MÜJDE! MATERYALİZM YIKILIYOR

MÜJDE! MATERYALİZM YIKILIYOR

20.asır izm-lerin asrıdır.
Avrupanın İslâm dünyasını değiştirmek amacıyla liderlerini kendine göre biçimlemesi,halklarını biçimlendirmesi,şimdilerde teker teker yıkılıyor ve yırtılıyor.
İnsanlık tarihinin en büyük tehlikesi olan kominizm,fıtrata uygun olmadığından, fıtrat tarafından reddedildi,yıkıldı.
Zira kominizm bütün dinlere düşman idi.
*Bu asır insanı adeta putlaştırdı.İnsan egosunu ön plana çıkardı.Yazılan onlarca insanı geliştirmeye,insan kaynakları eserleriyle insanın adeta yıkılmazlığı nazara verildi.
Mevlana ve Yunus gibi şahsiyetler insanın acziyetini işlerken,batı insanı adeta Firavun-un veziri Haman-a;Bir kule yap da,gerçekten Musa-nın dediği gibi bir Rab var mı,bakayım!,deme durumuna getirildi.
Bu asırdaki deprem,sel,hastalık gibi durumlar insanların yaptıklarının bir anda nasıl yıkıldığını ona gösterdi.
Allah insanlığa bir kere daha acziyyetini hatırlatıp,kendisine yöneltti.
*Bütün insan tabiatına aykırı olan izm-ler teker teker yıkılmaktadır.

Sırada materyalizm vardır.
Maddeye hakim olan Avrupa,Afrika gibi fakir ülkelere ve islâm ülkelerine haksızca hakim oldu,hükmünü sömürerek sürdürdü.
Küfür devam ederken,zulüm devam etmemektedir.
Avrupa maddeyi zulüm aleti olarak kullandı.Kendisinin refahına,başkalarının ölmeyecek kadar geçinmesine harcadı.
Parayı,maddeyi köleleştirmek için kullandı.
Alışmış olduğu bu rahat yaşamayı sürdürmek için,devlet olarak borçlanmalara gitti,yerini perçinleştirmek amacıyla savaşlara harcadı.

İngiltere siyaseten,Fransa kültür ve yaşayış olarak,Amerika silah gücü olarak,İsrail ve Yahudiler ise bunları kullanarak dünyaya hakim olmaya ve şekillendirmeye başladılar.
Avrupa-nın sicili lekeli ve kirlidir.Katliamlarla elini kirletmiştir.
Kendisinden olmayanları dışladılar.
Tıpkı Fransa-da müslümanlara Melon ağır ifadesinin kullanılması gibi.Bizdeki gavur manasınadır.
Yunanistan-la başlayan ekonomik sıkıntı,Fransa,İtalya ve ağzına kadar borçlanan ve dünyanın en borçlu devleti olan Amerika sallanmakta,öyle görünüyor ki,aynı gemide olan bu insanların yıkılışı da toplu olarak devam edecektir.

Teknoloji ve iletişimdeki ilerleme,maddenin ötesine geçme,maddeyi bitiren diğer bir sebeptir.Madde her şey değildir.
Varlığın sebebinin varlık sahibi olmayanlara sahip olmaktan geçtiği açıkça görülmüş oldu.Paylaşımlar,ortaklıklar,pastadan herkesin faydalanması ön plana çıkmış oldu.
Madde ilahının yapılan kulesi çatırdamaya başladı.
Bu insanlığın aslına,ruhuna dönüşünün bir göstergesidir.
Maddenin bir amaç değil bir araç olduğu,rahat ve huzurun sebebi olmadığı yaşanılarak,birazda fazla bir bedel ve maliyet ödenerek öğrenilmiş oldu.
Bir taraftan Rusya mâna ve ruhu kaldırırken,diğer taraftan batı onun yerine maddeyi alternatif olarak ikame etti.
İslâm dünyası ise her iki kutup arasında ezilmiş,imha edilmeye çalışılmıştır.
Ancak her ikisinin akamete uğramasıyla işler tersine dönmüş,aslını bulmuş oldu.
Materyalizmin yıkılışı insanlığın hayrına olacaktır.
Maddenin asıl olmadığı bilinmesiyle,insanlık ön plana çıktı.
Dinin zincirinden başını çıkaran insanlık,gerçekleri asırlar sonra yaşayarak, yaşatarak, ağır bedeller ödeyerek öğrenmeye başlamaktadır.
Geride kalan ise feryatlar,kanlar,kavgalar,savaşlar olmuştur.
Kominizmin arkasından materyalizmin yıkılışı,insanlık için bir müjdedir.
Müjdeler olsun!Materyalizm yıkılıyor.
MEHMET ÖZÇELİK
21-12-2011




MUHALİF VE AYKIRI BİR YAZI

MUHALİF VE AYKIRI BİR YAZI
Herkesin şikayet olarak baktığı noktaya,birde ben muhalif noktadan bakıp ve baktırmak istiyorum.
*Tv.Dört köşe bir kutu.Herkes neredeyse içerisine girecek gibi çerçevelenmiş,hayatını çerçeveletmiş..
Çerçeveye hapsetmiş.
Gözünü bir noktaya dikmiş,çevresinden habersiz,dünyaya açılamıyor.
-Oysa dünya ona açılıyor.Tv dünyayı kendisine açıyor.
İçine kapanık veya gerçek anlamda içine dönük.
Saatlerce geçen zaman..Ne yeme ne uyku hiç aklına gelmiyor.
Birde bakmışsın saatler geçmiş.Oysa eve ekmek almak meselesi olsa,-vaktim yok,siz gidin-der.
*İnternet mi?
Tatlı belâ.Püsküllü mü püsküllü…
Bir zamanlar tek bir tv-ye mahkum olanlar,uyduyla binlerce kanala sahipler.
İnternette ise yüz binlerce siteye hakim.
Dünyayı download-layabiliyor.
Dünyaya download-lanabiliyor.
*Cep telefonu ise;içten içe,en içe geçiş.
Tv-ile dünyayı evimize,internetle odamıza,cep telefonuyla da dünyayı cebimize ve elimize taşıdık.
-Tenkidlerimizi arttırabiliriz.Belki kendi penceremizden görülenler açısından doğrudur da…
Ancak bu acziyetin ve ulaşamamanın bir feryadıdır.
Her şey için genel ölçü,mecellenin şu ölçüsüdür;”Eşyada aslolan ibahedir.”
Yani varlıklarda esas olan helallik ve meşruluktur.
Tıpkı akidle yapılan işlerle,akitsiz yapılan işler arasındaki farklı farklar gibi.
Akidsiz olunca hırsız,zinakâr olması gibi.
Arizi durumlar hükümleri de değiştirmektedir.
-Sayılan bu teknolojik aletler;medeniyetin ve medeniyete giden yolun birer kapısıdırlar.
Zaten medenilik,şehirliliktir.Köyün dar kalıp ve dar düşüncelerinden kurtulmaktır.
Şehrin dar düşüncelisi köylü sayılırken,köyün geniş düşüncelisi de şehirli sayılır.
İlmin son sürat yükselişine vesiledir bunlar.
İnsanın dağınık dünyayı,bir noktaya odaklaması ve insanın odaklanmasıdır.
-İnsan neden büyüktür?
Allah neden insan kalbi için:”Ben yer ve göğe sığmam,mü’min kulumun kalbine sığarım.”buyurmuştur.
Zira kalb;İlâhi bir tv,bir monitör,bir cep telefonu,bir uydu ve bir radardır.
Bir insanı binlerce insana,sayısız varlıklara bağlıyor,kendi kapsam alanına alıyor.
Bir-lere değil,bin-lere ulaştırıyor.
Rabbiyle 18 bin alem arasında uydu görevini görüyor.
Bunlar medeniyetin binlerce yılının mahsulatıdır.
Allah’ın alim isminin bir tezahürüdür.
Dünyayı bir oda,bir köy haline getiren bu medeniyet, insanın ayağına dünyayı ve dünyaları getirmektedir.
Mesele seçmek sürçmemek,süzmek sönmemektir.
Evini sağlam yapmayanlar,yağmura kızıyor.
MEHMET ÖZÇELİK
03-04-2013




NE ZAMAN???

NE ZAMAN???
-İnsan ne zaman yanmaz?
İbrahim gibi teslimiyet içinde olup,korkuyu içerisinden attığı zaman.
-İnsan ne zaman boğulmaz?
O’na yönelip,O’na sığındığı zaman.
Okyanuslarda yüzüp gezeni,damlalar ancak topuklarını bile ıslatmaz.
-Kimler yenilmez?
Davud gibi gerçek gücü bulup,O’na dayananlar.
Demiri hamur gibi yoğuranlar.
Demirin ezdikleri değil,demiri ezenler olduktan sonra…
O’nu bulan neyi kaybeder ve O’nu kaybeden neyi bulur…
-Kimler ölmez?
Hayatı ve hayatın hayatı imanı bulan lokmanlar.
Ölümü öldürenler,ölüme merdane göğüs gerenler ölmezler.
-Kimler yükselir?
İsa gibi bedenden tecerrüd edip soyutlanarak,her şeyiyle ruh olanlar.
-Kimler zindana girmez?
Yusuf gibi gönül bahtına taht kuranlar.
-Kimler vuslata erişir?
Yakub gibi sevenler.
-Kimler aşıktır?
Aklı olmayıp,Mecnun olanlar.
-Kimler büyüktür?
Mütevazi olup,büyük olduğu halde küçük görünen,büyüklenmeyenler.
-Kimdir alim?
Nefsini ve Rabbisini bilen.
-Kimdir müflis?
Âhirete hiçbir şeyi kalmayıp,tüm sermayesini bu dünyada bitiren,burada bırakandır.
-Kimdir Muhlis?
Bu dünyayı ve faniyi bırakıp,gözünde cennet sevdası bile olmadan,O’na talip olmaktır.
-Kimdir zamanın mahkumu?
Zamanın altında kalan..zamanın kendisini aşındırdığı kimse.Tıpkı suyun içindeki gemi değil de,suyun üzerinde yüzendir.
MEHMET ÖZÇELİK
27-02-2014




