ABD PROJESİ

ABD PROJESİ

-ABD PKK’yı maaşa bağladı! İşte verdikleri para.

Teröristlerden oluşan PKK/PYD’ye destek vererek düzenli ordu haline getirmeye çabalayan ABD’nin teröre verdiği destek 1 milyar doları aştı.[1]

-Trump yönetimi, PYD’ye ağır silah verilmesini öngören kararı onayladı.[2]

-Cumhuriyet Halk Partisi eski genel başkan yardımcısı Onur Öymen A Haber’e verdiği bir röportajda, 2008 yılında İsveç’te yayımlanan bir rapora dikkat  çekti. O raporda, Türkiye’nin iç politikasında ön görülen değişiklikler sıralanırken CHP’de Baykal’ın istifaya zorlanabileceği yerine de Kılıçdaroğlu’nun getirileceği yazıyordu. Onur Öymen’in açıklamaları akıllara “Kılıçdaroğlu ABD projesi mi?” sorusunu getirdi.[3]

Mesele Abd, İngiltere, Alman, Fransa, İsrail gibi Avrupa haçlı ülkeleri bu işlerde başrollük yaptılar.

-FETÖ elebaşı Fetullah Gülen, Washington Post’ta yazısını yayınlattı. Darbeye katılanların örgüt üyesi olduğunu kabul eden FETÖ, “Türkiye’de laiklik elden gidiyor, Batı müdahale etsin” dedi. Erdoğan’ın Trump’la görüşmesi öncesinde harekete geçen FETÖ üyeleri ise Temsilciler Meclisi’nden imza toplamaya çalıştı.[4]

Yüz yıllık kirli, hainane, münafıkane oyunlar ortaya çıkıyor.

Mızrak çuvaldıza sığmıyor.

Vücuttaki irin artık vücutta durmuyor.

Bir asırlık irinin sancısının zulmü devam etmedi, küfür ve inkâr devam etse de…

************************     

Yeter artık. Söz milletin.

-Referanduma gidilsin. İdam, laiklik, Avrupa Birliği, İttihadı İslam, Milli Eğitim, bu devlet bu milletinse, bu millet devlette söz sahibi ise ona danışılsın.

Millete gidilsin.

Üç başbakan millete dayandı, başarılı oldu.

Millet darbesini seçimle ve seçtiği ile yaparken, millete dayanmayanlar milletin seçmediği, milletin evladını kullanan orduya dayandılar.

-Bir evet hayır da Abd ve Avrupa için yapsak mı?

Mesela Abd ve Avrupa bir terörist devlet midir değil midir?

Teröristleri desteklemekte midir değil midir?

Dünyayı haraca bağlamış mıdır bağlamamış mıdır?

Masum ve mazlumları öldürmekte midir değil midir?

Haçlı seferlerini başlatmış mıdır başlatmamış mıdır?

Dışımızdakiler için bu ve bunun gibi sorularla bir anket yapsak acaba sonuç ne olur?

-Ya içimizdekiler için bir anket yapsak?

-Bu vatana ihanet edenler kimler?

-Vücuttaki irinler boşalsın, boşaltılsın…

MEHMET ÖZÇELİK

16-05-2017

 

[1] http://www.habervaktim.com/haber/507317/abd-pkkyi-maasa-bagladi-iste-verdikleri-para.html

[2] http://www.haber7.com/dis-politika/haber/2326868-abdden-pyd-karari

[3] http://www.ahaber.com.tr/webtv/gundem/kilicdaroglu-abd-projesi-mi-onur-oymen-anlatti

[4] http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/473867.aspx

 




SÜNNETTE HACAMAT

SÜNNETTE HACAMAT

Bu gün artık yaygınlaşması ve de konuşulmasıyla anlaşılmıştır ki; gerçekten hacamatta şifa vardır.

Bu konuda sahih hadislerde buyurulur;

“…Kuşkusuz ki sizin kendisi ile tedavi olduğunuz şeylerin en faziletlisi, hacamat olmaktır…”

“Hacamatta şifa vardır.”

“İsra gecesi, (Miraca çıktığım gece) meleklerden uğradığım her büyük cemaatin hepsi bana:

–Ey Muhammed! Hacamat olmaya devam et, dediler.”

“Kim, hacamat olmak isterse, ayın on yedisi veya on dokuzu ya da yirmi birinci gününü araştırıp seçsin! Kanı fazlalaşmak suretiyle herhangi birinize galebe çalıp onu öldürmesin!”[1]

Mübalağasız söyleyebilirim ki; hastalıkların büyük çoğunluğu kanın sağlıklı olarak devrini yapmaması, ölü olan kan hücrelerinin vücuttan atılmamasıdır.

Laboratuvarda tesbit edilmiştir ki; hacamat yoluyla vücuttan atılan kanlar, ölü hücrelerdir.

Daha öncede birkaç kere hacamat olup faydasını görmekle beraber, bu gün Şükrü kardeşime daha hijyenik ve ustaca bir ortamda fıtık rahatsızlığımdan dolayı olduğumda aynı rahatlığı ve hafifliği anında hissettim.

Başımdan sırtıma kadar çıkanları gördüğümde, önceki gibi şaşırdım.

Bu ise şu rahatsızlıkları doğurmaktadır;

Bu bahçenin sulanmasında gerek tıkanması ve gerekse ufak tefek çöplerin akışı yavaşlatması sebebiyle bahçede bir kuruma ve yavaş büyüme oluşacaktır.

Kanın vücuttaki devrini yapmaması veya yapamamasıyla bazı bölgeler hatta kanserde dahil kanla beslenmemesi sebebiyle hastalıklar oluşmaktadır.

-Bundan birkaç yıl önce Türkiye-de kan ile ilgili olarak bir oyun oynandı. Oyun özetle şöyleydi;

“İlik bankalarının yetersiz oluşu, lösemi hastalarını ölüme sürüklüyor. Olay, Oktar Babuna skandalına dayanıyor.
6 yıl önce Babuna için toplanan 160 bin ilik örneğinden 120 bini kayıp. Peki ne olacak?

Altı yıl önce küçük bir gazete ilanı Türkiye’yi ayağa kaldırmaya yetti. İlana bakılırsa Dr. Oktar Babuna kan kanseriydi, sayılı günü kalmıştı. Uygun bir ilik bulunması gerekiyordu ve 10 milyar lira ödül verilecekti.[2]

Kızı babasının Yahudi ve sabataist olduğunu anlatıyor.[3]

Olayın en tehlikeli boyutu ise; toplumdan alınan kanların toplumun gen haritasını çıkarmaya yönelik idi.

İşi baştan kontrol etmeye çalışılan bir yöntem idi.

Hastahanelerde de bilindiği üzere, hastalık teşhisi için kan alınır. Kan değerlerine bakılır.

Uzunca yazacağım gen konulu yazımda bunu ayrıca ele alacağım.

Burada sağlık bakanlığına büyük bir görev düşmektedir. Oda hacamatı merdiven altı uygulamalardan kurtararak bir hastahane ortamında sağlıklı olarak yürütmesidir.

Hacamat uygulaması toplumumuzda çok geç kalmış bir uygulamadır.

Toplum bilinçlendirmeli, seminerler ve konferanslar verilmeli, toplum teşvik edilmelidir.

Batının çoktan el attığı bu mesele maalesef başta dini bir referans olmasından dolayı, adeta sırf muhalefet etme amaçlı ve de acaba ne derler tedirginliği bu şifa kaynağı olan hacamatı geri bırakmıştır.

-İbn-i Abbas (r.a) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki: “Haccam (hacamat yapan) ne iyi kuldur; (fazla) kanı giderir, beli hafifletir, gözü parlatır.”

Londra Milli Hastanesinde ve Kopenhag Kraliyet hastanesinde hacamat’la ilgili Tıbbi araştırmalar yapıldı. Araştırmalar neticesinde kirli kan alınca, koyu kanı bulunan hastaların beyinlerinden geçen kan akışı hızlandığı, kanın incelmesiyle, kandaki alyuvar yoğunluğunun azaldığı, hemoglobin seviyesinin düştüğü, böylece kalbin beyne daha rahat pompalama yaptığı tespit edildi. Ayrıca araştırmalarda, kan akışının artmasıyla insanın ataklığının da fark edilir derecede arttığı görüldü. Hastalıklara karşı kan aldırmanın koruyucu bir rol oynayabileceği bu araştırmalarda ortaya çıktı.[4]

Haydi Hacamata… Şimdiden şifalar…

Yaptırın mutlaka 70 derde faydasını göreceksiniz…

İşte birkaç örneği;

Kafadan hacamat olmak; Delilik, cüzzam, Gece körlüğü, Alaca, Baş ağrısı, Diş, Göz,

Kulak gibi hastalıklara ve daha birçok hastalığa şifadır.

-Kanser, Cilt hastalıkları, Sedef hastalığı, Kısırlık, süreklilik arz eden kronikleşmiş birçok hastalıklar, Migren, Romatizma, Mide, Bağırsak rahatsızlıkları, Karaciğer yetersizliği, Zihinsel ve ruhsal birçok hastalıklarda, Böbrek hastalıklarında kan vermenin faydaları belirgindir.

-Baş ağrısı, yarım baş ağrısı ve sinuzit, Tembellik, uyku fazlalığı, Yüksek tansiyon ve şeker hastalığı, Prostat ve cinsel zayıflık, Sırt ağrısı, bel ağrısı (lumbago), diz ağrısı, yanlarda uyuşukluk, Hormon bozukluğu, Yumurtalık hastalıkları, Buna benzer birçok kadın hastalığı.

MEHMET ÖZÇELİK

14-05-2017

 

 

 

[1] http://www.sahihhadisler.com/?pid=p&id=3103

http://www.kuranikerim.com/kutubi-sitte/7000.html

[2] http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/24/cpsabah/gnc109-20050417-102.html

[3] http://www.dailymotion.com/video/x456qw_kizi-cevat-babuna-hakkindaki-gercek_news

http://gercekcevatbabuna.blogspot.com.tr/2013/07/sabetayist-babuna-ailesi-oktar-babunann.html

[4] https://dogaltedavi.wordpress.com/2012/11/18/hacamat-ve-faydasi-70-hastaligin-sifasidir/

https://www.faydalari.com/hacamatin-faydalari/




BERAT KANDİLİ

BERAT KANDİLİ

 

            Âyette:” Ha, Mim. Apaçık Kitab’a andolsun ki, Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü Biz, insanları uyarmaktayız. Her hikmetli iş o mübarek gecede ayırd edilir.”[1]

            Âyette geçen ‘Mübarek gece’ ile kasdedilen Beraat gecesidir.

            Kadir gecesinden sonra ikinci Kadir olarak değerlendirilen Beraat gecesi önemi itibarıyla;

            Kur’an-ı Kerim o gecede toplu olarak dünya semasına inmiş,kadir gecesinden itibaren ise 23 sene de Mekke-Medine de tamamlanmıştır.

            “Bu gelen gece olan Leyle-i Berat, bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’inden olması cihetiyle, Leyle-i Kadrin kudsiyetindedir. Herbir hasenenin Leyle-i Kadirde otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Beratta herbir amel-i salihin ve herbir harf-i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyâli-i meşhurede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için, elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”[2]

            Bir çekirdek nasılki bir ağacın tümünü içinde barındırıyorsa,bir çekirdek mesabesinde olan Berat gecesi de bir yıllık oluşumu ve gelişimi bir çip gibi içerisinde barındırmaktır.

