HDP VE ABD

HDP VE ABD – Sesli Dinle

Gerek Türkiye-de ve gerekse İslam dünyasında önce düşman üretiliyor,sonra saldırılıyor.

Önceleri el-Kaide,11 Eylül üretildi.

Başta Irak-a,Afganistana saldırıldı.

Şimdi el-Kaide konuşulmuyor,onun yerine Işid konuşuluyor.

El-Kaideyi kurup deşifre olup,demode olduktan sonra bitirenler,onun yerine Işid-i kurdular.Maksatları için kullandıktan sonra,onu da bitirip bu senaryolar devam edecektir.

Türkiye-de de yıllardır şeriat,laiklik,hayali rejim düşmanları üretildi.

Şimdi ise piyasadan kalktı.

Bu millet ve İslam dünyası sürekli üretilenlerle tüketiliyor,enerjisi boşa harcanıyor.

Şimdiye kadar şeriatçı,laiklik karşıtı,rejim düşmanı gibi yaftaların yerine Işid-ci yaftası yapıştırılmaya çalışılıyor.

-Dünyada yarım asırda bir yanlış öğretilirken,diğer yarım asırda da bu yanlışın yanlış olduğu öğretilir.Böylece toplumda bir belirsizlik ve kaos oluşturulur.

*Avrupanın şekillendirdiği ortadoğuyu bundan sonra Türkiye-nin belirlemesi gerek. Türkiye-ye yapılan tüm hücumlar bunun engellenmesine yöneliktir.

*Pkk doğuda Kürtleri bir yandan esir almaya çalışırken,diğer yandan da dinini ve dilini tahrif etmektedir.

Pkk Kürtleri madden ve manen yok etmektedir.

Yüz yıl önce Türkiye-ye yapılanlar,bugün pkk tarafından aynısı Kürtlere yapılmaktadır.

*Pkk-nın yaptıkları eğer paralel yapıya yüklenerek,toplum tahrik edilirse ve bir kavga ortamı oluşur ve oluşturulursa şaşırmamak lazım.

Durum ve gidişat bunu göstermektedir.

-Şu anda Hdp ve Pkk-nın mazereti bitmiştir.Barıştan yana olmadığını göstermiş artık savaş dili olan özel kuvvetlerle defedilmesi gerekmektedir.

Zira aç olan canavara karşı şefkat göstermek,onların iştahını açar,döner dişinin kirasını ister.

Kendisine barış amaçlı şefkat edilen pkk,dişinin kirasını istemektedir.

*******************  

*HDP VE AMERİKA

Chp eşittir hdp ve o da eşittir pkk.

Bir çok noktada,desteklemelerde,beraber iyi salladık söylentileriyle bdp chp-den ayrı düşünülemez.

Bdp-deki Marksist-leninist gibi izm-ler chp ürünüdür.

-Belki tezat gibi gelecek ama Abd pkk-yı ajanlarıyla desteklemekte,diğer yandan da Türkiye-nin pkk-ya sert ve isabetli vuruşuna da Abd pkk-dan desteğini çekti ve pkk-yı sattı.

*Abd;İncirliği ver,kandili al,politikası…

Doğru olabilir ancak Abd pkk-dan daha büyük bir oluşum olmadıkça pkk-yı terk etmez.

Çok kolay kullanıp atar ancak yerine daha geniş ve kapsamlı bir alan açmadıkça bunu yapmaz.

Belli ki İncirliği almış olması,pkk-yı vermiş olması yönünde düşünülebilir.

 

*****************

“Hazret-i Üstad, iman nuruyla baktığı için Anadoluyu çok severdi. İslâmın ileri karakolu olarak bakardı Türkiye’ye… Ve burada meskûn ahaliye kalbinin tâ derinliğinden şefkat gösterirdi. Türk milletini çok severdi.

“Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur. Bana zulmedenler, Türklük perdesi altına girmiş başka millettendir, ‘ ve ‘ Her milletten ziyade yüksek bir haslet, bir manevi kahramanlık Türklerde görüyorum.’ derdi.[1]

*İdealsiz,gayesiz,hedefsiz ve bilinçsiz olanlar,İdeali yüksek olanlara galib gelemezler.

* Teröre karşı yürütülen operasyonlar Diyarbakır ve çevre illere takviye gönderilen özel harekat polislerinin morallerinin yerinde olduğu görüldü. Gönderildikleri uçakta hostesle Selfie fotoğraf çektiren polisler, hostesin “Ne zaman döneceksiniz?” sorusuna “Şehit olunca” cevabını verdi.[2]

*Dün bu milletin istiklalini almaya çalışanlar,bu gün de istikbalimizi çalma peşindeler.

 

****************

Dünyayı ayağa Kaldıran sahile vuran Aylan Bebek,çok büyüklerden daha büyük bir iş yaptı.

Şimdi cennette meleklerin karnında seyahat etmektedir.

Sürülenler ve sürünenler onun kadar ayağa kalkamadı ve kaldıramadı.

İnsanlığın zillete düştüğü bir dönemde,küçük Aylan bir izzet kattı.

 

******************

 

AMERİKA

Abd ile ilgili yapılan araştırmalardan seçtiğin anekdotlarda önemli noktaları ele aldım.Şöyle ki;

*” İsrail’e gelince: İsrail, Yahudi soykırımı kurbanlarının sığınağı ve Arap düşmanlığının

hedefi olarak Amerikan sempatisinin keyfini sürmektedir. 1960’dan beri Amerika’nın

gözdesi olmuş ve benzeri görülmemiş derecede mali yardım (1974’ten bu yana 80

milyar dolar) almıştır. Amerika’daki Yahudi toplumundan olağanüstü siyasi ve mali

destek görmektedir.

Buna rağmen bölgede Amerika ile İsrail’in çıkarları paralel değildir. Bölgenin muazzam

enerji potansiyeli dolayısıyla Amerika’nın Orta Doğu’da ciddi stratejik ve ekonomik

menfaatleri vardır. Bu yüzden Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile iyi

geçinmek zorundadır. Oysa İsrail açısından Amerika-Arap yakınlığı sakıncalıdır:

İsrail’in yayılma hevesine Amerika’nın verdiği desteği kısıtlamakla kalmaz, İsrail

konusunda Arap bakış açısının da Amerika tarafından görülmesini sağlar.”[3]

-“….. Avrupa Orta Doğu’nun petrolüne Amerika’dan

fazla bağımlı olduğu halde oradaki Amerika harekatına pek katkıda bulunmamıştır.

Sıradan Amerikalının gözünde Avrupa “beleşçi”dir.”sh.12.

-“…. Uluslar arası bir anlaşma Amerikan hegemonyasıyla ve çıkarlarıyla çatışıyorsa, Amerika küreselleşmeye ve çok taraflılığa dur der.”sh.16.

-“…… Amerika aynı zamanda, kendi reddettiğini başkalarından talep etmekle inanılırlığını yitirmektedir. Kurallar ekonomik açıdan dezavantajlıysa ya da siyasi sakınca taşıyorsa Amerika onları ihlal etmekte bir beis görmez. Bu tutarsızlık hem Amerika karşıtlığını arttırır, hem de başkalarının da sistemin kurallarını çiğnemesini teşvik eder.”sh.17.

-“… Yalnızca varlıklı ve imtiyazlıların lehine olan, göç sefaletine duyarsız

kalan bir küreselleşme, aleyhtarlarını haklı çıkarır, düşmanlarını harekete geçirir ve

dünyayı daha da böler. Ortak toplumsal vicdana dayalı ve yalnız sermaye/ürünlere

değil, sınırlı da olsa insanların hareketine açık bir dünya küreselleşmenin olumlu

potansiyelini ortaya çıkarabilir ancak.”sh.18.

-“… Tüm dünyadan varlıklı ve hevesli öğrenciler Amerikan üniversitelerine girmek için can atmaktadırlar. 2001-2002 öğretim yılında Amerikan üniversitelerindeki yabancı

öğrenci sayısı 582.996’ya ulaşmıştır (toplam öğrenci sayısının %4.3’ü). Avrupa ve

Japonya’dakilerin toplamının 130.000 olduğu düşünülürse Amerika’nın Asya, Orta

Doğu, Afrika ve Latin Amerika’nın müstakbel liderlerinin eğitim alanı olduğu açıktır.”sh.19.

-“….. Amerikan etnik mozaiği de değişmektedir. Avrupa kökenli nüfusun oranı hızla

düşerken Hispanik ve Asya kökenlilerin sayısı hızla artmaktadır. 2000 sayımına göre

285 milyon nüfusun 37 milyonunu Hispanikler, 37 milyonunu Zenciler, 11 milyonunu

Asyalılar ve 3 milyonunu da Yerliler oluşturmaktadır.”sh.19.

-“…. Amerika, İslam ülkelerini demokratikleştirmeye kararlı olduğunu açıkça ilan

etmektedir. Fakat tarihten ders almak gerekirse, herhangi bir amaç, ne kadar haklı

olursa olsun, fanatiklerin eline düştüğünde kendi karşı tezini yaratır. Tıpkı Orta Çağ’da

dini inancın engizisyona dönüşmesi, Fransız devriminde liberté-fraternité egalité

(özgürlük, kardeşlik-eşitlik)nin giyotinle özdeşleşmesi, sosyalizm idealinin, Lenin ve

Stalin’in elinde totalitarizme dejenere olması gibi.”sh.24.

-“….. Tepeye kurulmuş bir kale yalnız kalmaya, bütün alttakilere tehditkar bir gölge

düşürmeye mahkumdur. Bu durumda Amerika, dünyanın nefret odağı olacaktır.

Aksine, tepeye kurulmuş bir şehir bütün dünyayı insani ilerleme umuduyla

aydınlatabilir. Matta’nın incilinde yazıldığı gibi, “Tepeye kurulmuş bir şehir

saklanamaz. Senin de ışığın insanlığın önünde öyle parlasın ki senin yaptığın iyilikler

görülsün”.24.

 

*-“ Bir Amerikalı yazara göre: “Bugünün uluslararası sistemi güç dengesine göre değil, Amerikan hegemonyasına göre oluşturulmuştur.” ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan, o zaman kadarki en öncü güç olarak çıktı. Teknolojik ve üretimde üstünlüğü ele geçirdi. Dünya altın arzının desteğini arkasına alan dolar en değerli para ve bu paranın askeri aygıtı diğerlerine en güçlü ordu haline geldi. Uluslararası ilişkilerde ABD, kendisini özgürlüklerin ve özel mülkiyet haklarının baş savunucusu olarak sundu. “Özgür Dünya” içinde ABD, ticaret, ekonomik kalkınma ve hızlı sermaye birikimi için açık bir uluslararası düzen oluşturmaya çalıştı. ABD onyıllardır olduğu gibi bugün de dünyanın, kendisini sonsuz sermaye birikimine adamış kesimine liderlik etmektedir.

Amerika’nın dünyadaki rolü zamanımızın iki yeni ana gerçekliğinden kaynaklanmaktadır; daha önce benzeri görülmemiş amerikan askeri gücü ve küresel karşılıklı iletişim (Brzezinski, 2004: 163).” [4]

*************  

Ey milleti merhume sabah oldu uyan!

Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çanlar?
Ne araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zişanın İlahi sözünü.
Türk arapsız yaşayamaz kim ki yaşar der delidir.
Arap Türk’ün hem sağ gözü hemde sağ elidir

Veriniz başbaşa; zira sonu hüsranı mübin,
Ne hilafet kalıyor ortada, billahi ne din!
Medeniyet ! size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,
Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid davâ?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum
Başka bir şey diyemem… İşte perîşan yurdum!..MEHMET AKİF ERSOY

*Ne günlere kaldık ey gazi hünkâr

Katır mühürdar oldu,eşek defterdâr.Ziya Paşa

MEHMET ÖZÇELİK

21-09-2015

[1] bk.  MUSTAFA SUNGUR’un Hatıraları, Son Şahitler, IV/15.

[2] http://www.ahaber.com.tr/gundem/2015/09/09/hostesle-selfie-cektiren-ozel-harekatcilardan-gururlandiran-mesaj

[3] SEÇİM. AMERİKAN HEGEMONYASI VE KÜRESEL GÜVENLİK. Sh.11.

[4] ABD HEGEMONYASI.Yrd.Doç.Dr.Sait YILMAZ sh.5.




OSMANLIDA ÂDAB-I MUAŞERET

OSMANLIDA ÂDAB-I MUAŞERET

“Edep öğrenilmeden ilim öğrenilmez.”

-İslamın şartı altıdır.

Bunun beşini siz biliyorsunuz.

Altıncısı ise haddini bilmektir.

Edeb de haddini bilmektir.

-“Osmanlı’da aile genişti. Çocukların İslâm ahlâkıyla terbiye edilmesine, geleneklerimize ve manevî birikimlerimize göre yetiştirilmesine çalışılırdı. Bu geniş ailelerde, Kur’ân-ı Kerîm okuyan dedeler, Hz. Ali’nin cenklerini anlatan nineler, göz nuruyla hat çoğaltan amca ve dayılar, zarafet ve nezâketin timsali teyze ve halalar, çocuklara güzel örnek olurlardı.

Evde çocuklar dahil kimse ayakta yemek yemezdi, önce eller yıkanır, sofraya birlikte oturulur, evin en büyüğü başlamadan, yemeğe kimse başlamazdı. Büyük anne veya büyük baba yemeğe başlarken herkesin hatırlaması için besmeleyi yüksek sesle çeker, sofradan kalkılırken “hayırların fethi, şerlerin def’i için Fâtiha Suresi okunurdu.

 

Kimsenin yüksek sesle konuşmadığı, huzur ve sükûnun hâkim olduğu bu evlerde; edep, cömertlik, âdeta gözle görülürdü. Bunların çoğu tasavvuf terbiyesinin evlere nakış nakış işlenmesiydi. Akşamları huzur sohbetleri yapılırdı, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerifler okunurdu. Hele Ramazan ayında evler sanki birer cennet köşesiydi. İftarlar beraber yapılır, bu iftarlara gayrimüslim komşular da çağrılırdı.

Cumbalı, kafesli, payandalı evler… Bu evlerin içi ve duvarları birer aile terbiyecisiydi. Duvarın bir yerinde “Yâ Hafîz” bir başka yerinde “Yâ Mâlike’l-Mülk” yazısı görünürdü. Diğer odalar da farklı değildi. Her oda, her duvar dünyanın fâni olduğunu hatırlatır, şu üç günlük dünya hayatının hiçbir insanı kırmaya ve incitmeye değmeyeceğini ifade ederdi.

Dadıların bile çok mutlu olduğu böyle bir ortamda, anne, baba ve diğer aile fertlerinin mutsuzluğu düşünülemezdi. Onlardan herhangi birinin huzur evlerine gönderilmesi asla söz konusu değildi.

Evlerin bir kısmının çatal kapısında ay ve yıldız görülür ve bu evden birisinin hacca gittiği anlaşılır, arkadan da “Allah gitmeyenlere de nasip etsin” duaları edilirdi. Osmanlı sokaklarında dolaşırken o güzelim cumbalı ahşap evlerin pencerelerinde çiçekler görülürdü. Çiçeklere de çeşitli mânâlar yüklenmişti. Meselâ pencerenin önündeki sarıçiçek; “Bu evde bir hasta var, lütfen gürültü yapmadan mümkün olduğunca sessiz geçin” mânâsına gelmekteydi. Çiçek kırmızı ise; “Bu evde evlenme çağına gelmiş genç bir kızımız var, sakın ola kötü bir söz edip de, onun kalbini incitmeyin.” demekti.

Evlerin kapı tokmakları, penceredeki çiçeklerin gösterdiği mânâdan geri değildi. Kapı tokmakları çift halkadan müteşekkildi. Bunlardan, aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin beyefendi olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı.

Hayatın sadeliği mahalleye de damgasını vururdu. Gözü tırmalayıcı hiçbir şey görülmez, insanlar birbirine hürmet eder, selâm verirdi.

“SAADET SADELİKTE GİZLİDİR” derlerdi.

İnsana saygı medeniyeti, bütün mahalleyi sarmıştı. Herkes birbirini tanır, zengin fakiri korur, fakir de zenginin malına göz dikmezdi.

Mahalleli arasında bir ihtilâf çıkarsa, kadıya gitmeden önce imama gidilir, imam da meseleyi hukukî olarak çözmeden önce, sulh yolunu tavsiye eder ve yapılan tavsiyeye de ekseriyetle uyulurdu.

Komşu hanımlarca, mahalleye yeni taşınan bir aileye, ‘Hoş geldinize’ gidilir, çocukların başı okşanır, ebeveynlerine de “Allah size ne güzel güller vermiş.” diye iltifat edilirdi. Evin çocukları büyük ise, el işlemeli tablo götürülürdü. Bu tablolarda el işi ile işlenmiş âyetler, Yunus’dan Mevlâna’dan ibret alınacak sözler yazılıydı.

“Her an, her şey değişir, istikrar Cenâb-ı Hakk’a mahsustur” demekten, kendinizi alamazdınız. Misafirin rızkı ile geldiğine ve ev sahibinin günahlarının affına vesile olduğuna inanılırdı. Misafir uğurlamada da ayrı bir zarafet vardı. Kalkış vakti geldiğinde “Hakkınızı helâl ediniz, zahmet verdik.” denir, ev sahibi ise; “Yine buyurunuz, misafirliğinizden memnun kaldık.” derdi. Evden çıkanların ayakkabılarının uç kısmı, evin içine dönük hâle getirilir, böylece misafirlerden memnun kalındığı, onların tekrar davet edildiği ve ziyaretten duyulan memnuniyet belirtilirdi. Hem bu şekilde ayakkabı giyilirken misafirin sırtının ev sahibine doğru dönmesi de engellenirdi.

Mahallede birisi öldüğünde, cenaze evine ilk önce kıble istikâmetindeki komşusundan olmak üzere, bir hafta, on gün yemek yollanır, kimse onlara işittirecek tarzda gülüp, eğlenmezdi. Böylece komşunun acısına ortak olunurdu.

Bayramlarda mahalle kabristanına topluca gidilir, burada ziyaretler yapılır ve dualar edilirdi.

Kabristandan bir ot bile koparmak hoş karşılanmazdı. Osmanlı mezar taşı mimarisi bile, insana saygı üzerine inşa edilmişti. Yaşayanlara verilen değer ölüye de verilmişti. Mezar taşları, edep ve zarafetin bütün inceliklerini gösteren birer sanat ve edebiyat şaheseriydi.

Osmanlı insanı, yaşarken kendini ‘Sonsuz Kudret’ karşısında sıfır gördüğünden çokları mezar taşlarına üç harften ibaret olan ‘Hiç’i yazdırmıştı.

Kul hakkından korkmayan insanların yaşadığı cemiyette kimse kimsenin “elinden, dilinden ve belinden” emin olamaz. Osmanlı döneminde sokakların başında sadaka taşları vardı. İhtiyacı olan sadaka taşının üzerindeki keseden, yabancı elçilerin de şaşkın bakışları arasında sadece ihtiyacı kadarını alırdı. Aynı şey yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan yolcu konaklarında da uygulanırdı; yolcular, eğer ihtiyaçları varsa yatağının başucundaki keseden alabilirdi. Yolcuların atına da ücretsiz bakılır, ücretsiz üç gün yemek verilirdi. Onlar da ihtiyaçlarının dışında bir kuruş fazla almazlardı.

