacağıni bildiği katiyyette onu biliyordu. Ben hadis rivayet ettim; boş söz (ve efsane) anlatmadım.” Huzeyfe (ra)`ye soruldu: “O kapı kimdir?” “Ömer (ra)`dir!” buyurdu.”
*Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu Kral Abdullah’ın hatıratında Sultan II. Abdülhamid’i şu çarpıcı satırlarla anması ilginç olmanın ötesinde çarpıcıdır:
“Bence Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra meydana gelen olaylar, Kufe ve Mısırlıların Hz. Osman’a yaptıklarından sonra meydana gelenlere benzer. Hz. Osman nasıl fitneyle Müslümanlar arasındaki sınır idiyse, Abdülhamid de bu çağda insanlarla fitne arasındaki perdeydi. Bu perde yırtılınca fitneler ortaya çıktı.”
O Abdulhamid ki; Bismark onun hakkında şöyle diyor;Dünyada yüz gram akıl vardır;Bunun doksan gramı Abdulhamid-de,beş gramı bende,diğer beş gramı da tüm diğer insanlardadır.”
*Mazhar Osman bir vesile ile görüştüğü devrin başbakanı İsmet İnönü’ye şöyle bir teklifte bulunur: “Paşam! Bizim hastanelerde yer kalmadı! Çok hasta var! Bunların çoğunluğu bizim hastamız da değiller! Eskiden tekkeler vardı, şeyhler vardı. Onlar bunları nefes eder iyileştirirlerdi. Siz tekkeleri kapattınız, hastaları çoğalttınız. Şunu yapın hiç olmazsa: Dergâhları kapatılan bu şeyh efendileri imtihan ederek, onlardan birer, ikişer, üçer kişi verseniz hastanelerimize, hastanede yatan hastaların dörtte üçü iyileşir çıkar!”
İşte gerçek hamiyet-i milliye budur, böyle olur. Bu sözleri dinleyen İsmet İnönü ise, “Ne bunu sen söylemiş ol, ne de biz bunu duymuş olalım!” diyerek meseleyi kesip atar.
İlk fitnenin kapısı cumhuriyetin kuruluşuyla başlamıştır.Yani fitnenin kapısı kırılmış,diğer bir ifadeyle fitnenin kapısı artık açılmıştır.
İhtilallerle bu fitne resmileştirilmiş,pekiştirilmiştir.
*27 mayıs 1960 darbesinde,darbe ilk defa orduya yapıldı.
1960 darbesi halka karşı yapılmadan önce,orduya yapılmış oldu.
Ordudan atılan 7 bin kadar subay ve bunların içerisinde 250-si general, orgeneral, korgeneral,albay,yarbay gibi üst düzey yapılanları tasvib etmeyen komutanlar ordudan atıldılar.
27 mayıs 1960 darbesinden bir gün önce 26 mayısta ordu adeta tasfiye edilip,yeni bir zihniyetin ve fitnenin temelleri atılmış oldu.
Hz.Ömer-in devre dışı bırakılmasıyla fitnelerin önünün açılması gibi, cumhuriyetin kuruluşunda ilk meclis üyeleri olan hocalar ikinci mecliste devre dışı bırakılmış,1960-larda da ordudaki iyi insanlar emekliye sevkedilmiş;Menderes-gillerde idam edilerek,topluma göz dağı verilmiştir.
Bundan sonra olacak olan 1971,80,97,203 ve sonrasında yapılan ve yapılmaya çalışılan darbelerin temeli atılmış oldu.
-1980 ihtilalinden bir gün önce memleket kan gölüne dönmüş iken,bir gün sonra darbe ile beraber memleket tam bir sessizliğe büründü.
Kenan Evrenin ifadesiyle;darbenin olgunlaşmasını bekledik,diye gerçek niyetini ortaya koymuş oldu.
Bir sağdan,bir soldan astık,diyerek de toplumu kendilerinin sürüklediği oyunu izah etmiş oldu.
12 eylülde bir gecede 40 bin insan içeri alındı.
Nereden biliniyordu bu 40 binin kimler olduğu?
Madem biliniyordu,neden öncesinde böyle bir engellemeye gidilmedi?
***************
*”Samanyolu Haber Filistinliler’e terörist dedi.
İsrail savaş uçakları Gazze’nin değişik yerlerine hava saldırıları düzenliyor. Samanyolu Haber İsrail’in hedeflerinin terör örgütleri olduğunu söyledi.”
*”Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Başbakan Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e yönelik Davos’taki çıkışı için Erdoğan’a tepki gösterirken Perez’e övgüler yağdırdı. “
Acaba Sami Selçuk-un bu yüz kızartıcı yorumu,cumhurbaşkanı seçilmesi için bir yerlere verilen mesaj mıdır?
-Sami Selçuk sırf israili ve İsrail cumhurbaşkanını memnun etmek için,dünyanın ve memleketimizin alkışladığı başbakanın –one minute-çıkışını ağır bir dille ve hafifletici bir ifadeyle tenkid etti.
Neden???
Bir yerlere mesaj verip,bir şeyleri almak için illa taviz mi vermek gerekiyor? Kişiliği zedeleyici,hayat boyu utandırıcı çıkışlarda mı bulunmak gerekiyor?
Kişilikli davranmak gerekmez mi?
Türkiye-deki tüm çıkışlar,hep ayrıştırıcı yöntemli davranışlar şeklinde tezahür etmektedir.
Kazanımlara yönelik değil,kayıplara yönelik davranılmaktadır.
*Bir yere gelmek için illa olumsuz bir mesaj vermek veya birilerini rahatlamak veya zulme göz yummak mı gerekir?
Anayasa mahkemesi başkanı Haşim Kılıç cumhurbaşkanları seçimine yakın farklı bir çıkış yaptı.
Birilerine mesaj mı verdi?Bir şeyleri mi umuyor,bekliyordu?
*Diğer yandan;” Aşağıdaki videoda Fethullah Gülen’in “İsrailde,bomba tehdidi altındaki Yahudi çocukları için yüreğimin yağları eriyor,onların başında patlayan bombalar sanki içimde patlıyor.”
Acaba aynı ifadeler mağdur durumdaki Filistin çocukları için ne derece de dile getirilmiştir?Yersiz ve zamansız,ölçüsüz bir ifade.
İsraili güç görenlerin acziyetinin bir ifadesidir.
Belli ki bir kirlenme ve sinsi bir oyun var.Fitne başının önü böylece açılmış oluyor.
Bu ifadeler;gerçekten kirli,çirkin,seviyeden uzak,basiretten beri,ileriyi görmeden yaralayıcı ifadeler.
Bir asırlık ezikliğin,kişilik zedelenmişliğin bir tezahürüdür.
*Cemaatın bir asırdır bu millete kan kusturan Ergenekon gizli terör örgütünü deşifre edip,devre dışı bırakmasına karşı,her şeyi meşru görerek bazı kirli ellerle yerine oturmaya çalışan cemaatı dünya ergenekonu ve içteki ortakları karşı atağa geçerek devre dışı bırakmaya çalışarak,tekrar ortaya çıkmaya mı çalışıyor?
Pislikler temizlenirken,pislik yöntemler kullanıldı.
Bununla yetinilmedi,iktidar sarhoşluğu başta başbakan Erdoğan olmak üzere meşru hükümeti gayrı meşru yolla,gayrı meşru iç ve dış ortaklarda devre dışı bırakmaya, açıkça darbe yapılmaya çalışıldı.
Yanlış duvara toslanıldı.
Şu durumda dış ve iç Ergenekon el birliğiyle hesap peşinde!!!
*Biz hala biz olamadık.Kişiliğimizi bulamadık.Kendimiz olmaya bırakılmadık. Mesela;
“Türk vatandaşı tanımı: İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemesi kanununa göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” (Uğur Mumcu-dan)
*******************
*Toplumun ya parçalanması veya eski haline dönülmesi için bazen masumane gibi görülen tüyolar topluma angaje edilmektedir.
Aslında altından gelen koku,hala eski kokulara benzeyen kokulardır.
Bir hak verelim,bir daha verelim,düşüncesiyle toplum adeta deneme tahtası haline getirilmektedir.
Oyunu görmek için az bir basiret yetmektedir.Toplumun alt kesiminde bu var.
Fakat yine de bir basiret bağlanması ve körelmesi yaşanmaktadır.
*Türkiye-ye oluşturulan çatının sürekli üstünün açık olması istenmiş..devamlı yağmur alsın diye..
Rahmet yağmuru mu?
Elbette hayır..Her an müdahale edilmesi için.
Şu anki çatı aday da,öncekinin başının ve idaresinin,başının kapalı ! olmasına tahammül edilmedi.
Çatısı açık! Bir aday arandı ve de bulundu.
Kendisi İslam teşkilatından olsa da,en azından hanımı öncekinin ki gibi kapalı değil ya!!!
Amaç tamamen birini seçmeye,kim olmasına bağlı değildir.Tamamen Erdoğanı devirecek oyuna oynamak.
-Ekmeleddin İhsanoğlu yıllardır İslam teşkilatının başında olumlu bir icraatta bulunmadığı,İslam dünyasının birliğine yönelik bir adım attığı görülmediği gibi, Mısırdaki darbeye karşı da herhangi bir çıkış yapmadı.
-Şaibeli olduğunu düşünüyordum.İlk rahatsızlığı İKÖ-de iken hiç bir şey yapmaması,aslında Ahmet Akgündüz-ün tesbitiyle masonları yerleştirmesiyle meşgulmüş ve de Mısıra suskun kalmasıyla anlamıştım.
“Dünürü Ekmeleddin İhsanoğlu’nu anlattı:

CHP ve MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu aynı zamanda Türkiye’nin en çok merak edilen ismi oldu. Hakkında çok az şey bilinen İhsanoğlu’nu İzmir’in Tire ilçesinde yaşayan dünürü Bülent Çerçi anlattı: ‘Sabırla dinler, fikirlere önem verir. Yediklerine dikkat eder, sağlıklı beslenir. İbadetini de dinsel değerlerini de kendi içinde yaşar. Namaz kılarken kendisini hiç görmedim.”
-“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”
********************
*İç piyon ve güçleri yeterli derecede kullanamayan kirli eller,Türkiye-yi dışarıdan kuşatmaya çalışmaktadır.
*Kendi içerisinde fıtri olarak doğup da gelişmeyen hiçbir oluşum,sağlıklı ve davam edecek bir oluşum değildir.
Yamalı bir devlet İslam devleti ise,kendi içinden bir ihtiyaç ve normal gelişim içerisinde olmayıp bir darbe ile ve rast gele bir öldürme içerisinde iseler,o meşru değil hatta şaibelidir.
Yama olarak kurulan devlet,köksüz olduğundan çok rahat sökülebilir.
İşid kurgulanmış olup,meşru değildir.Alevi Sünni çatışmasının tetikleyicisidir.
Boşalabilecek sol terör örgütü pkk-nın yerini,sağ görünen diğer bir örgütle doldurma işlemidir.
*3.dünya savaşı iran ve İsrail (abd) arasında geçecek savaştır.Bu onlar arasında kalmayıp yayılma gücü gösterecek;Suriye,,Irak,Ürdünü de kaplayacak.
Yapılan yanlış hesap ve yanlış uygulamalar sonucu iş dini tehdit alacak,Kudüsün altının oyulması sonucu yıkımının gerçekleştirmesiyle Türkiye ve İslam dünyası da işin içine çekilebilir.
İsrailin dengesiz zulmü ile batıdan ve abd-den desteğini kaybederek,tarihten silinebilir.
Aslında Armegedon hesabına göre,İsa-nın gelişini hızlandırmaya çalışan hristiyan dünyası,dünyayı kıyamete zorlayan Yahudi dünyası yaptıklarıyla kıyametlerini hazırlamaktadırlar.
*****
*Abdullah Gül güzel ve uyumluluğuyla beraber,bir kaç kere dikkatimi çekti;ileriye dönük siyaseti düşünerek hareket etmesi,sivil olduğunda halkın içinde rahat hareket edecek kararlara imza atması gerekir.
Devlet amiyane hareketleri kaldırmaz.Mısır darbesini yapan Sisi-yi kutlaması ona hiç mi hiç yakışmadı.Zulme rıza zulümdür.Seviyeli bir davranış değildir.Oysa Sisi kutlamalara Türkiye-yi çağırmadı.Çağrılmayan yere neden mesaj gönderilir ki?
Oysa çağırsa da gidilmeyeceği halde!!!
MEHMET ÖZÇELİK
23-06-2014