NEFSİN TATMİNİ

NEFSİN TATMİNİ
İnsan bir dakikalık tatmin uğruna,adam öldürmekte,25 yıl dünya hapsinde yatmayı kabul etmekte,yılları bir dakikaya feda etmektedir.
Âhirette göreceği de cabası…
Şeytanda öyle idi.Bir anlık kibir ve nefsini tatmin uğruna alemlerin yaratıcısına kafa tuttu.
Sınırsız bırakılan duygularını kontrollü kullanması gerekirken,kontrol dışı kullandı,kontrolden çıktı.
İnsanlar bir dokun,bin âh işit,kabilinden tam bir dolmuşluk içerisinde bulunmaktadırlar.
Kavga etmemek için değil,adeta kavga etmek için bahane aramaktadırlar.
Maneviyattan mahrum bırakılan ve de maddiyata dalarak menfi duygularla doldurulan insanlar,patlamaya hazır hale getirilmektedirler.
Dünya her zamankinden daha büyük bir buhran geçirmektedir.
Hem maddi hem de manevi bir sıkışıklık içerisine itilmektedir.
Bu bir ümitsizliğe itmek değil,fecri sadıkın evvelindeki fecri kâzib halidir.
Dünya maddi ve manevi bir buhranla beraber,bir değişim içerisindedir.
Değişimin fıtrata uygun yapılması gerekmektedir.
Türkiye hapishanelerinde 130 bine yakın insan yatmaktadır.
Bütün bunlar bir anlık nefse mahkumiyetin sonucunda bu hale düşmüşlerdir.
Kendilerini kontrol edememişler,yoldan çıkarak bir anlık gaflet sonucu kaza yapmışlardır.
Maddi ve manevi kazalar arttı.Kayıplarda büyük oldu.
Helal dairesi geniş,harama girmeye gerek yokken,insanlar bir anlık tatmin uğruna dünyalarını da âhiretlerini de heder ettiler.
Sonsuz âhiret hayatına nisbeten dünyanın bin senelik hayatı bir ân iken,insanlar o bir ân-a aldandılar.
Ruhlarını unutup,nefse mağlub oldular.
İnsanların bükemedikleri elini kırdılar.
Bükemediğin eli öpeceksin.
Cinleri temsilen iblis önce yaratılmış olmasına rağmen,Hz.Âdem-e hürmetle emredildi.
İblis mağlub olduğu Âdemin elini öpmedi,diretti ve düşmanlığını sürdürdü…
Bir anlık hata neye mal oldu,ne maliyetler çıkardı.
Hz.Âdem bir anlık tatmin uğruna cennetten çıktı,evlatlarının çıkmasına sebeb oldu.
İnsanlık tarihi harpleriyle darpleriyle hep bir anlık tatminiyetin bedelini ağır ödemekte ve de ödetmektedir.
Bu durumda ya kalbe bir yasakçı konulacak veya cezalar arttırılacaktır.
Ya kişi kendisini kontrol edecek veya devlet o insanları kontrol edecektir.
Ben buluşmak şey yani bulaşmak istemiyorum,diyerek,insanlar;-ben orucum,bana sataşma demelidir.
Hz.Meryem orucuna niyet etmeliler.
*Hadisde:”Canım kudretinde olana andolsun ki,eğer siz suç işlemeseydiniz, elbette Allah sizi yok ederdi de günah işleyip Allaha istiğfar eden ve O’nun da kendilerini bağışlayacağı bir toplum getirirdi.”
Çünkü cennet ucuz değil,cehennem dahi lüzumsuz değildir.
MEHMET ÖZÇELİK
24-11-2012




NETLEŞEN SAFLAR

NETLEŞEN SAFLAR
*Şimdiye kadar Müslümanların elindekileri alarak onlara sahib olmaya çalışan batı dünyası,bu sefer yöntem değiştirip vererek ve eski mallarını satarak ve sürekli yenileyerek hakim olmaya,mahkum etmeye,oralarda Pazar oluşturmaya çalışıyor.
Bu daha kârlı,severek bağlanma olsa gerek ki bunu tercih etmektedir.
*Bir asırdır bu milleti fakirlik ve yoksullukla avladılar.
Bu gün İslâm dünyası ise gasbedilen o özgürlük ve fakirliğin kaldırılması ve refah ve huzuru elde etme çabası içerisine girmektedir.
*Aleviler statü isteyip maaş verilmesini istiyorsa,bu durumda Nakşi-Kadiri-Nurcu-Süleymancı olanlarında aynı statü içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
Cumhuriyetin kuruluşunda alınan azınlık hakları tekrar verilerek,tekke-zaviye ve dergahların kurulmasına müsaade edilerek buna bir çözüm bulunmuş olur.
Alevilik bir din değildir.
*Osmanlı geride ne kadar iftihar edilecek bir geçmiş bırakmışsa,Türkiye cumhuriyeti de en az o kadar utanılacak bir geçmiş bırakmıştır.
Cumhuriyet rejiminin sicili kirli ve lekelidir.
Utanç tablolarıyla dolu olup,büyük okyanus bile onları temizleyemez.
İnşaallah yeni yetişen nesil o utanç tablolarının yerine iftihar tablolarını dikecek,ecdanının günahına yaptıklarıyla kefaret olacaktır.
Yeni nesil,eski neslin keffaretidir.
*Chp Mısıra giderek hem darbe tecrübelerini anlatma imkanı bulmakta ve hem de darbe hasretini gidermiş olmaktadır.
Şimdiye kadar darbe idhal eden chp,artık gelişmişliğini ihraç etmektedir.
İhracatta bulunmakla da güçlenmeye çalışmaktadır.
*Suriyenin bize saldırma tehdidine karşı,Zaten biz 30 yıldır suriyenin pkk ayağıyla çarpışmaktayız.
Bundan sonra da suriyede sular durulmayacaktır.Esed kalsın kalmasın!!!
*Yüz yıldır Türkiye-nin hantallığı;chp-nin despotluğundan,milliyetçi geçinenlerin içi boş rejim bekçiliği,Atatürkçülük ve laiklik hastalığından kaynaklanmaktadır.
Zihninde oluşturduğu yanlış imajla,ümmetçiliğe karşı çıktığını ifade etmekte,İslamiyet ile arasına mesafe koymakta,yaşayışıyla ve düşüncesiyle onu dışlayıp,yetersiz kalmaktadır.
İslâmiyeti Türkçülüğüne payanda olarak kullanmakta,onun sayesinde gölgelenmektedir.
*Habertürk-ün miliyetçi olanları proğrama çıkarmaları üzerine adeta barış akdi imzalayan ve sitemde bulunan bu kişiler için;
-İyi ki şimdiye kadar çıkarılmamış,yoksa 70-ler yeniden hortlar,solculara meydan açılırdı.
80-den beri 70-lere dönülmemesinin hikmeti demek ki buymuş!
*Ezhere ne oldu?
Mısır ergenekonu onlara hakim mi oldu?
Bizdeki eski üniversitelerin halini aldı.
*Bediüzzaman Hazretleri’nin Hutuvat-ı Sitte’de işaret ettiği “Hile ve fitne, perde altında kaldıkça tesir eder, Zahire çıkmakla iflas eder, kuvveti söner”
*Öcalan, “Bizi istihbarat kurdurdu. Devlet korudu. Başımıza bir şey gelirse karakolun ön kapısından girip arkadan çıkıyorduk.”
Ve, “Önce Suriye Askeri İstihbaratı’na bağlıydım şimdi Cemil Esed’e” diyor.
*Haydar Baş:” Daha önce Suriye ve Ortadoğu’daki son durumu değerlendirirken Esed’in günümüzde Hazreti Hüseyin rolünde olduğunu savunan Haydar Baş, Atatürk hakkında çok tartışılacak bir iddia attı ortaya. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş attığı twitinde: ” Türkiye cumhuriyeti devletinin kurucusu, büyük önderimiz M. Kemal Atatürk 7 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmetmiş, 8 yaşında hafız olmuştur.” dedi.
Zalim olmak sadece zulmederek olunmaz,zalime ortaklık da en büyük zulümdür.
Basiret ve feraset imanın bir şubesidir.
Bu da nacak basiret ve ferasetle anlaşılabilir.

MEHMET ÖZÇELİK
03-11-2013




NEYİN MAHKUMUYUZ ?

NEYİN MAHKUMUYUZ ?
Kaderin mi?
Eğer öyleyse bu şerefli bir makamdır.
Zira biz er olmak isteriz,Rabbimiz mareşal olmamızı ister.
Bediüzzaman şöyle der:
“İkinci Sualiniz: Neden vesika almak için müracaat etmiyorsun?
Elcevap: Şu meselede ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın mahkûmu değilim. Kadere müracaat ediyorum. Ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit keserse, o vakit giderim. Şu mânânın hakikati şudur ki:
Başa gelen her işte iki sebep var: biri zâhirî, diğeri hakikî. Ehl-i dünya zâhirî bir sebep oldu, beni buraya getirdi. Kader-i İlâhî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivâya mahkûm etti. Sebeb-i zâhîrî zulmetti, sebeb-i hakikî ise adalet etti. Zâhirîsi şöyle düşündü: “Şu adam ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder; belki dünyamıza karışır” ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulüm etti. Kader-i İlâhî ise, benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlâsla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi.
Madem ki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir; ona müracaat ederim. Zâhîrî sebep ise, zaten bahane nevinden birşeyleri var. Demek onlara müracaat mânâsızdır. Eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbab bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu.
Başlarını yesin, dünyalarını tamamen bıraktığım ve ayaklarına dolaşsın, siyasetlerini büsbütün terk ettiğim halde, düşündükleri bahaneler, evhamlar elbette asılsız olduğundan, onlara müracaatla o evhamlara bir hakikat vermek istemiyorum. Eğer uçları ecnebî elinde olan dünya siyasetine karışmak için bir iştahım olsaydı, değil sekiz sene, belki sekiz saat kalmayacak, tereşşuh edecekti, kendini gösterecekti. Halbuki sekiz senedir birtek gazete okumak arzum olmadı ve okumadım.
Dört senedir burada taht-ı nezarette bulunuyorum; hiçbir tereşşuh görülmedi. Demek, Kur’ân-ı Hakîmin hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.
Adem-i müracaatımın ikinci sebebi şudur ki: Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dâvâ etmek, bir nevi haksızlıktır. Bu nevi haksızlığı irtikâp etmek istemem. “
*Yoksa Nefsin mi mahkumuyuz?
Aslında bütün ızdıraplar nefsin mahkumu olmamızdandır.
Nefsin isteği ve istikameti doğrultusunda hareket etmemizdendir.
Nefsi dizginlemek gerekirken,nefis bizi gemlemiş,ruhumuzu kontrol etmektedir.
Biz nefsimize değil,nefis bize binmekte.
Her insaf sahibi vicdanının sesini dinleyecek olsa,bir anlık nefsini dinlemenin sonucu olarak bir ömrü,bir ebediyeti kaybettiğini bilecek ve anlayacaktır.
Mahkumların –kaderin mahkumuyuz- ifadesi,nefsin ve vicdanın rahatlama serüveni, nefsin kendisini avukat gibi savunup,tebrie etmesidir.
Kaderin mahkumiyeti şerefli bir mahkumiyetdir.
Nefsin mahkumiyeti sefil ve sefih bir mahkumiyettir.
*Yoksa şeytanın mı mahkumuyuz?
Şeytan mı bizi esir aldı?
Her şeyi süslü gösterip,cazip hale mi getirdi?
İnsanın ve insanlığın düşmanı olup,ayağını kaydırmak üzere kıyamete kadar yaşama müsaadesi isteyen şeytan;hayrın değil şerrin kaynağıdır.
Hakimiyeti elinden alınan şeytan,hakimiyet çabası içindedir.
Günaha giren insanlar şeytanın mahkumudurlar.
Bir günah işleyen,bin gün-ah çeker.
Ahlar şeytanın hakimiyetinin feryatlarıdır.
*Yoksa kötü arkadaşın mı mahkumuyuz?
Üçüncü insanı mahkum eden sebeb ise,kötü arkadaşlardır.
Anne-baba-öğretmen gibi kimselerin,müsbet ve menfi alanda yapamadıklarını,arkadaş yapar.
Kötü yola düşen insanların yüzde en az sekseni,kötü arkadaşın mahkumudurlar.
Özetle;kader mahkumları;nefis,şeytan ve kötü arkadaşın mahkumudurlar,kaderin değil.
Zira kader zulmetmez,adalet eder.
Kader insan iradesine kâinat çapında değer verir.
İnsanın sorumluluğuyla ilgili noktalarda cüz-i irade külli iradenin önüne geçer.
Kul ne yaparsa Allah onu yazar,yoksa Allah ne yazarsa kul onu yapmaz…
İnsanın sorumluluğu irade ve tercihiyle,zorlanmadan isteğiyle yapmasıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
24-09-2014