Osmanlı beyefendileri ve hanımefendileri: “Kapıyı kapat!” demezlerdi; “Kapıyı ört, ya da sırla” derlerdi. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edepdendi.

Osmanlı’da uyuyan birisi uyandırılmak için sarsılmaz veya adı ile çağırılmazdı. “Agâh ol erenler!” derlerdi. “Agâh olmak” Allah’ın has sevgili bir kulunun, yani mürşidin gölgesine girmek demektir.

Osmanlı’da nezaket, incelik, edep her işin başıydı. Allah’a ruhunu ulaştıran, Allah’a eren, uyanık olurdu. İnsanların sözü kesilmez, işaret edilmez, gizli konuşmalar hoş karşılanmazdı.

Hanımlar eşlerine: “Efendi” ya da “siz” derlerdi. Ya da Ahmet Bey, Mehmet Bey diye hitap ederlerdi. Beyler de eşlerinden Ayşe Hanım, Fatma Hanım diye bahseder ya da hitap ederlerdi. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırdı. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için, adı “Karınca Ezmez Efendi” ye çıkan insanlar vardı.

Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edepdendi. Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirdi.

Osmanlı’da canlı cansız her şeyin bir hatırı vardı. Osmanlı Allah’ı görüyor gibi yaşamaya çalışırdı. Allah’ın huzurunda nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket etmek isterlerdi.

Tarihçi İsmail Hâmi Danişmend, Avrupalı gezginlerin ve yazarların Osmanlı için söyledikleri sözlere yer verdiği bir kitabında;

“Osmanlı’da insanlar arasında yere tükürerek edepsizlik eden bir Müslüman’ın şahitliği kabul edilmezdi.” cümlesini kullanıyor.

Meşhur İtalyan yazar Edmondo de Amicis’in İstanbul sokaklarında karşılaştığı bir manzarayı şöyle naklediyor:

 

“Şurası bir gerçektir ki, İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nazik ve en kibar topluluğudur. İstanbul’un en ıssız sokaklarında bile bir yabancı için hiçbir hakarete uğramak tehlikesi yoktur. Hatta namaz vakitlerinde bile camileri gezmek mümkündür. O vaziyette bir ecnebi, bizim kiliseleri ziyaret eden bir Türk’ten daha çok hürmet ve riayet göreceğinden emin olabilir. Halk arasında küstahça bir bakış şöyle dursun; fazla mütecessis (meraklı) bir nazara bile tesadüf edilemez. Kahkaha sesleri gayet nadirdir. Sokakta kavga eden ayak takımı da enderdir. Kapılardan, pencerelerden, dükkânlardan hiçbir yüksek ses aksetmez. Hiçbir münasebetsiz hareketten eser görülmez. Çarşının kutsiyeti de camiden aşağı değildir. El ve kol hareketleriyle karşılaşmadığınız gibi, lüzumsuz lâkırdılarla kulaklarınız da rahatsız edilmez. Halk arasında kahkahadan, bağırıp çağırmadan eser yoktur. Sokakları tıkayarak herkesi rahatsız eden toplanmalar görülmez”

 

Osmanlı, “Edeb Ya Hu!” derlerdi, Allah’ı görüyor gibi yaşamaya çalışırlardı. “Bizi takip eden, her halimizi perdesiz, engelsiz gören, şu anda bizim durumumuza bakan Allah var!” mânâsını hatırlatmak için her yere “Edeb Ya Hu!” yazarlardı.

(Bunlar asrı saadeti örnek almışlardı) Hasan bir ara kardeşi Hüseyin’e:

–    Bak, bu yaşlı amca abdesti doğru almadı. Hadi gidip kendisine söyleyelim. Dedi

Hüseyin:

–          Bir dakika, diye kardeşini durdurdu. O bizden çok yaşlı. Söylersek utanabilir. Yahut çocuk olduğumuz için bizi dinlemeyebilir. Onu kırmadan, yanlışını anlatmanın bir yolunu bulmalıyız… derken birden aklına geldi:

–          Tamam dedi sevinçle, buldum! Adama yaklaştı. Saygı dolu bir sesle:

–          Efendim, sizden bir dileğimiz var.

–          Söyleyin bakalım çocuklar.

–          Biz henüz çocuk sayılırız. Şuradan abdest alırken başımızda dursanız da yanlışlıklarımızı söyleseniz.

   Adam memnun memnun güldü:

–          Tabiî, dedi. Başlayın bakalım:

 

İki kardeş abdest almaya başladılar. Adam dikkatle bakıyor, bir yanlış bulmaya çalışıyor, ama bulamıyordu. Kendi abdestini düşündü. Hasan ile Hüseyin gibi dikkat göstermediğini anladı.

Abdestleri bitince saçlarını okşadı:

– Yanlış sizde değil çocuklar bende, dedi. Kusurlu benim, Yanlışımı yüzüme vurmadan bu kadar nazikçe düzelttiğiniz için çok teşekkür ederim. Artık ben de sizler gibi abdest alacağım. İşte başlıyorum.

Yeniden suyun başına çöktü ve bir güzel abdest aldı.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde elçilere ve Avrupalı krallara bile padişahın huzurunda nasıl davranmaları gerektiği, Adab-ı Muaşeret olarak verilirdi ve bu eğitim tam bir hafta sürerdi. Osmanlı cihana edebi öğretti.

Edebin dostları; hayâ (utanma duygusu), samimiyet, teslimiyet, itaât, sohbet, gayret ve tevâzudur. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmuşlardır ki “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”

….Fatih Sultan Mehmed, yine bir gün veziri Mahmud Paşa’yı yanına alarak mürşidi Akşemseddin’i ziyarete gitti. Akşemseddin, Padişah içeri girdiği halde ayağa kalkmadı. Bir süre geçtikten sonra Akşemseddin, Fatih’in huzuruna gitti. Padişahın yanında Mahmud Paşa’da bulunuyordu. Fatih hemen ayağa kalkarak mürşidine yer gösterdi. İki olayı kıyaslayan Mahmud Paşa dayanamayıp sordu: “Hünkârım, hocanız geldiğinde siz ayağa kalktınız. Hâlbuki siz onun yanına gittiğinizde o ayağa kalkmadı. Sebebi ne ola? Fatih şöyle cevap verdi: “Hocam Akşemseddin’e saygı göstermemek elimde değil. O yanıma geldiğinde içimi gayri ihtiyari bir heyecan kaplar ve farkında olmadan kendimi ayakta bulurum. O ise, ilmin izzetini korumak için ayağa kalkmaz” buyurdu. “[1]

 

*”Yemek yemenin kuşkusuz bir adabı vardı ve herkes buna çok dikkat ederdi. Yemeğe aile reisi yüksek sesle besmele çekerek başlardı. Aile reisinin yüksek sesle bes­mele çekmesi, diğerlerinin hatırlaması içindi. Besmelesiz yemek yemenin bereketsizlik getireceğine inanılırdı.

…”Yemek”le “göbek” arasında elbette bir bağlantı var; ancak Osmanlı ceddimiz midesini tıka basa doldurmaz, çeşitleri tadarcasına yerdi. Şu özdeyişler onlara aittir: “Az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur”, “Az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer.“”[2]

*”Bu sofralarda, yemekte fazla konuşulmazdı.

Yüksek sesle gülünmez, yemeği beğenmeyen, sevmeyen biri varsa, bunu açıklamazdı.

Sofrada su içmek isteyen olursa, gençlerden biri bardağına suyu koyar.

O kimse suyunu bitirinceye kadar sofradakiler bekler, su içenin yemek hakkı böylece korunurdu.

Herkes önünden yer, ekmek ve su bırakmazdı. Çünkü bu da bir yerde israfa gidiştir.”

*”- Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde hasta var.. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma” anlamına gelirdi…

– Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekâr kız var.. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme” anlamına geliyordu.

– Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun ‘diz izine’ bakılırdı.

– Kahvenin yanında su gelirdi… Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı.. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya meyve ikram edilirdi.

– Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın biri ince… Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu… Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı.. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu.. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da Bi mahremi ( kocası vs .. ) açardı.

– Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi.

– Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dâhil- kapıya kilit vurmadan giderlerdi.

– Fitre, zekât Ramazan’dan önce Şaban’da verilirdi… Fakir fukara Ramazana erzaksız girmesin diye.”[3]

*”Osmanlı hukukuna göre mahalle ahalisi, birbirlerine karşı sorumluydu ve dolayısıyla mahallelerinde olan bir olayı aydınlığa çıkarmak ve eğer olayın faili tespit edilemezse, zararı karşılamak durumundaydı. Bundan dolayı, mahalleli, subaşı ve diğer ehl-i örf taifesinin itham ve takibine uğramamak, adlarının kötüye çıkmasını önlemek için, aralarına karışmış, iyilik ve doğrulukla tanınmayan kişileri mahallelerinden ihraç etme yoluna başvurmuşlardır. Bu meyanda mahalle ahalisi,kendilerini rahatsız eden, ahlâk ve namus dışı davranışlarda bulunan kişileri mahalleden çıkartma hakkına sahipti.” [4]

* Osmanlı’da eğitime yeni başlayan çocuklar için Amin Alayları düzenlenirdi. Osmanlı kültürünün zenginliklerinden biri olan Amin Alayları, mektebe yeni başlayan çocukların okul korkusunu giderme, çocuklara okuma isteğini aşılama ve çocukları arkadaşlarıyla kaynaştırma gibi önemli pedagojik faydaları vardı.

Eve dönüldükten sonra, mektep çocukları ilahiler ve kasideler eşliğinde gelirdi. Mektebe başlayacak olan çocuğun evinin önü, geçeceği yollar, kalabalıktan geçilmez bir hale gelir, sokaklar bayram havasına bürünürdü. Bu merasimde bulunmanın manevi mükafatı olduğuna inanılırdı. Boynuna işlemeli Kuran cüz kesesi asılan çocuk evinin kapısında göründüğü anda ilahiler okunmaya başlanır ve ilahilerin uygun yerlerinde alayda hazır bulunan çocuklar da “Âmin! Amin!” diye eşlik ederdi.
İlahi sona erince mahallenin hocası duaya başlar, çevrede bulunanlar büyük bir huşu içinde, oturarak duayı sessizce dinlerdi. Duadan sonra, ilahiler okunmaya başlanır, amin nidaları göğe yükseldi.

Bu sırada mahallenin bekçisi, çocuğu evin önünde kendisini bekleyen midilliye bindirir ve Tövbe edelim zenbimize (günahlarımıza)
Tövbe illallah, ya Allah
Lütfunla bize merhamet eyle
Aman Allah, ya Allah,dendikten sonra, onlara “
Amin, amin” diye eşlik edilirdi.

*”Türk halkı için hamama gitmek adeta bir ritüeldir. Belki de bu yüzdendir ki, hamama gitmek için bahanesi çoktur eskilerin… Gelin hamamı, damat hamamı, adak hamamı, şirket hamamı, hamamda kız beğenme gibi bahanelerle hamama gidilir, türlü eğlenceler düzenlenir.”

-Eski İstanbul’ un hamam kitabelerindeki bir yazıda:

“Tıynetin nâ-pâk ise, Hayr umma sen germabeden Önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden.” (Kötü huylu, kirli karakterli bir kimse isen, hamamdan bir şey bekleme. Temizlik istiyorsan evvela kalbini temizle, sonra da bedenini..)

MEHMET ÖZÇELİK

28-07-2015

 

 

[1]http://osmanlikulturunuyasatmadernegi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=167%3Aosmanlida-edep&catid=52%3Aik-tunger&Itemid=103

[2] http://www.hanimlar.com/makale/tarih/osmanli-sofrasi-ve-sofra-adabi

[3] http://www.ahmedcitlakoglu.com/2015/01/12/osmanli-doneminin-guzel-adetleri-osmanlida-adab-i-muaseret/

[4] KADI SİCİLLERİ IŞIĞINDA OSMANLI ŞEHRİNDEKİ MAHALLEDEN İHRAÇ KARARLARINDA MAHALLE AHALİSİNİN ROLÜ (XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA KAYSERİ ÖRNEĞİ)Yrd. Doç. Dr. Özen TOK.




İKİNCİ BİR DERSİM Mİ

İKİNCİ BİR DERSİM Mİ ? – Sesli Dinle

Cizre neden seçildi?

İkinci bir Dersim yapılması için mi?

Ancak bir asır önce dersimi yapanlar şuursuzca yaptılar.Toptan imha yolunu seçtiler.Tarihe kara bir leke olarak geçtiler.

Şimdikiler lekeleri temizlemekle meşguller.Bilinçli hareket etmektedirler.

-Aslında Dağlıca baskınları birer denemeydi.

Pkk-nın giriş kapısı…

Dağlıca tünelini açarak,Cizreyi cephanelik haline getirip,dağdan yaptıkları saldırıları,şehre indirmek.

Bütün hedef,Şekillenen orta doğuda Türkiye için Suriye,hiç olmazsa despot birini seçerek Mısır yapmaktır.

Yüz yıl önce bağlanan bu milletin elinin ve kolunun,bir yüz yıl için daha bağlanarak, batının rahat hareket alanını oluşturmaktır.

Bunu gerçekleştirmek için de;içteki siyasilerin Erdoğan hazımsızlığını,dışarıdan da pkk beraberliğiyle gerçekleştirmektir.

Siyasiler Erdoğan ve Saray saldırılarıyla hedef şaşırtmış,pkk-ya ve onların kanlarına ortak olmuşlardır.

*İşte Cizre oyunları ile ilgili haberler;

“Kandil’in Cizre oyunu bozuldu.

PKK’nın sözde özerklik ilanı için pilot bölge seçtiği Cizre üzerinden kurulan kanlı oyun bozuldu. Gençlik yapılanmasının silah ve teçhizatlı vaziyette Cizre’de konuşlanmaları talimatı veren örgütün kirli planı, güvenlik güçleri sokağa çıkma yasağı ile suya düştü.”[1]

-“İşte PKK’nın hain Cizre planı!

2012’de Şemdinli ve Çukurca’yı ele geçirmeye çalışan PKK, Cizre’de ilk kez ‘içeriden kurtarılmış bölge’ oluşturmayı planladı.”[2]

*”Türkiye’de bir iç savaş yürüttüğümüzü söyleyebiliriz” açıklaması nedeniyle Cizre Belediye Başkanı İmret hakkında soruşturma başlatıldı.”[3]

*”Operasyonlarda Cizre’de ele geçirilen mühimmat operasyonların ne kadar haklı olduğunu ortaya koyduğunu ifade eden Altınok,

”Operasyonlarda 800 kilo patlayıcı imha edilmiş, 30 hendek kapatılmış. 10 örgüt mensubu gözaltına alınmıştır. İki kalaşnikof marka tüfek, el bombası ele geçirilmiştir. 21 roketatar ve bir tuzaklı bomba ile saldırı olmuş, 6 zırhlı aracımız hasar görmüştür. ” dedi.

32 TERÖRİST ÖLDÜRÜLDÜ”[4]

**********************

*Dün Şeyh Said baş kaldırırken,kendisince –isabetli bir hareket olmasa da- doğru bir gerekçesi vardı.

Bin yıllık birikim bir anda yok ediliyordu.

Peki pkk-nın bahanesi nedir.?

Aldığı 80 millet vekili az mı geldi?

Yüz küsur belediye,bunlar içerisinde Diyarbakır belediye başkanlığı az mıydı?

Daha ne istiyorlar?

Daha çok belediye alıp,onları da teröre şehir çeteleri olarak,dağdan şehre inmek için mi kullanacaklar?

Sırtımızı Pkk-ya dayadık diyen başkanlarını mı arttıracaklardı?

Belediyeleri daha çok silah ve bomba deposu,çalışanlarını daha çok pkk-lı yapmak, yollara daha çok bomba koyup asfaltlamak için mi istiyorlar?

Aslında asıl istedikleri ise;

Yüz sene önceki Türk solunun yerine Kürt solunu ikamet etmektir?

Oysa yüz senedir alamadıklarının çok fazlasını bu on senede aldılar.

Eğer ortada bir beceriksizlik varsa,o da;meclise gönderdikleri 80 milletvekillerinin beceriksizlikleridir.

-Yalnız unutulan bir şey var:Oda;Bu millet yüz yıl önceki millet değil,imkân yüz yıl önceki imkân da değildir.

 MEHMET ÖZÇELİK

11-09-2015

 

[1] http://www.yenisafak.com/gundem/kandilin-cizre-oyunu-bozuldu-2297860

[2] http://www.haber7.com/guncel/haber/1550581-iste-pkknin-hain-cizre-plani

[3] http://www.haber7.com/yerel-yonetimler/haber/1550555-leyla-imret-hakkinda-sorusturma

[4] http://www.haber7.com/ic-politika/haber/1549616-bakan-cizredeki-korkunc-tabloyu-acikladi

 




TÜRKİYE-NİN YE’CÜC VE ME’CÜCÜ

TÜRKİYE-NİN YE’CÜC VE ME’CÜCÜ – Sesli Dinle

Pkk mevzii olarak kıyametin on büyük alametinden biri olan Ye’cüc-Me’cücün öncü kuvvetidir.Aynı soydandır.

*Irak ve Suriye iç savaştayken, ABD tarafından bölge yeniden dizayn edilirken, Türkiye’nin meşgul edilmesi lazımdı.

Öcalan, ”PKK’yı kurduğumda bana Türkiye’yi meşgul etmelisin denilmişti” diyecekti. Öcalan’dan, Türkiye’yi uğraştırmasını isteyen Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’dı.

Başbakan Özal, Şam ziyareti sırasında Öcalan konusunu açmıştı.
Devamını Gazeteci Güneri Civaoğlu’nun satırlarıyla Özal’ın ağzından aktarıyorum:
“Başkan Esad’a Abdullah Öcalan’ın Suriye’de ikamet ettiğini” söyledim. “Devlet olarak bizim haberimiz yok, bilmiyoruz” cevabını
verdi.

“Bunun üzerine bizim istihbaratın Öcalan’ın adresini, telefon numaralarını tespit ettiğini, bunların yazılı olduğu kâğıdı verebileceğimi” söyledim.
Kâğıdı uzattım.
Başkan Esad, kâğıda şöyle bir baktı, cebine koydu.
Benzer sahne Başbakan Demirel’in ziyareti sırasında da yaşanmıştı.”[1]

*”22 Eylül 2010 Yahudi yönetmen Aaron Russo’nun Nicholas Rockefeller Belgeseli.”
-Dünyanın sahibi bizleriz,yeryüzü Muhammed’e (s.a.v) iman edenlerin kanıyla sulanmalı,çiçekler müslüman kanıyla sulanıp tomurcuklanmalı.
-Yüz yıllardır Türklerin, Muhammed (s.a.v)’in dinine inananları bir insanın vücudu gibi bir arada tutmalarını engelleyemedik evet. Bu vücudu,kürtlere öz benliklerini unutturup onları Türklere düşman ederek,ikiye bölebiliriz.
-Türklerin ve Kürtlerin elinde Muhammed (s.a.v)’in uydurma kitabı Kur’an olmalı ancak zihinlerde olmamalı,yayın organlarımız bunun için çalışmalı. Dünyanın her yerinde müslüman kanı akmalı.
“Tevrat bize bunu emrediyor…”[2]

***********************    

*Pkk-nın hedefleri;1-Seçime şaibe düşürmek.