            -“Hem İmam-ı Ali (r.a.) onuncu mertebe-i tâdâdında onuncu sûre olarak ve kıyamet ve Leyle-i Berâta bakan deyip mânâ-yı işârîsiyle “Onuncu Söz” namında ve mertebesinde olan Haşir Risalesine işaretle beraber, o risalenin fevkalâde ehemmiyetini ve gayet muhkem olduğunu ve o zamanın dumanlı karanlıklarını izale eden bir Leyle-i Berâtın bir kandili hükmünde bulunmasına ve haşir ve kıyametin bir alâmeti olan duhan, hem Leyle-i Berâtın senevî olarak hikmetli tefrik ve taksim-i umûr noktalarıyla ve başka karineler ile îmaen ve remzen haber veriyor.” [3]

            Fahruddin Razî de şöyle kaydetmiştir: Rivayet olunur ki: Atıyye-i Harûrî, İbnü Abbas hazretlerinden “Gerçekten biz onu kadir gecesinde indirdik.” (Kadr, 97/1) ifadesi ile “Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik.” (Duhan, 44/3) ifadesini şöyle sordu: Yüce Allah Kur’ân’ı ayların hepsinde indirmiş iken bu nasıl sahih olur? İbnü Abbas (r.a.) hazretleri de dedi ki: Ey İbnü Esved! Ben helak olsam da bu nefsinde kalsa cevabını da bulamazsan helak olacaktın. Kur’ân cümleten (toptan) Levh-i mahfuzdan Beyti Ma’mura indi ki o dünya semasıdır. Sonra onun arkasından olayların çeşitlerine göre, durumdan duruma nazil oldu.
Demek ki, Kur’ân’ın bir toptan inişi, bir de kısım kısım inişi vardır. Toptan inmesi bir defada olmuştur. Buna daha çok “İnzal” deyimi uygundur. Kısım kısım inmesi de Peygamber’e azar azar yirmi üç senede olmuştur. Buna da “Tenzil” deyimi uygundur. Bunların aynı mânâda kullanıldıkları yadırganmadığı gibi, “tenzil”in her necmi (kısım kısım inmesi) ayrıca düşünüldüğü zaman yine “inzal” denilmek uygun olacağından birinin bir gecede birinin de diğer gecede olması iki rivayetin uzlaştırılmasına daha uygun gelecektir. Şu halde “mübarek gece”nin “berat gecesi” olması, “Gerçekten biz onu kadir gecesi indirdik.” (Kadr 97/1) buyurulmasına aykırı olmayacaktır.

 

            *Berat gecesi varlıkların özellikle insanların yıllık mukadderat proğramıdır.

            Yıllık bütçe toplantılarında nasılki bakanlıkların genel giderleri ve onlara ayrılan paylar taksim edilirse,berat gecesi de özellikle insanların o yılda doğum-ölüm,rızık,hastalık,savaş vs gibi olayların yıllık proğramlanarak,onların uygulayıcısı olan dört büyük meleklere tevdi edilir.

            Mesela ecel süre ve müddet demektir.O senede süresi belirlenen insanın süresinin dolduğunda ölmesidir.

            Mevlananın Mesnevisinde anlatılan bir olayda;Süleyman peygamber zamanında hocanın birisi evden çıkınca Azraili görür.Bakar ki Azrail kendisine bakıp gülmekte.Bu korku ve telaş ile aralarının iyi olup tanıştığı Süleyman peygamberin yanına gider ve kendisini buradan uzaklaştırmasını söyler.Süleyman peygamberin sebebini sorması üzerine verdiği cevapta;

Azrailin kendisine güldüğünü,bununda hayra alamet olmadığını söyler.Süleyman peygamber nereye göndermesini sorduğunda da hoca bizzat kendi isteği ile, Hindistanın, lahor’un, Sinca kasabasına göndermesini ister.

Maddi her güç yani cinler, rüzgar ve hayvanlar emrinde olan Süleyman peygamber üç aylık yola yani Filistinden Hindistanın Lahorun Sinca kasabasına üç saat içerisinde ulaştırır

Aradan geçen bir hafta sonra Azrail bir sebeble Süleyman peygamberin yanına uğradığında geçen haftaki hocaya gülüş sebebini sorar.

Azrail bir daha gülerek meseleyi kendisinin de daha hala çözemediğini söyleyerek şöyle anlatır;

Allah bana geçen hafta ruhunu alacağım insanların listesini vermişti. Listede hocanın da ismi vardı.Ancak Allah bana hocanın ruhunu Hindistanın,Lahor’un,Sinca kasabasında almamı söylemesi üzerine,hocanın bu üç aylık yola üç saatte nasıl ulaşabileceğini düşünerek hayretimden güldüm ve Allahın hikmetinden sorulmaz diye de düşündüm.Ve bana verilen adrese gittiğimde hocanın orada hazır bulunduğunu görünce ruhunu aldım.Ancak oraya nasıl geldiğini hala çözmüş değilim,diyerek ilahi hikmeti dile getirmesi üzerine olayın diğer yönünü Süleyman peygamber özetle;Kendisinin gülmesinden dolayı hocanın telaşa kapıldığını,yanına gelip bizzat kendi isteğiyle oraya ulaştırmamı istemesi üzerine ben de onu oraya gönderdim diyerek kaderi planın eksik bilinen noktasını da tamamlamış oldu.

İnsanlar hayat ve yaşantılarıyla,kaderin hesabını kendi  iradeleriyle tamamlamaktadırlar.

           

            Düşündürmesi açısından bir fıkra anlatılır:

            Adamın birisine Azrail ruhunu almak üzere gelir.Adam bir süre verilmesini,bazı yapması gereken işlerinin olduğunu söyler.Bu arada süre dolduğunda öyle bir işte bulunmalıdır ki,Azrail ruhunu alamasın.

            Karada,denizde bulunan işleri düşünür ve sonunda havada pilot olmaya karar verir.Böylece pilotken Azrailin gelipte arkasında bulunan üç yüz kişinin de ruhunu alamayacağını ve böylece kurtaracağını düşünür.

            Nitekim pilotken Azrail gelir ve ruhunu alacağını söyler.Bunun üzerine pilot;

            Tamam da,arkamda üç yüz kişi var,onların durumu ne olacak?

            Azrail cevaben;

            Biliyor musun,ben bu üç yüz kişiyi buraya toplayana kadar,bu zaman süresi içerisinde neler çektim?der.

 

            7 sene önce komşumuzdan biri,diğer sene bir diğeri,diğer sene de benim pederim ölmüştü.Her sene mukadderat gereği birisi gitmekteydi.

            Pederim anlatmıştı;

            Abdurrahman Efendi inançlı ve ibadetine ihtimam gösteren bir insan idi.

            O gece mübarek gecelerden, berâate vesile olacak Beraat gecesi idi. Böylece o geceyi değerlendirecek, cemaatle  ibadete iştirak edecekti. Bu amaçla abdestini aldı. Namaza hazırlanmıştı. Yatsı ezanının okunmasını beklemekte idi.

            Komşusu Cemal ise kendisinin tam tersine ilgisiz bir insan idi.

            Ezanı beklemekte olan Abdurrahman bir anda komşusu Cemalle karşılaşır. Onunla konuşmaya başlayan Cemal, çok da lafazan biridir. Sürekli konuşur. Abdurrahman Bey ise sırf saygısından ve komşuluk hürmetinden dolayı onu dinler. faydalı olabilirim düşüncesiyle sorularını da cevaplayıp, bir şeyler anlatır.

            Sohbet o kadar koyulaşmıştır ki; ne kadar bir zamanın geçtiğinden sadece Abdurrahman Bey habersizdir. Cemal ise işi önceden planladığından, o hal çerçevesinde konuşmasını bitirir.

            Bu anda Cemal Abdurrahman Beye sorar:

            -Abdurrahman, sen hiç şeytan gördün mü?

            O da gayet saf ve masum bir şekilde; Allah korusun Cemal! Allah kimseye göstermesin!

            Söze devam eden Cemal;işte şeytan benim,görmediysen gör,der. Ve sebebini de açıklamaya başlar:

            -Ben bu gecenin Beraat gecesi olduğunu bildiğimden dedim ki;Bu gece beraat ve namaz gecesi,dur ki ben şu Abdurrahmanı namazdan alıkoymak için lafa tutayım,ibadetten alıkoyayım,dedim ve işte yaptım.

            Abdurrahman Bey ise gerçekten saatine bakar ki, epeyce de vakit geçmiş. Yine de Cemalden ümidini kesmez ve ona;-Namaza ne zaman başlayacağını, sorar.

            Cemal ise daha genç olduğunu,belki ilerde kılabileceğini söyler ve ayrılırlar.

            Biri şeytanlığını yapmış onu ibadetten alıkoymuş iken, öbürüde aldanmanın hüznünü yaşamaktadır.

            Bir şer bütün hayırların şuursuzca ortaya çıkmasına sebeb olmakta ve bir şer binlercesini kendisiyle meşgul edip uğraştırmaktadır. Mesela bir hırsız için hapishaneler, polisler,kilitler,kasalar ve yalanlar ile güvensizlikler oluşmaktadır.

            Bu düşünceyle Abdurrahman Bey eve gelir. Cemalden ayrılalı 15-20 dakika ancak olmuştur. Hanımı kendisine, Cemalin öldüğü haberini verince önce irkilir, sonra da inanmak istemez. Çünkü daha az önce beraberlerdi.

            Bu şaşkınlık ile hanımına bir yanlışlığın olabileceğini söylerse de hanımı;  gerçekten öldüğünü, evlerinden de hala ağıtların gelmekte olduğunu söyler.

            Cemal gerçekten de ölmüştür. Böylece ölüm her şeyden insana daha yakın olduğunu bir daha göstermiş olmaktadır. Hem  ölüm ona ulaşmış, hem de yaşı ölüme yanaşmıştır. Diyebiliriz ki; Hala ne diye oyunda oynaştasın.

           Sen ki artık ölecek yaştasın.

            Kişi kendisinin de ölecekler listesinde olduğunu düşünerek, hiç vakit geçirmeden Allah’ın rızasına uygun yaşamasıdır.

 

            Bu gecede yıllardır dikkatimi çeken bir nokta da; Yağmurun yağması,en azından çiselemesidir.

            Bu gecede maddi ve manevi rahmet beraber yağmaktadır.

            Bu gecede rahmet kapıları açıktır.

 

            Bu geceyi Kur’an okuyarak, Peygamber Efendimize salavat getirerek ve varsa kaza namazını kılarak değerlendirmek gerektir.

            Veya bin ihlas okumalı, Cevşen okumalı,İman Hakikatlarından okuyarak o geceyi ihya etmelidir.

 

            Başka zamanda yapılan iyiliklere bire on sevab verilirken kadir gecesinde bire otuz bin,berat gecesinde ise yirmi bin sevab verilmektedir.

 

            “Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır. O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.”[4]

            Bu gecede ve bu sene süresi içerisinde yapılan manevi atmosferler otomatikman değişimde önemli roller oynayacaktır. Şöyle ki;

            Kelime-i Tayyibe denilen güzel sözler, dualar, manevi hizmetler göğe doğru yükselir.Ağırlığıyla beraber kelime-i habise de göğe yükselir.İkisi bir mücadeleye girer.Hangi hangisine galebe ederse,o durum yer yüzüne akseder.yani iyi kelimeler kötü kelimelere galib gelirse,aynı durum yer yüzüne aksedip,yer yüzünde iyiler kötülere hakim pozisyonuna gelir.

            Aksi durumda ise,aksi olup,kötüler iyilere üstün gelir.

 

            (Şaban ayının 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızk isteyen yok mu, rızk vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa, istesin vereyim.” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İbni Mace]

            (Allahü teâlâ, Şabanın yarısının [Berat] gecesinde, dünya semasına tecelli eder. Benikelb kabîlesinin koyunlarının kıllarından daha çok kimsenin günahlarını affeder.) [İbni Mace, Tirmizi]

            Recep, Allah’ın ayıdır. Şaban, benim ayımdır. Ramazan, ümmetimin ayıdır.

            Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:
“Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin.”

            “Şaban ayının on beşinci gecesi kılınacak olan namaz ; yüz rekattır. Bu namazın her rekatında, Fatihadan sonra on kere ihlas süresi okunur. Yüz rekat kılan kişi bin defa ihlas süresini okumuş olur.
Bu namaza hayır namazı da denmiştir. Geçmiş büyükler bu namazı toplu halde cemaatle de kılmışlardır. Bu namazın çok fazileti olduğu gibi, hesaplanama-yacak kadarda çok sevabı vardır.