LİYÂKAT KAZANMAK VE KAYBETMEMEK

LİYÂKAT KAZANMAK VE KAYBETMEMEK
Allah bizi bir çok devrelerden ve aşamalardan geçirerek insan ve Müslim sıfatıyla bulunduğumuz noktaya getirmiş.
Bu bir kazanımdır.
Bu ne kadar kâinar çapında önemli ise,en az onun kadar önemli olan ona liyâkattır.
Yani o verilenlere lâyık olduğumuzu göstererek,korunmasına çalışmaktır.
Bu da iki yolla olur;Biri Allah-a yakınlaştıracak hal ve tavırlar içerisinde bulunmak,ikincisi;O’ndan uzaklaştıracak günah ve vaziyetlere düşmemektir.
Varlıklar içerisinde en büyük liyâkat sahibi insan,insanlar içerisinde Efendimiz (asm),sözler içerisinde Kur’an-ı Kerim-dir.
İnsanı liyâkata taşıyan en büyük sebeb ve başlangıç;Esmâ-i Hüsna-nın talimidir.
Neticesi ise;Emanet-i Kübra olan;insanlık,Akıl,Mükellefiyet,Kur’an,İman, Enaniyet gibi değerlerin korunmasıdır.
Günahlar insanın liyâkatına gölge düşürüp şaibeli yaparken,küfür o liyâkatı ortadan kaldırır.
Verilen ve verilecek olan şeyler;liyâkat neticesidir.
Tıpkı Süleyman Peygambere verilen hem maddi ve hem de manevi zenginlik,O’nun liyâkatının ve o liyâkatı muhafazasının bir sonucudur.
Cenâb-ı Hak Hadis-i Kudsi-de,Süleyman Peygamberin kalbine nazar ettiğinde,sahip olduğu güçten dolayı bir kibrin bulunmadığını ifade etmiştir.
Liyâkatın önündeki en büyük engel ise,kibirdir.
Bunun mucidi ve sahibi ise,şeytandır.
-Cennet liyâkat yeri ve liyâkatlıların yeridir.
Tüm varlıklardaki çabada bu liyâkatın kazanılmasının bir eseridir.
Atom,bitki ve hayvanlardaki hal de,bir liyâkat çabasıdır.
Maddi olarak Madenler bitkiler,bitkiler hayvanlar,hayvanlar insanlar seviyesine çıkmak için liyâkat müsabakasına girmektedir.
Tıpkı kurbanlık olarak kesilen bir koyun gibi.
Allah hiçbir değeri zayi etmemektedir.Varlıkları gerek hal dili ile ve gerekse de fiili olarak elde ettikleri değeri korumakta ve muhafaza etmektedir.Layık olduğu makama çıkarmaktadır.
İsterse bu sadece bir niyet halinde bile olsa,Allah onu külli bir amel olarak kabul etmektedir.
Adeta ilahi ihsan yukarıdan aşağıya doğru dökülürken,liyâkat nisbetinde taksim olunmaktadır.
Aynı zamanda bir tecrübe neticesi olarak verilmektedir.
*”Ey beniâdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvâsında rüçhâniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden, siz dahi mâdem onun evlâdı ve vâris-i istidadısınız; bütün esmâyı taallüm edip, mertebe-i emânet-i kübrâda bütün mahlûkata karşı rüçhâniyetinize liyâkatinizı göstermek gerektir. Zîrâ kâinat içinde, bütün mahlûkat üstünde en yüksek makamâta gitmek ve zemin gibi büyük mahlûkatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi, ileri atılınız ve birer ismime yapışınız, çıkınız.
“Fakat sizin pederiniz, bir defa şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan rûy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyâtınızda şeytana uyup hikmet-i İlâhiyenin semâvâtından, tabiat dalâletine sukûta vâsıta yapmayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp, Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta urûc etmek için fünûnunuzu ve terakkiyâtınızı merdiven yapınız. Tâ fünûn ve kemâlâtınızın menbaları ve hakikatleri olan esmâ-i Rabbâniyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız. “Sözler | Yirminci Söz | 238
*Şu dünyada cism-i insanî ve hayvanî, zerrât için güyâ bir misafirhâne, bir kışla, bir mektep hükmündedir ki; câmid zerreler ona girerler, hayattar olan âlem-i bekâya zerrât olmak için liyâkat kesb ederler, çıkarlar. Âhirette ise [Asıl hayata mazhar olan ise âhiret yurdudur. (Ankebût Sûresi: 64.)]sırrınca, nur-u hayat, orada âmmdır. Nurlanmak için o seyr ü sefere ve o tâlimât ve tâlime lüzum yoktur. Zerreler demirbaş olarak sabit kalabilirler.” Sözler | Yirmi Sekizinci Söz | 459
*Tahavvülât-ı zerrâtın ve zîhayat cisimlerde zerrât harekâtının binler hikmetlerinden bir hikmeti dahi, zerreleri nurlandırmaktır ve âlem-i uhreviye binâsına lâyık zerreler olmak için, hayattar ve mânidar olmaktır. Güyâ cism-i hayvanî ve insanî, hattâ nebâtî, terbiye dersini almak için gelenlere bir misafirhâne, bir kışla, bir mektep hükmündedir ki, câmid zerreler ona girerler, nurlanırlar. Âdetâ bir tâlim ve tâlimâta mazhar olurlar, letâfet peydâ ederler. Birer vazifeyi görmekle, âlem-i bekâya ve bütün eczâsıyla hayattar olan dâr-ı âhirete zerrât olmak için liyâkat kesb ederler.” Sözler | Otuzuncu Söz | 510
*Gençliğe muhabbetin ise, mâdem Cenâb-ı Hakkın güzel bir nimeti cihetinde sevmişsin, elbette onu ibâdette sarf edersin, sefâhette boğdurup öldürmezsin. Öyle ise, o gençlikte kazandığın ibâdetler, o fânî gençliğin bâkî meyveleridir. Sen ihtiyarlandıkça, gençliğin iyilikleri olan bâkî meyvelerini elde ettiğin halde, gençliğin zararlarından, taşkınlıklarından kurtulursun. Hem, ihtiyarlıkta daha ziyâde ibâdete muvaffakıyet ve merhamet-i İlâhiyeye daha ziyâde liyâkat kazandığını düşünürsün. Ehl-i gaflet gibi beş on senelik bir gençlik lezzetine mukabil, elli senede, “Eyvah, gençliğim gitti” diye teessüf edip, gençliğe ağlamayacaksın. Nasıl ki öylelerin birisi demiş: Yani, “Keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma neler getirdiğini, şekvâ ederek haber verecektim.” Sözler | Otuz İkinci Söz | 588-9
*Eğer desen: “Şu küllî hadsiz nimetlere karşı, nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”
Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir îtikad ile. Meselâ, nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir, “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım.” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünkü, sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”
İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyyetinin derece-i sadâkat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek îtikad liyâkatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.“ Sözler | Yirmi Dördüncü Söz | 324
*Kur’ân Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyân ve ispat edildiği gibi, Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibâriyle, Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudâtın İlâhı ünvânıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Halıkı nâmına bir hitâbdır; hem rubûbiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir; hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesâbına bir hutbe-i ezeliyedir; hem rahmet-i vâsiâ-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifatât-ı Rahmâniyedir; hem ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bâzan şifre bulunan bir muhâbere mecmûasıdır; hem İsm-i Âzamın muhîtinden nüzûl ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşân bir kitâb-ı mukaddestir.
Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvânı, kemâl-i liyâkatle Kur’ân’a verilmiş ve dâimâ da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sâir enbiyânın kütüb ve suhufları derecesi gelir. Sâir nihayetsiz kelimât-ı İlâhiye ise bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvan ile, hususi bir tecellî ile, cüz’î bir isim ile ve has bir Rubûbiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususi bir rahmet ile zâhir olan ilhmât sûretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvanâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibâriyle çok muhteliftir.” Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 331
*Evet, Kur’ân’da Zât-ı Ahmediyeye en büyük makam vermek ve dört erkân-ı imaniyeyi içine almakla Lâ ilâhe illâllah rüknüne denk tutulan Muhammedun Resulullah risalet-i Muhammediye (a.s.m.) kâinatın en büyük hakikati ve zat-ı Ahmediye (a.s.m.) bütün mahlûkatın en eşrefi ve hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) tabir edilen küllî şahsiyet-i mâneviyesi ve makam-ı kudsîsi, iki cihanın en parlak bir güneşi olduğuna ve bu hârika makama liyakatine dair pekçok hüccetleri ve emareleri, katî bir surette Risale-i Nur’da ispat edilmiş. Binden birisi şudur ki: Es-sebebu ke’l-fâil düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda işlediği hasenatın bir misli onun defter-i hasenatına girmesi ve bütün kâinatın hakikatlerini, getirdiği nurla nurlandırması, değil yalnız cin ve insi ve meleği ve zîhayatları, belki kâinatı ve semavatı ve arzı minnettar eylemesi ve istidat lisanıyla nebatatın duaları ve ihtiyac-ı fıtrî diliyle hayvanâtın duaları, gözümüz önünde bilfiil kabul olmasının şehadetiyle, milyonlar, belki milyarlar fıtrî ve reddedilmez duaları makbul olan sulehâ-yı ümmeti hergün o zâta (a.s.m.) salât ve selâm ile rahmet duaları ve mânevî kazançlarını en evvel o zâta (a.s.m.) bağışlamaları ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’ın üç yüzbin hurufunun herbirisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yalnız kıraat-i Kur’ân cihetiyle defter-i a’mâline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle, o zâtın (a.s.m.) şahsiyet-i mâneviyesi olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) istikbâlde bir şecere-i tûbâ-i Cennet hükmünde olacağını Allâmü’l-Guyûb bilmiş ve görmüş ve o makama göre Kur’ân’ında o azîm ehemmiyeti vermiş ve fermanında ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyyesine ittibâ ile şefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniye göstermiş ve o haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeği olan şahsiyet-i beşeriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini ara sıra nazara almasıdır.” Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 424
*Temsilde hatâ olmasın, görüyoruz ki, nasıl ki bir padişahın daire-i hükümeti itibâriyle ayrı ayrı pek çok ünvanları, isimleri bulunur; meselâ, daire-i adliye onu “hâkim-i âdil” nâmiyle yâd eder, daire-i askeriye onu “kumandan-ı âzam” nâmiyle bilir, daire-i meşihât onu “halîfe” ismiyle zikreder, daire-i mülkiye onu “sultan” nâmiyle tanır, mutî ahali ona “merhametkâr padişah” derler, âsi insanlar ona “kahhâr hâkim” derler; daha bunlara kıyas et. İşte bâzı vakit oluyor ki, bütün ahali Onun elinde olan o padişah-ı âlî, âciz, zelîl bir âsiyi bir emir ile idâm etmiyor. Belki hâkim-i âdil ismiyle onu mahkemeye gönderir. Hem muktedir, hem sâdık bir memurunu taltife liyâkatini biliyor, fakat hususi ilmiyle, hususi telefonuyla onu taltif etmiyor; belki haşmet-i saltanat ve tedbîr-i hükümet ünvânıyla mükâfata istihkâkını teşhir etmek için, bir meydan-ı müsâbaka açar, vezirine emreder, ahaliyi temâşâya dâvet eder, bir istikbâl-i siyâsî yaptırır, muhteşem bir imtihân-ı ulvî neticesinde bir mecmâ-ı âlîde onu taltif eder, liyâkatini ilân eder. Daha başka cihetleri bunlara kıyas et.” Sözler | On Beşinci Söz | 164
*”Evet, küfür mevcudâtın kıymetini ıskat ve mânâsızlıkla ittiham ettiğinden, bütün kâinata karşı bir tahkir; ve mevcudât aynalarında cilve-i esmâyı inkâr olduğundan, bütün esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif; ve mevcudâtın Vahdâniyete olan şehâdetlerini reddettiğinden, bütün mahlûkata karşı bir tekzib olduğundan, istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki, salâh ve hayrı kabule liyâkati kalmaz. Hem, bir zülm-ü azîmdir ki, umum mahlûkatın ve bütün esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür.
İşte, şu hukukun muhâfazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği, küfrün adem-i affını iktizâ eder. (Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür. (Lokman Sûresi: 13.)) şu mânâyı ifade eder.” Sözler | Onuncu Söz | 80
Allah bizleri lâyık etsin,Liyâkatımızı muhafaza etsin.
MEHMET ÖZÇELİK
12-01-2013