2-İçteki taraftarlarına malzeme sağlamak.

3-Halkla asker ve polisi karşı karşıya getirmek.

4-Doğuda mevziide olsa,özerklik bölgeler oluşturmak.

5-Halkı tehdit ile Hdp-ye oy kazandırmak.

6-Erdoğana cephe alan sağdaki-soldaki herkesi yanına çekmek.

7-Bir asırlık içteki niyetleri tamamen dışa vurmak.Gerçek niyeti göstermek.

8-Yatırımları durdurmak.

9-Kripto Ermenileri silah çatısı altında toplamak.

10-İman ve küfür mücadelesini sürdürmek.

11-Yüz yıl sonra Avrupa devletlerinin ,bir yüz süre daha elini kolunu bağlamak.

12-Türkiye-nin gücünü ve enerjisini tüketmek.

13-Hesapları olan tüm yedi düveli çatısı altında toplamak.

*********************  

*Samanyolu ve zaman gazetesi elemanlarından Asım Yıldırım bir sözünde;”Biz Hdp-ye oy vermeyi dini değil,siyasi bir görev olarak biliyoruz.”

Bu söz sağlıklı ve dini bir hüküm ifade etmediği gibi,seviyesiz,sızlayan vicdanını susturma fetvasıdır.

Hatta ne islamidir ne de insanidir.

-İşte bundan dolayıdır ki; *Mesele ak parti ve paralel yapı kavgası olmayıp,onu da aşmıştır.

Kavga topluma,değerlerine,kendi varlığı için islâmın,milletin ve de vatanın kaybına kadar gitmektedir.

-Cemaat içinde normal ve vasat gibi görülen Gülen dostu dostum Bbp-ye verdiğini söyledi.

Gönlü kırılır diye söylemedim.Zira diğer arkadaşları Hdp-ye vermişti.

Peki Bbp-ye verdiği oylar Bbp-ye yaramadığına göre,kime yaradı?

Bdp-ye değil mi?

*Paralel yapı şaşkınlığından önüne gelen her kirli insanla ittifak yapmakta,etrafa kirlilikler saçmaktadır.

*Firari,eski cumhuriyet baş savcısı Zekeriya Öz şöyle diyor:” Gezi olaylarına PKK müdahil olsaydı şu an hükümet edenlerin bu makamda oturma imkanları olmayacaktı. PKK kimden emir aldıysa katılmadı!”

********************  

*Türkiye-yi elinden ve ayağından bağlamak için çıkarılan tüm olaylarda amaçlanan iki husustur;

Biri İmf ve diğeri ise incirliktir.

*İncirlik bu memlekete incir dikmenin mekanı oldu.

Bu gün incirliğin özellikle Abd tarafından ısrarla istenmesi,İslam dünyasına incir dikmek amaçlıdır.

*Türkiye-nin devlet olarak kurtuluşu ve ekonomik yönden rahatlaması nasıl ki imf ile bağlantısının koparılması olmuşsa,aynen onun gibi de ferdi olarak bu insanlarında kurtuluşu küçük imf olan bankaların kapanması ile olabilir.

*Dün Düşünce teröristi olanlar,bugün silahlı terörist haline gelmiştir.

-Aslında âyette Rabbimiz,herkesin kendi tinet,karekter,yapı,niyet,düşünce,mayasına göre hareket edeceğini üç ayrı manada şöyle belirtmektedir.

“De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.”

“De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.”

“De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isabetli olduğunu ise asıl Rabbiniz bilir.”[3]

  • Ot yuvarlanır otağını bulur
  • Bok yuvarlanır topağını bulur.

Vatan ve mukaddesatı için mücadele eden bir askerin ve polisin şehadetle yerinin cennet olduğu malumdur.

Teröristin leşinin de olduğu yer cehennemliktir.

Kahpe içerden olunca kapı kilit tutmaz oğul!-Dede Korkut

 

MEHMET ÖZÇELİK

08-09-2015

[1] http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdulkadirselvi/yeni-teror-dalgasinin-arkasinda-ne-var-2021659

[2] https://www.google.com.tr/search?q=22+eyl%C3%BCl+2010+yahudi+y%C3%B6netmen&ie=utf-8&oe=utf-8&gws_rd=cr&ei=J6vuVdSBMsasa6Lwt_gJ

[3] İsra.84.




İNSANLIĞIN DİBE VURUŞU VE ÖLÜŞÜ

İNSANLIĞIN DİBE VURUŞU VE ÖLÜŞÜ – Sesli Dinle

İçinde bulunduğumuz asır,bütün asırların özeti bir asırdır.

Bütün asırların kirini,asrımız bir defada kusmaktadır.

Dünya kan kaybediyor.,yara büyüyor.

Kan kaybeden dünya,kendi dünyasının kendisi tarafından kapanmasına da fetva veriyor.

Dünya bunca günahı taşıyamaz.

Zaten baştan da böyle bir emaneti ve yükü yüklemekten şiddetle kaçmıştı.

Eğer bir kıyamet kopmazsa,küçük bir kıyameti tetikleyecek bir zulme dünya sessiz kalmakta,belaya davetiye çıkarmaktadır.

*****************  

içerik images imagesm

Bodrumda Suriye-den kaçarken göç edip boğulan göçmenlerden biride sahile vuran iki yaşındaki Aylan oldu.

Bu dolan bardağın son damlası idi.

Bir damla olan bu Damla Çocuk Aylan,bardağı taşıran son damla oldu.

Suriye-deki zulmü görmeyen iç ve dış dünya,bir damla çocuk ile irkilmeye başladı.

Dünya bir damlada boğuldu.

İnsanlık boğuldu.Dibe vurdu.

Kaybolan ve kaybeden insanlık,bir anlık kaybının farkına vardı.

Binlerce göçmen şişmiş botlarla yaptığı göçte,sulara gömüldü.

Onlar boğuldu,insanlık baktı,ilgisiz kaldı.

Avrupalı yöneticiler kapılarını kapattı.

Onlar yani Müslümanlar gelirlerse hristiyanları Müslüman yaparlar,hristiyanlık tehlikeye girer dediler.

Türkiye iki milyon insana kucak açtı.

Chp ve onun zihniyetinde olanlar,neden buraya geldiler,gitsinler deyip sürekli zihinleri bulandırmakta,taraftar bularak geniş kesimlere yayılmakta,onları ölümün kucağına yitmekle,bir Aylin değil,binlerce Aylinlerin öldürülmesine destek olmaktadırlar.

Esedin hamisi,Suriyelilerin katili oldular.

*********************  

Aylin kızımız cennetin bir kuşu oldu,en güzel bir şekilde hayat sürüyor.

Onu o denizde boğan damlalardan olan vicdansızlar,kurtlar,çakallar,insanı ve insanlığı katledenler,göz yumanlar,sükut ve taraftarlık ile susanlar düşünsün…

*”İnsanda bozuk olunca maya; ne ar tanır, ne de haya. Hz. Mevlâna”

”Necip Fazıl’ın; “Sana alçak diyemem, alçaklık irtifadır. Sen bir çukursun” diye tanımladığı zihniyet.” 

*Bir adam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına gelerek ağlayıp sızladı.
Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı, şu yakın derede öldü, oraya attım.”

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı.
Ona dedi: “Gel oraya gideceğiz.” Gittiler.

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı: “Yâ filane!” dedi.
Birden o ölmüş kız, “Lebbeyke ve sa’deyk” dedi.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve vâlidenin yanına gelmeyi arzu eder misin?”

O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.”

*”Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves, ufûnetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. “[1]

………………………..  

*Nüfus kontrolü amacıyla bir dönem haplar kullanıldı,sezeryanla çocuk aldırma yaygınlaştırıldı,savaşlar çıkarıldı,göçlere mecbur bırakıldı,şişmiş botlarla kaçan binlercesi suda boğularak ölüme terkedildi.

Batı ülkeleri özellikle Müslüman göçmenleri almayacaklarını söyledi.

Türkiye-ye yüklenmesi yönünde övgüler ve telkinler yapıldı.

Tıpkı bu amaçla Koç,un Türkiye-nin nüfusunun aslında 35 milyon olması gerektiğini söylemesi gibi.

Ekmeğini paylaşmayan bu ve bu gibi insanlar,insanların ellerinden ekmeklerini alma yolunu düşünüyor.

**********************

Bugün doğudaki kavga,pkk ile askerin ve polisin kavgası değildir.

31 yıllık bu kavga Marksist,Leninist,ermeni,hristiyan ve zerdüşlükle islamın savaşıdır.

*PKK NASIL KURULDU..
“1965 yılında GAP bölge koordinatöru iken, Diyarbakır’a 2685 tane ABD barış gönüllüsü geldi. Savaş olmayan yerde barış gönüllüsü ne yapar diye düşündüm.
2 yıl Diyarbakır’da kaldıktan sonra bölgeden ayrıldılar. 1969 yılında pkk kurulduğunu açıkladı ve 1974 yılında silahlı eylemlerine başladı.
Anladık ki 1965-1967 yılları arasında ABD barış gönüllüleri o bölgenin halkını nasıl ayrıştırırız diye araştırmışlar.”M.Recai KUTAN

*Ermeni patriğinin ifadesiyle sadece Tuncelinin yüzde doksanı ermeni,Diyarbakır gibi bir çok yerlerde bulunan Ermenilerin kendilerini gizlediklerini ve de Müslüman olarak son nefesine kadar bunu gizlediklerini,son nefeste bunu çocuklarına ifşa ettiklerini söylemektedir.

Kripto ermeni ve Zerdüşt gibi bir asırlık gizlenen örgüt,gayrı meşru olarak kendisini ifade etmeye çalışmaktadır.

İkinci olarak;geniş çaplı ortadoğudaki şekillendirme;islamı yaralamak ve hristiyanlığı canlandırmaya çalışmaktır.

En azından hristiyanlığın gerilemesini durdurmaktır.

MEHMET ÖZÇELİK

06-09-2015

 

[1] Bediüzzaman.Mektubat – 78.

 




TESLİMİYET TİMSALİ

TESLİMİYET TİMSALİ – Sesli Dinle

teslimiyet

Kâinatta her şey emir ve kanunla hareket eder.

-Allah kâinatı iki harfli bir kelimeden yaratmıştır.Kün fe yekün yani Kâf ve Nun veya ol harflerinden…

Bir balığın suda yüzmesi nasıl bir kanunla ise,yine bir balığın karada ve çamurda yüzüp hayatını devam ettirmesi de aynı kanun iledir.

Allahın yer ve göğe emrine karşı itaatı emretmesiyle,onların –itaat ederek geldik-demesi gibi,[1]her varlıkta bu manayı söylemekte ve istenileni o emirle yapmaktadır.

*İBADET Allah’ın razı olduğunu yapmak,
UBUDİYET Allah’ın yaptığına razı olmaktır.(
E.H.Yazır)

İslâmiyet selm ve selamettir.İman ve Teslimiyettir.

Sorgulamadan teslim olmak,teslim olarak da hikmetini bilmeyi emreder.

*****************    

Akılları zonklatacak,idrakin idrakten aciz kalıp altında ezileceği,acaba bunlar insan mı yoksa insan üstü bir varlık mı diyeceği teslimiyetin simgesi üç dev şahsiyet;

Karı-Koca-Çocuk…

Veya Bir Baba-Anne-Yavru…

Veya Erkek-kadın-Çocuk…

Diğer bir ifadeyle;

Hz.İbrahim-Hz.Hacer-Hz.İsmail.

*İbrahim-Hacer ve İsmailin teslimiyetinin bizlerle mukayesesi neredeyse imkân dışıdır.

İnsan havsalasının almayacağı bir teslimiyet göstermelerinden dolayı,Allah onların yaptıkları normal gibi görünen işleri,sonraki ümmetlere ibadet simgesi ve emri olarak örnek göstermiştir.

**********************  

Hz.İbrahim Tevhid ve Teslimiyetin simgesi.

Hz.Âdem insanlığın babası,Beni Âdem,Hz.İbrahim Peygamberlerin babası,Ebul Enbiya.

Zorba Nemruda karşı Hakkı savunan,babası Azer-in put yapıp satmasına karşı,tevhide çağıran bir peygamber.

-Nemrudun dağ büyüklüğünde odun yığınını ateşleyip,İbrahimi o ateşe atmasına karşı hiçbir geri adım atmayan,tam bir teslimiyet ile tereddüd ve şüphe etmeyen İbrahim,kendisini Rabbine tam teslim etmiştir.

-Rivayete göre;ateşe atılıp havada iken Cebrail gelir ve İbrahime der;

-Ya İbrahim,Rabbinin selamı var,Bir dileği var mı,der.

İbrahim cevabın da;Rabbim beni biliyor ve görüyor mu,der.

Evet cevabını alınca Cebraile;Çekil aradan,girsin Yaradan…

*“Sözünün eri olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhîm.”[2] âyet-i kerîmesiyle övülürken,“Rabbi O’na «Teslîm ol!» deyince, derhal « (Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!» dedi.”[3] âyet-i kerîmesi ile de, teslîmiyet timsâli olduğunu göstermiştir.

O, “Allah bana yeter, o ne güzel vekildir”[4]dediği için Allahda ateşe emrediyordu;

“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.”[5]

**************  

Bu durumu kendimiz için bir düşünelim ve hayal edelim;

Nemrud gibi bir zalimin karşısındayız.Dağ büyüklüğünde bir ateş,mancınığa konularak ateşe atılıyoruz.

Bunu salıncak gibi değerlendirenle,daha havada iken ölen veya inancından vaz geçecek bir insan,vs durumlar,kıyasa girmez bir hal…

****************  

İbrahim Eşi Hacer-i yanında bebek İsmail-inde bulunduğu bir vaziyette,az bir yiyecek ve içecekle,şimdiki zemzem kuyusunun çıktığı yere bırakıyor.Orada canlı ve canlılık namına hiçbir şey yok.

Hz.Hacer itiraz etmiyor,Allaha emanet ettiği kocasına itimad ediyor.[6]

Hiçbir kimsenin olmadığı,ıssız bir çölde,küçük yavrusuyla baş başa kalan bir kadın.

Nasıl bir teslimiyet ve iman ki,itiraza mecal bırakmıyor!!!

-O teslimiyettir ki,kendisine çölün ortasında,kıyamete kadar akacak olan bir zemzemi ihsan ederken,Safa –Merve arasındaki koşmalarını ümmete haccın esasları olarak uygulanıyor.

-Gerek bu ve gerekse de oğlu İsmail-in kurban edilme teslimiyetini,hangi kadın gösterebilir?

****************  

İsmail olmak demek,ahirzaman nebisinin atası olmak demektir.

Nasıl bir çocuk ki,babasının gördüğü bir rüyaya dayanarak,kurban edilmeyi,kesilmeyi kabul ediyor.

Düğüne gidercesine kurban edileceği yere gidiyor.Şeytanın fısıldamalarına itibar etmiyor,değer vermiyor,aksini düşünmüyor,teslim oluyor.[7]

-O babada nasıl bir baba ki,gördüğü sadık rüya ile kendi öz oğlunu tereddüd etmeden Rabbisine adıyor.

********************  

Soyunun da aynı teslimiyet içerisinde devam etmesini isteyen baba İbrahim duasında;

Rabbimiz! Neslimizden, onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek ve kendilerini temizleyecek bir peygamber gönder. Kudreti her şeye galip olan ve kudreti her şeyi kuşatan ancak sensin.”[8]

O teslimiyetinde dolayı Rabbi de O’nun o duasını Efendimizle teyid edip,kabul ediyor.

Nitekim kendi içinizden bir peygamber gönderdik ki, size ayetlerimizi okur, sizi inkar ve günah kirlerinden temizler; size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğretir.”[9]

MEHMET ÖZÇELİK

24-08-2015

 

[1] Fussilet.11.

[2] Necm, 37.

[3] Bakara, 131.

[4] Al-i İmran 3/173.

[5] Enbiya.69.

[6] İbrahim.37.

[7] Saffat Suresi, 37/102-107.

[8] Bakara Suresi, 2/127-129.

[9] Bakara Suresi, 151.




AYAKLANAN AYAK TAKIMI

AYAKLANAN AYAK TAKIMI – Sesli Dinle

*Bunca zulümleri,feryatları ve göz yaşlarını dünya kaldırmaz ve taşımaz.

Bu durum aynı zamanda gelecek büyük bir haberin de başlangıcıdır.Fay hatlarını tetiklemekte,büyük bir depremden de haber vermektedir.Hadiste buna –Feza-ı Ekber- denir.

Bu gün islâm dünyasında bir asırdır boş bırakılan ,boşluğa itilen fay hatları tetiklenmekte ve harekete geçirilmektedir.

Eğer erken bir kıyamet kopmazsa,bu durum Yahudilerin düşünüp uyguladığı Armegedondur.Yani Tanrıyı! Kıyamete zorlamaktır.

İnsanın günah işlemesiyle açılan dünya imtihanı ve hayatı,yine insanın cürmü ve günahıyla da kapanacaktır.

***********************

*Yüz sene önce İslam dünyasını şekillendiren batı,özellikle İngiliz ve Fransız gibi devletlere ek olarak Abd-İsrail-Almanya orta doğuyu yüz seneliğine ipotek altına almaya çalışmaktadır.

*Daha büyük bir oyuna soyunan Abd,küçük piyonları ya birleştiriyor yada bir bedel karşılığında onlara olan desteğini çekiyor.Artık bundan sonra bunu kendilerinin sürdürmesine işi bırakıyor.

*Başta Türkiye olmak üzere dünyadaki sol ve onun ürünü olan Pkk hayal üretir,hayal peşinde koşar ve koşturur,gerçekleri tüketir.Gerçeklerle ve gerçekle hareket etmez.

*Pkk batının sol yüzü,Işid ise batının sağ yüzüdür.

Geniş çapta Işid,dar amaçta pkk birbirlerinin kardeşidirler.

Her ikisi de Türkiye-yi durdurma amaçlı olarak kurulmuştur.

*Pkk-yı 1970-den itibaren Fransa yetiştirdi,destekledi,1980-den itibaren de buna Almanya katıldı.

Menfaatları için Marksist ve Leninist bir yapıya sahip olan pkk-nın ayakta durmasını sağladılar.

Başta İran ve bir kısım arap ülkeleri,İngiltere başbakanı churcill-in dediği gibi,Türkiye ne olmalıdır ve nede ölmelidir.

*****************    

*Türkiye’nin ilk defa tamamen yerli istihbarat bilgileri, yeni geliştirilen füze ve araçlarla düzenlediği operasyonda PKK ağır darbe aldı.

Para ve uyuşturucu deposu yanan PKK’nın 800 militanı da öldürüldü.[1]

*PKK’nın en büyük destekçisi Almanya

PKK’nın en büyük finansörlerinden biri olan Almanya yine kirli planını işletmeye başladı.[2]

*Kandil ve pkk kampları ilk defa vuruldu.

Pkk-lıların ifadesine göre,Diyarbakırdan uçaklar kalkınca biz hemen sığınaklara giriyorduk.

Hala kulağımda çınlayan bir askerin komutanına karşı telaşla;Komutanım uçaklar bizimkileri vuruyor,feryadı hala mevcuttur.Buna hiç el atılmadı veya ses çıkmadı.[3]

*İnsanlar unutuyor.Apo unutuldu.Onun yerine getirilen ve bir proje eseri olan kimse konuşuluyor.Oda unutulur,başkası projelendirilir.