Hasan-ı Basri Rahmetullahı Aleyh’den gelen rivayete göre:
“Otuz sahabeden dinledim, bu namaz için şöyle dediler: “Her kim bu namazı, berat gecesi kılar ise. Allah-u Teala’nın yetmiş rahmet nazarı ona ulaşır. Her nazarda, kendisinin yetmiş ihtiyacı yerine gelir. Bunların en küçüğü, Allah-u Teala’nın mağfiretidir. “

            MEHMET ÖZÇELİK

[1] Duhan.1-4.

[2] Şualar.B.Said Nursi.433.

[3] Şualar | Sekizinci Şuâ | 631-2

[4] Fatır.10.




ŞEYTANIN HİLESİ ZAYIFTIR

ŞEYTANIN HİLESİ ZAYIFTIR

Koca asırlık çınar ağaçlarını onca yıl esen yeller, fırtınalar, dolu ve karlar, sürekli yağan yağmurlar yıkamazken; ya sapı kendisinden olan bir balta veya içine sinsice sızan  bir mikrop içten içe onu oyar, dış tahribatçıların hafif bir esintiyle bile yıkılacak hale gelmesini kolaylaştırır.

Devletleri, milletleri, aile ve fertleri büyük güçler değil, içte dost görünen küçük kurt ve kurtçuklar çökertmektedir.

Şeytan da tıpkı bunun gibi, insan vücudundaki küçük vesveseler ile insanı içten içe yıkıma götürmektedir.

Bir de tıpkı insan vücudu gibi ki; vücutta devamlı virüsler bulunmaktadır.

Ne vakit ki vücut zayıf düşerse, mikroplar da güçlenirler.

Mikropların güçlülüğü kendilerinden ileri gelmeyip, vücudun zafiyetinden güç kazanmaktadır.

Bu tüm şerler için hatta şerlerin başı olan şeytan içinde geçerlidir.

Zira Nisa suresi 76 da da buyurulduğu gibi; “Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”

Bazen bir kıvılcım bir ormanı yakar.

Bir şer, bir fitne, bir hile devletleri karşı karşıya getirip güçsüz düşürür.

Enfal suresi 46 da belirtildiği gibi; birbirleriyle uğraşanlar güçlerini kaybeder, devletlerini yitirirler.

Bir tarafta Allah, Kur’an, din, peygamber, iki milyara yakın Müslüman, geçmişe dönük milyarlarca iman eden vs gibi hakikatlar mevcutken; diğer şer cephesinde şeytan ve avaneleri tahribatlarını sürdürmektedirler.

Zira şer tahriptir. Tahrip ise eshel ve kolaydır.

Şer adem ve yokluktur. Olmayan bir şeyi ortaya çıkarmak değil, var olan bir şeyi ortadan kaldırmaktır.

40 adamın 40 günde yaptığı bir binayı, bir çocuk bir günde bir bomba ile yıkar, tahrip eder.

Bu durum çocuğun gücünden değil, yıkımın hiçbir gayret ve güç gerektirmeyen etkisindendir.

Bu gün dünyada bu kolay yöntem denenmektedir.

Kişiliği olmayan insanlar bununla kişilik elde etmeye ve kendilerince olmayan kişiliklerini ortaya koymaktadırlar.

Mümin ise imar ve icad eder.

MEHMET ÖZÇELİK

03-05-2017




NADASTAN ÇIKIŞ

NADASTAN ÇIKIŞ

Bir asırlık nadastan çıkan bir milletle, dünya ve Avrupa karşı karşıyadır.

Bir asırdır bu milletin zincirlenen zincirleri adeta aşındırılıp kırılarak atak dönemine geçmiştir.

Bir asırdır beklemede ve de savunmada olan bu millet tüm tecrübe, bilgi ve birikimiyle büyük bir atağa kalkmıştır.

Hain ve hainler ortaya çıkmış artık oyun açıktan oynanmaktadır.

İşte örnekleri;

-ABD’den PKK’ya: Türkiye vuracak kaçın.

ABD’nin, Sincar ve Karaçok’ta 100 teröristin öldüğü harekatı PKK’ya sızdırdığı tespit edildi.[1]

-Özel harp dairesi veya Ecevitin ifadesiyle Özel Harp yani Kontgerillayı kurduran ve maaşını abd-nin ödeyip yıllarca darbeyi yaparak bize müdahale etti.

Bunun yanına b ve c planı olan pkk ve Fetöyü de yedekte bulundurdu.

-İsrail’in eski Savunma Bakanı Moşe Yaalon, Suriye’de terör örgütü DEAŞ’ın kontrolünde bulunan bölgelerden İsrail’e saldırı olduğunda örgütün kendilerinden özür dilediğini söyledi.[2]

-Türkan Saylan: Biz Asılız Bu Ülkede Bizim İstemediğimiz Bir Şeyin Olması Mümkün Değildir! Çoğunluk oldu diye anayasa DEĞİŞTİRİLEMEZ! diyor, Bizim istemediğimiz bir şey bu ülkede olamaz diyor.

Bizdeki beyaz Türkler, bizsiz hiçbir iş olmaz derken, aynı düşünceyi batı da paylaşmaktadır.

Bizim içinde en üstte olmadığımız Türkiye, Türkiye değildir, zihniyetiyle Türkiye sürekli istenildiği gibi biçimlendirilmeye çalışılmaktadır.

Bunun içinde hesap şu; Erdoğanı her hangi bir vesile ile kafesleyerek, her işimizi kolayca uygularız.

İngilizler bu amaçla her dönemde içimizden kendilerine sadık elleri ve elçileri bulmuşlardır.

İngilizler ihaneti çok ucuza satın alırlar ve de satılık insanları.

Zira ruhunu satanlar, her şeylerini kolayca satabilirler.

-2013 gezi olaylarından önce şu anda biri yurt dışına kaçan bir esnaf, diğeri meslekten ihraç edilen bir öğretmene şunu demiştim;

Eğer Gülen cemaatin eline silah verip bu milletin evladıyla karşı karşıya getirirse şaşmayın.

Şaşırmış, hiç ihtimal vermemişti.

Bu aynen fazlasıyla devam etti.

Gezi olayları ve 15 Temmuz patlak verdi.

Bu iş bitmişe de benzemiyor.

Bir boşlukta patlak devam edecektir.

Kurt gövdenin içindedir.

Bilinmez ve temizlenmezse, harici düşmandan daha çok zarar verecektir.

-Fetönün bunca yarım asırlık birikimi ortada bırakılmayacak, içten birileri tarafından sürdürülecektir, farklı bir kılık ve kılıfla…

Avrupa ve Amerika bunca yatırımı çöpe atmayacaktır.

Sinsi oyununa devam edecektir.

Burada şefkat değil, adalet uygulanmalıdır.

Âyette;” Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.”[3]

-Ahmet Davutoğlu akedemik gayretiyle takdir edildi.

Hep Erdoğan tarafından merdivenleri aşındırılarak terfi edildi.

Ya kendisinin terfi ettirip etrafına topladıkları?

Gül gibi davranmadı ancak ondan da geri kalmadı.

Davutoğlu tarih nezdinde tam hayırla yadedilecek bir kişi olamadı.

Etrafındakilerin bu gün dökülmüşlüğü onun hakkında bazı kanaatler oluşturmaktadır.

Erdoğanın kendisine yaptığı desteğin onda birini kendisi Erdoğana yapmadı, yapamadı.

Net olmadı.

Kendi hesaplarını öne çıkardı, kendi geride kaldı.

Davutoğlu kirliliğin içinde midir yoksa onu biliyor muydu?

-Dün Osmanlının meşru ve isteğe bağlı olarak yaptığı devşirme işini, bu gün Avrupa gayrı meşru yoldan, savaşlarda çocukları çalarak yapmaktadır.

Hem de ismini ve de dinini değiştirerek.

Bununla da kalmayıp yetiştirdiği bu insanları daha sonra da bize karşı kullanmaktadır.

-”28 Şubat döneminin etkili ve kudretli paşalarından birinden İNGİLİZ BÜYÜKELÇİ ısrarla randevu ister. Sonunda PAŞA dayanamaz ve “Tamam gelsin!” der. Gelir… Paşa uzatmaz, “Buyurun ne istemiştiniz” diyerek konuya girer… Büyükelçi “GÜLEN CEMAATİ İÇİN GELDİM. ÇOK TEHLİKELİ BİR YAPI. DEVLETİNİZ İÇİN İLERİDE BELA OLACAK” şeklinde cevap verir…
Paşa şaşırmıştır. “İyi ama siz nereden biliyorsunuz?” diye sorar. Cevap kesin ve nettir: “Biz kurduk, Amerikalılar kaptı da ondan…”

ÖRGÜTÜN para transferleri sistematik bir şekilde bir yerlere uğrasa da soluğu LONDRA’da aldı. Bizler İNGİLİZLER’i fazla tanımayız. Onlar Amerikalılar gibi ortaya çıkıp konuşmazlar. CIA görevlileri gibi “Her gizemli kurumun arkasında biz varız” demezler. Ama orada olduklarından emin olabilirsiniz! İşte bu İNGİLTERE 1980 DARBESİYLE birlikte FETÖ’nün en büyük hissedarı oldu! İngiltere, FETÖ’ye eğitim kurumları, dershaneler, yardım kuruluşları, turizm zincirleri kurdurdu. Özellikle bağış sistemi sayesinde İngiltere, FETÖ’yü yönetti.
Ama hepsini ıskaladık. FETO, ORDU İÇİNDE KORUNUYORDU! Eğer ABD ve İngiliz kanadı korumasa çok önce tasfiye edilirdi. Ama her ikisi birden koruyunca kimse ilişemedi… Bu net!
ABD örgütün yönetim şekline yön verirken, finans desteği İngiltere’den gelecekti. Londra yönetti parayı. Kurulan yardım dernekleri ya da diğer oluşumlarla ortaya çıkan NAKİT Londra’nın ellerindeydi!
İngilizler, FETÖ’nün dahi bankacıları ile bir araya geldi. 2004 yılında The Islamic Bank of Britain’i kurdu. Şu anda bu bankanın onlarca farklı isimde kolları faaliyette.
The Islamic Bank of Britain kurulduktan sonra kısa sürede sistem oturdu. 5 kıtada da güçlü bir alt yapı için Standard Chartered, HSBC, Rosette Merchant Bank, Barclays Capital, Royal Bank of Scotland, Gatehouse Bank, QIB UK, Bank of London and the Middle East (BLME), European Islamic Investment Bank (EIIB) da katılım bankası bölümleri kurdu. Sistem tutmuştu! AKIL BÖYLE BİR ŞEYDİ! Yine biz bilmiyorduk tabii!

…Operasyonlar başlayınca ve FETÖ tasfiyesi hız kazanınca kaçışlar başladı!
Türkiye’deki mücadeleyi kaybeden FETÖ üyeleri, dışarıda adres arar hale geldi. Beyin takımı ve finans ayağının merkezinde yer alan işadamları, üst düzey bankacıların hepsi İngiltere’ye gitti. Adı duyulmamış ancak para konusunda çok güçlü olan birçok isim şu anda İngiltere’de yaşıyor.
Ülkenin en saygı gören isimleri olmaya başladılar bile…
Amerika’ya giden FETÖ üyeleri ise, “Disposable” yani “Kullan at” olarak görülen kişilerdi. Değersizdiler, birçoğu ABD’de zor durumda. Maddi olarak güçlü olanlar ise, zor durumda olanlara sırtını döndü. Yüz vermiyorlar. Sonuçta İngiltere FETÖ’den vazgeçti! Ama değerli üyelerinden asla![4]

-Bin yıl süren ortadoks Katolik savaşları yerini haçlı Müslüman ve de alevi sünni savaşlarına bırakması yönünde çaba sarfedilmektedir.

-Uçkuruna sahip olamayanlar, millete sahiplenmeye soyunuyorlar.

-‘Eğer bu savaşdan Medine’ye dönersek, şerefli kimseler alçakları and olsun ki, oradan çıkaracaktır’ diyorlardı. Oysa, şeref Allah’ın, Peygamberinin ve inananlarındır, ama ikiyüzlüler bu gerçeği bilmezler.”[5]

-Millet birilerine mahkum edilmek için maddi ve manevi sıkıntıya kasıtlı olarak sokuluyor ve kasıtlı olarak kaos ve kaos ortamı oluşturuluyordu.