FİR’AVUNUN DÖNÜŞÜ

FİR’AVUNUN DÖNÜŞÜ
Bir sohbetimde dünya şimdiye kadar gelmiş geçmiş üç büyük zalimden bahsetmiştim.Bunlar ise; Buhtun Nasır,Firavun ve Nemrud…
Artık onlar işin temelini de oluşturmuş olsalar,bundan sonra onlardan daha dehşetli olan Mısırın Sisi-si ve Suriyenin Esed-i onları gölgede bıraktı.
Eğer peygamberimizden sonra Musa gibi bir peygamber gelseydi,Mısıra ve Suriyeye gelirdi.
Mısır neredeyse Suriyeyi unutturacak derecede zulümde zirve yaptı.
Bunu destekleyen ve sessiz kalıp darbe demeyen batı bir daha elini kana bulamıştır.Batının dünü gibi,bu günü de karanlık ve kirlidir.
Dürüst olanı ise çok az ve cılız kalmıştır.
-Allah imhal eder fakat ihmal etmez.
Allah yapılan bu zulümlerle zalimin düşüş ve derekesini arttırırken,diğer yandan Musa’ların çıkmasını da tacil edip,hızlandırmaktadır.
Sisi firavundur.Batı firavunun yardımcısı Hamandır.
Hayatta yaşadığım süre içerisinde iki büyük olay benim için kıyametin kopması derecesinde deprem etkisi yapmıştır.
Biri Sırpların Belene-de yaptığı zulümler ve Mısır…
-İslâm dünyası yanıyor.Müslümanlar hala uyanmıyor.-Allah korusun-bu da kanın devam edeceğini göstermektedir.
Köpeği için dünyayı ayağa kaldıran batı ve abd,insanlık ve vicdanlıkla test olmaktadır.
Batı ve abd kof çıktı,menfaatı ise dolu.
Menfaat üzerine dönen siyaset ise bir canavardır.Başkasını yemek ve kanını içmekle beslenir.
-Dünyayı fesada veren ye’cüc-me’cüc hızlı bir şekilde bizde olduğu gibi,mısır ve suriyede de faaliyettedir.
-Herşey bir bedel istemektedir.Bedelsiz olmuyor.
Bu bedel mazlumlar için müsbet neticesi olduğu gibi,zalimler için neticesiz ve de her iki hayatta zillet içinde zillet,karanlıklar içerisinde karanlık ve ağır bir bedel olacaktır.
Biri şehadetle cennete uçarken,diğeri doğuştan getirdiği değer!leri değersizleştirip,bitirerek değersizleşmektedir.
Sisi bunlardan biridir.Sisi ve Esed-i tarihler firavun ve nemrud yerine yazacaktır.
Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne tükürün.
Biz dahi tükürüyoruz.
Zulme rıza zulümdür.Zalime meyleden zalimdir.
Suud kralı zulme ortak olmuş,zalime davetiye çıkarmıştır.
Ben kâhin değilim fakat bu durum çok yakında mekke ve medine gibi o temiz beldenin kirletilmesine sebeb olunmuş,zalime karşı ebabil kuşlarının gelmesine mani olunmuştur.
Doğu-batı devletleri saflarını belli etmişlerdir.
-İslâm dünyasının göz bebeği ezher,darbeye karşı durmayıp,pasif kalmış,sisi-ye moral vermiştir.
Mazlumlara yardımda destekçi olamadı,olmadı.
Ezher asırlık sermayesini ve onca birikimlerini bir çırpıda bitirdi.
-Ortadoğudaki ‘Arap baharını’ milletin iradesiyle idareyi eline almasını hazmedemeyen gizli iç ve dış dinsiz komiteler,baharı kışa çevirmeye çalışıyorlar.
Bunu da dıştan müdahale ile değil de,içten ayaklanmalar ve kutuplar oluşturup karşı karşıa getirme yöntemiyle yürütmektedirler.
-Allah şu dünya teknesinde gece gündüz kepçesiyle sürekli çevirmekte, devirmekte, tecelli edip ayrıştırmaktadır.
Beşer zulmeder,kader adalet eder.
Mevla görelim ne eyler/Neylerse güzel eyler.
Mısır Firavunlarına ve Suriye Nemrudlarına ithaf olunur;
*B E L E N E

Garibler yurdu,mazlumlar beldesi Belene,
Ey Bulgar iti,soyun sopun kana belene.
Ehli iman,necib millet bununla bilene,
Aşk olsun,yazıklar olsun,sana insan diyene…

Mazlumların âhı yükseldi ta arşa dek,
Çekemem bunu sineye kalsam da bir tek,
Dinime,geçmişime bağlıyım,olmam dönek,
Tükürürüm. Muinimdir Allah ve melek…

Gururludur! Zalim olunca,oysa iğreti,
Arslan karşısında,ne yapar Bulgar iti,
Kadın,çocuk,ihtiyar karşısında onun merti,
İmansızca kaçar,yine olur namerti…