*Hükümet gündelik işlerle uğraşmamalıdır.İleriye dönük büyük çaplı işlerle uğraşmalıdır.

Mesela;Tevhid-i Tedrisat kalkmalı,Atatürkü koruma kanunu kaldırılmalı,Ayasofya açılmalı,Cuma namazı günü veya saati uygulaması sağlanmalıdır.

Zira saldırıların amacı bu gibi uygulamaları engellemektir.

*********************  

*Rahmetli *Özal dönemini gördüm,orada oynanan oyunların farkına vardım.

Bu gün oynanan aynı oyunlarla,Abdulhamid ve Menderes dönemini de çok rahat anlayabiliyorum.

Her dönemin bir geri zekalısı çıkıyor.

Basiretler bağlanıp,gözler istenildiği gibi çevriliyor.

Tıpkı sirk hırsızlarının yaptığı gibi;-Cambaza bak cambaza….-

Bu zamanımızdaki daha garib olan ise;Kirlilerle temiz görülenlerin aynı çatı altında toplanmalarıdır.

*”Bahçeli’nin oyunu.
AK Parti ile koalisyona sıcak bakmayan MHP’nin dünkü MYK toplantısından erken seçime de destek vermeme kararı çıktı. MHP lideri Bahçeli’nin AK Parti-CHP koalisyonunu zorlamak, bu gerçekleşmediği takdirde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görevi Kılıçdaroğlu’na vermesini sağlamayı amaçladığı belirtildi.[4]

Dün kirli insanlarla! ortaklık yapan Bahçeli,bugün kirli insanlarla ortaklığa icbar ediyor.Tabanı uyuşmayanlara koyun olan bahçeli,tabanları uyanlara kurt kesiliyor.Cumhurbaşkanlığında üç ay fazla kalan A.Necdet Sezer-e ses çıkarmayan, Rahşan Ecevit-in hakaretlerini yutan yine Bahçeli.

Bir gerçektir ki;Tek başına iktidar olamayacak olan mhp,kimlerle ortaklık yapacak? Kimlere koltuk değneği olacaktır?

AKP-nin Chp ile ortaklığını sağlayamaya çalışan Mhp,Hdp-nin hükümette yer almasını sağlamış,böyle ağır bir vebalin altına da kanlı örgütün dolaylı olarak seçim hükümetinde bakanlık almasına sebeb olmuştur.

İdamı kaldırarak Apo-yu asmama ezikliğinin yanında,birde Hdp-ye bakanlık verme mahcubiyeti eklenmiş oldu.

Cumhuriyet Tarihinde benzeri olmayan! Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer-e hiç ses çıkarmayan Bahçeli,Tamamen farklı ve aktif olan icraatcı cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan-a insafsızca ve ölçüsüzce sürekli saldırmaktadır.

-Kendisine inanan binlerce samimi insanların gayretleri heba edilmektedir.

Bundan dolayı Devlet Bahçeli gençleri sokağa dökmemesinin dışında,tarih nezdinde hayırla yadedilmeyecek ve af edilmeyecektir.

-Meclis mahallesinin daimi iki hırçın ve mızıkçı çocuğu;Chp-Mhp.

****************    

*Paralel yapı erken doğum yaptı,hatta düşük yaptı.

-Cemaat ve içindeki milyonlarca iyi insanlar,yüzde beş bile etmeyen kişilere tabi kılınmaya çalışılıyor.

Aynen Chp yapısı,cemaate uygulanıyor.

Yöneten yüzde beş her şaibeye açık,yönetilen yüzde doksan beş hizmeti hedef alan kimse.

Bakalım kim kimi kontrol altına alacak veya büyük bir patlama yaşayacak…

*Zaman gazetesinin genel yönetim müdürlüğüne Ekrem Dumanlı-nın Abd-den gelişi gerçekten beni şüphelendirmiş,altında bir şeyler aramıştım.

Abd-den gelmişse,orada acaba hazırlandı mı diye düşünmüştüm.

Çünkü darbeleri hep -Bizim Çocuklar- yapıyordu.

Ve şimdi patlak verdi.

Zaman bir milyon traja ulaşınca kıyama kalktı.

Ancak silah geri tepti,sıkanı yaraladı.

-Zaman gazetesi cemaate darbe yaptı.

-Dün Chp ile hareket eden zaman,bu gün de Marksist ve materyalist olan Hdp ile hareket etmektedir.

Polis lojmanlarından toptan Hdp-ye oy çıkması manidardır.[5]

-Cemaat içinde yıllardır bulunan bir öğretmen arkadaş,arkadaşlarının Hdp-ye oy verme konusunda konuştuklarını ve oysa dershanelerimizi ve okullarımızı yakan o insanlara nasıl oy verebiliriz,diyerek şaşkınlığını ifade etti.

Ben de kendisine,bunu onlara söyleyip söylemediğini sorduğumda;

-O zaman sıkıntı ve kırgınlıkların olabileceğini bildirerek söylemediğini anlattı.

-Hdp-nin kanı paralel yapıya da bulaşmıştır.Onlarda bu teröre ortak olmuşlardır.

Zira zulme rıza zulümdür.Küfre rıza küfürdür.

-Dün vaiz Ali Suavi-nin yaptığını,bu gün Ali Suavi-nin vekili yapıyordu.

-Abd ve Ab-da bulunan paralel yapı,İslam ülkelerinde oluşturduğu paralel yapılarla hedeflerini ve heveslerini elde etmektedirler.

*Bediüzzaman;“Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.” 

*Paralel yapı akibeti konusunda çok ciddi düşünmeli,geriye dönüş yapmalıdır.

Nezih hizmetine,siyaset kirini bulaştırmamalıdır.

-Cemaat yüzde beş paralel yapıya,onlarda suya düşmüş halde yılana,kurda ve muhalif kim varsa ona sarılıyor.

*Hep korkumu dile getirdim.Cemaat kavga ortamına çekilmektedir.

Mhp yerine paralel yapının,arkasında cemaatle beraber sokağa çekilmeye hatta Hdp eliyle silahlara desteğe kadar götürme gibi safha safha uygulamaya konulmaktadır.

*****************  

İşte tarihi iki sahne;

*Abdülhamid dönemiyle ilgili şöyle bir gerçek vardır:

Serasker Avni Paşa Ingilizlerden büyük yardım aldı. Yüksek dereceden mason olan bu zat Abdülhamid’in amcası olan Abdülaziz’in tahttan hal edilmesinde ve yerine Sultan Murad’ın tayin edil­mesinde de rol oynamıştı. Sonradan anlaşıldı ki, Mithat Paşa, ay­nen Avni Paşa gibi yüksek dereceden bir masondu. (Hani şu kandı­rılmış Arapların Ebu’d-Düstûr, yani anayasanın babası diye övdü­ğü sadrazam!) Ingiltere tarafından piyon olarak kullanılan Mithat Paşa’nın amaçlarından biri Osmanlı ülkesi içinde yeni sorunlar çı­karmak, diğeri de bizzat yönetimin merkezi olan sarayda dengeleri altüst etmeye çalışmaktır. Mithat Paşa ülkenin harp gailesiyle uğraşmasında da büyük katkıları olan bir zâttır.[6]

*Mısır terör yasasını kabul ederek,bizdeki 1890 öncesine ve bizde zulmün simgesi olan 163. Maddenin uygulamasına dönülmüş oldu.

*Winston Churchill-in Sözleri:
Savaşın arkasındaki beyin olan Winston Churchill, Türklere karşı zehirli gaz kullanalım teklifinde bulunmuş, ancak sağduyulu bazı İngiliz yetkilileri bu teklife karşı çıkarak Bu bir insanlık suçu olur deyince, dönemin Bahriye Nazırı Churchillin cevabı tüyler ürperticiydi: Ama Türkler insan değil ki! Medeni olmayan (barbar) milletlere karşı gaz kullanılabilir.

*****************

Bir tebessüm;

*Her önüne gelen birilerini yedirmiyor.

Yedirilmeyecekleri anlıyorum da,yenilmeyecekleri anlamıyorum.

Oysa biz millet olarak hassasız,her şeyi yemeyiz.

Haram olan var,mübah olan var.Ayırmak lazım.

-Rus Çarı ile yaşamış olduğu şu diyalog meşhurdur : Bir gün Rus Çarı esaret altındayken Şeyh Şamil’i yemek yemek için karşısına alır. Şeyh Şamil’in iştahlı bir şekilde yemek yediğini görünce yanındakilere: Korkarım bu adam bizi de birazdan yer diye söylenir. Şeyh Şamil bunu duyunca, Korkmayın, dinimizde domuz eti yemek haramdır, cevabını verir.

MEHMET ÖZÇELİK

19-08-2015

[1] http://www.haber7.com/guncel/haber/1510294-terore-yerli-darbe-800-pkkli-olduruldu

[2] http://www.haber7.com/avrupa/haber/1510618-pkknin-en-buyuk-destekcisi-almanya

[3] http://www.haber7.com/guncel/haber/569229-cok-pkkli-vuruyor-heronu-dusurun

https://www.youtube.com/watch?v=tWiPCXOBohM

[4] http://www.yenisafak.com/gundem/bahcelinin-oyunu-2224865

[5] https://www.google.com.tr/search?q=zaman+gazetesinde+bdp-ye+oy+%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1&ie=utf-8&oe=utf-8&gws_rd=cr&ei=7lfYVa-BB8WpUeKSuogN#q=zaman+gazetesinde+hdp-ye+oy+%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1

http://www.zaman.com.tr/yazarlar/sahin-alpay/tek-care-hdp_2288260.html

http://www.aydinlikgazete.com/medyanin-halleri/cemaat-yazarinin-hdp-israri-suruyor-kurtarici-hdp-h69579.html

http://www.haber7.com/polemik/haber/1471141-cemaat-yazari-alkan-oyum-tkpye-dedi

http://www.haber7.com/televizyon/haber/1482345-cemaatci-yazarlarin-saskina-ceviren-sozleri

http://www.zaman.com.tr/yazarlar/ahmet-turan-alkan/nuri-abi-formulu_2300067.html

http://www.zaman.com.tr/yazarlar/ahmet-turan-alkan/hdp-pkkya-hayir-derse_2307393.html

https://www.google.com.tr/search?q=Polis+lojmanlar%C4%B1ndan+toptan+Hdp-ye+oy+%C3%A7%C4%B1kmas%C4%B1+&ie=utf-8&oe=utf-8&gws_rd=cr&ei=-V_YVfT_MIn6aO7llOgD

http://www.takvim.com.tr/guncel/2015/06/11/polis-lojmanlarinda-hdpye-oy-cikti

http://www.dirilispostasi.com/bakan-yildizhdpye-oy-veren-polisin-elinde-sehit-kani-var/

http://www.yeniakit.com.tr/haber/uniformali-hdpliler-73662.html

[6] Dr. Fehmi Şinnâvî’nin “Hilafet: Modern Arap Düşüncesinin Eleştirisi

 

 




LORD KINROOS VE GAZİ

LORD KINROOS VE GAZİ – Sesli Dinle

*Atatürkün dış politikası,devleti küçültmek,iç politikası ise kendisinden sonra da iktidarını sürdürmek için bir siyasal sistem idi.

*Mareşal Fevzi Çakmak dizginleri Atatürkün eline vermiş,onun tüm yaptıklarına, engelleme yetkisine rağmen sessiz kalmış,susmayı seçmişti.

*Askeriyede kendisinin inançtan uzak,içki içen,kadınlarla olan ilişkisi,ahlak dışı tavırları tepki çekiyordu.

*O milliyetçilikle solu birleştirdi.Her iki grubun kendisini savunmasının yolunu bulmuştu.

*Rusyada gelişen kominizmle,batıda gelişen milliyetçiliği beraber götürüp,sentezleme yolunu tercih etti.

-Tam da Ziya Gökalp-i yansıtıyordu.Öyle ki annesinin ölümünde bile ağlamayan Gazi,Gökalp-in ölümünde ağlamıştı.

*Tevfik Fikret ve Abdullah Cevdet-in materyalist ve ateist görüşünü benimserken, Gökalp-inde milliyetçilik yönünü topluma empoze ediyordu.

Tüm hayatındaki siyaseti ve yönetimi bu minval üzere oldu.

Belli bir hedefe ulaşmak için her seferinde dini bir alet olarak kullandı.

Bunu Mısırdaki subaya karşı da gösterdi,Trablustaki Sünusilere,Kahiredeki şeyhlere ve onları toplamaya,birinci meclisi sarıklı ve şeyhlerle ve dualarla açmaya giderken,bizde de padişahtan kendi üstlerine karşı da gösteriş yolunu seçti.Tepki çekmemek için…

Kullandığı dini eline iktidar geçince devre dışı bırakma yoluna gitti.

Bu uğurda en acımasız uygulamalara ve uyduruk ve keyfi küfri kanunlara baş vuruldu.

*Aslında iç ve dıştaki kargaşalar,Gazinin yol taşlarını döşüyordu.

O kaosun bir ürünü idi.

*İngilizler daha o subay iken şu hükümlerini vermişlerdi:”Ona dikkak edin,çok yükselecektir.”

*Bulgar General Petrov-un kızı Dimitrina ile ilk ilişkisini sürdürüp,onunla evlenmek istedi,ancak babası onu bir Türke vermek istemiyordu.

Gazi o zamandan kafasına koymuştu;Anadolu kadını da maskeli baloda beraber olup aşk yaşadığı Dimitrina gibi olmalıydı.

*Gazi ile İsmet bir çok noktada görüşleri birbirleriyle uyuşuyordu.Yalnız Gazinin içki ve kadın düşkünlüğünün yanında İsmet,sakindi.

Bu düşünce uyumluluğundan dolayı İsmet,Gazinin vaz geçilmez bir gölgesi idi.

*İngilizler Mustafa Kemale bir kez daha,büyük bir siyasi bağışta bulunmuşlardı.O da bundan yararlanmakta gecikmedi.Hemen bir bildiri yayınlayarak;”İstanbulun zorla işgaliyle Osmanlı devletinin yedi yüz yıllık hayat ve egemenliğine son verilmiş”olduğunu açıkladı.Durumu böyle görüyordu.

..Türkiye dışındaki Müslümanları hatırlayarak,onlara da buna benzer bir bildiri yolladı.

*Gazi Latife-ye önce metresi olduğunu teklif etmiş,o ise metresi olmayı değil,evlenmeyi kabul edeceğini söylemişti.

Bir müddet sonra verem olduğu bahanesiyle,baştan savma amaçlı olarak Münih-e gönderildi.Çünkü Gazi bir kişiye bu kadar uzun süre bağlı kalmamıştı.

Daha sonra ise Türkiye-ye döndüğünde –hala tartışması devam edip ,açıklığa kavuşmayan –Çankaya-nın kadınlar tuvaletinde veya çıkıp arabanın içinde,şaibeli bir şekilde intihar mı etti,öldürüldü mü tartışması devam edecektir.

*Daha sonra İzmir-de bulunan Fikriyeyle mektuplaşmış ve “Fikriye-yi de kendine göre sevmiş ve arkadaşlığından hoşlanmıştı ama,onu hiçbir zaman nikâhla almayı düşünmemişti.

Evlenme batı geleneklerine uygun olarak yapıldı.

Önce Latifeyi istediği gibi değiştirecek,daha sonrasında da esir olarak gördüğü Türk kadınını,Anadolu kadınını değiştirecekti.

Zaten kendisine de niçin evlendiği sorulduğunda:’Bu reform yüzünden.’ demişti.

Aslında evlenmesi sırf bunun içindi.Yoksa istediği metres hayatıyla da bunu sürdürebilirdi,sürdürdü de…

*Gazinin yaptığı en önemli şey,gücü elinde tuttuktan sonra,muhaliflerini susturmak oldu.

Susmayanları ise üç Ali-ler ve kurduğu istiklal mahkemeleri ile despot bir şekilde uygulamaya koydu.

Kendisi için en büyük engelin dindar olanlardan geleceğini bildiği için,en büyük saldırısı da dindar kesime olmuştur.

Yaptıklarına daha doğrusu kaldırdıklarına bakıldığında,tamamen dine aid her şeyin devre dışı bırakılmasına yönelik idi.

İlk göz dağını da dindar bir memleket olan Balıkesir-de,bir Cuma günü hutbede veriyordu.

İşte,Halk Partisinin işi burada başlıyordu.

*Gazi 1920 yılında kafasında bir sır gibi sakladığı planlarını üç sene sonra devreye koyuyordu.

*Gazi ancak 58 kişinin oy birliğiyle cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.Yüz kişi çekimser kalmıştır.Çoğunluğun seçimiyle seçilmemiştir.

Kendinde üç başkanlığı birden toplamıştı:Devlet başkanlığı,Hükümetin ve Meclisin gerçek başkanlığı,tek parti başkanlığı.

Selanikten beri kendisine hayran olan arkadaşı Tevfik Rüştü onu bir gün hristiyanların üçlemesiyle kıyaslamıştı;’Baba-Oğul ve Kutsal Ruh’ Gazi gözlerinde bir pırıltıyla onayladı:’Öyledir ama kimse duymasın.’

*Artık bize aid olan bin yıllık birikimler bir çırpıda bitirilmiş ve kaldırılmış ve de yerine bize aid olmayan değersizlikler değer olarak sunulmuştur.

*”Bir gün Diyarbakır-da,o zaman kurmay başkanı olan İsmet Beyle at üzerinde giderlerken, ’Bana yeni bir din bul’diye bağırmıştı.

İsmet Paşa’Öyle bir din olmalı ki’diye cevap verdi,’Tapınma şekli ağaç dikmek olsun.

*Getirilen her bir inkilap ile,toplumun bir kesimi devre dışı bırakılıyordu.

Onun dışında bir asırdır kavgalı bir toplum oluşturulmuş oldu.

Dünyada gelmiş geçmiş liderler içerisinde,Gazi kadar tartışılan bir kimse olmamıştır.

Ziya Hurşit-in ifadesiyle;”Millet önce mabutlarını yaratır,sonra onlara tapar.”

Gazi de bu duruma oturtuldu.

**************  

Atatürk’ün ölümünden sonra yazmaması için hapse atılan Cemal Granda, gizli bir şekilde kaleme aldığı hatıratları 1971 yılında ilk olarak FER Yayınları tarafından basıldı. 2 yıl sonra Hürriyet Yayınlarından çıktı.

.. Atatürk’e on iki yıl gece gündüz, günün yirmi dört saatinde hizmet etmiş Cemal Granda….

Hatıralarında;

– Atatürk’ün sofrası günlük olayların dışında harf devrimi , din devrimi gibi yeni ve heyecanlı konular da ortaya attığı olurdu. Bazen herkesi şaşırtan bu konulardan alacağı olumlu cevaplar da, olumsuz cevaplar da çok hoşuna giderdi. Sofra konuşmalarını hep kendi açar, başkasının konu açmasına meydan vermezdi.

– Her gece içtiği halde Atatürk’ün bir kere bile içki yüzünden kendinden geçtiğini, taşkınlıklar yaptığını görmedim, duymadım. 