KİRLETİLEN KELİME AŞK

KİRLETİLEN KELİME AŞK
Aşk sevginin yoğunlaşmış halidir.
Kainatın yaratılışında aşk olduğu gibi,varlıkların hareketinde de aşk vardır.
Her şey aşktan gelir,aşka gider.
Minel aşk,ilel aşk.
Buradaki aşk,hayvani,mecazi aşk değil,hakiki ve gerçek aşktır.
Hakiki aşkı bulamayan ve bilemeyenler,onun tadına ve zevkine varamayanlar, çocukça ve süflide kalan mecazi aşkla avunurlar ve avuturlar.
*Aşk bir ateştir.Bazen düştüğü gönülleri,bazen evleri ve memleketleri yakar.
Kabilin başı aşk ateşiyle yanmıştı.O ateşten dolayı kardeşini yaktı.
Kendisiyle beraber doğan,diğerinden güzel olan kız kardeşini, kardeşi Habile vermek istemiyordu.
Şimdiye kadarki dünyada tüm kavgalar,kontrolsüz ve kirletilen aşkın ateşiyle yanmakta ve yakılmaktadır.
*Hafız-ı Şirazi,sevgilinin yüzündeki ben için Buhara ve Semerkandı veririm,der.
Timur onu huzuruna çağırıp ona;Sen bu memleketleri kolay mı elde ediliyor, zannediyorsun? deyince;
40 yamalı bir elbise giyen Şirazi korkuyla karışık cevaben;
-Efendim,zaten hep vere vere bu hale geldik ya!
*Edebiyatçılara sürekli konu olmuştur.Eserlerinde mutlaka aşka da yer vermişlerdir.
Fuzuli Şiirinde Efendimize olan aşkını şöyle dile getirir.İşte hakiki aşk;
Dest-bûsı arzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
– Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su
-(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
– Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak orayı aydınlatmak ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.

*Sultan 1.Ahmet mısırdaki bir zatın türbesinden getirttiği peygamberimizin ayak izini Sultan Ahmet camiinin sol tarafına koydurtacakken,manevi mecliste peygamberimize durumlarını ve hacetlerini anlatan sultanlarla birlikte bu zatta 1.Ahmet-ten şikayetçi olup,daha önce mübarek ayak izinin orada olmasından dolayı gelip Fatiha okuyanların şimdi gelmemelerinden dolayı şikayetçi olduğunu söylemesi üzerine,caminin açılışına iki gün kalmışken onu koydurtturmaz,kopyasını aldırtır ve daha sonra İsrail işgalinden sonra Topkapı sarayına getirilir.Ve şiirini yazıp,tacına kendi eliyle,kendi oymacılı ve ustalığıyla yerleştirir.
N’ola tacum gibi başumda götürsem daim,
kademi resmini ol Hazret-i Şah-ı resülüm,
Gül-i gülizar-ı nübüvvet o kadem sahibidür,
Ahmeda durma yüzün sür kademine Gül’ün.

* Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim…
Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rusül, kovma kapından,
Asilere lütfun, yüce fermândır Efendim….
Aşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrandır Efendim…

*Tâcı terk it hırkayı hark it asayı oda ur
Zâhidâ bilmek dilersen neydigünetvâr-ı ışk

Ey sofi, aşk halinin ne olduğunu bilmek istersen,
Tacını terk et, hırkanı yırt, asanı ateşe at./Hayretî
*Sultan Fâtih’in (şair Avnî) elden gider redifli gazeli pek dokunaklı gelir bana. Bir başka sultan şair (Kanûnî merhûm = Muhibbî) ve daha sonra Ziya Paşa birer nazîre yazmışlar. Hepsi beşer beyit.
Yâr için ağyâr ile merdâne cenk etsem gerek
İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider – Avnî
Aşk işinde üç kahraman bulunur daima. Âşık, mâşuk ve rakip. Gül, bülbül ve diken yani. Esas oğlan, saf kız ve Hayati Hamzaoğlu. (Yaşı şöyle kırkı geçmiş olmayanlar nereden bilsin; Yeşilçam filmlerinin kadrolu kötü adamıdır kendisi. Erol Taş ve Turgut Özatay gibi)
Rakip, maşuku elde edendir. Aşığa ise gam çekmek düşer hep. Ahmet Paşa’nın dediği gibidir:
Ya da Şeyhülislâm Yahyâ’nın dediği gibidir:
Ya seferdir ya tahammül çünkü aşkın çaresi
Edebiyatımızda rakip ateştir, kargadır, yılandır, kurbağadır bazen. Bazen de şeytandır. İlâhî aşkı anlatan Avnî’nin bu beytinde de kast edilen budur. Düşman (şeytan) ile cansiperane mücadele etmeliyim. Zira gaflete düşersem, felâketime sebep olacaktır.
Gırre olma dilberâ hüsn ü cemâle kıl vefâ
Bâki kalmaz kimseye nakş u nigâr elden gider – Avnî
[Gurur etme ey sevgili! Güzellik ve süs kalıcı değil; bir gün elden gider.](H.İNANÇ)
*Aşk,ham olan sevginin pişmiş halidir.
Hamdım-piştim-yandım.
Yanma hali..Halden hale geçme hali.
Halden ziyade ahval,ahvalden ziyade ef’al,ef’alden ziyade inanç, teveccüh, teşekkürdür.
Pancarın şeker hali..Şekerleşmiş halidir aşk.
Kirlenen ve kirletilen sözcük.Konuşurken ve söylerken onlarca defa düşündükten sonra söylediğimiz ulvi bir kelimedir aşk.
Ancak bu aşkın dairesine mayınlar döşenilmiş,hemen başka yönlere çekilmekte olduğunu görür,söylemekten de kaçınırız.
Kirletilen aşkın,temizletilmesi gerektir.
Son zamanlarda aşk üzerine yazılan müsbet eserler,o mayınlı tarlalara girmeyede bir cesaret vermiştir.
Yine de çok rahat girilecek bir alan olmadığından,en az bir neslin değişmesi gerekmektedir.
Divan edebiyatında anlatılan aşk –meşk-mey ifadeleri bile bugün anlaşılamamış,ayrı noktalara çekilmeye çalışılmıştır.
Hayvani duygunun insani duygunun önüne geçirildiği bir tanımlama haline getirilmiştir.
Hakiki aşkın yerine konulan mecazi aşk.
Gdo-lu aşk.
Aşkın da genetiklerine girilmiş ve değiştirilmiştir.
Kirli bir ortamda,temiz olan aşk da kirlenir.
*Süleyman Çelebi-nin;-Ben sana aşık olmuşam-ifadesini Bediüzzamanın tashihiyle-Ben senden razı olmuşam.-olarak değiştirmiştir.
Aşkın üst mertebesi rıza makamıdır.
Yani maşukun her şeyine razı olmasıdır.Çirkinliği görmemesi,daha ilerisi, çirkinlikte dahi güzelliği görmesidir.
Rıza makamı aşktan daha üstün bir makamdır.
Zirve hali..zirvedeki hali…
Sevgi-aşk-rıza.
*Daha aşkı anlamadım,anlayamadım.Dost ve dostluk aşktan önce geliyor.Yıllar sonra ilk defa iki kişinin dostluğuyla tanıştım.Dostun ve dostluğun tadına vardım. Arkadaşım çok,tanıdığım çok,meğer dostumun farkına iki kişilik bir dost ve dostlukla vardım.Daha var mı pek kavrayamadım.
Dostlukların üst basamağı aşk olsa gerek.Daha aşka çıkamadım,aşka varamadım.
*Aşk kişinin kendisine aid olana ulaşmaması,yanmak için onu kaybetmesi,kaybettirmesidir.
Veysel Karani,Karandan kalkıp sevdiğini görmeye gelmişken,onu görmeden gerisin geriye dönmüştür.
Sevdiği bir kokumluk mesafededir.
Sırf ona olan aşkının sönmemesi,sürekli yanmaya devam etmesi için,görme rahatlığında bulunmamıştır.
-Buldum Mevlayı,neyleyim Leylayı-dememek,Leylasına olan aşkını sürekli sürdürmek için,Leylasına kavuşmayı terk etmiştir.
*Mecnunu mecnun yapıp çöllere düşüren onun aşkıdır.
Ferhata dağları deldiren ancak aşkıdır.
Hiçbir gücün yapamadığını,ona aşk yaptırmıştır.O da gözünü kırpmadan,ıh demeden.
*Kanuni öldürülen oğlu hakkında paşaya sorunca,onunda yerindedir demesi üzerine;
-Tabiya dersin;ne devlet senin,ne evlat senin,deyip zor karar verdiğini belirtmiştir.
Aşık maşukuna kavuşmak için,ölümü hayata tercih eder.
*Tesettür maşukun aşıka aid olduğunun göstergesidir.
Tesettür,aşıkla maşuk arasına başkasının girmesini engelleyen en şerefli bir perdedir.
-Fuhşa karşı tesettür.
Fuhuş tesettürü istemez.Aşkı öldürür.Aşkı sürdürmez,söndürür.
Fuhuş ve tesettürsüzlük,maşukun belli,aşıkların ise belirsiz ve kimliksiz olduğunu gösterir.
Dingonun ahırıdır tesettürsüzlük.
Fuhuş firmaları,fuhuş komiteleri aşk pazarını bitirmekte,kendi pazarlarını kurmaktadırlar.
Hayvan pazarı…
Fuhuş aşkı kirletir.
Tesettürsüzlük hayvani duyguları,insani duyguların önüne geçirir.