Kaht-ı rical yani adam kıtlığında bu millet Ecevite, Demirele, Mesut Yılmaza, Erdal İnönüye mahkum edildi.

Bu millet adam vardı da seçmedi mi?

Bu millet ancak o döküntüler içinden kendisine yakın bulduğu Menderesi, Özalı ve Erdoğanı seçti.

Onları da çok gördüler.

 Götürmek için de her namertliği yaptılar.

Ve de yapmaktadır ve de yapılmaktadır.

Uyanık oluna…

MEHMET ÖZÇELİK

29-04-2017

[1] http://www.haber7.com/guncel/haber/2318861-abdden-pkkya-turkiye-vuracak-kacin

http://www.haber7.com/dunya/haber/2318845-kustah-tehdit-tum-guclerimizle-saldiririz

[2] http://www.ahaber.com.tr/dunya/2017/04/24/deas-israilden-ozur-diledi

[3] Nur.2.

[4] http://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2017/04/08/yeni-elebasi-kim

[5] Münafikun.8.

 




DENGE ŞAHSİYET

DENGE ŞAHSİYET

Efendimiz kâinatta denge bir şahsiyet ve denge bir unsurdur.

Efendimiz kâinatta şablon bir şahsiyettir.

O rayından çıkmış beşeriyeti rayına koydu.

Yuvasından çıkan damarı yerine yerleştirdi.

Rast gele akan suyu sel olmaktan kurtarıp, O kanala kanalize etti.

O fıtrattandır.

Fıtrat O’dur.

Sahabede bulunan tüm sıfatlar O’ndandır.

O’nun tüm sıfatlarına sahabeler sahiptir.

Dengesiz giden hayatı dengeye oturtturdu.

Muhabbet bile O’ nun ile denge buldu.

Zira İsa-ya aşırı muhabbet besleyenler sapıtırken, o muhabbetteki ihlasında da muhabbeti gerçek yerinde muhafaza etti.

O’na olan aşırı muhabbet dahi kimseyi saptırmadı, kimse de sapmadı.

İnsanlığın dengesizliği, O zatın dengesinden mahrum olmaları sebebiyledir.

İnsanlık dünya ve ahiret denge istiyorsa, O zatın dengesine ihtiyacını hissetmelidir.

O toplumun her kademesine denge getirdi.

Gerçek dengeyi ise merkezde tuttu.

O da marifetullahtı.

Marifetullahı merkeze oturtturdu.

Ahlakı etrafa yaydı.

İbadeti alemlere uzattı.

Hadis-i Kudsideki;” Sen olmasaydın sen olmasaydın, ben alemleri yaratmazdım.” manası şudur;

Yani Ey Habibim eğer sen olmasaydın dünyanın ve insanların dengesi olmaz ve kurulamazdı.

Alemlerin ayakta durmasının, varlığını devam ettirmesinin sırrı işte bu dengede saklıdır.

Akıl vücutta ne kadar denge unsuru ise, O zatta alemde akıl unsurudur.

İşte bu manayı izah eden Bediüzzamanın şu ifadesi özetlemektedir;

“Evet, evet, evet! Eğer kâinattan risâlet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefât edecek. Eğer Kur’ân gitse, kâinat divâne olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyâreye çarpacak, bir Kıyâmeti koparacak.”( Sözler – Onuncu Söz)   

MEHMET ÖZÇELİK

20-04-2017




SEVGİ PEYGAMBERİ

SEVGİ PEYGAMBERİ

Hayvanlar hedef tahtası yapılırken, dağlanıp her türlü eziyete maruz kaldığında; Peygamberimiz Mekke fethine giderken onları emzirmekte olan bir köpek görmüş ve hemen ashâbından Cuayl bin Sürâka’yı yanına çağırarak, onu bu köpek ve yavrularının başına nöbetçi dikmiştir. [1]

-Sahibinin ağır işlerde çalıştırmasından sonra güçsüz düşen deveyi kesmek istemesine rağmen kaçan deve Efendimize sığınmış ve kendisine yapılanları Efendimize anlatmıştır.

Sahibine bu durumu anlattığında pişman ile evet demiştir.

-Taife gittiğinde uğradığı zulüm sebebiyle Cebrailin o kavmi helaket etme istemesine karşı, içlerinden iyi insanların geleceğini söyleyip, merhametini göstermiştir.

O Rahmeten lil Alemin-dir. [2]

-O zat asırlardır insanları saçtığı rahmetle beslemektedir.

Allah-ın rahmeti tam manasıyla O Zatta tecelli etmiştir.

O Zattan bir şule muhabbet kapan Yunus, -Yaradanı hoş gördük, yaradandan ötürü, sözüyle her şeye muhabbet etti.

O muhabbetten bir damla gönlüne düşen Mevlana, Gel gel, her ne olursan ol yine gel, sözüyle herkesi kucakladı.

Fuzuli o muhabbetle başını taştan taşa vurdu, toprağıyla kâse olup O zatın dudağına değmeyi yeğledi.

 

-Şair Nabi edeble O Zatın huzuruna vardı.

-Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu! 

 Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.

 Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,

 Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.

Anlamı;

Edebi terketmekten sakın! Zira burası Allahu Teala’nın Habibinin beldesidir. Burası, Hak Teala’nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa’nın makamıdır. Ey Nâbî, bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.

 

-Ebûbekir Kânî Efendi O Zatı hiçbir şeye değişmedi.

Gubâr-ı pâyine almam cihânı yâ Resûlallah

Değişmem mûyine heft âsumânı yâ Resûlallah

Duyunca makdem-i teşrîfin Âdem sulb-i pâkinden

Değişdi habbeye bağ-ı cinânı Ya Resûlallah

Anlamı;

Ayağının tozuna cihânı verseler, almam Yâ Resûlallah,
Saçının bir telini, yedi kat göğü değişmem Yâ Resûlallah.
Senin teşrifinin, ter-temiz sulbünden geleceğini duyunca Hz. Âdem,
Bir habbeye, cinânı/cennetleri değişti Yâ Resûlallah.

-Sahabi en sevdiği anne ve babasına bedelen;

Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah, demeden çekinmedi.

 

-Koca Sultan I.Ahmed’in Peygamberimizin kademine hürmeten söylediği sözünde;

Nola tacım gibi başımda götürsem daim /
Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusûlün /
Gül-i gülzâr-ı Nübüvvet o kadem sahibidir /
Ahmeda durma yüzün sür Kademine o Gülün /

 

-O Zatın aşkıyla yanan Kayserili rum asıllı Yaman dede O Zata iman ile yardan ve yârandan geçip yanıklığını uzunca dile getirdi.

Gönül hun oldu şevkinden boyandım ya resulallah,
Nasıl bilmem bu nirana dayandım ya resulallah,
Ezel bezminde bir dinmez figandım ya resulallah,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah…. 

 

O Zat hep hem sevdi ve hem de sevildi.

O Zatı her şeyden önce Allah sevdi ve gönüllere sevdirdi.

İsminin yanına aldı. Yanında yâdetti.

Allah-ı sevmeyi, O Zata tabi olmaya ve O’nu sevmeye bağladı.

Yağmur gibi gönüllere yağdı, çorak gönülleri yeşertti, kurumuş ve çatlamış dudaklar suya kandı.

 

MEHMET ÖZÇELİK

18-04-2017

 

[1] Vâkıdî, Megazi, II, 225.

[2] Enbiya.107.

 




REFERANDUM SONRASI NELER YAPMALI ?

REFERANDUM SONRASI NELER YAPMALI ?

Evvela referandum sonucu milletimize hayırlı ve mübarek olsun.

Bizler buna her şeyin hızlandırılarak, milletin iradesi doğrultusunda, bir asırlık bizleri bağlayan zincirlerin kırılması için Beli dedik, Evet dedik.

Artık hızla neler yapılmalıdır;

1-Artık hakimiyetin kayıtsız ve şartsız Milletin olduğu millete açıkça hissettirilmeli, gösterilmelidir.

2-Her kesim devlette temsil edilmelidir. Bunun için bir birim oluşturulmalı ve mensubları kendilerini direkmen ifade edebilmelidirler.

3-Belki de ilk yapılmasını taleb ettiğimiz şey ise, Ayasofya-nın hürriyetine kavuşturularak, milleti bağlayan zincirlerden kurtulmalıdır.

4-Hızla İttihad-ı İslam yani islam ülkeleriyle bir birlik oluşturulmalıdır.

5-Azınlık hakları göz önünde bulundurulmalı, haksızlığa uğramaları engellenmelidir.

6-Özellikle bizim olduğu şüpheli olan Milli Eğitim ve müfredatı bu milletin ruhuna uygun olarak düzenlenmeli, bu konuda öğretmenlerin görüşüne baş vurup gereği yapılmalı, hantallıktan kurtarılarak, geleceğe taşıyan bir eğitim haline dönüştürülmelidir.

Tüketen ve üğüten değil , üreten bir kurum olmalıdır.

Öncelikli olarak Tevhid-i Tedrisat kaldırılmalıdır.

7-Darbelerin yapılmasından toplumsal kavgaya kadar sebep olan Atatürk-ü koruma kanunu kaldırılmalıdır.

8-Devlet dairelerine kaliteli ve kapasiteli insanlar alınmalı, dost ve dayılık dönemi kaldırılmalıdır.

Kaliteli ve başarılı insanlara sahip çıkılmalıdır.

8-Diyanet aktif hale getirilmelidir. Toplumun şüphelerini ve tartışmalarını birinci elden çözen bir kurum olmalıdır.

9-Bürokrasi azaltılmalı, işler hızlandırılmalıdır.

10-Hukuk hızlandırılmalı, haksızlık ve mağduriyetler hızla giderilmelidir.

11-Kavga eden değil, proje üreten partilerle iş birliği yaparak, birleştirici politika izlenmelidir.

12-Gençlere sahip çıkılmalı. Uyuşturucu gibi zararlı yollara düşmeleri engellenmelidir.

13-İslam dünyasına sahip çıkmalı, onlara maddi manevi destek sürdürülmelidir.

14-Ekonomiden paylar dağıtılırken toplumun tüm kesiminin yararlanması adaletli olmalıdır.

15-Avrupa birliğine girmede son nokta konulmalıdır.

16-Pkk ve terör bitirilmelidir.

17-İdam da dahil, işlenen suçların cezaları caydırıcı olmalıdır.

18-Yeni şeyleri ve yenilikleri yapmaya sürekli açık olmalıdır.

MEHMET ÖZÇELİK

16-04-2017




BİZİM OĞLANLAR BAŞARAMADI VE DE BAŞARAMAYACAK

BİZİM OĞLANLAR BAŞARAMADI VE DE BAŞARAMAYACAK

 

1960 darbesinden beri işin içinde olan Abd, İsrail, İngiltere, Avrupa ve Nato bugün tamamen ifşa olmuş, kirli niyetleri anlaşılmıştır.

Türkiye Gazetesi’nden B. Yaşar bugünkü yazısında;

“İddianamede çok dikkat çekici bir nokta var. Darbe girişimini yöneten Adil Öksüz o gece ABD Konsolosluğu’nun santral numarasından aranıyor. Öksüz’ün ABD ile yaptığı tüm görüşmeler tespit edildi; kimlerle temas kurduğu kayda alındı” dedi.[1]

-Darbe girişimine ilişkin Akıncı Üssü’ndeki eylemlerle ilgili iddianame, iki numaralı şüpheli Adil Öksüz’ün telefonuna ait HTS kayıtlarını ortaya çıkardı. Elde edilen bilgilere göre Öksüz’ün 18 ve 19 Temmuz’da nerede olduğu öğrenildi. 21 Temmuz’da ABD Başkonsolosluğu’ndan yapılan arama da dosyada yer alıyor.[2]

-Akıncı iddianamesinde ilginç ABD ayrıntısı… Darbe girişiminde kullanılan kargo uçağında görevli şüpheli Sinan Sarı: Temmuz’da ABD’den aldığımız mühimmatı Akıncı’ya indirdik.[3]

Elektronik mühendisi sanık Uğur Özüdoğru savunmasında;” ‘amcalar ABD ile anlaşmış müdahale olacak’ dedi. Ben eliyle omzunu göstermesinden işin içinde askerlerin olduğunu anladım. Danışmanlık dediği iş o. ‘Askerler sizi götürecek bilgisayarla ilgili bir şey olursa size soracaklar, sormazlarsa karışmayın’ dedi. Sözlerine, ‘bütün komuta kademesi anlaştı. ABD ve NATO’dan izin var’ diye devam etti. Ben o an şoktaydım. Her şeyin ayarlandığını sokağa çıkma yasağı ilan edileceğini ve saat 03.00’da darbe olacağın söyledi.[4]

 

-Kerkük’te ABD kilidi, İran parmağı!