– Doğumundan ölümüne dek çeşitli adlar kullanan Atatürk’ün son kartvizitinde (Kamal Atatürk) yazılıdır. Bir vesile ile alıp sakladığım bu tarihi kartvizit, hala misafir odamdaki büfenin çekmecesinde özel bir muhafaza içinde durur. Atatürk hakkında çıkan birçok kitapta “Kemal Atatürk” yazdığı halde O’nun son adı “Kamal Atatürk” olarak tarihe geçmiştir. Hatta Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin dış duvarındaki bir vecizesinin altında da “Kamal” adı okunmaktadır.

– Türk dilinin sadeleşmesine, özleşmesine, yabancı sözlerden arınmasına önem verildiği günlerdeydi. “Kemal”in Arapça olduğu ve Türkçede “Kamal” diye bir söz bulunduğu ileri sürülmüş. Atatürk de bu görüşü uygun bularak Kemal yerine Kamal diye yazmaya başlamış. Bir akşam sofrasında üç kadeh içkiden sonra Atatürk bize dönerek şaka şeklinde:
– “Dünyada ne kadar Kemal varsa hepsi eşektir…” dedi.
Sofracı Kemal şaşaladı. Ne diyeceğini bilemedi. Toparlandı. Dili tutulmuş gibiydi. Gözlerini Atatürk’ün yüzünden ayıramıyordu. Hepimiz bunun altından ne çıkacak diye beklerken, Atatürk, sözlerini şöyle bitirdi:
– “Haa anladım. Sen bana bakıyorsun. Sen de Kemal’sin demek istiyorsun. Ben artık Kamal oldum. Kemal’ler başının çaresine baksın …” dedi.

– – “Benim için de bazı kimseler Selanik’te doğduğumdan Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Şunu unutmamak lâzımdır ki, Napolyon da Korsikalı bir İtalyan’dı. Ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti. İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları lâzımdır. 

– – “Bu bahsi kapatın. Peygamber’leri küçültmek isterseniz kendiniz küçülürsünüz” dedi
Atatürk Harbiye’de okurken, abdestsiz olarak toptan namaza giderlermiş. Ordu’ya katıldıktan sonra da cepheden cepheye koşmaktan namaz kılmağa vakit bulamamış. 

– Benim, yanında bulunduğum süre içinde hiç namaz kılmadı. Oruç ta tutmadı. Ramazanlarda içki içer, fakat Kadir gecesi ağzına katresini koymazdı. Kadir geceleri sofra bile kurdurmazdı. Saygısı büyüktü. Bazen Mevlût dinlediği de olurdu. Miraç bölümünde “Göklere çıktı Mustafa” denince gözleri yaşarırdı. O zaman hemen kolonya götürürdük. İnanışı samimiydi. Bence Allah’a inanıyordu. 

– – “Bir zamanlar ben de mason olmuştum. Bir gün bir arkadaşım beni alıp Beyoğlu’ndaki Mason Cemiyetine götürdü. Daha ne olduğunu bile anlayamadan kendimi cemiyetin içinde buldum. Mermer bir merdivenlerden büyük bir salona indik. Orada yüzlerini göremediğim bir takım kişiler vardı. Bizi buyur edip oturttular, kahveler sundular, hal hatır sordular. Orada uzun kalmadık, tekrar merdivenlerle daha da aşağı indik. Bir öncekinden daha geniş bir salonda bulduk kendimizi. Salonda büyük bir kalabalık toplanmış kılıçlı bir tören yapılıyordu. Bu işleri daha önceden bildiğini anladığım arkadaşım kolundan tutmuş, durmadan ne yapmam gerektiğini anlatıyordu. Kılıçların arasından geçip kutsal bir kitaba el bastık. Bütün bunlar olup bittikten sonra ne o binaya gittim ne de oradakilerle karşılaştım. Şimdi gitsem arasam, o binayı belki de bulamam. İşte benim masonluğum bundan ibaret.”

* M. Kemal’in özel hekimi ve yakın arkadaşı olan Büyük Üstad Mim Kemal Öke’nin Mason Derneği’nin 1949 yılındaki büyük kongresinde yaptığı ve Türk Mason Dergisi’nin birinci sayısının 12-14′üncü sayfalarında yayınlanan konuşmasında bu konuyla ilgili olarak söyledikleri aydınlatıcıdır:

“Memleketin siyasi akışları bir an için bizim mesaimizi men etmişti. Bu yalnız bizim değil, Türk Ocakları, Kadınlar Birliği vesaire gibi teşekküllere de teşmil edilmişti. Bu tatili mesai bir kapanış değil, bir ima üzerine olmuştur. Atatürk mason teşekkülü için çok büyük iltifatta bulunmuş, Ankara’daki binaya her yıl 3 bin lira yardım etmişlerdir. Bugün başımızdakiler de aynı yardımda bulunmuşlardır. Atatürk memleketimizi ziyarete gelen tanınmış şahsiyetleri bu lokalde kabul ve ziyaret etmiştir. Mason teşekkülünü Atatürk kapattırmamıştır. Siyasi ahval o zaman böyle bir imayı mecburi kılmıştır. O zaman başkanlıktan Mareşal Fevzi Çakmak’ın emri üzerine ayrılmıştım. Mareşal askerlerin bu kabil teşekküllerde bulunmamalarını emretmiştir. Ortalığı karıştırmak, şahsi taassuplarını kullanmak isteyen baykuşlara bu kürsüden tekrar ediyorum: `Bu teşekkül Atatürk’ün ruhunu tazib (ruhuna azab) etmemiş, taziz etmiştir (sevgi ile anmıştır).”KAYNAK;Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın, Istanbul, 2008, sayfa 229, 230. http://www.yalanyazantarihutansin.org/mason-localarini-m-kamal-kapattirmadi-ankaradaki-binaya-her-yil-3-bin-lira-yardim-etti/

 

 

MEHMET ÖZÇELİK

08-07-2015

 

 

 

 




SOLAN HAYATLAR

SOLAN HAYATLAR – SESLİ DİNLE

Bir asır süren manevi kıtlığın ardından,terörle tükenen ve tüketilen hayatlar.

Manevi boşluğun yerini terör doldurdu.

İşte tüm tesbit ve belgeleriyle Kürtler ve terörler hakkındaki anekdotlar;

*1924’de Britanya Dışişleri bakanın sarf ettiği şu sözleri söyledi ”Kürtler inatçı ve aşiret yapıları güçlü olan bir millet ve dinlerine çok bağlılar. Önce onların aşiret yapıları dağıtılmalı,  sonra İslam dan  uzaklaşmaları sağlanmalı. PKK aşiret kısmını büyük ölçüde halletti ama din konusunda başarısız oldu. Şimdi bizim kuracağımız hilafet devleti din konusunu da halledecek. Hem Kürtler hem de milyonlarca Müslüman o dinden uzaklaşmak zorunda kalacak.”  ( PKK Komutanı’ndan Şaşırtıcı İtiraflar!- Kerem Berti)[1]

*Dün istediği kimseler iktidarda iken Adana/İncirlik üssünü alarak,Pkk,yı besleyen Abd,bu gün istediği kimseler iktidarda olmayıp,incirliği kaybeden Abd,Pkk-yı teslim etti,desteğini çekti.

Sıra Işid-i besleyerek,İslam dünyasının başına bela etmekte.

-Abd desteklediğini bir silimlik kullanıyor,sonra da onu atıyor.

Kullanımı kolay,fayda getireni ise bir süre kullanıyor.

Ancak menfaatı esas olduğundan atmaması,terk etmemesi söz konusu değildir.

En çok kullandığı pkk-yı da sonuçta Öcalan-ı da bir sonraki plan için teslim etmiştir.

Bu gün ise onu devre dışı bırakmış,devreye koyduklarının ağzına çaldığı az bir baldan sonra,daha büyük menfaatı için onları da ortada bırakmıştır.

-İngiliz ve Abd arasında kalan pkk-nın İngiliz meyli,abd-nin onu desdeksiz bırakmasına ve şantaj yapmasına sebeb olmuştur.

Ve Abd tekrar Pkk dizginini eline geçirmiştir.

-Paralel yapıyı da destekleyip,2013 17-25 Aralıkta proje yapan Abd,çok rahat onu da boşluğa bırakacak ve terk edecektir.

Ab ve Abd-nin yönetimindeki tek hedef,menfaattır.

            *Bir pkk yönetici ifşaatında şöyle diyor:” -“Konuyu kapatıp kalktık gezi parkına geçtik, orada 12 kişilik gezi  komitesini görünce vazgeçtim ve döndüm. Çünkü gülen cemaatinin önde gelen isimlerinden biri de komite de idi. Bahsettiğim şahıs şu an Mardin Artuklu üniversitesinde sosyolog olarak görev yapıyor. O dönem ki masonik hareketin Türkiye sorumlusu olan Turgay Özdemir idi. Halen direktör mü bilmiyorum, Oldukça gizli yapılar bunlar.”( PKK Komutanı’ndan Şaşırtıcı İtiraflar!- Kerem Berti)[2]

            *Polise ve askeri her türlü silahlı saldırısına mukabele eden devlete karşı avrupa alçakça bir teklif yaparak;

AB açıklamasında Türkiye’ye yönelik “teröre orantılı cevap verin” mesajı yer aldı.[3]

Avrupa beslediği ve desteklediği terör konusunda ahlaksız ve samimiyetsiz.

*Tavşana kaç diyen abd,İngiltere ve batı İslam ülkelerinin başına bela ettiği işid,pkk gibi terör örgütlerini ortadan kaldırmak için,bu seferde İslam ülkeleriyle önemli çapta bir şeyler koparmak için onları devre dışı bırakma kararı almak için bir araya geliyorlar.

            *İngiliz medyası konuyla ilgili olarak şu ifadelere yer verdi: “Geçen haftaki İncirlik anlaşmasının ardından yeni adımlar atıldı. Türkiye’nin DAEŞ ve PKK’ya büyük operasyonları, bölgede yeni bir havaya yol açtı. Bu işler nihayete erdiğinde Türkiye-Suriye sınırının Fırat Nehri’nin batısında kalan kesimi Türkiye’nin olacak.”[4]

            *Medyaya operasyon zamanı.

Terörü bir kısım medya beslemekte ve de desteklemektedir.

Adeta medya teröre zemin hazırlamakta ve destek güç oluşturmaktadır.

            -*Şerde hayır.

Dünya devleri Türkiye-nin aleyhine birleşiyor.Bir asırdır içte besledikleri piyonlarını da yanlarına alarak…

Bu bir şer gibi görünse de;

Bu durum içte toplumun bütünleşmesine,İslâm dünyasının gözünü açarak,yeni bir istiklal savaşı yek vücutluğuna,toparlanmaya sebeb oluyor.

Toplum kırgınca da olsa,bir araya gelmeye çalışıyor.

En önemlisi de İttihad-ı İslamın taşları döşeniyor,harçları dökülüyor.

*Türk ve İslam düşmanı olan Churchill’in Osmanlı ile ilgili görüşleri bugün bile onun küllerinden filizlenen Türkiye için geçerlidir.

Osmanlı toprakları parçalanmalı, Türklerle meskûn yerler işgal edilmelidir. Ama Osmanlı Devleti devam etmelidir. (Osmanlının yıkılmasını istemiyordu.)

Ancak Osmanlı tarih oldu. Şu anda Türkiye için önemli olan Churchill’in vasiyetidir.

Vasiyetin özeti şöyledir:

Türkiye Batı’nın emrinde ve hizmetinde olarak Batı’nın tayin ettiği gücü aşmamalı.

Zayıflayınca desteklenmeli.

Varsayalım gücü aşırı artarsa Orta Doğu’da, Balkanlar’da ve de Kafkasya’da Osmanlının boşluğunu doldurmaya asla müsaade etmemelidir.

Türkiye’nin aşırı güçlenmesini önlemek için her çareye başvurulmalıdır.

Bu işte Batı sahnede yer almamalıdır.

Milli ve manevi değerlerden koparılarak

Batı kültür potasında eriyen aydınlar,

Etnik ve mezhep kışkırtmaları, ideolojik ve iktidar kavgaları ile aşırı güç çökertilmelidir.

Hatta iç savaş ya da komşularıyla savaşa bile gidilsin.

Yeter ki Türkiye Batı’ya hiçbir konuda rakip olmamalıdır…”

*Dıştan kuşatılmaya çalışılan Türkiye,dünyayı da dışarıdan kuşatacaktır.

Başta İngiltere,Rusya,Abd gibi devletlerde İslâma olan teveccüh,onlarda hem dıştan ve hem de içten kuşatılacaktır.

Türkiye-yi bitirmeye çalışanlar kendi içlerinde oluşan erime ve çökme sebebiyle,içten çöküş yaşayacaklardır.

MEHMET ÖZÇELİK

05-08-2015

[1] http://www.analizmerkezi.com/pkk-komutanindan-sasirtici-itiraflar-60165h.htm

[2] http://www.analizmerkezi.com/pkk-komutanindan-sasirtici-itiraflar-60165h.htm

[3] http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1491723-turkiyeyi-isyan-ettiren-pkk-cagrisi

[4] http://www.haber7.com/dis-politika/haber/1491689-cildirdilar-o-topraklar-turkiyenin-olacak




SENTEZ

SENTEZ – Sesli Dinle

Cemaat dizginini paralel yapıya kaptırdı.

Uzun bir süredir şaşkınlığını ve sessizliğini koruyan cemaat,yüzde beşlik paralel yapının hakimiyeti altına girdi.

Üst derin devlet cemaatı paralel yapıya bağladı.

Eskiyen ve çöken chp-yi canlandırmak amacıyla;dün tesettürlü kızları ve ablaları ev ev dolaştırarak chp-ye oy isteyen paralel yapı,bu seferde son seçimlerde doğrudan ve dolaylı olarak chp-nin kürt ve sol versiyonu olan Hdp-ye yamalandı.

En akıllı ve iyi niyetli geçinen daha önce verdiği Akpartiye vermemekle,Bbp-ye de verse,onlara yaramadığı için.otomatikman Hdp-nin hanesine geçmiş oldu.

Cemaat geçici tedbir ve göz boyamalarla bir arada tutulmaya çalışılmaktadır.

Bu durum bir müddet sonra dağılmaya ve parçalanmaya gidecektir.

-Nur cemaatının 1970-lerde yaşadığı bölünmenin,daha dehşetlisi cemaata yaşatılacaktır.

Tabanı temsil etmeyen tavan,değişik renklerden oluşmuş,gerçek rengini ve yüzünü ise gün be gün ortaya koymaktadır.

-Gülen bunun neresinde?

Akıl tarafı paralel yapıda,kalb tarafı ise cemaatten yanadır.

On altı yıldır gelmemenin hiçbir akıllıca mantığı yoktur.

İyi niyeti de bulunmamaktadır.

En azından kirliliğe ve şaibeye sebeb olmaktadır.

-Bir asırlık tarihimizde 1960 yılıyla başlayan darbeler,sıkılan kurşunlar ilk defa geri tepiyor,sıkanı siliyor ve silikleştiriyordu.

2013 17-25 Aralık sivil darbe uygulaması sonuçsuz kalarak,büyük bir bela defediliyordu.

****************

Türkiye-deki derin devlet sürekli ordu kanalıyla darbe yapıyordu.

Ordunun başına getirilen bir genel kurmay başkanıyla bu işin önü kapanınca,diğer yandan da –haklı haksız- bir kısım ve kesim yıpratılma yoluna gidilip darbe yapılma yolu kapanması sebebiyle,yıllardır emniyette yapılan kadrolaşma darbede kullanılma yoluna gidildi ve başarısız oldu.

Bunu kullanan ve yönlendiren dış güçler,bir taşla iki kuş vurdular;

Bir yandan devleti yıprattı ve başına iş açtı,diğer yandan da yarım asırdır hizmet hareketinin birikimini bitirmiş oldu.

*********************  

8 Şubat sürecinde Cumhuriyet gazetesinde Ankara muhabiri olarak görev yapan gazeteci Yusuf Özkan, Süleyman Demirel’in 54.Hükümeti kastederek “Çıkın sokaklara, yıkın bu hükümeti” dediğini ve kendisinin de bizzat bunu duyduğunu BBC Türkçe için kaleme aldığı yazısında anlattı.

Hükümete karşı açık bir tavır alan ve Türk Silah Kuvvetleri içerisindeki “Erbakan karşıtları” ile birlikte hareket eden Süleyman Demirel, “28 Şubat yasaları” olarak bilinen ve Türkiye’de inanç özgürlüğüne büyük darbe vuran yasaların tümünü onaylamıştı.

İŞTE O YAZI:

“Ankara’da savunma muhabiri olarak çalışıyordum. Demirel, “İrticai faaliyetler” konusundaki kaygıları nedeniyle Başbakan Necmettin Erbakan’a ve dömnemin Refah Partisi – Doğru Yol Partisi (Refahyol) hükümetine tepkiliydi.

Erbakan Ramazan nedeniyle 11 Ocak 1997’de, 51 tarikat ve cemaat liderini Başbakanlık Konutu’na iftara çağırdı. Fethullah Gülen’in de çağrıldığı ancak katılmadığı iftar yemeği yoğun tartışmalara neden oldu.

Sarıklı, cüppeli tarikat liderlerinin Başbakanlık Konutu’na girerken çekilen görüntüler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) tepkiye neden oldu. Komuta kademesi, Başbakan Erbakan ve yardımcısı Tansu Çiller’i eleştirmeye başladı.”[1]

Acaba 17-25 aralıkta Demirel-in işi mi?

Onun yanına sık sık gidilip,akıl danışılıyordu..

Onun mason olduğu belgeyle sabitti.[2]

******************

Kâbesi olmayan sol kesim,kendisine bir kıble aramaktadır.

Bu kıble bazen Taksim olurken,bunların sınırlı olmasından dolayı,çoğu zamanda kendilerinin senaryolarla yaptıkları kıblelerdir.

Nitekim 1 Mayıs,orada öldürülenler için dikilen! Heykeller ve yazılan mersiyeler, Madımak oteli,bizzat kendilerinin kendi arkadaşlarını öldürmek suretiyle kıblelerini tazelemekte ve arttırmaktadırlar.

Solun kıblesi,şeytanın ve şeytani kıblesidir.

*Türk solunun kürt versiyonu olan Hdp,buna bir de fuhuşu ve fuhuşçuyu ekleyerek; hem dinen,hem şiddet ve hem de ahlaken çöküntülü bir hayatı sürdürmekte olduğunu göstermiş ve de yaşamaktadır.[3]

*”PROF.DR. NECMEDDİN ERBAKAN
Ben 28 Haziran 1996’da Başbakan oldum. Meclisten güvenoyu aldım ve Başbakan koltuğuna oturdum. İlk ziyaretime gelen ABD elçisi oldu. Bana şunu söyledi; “Biz biliyoruz ki sizin davanız İslam’dır. Başbakan oldunuz. Bu bizim hoşumuza gitmedi ama beraber çalışmaya mecburuz. Ben size geldim ve diyorum ki sizinle beraber çalışabiliriz. 6 tane şartımız var. Birincisi; “İran ile ticari münasebetinizi 50 milyon doların üzerine çıkartmayacaksınız.” İkincisi; “İrana gitmeyeceksiniz.” Üçüncüsü; ABD üslerine dokunmayacaksınız.” Dördüncüsü; ” Diğer Müslüman ülkelerle de ticaretinizi arttırmayacaksınız.” Beşincisi; ” Çekiç güç askeri işgal kuvvetlerimizi dışarı çıkartmayacaksınız.” Altıncısı; “Irak boru hattını açmayacaksınız.”