Beslenir,insan kanı emmekle,
Pislenir,insan kılığına girmekle,
Hislenir,itinin ölümünü görmekle,
Hırlaşır,cehennemdeki yerini gözetmekle…

Mesleğidir,hıyanet hem de zillet,
Dünyasıdır diyanet,deni millet,
Menfaat da hıllet,menfaatsız illet,
Ya Rab! Ya bunları kahret,ya da kahret…

Birinin hedefi ahiret,diğerinin para,
Sağlam vücutta ufunetli yara,
Kalp kara,dünya ve ahiret kap kara,
Mü’mini gönderir şehadetle ebedi diyara…

Isınmak için dünyayı yakar Bulgar,
Isırmak için hem cinsini yutar Bulgar,
Sallanmak için uygun bacaklar kollar,
Yalanmak için salya akıtır kurtlar…

Zulmüyle rahmet okutur,ite köpeğe,
Soysuzdur,saldırır yaşlı ve bebeğe,
Yazdıklarıyla kendini yazdırır tarihe,
“Zulmetmek için geldim,geldim.”feleğe…

Ocakları,evleri barkları yakar,
Ağlanacak hale zevkle bakar,
Ha yakar insan,ha sigara yakar,
Kan akar,sel olup akar,akar,

Elbet çör-çöpü önüne katar…
Vahşetliklere denktir Belene,
Ölüm ona zevktir Belene,
Ahirete açılır,yakındır Belene,
Ulvi makama basamaktır Belene…

Fir’avun,Bulgar hep aynı Ene,
Birinin yeri Mısır,diğerinin Belene,
Fir’avuna demişti Musa:Bu zulüm ne?
Isırıcı köpeklere diyecek yok mu,gidiş nereye?

Bizde de oynanmasın aynı oyun,
“Arapça isimler değil,başka isim koyun.”
Başörtüsü,Din,Dil,İsim,İrtica,Ezan,Kadın,
Bunlar da oynanan oyun,hep aynı oyun…

Dayan kardeşim dayan aksa da kan,
Boğacaktır o kan sırıtsa da sırtlan,
Ey uyuyan dev artık uyan,
Seni bekliyor Asya,Afrika,tüm müslüman…
(10-06-1987’de Belene filmi üzerine yazılmıştır.)

MEHMET ÖZÇELİK
18-08-2013




FİNALE DOĞRU.. ÇÖZÜLME.. ÇÖKME..