Irak toprakları 2003’te ABD tarafından işgal edildi. Irak’taki işgal yönetiminin başına da ABD’nin Irak valisi olarak tanınan Paul Bremer getirildi.[5]

 

-Bizim çocuklar başaramadı.

15 Temmuzda atılan maya tutmadı.

Mayası bozukların mayaları tam bozuldu.

Ezan olsak dinmeyiz, bayrak olsak inmeyiz. (Alıntı)

Bugünkü pkk dünkü tehcirden kaçarken kalan veya birilerinin yanına bırakılan döllerdendir.

Bugünkü pkk ve kripto hainler yüz senedir kendilerini gizleyerek, kendilerini kullananlar tarafından toplumun boşluğundan istifade edip veya B planı olarak kullanıma sunulmuş derin devletin yedekte bulundurduğu azınlık yama ürünlerdir.

Bunlar da bizim oğlanlardandır.

Şerler ve şerliler ortak noktada birleştiler.

-1998 yılında tesis edilen Vatikan ile El Ezher arasındaki ilişkiler, 2011 yılında dönemin Papası 16. Benediktus’un Mısır’daki Kıpti Hristiyanlara yönelik saldırılara gösterdiği tepki nedeniyle son 5 yıldır donmuş durumdaydı.

Papa Franciscus ile El Ezher Şeyhi Tayyib arasındaki bugünkü görüşmenin buzları eriten görüşme olması sebebiyle, tarihi olduğu yorumları da yapıldı.[6]

Katolik Kilisesi lideri ve Vatikan Şehir Devleti Başkanı Papa Francesco, gelecek ay Mısır’a giderek, aralarında El Ezher imamı Şeyh Ahmed El Tayyib’in de bulunduğu dini ve siyasi liderlerle görüşecek.

El Ezher imamı Şeyh El Tayyib geçen yıl Mayıs ayında Vatikan’ı ziyaret ederek Papa Francesco ile görüşmüş, Vatikan’da bir Papa ile görüşen ilk El Ezher imamı olmuştu.[7]

Avrupa ve papalık Türkiye-den sonra en çok önem verdiği ikinci ülke Mısırdır.

Şimdi mısıra çengel takılmaya çalışılmaktadır.

Hedef ise Papa II. John Paul’un 2000 yılına girerken (24 Aralık 1999) yayınladığı mesajda saklıdır; “Birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda (2001’den sonra) hedefimiz Asya’yı Hristiyanlaştırmak olmalıdır!..”

 

REFERANDUMDA NE DEMELİ ?

 

Referandumda ne diyelim; Evet mi Hayır mı?

Evet demeden önce Hayır diyenlere bir bakın;

Pkk ve onun destekçileri hayır diyor.

Fetö ihanet şebekesi hayır diyor.

Tüm Avrupa ve papa, Almanya, Hollanda, Abd, İsrail, İngiltere toptan hayır için çalışıyor.

Bizdeki kısır sol zihniyetliler, 3. Köprüye, kanal İstanbula, Yeni havaalanına karşı çıkanlar hayır diyor.

Bir asırdır kökü bereketsiz ve kısır, bu millete hiçbir şey vermeyip, maddi ve manevi her şeyini alan, bir çivi bile çakmadığı gibi, bin senedir çakılan çivileri söken Chp ve onun  proje üretmeyen ve üretemeyen tüketime yönelik zihniyeti hayır diyor.

İrabdan mahalli olmayan itibarını yitirmiş, bir ağırlığı olmayan dost görünen azınlıktaki ahmak dostlar hayır diyor.

İhanet içerisinde olanlar hayır diyor.

O halde hayır diyenler hain midir?

Hain değildir ancak hainler hayır diyor.

Bir yazar Bediüzzaman olsaydı ne derdi? demiş ve şu cevabı yazmıştım.

Bediüzzaman olsaydı kirli, lekeli ve de şaibeli insanlarla aynı karede poz vermez. Üstadı ve hocası olan İmam-ı Şafiiyi takib ederdi.

O zat şöyle der; Fitne zamanı hakkı tutanı nasıl anlarız?
Der ki: Düşman okunu takip edin, o sizi Hak ehline götürür.

Sizlerde hiçbir şey bilmiyor veya kararsız iseniz, atılan okları takip edin hakkı bulursunuz.

MEHMET ÖZÇELİK

05-04-2017

 

[1] http://www.habervaktim.com/haber/503865/adil-oksuzle-ilgili-bomba-iddia-bakin-kim-aramis.html

[2] http://www.yenisafak.com/gundem/adil-oksuzun-adimlari-hts-kayitlarinda-ortaya-cikti-2636578

[3] http://www.ahaber.com.tr/gundem/2017/04/04/akinciya-abdden-esrarengiz-sevkiyat

http://www.yenisafak.com/gundem/akinciya-abdden-silah-tasidilar-2638080

[4] http://www.haber7.com/guncel/haber/2298888-itiraf-geldi-amcalar-abd-ve-nato-ile-anlasti

http://www.haber7.com/guncel/haber/2298765-hainlerin-telefon-trafigi-desifre-oldu

[5] http://www.haber7.com/dunya/haber/2297812-kerkukte-abd-kilidi-iran-parmagi

[6] http://misirbulteni.com/ezher-seyhi-ahmed-el-tayyip-vakitanda-papa-ile-gorustu/

[7] http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-39315038

 




VEYL OLSUN BU ADAMA

VEYL OLSUN BU ADAMA

Gerçekten bir değil bin veyl olsun bu Fetö-ye ki;

Fetullah Gülen, 20 Ağustos’ta yayınlanan sohbetinde “Haçlının ülkenizi işgal etmesi, çok tehlikeli değildir; çünkü sizin ve onların arasında kırmızı çizgiler vardır. Bir kere onlar, sizin kadınlarınıza kızlarınıza ilişmezler, mâbedinize ilişmezler; ilişmemiş Haçlılar.” dedi..[1]

Bunu söyleyen bir insan, ne insan ismine layıktır ve ne de bu milletin kanını taşımaktadır.

Bunu azıcık imanı, şerefi, namusu, tarihi bilgisi, soyluluğu, geçmişi olan birisinin söylemesi mümkün değildir.

Bu söz bile Fetö-yü tanımak için yeterlidir.

Maliyetini göstermesi konusunda yeterli kanaatı vermektedir.

Ya bunu normal görüp, tasdik edenler?

En azıyla bu küfre, zulme ortak olurlar.

-Şimdiye kadar Fetö yü kirletenler, bundan sonra temize çıkarmaya çalışacaklardır, almanlar gibi…

Fetö işin başından beri hesaplıydı.

*Fetö-ye etki eden 3 şahıs. Kasım Gülek, Fuat Doğu, Yaşar Tunagür idi.

-Kötüler büyük değil, fitneleri büyüktür.

Büyük olan düşman değil, bir kıvılcımla ormanları yakan fitnedir.

Bir kişi yüz bin kişiyi fitne ile yıkar, fitne ile yakar.

Fetö işte bu fitneyi ateşledi.

O da en az yarım asır milyonları yakacak ateş..

Fetö böldü.

Bölüştükçe tok oluruz, bölündükçe yok oluruz.(Dirilişten)

İmam-ı Şafii Hazretleri :
“Fitne zamanında düşman oklarına bakın, yönü kime çevrilmişse o doğru yoldadır.”

Kim batıyı ve daha hazini haçlı keferelerini savunmaktadır.

*********************

Batı mı?

İşte o batı, bizleri yarım asırdan fazla kapısında bekleten haçlı çocukları…

Batının bizi kabul edip, sevimli çocuk olarak değerlendirmesinin yolu şunları yapmaktan geçer;

-Onlara her konuda hamile kalmak.

Sürekli borçlu olmak.

Yüzünü doğuya hatta Rusya-ya  ve Çine dönmemek.

Ne olmak ne de ölmek halinde bulunmamak.

Sürekli sağılan inek olmak.

Baş  kaldırmamak, dik durmamak ve diklenmemek.

Kendi darbecilerini kendisi seçmemek.

Kendisi seçse de batı onaylı olmalı. Kenan Evren gibi…

Aksi takdirde darbelere açık bir ülke olacaktır.

Birde on yılda bir resetlenmeli, büyümesi ve gelişmesi engellenmelidir.

1954 yılına kadar Osmanlının borcunu öderken, daha sonra imf- ye mahkum edildik.

Şu andaki borçlanmamamız ve borçlarımızı ödemiş olmamız batıyı kudurtmaktadır.

Koca Osmanlı verildiği, Filistin de yanına ek olarak verildiği halde kurtulamadık.

Bağımsız olmamız onları bağladı.

Orta-doğuyu istedikleri liderlerle donattılar.

Şimdilerde demode olunca onları yenileriyle değiştirmeye başladılar.

Mısır buna ayak diretince Sisi ile değiştirdiler.

Sıra Türkiye de idi.

Türkiye de dik duruşla direnince her yolu denediler ve de açıkça da deneyeceklerdir.

MEHMET ÖZÇELİK

27-03-2017

 

 

 

 

 

[1] http://www.yeniakit.com.tr/haber/gulen-haclilarin-ulkenizi-isgal-etmesi-kotu-bir-sey-degildir-204887.html

https://www.youtube.com/watch?v=_pOfh05YdNM

 




İYİ Kİ……

İYİ Kİ……

Tepki çekmemek için devamını yazmadım.

Olay ise şudur;

2 Mart günü Adıyaman ilinin Samsat ilçe merkezine 1 km mesafede 5.5 büyüklüğünde deprem meydana gelmişti.

Bu deprem esnasında sınıfta 7. Derste ders anlatıyordum.

Bir ders daha kalmıştı.

Namaz ve ölüm konusunda lise imam hatip öğrencilerine öğütte bulunuyordum.

Deprem üzerine öğrenciler dışarıya çıktılar.

Bu öğrenciler içerisinde birisi;

Hocam, o esnada düşündüm; eğer ölürsem Rabbimin huzuruna nasıl giderim? dedi.

Ancak asıl üzücü durum ise bir öğrencinin şu sözü idi;

İyi ki deprem oldu. Dersten kurtulduk.

Hangi dersi işlediklerini bilmiyorum ancak bu hastalığın genel bir hastalık olduğunu çok iyi biliyorum ve de öğretmenler tarafından da bilinmektedir.

Her ne kadar bu mevzii bir durum da olsa, bir öğrencinin sözü umuma mal edilmese de ortada bir gerçek mevcuttur.

Öğrenciler çoğunluk itibarıyla eğitimden haz ve lezzet almamaktadırlar.

İğreti durmakta, bir işe girmesini sağlarsa, evden kaçma sebebi olursa, biraz rahatlık olursa, okuldaki yaptıkları olumsuzluklardan da ceza almazsa, aldığında da kurulda affedilirse, affedilmese bile Milli Eğitim müdürlüğünce birkaç kez tekrar görüşülmesi için gönderilirse gel de bu eğitimden başarı ve hayır bekle…

-1970 yıllarında bizler eğitim görürken dersin bitmesini istemez, daha çok öğrenmek ister, not tutmaya özen gösterir, cumartesi yarım gün eğitim devam eder ve de okulun dışında ek olarak öğrenmeye devam ederdik.

Bu öğrenciler mi bu eğitimi taşıyamamaktadır yoksa bu eğitim mi bu öğrencileri taşıyamamaktadır?