Bizim meşhur sadrazamımız Ali Paşa’nın bir sözü vardır; “Ben mühim bir iş yapmak istediğim zaman önce Rus Elçisi ile konuşurum. Ne derse tersini yaparım” Ben de ABD elçisinin söylediklerinin hepsinin tersini yaptım. İlk ziyaretimi İran’a yaptım. “İran ile ticari münasebetinizi 50 milyon doların üzerine çıkartmayacaksınız.” demişlerdi, sadece doğalgaz antlaşması 2,5 Milyar Dolar oldu. Ve ilan ettim ki; Türkiye ile İran arasındaki Ticari Münasebet Hacmi 10 Milyar, 20 Milyar değil, Almanya ile Fransa arasındaki ticaret nekadar ise okadar olur dedim.

15 gün sonra ABD Dış İşleri Bakanı Warren Christopher Ankara Elçisi Grossman’a -iki yahudi- “Ne yapın, edin askeri ihtilal yapıp Refah Partisi’ni iktidardan uzaklaştırın.” diye kripto gönderdi. Bu kripto bizim elimizde bulunuyor. “[4]

*********************  

İktidarın yolu hapishaneden geçiyor.Bizde Erdoğan da öyle olmuştu.

Her ne kadar Mısırda Mursi idamla yargılansa da,dünyanın ciddi baskısı sonucu geri adım atılabilir.

Bu da Mursi için yeni bir iktidarın başlangıcı olur.

-Mısır-da Mursi ile beraber birkaç kişinin almış olduğu idam kararı,Mısır-ın hala bizim 1950-lerde kaldığını göstermektedir.

*******************  

Konservatuarda dini musikisi yoktur.Türkiye-nin tezadları.Türk musikisini yasaklayan zihniyetin bu milleti dinden koparmanın diğer bir yeri.

Topluma aid değerleri tamamen toplumdan silmeye yönelik eğitim verilmiştir.

Bu da Chp eliyle ve maharetiyle yapılmaktadır.

Avrupada tüm kurumlar hristiyanlık üzerine oturtulurken,Türkiye-de bir asırdır kurumlardan tecrid edilmeye gidildi.

******************  

1927-72 arası üç bine yakın cami kapatıldı.

Bunlar ihaleye çıkarıldığında Müslümanlar hassas olup çekindikleri için,gayrı Müslimler tarafından alınmış,kumarhane,meyhane,ahır,,mihrabına tuvalet,yıkılarak taşları kanalizasyonlarda kullanılmıştır.

Tamamen dini her yönüyle kuşatarak,tehdit ve ölümlerle,hayattan silerek ortadan kaldırma yoluna gidilmiştir.

Bugünkü olumsuzluklar bunların sonucudur.

*********************  

10.cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu memlekete hiçbir hayırda bulunmadığı gibi,büyük bir şer ve zarara sebeb olmuştur.

Onun döneminde ekonomi ilk defa sıfırlanmıştır.

İkinci İnönü vakası olarak hatırlanabilir.

Zaten Eşi de İnönü ile akrabadır.

Tarih onu hayırla yadetmeyecektir.

*********************  

Odunda pişen çay iyi olurmuş.

Anadolu insanı da hayatın yakıcı ve zor ateşinde pişmiş olduğundan,şiirinde,şarkısında hep feryad çıkar.

Yanık yanık söyler.

Yanmıştır,yakar.

Zira yanmayan yakamazmış.

Ferhatlar,Mecnunlar,Keremler hep bizde çıkmıştır.

Batıdaki şairler,doğudakilerin zekatı bile etmez.

Mazlumlar da bizden çıkmıştır.

Bu günde yanan Ortadoğu halkıdır.

Masum ve mazlum insanlardır.

Küfrün zulmü,fikrin zulmeti,hayata zulmetmiştir.

Hayatı karanlık olanlar,hayatları karartmışlardır.

Doğu hala yanmaya ve yanık yanık feryatları söylemeye devam edecektir.

Onlar yanarken,yanık feryatlarıyla diğerleri yandırılmaktadır.

*******************  

Ortadoğuda hassas olan devletlerin ateşleri fitillenmekte ve toplu olarak sahaya çekme çalışması yapılmaktadır.Bunlar;

Türkiye-Mısır-Suriye-Suud-i Arabistan-Irak-İran en başta olanlardır.

Özellikle büyük çapta İran sahaya çekilmekte,bu ise özellikle doğrudan değil,dolaylı olarak ateşi fitillenmektedir.

Özellikle Suriye bahanesi…

*******************  

*Türkiye ile İran arasında kurulmaya çalışılan yeni bir Kürt Devletinin en büyük tehlikesine dikkat çekmek istiyorum.

Birinci derecede tehlikeli olan Kürt devletinin kurulup kurulmaması değil,onu devlet ve ordu düşünsün.

Daha büyük tehlikesi ise;kolay kontrol edilebilir böyle bir devletin;sosyalist, Zerdüşt, kominist,ateist,terörist,büyük İsrail ve büyük Ermenistan projesinin bir parçası olmasıdır.

Kaderin hükmü mü?

Ona zaman karar verecektir.

Kader cihetiyle hayırlar olsa da,büyük tehlikeye dikkat çekmek istedim.Çünkü yapılan faaliyetler hayra dönük ve hayır amaçlı faaliyetler değildir.

*******************  

Dün ıraktan Saddam Hüseyinin Kuveyte gönderdiği adı bile duyulmayan,bilinmeyen Humeyni-yi,Fransa kaparak,Abd ile yaptığı anlaşma neticesinde İran Şahını devirdi,büyük bir karşılamayla 747 Fan Abd uçağıyla İrana indi.

-Bize de Öcalanı göndermişlerdi değil mi?

-Sıra Gülen de mi?

Bilinmeyen ve tanınmayan Humeyni,bir ilah ! gibi karşılandı.

Humeyni Tahrana indiğinde uçağın içerisindekilerin yarısı Cıa ajanı idi.

Ne garib değil mi?

Fransa Humeyniye İranda İslam Devrimini yaptırıyor!!!

Ondan sonra noldu?

İran Irakla 8 yıl savaştı.

Saddam Abd tarafından silahla desteklendi.Baba Bush Kimyasal silah sattı.

Oğul Bush Saddamı kimyasal silah bulundurmakla suçlayıp,ona savaş açtı ve Saddam gitti.

Arkasından Suriye,Mısır,Yemen ve Türkiye-yi kuşatma faaliyetleri…

2013 yılı 17-25 Aralıkta da Türkiye-de benzer uygulamaya gidilmiştir.

Abd-nin müttefikleriyle beraber B planı tutmayınca,Ezidi-Suriye-Kobani-İşid kuşatmasıyla bu denenmekte ve devam edilmektedir.

****************

2.Abdulhamidin Bahriye Nazırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşanın oğlu, Kominist olan Sakallı Celal-( Celal YALINIZ )den;

“Sakallı, Dördüncü Komünist Enternasyonale katılanlar arasındadır. Kominternde Sovyet delegasyonu ile derin sohbetlere girilir. Delegasyonda Marksizme en fazla vakıf olan iki kişi (Sadrettin Celal ve Sakallı Celal) Sovyet muhataplarını şaşırtır. Sakallı durumu şöyle açıklar Sovyet delegasyonuna; “Devrim sizin ülkenizde yapıldığı halde Marksizmi bizden az biliyorsunuz diye üzülmeyin. Siz gece gündüz çalıştığınız için okumaya vakit bulamamışsınız. Sizin kadar çalışmadığımız için biz de oturup bol bol Marksizme kafa yormuşuz. Hepsi bu.”

* Bir Profesörle tartışmasından sonra; “Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkün olur” demiştir.

Görev yaptığı okulda öğrencilerle ilgili üstten gelen baskıya cavaben; “Meşrutiyeti ilan ettik olmadı, Cumhuriyeti ilan ettik olmadı, biraz da ciddiyet ilan etsek ne dersiniz.”

“Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.”

“Sakallı’ya “Sende bu kadar meziyet varken ve değersiz insanlar bile hayatta muvaffak olurken, sen niçin suyun yüzünde kalamayıp boğuluyorsun?” diye sormuşlar. “Anlatayım” demiş. “Bir köpeği suya atsanız, tıpkı yürür gibi hareketler yaparak yüzer, boğulmaz, selamete ulaşır. Zira vücudunun yapısı buna göredir. Ağzı, burnu denizaltı kulesi tarzındadır. İnsanoğluna gelince. Vücut yapıları köpeğinki gibi olmadığından ve alıştıkları yürüme hareketiyle yüzemediklerinden, su yüzünde kalabilmeleri hususi bir talimi gerektirir. Nice Köpekler selamet sahiline yüzerken, lüzumlu talimi ve terbiyeyi almayan bir insan olarak ben, dalgalarda boğuluyorum.”

Köpekleşmeden su yüzünde kalanlara selam olsun…”

“Türkiye’de ɑydın geçinenler Doğu’yɑ doğru seyreden bir geminin güvertesinde Bɑtı yönünde koşturɑrɑk Bɑtılılɑştıklɑrını sɑnırlɑr.”

“Evinde yɑpılɑn ɑrɑmɑ esnɑsındɑ polis duvɑrdɑ durɑn Kɑrl Mɑrx portresini soruncɑ “Rɑhmetli Bɑbɑm” diye cevɑplɑmıştır”

*” Kısa bir süre memurluk yapmış. Aydın’da görev yaptığı okulun inşaatında da çalışmış. Diğer insanların taşıyamadıkları şeyleri taşımış. Ankara lisesi müdürü iken lağım (kanalizasyon) bozulmuş. Bakanlığa bildirmiş. İdare etmesini istemiş bakanlık. Bunun üzerine tulumunu giymiş, kolları sıvamış, lağımı tamir etmeye koyulmuş. Tam bu sırada okula gelen müfettiş durumu tespit edip bakanlığa yetiştirmiş.

Bakanlık savunmasını istemiş: Ne işi varmış koca müdürün tulum ve boklar içinde. Yakışır mıymış Cumhuriyet’in koca müdürüne. Bakanlığa gitmiş ve savunmasını sözlü olarak yapmış Sakallı:
-Lağım patladı dedim, idare et dediniz. Ben de lağımı onarıp idare edeyim dedim. Lağıma takım elbise ile girecek değildim ya. Üstelik, idare etmenin bok içinde oturmak olduğunu da bilmiyordum.”

*” Bir arama sırasında polisler üzerinde bir silah bulmuş ve kimlik istemişler Sakallı’dan.
-Yok, demiş.
-Kimin nesisin demişler.
-Ben Japonum, demiş.
-Ama Türkçe konuşuyorsun.
-Ben, Türkçe konuşabilen Japonum.
-Peki, bu silahı ne yapacaksın?
-Polisleri vuracağım.
-Niçin?
-Niçini var mı? Ne zaman neyi savunacağınız belli değil. Dün hilafeti savunuyordunuz, bugün cumhuriyeti. Yarın yine hilafeti savunmaya kalkarsanız… O zaman hepinizi vuracağım bu silahla. Ona göre.”

* Birisi için çivi gibi adamdır demiş bir keresinde. İtiraz etmişler.
-Ne çivisi yahu. Zayıf, sünepe herifin tekidir o.
-Yanlış anlaşıldım galiba demiş Sakallı. Çivi gibidir derken; kafasına vurmazsanız iş görmez, işe yaramaz demek istemiştim.

* Yıllar sonra Kadıköy vapurunda karşılaşmış iki eski arkadaş. Mahir İz sormuş:

-Efendim, sizi hala huzura kavuşmuş göremiyorum. Oysa; sizin istediklerinizi de, düşündüklerinizi de, hatta düşünemediklerinizi bile gerçekleştirdi Mustafa Kemal Paşa. Neden hala memnun değilsiniz, muhalifsiniz?

-Sen hiç tiyatroya gitmedin mi? diye sormuş Sakallı Celal. Perde açılır. Karyolada bir hasta görürsün, bir de ilaçlarını veren hemşire. Biraz sonra; kulaklığı ve beyaz gömleğiyle doktor da gelir. Hastanın nabzına bakar, reçete yazar. Bu bir oyundur. Ortada aslında ne hasta, ne hemşire, ne de doktor vardır. Bunların hepsi, bilesin ki rolden ibarettir. İşte, bizim cumhuriyetimiz de “Yaşasın Cumhuriyet” rolünden ibarettir.

*Mezar taşında; “Bağban bir gül için bin hare hizmet eder” yazıyormuş. Yani “Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır.”

MEHMET ÖZÇELİK

07-07-2015

 

[1] http://www.habervaktim.com/haber/421930/demirel-cikin-sokaklara-yikin-hukumeti.html

[2] http://www.haber7.com/yazarlar/mustafa-yurekli/890234-necip-fazilin-demirelle-masonluk-belgesi-polemigi

https://www.youtube.com/watch?v=Hit5qidN_4w

https://www.youtube.com/watch?v=tM9bg0kdPXI

http://www.aksiyon.com.tr/dosyalar/demirel-o-belgeyi-loca-dan-degil-eski-bir-kurulustan-almisti_533146

[3] http://www.habervaktim.com/haber/422456/ahlaksiz-yuruyuste-polise-fuhus-teklifi.html

[4]https://www.facebook.com/photo.php?fbid=529791007168143&set=a.442647005882544.1073741825.100004117450922&type=1




ANALİZ

ANALİZ –Sesli Dinle

*Amaç yeni bir 17-25 aralık darbesini tazelemek ve denemek.

Batıda uygulanan bu uygulama,doğuda tekrar edilmeye çalışılmakta ve belliki bunun da devamı gelecektir.

-“Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’nde meydana gelen saldırıyla ilgili olarak dün bir açıklama yapan ve güvenlik açığı olduğunu öne sürüp “halkımız, siyasi kurumlarımız, sivil toplum örgütleri, belediyeler, meslek örgütleri gibi bütün toplumsal yapılar kendi güvenlik tedbirlerini de geliştirmelidir” şeklinde tehlikeli bir çağrıda bulanan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bugün yaptığı açıklamasında tehditkar tutumunu yine sürdürdü.”[1]

Bu olayları bahane eden bdp veya bu olayların çıkarılmasındaki sebeb;bdp-li belediye ve kurumlarda pkk-dan oluşan güvenlik güçlerini kurmaktır.

-Hedefte Mit var.

“MİT MÜSTEŞARI GÖREVİ BIRAKMALI”

Reyhanlı’da 50 kişinin, Cilvegözü’nde 13 kişinin ölmesi, Diyarbakır’da Niğde’de insanların katledilmesi… Bunların arkasındaki güç ortaya çıkarmadı MİT. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, demokrasi olsun olmasın. Bunun bir sonucu olmalı. MİT zaten siyasallaşmış. MİT Müsteşarı derhal görevi bırakmalıdır. Geçici içişleri bakanı istifa etmelidir. Hükümetin siyasi sorumluluk alması için çağrı yapıyoruz.[2]

-Devamında serbest olan tesettüre karşı bir saldırı var.

Adını Orhan Pamuk’la olan ilişkisiyle duyuran Karolin Fişekçi, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde yaşanan bombalı saldırı sonrası attığı tweet’le tepki çekti.

“ÇARŞAF YASAKLANMALI”

Karolin Fişekçi, çarşafın risk olduğunu belirtti ve çarşafın yasaklanması gerektiğini söyledi.

*Dünyanın huysuz çocuğu Yahudi,Türkiyenin huysuz çocuğu Chp,bölgenin huysuz çocuğu ise yunanistandır.

*Nasıl bir rejim ki,

Benim günlük namazıma karışıyor,cumaya gitmemi engelliyor.

Başımı örtmemi irademi susturarak despotluk yapıyor.

Nasıl bir yönetim ki,benim hukukuma karışıyor.Beni benim dışımdaki hukukla idareyle yönetiyor.

Say sayabildiğin kadar…

 

-Aslında bu işi yapanlar,kirli insanların kirlerini çıkartmak ve eskisi gibi millete ve değerlerine saldırmak amaçlıdır.

Bu olaylarda hükümeti yıkmaya çalışan paralel yapının ve hükümetin kurulmasını geciktiren mhp-nin büyük vebali vardır.

Devlet boşluk kabul etmemektedir.

 

*Ev yanıyor,hala bir çok kişi evin dış kapısının mandalıyla uğraşıyor.

Oynanan oyunları görmeden basireti bağlanmışcasına,izzet ağır geldiğinden zilleti tercih eden,bayağı,geçmişinden kopuk olarak ecdadının yaptığı Topkapı sarayından haberdar olmayan bir kısım insanlar bilinçsizce Sarayı dillerine dolandırmakta,sürü içerisinde bulunan aslan yavrusu gibi kendisinden haberdar olmamaktadır.

Sarayı diline dolayan insanlar oranın bir şahsa aid olmadığını bilemeyecek ve düşünemeyecek kadar pes-pâye insanlardır.

Kötü niyetli insanların ekmeklerine yağ sürmektedirler.

 

*Önce yağlayayım ki gıcırdama olmasın.Gıcık ve gıcırtılı sesler çıkmasın.

Bahçelinin bir marifetinin dışında,ikinci bir projesi gösterilemez.

Başarısı ise;gençlerin sokağa dökülmesini engellemiştir.

Aslında bu da kendi krallığını ve hakimiyetini gösterme amaçlıdır.

Mhp solun sağ ayağı,rejimin üçlü ayağı,tek ayaklı chp-nin koltuk değneği.

Bahçeliden sonra en üst dereceye çıkmış on kamera görüntüleri ortaya düşmüş kişiye emanet edilmiş bir parti görünümünde.

1970-lerin idealistleri,mücahitleri gitmiş,yerine mütait ve menfaat hesabı yapanlar gelmiş.

 

 

*******************  

*PKK böyle saldıracaksa,100 tane iyi yetişmiş mavi bordo berelilerle,özel ekiple inlerine inilmeli ,girilmelidir.

Aç canavara karşı muhabbet,onun iştahını açar,döner dişinin kirasını ister.

Bu gün Pkk dişinin kirasını istemektedir.

ABD bilmem nereden adalet getirmek için gelirken,biz burnumuzun dibindeki zulmü kaldırmak için,ini kan-dil-se inilmeli,teslim alınmalıdır.

Hatta bu genişletilip ortadoğuda güvenliği sağlayacak islami askeri birlikle alanı genişletilip,zararlı unsurlar devre dışı bırakılabilir.

Bu islâm dünyasının da hayrına olacaktır.

Dinin kesinlikle affetmediği suç,terör suçudur.[3]

 

*******************

 

*İnsanı değerlendirme ölçüsü,birinci derecede ilahi eksenli olmalıdır.

Bütün insanlar değerlidir ifadesi mutlak bir ifadedir.İçi doldurulmamış,doldurulması gereken bir ifadedir.

Elbette bir insanın dünyaya insan olarak gelmesi başlı başına bir seviye,kâinat çapında bir olaydır.

Ancak bunun öyle kalması,öyle devam ediyor olması ve öyle de bitecek olması söz konusu değildir.

Mesela,annem veya anneannem şeriatçı değildi,ama namazlarını kılarlardı.

Dini severlerdi ama dindar değillerdi,gibi ifadelerde bulunan bir insan,ne seviyede bir insandır?