FİNALE DOĞRU.. ÇÖZÜLME.. ÇÖKME..
Evvela bir yağlama yapayım ta ki bazı cızırtılar çıkmasın…
Cemaatin en az ihtimalle yüzde doksanı samimi,hizmet düşüncesi,iyi niyeti içerisinde bulunan insanlardan oluşur.
Ancak onlar da hizmetin üst kademesinde,bürokraside,yönetimde söz sahibi olan kimseler değildirler.
Onlar koşturanlar,pastayı hazırlayanlar olup,pastayı dağıtan ve yiyenlerden değildirler.
Bazen ağızlarına da bir bal çalınmaktadır.
Onun için ağır olan sözlerim işte bu yüzde bire ve bunu onaylayıp her türlü destekte bulunanlaradır.
-Milli eğitimin düzelmesi için onlara verilmesini savundum.
Ergenekon davasında tamamen arkalarında olup,2007-den itibaren günlük haber toplayıp sitemde yayınlayarak her türlü yazı,videoyu haber yaptım.
Samanyolutv-ye tebrik yazısı gönderdim.
Ancak bu gün yüzde birin hırsı,yüzde doksan dokuza galib geldi.
Koca bir cemaatı çöküşe,finale götürmeye sebeb oldu.
Cemaatın ayarları bozuldu…
İşte itiraf ve gösterilen tavır ve tahliller;
“Geç gelen itiraf;
HADİ ÖZIŞIK;
Gülerce’yi aradım bu sabah.
Üzgün bir ses…
Gülerce’ye göre, “Cemaat 4 önemli yanlış yaptı!”
BİR- Hizmet baştan beri yanlış yaptı. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na savaş açtı. Gezi’den itibaren Başbakan’a hakaret etmeye başladılar.
İKİ- Üslubumuzu kaybettik. Namus bildiğimiz üslubumuz. Biz bunu bıraktık hükümetle savaşa girdik, diyaloğu bıraktık çatışmacı dil kullandık.
ÜÇ- Siyasallaştık. CHP için kapı kapı dolaşıp oy istedik.
DÖRT- Hizmet hep çoğunlukla hareket etti. Hep öyle yoluna devam etti. İlk defa çoğunluğun karşısına çıktı ve kaybetti. Orijinalini kaybetti, yara aldı.
Gülerce, Cemaat-İktidar kavgasında, inananların kullanıldığı görüşünü de savunuyor. Hizmet’e gönül vermiş insanların bu hisse kapıldığını belirtiyor.
Bu yanlışın Hizmet’i temsil vasfı olmayan kişiler tarafından yapıldığını vurguluyor.
Ve ekliyor:
– İnsanların tanıdığı bildiği Hizmet bu değil!
– Seçimden önce uyardınız, haklı çıktınız.
– Haklı çıkmam neye yarar Hadi Bey? Hizmet yara aldı. Hizmet’i tanınmaz hale getirdiler. İnsanların güveni sarsıldı. Hoşgörü vardı bizde, diyalog vardı bizde, insanların gönlüne girmeyi istiyorduk. Biz ne yaptık peki? Kapı kapı dolaşıp CHP için oy istedik.
– Bundan sonra ne olacak?
Gülerce yıllarca Cemaat’e destek veren belediyelere yapılan vefasızlığa isyan ediyor:
– Bunu yapmamalıydık!
Bundan sonra olacaklara gelince…
Diyor ki:
– Cemaat ayarlarına dönmeli.
Gülerce bu uyarıları yaptı ama, Başbakan Erdoğan’a da, “Cemaat’in tabanını incitme” mesajını vermeyi ihmal etmedi:
– Başbakan’ın bundan sonra Hizmet Hareketi’ne karşı, şefkatli, merhametli ve demokrat tavırlarla sadece hukukun üstünlüğüne riayet edeceğine inanıyorum.”
Gülerce, Cemaat-İktidar kavgasında, inananların kullanıldığı görüşünü de savundu. Hizmet’e gönül vermiş insanların bu hisse kapıldığını belirtti.
Gülerce, 30 Mart’ta AK Parti’nin elde ettiği başarıya rağmen, yanlışta ısrarın sürdüğünü belirtti ve şunları söyledi: Bu yanlış Hizmet’i temsil vasfı olmayan kişiler tarafından yapılıyor. İnsanların tanıdığı bildiği Hizmet bu değil. Hizmet yara aldı. Hizmet’i tanınmaz hale getirdiler. İnsanların güveni sarsıldı. Hoşgörü vardı bizde, diyalog vardı bizde, insanların gönlüne girmeyi istiyorduk. Biz ne yaptık peki? Kapı kapı dolaşıp CHP için oy istedik.
Gülerce bundan sonrası için de ‘Cemaat ayarlarına dönmeli’ ifadesini kullandı.
Ve özetle cemaat içindeki birkaç basiretsiz ve iktidar heveslisinin ve özellikle hoca efendinin burada ilgisiz-bilgisiz-hissi davranışı cemaatı kapanması güç ve tarihe gömücü bir yara almasına sebeb oldu.
Cemaat, gemisinde açılan delikten su almaktadır.
Gemi su aldıktan sonra cemaat birer birer özür beyan ediyor.
Bazılarının hata yapma lüksü yoktur.
*Türkiye-de son darbe girişimi cemaat eliyle yapılmaya çalışıldı.
İnşaallah büyük bir ümitle son darbe kozları da şimdilik bitmiş oldu.
*Cemaat medyası daha önceleri chp-nin sarıldığı kuruntularla teselli olmaya çalışıyor.
*Cemaatı temsil eden ve ergenekonu bitirme noktasına getiren Samanyolu ve Zaman medyasının böyle çarpılır hale gelip de adeta tekrar ergenekona karşı günah çıkarma yoluna gidip,adeta ergenekonla ittifak etmesi hem hazin ve hem de çok düşündürücüdür.
*Bir bedduanın bu kadar etkili olacağını hiç bu kadar düşünmemiş ve de görmemiştim.
Bir peygamber etse etkisini biliriz ancak bir bedduanın neredeyse onlarca yıllar devam eden bir birikimi bitireceğini hiç düşünmez ve hayal bile edemezdim!
Beddua geri tepti!!!
*Bu insanlar nasıl uyuyor veya nasıl kendilerini avutuyorlar?
*Olay gerçekten Erdoğan veya parti meselesi değildir.
*Şu hassas durumda bu kadar Erdoğanı savunacağımı düşünmezdim.
Çünkü mesele Erdoğan meselesi olmaktan çıkmıştır.Millet-din ve bunların geleceği olmuştur.
*Muhalefet edenler yalnızlaşıyor.
*”AK Parti imparatorluğa diz çöktürmedi
30 Mart’ta yapılan yerel seçim sonuçlarının en çok kimi üzdüğü belli oldu.
17 Aralık operasyonundan yalnızca 3 gün sonra gazetecilere demeç veren ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone “Uyarılarımız dikkate alınmadı, şimdi bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” diyerek cemaat ve muhalefetin de karıştığı kirli ittifakın yurt dışından beslendiğini adeta itiraf etmişti.
*Türkiye’de yaşanan her olayla ilgili yorum yapmaktan çekinmeyen Büyükelçi Ricciardone’nin 30 Mart seçim sonuçları sonrası da sessizliğini koruması gözden kaçmadı. Bu durum “Türkiye ile ilgili her konu hakkında fikrini esirgemeyen büyükelçi, seçimde hayal kırıklığına uğradı” şeklinde yorumlandı.”