*Gümüşhanevi aşkı şöyle tanımlar;” Aşk, bütün his, irade ve düşüncelerden sıyrılarak, yalnız Allah’a büyük bir iştiyakla yönelmek, mal, evlat, dünya ve her türlü alakadan koparak, Halıka hasret duymaktır.”
Maşuku büyük olanın,aşkı da büyük olur.
İnsanın kıymeti,sevdiği ve aşık olduğu şeyin kıymeti kadardır.

*“Hikâye edilir ki Harun Reşid, köle, cariye ve hizmetçilerine her yıl çeşitli hediyeler dağıtırdı. Bir yıl da, yine hepsini bir araya topladı. Çeşitli giysiler, süslemeler, altın ve gümüş eşyayı ortaya getirterek:

-Herbiriniz, beğendiği şey üzerine elini koysun, ben bunu istiyorum desin, diye emretti. Bunun üzerine herkes gözüne kestirdiği, eşyanın yanına koştu, elini onun üstüne koydu. Bu arada bir cariye de gelmiş elini Harun Reşid’in başına koymuştu. Harun Reşid şaşırarak:

– Ne yapıyorsun? dedi.

-Cariye :-Siz, herkes sevdiği şey üzerine elini koysun, buyurmuştunuz; ben ise sizin mübarek başınızı sevmekteyim, diye cevap verince Harun Reşid çok duygulandı ve:

Madem ki sen de beni tercih ettin, o halde ben de, malım, mülküm de senindir, dedi. O cariyeyi derhal azad eyledi; daha birçok ihsan ve ikramlarda bulundu. Bütün diğerlerine ona saygı göstermelerini emretti.

Ey mü’min! Sen de bu dünyanın fani lezzetlerine kapılmaz, gönlünü samimi olarak Allah-u Teàlâ’ya bağlarsan, her şey senin kulun kölen olur, ahirette de Allah’ın cemalini müşahedeye erersin, inşâallah.”

*Aşkı mı temizlemeli,aşkı kullananları mı?
Her ikisinin de temizlenmeye ihtiyacı var.
Hayatın başı aşkla başlamış olup,görünen o ki,hayatın sonu da şkla yani aşkın insani olmasından çıkıp,hayvani olmasıyla gerçekleşecektir.
Minel aşk,ilel aşk
Aşktan geldik,aşka gidiyoruz.
Aşıkların maşukuna kavuşma anıdır.
Kimileri için şeb-i arus,yani gerdek gedesi,kimileri için de gerzek gecesi.
Hepinize aşk olsun…
MEHMET ÖZÇELİK
13-06-2012




MADIMAKTAYDIM

MADIMAKTAYDIM
1986 yılı itibarıyla öğretmenliğe ilk adımı attığım en heyecanlı ve benim için açılan yeni bir kapı olacaktı.
Yerini haritada zor buldum. Adı Çiçekdağı idi.
Bu Dağ-da Çiçek bulmakta zorlandım. Çiçek ekmeye gayret ettim.
Bu gün bu çiçeklerin açmakta olduğunu ve netice verdiğini de görmekte ve duymaktayım.
Ancak hep dikenlere maruz kaldığım bu yer, bununla beraber benim için bir aşama ve pişme yeri oldu.
Türkiye-nin ilk beş tane köy enstitüsünün açıldığı yerlerden biri idi. Beşine de dikkat ettiğinizde; şehir merkezinden çok uzak, irtibat kurulması zor, maneviyatı düşük yerlerdir.
Öğrencilerin olumsuz olarak yetiştirilmesi için çok müsaid yerler.
Zaten 350 kişilik pansiyonda kaldığımda, öğrenciler önceki hocalarının Allah-ın varlığının yok olduğundan bahsettiklerini ve öğrencileri özellikle bir gazeteyi almaya zorladıklarını gördüm.
*24 Ocak Cuma günü göreve başlama kağıdını imzalamak için okula gidip başlayacak ve o günde yarı tatile gidecektik.
Cuma namazını kılıp müdürün odasında başlama kağıdını imzalamak için elimi uzattığımda, okul müdürü Ali Nafiz Bektaş (eğer ölmüşse toprağı bol olsun, ölmemişse eğer yüzü varsa kızarıyordur herhalde ) birden kağıdı çekti.
Sebebini sorduğumda ,parmağımda bulunan gümüş yüzüğü çıkarmamı söyledi.
Bunun bir sakıncasının olmayacağını söyledimse de, üç saate yakın bu inatlaşma sürdü.
Yeni başlayacağım bu görevde hoş bir başlangıç değildi. İnatlaşmayı sürdürmek istemiyor ve kızgın bir şekilde –çıkarırım- diyerek imzalayıp dışarıya çıkıyordum.
Dışarıya çıktığımda yalancı duruma düşmemek için parmağımdan yüzüğü çıkardım ve tekrar geri taktım.
4,5 yıl hep mücadeleyle geçti.
Sadece müdür, öğretmen değil, halktan da fitne ateşini alevlendirenler vardı.
Okul, pansiyon, camide sohbet etmem, hapishaneye derse gitmem, halk ve Adıyaman-dan gelen on bir öğrenci ile ilgilenmem birilerini sürekli rahatsız ediyor ve fitne kazanını kaynatmaya devam ediyorlardı.
Solcu öğretmenler bir yandan menfiliklerini sürdürürken , bir yandan da okuldaki Kemal hocanın abilik ve sahipliği onları güçlendiriyor, okul idaresinin desteği ile tam bir menfi hava hakim oluyordu.
Lise öğrencilerine Âhiret , İman , ,Din , Ölüm gibi konularda röportaj ödevi verdim.
Sürekli açıklarımız aranır , mümkün mertebe açık vermemeye çalışırdım.
*Bir hafta sonu Ankara-ya arkadaşları ziyarete gittik. Dönüşte ilçeye gelmek için araba tutmamız gerekti. İndiğimiz otobüste Said hoca da vardı. Onu da arabamıza aldık. Ne olacağından haberimiz yoktu.
Ne olacağını pazartesi sabahı okulda öğrenmiş oldum. Savcı çağırmıştı.
Hükumet binasına gittiğimde ilçenin esnafından ve fitne kazanını kaynatanlardan esnaf Mahmut göstermelik olarak savcıyla savcılığın kapısında konuşmakta, belli ki beni beklemekte idiler.
Savcının yanına vardığımda birden bire konuşmayı kesen savcı, alevlenerek;
‘Ne oluyor yahu, ta amin sesiniz buraya kadar geliyor’ deyip içeriye varmıştı.
İçeriye girdiğimde ise lise 1 ve 2.sınıfta ödev verdiğim üç öğrenci köşede ayakta beklemekte idiler. Bu durum çok ağırıma gitmişti.
Savcıya cevabını verdim;
‘Savcı bey, dikkat edin. Biz elimizde silah tutmuyoruz, kalem tutuyoruz.’
-Bunun üzerine, ‘Ne demek istiyorsun, seni Kayseri-ye gönderirim.
(Yani Devlet Güvenlik Mahkemesine)
-Kayseri-ye değil, nereye gönderirsen gönder.
Herhalde hesabı tutmamıştı.
Çıkmamı ve karakola giderek isbat-ı vücut yapmamı istemişti.
Her gün karakola varacak ve ben buradayım diyerek, kaçmadığımı gösterecektim.
*Amin sözü ise, yeni atanan ve oda Din Kültürü branşında olan müdür, hafta sonları dağılmadan önce öğrencilere yaptığı konuşmalarda ağır konuşuyor ve dua ifadesi olarak; Allah böyle yapsın, diyerek sözünü bitiriyordu, öğrencilerde hep bir ağızdan amin diyorlardı.
Bunu bahane etmişti savcı.
Ancak birkaç kere müdürün yanına giderek yaptığının uygun olmadığını söylemiş ve kendisini uyarmıştım.
Anladığım kadarıyla müdür, mit görevlisi olarak okula atanmış ve gerçekten de suyu bulandırarak okulun öğretmenlerinin dağılmasına sebep olmuştu.
Kendisi de bu küçük ilçeden Bursa merkeze müdür olarak atanmıştı.
Okuldaki solcu öğretmenler okuldan tayinlerini isteyerek dağılmışlardı.
Ben ise bir yıl sonra kendi isteğimle Malatya-ya tayinimi istemiştim.
*Gazetedeki haber de;
‘Çiçekdağı ilçesinde din dersi öğretmenliği yapan Mehmet Özçelik hakkında “din hissiyatını alet ederek öğrencileri kanalıyla vatandaşa telkinde bulunmak” suçlamasıyla dava açıldı. Din dersi öğretmeni Özçelik’in öğrencilerine din, ahiret, ölüm gibi konularda ilçe içinde halka dönük röportajlar yapılması ödevi verdiği, röportaj yapılan kişilerin “özel kimliğinin” istendiği belirtilen iddialara, cumhuriyet savcılığı el koydu.’
Aynı sayfada başka bir Din Dersi öğretmeni daha ispiyon edilmekteydi.
Aynı gazetede ‘Süleymancılar, resmi kurumları tıkadı’
‘Derdimi Seviyorum’ Hekimoğlu İsmail’ in Erzurum’daki konferansı erkekler alınmama bahanesiyle tenkid ediliyordu.
‘ 6 din dersi öğretmenine karşı 1 felsefeci ‘haberiyle dine ve dindar olan insanlara saldırmayı cumhuriyet kendisine adeta bir görev addetmekte ve sürekli bu saldırısını sürdürmekte idi. Ve bunu hala da yapmaktadır.
*Belli ki danışıklı döğüş yapılmaktaydı. Plan önceden kurulmuştu.
Öğrencilerimden ertesi günü birisi; Eğer öğretmenimize ceza verirlerse ben okulu bırakacağım, diyor , öğrenciler benden çok üzülüyorlardı. Onları teselli etmekte bana düşmüştü.
*O gün emniyete gittim. Suçluydum! Çocuklarını okuttuğum polisler geliyor bana moral vermeye çalışıyorlardı.
Orada şahit olduğum ve vâkıf olduğum bir olay için on kere hapishaneye girmeye ve ceza almaya razı olurum. O da şu olmuştu;
Emniyette kütüphanenin yanına oturmuş ,kitaplıkta bulunan dergilerden birisini çekip almıştım. Bakalım kaderi ilahi benim için ne takdir buyuracak diyerek, tefe’ül edip dergiyi rast gele açmıştım. Karşıma çıkan âyet beni hem şok etti ve hem de çok rahatlattı;
“De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.”
Bediüzzaman-ın şu sözünü hatırladım;” Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir akıtır.
Her kes kendi tinetinin gereğini yapacaktı. Nitekim onlarda yaptı ve yapacaklardı.
*4 aydır evli idim. Gecenin onu olmuş hala eve gitmemiştim.
Hanım durumumu arkadaşlara haber vermişti.
Bana da gitmem için izin verilmişti.
Gece vakti ve karanlık bir ortamda 5 km-lik yolda eve gitmek üzere yola düştüm. Araba geçmemekte ve vasıta bulunmamakta idi.
Bir müddet gittikten sonra yanımdan hızla bir araba geçip gitti.
Arkadaşlar idi. Biraz gittikten sonra dönüp beni aldılar.
O gün böyle geçti.
*Okulumuzdaki Kemal öğretmenin kardeşi Ankara Cumhuriyet gazetesi bürosunda çalışmakta ve bu haber ona ısmarlanmaktaydı.
Kemal öğretmen insancıl görünmeye çalışmakta ,ilçede önemli etkisi olan iyi bir solcu abisiydi.
5 km yakındaki Yozgat/Yerköy ilçesinde kalıp, bakkal dükkanı da işletmekteydi.
Hanımı Yerköy kültür müdürlüğünde çalışıyor, yerinden oynatılamıyordu. İşin içinde , altında ve arkasında kemal hoca vardı.
***************
Ben Madımaktaydım!!!
Haksızlığa uğramış, yalan haberlerle saldırılara uğramıştım.
Zira Milli Eğitim Bakanlığına böyle bir ödevin verilip verilmeyeceği ile ilgili sorumuza olumlu cevap verilip, verilebileceği gibi, teşvik edilmesi gerektiği bildirilmişti.
Türkiye o dönemlerin öncesi ve sonrasında olduğu gibi darbelere hazırlanıyor, ortam hazırlanmaya çalışılıyordu.
Bu gün sakin ortamda ve görülen senaryolarda ortaya çıkmaktadır ki, sürekli kaos ortamı oluşturmak amacıyla her türlü olumsuzlukların ortamı hazırlanıyordu.
*Kemal hocanın oradan alınması için birkaç kere bakanlığa gitmiş, haklı olarak benden belge istenmişti. Belge ise okul müdürü ve milli eğitim müdüründe idi. Onlarda dosyaların üstüne oturmakta, bir yabancıyı değil, zikir ve fikri uygun olan arkadaşlarını korumakta idiler.
Yalan haber ise karakterimize aykırı idi.
*2 Temmuz 1993 yılında Sivas madımakta Pir Sultan Abdal Kültür derneği tarafından Aziz Nesin-in de davet edildiği bir şenlik düzenlenmiş, Nesin-in de dediği gibi, -elbet bir tahrik olacaktı ,-sözüyle de tamamen tahrik kokan bu şenliğe;
Kemal-in kardeşi Ankara cumhuriyet gazetesi temsilcisi Asaf Koçak – da katılmış ve o yangında o da yanmıştı.
Asaf Koçak’ın Ablası onun çocukluktan beri Dino olup hırçın biri olduğunu söyler.
Asaf Yerköy ilçesine getirilmiş ve merkez camide namaz sonrası cenaze namazı kılınması için musalla taşına konulmuştu.
İmam Asaf’ın cenaze namazını kılmadı. Bu durum başta Kemal hoca için büyük bir şok oluşturdu. İlçede herkes zaten birbirini gayet iyi tanımakta idi.
Bir müddet sonra bu durumdan rahatsız olan Kemal hoca ilçedeki bakkal dükkanını kapatmış ve tayinini isteyerek Çoruma gitmişti.
Ben Madımakta yoktum ancak ben ve benim gibi iftira ve zulme maruz kalmış insanların bizden önce âh- ları yine bizden habersiz orada idiler.
Böylece bir fitne başka bir fitneyi tetiklemiş ve ateşlemişti.
*Şimdi ise okul düzene girmiş, ilçe milli eğitim müdürü savcının sorguladığı öğrencimden birisinin beyi olmuştu.
İlçeye bir cami daha yapılmıştı. Belli ki Türkiye gibi orada şimdi rayına giriyor, her şey normalleşme süreci içerisinde hareket ediyor, menfilikler Ergenekon çatısının altından ortaya çıkıyordu.
*****************
*Sorgulanmamız sadece Çiçekdağ-la sınırlı kalmadı. İşe Kırşehir valisi Mustafa Yıldırım –da katıldı.
Menfi bir binbaşıyı sorgulamak üzere Çiçekdağ-a göndermiş, beni benden değil, orada bulunan menfi insanlardan soruşturarak, bir buçuk sayfalık bir rapor hazırlamıştı.
Valinin Kırşehir-e gelmeden önce Bitlis-te vali iken bir nur talebesini hapse attırıp, hapiste de bıçaklatarak, ölümüne sebep olduğu iddialarını duymuştum.
Ancak tam bir tevekkül içerisinde görevimi sürdürmüş, hiçbir ceza—i işleme de maruz kalmamıştım.
*İnsanlık tarihi boyunca Hz.Âdem –den beri imanla küfür mücadelesi devam etmiş ve de edecektir.
Geçmişte bu sağ-sol olarak devam etmiş iken, bu günlerde de değişik senaryolarla kendisini sahnede göstermektedir.
Bu mücadele bitmemiş ve hala da devam etmektedir.
Ancak üzülerek ifade etmek gerekirse, bu durum bu günlerde bir sağ partiyi de yanlarına alarak sürdürmektedirler.
Daha önce yerin üstünde sürdürülen bu faaliyetler, bu gün yerin altına inmiş ve dağa yönelmiştir.
Gizli ve kirli eller her zamanki gibi yine iş başındadır.
MEHMET ÖZÇELİK
14-03-2012