Eğitim gönül ve samimiyet işidir.

Eğitim değişmedikçe bu millet değişmez.

Eğitim ve bu millet değişmedikçe de bu milletin geleceği değişmez.

Bir asırlık maddi manevi sıkıntılar, eğitimin sıkıntısındandır.

Ders sayısından müfredat proğramına, uygulamadan hayata yansımasına kadar bir çok alandaki çarpıklıklar, toplumdaki çarpıklığı oluşturmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

25-03-2017




CANSIZLAR VE HALLERİ

CANSIZLAR VE HALLERİ

Varlıklar genel olarak cansız ve canlılar veya cansızlar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar olarak tasnif edilir.

Anlayışsız insanlara hakaret edilirken; taş kafalı veya odun kafalı diye hakaret edilir.

Oysa taşlar dahil hiçbir varlık manasız, sessiz, önemsiz, anlamaz ve anlaşılmaz değillerdir. Gelin onlara âyet ve hadislerde geçen birkaç misalleriyle bir göz atalım.

Âyetlerde;

“Şüphesiz biz emaneti, göklere yere ve dağlara teklif ettik…”[1] ayeti, Burada her ne kadar emredenin nüfuziyeti, hakimiyeti, yaptırım gücü ve anlatma kudreti söz konusu olsa da, muhatap olan gök ve yerin de insanın mükellefiyeti yüklenmesi gibi onlara da teklif edilmiş ancak onlar böyle ağır bir riski ve tehlikeyi kabul etmeyeceklerini söylemişlerdir.

Hem kendilerine hitap edilmiş ve de hem de kendileri buna bilerek red cevabını vermişlerdir.

-“Göğe ve yere; “İsteyerek veya istemeyerek gelin” demişti; ikisi de; “İsteyerek geldik” diye cevap vermişlerdi.”

Sonra onları, iki günde yedi gök halinde tamamlamış ve her gökte ona ait emri vahyetmişti.[2]

İster istekli olun isteyin, isterseniz isteksiz olup istemez olun, her iki halde de emrimi yerine getirin emrine karşı yer ve gök; isteyerek emri yerine getireceklerini dile getirmişlerdir.

Burada kendi lisanlarıyla hitaptan, kendilerinin kendi lisanlarıyla bir konuşması, anlaması söz konusudur.

“Gök çatlayınca Rabbini dinlemiş, görevini yaptığı onaylanmış olarak.

Yer (düzeltilip) uzatılınca, İçindekileri atıp boşalınca, Rabbini dinlemiş, görevini yaptığı onaylanmış olarak. (İşte o gün Ahiret hayatı başlar)”[3]

Yer ve göğün kendilerine verilen emri dinleyerek, yerine getirdikleri söz konusudur.

-Nuh Tufanında; “Ey yer, suyunu yut! Ey gök suyunu tut!” denildi. Su çekildi, iş bitti; gemi Cudi’ye oturdu.”[4]

Allahın emriyle vazifesine başlayan gök ve yer, yine Allahın emri ile görevlerini bırakıyorlar.

-Nemrut, İbrahim aleyhisselamı ateşe atınca Allah “Ey Ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol.” demiş o da öyle olmuştu.[5]

İşi yakmak olan ateş, Allahın emriyle o işini bırakıyor. Tam zıddı bir hal alıyor.

Bunlar sadece bir mucize eseri ve basitçe olaylar olarak geçiştirilecek işler değildir.

O varlıkları daha iyi anlamaya, bizlerin de onlara bir çok şeyleri aktarabileceğimize de işaret edilmektedir.

-“Rahmân çocuk edindi” dediler. Gerçekten ortaya, çok çirkin bir şey attınız. Bundan dolayı nerdeyse gökler çatlayacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecek gibi oldu. Çünkü Rahman’ın çocuğunun olduğunu iddia etmişlerdi...”[6]

Allaha yapılan iftiraya gökler O’nu tanımakla kalmayıp, savunmaya geçmektedirler.

-“Onlara ne gök ağladı ne de yer. Onlara aman da verilmedi.”[7]

Kâfirin küfrünü ve onun tüm kâinata karşı bir tecavüz olduğunu bilen gök, Kâfirin ölmesinden dolayı üzülmemekte, mefhum-u muhalifiyle müminin ölmesinden dolayı üzülüp ağlamaktadır.

“… Taş vardır, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır, çatlar da ondan sular çıkar. Taş vardır, Allah korkusundan aşağıya yuvarlanır.”[8]

“Biz bu Kur’ân-ı bir dağın üzerine indirseydik Allah korkusundan başını eğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu örnekleri insanlara veriyoruz; belki düşünürler.”[9]

Gerek Allah-ın Hz. Musa-ya Tur-i Sina-da tecellisinden gerekse de korkusundan dolayı tuz buz olması gayet düşündürücüdür.

Süleyman için cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular toplandı. Düzenli bir halde idiler. Karınca deresine kadar geldiler. Bir karınca şöyle dedi: “Karıncalar, yuvalarınıza girin! Süleyman ve askerleri sakın sizi ezmesin! Onlar farkına varmazlar.

Süleyman tebessüm edip  gülümsedi. 

…….Süleyman kuşlar ordusunu teftiş etti. Sonra şöyle dedi: “Ne oldu, neden Hüdhüd’ü göremiyorum. Yoksa kayıplara mı karıştı? Ne olursa olsun ona ağır bir ceza vereceğim, ya da onu keseceğim. Bana apaçık bir kanıt getirirse başka!”

Fazla beklemedi (Hüdhüd çıka geldi). Dedi ki; “Senin bilmediğin bir şey öğrendim. Sana Seba’dan doğru bir haber getirdim. Orada hükümdarlık yapan bir kadın gördüm. Her şeyi var, bir de koskoca tahtı.  Baktım ki, hem o, hem toplumu, Allah’ı bırakmış güneşe secde ediyorlar. Şeytan, yaptıkları kötülükleri onlara güzel göstermiş, onları yoldan çıkarmış; doğruyu göremiyorlar. Allah’a secde etseler ya! Yerlerin ve göklerin bütün gizlilerini açığa çıkaran, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen odur. Allah… Ondan başka ilah yoktur. O büyük arşın sahibidir.”

Süleyman dedi ki: “Bakacağız, doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının teki misin? Şu mektubumu götür, onlara at. Sonra kenara çekil. Bak bakalım ne diyecekler.”[10]

Karınca Süleyman Peygamberi tanıyor, ordusunun atlarının altında kalarak hayatlarının son bulacaklarını biliyorlar, bunu birbirlerine haber verip, Süleyman Peygamber de bunu duyarak tebessüm ediyor.

Dahası ise, Bunu Allah kendi ezeli ve ebedi kelâmıyla kitabında dile getiriyor.

Hüdhüdle de durum tam bir çekişmeli şekilde aralarında geçiyor.

-“Yedi gök, yer ve bunlarda olan herkes onu tesbih ederler. Hamdi sebebiyle onu tesbih etmeyen varlık yoktur. Ama siz onların tesbihlerini kavrayamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.[11]

Tam bir hakikattır ki, canlı cansız tüm varlıklar kendi lisanlarıyla Allahı tesbih edip anmakta, Allah-ı bilip tanımakta, emrini itirazsız yerine getirmektedirler.

-“Yeryüzü sarsıldıkça sarsılınca, Yeryüzü ağırlıklarını dışarı atınca, İnsan, “ne oluyor?” deyince, İşte o gün yer, bütün haberlerini anlatacak, Senin Rabbinin ona fısıldadıklarını bildirecektir.”[12]

İster deprem isterse kıyamet hallerinde dahi hiçbir şey tesadüfi değil, yerin kendisine verilen emri aynısıyla yerine getirmesidir.

-“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde bozulma olur. Bu, yaptıklarının bir kısmını tatmaları içindir. Belki vazgeçerler.”[13]

Değil dünya tüm kâinat insanla alakadardır.

Hadiste de belirtildiği gibi; Denizin dibindeki balıklar dahi, insanın zulmünden şikayet etmekte, insanların kendi rahatlarını kaçırdıkları şikayetinde bulunmaktadırlar.

-“Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, onlar da sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kitabta hiç bir şeyi eksik bırakmamışızdır. Sonra onlar Rablerinin huzuruna toplanacaktır.”[14]

“Görmediler mi ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık ta kendileri onlara mâlik olmaktadırlar. Onları kendilerine boyun eğdirdik. İşte binekleri onlardandır ve onlardan yiyorlar. Kendileri için onlarda daha birçok faydalar ve içecekler var. Hâlâ şükretmiyorlar mı?”[15]

Varlıkları bizler kendi emrimiz altına almış değiliz. Bizden büyük varlıların bizlere olan hizmetleri, bir emrin neticesidir.

-“Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin.”[16]

Allahın bal arısına ilhamı ve fısıldamasıyla beraber, onların bunu anlayıp gereğini yerine getirmekte olduklarını yediğimiz ballarla da görmekteyiz.

*********************

Hadislerde;

Dağın ve taşların Peygamberimize peygamberliğinden öncesinde de Peygamberin peygamberliğini söyleyip selam vermeleri, bulutların gölgelik yapması, taşların tesbih etmesi, Hicret esnasında Sebir dağının kendi üzerinde Peygamberimizin şehit edilmesinden korkup, üzerinden inmesini istemesi, kuru direğin Peygamberimizin ayrılığından dolayı enin edip ağlaması, kısaca onlarca cansız ve düşüncesiz denilen varlıkların şuurlu olmasa da bilinçli hareketleri ve konuşmaları, duyup yerine getirmeleri gayet düşündürücüdür.

Zaten cennette her şey emri anlar ve yerine getirirler. İşte misaller;

-Peygamberimizin onlarca bereketle yaptığı yemek, su vs, dualarla bereketin oluşması, “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın envâ-ı mu’cizâtından birisi de, ağaçların insanlar gibi emrini dinlemeleri ve yerinden kalkıp yanına geldikleridir ki, şu mu’cize-i şeceriye, mübarek parmaklarından suyun akması gibi, mânen mütevatirdir. 5 Müteaddit suretleri var ve çok tariklerle gelmiştir.”[17]

Acaba, o Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma ağaçlar, misallerde göründüğü gibi, onu tanıyıp, risaletini tasdik edip, ona selâm ederek ziyaret edip emirlerini dinleyerek itaat ettiği halde, kendilerine insan diyen bir kısım câmid, akılsız mahlûklar onu tanımazsa, iman etmezse, kuru ağaçtan çok ednâ, odun parçası gibi ehemmiyetsiz, kıymetsiz olarak ateşe lâyık olmaz mı?”. kuru direğin büyük bir cemaat içinde, muvakkaten firak-ı Ahmedîden (a.s.m.) ağlaması,[18]

Cemâdatta taş ve dağ taifesinin mu’cize-i Nebeviyeyi gösterdikleri…

Nitekim, Hâdim-i Nebevî Hazret-i İbni Mes’ud der ki: Biz Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında taam yerken, taamın tesbihlerini işitiyorduk.

Hazret-i Enes (hâdim-i Nebevî) demiş ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın yanında idik. Avucuna küçük taşları aldı; mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Ebu Bekri’s-Sıddık’ın eline koydu; yine tesbih ettiler.[19]

Ebu Zerr-i Gıfârî, tarikinde der ki: Sonra Hazret-i Ömer’in eline koydu; yine tesbih ettiler. Sonra aldı, yere koydu, sustular. Sonra yine aldı, Hazret-i Osman’ın eline koydu; yine tesbihe başladılar. Sonra, Hazret-i Enes ve Ebu Zer diyorlar ki: “Ellerimize koydu, sustular.”

Dağ, taş, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma esselamu aleyke ya rasulallah  diyorlardı.

Hazret-i Ali’nin tarikinde diyor ki: Bidâyet-i nübüvvette, nevâhî-i Mekke’de Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile beraber gezdiğimizde, ağaç ve taşa rast geldiğimiz vakit esselamu aleyke ya rasulallah  diyorlardı.Hazret-i Câbir, tarikinde der ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, taş ve ağaca rast geldiği vakit, ona secde ediyordular. Yani, inkıyad edip esselamu aleyke ya rasulallah  diyordular.[20]

Bu gibi misaller Bediüzzamanın 19.Mektup adlı eserinde çokça zikredilmektedir.