*“İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan islamiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar!gelen neslin kapsında durmayınız.Mezar sizi bekliyor çekiliniz;ta ki hakikat-i islamiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek nesl-i cedid gelsin!”Bediüzzamanın ifadesiyle,milletin önünden çekilin,yoksa sinsi oyunu millet bozacaktır.
*”Türkiye’de içi sürekli kaşınan unsurların ortadan kaldırıldığını ifade eden Orakoğlu, “Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Türkiye’nin içini kaşımak için Türkiye de birlik ve beraberliğin bozulmasına, kamplaşmasına yönelik bir psikolojik harekat uygulanmasına yönelikti. Burda MİT’in içe dönük yapısı, Türkiye’nin en önemli sorununun, dış ülkelerden, küreselleşmeden gelen saldırılara karşı Türkiye’nin korunması gerekirken, Türkiye kendi içerisinde inançlı insanları iç tehdit olarak kabul edip, bunlara yönelik bir çalışma içerisine girmişti. Bunu en bariz 28 Şubat postmodern darbe sürecinde gördük. İsrail 28 Şubat döneminde MİT içerisine sızdı ve o dönem bazı müsteşarları İsrail’in MİT’in kozmik odalarına soktuğu iddia edilmişti. Bu son derece vahim bir durum” olduğunu söyleyerek, AK Parti’nin iktidar olmasından sonra özellikle 2005 yılından itibaren Türkiye’nin Ortadoğu ve dünyada bağımsız ve milli politika izlediğini ifade etti.”
*Bu gün gerek Türkiye ve gerekse de dünya gizli örgütünün tek hedefi,toplumda ihtilafı körükleyerek,kaos oluşturmaktır.
* Ben özür dilerim.Neden mi?
Cemaatın içerisinde en aklı başında kimsenin Abdullah Aymaz olduğunu düşünürdüm. Meğer yanılmışım.Şimdiye kadar suskunluğunun sebebinin olgunluktan kaynaklandığını, ateşi söndürmeye yönelik olabileceğini bekler idim.Meğer suskunluğu ateşini hisle ve hırsla yükseltmek uğruna imiş.Bu bir mahcubiyet ve perişanlığın dışa vurmuş halidir.
Hüseyin Gülerce kadar bile olgunluk gösteremedi.
Meğer basiret başka bir şeymiş!
Kendisine sorarım;Chp-yi daha iyi tanımanız için memleketin başına daha nelerin gelmesi lazım?
Nezih kız çocuklarını ev ev dolaştırarak chp-ye oy istemek hangi seviyenin,kişiliğin, şahsiyetin, ahlakın ve hizmetin işidir.
Hem Türkiye-de ve hem de islam dünyasında özellikle Suriyede yapılan zulümlere karşı,fitnecilerle beraber hareket ettiğinizin yarı himmetini buraya gösterseydiniz, israilde,abd-de,ab-da bu kadar cesur olamazdı.
Şimdiye kadar sizleri hep savunuyorduk ancak savunma haklarınızı kaybettiniz.Varın kendi kendinizi hala hırsla,hisle,mahcubiyetle savunun!!!
Müflis tüccar olmayın!!!
*Sibel Edmond’un “CIA, Gülen’i oyuna dahil etti”
*Aslında yazımın başlığını teyid eden ifadeyi tamda şimdi buldum.
Ali Ünal-ın yazısında.
Finale gidişin,diğer bir ifadeyle çukur oluşun bir göstergesi olan yazısında…
İşte sukutun belgesi içteki ağızdan;
“Hizmet için hep zafer
Allah (c.c.), 17 Aralık’ta başlayan süreçte Hizmet Hareketi’ne kendi çizgisinde zafer üstüne zafer kazandırıyor:
-Hizmet Hareketi, genellikle sağ-muhafazakâr tabana yayılıyor, sol tabanla olması gereken münasebeti kuramıyordu. Cenab-ı Allah (c.c.), bu defa sol tabana, Hizmet Hareketi’nin insanları kesinlikle siyaset temelinde değerlendirmediğini gösterdi ve Hareket’e şimdiye kadar tam açılamadığı sol tabana açılma, sağ-muhafazakâr tabanda da bilhassa son senelerde kendisine kısmen mesafeli duran ANAP-DYP-MHP’li kesimlerle daha sıcak münasebetler kurabilme imkânı verdi. AKP tabanı da, bugün içlerinde particilik faktörüyle mesafe koyanlar bulunsa da, sonunda yine kaçınılmaz olarak Hizmet’e el verecek, çocuklarını yine güven ve itimatla Hizmet Hareketi’ne teslim edecektir.”
(Yalnız işin tezad tarafı,bin yıllık iman ve ameldeki dostu ve dostluğu yıkıp,her türlü entrikaları yaparak,hangi temel noktada ittifak edildiği mevcut olmayan hayali bir dostluk.Batılda dostluk.Mantığın,vicdanın basiretin durduğu ve donduğu nokta)
(İşte 17 aralıkta yapılmak istenenler:Eski istihbaratçı Prof. Dr. Mahir Kaynak, dinlemelerde aynı olguya dikkat çekti. Kaynak, “Türkiye’nin bölgesel güç olmasını istemeyenler kimlerse, dinleyenler ve servis edenler de onlardır. Türkiye önceki dönemlerde pek fazla dinlenmezdi. Çünkü ülkeyi zaten yönetiyorlardı. Türkiye, diğer ülkelerle hep ittifak içinde, müttefik durumdaydı. Dolayısıyla dinleme ihtiyacı duymazlardı. Fakat bugün Başbakan Erdoğan, dünyadaki gelişmelere yönelik farklı bir politika izliyor. Türkiye’yi bölgesel bir güç haline getirmek için çalışıyor. Bundan rahatsız olanlar, Türkiye’nin önünü kesmek istiyorlar” dedi.)
-“Hocaefendi’nin sık sık ikaz buyurduğu ve ihlâsa kesinlikle mâni “Cemaat” ve “Biz gururu”, Hizmet içinde bazılarına yol bulmuş olabilirdi. Söz konusu süreç, bu gurur ve aldanışı da inşaallah izale etmiştir.”
(O zaman kişinin ehli sünnetten olduğunu demekte bu ihlasa münafi bir durum mu oluşturmaktadır?
Batıla giydirilmeye çalışılan hak ! kılıfı.Batılı hakka getirmeden,batıla sapma sapıtmaları…Cemaat demekten ve denilmekten utanıp hareket diyecek kadar bereketsiz bir tavır.Tarifi imkânsız bir tavırdır.Gerçekten söz burada bitmiştir.Çünkü söz bir seviyedir.Hangi seviyeye karşı söz söylenecek ki?)
-“İslâm, özellikle son yıllarda terör suçlamalarıyla büyük yaralar almıştı; İslâm dünyasının perişan hali ve bu dünyadaki özellikle siyasî-İslâmî hareketlerin yanlışları, hem Müslüman kitlelere yılgınlık ve ümitsizlik yaşatıyor, hem de İslâm’ın imajını kararttıkça karartıyordu.”
(Avrupalıların yamaladığı hakikatta olmayan İslami terör ve terörist suçlamalarını üzerine giyerek utanç duyan bir insan tavrı.Bunu düzeltmek için Avrupalıların attığı oltaya tutunan aptal balık tavrı.)
(Ve son olarak batıla hak alet edilmektedir.Kur’an-a iftira edilmektedir.)