MEĞER BİZ NEYMİŞİZ!!!

MEĞER BİZ NEYMİŞİZ!!!
Arslan kendisi gibi arslan olacak yavrusunu dünyaya getirdi.Ancak çok sürmeden etrafını saran çakal sürüsü gibi avcıların okuna hedef olarak yavrusunu geride bırakarak öldürüldü.
Yavru o kargaşada orada otlamakta olan koyun sürüsünün içerisine girerek kendisini sakladı ve korudu.
Artık oda yeni doğmuş kuzularla ve koyunlarla beraber geziyor,anne koyunun memesinden emiyor,koyun gibi meliyordu.
Her haliyle bir koyunu hatırlatıyordu.
Koyunlar kendisine koyun olmadığını,kendisinin ormanların kralı olduğunu,bir kükremesi halinde ormanda herkesin kaçacağını söylemesine rağmen,koyunlaşan aslan yavrusu koyunluğunu sürdürmeye devam ediyordu.
Çevredeki çakallardan,akbabalardan,yırtıcılardan,tilkilerden rahatsız olan koyunlar,huyunu iyi bildikleri bu arslan yavrusunun bu işe el atmasını istiyorlardı. Ancak onu arslan olduğuna bir türlü inandıramıyorlardı.
Artık canlarına tak demişti.Bir gün arslanı alarak ormana giden koyunlar kendisine kükremesini söylediler.
Arslan kükremesine kükredi ancak koyun melemesine benziyordu.Hiç bir hayvan tınmadı bile.
Bir kere daha bir kere daha derken artık kendisine bir güven gelen,iltifatlara mazhar olan,denemeler yapan arslan yavrusu son gücünü kullanarak kükremeye başladı.
Ağaçtaki kuşlar uçmaya,hayvanlar kaçışmaya başladılar.Arslanın güveni biraz daha gelişti.Olabileceğine inandı.
Ve kısa zamanda ormanın dizginini eline alarak ormanı çakallardan,tilkilerden ve onların idaresinden kurtarmış oldu.
*Bizde de öyle zannediyorum ki,bir ‘one minute’ yetti.Kişiliğimizin farkına varır olduk.Bir güven duygusu oluşmaya ve gelişmeye başladı.
Meğer biz neymişiz ya Rabbi!Koyunların içindeki aslan yavrusuymuşuz.Farkına yeni yeni varıyoruz.
Meğer musibetler tozlanmış veya paslanmış olan büyük duyguların üzerini silen ve ortaya çıkaran bir süpürgeymiş.
Depremde sadece bir şirketin 500 daire yani 35 milyon değerindeki parayı rahatlıkla verebilir olması,2,5 ve 5 milyonların ve bir liraların verilmesi bizlerdeki umut ışıklarını daha da parlattı.
Fedakârlıklar insanlığın zirvesine çıkmaya ve tırmanmaya başladı.Sadece içimizdeki değil,dünyayı da tetikler oldu.Van-da tüm Türkiye ve dünya ayaktaydı.
Meğer biz ölmemişiz,meğer dünya da ölmemiş..Yeter ki insanların duygularına uygun bir hitap oluşturulabilsin.
-Kışın şiddeti arkasındaki bahar çiçekleri gibi,depremde musibetle beraber rahmet yağmurlarını indirmeye başladı.Bu tamamen ve köklü olarak fırsata çevrilebilir.
Vana yardım konusunda gösterilen hassasiyetin,depremi tetikleyen pkk konusunda da gösterilmesi,tepkilerin verilmesi,çocukların sokaklara dökülmesinin engellenmesi gerekir.
Tâ ki rahmet yağmurları musibet ve belaları tetiklemeden ve gelmeden sürekli devam etsin.
-Deprem,yangın,boğulma,devası bulunmayan hastalıklardan ölmeler manevi şehitlik mertebesini kazandırdığı gibi,kaybedilen mallarda sadaka hükmüne geçmektedir.
27-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




DÜNYA HAYATI VE KARDEŞLİK

DÜNYA HAYATI VE KARDEŞLİK

*Kavga eden çocuklarına bakan baba bir yandan gülüyor,bir yandan şaşırıyor,bir yandan da kızıyor;
Çocuk kardeşini şikayet ediyor;Baba kardeşim benim oyuncağımı aldı,vermiyor.
Öbür kardeş,birazda ben oynayayım,hep o oynuyor.
Aslında bu duruma büyüyünce kendileri de gülecek ve gülüyor.
Bizden öncekilerde hep oynamış,gitmişlerdi.
Şimdi oradan da onlar bize gülüyorlar.
Dünde onlara gülüyorlardı.

*Gelin kavga edelim!!!
Ne için?Kimin için?
Gülmek mi yoksa kendimize güldürmek için mi?
Değer mi?
Eğer evetse?
Hemen!!!