MEHMET ÖZÇELİK

31-12-2016

 

 

 

[1] Ahzab 72.

[2] Fussilet 41/9–12.

[3] İnşikak 84/1–5.

[4] Hud 11/44.

[5] Enbiya 21/69-71.

[6] Meryem 19/88–91.

[7] Duhan 44/29.

[8] Bakara 2/74.

[9] Haşr 59/21.

[10] Neml 27/17–32.

[11] İsra 17/44,bak. Nur 24/41,Rad.15.

[12] Zilzâl 99/1–5.

[13] Rum 30/41.

[14] En’âm / 38.

[15] Yâsîn / 71 -73.

[16] Nahl / 68.

[17] On Dokuzuncu Mektup.183) /Dokuzuncu İşaret.

[18] Age.189.

[19] Age.194.

[20] Age.195.




İMTİHAN

İMTİHAN
Allah her insan tarlasına farklı tohumlar ekmektedir.
Hiçbir tohum diğer tohuma benzememektedir.
Ancak her tohum mükemmel sümbül verip, ağaç olabilecek kapasitededir.
Mükemmel insan…
İnsan-ı Kâmil…
İnsanların farklılığı, o insanlara ekilen tohumların farklılığındandır.
Hiçbir insan fiziki olarak olduğu gibi, ruhen ve manen de birbirine benzememektedirler.
Farklılıklar kabiliyet farklılığından ileri gelmektedir.
İslâmiyet o kabiliyetlerin neşv-ü nema bulması için suyu, mükemmel çalışmasını sağlayan Kur’an-ı Kerim ise onun çalışma ve çalıştırma programıdır.
Kontrol mekanizması ruhu, kalbi motoru, nefsi enerjisi, aklı kılavuzudur.
Din bir tarladır. İnsan ise o tarlada ekmek ve ekilmek için gelmiştir.
İnsanlar bir çok elekten geçirilerek elenmektedir.
Ana rahminde elenen bir veya dokuz evlat olarak dünyaya gelenler, finali göğüsleyenler, bu maddi ve verilen fırsattan geçtikten sonra, ikinci bir imtihana tabi tutulmaktadır.
Ortalama olarak 70-80 sene gibi bir imtihan süresi bir hak olarak tanınmış ve kişilikler oluşarak belirginleşmeye ve sonuçlanmaya başlamıştır.
Gerçek finali belirleyecek olan dünya hayatıdır.
Akibeti ve neticeyi belirleyecek olan ise mahşer meydanıdır.
Dünyadaki zahiri görüntüyü, ahiretteki kapsamlı mahkeme belirleyecektir.
-Allah neden bana sormadan beni neden yarattı belki yaratılmamı istemeyecektim, diyerek itiraz edip isyan eden insanın bu kadar bağırmasına gerek yok.
Nasıl olsa tekrar aynı geldiği yere gönderilecektir….
Kazanamadığı takdirde…
O halde imtihana odaklanalım….
-Hayat ateşten bir gömlek değil, zehirden bir şerbettir.
İçince ölürsün, içmeyince susuzluktan kıvranırsın.
Gel de zehirle şerbeti ayrıştır.
İmanlı hayat gerçekte ayrıştırılmış bir hayattır.
Fısklı hayat, tam ayrıştırılmamış hayattır.
Küfürlü hayat, zehirli hayattır.
Günahlı hayat zehir karışımlı şerbetli hayattır.
-İmansızlık müebbed hapsi, namazsızlık ve büyük günah ise ağırlaştırılmış hapsi gerektirmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
26-02-2017




ÜÇ AYLAR VE REĞAİB GECESİ

ÜÇ   AYLAR   VE   REĞAİB   GECESİ

             Mübarek üç aylar ve onların içerisinde barındırdıkları Mübarek Geceler; müslümanların aleminde manevi birer atmosfer oluşturmaktadırlar.

Sıkıcı bir atmosfer içerisine giren insan sıkılır. Bunun gibi de ferahlı ve rahat,Rahmet atmosferi altında bulunan kimse de o nisbette huzur bulur. İşte bu aylar (Receb-Şaban-Ramazan) huzur ayları,bu gecelerde huzur geceleridir.

Nasıl ki Cenâb-ı Hak;hararetle su bekleyen,suya susamış,susuzluktan çatlamış toprağa sünger gibi bulutlardan Rahmetini indirip,toprağın imdadına koşturuyorsa,bunun gibi de;maneviyata susamış,bunalmış bir milletin ve milletlerin her düzeydeki ferdine de manevi rahmet feyzini akıtmakta,onları teskin etmektedir. Fasıkı da,kafiri de o rahmetten istifade etmektedir. Her ne kadar sıkılmaya çalışsa ve istemese de… Yağmurdan rahatsız olan ve zarar gören tenbel insanın kendisinden kaynaklanan bir eksikliğinden dolayı her ne kadar zarar görse de,dolaylı olarak o zarardan daha fazla fayda görmekte,bolluğa neden olmaktadır. O yağmur yine rahmettir..yine rahmettir..Ramazanda dolaylı her kes için bir rahmettir.

Yağmur rahmeti yanında yer yüzünü de pisliklerden ve çör-çöpten temizler. Bu rahmet ayı ve gecelerde insanları manen günah kirlerinden temizler ve arındırır. Mü’mini cennete ehil olacak hale getirir.

Rahmet ayı ve gecelerin cehennem ve azabından farkı;insanı eziyetsiz,cezasız,temiz ve pak kılmasıdır. neticede her ikisi de temizler.

Nitekim bir mü’mini bozuk yerlerin havası nasıl rahatsız eder,kaçmaya çalışırsa,o bozuk havaya alışmış ve kendini alıştırmış bir insanı da –manevi yönü kapalı olduğundan- rahatsız edici gibi olsa da,yine dolaylı olarak onun Rahmetinden istifade eder.

Yılın belirli zamanlarında fuarlar,haftanın belirli günlerinde pazarlar kurulur. İnsanların umumi istifadesine sunulur. İnsanlar senelik veya haftalık ihtiyaçlarını,bazen de ömürlük kazançlarını buradan temin ederler.

Üç aylar ve gecelerde böyledir. İnsanların ebedi hayatlarına lazım ihtiyaçlarını temin ettikleri bir fuar,bir Pazar ve bir sergidir. Zad-ı ahiret buralarda,bu zamanlarda tedarik edilir.

Kimini hayra teşvik eder,kimini kemâlâta uruç ettirip,çıkarır. Kiminin beraetine vesile olurken,kimine de seksen senelik bir ömür mahsulatı içerisinde kazanılacakları kazandırır.

O halde insan nerede çok kalacaksa yatırımının da çoğunu oraya yapmalıdır. anne karnında pek uzun müddet kalmayacağımızdan dolayı oraya yatırım yapmadık ve yaptırılmadı. El-ayak-gözler burası için verilmişti. Ora için değildi.

Bize verilen hayat ki;bu kısa dünya hayatı için değildir. İçerimize yerleştirilmiş olan bu manevi duygular ki;bu maddi,kesif ve dar olan alem için değildir. Belki baki ve ebedi bir alem içindir.

Teşbihte hata olmasın;Devlet ve iş damları senenin belirli zamanlarında ve aylarında belli yerlere ve işlere yatırım yapar,işini kurar ve çalıştırır.

Bu mübarek aylar ve gecelerde manevi ticaret ve yatırımların yoğun olduğu aylardır. Geri kalmak hatadır. Böyle bir hataya düşmemek gerek. Yüzümüzü ve nazarlarımızı dünyadan ukbaya,ebedi ahiret hayatını netice verecek hakikatlara çevirmeliyiz.

 

                                   RECEB         AYI

Üç ayların İlk olan Receb ayı,aynı zamanda arabi ayların yedincisidir. Ta’zim ve Tebcil etmek anlamınadır.

Hadiste:”Receb şehrullahdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”buyurulmuştur.

İbni Abbas’dan nakledildiği üzere:”Rasulullah (SAM) Receb ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz,(galiba) hiç yemiyecek (ayın her gününde tutacak) derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, (galiba) hiç tutmayacak,derdik.”der.Bununla bu ayda tutmanın mendub [1] olduğunu söylemiş,emretmemiştir.[2]

Müşriklerce de haram ay olan Zilkade,Zilhicce,Muharrem ve Receb ayları kutsal sayılırdı.”Bu dört ayın haram edilmesi,İbrahim ve İsmail Aleyhimus Selam’dan intikal etmiş adeti seniyyedir.

“Ey iman edenler! Bu dört ayda (nefsinize) zulmetmeyiniz. Çünki,bu aylarda işlenecek güzel amellerin sevabı diğer aylardan fazladır. Ve bu aylarda işlenecek kötülüğün cezası da öteki aylardan daha büyüktür.”[3]

Peygamberimiz halası oğlu Abdullah bin Cahşı,Bedir savaşından iki ay önce bir müfrezeyle Kureyş kabilesinin kervanını gözlemek üzere gönderdiğinde,onlar Mekke ile Taif arasında bulunan Batn-ı Nahl denilen yere vardılar.

Üç kişilik bir kervanla karşılaşıp,birini öldürüp,ikisini esir alarak peygamberimize getirdiler. Bunun üzerine müşrikler:”Muhammed haram ayları,içinde korkanların bile emin olduğu kutsal ayları helal sayıyor ve o ayda kan döküyor.”dediler. Peygamberimiz o sahabelere:”ben size haram aylarda savaşmanızı emretmedim.”buyurdu.

Abdullah bin Cahş ise:”Ya Rasulallah,biz İbnül Hadramiyi öldürdük. Sonra akşam olunca Receb ayının içinde mi Cumadel ahire ayı içinde mi öldürdüğümüzü anlayamadık.dedi. Cenâb-ı Hakkın hükmü beklenildi. Bunun üzerine inen ayette:

“Sana haram o ayı,ondaki muharebeyi sorarlar. De ki:”O ayda muharebe etmek büyük günahtır;Allah yolundan men etmek,onu inkar etmek,Mescid-i harama gitmelerine mani olmak,onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür. Fitne,katlden de beterdir. Kafirler,güçleri yetse,sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim dinden dönerse,kafir olarak ölürse,o gibilerin yaptığı (iyi) işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennem yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”[4]

Ayeti ile müşriklerin yaptıklarının daha şiddetli olduğu ifade edilmektedir.

Ve bu ayet cumhuru ulemaya göre de:”O müşrikleri,onları nerede bulursanız öldürün.”[5] Ve “Müşrikler sizinle nasıl top yekun harb ederlerse sizde onlarla top yekün harb edin.”[6] ayetleriyle de neshedilmiştir.[7]

Ve”Haram ay,haram aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırırsa sizde,tıpkı onların size saldırdıkları gibi,onlara saldırın.”[8] âyetiyle de müdafaanın caiz olduğu bildirilmiştir.[9]

Zira onlar ve onların devamı olanlar her an savaş ve fitne üzeredirler. Böylece:”Yahudi ve hristiyanlar,sen onların dinine girmedikçe senden razı olmazlar.”[10]hükmünce de,onların dinine girme söz konusu olmayınca da bu durum kıyamete kadar da geçerlidir,fitne de onlardan eksik olmaz.

                                                REĞAİB   GECESİ

Reğaib:”çok istenilecek şeyler,hediye,atiyye,çok rağbet olunan şeyler,bol bol ihsan etmek.”[11]anlamlarına gelir.

Bu gecede Allah’ın rahmet,bereket ve ihsanının kullarına bol bol verilip,böyle atiyye ve ihsanlara karşı da insanların bigane kalmayıp rağbet etmeleri gerektiği içindir ki,bu ad verilmiştir.