-“Evet, Kur’ân buyuruyor: “Olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da o şey hakkınızda hayırlıdır; bir şeyi seversiniz ama, o şey ise hakkınızda şerlidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2, 216)”
-Öncelleri 17 aralık terör hareketinin çirkinliğini üstlenmeyen ve dershaneler meselelsini gündemde tutmaya çalışan cemaat,yavaş yavaş buna sahib çıkmakta ve bunun ilahi bir emir bile olduğunu dillendirmektedir
17 aralık darbe ve terör teşebbüsünü dini bir kılıfa bürüyerek meşru göstermeye çalışmak;en az ve hafif tabiriyle çukur ve seviyesizliğin,basiretsizlik ve körlüğün bir yorumu ve göstergesidir.
Bu tıpkı Kürtlerin haklarını koruduklarını söyleyen pkk sol zihniyetinin sağ versiyonudur.
İkisi de aynı yola ve sonuca çıkar.
*Diğer yandan bir yargı mensubu olan Sami Selçuk-un Samanyolu tv.de İsrail cumhurbaşkanı Şimon Peres-i övüp de başbakan Erdoğanı yermesi, bu milletin kazanmaya çalıştığı kişiliğin kaybedilmesidir.
İsrailin övülmesi onların hislerine tercüman olmakla beraber,adeta onların bir yargı mensubu tarafından avukatlığının yapılmasıdır.
Tam çirkin bir tavır olup,zulme ve kan akıtmaya ortak olmaktır.
Bu yargı zihniyetinin de bir yansımasıdır.
Maalesef cemaat medyası da bu İsrail sevdasını bazen dillendirirken,bazen de çanak tutmaktadır.
Diğer yandan hükümeti İran taraftarlığıyla vurmaya çalışanlar,irandaki masum imam,takiyye gibi şii bazı yaşantılarla hareket etmektedirler.
“(Onlara karşı sen) «Allah» de. Sonra onları bırak, boş laflara dalarak oyalansınlar.”
Ortada kirli büyük bir ittifak var.
*İnsan bir kere batılı hak görünce,artık onu savunması kaçınılmaz olur.Cebraili bile takmayan,sonuçta direkmen Allahdan vahiy almakta,zirve zırvalarda aranmaya başlamaktadır.
Sonbaharda aranan bahar..Dökülmeler ve döktürmeler birer birer başlıyor.
*Ekrem Dumanlı, “Nefret dilinin sonu” başlıklı yazısında; “Bugün kullanılan zehirli dil, olsa olsa şiddet doğurur maazallah… Hafta içinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı, muhtemel şiddetin işaret fişeğidir!”
Bu da chp-nin hamiliği ve savunuculuğu olsa gerek!
Bu bir çözülme ve dökülmenin başlamasıdır.
Zamanımızı ne kadar güzel tahlil etmektedir:
*”Şah Veliyullah der ki, peygamberlerin hem dinin emirlerini tebliğ, hem bunları gerekirse zorla yaptırma ve hem de bunları inananların kalbine yerleştirme vazifesi vardı. Dört halifeler bu üç vazifeyi hakkıyla yaptı. Onun için râşid diye anıldılar. Sonra insanlar arasında din prensiplerine gönül rızasıyla uyanlar azaldı. İş bölümüne gidildi. Tebliğ, müctehidlere; irşad, mutasavvıflara, saltanat da, idarecilere düştü. Din adamları, aktif siyasete karışmak yerine, icraatını doğru bulmadıkları idarecilere gerektiğinde ikazlarda bulunmakla iktifa ettiler. Osmanlılar da, devleti din kaideleriyle idare etmekle beraber, din adamlarını siyasetten ayrı, ama itibarlı bir pozisyonda tutmayı tercih etti. Yine de zaman zaman darbe oyuncuları arasına karışan din adamları olmadı değil. Bunlar da tarihte kötü bir nam bıraktılar.”
*Cemaat Suriyede,Mısırda,Filistin gibi İslam ülkelerinde yapılan zulümleri yaptıklarıyla,bir yandan israile sıcak mesajlar verip diğer yandan kendi hükümetine darbe teşebbüsünde bulunmasıyla tüm şimşekleri,beslenen kin ve nefretleri üzerine çekmiş oldu.
Başkaları yaparken fatura cemaata çıktı.Bunu ya ödeyecek yada kendisine ödettirilecektir.
Ya da bu işten tevbe ile rücu edecektir.
Bunun altından kalkmak gayet zordur.
Fıtrat fıtri olmayanı reddedip atar.
Fıtrata aykırı hareket eden,fıtrat tarafından,ilahi kader canibinden reddedilir,kabul görmez.
*Hanefi Avcı-nın yazdığı kitabı olan –Haliçte yaşayan simonlar – adlı kitabı bir ifşaattır.Yabana atılmamalıdır.
Koca emniyetin Kozanlı Ömer kod adlı Osman Hilmi Özdil adlı cemaatın en üst düzey imamına feda edilişini ve yapılan gayrı meşru durumları dile getirmektedir.
Bir Ömer kod adlı kişi cemaatı temsilen olumsuz iz bırakabilmektedir.
Fertlerin bu olumsuz durumları cemaatı bağlamasa da,cemaatın bu konudaki suskunluğu,sahiblenmesi ve desteklemesi işin tehlikesini göstermektedir.
Ve bunlar kontrolsüz yapılmaktadır.
-İran üzerinden hükümete yüklenen cemaat maalesef tavırları ve uygulamalarıyla irandaki imamiyyye ve imameti taklid etmektedir.
Cemaattaki imamiyye kolu,en büyük üstü temsil eden kişidir.
-Gayrı meşru şeyleri hizmet adına meşru gösterilerek uygulanmakta olup,bu da patlak vermesine sebeb olmuştur.
Kanalizasyonun kapağı açıldı.Kokular sızmaya,sıkıntılı sesler seslendirilmeye başlandı.
Pandoranın kapağı açıldı.Artık iş zıvanadan çıkar hal aldı.
Hırs,kin ve menfaat öne çıktı,hedef haline geldi.
Hocanın vefatından sonra olabileceğini düşünüp dillendirdiğim bu korkunç hal,maalesef içerisine kendisinin de girmesiyle hayatında baş gösterdi.
Ergenekondan boşalan tatlı ve cazib boşalan yere,cemaat hırsla,her şeyi mübah görerek girmeye,balıklama dalmaya başladı.
-Cemaat –Biz ne yapıyoruz? – diye bir dakikalığına durup düşünmemektedir.
Deli- dolu gitmekte,iç ve dışta herkesle ayırmadan ortaklık yapmakta,gözünü adeta hırs bürümektedir.
Durumun vehameti ise;-Hizmetin başarısı için Türkiye bile gitse ne olur?- düşüncesi ön plana çıkmaktadır.
Kayıplar düşünülmeyerek,cemaat belki de yüzde birin harakirine kurban edilmektedir.
Cemaat bilinçsizce o yüzde birin intiharına sevkedilmektedir.
Diğerleri suskun,bazen cızırtı,bazen kabul etme mecburiyetinde kendini hissetme ancak sonuçta;-Bekle gör –politikası izlemektedir.
Cemaat durum itibarıyla;kavga eden karı kocanın şaşkınlıkla olayı seyreden çocuğunun durumuna benzemektedir.
Cemaat babadan taraf olsa da,anneyi terk edememektedir.
Kaş yapılmaya çalışılırken,gözler çıkarılmaktadır.
Görelim Mevla neyler / Neylerse güzel eyler.
“Beşer zulmeder,Kader adalet eder.”