*Geç gelir tez gider deyû safa çekme keder.
Âlemin hâli budur böyle gelir böyle gider.
İçinde bulunduğumuz dünya hayatında safa geç gelir tez gider. Hâlbuki elem sıkça uğrar biraz da zor gider. Dünya hayatının tabiatı o, çünkü ta işin başında “çamurumuz karışırken yağan kırk günlük yağmurun otuz dokuzu gam biri neşeydi” diye takviye ederler manayı.
Göz yum cihâna aç gözünü dem gelir geçer.
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer.
Ve şöyle devam eder şair;
Âdem oğlu âleme üryan gelir üryan gider
Nâle vü efgân ile giryân gelir giryân gider
İnsanoğlu dünyaya giyinmemiş olarak gelir ve öylece gider. Ağlaya ağlaya gelir ve yine ağlaya ağlaya gider.:
Hemân ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben.
San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben
Gelirken de giderken de dökülen göz yaşlarıyla karşılandım ben.Hani nilüfer çiçeği vardır ya suyun içinde doğar ve yine oracıkta ölüverir. İşte ben de geldiğimde de yıkandım giderken de yıkandım, suda bittim suda yittim.
*Ecel emelin önündedir.Emellerimiz sonsuza uzanmaktadır.Ecel ise emeller gerçekleşmeden gelir.
*Hadiste:’İnsanlar uykudadırlar,ölünce uyanırlar.’buyurulur.
Uykuda iken köle de olsan,sultan da olsan,uyandıktan sonra birdir.
Hatta sultan olmanın uyanınca kaybı daha büyük ve elimdir.
Nitekim Behlül Dâna Harun Reşidin koltuğuna birkaç dakikalığına oturmuş ve uyuya kalmıştır.
Adamları apar topar döverek onu tahttan indirirler.
O sırada Harun Reşide dönerek adamlarından şikayetçi olduğunu söyler.
Sebebini sorduğunda,uykusunda Halife olduğunu,etrafında hizmetçiler bulunduğunu anlatınca gülen Harun Reşid-e;
-Neden gülüyorsun ki,seninkiyle benimkinin arasında ne fark var ki?
-Ben gözüm açılınca tahtı kaybettim,sen ise gözün kapanınca tahtı kaybedeceksin.
Ağlamasının sebebini sorduğunda da;
-Ben biraz bu koltuğa oturdum,bu kadar dayak yedim.Acaba kim bilir sen yıllarca oturmaktasın,ne kadar dayak yiyeceksin?
*İnsan oğlu ana rahminden dünyaya gelecek olduğu halde,şartlarda zahiren hazır olup engel olmamasına rağmen,düşük olabiliyor.
Bu durum bu dünyada giderken de söz konusudur.
Âhiret için düşükte olunabilir,sakat da…
*Hangi Güzel Yüz Vardı ki Toprak Olmadı..!
Hangi Ceylan Göz Vardı ki Yere Akmadı..!!

*Bu dünyadan hep gidenler,dünyayı geride ve dünyada bıraktılar.Dünyayı ve içindekileri yine içinde bıraktılar,yanlarına almadılar.
*Dün gitti,yarında elimizde senet yok ki ona sahip olmuş olalım.Bu gün ise meçhul.Bu günü tamamlamak elimizde değil.Nitekim bu günü tamamlamadan ölümle giden milyondan fazla insan var.O halde zamanını bulunduğun an bil.
*****************
KARDEŞLİK
Aynı Âdem ve Havvanın çocukları olup,binlerce kardeşleri birbirine bağlayan bir çok bağlar varken,kavga neyin nesidir?
Ney paylaşılamamaktadır.
Bu tarla benimdi,bu mal benimdi,müdahale etti,kavga ettik,öldürdüm.
Oysa dün baban ve deden de onlar benimdi,demekteydi.Bu gün ise onlar olmadığı gibi,yarın sen de olmayacaksın!
İnsan hatta sahip olduğum dediklerinin dahi gerçek sahibi kendisi değildir.
Kardeşlik fedakârlık ister.
-Allah ihsan edenleri sever,buyurulur.
İhsan ise;Cebrailin insan suretinde ve misafir olduğunu söyleyip sorduğu üç sorudan biri olan ihsana cevaben Peygamberimiz;
-‘En ta’budallâhe Keenneke terahu.Fein lem terahu fe innehu yerâke-,
-Allahı görüyormuş gibi ibadet etmendir.Her ne kadar sen onu görmüyorsan da O’nun seni gördüğünü bilmendir.-
İhsan kendisinin her hangi bir ihtiyacı yokken karşılıksız ve başa kalkmadan bir başkasına vermektir.
İsar ise,kendisi muhtaç olduğu halde ihtiyaç sahibini onu düşünerek vermektir.
Âyetteki;’Kendileri muhtaç oldukları halde kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih ederler.’
* Sanma sakın herkesi sen sadıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
Sadıkâne belki ol âlemde serdar olur
Yâr olur ağyar olur serdar dildâr olur.(Y.S.Selim)
*Kimseye bâki değil, Mülk-i dünyâ sîm-ü zer,
Bir harâb olmuş kalbi Tamir etmektir hüner,
Buna fâni dünyâ derler, Durmayıp dâim döner,
Âdemoğlu bir fenerdir, Âkıbet bir gün söner.(K.Kandemir)

Çeşmelerden bardağını doldurmadan bırakırsan,
Bardak bin yıl çeşmenin başında dursa da, kendi kendine dolmaz.(Yunus Emre )
25-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KAHTI RİCAL

KAHTI RİCAL
Devletleri kuran kaliteli insanların varlığı olduğu gibi,yıkan da adam!ların yokluğu veya devre dışı bırakılmasıdır.
Şu kirliliğe ve yüzsüzlüğe bakınız ki;fuhuş kirine bulaşanın ve beceriksizin,diğer bir ifadeyle ayağın baş olduğu,eskilerin ifadesiyle kahtı rical yani adam kıtlığı olduğu dönemde yaşamaktayız.
Şu günlerde gündemde olan Deniz Baykal-ın fuhuş kasetini sızdıranlar üzerinde durulurken,fuhşu yapan gayet rahat gezinmekte,insanların içine karışabilmektedir.
Adeta hırsız savunulmaktadır.
Bu kişiye ve bunun gibilere sorsak ki;Kendisi, “bu kasedi yapanların yüzüne bakamayacaklarını…” söylerken,sormak hakkımız değil mi;
Acaba siz yaptığınız çirkin işten dolayı milletin yüzüne nasıl bakmaktasınız?
Yüz kızartıcı bu suçtan dolayı yüzünüz kızarmıyor mu?
Bu milletten ve insanlıktan özür dileyerek köşeye çekilmeyi ve iç muhasebe yapmayı düşünmüyor musunuz?
Yoksa cumhurbaşkanlığına aday olmaya mı hazırlanıyorsun?
Elbette teşhir tasvib edilemez ancak fuhuş ve fahişenin üzeri de örtülemez.Hala ondan bir şeyler bekleme ümidi içerisine girilemez.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç , partisinin İskenderun ilçesinde düzenlenen mitinginde vatandaşlara hitap etti.
Arınç konuşmasında, mecliste şu anda binden fazla fezlekenin, dokunulmazlık dosyasının bulunduğunu bildiren Arınç, bunların büyük bir kısmının BDP’li milletvekillerine ait olduğunu 95’inin de CHP’li milletvekillerine ait olduğunu söyledi.
CHP’li milletvekillerinin dokunulmazlık dosyaları içerisinde 11 tanesinin şu anda Kayseri Milletvekili Şevki Kulkuloğlu’na ait olduğunu ve bunun 11’inin de dolandırıcılıktan olduğunu ifade eden Arınç, şunları kaydetti:
“Kılıçdaroğlu’nun 7 tane fezlekesi bulunuyor. Hele hele CHP’li milletvekilleri içerisinde bir tanesi var ki kendisinin yüzü kızarmıyor da ben dosyayı okuduğum zaman kıpkırmızı olmuştum. Cinsel tacizden dolayı bir CHP milletvekilinin de dosyası var. Allah saklasın Kılıçdaroğlu’nun yerinde ben olsaydım ve bu insanları her gördüğümde ‘vay ırz düşmanı’ diye bağırsaydım, hoşlarına gider miydi Bunların bir kısmı resmi evrakta sahtekarlıktan, bir kısmı hilekarlıktan, bir kısmı soruşturmanın gizliliğini ihlalden, bir kısmı başka sahtecilikten, hileli iflastan, dolandırıcılıktan hakkında dosyası olan CHP milletvekilleri var. Peki onları her gördüğümde her kürsüye çıktığımda ‘vay sahtekar’ diye bağırsam hoşlarına gider miydi Benim Başbakanım hakkında daha bir iddianamenin ‘i’si bile yok. Ama onlar hakkında iddianame, fezleke var. Ben buna rağmen yargılanmadıkları, mahkumiyet giymedikleri için o insanlara bu sıfatları söylemem doğru değil, yakışık almaz. On defa hak ediyorlar ama hukuk kuralı böyle. Çünkü bu adam yargılanmadı henüz, Belki beraat edecek, belki hüküm giyecek. Sen ne hakla belediyeciliği, yarın hükümet olduğunda şunu da yapacağım demiyorsun. Ağzını açıyorsun lağım çukuru gibi hakaret üstüne hakaret okuyorsun. Yazık, böyle bir siyasetçi, genel başkan, böyle milletin başında hakaretler, küfürlerle siyaset yapmak olmaz.”
Allahım! Ne yüz,daha doğrusu ne yüzsüzlük!!!
*Bundan önce bir diğer partinin on uçkuru düşük kişisi,partinin en üst seviyesine çıkmış,partide söz sahibi kişi olmuşlardı.
Bunların bu kirlilikleri açığa çıkmasaydı,koca bir topluluğu yönlendireceklerdi. Hırçın insanlar öne çıkmakta,toplumu yönlendirmektedir.
Hırsız hırsızlık yaptıktan sonra;Yetişin hırsız var-diye bağırırmış.
Bu zamanımız da,arsız ve hırsızların baş olmaya çalıştığı dönemdir.
Hadiste buyrulur:” “Şüphesiz Allah, ilmi kullardan silmek sûretiyle değil, âlimlerin ruhlarını kabzetmek sûretiyle giderecektir. Nihâyet hiçbir âlim bırakmayınca insanlar, câhil kişileri başlarına geçireceklerdir. Bunlara meseleler sorulacak; onlar da bilgileri olmadığı halde fetvâ verecekler. Onlar bu sûretle hem kendileri sapıklığa düşerler, hem de halkı sapıtırlar.” (Buhâri, İlm 35, hadis no: 41; Müslim, İlm 5, hadis no: 13 -2673-)
Ve –maalesef- temiz bilinen insanlar bu kirli insanlarla iş birliği yapabilmekte,-dünya cihetiyle- adeta yaptıkları dünyada kendilerine kâr gibi kalmaktadır.
Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.
“Ortamda tecrübeli veya ehil insanlar bulunmadığında, tecrübesiz veya toy insanlara hakettiğinin üstünde önem gösterilir”
MEHMET ÖZÇELİK
27-03-2014