Yapılması Müstehab olup,Peygamberimizden rivayet edilen bir hadiste:”Kim ki Recebin ilk Perşembe günü oruç tutar sonra akşam ile yatsı veya yatsı ile gecenin üçte biri arasında ve her rekatta bir fatiha,üç Kadr suresini ve on iki İhlas okumak ve iki rekatta bir selam vermek üzere on iki rekat Namaz kılar,selamdan sonra yetmiş kere:”Allahümme Salli ala Muhammedinin Nebiyyil Ümmiyyi ve ala alihi.”der,sonra secdeye kapanır ve secdesinde yetmiş kere:”Subbûhun Kuddûsun Rabbul melâiketi ver ruhi.”der;

Sonra başını kaldırır yetmiş kere:”Rabbiğfir ve erham ve tecâvez ammâ ta’lemu.”der,sonra tekrar secdeye kapanır ve birinci secdede okuduklarını aynı şekilde tekrar eder. Sonra secdede iken dilediğini isterse,bütün istekleri yerine gelir. Zira Peygamber Efendimiz devamla buyuruyor ki:”Bu namazı kılan kimsenin,deniz köpükleri,kumlar sayısı,dağlar ağırlığı kadar,ağaçlar yaprakları sayısınca günahı olsa da Allah-u taala bütün günahlarını mağfiret eder ve akrabasından cehennemi hak etmiş yedi yüz kişiye şefaat eder.”[12]

Büyük müjde…Müjde-i kübrâ… 

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi.Prof.İ.Canan. 10 / 466.

[2] Zad-ul Mead. İbni Kayyım el-Cevzi. 2 / 83.

[3] Üç aylar ve faziletleri. Abdulkadiri Geylani. Hazr. M. Güner.sh.8.

[4] Bakara.217,Tefsir-i Kebir Tercümesi.(Heyet) 5 / 90, Ahkam Tefsiri.M. Sabuni. Terc. M.T. 1 / 215, (Arapçası) 1 / 190,Muhtasar Tefsir-i İbni Kesir.M. Sabuni.(Arapça) 1 / 260.

[5] Tevbe.5.

[6] Tevbe.36.

[7] Ahkam Tefsir-i Tercümesi.age. 1 / 257.

[8] Bakara.194.

[9] Tefsiri Kebir.age. 5 / 91,93.

[10] Bakara.120.

[11] Yeni lugat.A.Yeğin.579.

[12] İhyau Ulumiddin. İmam Gazali. 1 / 555.

 

REĞAİB GECESİ

Rağbet ve teşvik anlamına gelen bu gece,insanların nazarlarını fâniden bâkiye,cüz’iden külliye çevirme amacıyla yapılan ve verilecek olan teşvikler dile getirilir.

            Normal durumda sevab bire on verilirken (En’am.160),Bu gecede bir yüz,Şabanda üç yüz,Ramazanda bin,Cumalarda binler,Kadirde otuz bin,tıpkı bire yedi yüz veren tohumlar gibi…

            Bu isim melekler tarafından verilmiştir.

            Rahmet ve berekete vesile olan bir gecedir.Bu gecenin alameti,yağmurla geçmesidir.Maddi ve manevi bereketin beraber nüzulüdür.

            “O’na ancak güzel sözler yükselir (Ulaşır).Onları da Allah’a amel-i Salih ulaştırır.”(Fâtır.10)

            Bu gecede tüm amel-i Salihlerin Allah’a arzedilip sunulduğu,Kelime-i Tayyibenin Kelime-i Habiseye galebe ettiği bir gecedir.Bunun da yer yüzüne aksetmesiyle iyilerin ve iyiliklerin,kötülere ve kötülüklere üstün gelmesine sebeb teşkil ettiği bir gecedir.

            İlâhi tecellilere mahzar olan Peygamberimizin ikişer olarak toplam on iki rekat namaz kıldığı rivayet edilir.

            Geceyi Kur’an ve anlamlarıyla,dua ve ibadetlerle geçirmeli,hiç olmazsa gecenin üçte biri değerlendirilmelidir.

            Rasulullah sahabilere;Müflis kimdir?diye sorduklarında sahabiler;Ya Rasulallah!Malını,mülkünü kaybetmiş ola müflistir,iflas etmiştir,buyurunca Efendimiz;-Hayır-der,müflis o kimsedir ki,ahirette Allah’ın huzuruna getirildiğinde,sevabından hiçbir şey olmayan ve bulunmayan kimsedir,buyururlar.

            Ölmüş ve çatlamış olan bir toprak için su ne ise,ölmüş ve çatlak kalbler içinde bu gecenin ehemmiyeti odur.

            Bu gece ve geceler,müminler için bir fuar niteliğindedir.Her türlü sevab pazarlarının sergilendiği gecelerdir.

            Bu ay ve geceler yatırım ayı ve geceleridir.Bu gecelerin yılda birkaç kere geldiği unutulmamalı,bu gecelerde âhiret hayatı için her türlü yatırımın temelleri atılmalıdır.

            Allah bu geceyi tüm alem-i İslâm için hayırlara ve fereclere vesile kılsın.Âmin.

 

                                                                                                          10-5-2003

                                                                                                   Mehmet   ÖZÇELİK     

 




REFORM MU DEFORM MU ?

REFORM MU DEFORM MU ?

Evet yapılmaya çalışılan Reform mu Deform mu?

İslamda reform yapmaya çalışanların ilk ve birinci amacı Deformdur.

İslâmı bozmak ve onun ötesinde kendilerine otuz yıl verildiğinde ne yapacakları konusunda;

-“1946 yılı içinde, TBMM kürsüsünde konuşan Başbakan Şükrü Saraçoğlu: “Din zehirdir.  Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene daha lazım.

-M. Kamâl: İkra, Bismi, Rabbi Safsatasını esas tutmuş Araplar… [TTK’ya 16-17 Ağustos 1931 tarihli mektup]

-Refik Ahmet Sevengil: “Allah’ı da, Sultan’la birlikte tahtından indirdik.

-Yine Osman Nuri Çerman “Türkün Dini Kemalizmdir” diye bir kampanya başlatmıştı, “Dinde Reform” isimli bir de dergi çıkarıyordu. Çerman’a göre, sadece ezan Türkçeleştirmekle kalmamalı, namazın şekli, vakitleri yeniden düzenlemeli, camilerin de yapısı yeniden düzenlenerek halkevlerinin kontrolüne verilmeli idi. Bu projeye göre, Kur’an’dan Ahkam ayetleri çıkarılacak, yerine Nutuk’tan parçalar eklenecekti.

-M.Kemal’in en yakın arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay: “Cehennemim var diye / Kurum etme ey Tanrım / Bağrımdaki ateşle / Seni bile yakarım”

-M. Kamâl: Masum ve cahil insanları, yüzlerce ALLAH’A taptırmak veya ALLAH’LARI muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir ALLAH kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir. (Türk Tarihinin Ana hatları kitabı veya 2000’e Doğru dergisi 22- 28 Şubat 1987 yayınlanmış el yazıları)

-M. Kamâl: ”Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.[Andrew Mango – Atatürk]

-M. Kamâl: Dini ve Namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar!. Böyle Kimselerle ülkeyi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce insanların din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi bunu yapanlarla kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz! Kalkınma bu şekilde kolay ve çabuk olur!

Dinî ve ahlâkî inkılâp yapmadan önce bir şey yapmak mümkün değildir. Bunu da ancak bu prensibi kabul edebilecek genç unsurlarla yapabiliriz

Ve bunun daha yüzlerce örneklerini verebiliriz ve görebilirsiniz.[1]

Ancak Allah müsaade etmedi, başarılamadı.

Ancak üç nesil kaybetti ve kaybettirildi.

Reforma gelince;

Mesela bir Felsefeci oruç tutma konusunda şöyle bir teklifte bulundu.

Aya göre tutulamaz mı? Yani sıcak aylara gelen zamanlarda bunu serin ve kısa zamanlara göre ayarlanıp tutulsa daha güzel olmaz mı?

Bu ve buna benzer seviyeli olmayan ve gülünç olan teklifler elbette ilahiyatçıların da zihinlerinde bulunmaktadır.

Bu durum şunu göstermektedir ki; Kendilerini dine uyduramayanlar, dini kendilerine uydurmaya çalışmaktadırlar.

Oysa bizler temmuz ayını ocak ayına, şubat ayını ekim ayına taşıyabiliyor muyuz?

Her ayı kendi içerisinde değerlendiriyoruz.

Arabi aylar bellidir. Ramazan ayı da o aylardan bir aydır. Bu ayın zamanını başka aya taşıdığımızda o ay ramazan değil ya receb olur veya zil-hicce olur, vs.

O ramazan ayı olmaz.

Oruç da ramazan ayında tutulan bir aydır.

Kısa bir hayatta her konuda kendilerini dünyaya uyduranlar, ebedi ve sorumlu oldukları hususta ise dini ve dinin emirlerini kendilerine benzetmeye çalışmaktadırlar.

Ve bu değişim burada kalmayacak mesela sabah namazı kaldırılsa veya ne zaman uyanırsak o zaman kılınsa, yatsı namazı geç olduğunda erkene alında, vs.

Din ise dinlikten çıkarılacaktır.

Sulandırılacak, kendilerine benzetilecektir.

*****************    

Başlangıçta saf ve samimi olarak çıkan selefilik, zaman içerisinde, sosyal yapının değişimi veya savaş ortamlarının oluşu sebebiyle radikal selefiliğe kapı açmış oldu.

Özellikle 3. Asırdan itibaren yabancıların islama girmesi, islama giren gayrı Müslimlerin eski kalıntılarıyla beraber Müslüman olmaları üzerine bir bulanma oluştu.

Bu ise hem selefiliğin saflığını ve hem de islami ilimlerin doğuşunu hızlandırdı.

Zamanla sivrileşme, sertleşme radikal selefiliği devreye koydu.

Radikal selefilik ise dışlayıcı olup, kendisinden olmayanı dışladı, mürted olarak değerlendirip, çok rahat tekfir etti.

Fıkıhta Hanefilik, itikattaki maturidilik ise kapsayıcı, müsamahakâr, kucaklayıcı oldu.

Özellikle vehhabilikle başlayan ve İngiltere destekli radikal selefilik, diğer ifadeyle  vehhabilik kendisine bir devlet desteği de bulmuş oldu.

Böylece İslâmiyet bir yandan tefritle, diğer yandan da ifratla rayından çıkarılmaya çalışılmaktadır.

*Özellikle âyetteki;”Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz.”[2] bu ayet terör estirip güvenliği bozan putperest araplara iken, genelleştirilmeye çalışılmakta, ehli kitap hukuku rafa kaldırılmaktadır.

Oysa âyetteki amaç saldırganlıklarını durdurmaktı.

-Bütün bunlarda maddi manevi olarak İran tarafından beslenmektedir.

Geçmişte başlangıcından beri bu toprakların mahsulü olmayan ve iran bağlantılı şia taraftarlığına varan bir görüşü temsil eden M. İslamoğlu;

“Yaşar Kaplan-ın 1978 de çıkardığı Aylık Dergi….. de, Cihan Aktaş, Ümit Aktaş, Mustafa İslamoğlu gibi bir sonraki kuşağın radikal yazarlarının ilk kalemlerini oynattıkları bu dergi, Ehli sünnet özel sayısıyla (1985) birlikte mezhepsizlik ithamının odağı olmuş, daha sonra da iran devriminin ivme kazandırdığı radikalizme ayarlı bir çizgiye oturmuştur.” [3]

-Mezheblerin tevhidi veya diğer tabirle Cemaleddin-i Efgani, Muhammed Abduh, Ali Şeriati gibi reformistlerde bu görüşü temsil etmektedirler.[4]

Bunlar toplumun genelinde bir kabul görmese de, toplumdan kabul görmeyenler bu görüşlerle kabul görmeye çalışmaktadırlar.

 

[1] https://www.facebook.com/notes/faysal-%C5%9Favl%C4%B1%C4%9F/chp-nin-din-d%C3%BC%C5%9Fman%C4%B1-s%C3%B6zleri/463345463753470/

[2] Tevbe.5.

[3] Çağdaş İslami Akımlar. M. Ali Büyükkara.264-265.

[4] http://www.tesbitler.com/2015/01/01/m-e-z-h-e-b-l-e-r/