MEHMET ÖZÇELİK
23-04-2014




FARKINDA MISINIZ?

FARKINDA MISINIZ?
Hayatınız gidiyor..Sona yaklaştı.
Doğumunuzla şu ana kadar ne kadar yıl geçti?
Sona ne kadar kaldı?
Bir de;Yaş otuz beş,yolun yarısı olmuyor…
Şimdiye kadar yaptıklarınızı ve size kazandırdıklarınızı hiç düşündünüz mü?
Buradan ayrıldığınızda ve de geriye baktığınızda,kendinize ne ve kaç not verir siniz?
Kârlı mısınız?
Kârınız ne kadar?
Varlığınız ile yokluğunuz arasında ne fark vardır?
İyi ki doğdum,diyebiliyor musunuz?
Ben olmasaydım,şu şeyler ve şu faydalı durumlar olmayacaktı,diyebiliyor musunuz?
Hayatın,olayların ve kendimizin farkında mıyız?
Her şeyin Allah’ın varlığına bir delil olduğunun farkında mısınız?
Uzun var oluş süresi içerisinde,bu dünya hayatının,sonsuz bir hayatı belirleyeceğinin farkında mısınız?
Bunca sayısız geliş ve gidişlerin ifade ettiği mânanın farkında mısınız?
Yüz sene önce bu yedi milyar insanın olmadığının ve de yüz sene sonra da olmayacağının ve bunların içinde sizinde olacağınızın farkında mısınız?
Her nimet bir suale tabidir,hakikatınca,bize verilen her nimetten sorulacağımızın farkında mısınız?
Farkında mısınız? Neyin mi?
Yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan dolayı bir kazancımızın olmayıp, yaptıklarımızdan dolayı da bir kaybımızın olmadığından…
Dışımızdaki tüm varlıkların bizler ile bağlantılı olarak hareket edip, yönlendirildiklerinin farkında mısınız?
Neyin veya nelerin farkında değil siniz?
Her şeyin ne kadar farkındayız?
Sahip olduklarımızın farkında mısınız?
Sayısız cansızlar,hesapsız,bitkiler,azımsanmayacak hayvanlar var iken insan yaratıldık.
Akıl gibi nimetten mahrum az insan yok,milyonlarca sakat insan var.
Bizim neyimiz yok,sahip olduklarımızın yanında…
Bizde olmayıp başkasında olana bakınca,sende olupda onda olmayan daha kıymetli olana baktın mı?
Tıpkı yerin dibine her şeyi geçirilen Karun-a,bir gün önce insanlar onun gibi,onun sahip olduğu şeylere sahip olmak istemiş,bir gün sonra durumu görünce de,kendilerine yazık ettiklerini,diğer ifadeyle belalarını istediklerini söylemişlerdi.
Bizim için ne olacağını bilmediğimiz,ne istediğimizin farkında mıyız?
Gayret ile kısmete rıza,imanın gereğidir.
Farkında mıyız?
Her şeyin hikmetli yaratılışının ve bizde mükemmel bir işleyişin sürmekte olduğunun farkında mısınız?
Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde,fâni dünyada bıraktığın eserlere de bir kıymet vermenin, sana bir fayda vermeyeceğinin farkında mısın?
Uzun hayat yolculuğumuzun şu anda çok az bir kısmında olduğumuzun farkında mısınız?
Kabre tek başına konulup,amellerimizle baş başa,münker ve nekirle yoldaş olacağımızın farkında mısınız?
Hiçbir şeyin fayda vermediği o mahşer gününde,her kesin birbirinden kaçtığı o günde kaçacak O’nun dışında bir yerimizin olmadığının ve bulunmadığının farkında mısınız?
Temmuz-ağustos gibi değil,güneşin yaklaştırılarak,ağzımıza kadar kan-ter içerisinde bir sorgu ile karşı karşıya kalacağımızın farkında mısınız?
Son-da ebedi bir cennet ile ebedi bir cehennem hayatının bizi beklediğinin, kucağını veya ağzını açtığının farkında mısınız?
Olayların veya gelişmelerin ne kadar farkındayız?
Farkındalığın,farkında mısınız?
MEHMET ÖZÇELİK
27-04-2013