IRKÇILIK

IRKÇILIK
Irkçılıkta yaratılmışların kendilerini bir başkasından üstün görmesi,yaratanı sorgulaması ve onu tahkir manası yatmaktadır.
Adeta Allah beni farklı,üstün ve ayrıcalıklı yaratırken,sendeki malzemeleri ikinci el ve eksik olarak kullanmıştır.İyi yapmamış ve yapamamıştır,mantığı yatmaktadır.
Muhatabından ziyade yaratanı sorgulamakta,sanattan çok sanatkâr hedef alınmaktadır.
Zira sanattaki farklılıklar,sanatkârın farklılığından,ona vurulan fırçanın farklılığından,isimlerin farklı surette tecellilerinden kaynaklanmaktadır.
‘Hulika min mâin dâfik’ -Atılan bir sudan (meni-sperm) yaratıldı.-
Yani atılmış bir sudan ,diğer bir ifadeyle bir meni ve spermden yaratılan,sonunda bir leşe dönüşen ve toprak olan şu insandaki bu gurur ne?
Nedendir?
Menisi mi çok daha iyi,gübresi mi çok değerli?
*Hacda Afrikalı bir siyahiyi görüp şaşkın şaşkın ona bakan kişiye yaklaşan bu Afrikalı ona sorar;
-Beyefendi,boyayı mı beğenmediniz yoksa boyacıyı mı?
Her iki durumda da o ilahi siyah boyayı vuran boyacı olan ilahi kudret olduğuna göre,kim tenkid edilmektedir?
*Kulluk ırkçılığa manidir.
Kulluktan uzaklaşıldığı nisbette,ırkçılık büyür ve gelişir.
Kulluk tüm ırkları tek bir camide ve bir çatı altında toplar.
-Ben kul olup yandım,kül oldum.Irkçılıkla taş oldum.
-Kulluk da olan başkası için yanıp,mum gibi etrafı aydınlatırken,ırkçılıkta başkasını yakıp aydınlanmaya çalışır.
-“Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.”
Kendisini üstün görerek,onları kendisine hizmet ettiren değildir.
-Büyüklere bende olmak,bir yere vali olmaktan daha yeğdir.
-Kim olduğun değil,kiminle olduğun önemlidir.
* Ben insanım diyen insana düşmez şad’ü handanlık
Düşen bi-çareyi kaldırmadır alemde insanlık
Hakikat ehlinin hali durur daim perişanlık
Bir işi etme kim gelsün sana sonra pişmanlık

Celis-i meclis-i ehl-i hakikat ol firar etme
Heva-yı nefsine tabi’olan yerde karar etme
Tekebbürlük eden insana asla i’tibar etme
Sana cevr-ü cefa ederse bir keş inkisar etme
*******
Hazer kıl kırma kalbin kimsenin canını incitme
Esir-i gurbet-i nalan olan insanı incitme
Tarik-i ışkda bi-çareyi hicranı incitme
Sabır kıl her belaya hane-i Rahmanı incitme

Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkâr olma fahr-i alem-i zi-şanı incitme

Hasislikden elin çek sen cömerd ol kan-ı ihsan ol
Konuşma cahil-i nâdan ile gel ehl-i irfan ol
Hakir ol alem-i zahirde sen ma’nada sultan ol
Karıncanın dahi halin gözet dehre Süleyman ol. Alvarlı Efe Hazretleri
*”Yüzde ısrar etme, doksan da olur.
İnsan dediğinde, noksan da olur.
Sakın büyüklenme, elde neler var.
Bir ben varım deme, yoksan da olur!” Mevlana.
MEHMET ÖZÇELİK
15-02-2014




İSTİKAMET VE İRTİFA

İSTİKAMET VE İRTİFA
Risale-i Nur-da iki büyük kavram ve hakikat.İstikamet ve İrtifa.
Risale-i Nur-ları iki kelimede özetlemem istenilmiş olsa bunları;İstikamet ve İrtifa olarak sıralarım.
İstikamet;Nübüvvetin esası,Efendimizi ihtiyarlatan Hud suresindeki âyet,-Emrolunduğun üzere dost doğru ol-
İstikamet en büyük hakikat,gidişat ve hedefe varış.
İstikametle gitmek bir değer ise,onu sürdürüp sonlandırmak kâinat çapında bir değerdir.
İstikameti elde etmek ve sonuna kadar onu muhafazaya çalışmak.O da zikzak çizmeden,ortada değil,ortanın da ortasında gidebilmek.
Risale-i Nurlar kendi sahibine ömür boyu bu istikameti kazandırmaktadır.
Bir Risale-i Nur talebesi âmi de olabilir,çaycı da,çoban ve çiftçi de,bilgi bakımından eksik ve okumamış,madden ve rütbeden yüksekte bulunmayabilir.Ancak o sürekli istikamette giden hakikatlı bir yolcudur.
Çok yüksektekilere rehberlik yapar,onlara da istikamet verir.
İrtifa yani yükseliş öyle bir şekilde gerçekleşir ki;sahibini riya ve kibirden koruyucu,habersiz bir şekilde sürekli yükselişi gerçekleştirir.
Teşbihte hata olmaz;Adeta sahabenin aynı asansör içerisinde her gün Efendimiz ile beraber yükselişi gibi.
En bedevi o yükselişle en medeni hale gelir.En medeni insanlara medeniyet dersi verir.
Mesleğimiz sahabe mesleğidir,diyen Bediüzzaman bu ifadesiyle her bir Nur talebesinin bu Kur’an dersinde evci âlaya sürekli yükselişini hatırlatır.
Sarsmayan Kur’an asansöründe yorgun,uyuklayarak,başka gaileler ile düşüncelere dalan sahibini dahi hiç sarsmadan hakikatlara doğru yol aldırır.Kulaç attırır.Sahili selamete ulaştırır.
O seyahatında bir çok alemlere açılan pencerelerden o alemleri seyreder,tefekkür mesleğini sürdürür.
Risale-i Nur dairesine bir kerede olsa giren bir insan,hayatının son dönemlerinde de olsa o istikameti elde ederek,sahibini terfi ettiriyor.
Hayatı sigortalayan meslek;Risale-i Nur mesleğidir.
MEHMET ÖZÇELİK
19-11-2012




KİM ÖZÜRLÜ ?

KİM ÖZÜRLÜ ?
Birleşmiş Milletlerin rakamlarına göre dünyadaki 500 milyon kadar engelli insan bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin hayatlarında bir çeşit engelle doğrudan ya da dolaylı olarak karşı karşıya olduğunu belirtilmektedir. Dünyadaki engellilerin yüzde 80‟i düşük gelirli ülkelerde yaşamaktadır ve temel hizmetlere ulaşamamaktadır.
Dünyada yapılan araştırmalara göre, , engellilere çeşitli yaşam kolaylıkları sağlanması amacıyla gerçekleştirilen yerel iyileştirme hizmetleri sayesinde büyük oranda engelli, topluma tekrar kazandırılabilmektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsü‟nün 2003 yılında yapmış olduğu araştırmalara göre ülkemiz nüfusunun %12‟si engelli kişilerden oluşmaktadır
* Türkiye’nin nüfusu 2000 yılı DİE Genel sayımının kesin olmayan sonuçlarına göre 67.844.903 kişi. Türkiye’deki ortalama hane halkı büyüklüğü ise 4,64. Bu sonuçlardan yola çıkarak Türkiye’de toplam 15.204.227 hane olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’nin 15 yaş ve üstü nüfusu ise 47.799.287 kişi.
Yapılan araştırma sonucunda, Türkiye’nin 100 hanesinin 5,4’ünde 1,23 engelli bir vatandaşa rastlamak mümkün. Bu da yaklaşık 821.028 hane etmekte. Türkiye hane halkı büyüklüğünü 4,64 kabul ettiğimizde, engelli vatandaşlardan ortalama 3,807,293 kişi etkilenmekte. Türkiye’de ailesi ve/veya yakınları tarafından engelli (Bedensel, Zihinsel, Görme ve İşitme) olarak tanımlanan yaklaşık 922.000 kişi olduğu saptandı.
Tespit edilen yaklaşık 922.000 engelli kişinin soru formunda belirtilen kriterlere göre dağılımı yaklaşık olarak aşağıdaki gibi:
. Zihinsel Engelli: 199.000 kişi
. Bedensel Engelli: 536.000 kişi
. İşitme Engelli: 109.000 kişi
. Görme Engelli: 77.000 kişi
*Bu raporlar gayet ürkütücü,asla göz ardı edilecek bir durum değildir.
Özürlü kişi ve sahibi için evvel emirde elbette kolay konuşulacak,onlar adına konuşma kolaylığı elbette söz konusu değildir.
Ancak o özürlü kişi veya sahipleri,yakınları şunu düşünmelidir;
-Bu hayat gibi,sahip olduğumuz her şey bize bir emanettir.Yolda bulmuş da almış değiliz.
Bunları bize verenin hakkı elbette bizden daha çoktur.
Olaya bir yönüyle değil,çok yönleriyle bakarak değerlendirmek gerektir.
Her zaman için bizden alınanlar bir imtihan sebebi değildir. Aynı zamanda verilenler de bir imtihan sebebidir.
Mesela olaya olumsuz bir açıdan bakacak olursak;
-O çocuklarının veya yakınlarının bir Firavun,Nemrud,zalim biri veya bir gayr-ı Müslim olmalarını isterler mi?
Elbette hayır denilecektir..
Bu durumda gerçek özürlüyü değerlendirecek olursak;günah bataklığına batmış,insaniyetini yitirmiş,İslamiyet nimetinden,hidayetten mahrum olmuş insanlar gerçek özürlü ve tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış kimselerdir.
Menfi insanların sayısını milyarlara kadar uzatabiliriz.
Nice aileler çocuklarının olmamış olmalarını arzu etmektedir.
İşte bütün bu insanların menfilikleri o derece menfi bir durumdur ki,sadece bu dünyada bir özürlü olarak değil,ebedi alemde,ebedi olarak bir özürlü kalmış demektirler.
Olayın en önemli boyutu;âhiret boyutudur.
Sabır içerisindeki bir özürlünün kazancı ile,sabırsız sağlıklı bir kişinin ödülü ve sevabı aynı olmayacaktır.
Mesela gözü olmayan imanlı bir özürlünün cennetin bahçelerindeki gördükleri ve görüş alanı ile,sağlıklı kimsenin ki elbette bir olmayacaktır.
*Açık Öğretim Lisesi imtihanlarına girdim.Bir kız öğrenci için,özürlü olarak benim okuyup cevaplandırmasını sağlama konusunda yardımcı olmam istendi.
Sürekli moral verip,zeki olduğunu söyleyerek,güzel bir ortam oluşturmama rağmen,arada bir kendisini tutamıyor,ağlıyordu.
Dışarı çıktığında babasıyla beraber birbirlerine sarılmış ağlaşıyorlardı.
Bende en az onlar kadar hislendim.
Ancak kader cihetiyle düşündüm ki;Beşerin hatasıyla beraber,her şeyde kaderin bir adaleti vardır.
O kız bir fahişe olup sağlıklı olmaktansa,bu haliyle benim yanımda çok daha sağlıklı bir kimse idi.
Bizler neticesini bilmediğimiz bir konuda hüküm verirsek,elbette yanlış yapmış oluruz.
MEHMET ÖZÇELİK
16-05-2012