Veya dünyaya gelişiyle gidişi arasında yaş farkından fazla bir farklılık olmayan,hayatını banyo-mutfak-tuvalet üçgeninde geçiren bir insan ne kadar farklı bir insandır?

-Batıya gidişlerini ballandıra ballandıra anlatan,dünyasını oraya bağlayıp sürdüren bir insan,aynı derecede Mekke-Medine ile ilgi duyması söz konusu değilse,maneviyatından ne kadar söz edilebilir?

İnsan olmak ile insancıl olmak aynı şeyler değildir.

İnsan önceki hayatına göre üstün bir varlıktır.

Dünyaya gelmeden önceki durum ile mukayeseye girmez bir derecedir.

Çünkü kimisi gelmeden sperm olarak atılmaktadır.

Ancak sonraki hayat ile mukayese,esas mukayesedir.

Zira azımsanmayacak derecede bu dünyaya insan olarak geldiği halde,bu dünyadan sperm olarak atılan milyarlarca insan mevcuttur.

-Kıblesi Taksim ve Atina olanlar,kıblesi Kâbe ve Medine olan insan aynı insan ve aynı seviyedeki insan değildir.

 

**********************  

 

*Şimdiye kadar içteki derin devletin oluşturduğu zıt kutuplar kavgası; sağ-sol,alevi-sünni yerini bu gün ise dıştaki derin devletin devreye girmesiyle paralel yapıyla toplumun karşı karşıya getirilmesi hesaplanıyor.

Bu düşüncenin üzeri şu anda tozlanmış ve örtülü iken,uygun zemin kollandığı,farklı bir zemin arandığı hissedilmektedir.

Gerek toplumlar bazında ve gerekse de İslam devletleri bazında sürekli kavga ortamı hazırlanmakta,fitillenmekte,tohumlar ekilmektedir.

Bunu engelleyecek tek unsur ise;Birlik ve basiretli harekettir.

 

**********************  

 

*1908 –de hasta adam denilip morga kaldırılan Osmanlı ve onun yerine getirilen Türkiye 2001-de ise gömülmek üzere idam sehpasına götürülmüştü.

İpten son anda indi.

Bin yıllık yaptığı iyilikler onu son anda kurtardı.

Kimin elinden mi;

Ecevit-in Dsp-si,Anap-ın Mesut Yılmaz-ı,Mhp-nin Devlet Bahçelisi ve üçünün seçmiş olduğu,Türkiyenin yüz yıldır görmediği cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer idi.

Bu durumları görmeyip 30 milyon olmazsa Türkiye batar diyenlerden,bugüne gelişi ve de çöken yunanistanın 2 milyara yakın borcunu ödemeye geldiği bir Türkiye.

Sadece bu da değil;2 milyon Suriyeliye kucak açan bir Türkiye…

Bunları görmeyeni Allah kör eder,elinden bunları alır,zillete mahkum eder.

 

**********************  

 

*”Ulusal Kanal sunucusundan ‘Akis’le darbeye ortam hazırladık’ itirafı…

Ulusal Kanal’da yayınlanan ‘Politika’nın Nabzı’ programında 27 Mayıs süreciyle ilgili önemli bir itiraf yer aldı. Programın moderatörlüğünü yapan Kurtul Altuğ, AK Parti’ye karşı yapılacak mücadeleyi anlatırken, 27 Mayıs’ı nasıl hazırladıklarını anlattı. Altuğ, “Biz yıllar önce küçücük bir Akis dergisiyle ortalığı ayağa kaldırdık. 27 Mayıs’a götürdü Türkiye’yi.” dedi.

27 Mayıs döneminde Akis Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yürüten ve darbenin ardından Yassıada Mahkemeleri tarafından bir numaralı tanık olarak dinlenen programın sunucusu Kurtul Altuğ, AK Parti’ye karşı yapılacak mücadeleyi anlatırken gerekirse demokrasinin rafa kaldırılabileceğini ima etti.”

-Bedii Faik, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na çarpıcı açıklamalar yaptı: “27 Mayıs’ta yalanın bini bir paraydı. ‘Bayar’ın 108 milyon serveti’ haberini Oktay Ekşi getirdi. Darbecileri eleştirince tehdit edildim, roman yazmam yasaklandı…”

*Hazreti Ali’ye (R.Anhu) dayandırılan hadiste şöyle denilmektedir: “Siyah bayrakları gördüğünüzde yerinizden kıpırdamayın.  Ellerinizi ve ayaklarınızı hareket ettirmeyin (harekete geçmeyin).  Sonra kendilerine ehemmiyet verilmeyen  zayıf bir topluluk zuhur eder. Kalpleri demir parçaları gibidir.  Onlar devlet sahipleridir (hum ashabu’d devle). Ne söz ne de ahit tanırlar. Hakka çağırırlar ama kendileri hak ehli değildir. İsimleri künyedir. Nisbetleri ise köy ve şehirlerdir. Saçları kadın saçı gibi uzatılmış ve salınmıştır. Aralarında ihtilaf çıkıncaya kadar bakidirler. Sonra Allah hakkı dilediğine verir…”[4]

*Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Benden sonra size dört fitne gelecektir.  Birincisinde, kanlar (dökülmesi) helal kılınacaktır. İkincisinde hem kanlar hem de mallar helal kılınacaktır.  Üçüncüsünde ise hem canlar hem mallar hem de uçkurlar helal kılınacaktır. Dördüncüsü ise örten, kapatan, bürüyen kör ve sağır bir fitnedir; denizdeki dalgalar gibi kabarır, hareket eder. Hiç kimse ona karşı bir sığınak bulamaz.   Şam’da tayf ve karaltı gibi dolaşır; Irak’a çöreklenir.  Eliyle ve ayaklarıyla el Cezire’yi (Kürt bölgesi) vurur. Ümmet, derinin tabakhanede çekiştirilmesi gibi çekiştirilir, belaya maruz kalır. Kimse ‘yeter, yeter’ diyemez ve bir yerden kalksa diğer yerde patlak verir ve çöreklenir ….”[5]

**********************  

 

*642 katrilyon faize gitmiştir.Buda sadece 5 bin kişinin cebine gitmiştir.Bunlarla neler yapılmazdı ki..

Şimdi yapılanlar ise işte faize giden bu paraların az bir kısmıyla olmaktadır.

*Hain içerden olunca kilit tutmaz.

MEHMET ÖZÇELİK

21-07-2015

[1] http://www.habervaktim.com/haber/425713/tehlikeli-cagrilarda-bulunan-demirtas-boyle-saldirdi.html

[2] http://www.habervaktim.com/haber/425720/chpden-beklenen-aciklama.html

[3] http://www.haber7.com/guncel/haber/1459749-son-yillarin-en-buyuk-askeri-sevkiyati

http://www.haber7.com/guncel/haber/1459792-pkkli-teroristlerin-sok-telsiz-diyaloglari

[4] El Fiten, Hafız Nuaym Bin Hammad, Daru’l Beyan el Arabi, Ezher civarı Kahire, hadis numarası 558, s:  136.

[5] hadis no: 87, s: 31.




MISIR MI SURİYE Mİ OLMAK İSTERSİNİZ?

MISIR MI SURİYE Mİ OLMAK İSTERSİNİZ? – Sesli Dinle

Bu milletin genleriyle oynanıyor.

Yüz yıllık boşluktan istifadeyle,yeni kaoslar planlanmaktadır.

Mısır mı Suriye mi olmak istersiniz?

2013 yılı 17 ve 25 Aralıkla başlayan Mısır gibi olma planları geri tepince,çevreden kuşatılmaya çalışılan Türkiye bu sefer Suriye gibi yapılmaya çalışılmaktadır.

1970-lerden beri Kahraman Maraş,Sivas,Çorumda devreye konulan Alevi-Sünni çatışması,şimdilerde yerini devletler arası alevi-sünni çatışmasına bırakmıştır.

Başta İran-ın İsrail ve Amerika ile olan gizli anlaşması devreye konularak;bir yandan İrana eski Sasani imparatorluğunun önünü açma vaad ve senaryolarıyla birlikte,Irak-Suriye-Yemen gibi şianın olduğu yerlerdeki hakimiyet kurma sevdası ortadoğuyu bir ateş topuna ve çemberine doğru götürmektedir.

**************************

Ermeni hayranlığı git gide ilerlemeye ve artmaya başladı.

Hdp-nin ermeni hayranlığı,pkk-nın bir ermeni kuruluşu olması,ermenistanın gözünü diktiği 100 sene önceki doğuya olan hayranlığı,sinsi ve hainane oyunlar içerisine girilmektedir.

Bir kasetle başkanlığı ele geçiren Chp-nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu-nun annesi Yemuş-un ermeni olması [1] iddiası,diğer yandan Dersim Alevilerinden olması,yüz yıl önce küllenmiş olan ateşin tekrar tutuşturulması için küllerinin alınmaya çalışıldığı görülmektedir.

Tam bir biçilmiş kaftan olarak görülmektedir.Hem ermeni yönü ve hem de alevi yönü.

-Yüz yıl önceki gizli kalmış olan kimlikler bu gün ortaya çıkmaktadır.

Ermenilerin 1915-de tehcir ile sürgüne gönderilirken,doğuda bırakmış oldukları çocukları ve torunları şimdiye kadar Müslüman adıyla bilinirken,şimdilerde yavaş yavaş bu dillendirilmektedir.

-Diğer yandan –Gürbüzler Ordusu- yani;” Savaşta yetim kalan 6 bin çocuğu toplayarak onlardan “Gürbüzler Ordusu” kuran ve bir kısmını da sanayi mekteplerinde yetiştiren Karabekir Paşa, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bu nedenle eleştiri almıştı.

Bu konuyu tarihçi Cemal Kutay şöyle anlatır:” “Atatürk, Kırklareli Milletvekili Dr. Fuat Umay’ı bizzat bu çocukların eğitimi ve sağlığıyla ilgilenmesi için görevlendirdi. Latife Hanım ise bu çocuklarla ilgilenmeyi ulvi bir görev kabul etti; eğitimleri ve bakımlarıyla bizzat ilgilendi. Karabekir Paşa, bu çocukları Ankara’ya, Paşa’nın huzuruna getirirken amacı, tüm ülkedeki yetimlere ve kimsesiz çocuklara dikkat çekerek onların eğitimini sağlayacak okullar kurdurtmaktı. Amacına ulaştı. Onun kurduğu sanayi mektepleri şimdiki meslek lisesi.”

Diğer bir rivayette:”
Erzurum ve çevresinde tüm yetimleri toplar, onları yurtlara yerleştirir. Bu yetimlerin büyük çoğunluğu Ermeni çocuklarıdır. 6 bin civarında olan bu Ermeni yetimlerin 4 bini erkek 2 bini kızdır.

Bu yetimlerin bir kısmı zenaata verilirken büyük çoğunluğu Kuleli ve Bursa’da açılan Işıklar Askeri Lisesi’ne kaydedilir. Bu çocuklar daha sonra “Gürbüzler Ordusu” olarak anılır.

27 Mayıs ihtilalini yapan albayların bir kısmının bu yetimler arasından çıktığı söylenir.[2]

-Beş sene kadar önce bir asker komutanıyla yaptığı konuşmasında;-Komutanım uçaklar bizimkileri (pkk-lıları) vuruyor.-diyerek,koordinatları değiştirme yoluna gitmişti.

Onlardan bir türlü haber alınmadı,işlem yapılmadı.

-Erdoğan-ın üzerine bu kadar gidilmesindeki tek sır,onun devrilmesiyle kaosun ateşini fitillemektir.

-Uyuyan hücreler uyandırılmaktadır.

Tıpkı Van belediyesinin billboardlarda asmış olduğu –kan akan musluklar- bir kin ve nefretin,kan akıtmanın bir mesajı olarak verilmekteydi.

Ancak oynanan oyunlar bir asırdır bildik oyunlardır.

İnsan nisyan ile malul olduğundan çok çabuk unutmaktadır.

Yeni yetişen nesil okumuyor,dinlemiyor,eskiyi bilmiyor,sıkıntıyı çekmemiş olduğundan çok çabuk oyuna gelebiliyor.

İnsan bir yandan nankör olurken,diğer yandan da doğu hala cehaletini sürdürüyor.Çok çabuk kanabiliyor.

Paralel yapı öne sürülerek,tüm muhalifler devreye konulmaktadır.

Doğunun ateşi yandırılmaya ve alevlendirilmeye çalışılıyor.

Bir yandan ermeni,diğer yandan alevi kartı oynanmaya çalışılmaktadır.

-Çözüm ise;” Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesâbına aldığı için, farazâ hakîki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için, siyâset âlemindeki vaziyetten ferâgat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.

Hem, üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri îmandır. Hakîkat noktasında en mühimmi ve en âzamı, îman meselesidir. Fakat, şimdiki umûmun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden, o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvâfık gelmediğinden, her halde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; tâ ki îman hizmeti safvetini umûmun nazarında bozmasın ve avâmın çabuk iğfal olunabileri akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.”[3]

-Şu zaman üçüncü devre olan İttihad-ı İslâm zaman ve devresidir.

İslâm ülkeleri bilhassa Türkiye bir an evvel ittihad-ı islâma yani islâm birliğine gidip,yüz sene önce dağılan tesbih tanelerini tekrar bir araya getirmelidir.

-Bizler Dağıldık.Bizi topla Allahım…

 

MEHMET ÖZÇELİK

10-07-2015

[1] https://www.google.com.tr/search?q=Yemu%C5%9F&ie=utf-8&oe=utf-8&aq=t&rls=org.mozilla:tr:official&client=firefox&channel=sb&gfe_rd=cr&ei=hIKfVfOdBaio8weG9YCgBA

[2]http://www.yerelgundem.com/yazarlar/yusuf_inan/2918/ilker_basbug_kazim_karabekirin_gurbuzler_ordusu_ve_ermeni_cocuklari.html

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=216889

https://www.youtube.com/watch?v=4SyBh34b8HY

https://www.youtube.com/watch?v=5qjrOaaeI6Y

[3] Hizmet Rehberi, Sayfa 102.




SİMA

SİMA

İnsan umumi sikkesi içerisinde,her bir insana farklı hatem vurulmakta,birini diğerinden ayırmaktadır.

-Sima yalan söylemez.

Sima için aynasıdır.

Yalan söyleyen insanın simasında kızarıklık oluşur.

Kan simasına sıçrar.

“İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A’râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: «Selâm size!» diye seslenirler.”[1]

“(Yine) A’râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: «Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı.”[2]

“Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.”[3]

“(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.”[4]

“Dilesek biz onları sana gösteriverirdik de kendilerini bütün sîmâlarıyle tanırdın ve her halde sen onları lakırdılarının edasından tanırsın, Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir.”[5]

*Söz köz olmalı..düştüğü yeri ve gönlü yakmalıdır.

“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir.”[6].

********************

1984 yılında Mehmet abimiz gelerek,kum lazım olduğunu,inşaata gitmemiz gerektiğini söyledi.

Beş ilahiyatçı arkadaş eski elbiselerimizi giyip bir Skoda marka arabaya binerek inşaata vardık.

İnşaatın bekçisi bizleri görünce biraz merak ve şaşkınlıkla Mehmet abiye sordu;

-Bunlar kimler,bunları nereden buldun?

Mehmet abide gayet rahat ve önemsizce,Amele pazarından yani işçi pazarından buldum,getirdim,dedi.

Birden bire siması değişerek,gayet ciddileşen bekçi cevaben;

-Yook yav,bunlar amele pazarının işçilerine benzemiyor.

Mehmet abi neden diye sorduğunda bekçi cevaben;

Bunların yüzleri nurlu,dedi.

Cevabı konduran Mehmet abi şu ayeti okudu;

-“ Sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd”,

“Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar.” [7]

****************

*“De ki hepsi de kendi yoluna göre amel eder.”

“De ki: «Herkes kendi kabiliyetine göre amelde bulunur. Rabbin ise doğru yolu takib edenleri daha ziyâde bilendir.»

De ki: Herkes seciyesine göre davranır. Rabbiniz ise kimin daha doğru yolda olduğunu herkesten iyi bilir.”[8]

-Elmalı tefsirinde şöyle izah edilmektedir; “ŞÂKİLE” kelimesi tabiat, âdet, din, ahlâk, niyet, mizaç ve yaratılış, birbirine benzeyen yollar gibi değişik ve fakat birbirine yakın mânâlarla tefsir edilmiş ise de en kapsamlı mânâsı sonuncusudur. Yani herkes kendi durum ve mizacına uygun olan yolda hareket eder. Başka bir ifade ile özel hislerine göre iş yapar. Bu durumda en doğru yola gideni Rabbiniz en iyi bilendir. Yani herkes kendi mizacına göre hareket ederek hoşuna giden yolu tutmakla doğru yol tutmuş olmaz. Bir din veya mezheb herhangi bir kişinin veya toplumun mizaç ve duygularına uygun gelmekle hemen doğru olamaz. Hak din, Allah’ın kitap ve Resulü ile bildirdiğidir. Buna göre mizacı hakka uygun olan kimselere ne mutlu!

-Hadiste:“Kim ne için yaratılmış ise,o şey kendisine kolaylaştırılır.”[9]

Yani fıtratı,temayülü,kabiliyeti hangi yönde gelişmiş ve geliştirilmiş ise,o yolu tercih eder,yönelir,ister,kabul eder ve o yolda kendisine kolaylaştırılır.

*Bedenin gıdası almak,ruhun gıdası vermektir.

 

*Kalb kainata sığmayacak kadar büyük,kainat kalbe sığacak kadar küçüktür.

*Bir şair diyor ki: “Her vasfı ki, imtiyazı haiz,

Tarih onu vasfederken aciz.”

******************

*Birinci Sır: Bismillahirrahmanirrahim’in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat sîmâsında, arz sîmâsında ve insan sîmâsında, birbiri içinde, birbirinin numunesini gösteren üç sikke-i rubûbiyet var.

  • Biri, kâinatın hey’et-i mecmûasındaki teâvün, tesânüd, teânuk, tecâvübden tezâhür eden sikke-i kübrâ-i Ulûhiyettir ki, “Bismillah” ona bakıyor.
  • İkincisi: Küre-i arz sîmâsında nebâtât ve hayvanâtın tedbîr ve terbiye ve idaresindeki teşâbüh, tenâsüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezâhür eden sikke-i kübrâ-i Rahmâniyettir ki, “Bismillahirrahman” ona bakıyor.
  • Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının sîmâsındaki letâif-i re’fet ve dekâik-ı şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezâhür eden sikke-i ulyâ-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahim” ‘deki “erRahman” ona bakıyor. [10]

*”Evet, rahmetin vücudu ve tahakkuku, güneş kadar zâhirdir. Çünkü, nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen atkı ve iplerin intizamından ve vaziyetlerinden hâsıl oluyor; öyle de, bu kâinatın daire-i kübrâsında bin bir ism-i İlâhînin cilvesinden cilvesinden uzanan nurânî atkılar, kâinat sîmâsında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hâtem-i Rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inâyeti nesc ediyor ki, güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.”[11]

*” Evet, rûy-i zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebâtâtın ve hayvanâtın tâifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine, kemâl-i intizam ile, hikmet ve inâyet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzın sîmâsında hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden, bilbedâhe, belki bilmüşâhede, rahmettir. Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın sîmâsındaki mevcudâtın vücudları kadar kat’î olduğu gibi, o mevcudât adedince, tahakkukunun delilleri var.

Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i mâneviyesinin sîmâsında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmâsındaki sikke-i merhamet ve kâinat sîmâsındaki sikke-i uzmâ-i rahmetten daha aşağı değil. Adetâ bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyeti var.

Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu sîmâyı veren ve o sîmâda böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden Zât, seni başıboş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın, hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vecihle noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziyâ gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ! “[12]

*” Kur’ân-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamında, meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakîk bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zâhir bir sûrette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzdan bahsi içinde, hilkat-ı insandan ve insanın sesinden ve sîmâsındaki dekâik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Ma’budunu doğrudan doğruya bulsun.”[13]

*” İnsan, ism-i Rahmânı tamamıyla gösterir bir sûrettedir. Evet, sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, kâinatın sîmâsında bin bir ismin şuâlarından tezâhür eden ism-i Rahmân göründüğü gibi ve zemin yüzünün sîmâsında rubûbiyet-i mutlaka-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezâhür eden ism-i Rahmân gösterildiği gibi, insanın sûret-i câmiasında, küçük bir mikyasta, zeminin sîmâsı ve kâinatın sîmâsı gibi yine o ism-i Rahmânın cilve-i etemmini gösterir demektir.” Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 19

*” rızık vermek ve muayyen bir sîmâ vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi, ummadığı tarzda olması ne kadar güzel bir sûrette meşîet ve ihtiyâr-ı Rabbâniyeyi gösteriyor. Daha, tasrif-i hava ve teshîr-i sehâb gibi şuûnât-ı İlâhiyeyi bunlara kıyas et.”[14]

*” Evet, bir Sâni-i Hakîme şehâdet eden sahâif-i âlemin birinci derecesi, semâvât ve arzın asl-ı hilkatleridir; sonra gökleri yıldızlarıyla tezyin ile zeminin zîhayatlarla şenlendirilmesi, sonra güneş ve ayın teshîriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilâf ve deverânı içindeki silsile-i şuûnâttır. Daha gele gele tâ kesretin en ziyâde intişâr ettiği mahâl olan sîmâların ve seslerin hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar; mâdem ki, en ziyâde intizamdan uzak ve tesadüfün karışmasına mâruz olan ferdlerin sîmâlarındaki teşahhusâtta hayret verici bir intizam-ı hakîmâne bulunsa, üzerinde gayet san’atkâr bir Hakîmin kalemi işlediği gösterilse, elbette intizamları zâhir olan sâir sayfalar kendi kendine anlaşılır; Nakkaşını gösterir. Hem mâdem, koca semâvât ve arzın asl-ı hilkatinde eser-i san’at ve hikmet görünüyor; elbette kâinat sarayının binâsında temel taşı olarak gökleri ve zemini hikmetle koyan bir Sâniin sâir eczâlarında eser-i san’atı, nakş-ı hikmeti pekçok zâhirdir. İşte şu âyet, hafîyi izhâr, zâhirîyi ihfâ ederek, gayet güzel bir îcâz yapmış.”[15]

*” Mâdem herbir zerrenin hareketi ve vazife görmesi Onun kanunuyla, izniyle, emriyledir; elbette teşahhusât-ı vechiye ve herkesin yüzünde herkesten onu temyiz edecek birer alâmet-i fârika bulunması ve sîmâlar gibi, seslerde, dillerde ayrı ayrı farklar bulunması, bilbedâhe Onun ilim ve hikmetiyledir.” Sözler | Otuz İkinci Söz | 555

*” Hilkat-i semâvât ve arzdan, tâ sîmâlardaki teşahhusâta kadar hangi şeyden soruldu ise, lisân-ı hal ile Vahdâniyete şehâdet ve sikke-i tevhidi gösterdi; sen de gördün. Öyle ise, kâinatın mevcudâtında bir emâre yok ki, bir şirk ihtimâli, ona binâ edilsin. Demek, dâvâ-i şirk, sırf tahakkümî ve mânâsız söz ve dâvâ-i mücerred olduğundan, şirki iddiâ etmek, mahz-ı cehâlet, ayn-ı belâhettir.” [16]

*” Teveddüd ve taarrüf ise, lütuf ve kerem mânâlarını tahrik eder; Latîf ve Kerîm isimlerini masnuun bâzı perdelerinde okutturuyor. Lütuf ve kerem şe’nleri ise, tezyin ve tenvir fiillerini tahrik eder, Müzeyyin ve Münevvir isimlerini masnuun hüsün ve nurâniyeti lisâniyle okutturur. Ve o tezyin ve tahsin şe’nleri ise, sun’ ve inâyet mânâlarını iktizâ eder ve Sâni’ ve Muhsîn isimlerini o masnuun güzel sîmâsıyla okutturur.” [17]

*” Hem, acîb ve garip san’atlar içinde rengârenk acîb hikmetli zemin yüzünün sîmâsındaki bu nakışlı çizgilere bak; nasıl sekenelerine enhâr ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri ayrı ayrı mahlûklarına ve ibâdına lâyık birer mesken ve vesâit-i nakliye yapmış. Sonra, yüz binler ecnâs-ı nebâtât ve enva-ı hayvanâtı ile kemâl-i hikmet ve intizam ile doldurup, hayat vererek şenlendirmek, vakit bevakit muntazaman mevt ile terhis ederek boşaltıp yine muntazaman ba’sü ba’de’l-mevt sûretinde doldurmak, bir Kadîr-i Zülcelâlin ve bir Hakîm-i Zülkemâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine yüz binler lisânlarla şehâdet ederler.” [18]

*” semâvâtın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin sîmâsındaki teşahhusu yapamaz.” [19]

*” Demek bütün semâvâtın Rabbi olmayan, birtek insanın sîmâsındaki alâmet-i fârika olan nakş-ı sîmâvîyi yapamaz.” [20]

*” Dehâ dimağda işler; kalbi de karıştırır. Hüdâ ruhu eder tenvir, dâneleri sümbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.

İstidad-ı kemâli birden bire yol alır. Nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber. Melek-sîmâ ediyor insan-ı himmetperver.

Dehâ ise, evvelâ nefse ve cisme bakıyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. İstidad-ı nefsânî neşv ü nemâ buluyor.

Ruhu eder hizmetkâr; taneleri kuruyor. Şeytanın sîmâsını beşerde gösteriyor. Hüdâ, hayatına saadet veriyor, dâreyne ziyâ neşrediyor, insanı yükseltiyor. “[21]

*” Hasletlerin yerleri değişse, mahiyetleri değişir.

Bir haslet; yer ayrı sîmâ bir. Kâh dev, kâh melek, kâh sâlih, kâh tâlih. Misâli şunlardır:

Zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi sayılan bir sıfat, ger olursa kavîde, tekebbür ve gururdur.

Kavînin bir zayıfa karşı da tevâzuu sayılan bir sıfatı, ger olursa zayıfta, tezellül ve riyâdır. “[22]

*” Şimdi, “Böyle bir eser bu asırda var mıdır?” diye bir suâlin içinizde hâsıl olduğu, nurânî bir heyecanı ifâde eden sîmâlarınızdan anlaşılmaktadır.” [23]

*” Meşhur ulema-i Benî İsrailiyeden Abdullah ibni Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın simasını görmekle, “Şu simada yalan yok; şu yüzde hile olamaz” diyerek imana gelmişler.” [24]

*” Nasıl ki eşyada, meselâ hayvânattaki ehemmiyetli âzânın, esasat ve netâiç itibarıyla birbirlerine benzeyişleri ve tevafukları ve birtek sikke-i vahdet izhar etmeleri, nasıl kati olarak delâlet ediyor ki, umum hayvânâtın Sânii birdir, Vâhiddir, Ehaddir. Öyle de, o hayvânâtın ayrı ayrı teşahhusları ve simalarındaki başka başka hikmetli taayyün ve temeyyüzleri delâlet eder ki, onların Sâni-i Vâhidi, Fâil-i Muhtardır ve iradelidir; istediğini yapar, istemediğini yapmaz, kast ve irade ile işler.”[25]

*” “Sani-i Âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak şems ve kameri hangi çekiçle yerlerine çakıyorsa, aynı çekiçle, aynı anda zerreleri yerlerine, meselâ zîhayatların gözbebeklerinde yerleştiriyor. Semâvâtı hangi ölçüyle, hangi mânevî âletle tertip edip açıyorsa, aynı anda, aynı tertiple gözün perdelerini açar, yapar, tanzim eder, yerleştirir. Hem Sâni-i Zülcelâl, mânevî kudretin hangi mânevî çekiciyle yıldızları göklere çakıyorsa, aynı o mânevî çekiçle, beşerin simasındaki hadsiz alâmet-i farika noktalarını ve zâhirî ve bâtınî duygularını yerlerine nakşediyor”[26]

*”İstikbâlde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için ve istikbâl asırları, bu asrın sîmâsına ve gayretsiz adamların yüzlerine “Tuh!” dedikleri zaman, tükürükleri yüzümüze gelmemek için veya silmek için yazılmış bir lâyihadır.” [27]

*” Röntgen şuâıyla rahm-ı mâderdeki çocuğun erkek ve dişisini bilmekle

 

“Rahimlerde olanı O bilir.”[28] âyetinin meâl-i gaybîsine münâfi olamaz. Çünkü, âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acip istidad-ı hususîsi ve istikbalde kesb edeceği vaziyetine medar olan mukadderât-ı hayatiyesinin mebâdileri, hattâ simasındaki gayet acip olan sikke-i samediyet muraddır ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur. Yüz bin röntgen-misal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız hakikî sima-yı veçhiyesini keşfedemez. Nerede kaldı ki, sima-yı veçhîsinden yüz defa daha harika olan, istidadındaki sima-yı mânevîyi keşfedebilsin!

Cenâb-ı Hakkın, rahm-ı mâderdeki çocukların sima-yı maddî ve mânevîlerinde iki cilvesi var:

Birisi: Vahdetini ve ehadiyetini ve samediyetini gösterir ki, o çocuk âzâ-yı esasîde ve cihazat-ı insaniyenin envâında sair insanlarla muvafık ve mutabık olduğu cihetle, Hâlık ve Sâniinin vahdetine şehadet ediyor. O cenîn bu lisanla bağırıyor ki: “Bana bu sima ve âzâyı veren kim ise, bütün esasat-ı âzâda bana benzeyen bütün insanların sânii dahi Odur. Ve hem bütün zîhayatın sânii Odur.”

İşte, rahm-ı mâderdeki cenînin bu lisanı, gaybî değil, kaideye ve ıttırada ve nev’iyete tâbi olduğu için malûmdur, bilinebilir. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba girmiş bir daldır ve bir dildir.

İkinci cihet: Sima-yı istidadiye-i hususiyesi ve sima-yı veçhiye-i şahsiyesi lisanıyla Sâniinin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hassasını ve hiçbir kayıt altında olmadığını, bağırıp gösteriyor. Fakat bu lisan gaybü’l-gaybdan geliyor. İlm-i Ezelîden başkası, kablelvücut bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-ı mâderde iken bu simanın binde bir cihazatı, görünmekle bilinmiyor!

Elhasıl: Cenînin sima-yı istidadîsinde ve sima-yı veçhiyesinde hem delil-i vahdâniyet var, hem ihtiyar ve irade-i İlâhiyenin hücceti vardır. [29]

*” Mânâ-yı ismî ile mânâ-yı harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitapları başlarında o mesele izah edildiği gibi, ilm-i hakikatin Sözler ve Mektubat’lar namındaki risalelerinde temsilâtla kâfi beyanat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zata karşı, fazla izahat fazla oluyor. Sen ayineye baksan, eğer ayineye şişe için bakarsan, şişeyi kasten görürsün. İçinde Re’fet tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksat, mübarek simanıza bakmak için ayineye baksan; sevimli Re’fet’i kasten görürsün.”[30]

*” Nakkaş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle, nihayetsiz cilve-i esmâsını her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî simaları öyle bir surette halk etmiştir ki, hiçbir mektub-u Samedânî ve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitapların aynı aynına olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânâları ifade etmek için, ayrı bir siması bulunacak. Eğer gözün varsa, insanın simasına bak, gör ki: Zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük simada, âzâ-yı esasîde ittifakla beraber, herbir sima, umum simalara nispeten, herbirisine karşı birer alâmet-i farikası var olduğu kat’iyen sabittir. Bunun için, herbir sima ayrı bir kitaptır. Yalnız san’atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve telif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan herşeyi derc etmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister.” [31]

*” İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!”[32]

*” En evvel, herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir gördüm.” [33]

*” ölüm, idam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir. Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hâkezâ, bunlar gibi hakikatlerle ölümün hakikî güzel simasını gördüm. Korkarak değil, belki bir cihetle müştakane mevtin yüzüne baktım. Ehl-i tarikatçe rabıta-i mevtin bir sırrını anladım.”[34]

*” Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve âkıbetbînlik adesesiyle, gayet şâşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum. Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum. O gülenlere ağladım. Birden bir tevahhuş, bir acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikatten sordum: “Bu hayal nedir?” Hakikat dedi ki:
Elli sene sonra, bu kemâl-i neşe ile gülen ve eğlenen zavallılardan elliden beşi, beli bükülmüş, yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi; kırk beşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar. O güzel simalar, o neşeli gülmeler, zıtlarına inkılâp etmiş olacaklar.”[35]

*”Kâinatın simasındaki bu teavün, tesanüd, tecavüb, teanuk, pek parlak bir sikke-i kübrâ-yı vahdettir.

… Zeminin yüzünde ve bahar simasında öyle bir parlak hâtem-i ehadiyet ve sikke-i vahdâniyet, ism-i Ferdin cilvesiyle görünüyor ki, küre-i arzın yüzünde bütün zîhayatı bütün efradıyla ve ahval ve şuûnâtıyla idare etmeyen ve umumunu birden görmeyen ve bilmeyen ve icad etmeyen bir zat icad cihetinde hiçbir şeye karışmadığını ispat ediyor.

… Zeminin simasında o keyfiyet, o tedbir, o idare öyle bir hâtem-i vahdâniyet ve öyle bir sikke-i ehadiyettir ki, bütün o mevcudatı birden hiçten icad edip beraber idare etmeyen bir zat, rububiyet ve icad cihetiyle hiçbir şeye karışamaz. Çünkü karışmış olsa, o hadsiz geniş muvazene-i idare bozulacak. Fakat insanların o kavânîn-i rububiyetin hüsn-ü cereyanlarına, yine emr-i İlâhî ile, sûrî bir hizmeti var.

…. Evet, insanın yüzüne o sikkeyi koyan Zat, elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın siması göz, kulak, ağız gibi âzâ-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile hiçbirisine tamam benzemez. Nasıl ki o simada göz, kulak gibi âzâların umum efradında birbirine benzemesi, o nev-i insanın Sânii bir ve vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de, hukuk-u insaniyenin muhafazası için sair envâın fevkinde olarak o simalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni-i Vâhidin iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki, bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halk etmeyen bir zat, bir sebep, o sikkeyi koyamaz.” [36]

*” hayat gibi, herbir zîhayat dahi, bu kitab-ı kâinatta birer mühr-ü vahdâniyet olduğu gibi, herbirinin yüzünde ve simasında birer hâtem-i ehadiyet konulmuştur.”[37]

*” Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbîr ve vahdet-i idâre ve vahdet-i neviye ve vahdet-i cinsiye ve umûmun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalardá ittifak cihetinde müşâhede edilen sikke-i fıtratta birlik ve herbir nevin efrâdı sîmâlarında görülen sikke-i hikmette ittihat ve iâşede ve îcadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine katî şehâdette bulunmasın. Ve herbir ferdinde, kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyet içinde Senin ehadiyetine işareti olmasın.” [38]

*” İsm-i Ferdin kâinat heyet-i mecmuasında koyduğu hadsiz hâtemlerden üç sikkeye işaret eder.
· Birinci Sikke: Kâinatın mevcudâtında ve envâlarında görünen ve bir Sikke-i Kübrâ-yı Ehadiyet olan “teâvün, tesânüd, tecâvüb, teânuk” sikkesidir.
· İkinci Sikke: Zeminin yüzünde, her bahar mevsiminde müşâhede edilen dört yüz bin nebâtî ve hayvânî envâın atkı ipleriyle dokunan hâtem-i Vahdâniyettir.
· Üçüncü Sikke: Hazret-i Âdem’den, tâ kıyâmete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanların âzâ-yı esâsîde bir olan sîmâlarındaki sikke-i Vahdâniyettir.” [39]

*” Evet, hadsiz cemal ve kemâlât-ı İlâhiye ve nihayetsiz mehasin ve hüsn-ü Rabbânî ve hesapsız ihsanat ve bahâ-i Rahmânî ve gayetsiz kemâl-i cemâl-i Samedânî, ancak vahdet aynasında ve vahdet vasıtasıyla, şecere-i hilkatin nihâyâtındaki cüz’iyâtın simalarında temerküz eden cilve-i esmâda görünür.” [40]

*” Hem meselâ, dalâletin gayet müthiş mânevî elemini hisseden bir adama İmân ile hidayet ihsan etmek, eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden, o cüzî ve fâni ve âciz adam, bütün kâinatın Hâlıkı ve Sultanı olan Mâbudunun muhatap bir abdi olmak ve o İmân vasıtasıyla bir saadet-i ebediyeyi ve şahane ve çok geniş ve şâşaalı bir mülk-ü bâki ve bâki bir dünyayı ihsan etmek; ve onun gibi bütün müminleri dahi derecelerine göre o lûtfa mazhar etmek olan bu ihsan-ı ekber yüzünde ve simasında bir Zât-ı Kerîm ve Muhsinin öyle bir hüsn-ü ezelîsi ve öyle bir cemâl-i lâyezâlîsi görünür ki, bir lem’asıyla bütün ehl-i imanı kendine dost ve has kısmını da âşık yapıyor. Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cüzî imanı, ya mütehakkim ve hodbin Mutezileler gibi kendi nefsine veya bazı esbaba havale eder ki, hakiki fiyatı ve pahası Cennet olan o Rahmânî pırlanta, bir cam parçasına inip, aynadarlık ettiği kudsî cemâlin lem’asını kaybeder.” [41]

*” Hem tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zîhayatta bir şahsiyet-i İlâhiye, bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfât-ı seb’aca mânevî bir sima-i Rahmânî ve temerküz-ü esmâî ve “İyyake Na’budu ve İyyake Nestaiyn” -2- deki hitaba muhatap olan Zâtın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder. Yoksa, o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilvesi inbisat ederek kâinat nispetinde genişlenir, dağılır, gizlenir; ancak çok büyük ve ihatalı, kalbî gözlere görünür. Çünkü azamet-i Kibriyâ perde olur; herkesin kalbi göremez.” [42]

*” Evet, sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder. Ve mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır. Ve mahlûkatın netice-i hilkatleri takarrur eder. Ve masnuatın kıymetleri bilinir. Ve bu âlemdeki makasıd-ı İlâhiyye vücud bulur. Ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatları ve sırr-ı îcadları tezahür eder. Ve bu dehşet-engiz tahavvülât içinde kahhârâne fırtınaların hiddetli, ekşi simaları arkasında rahmetin ve hikmetin güler, güzel yüzleri görünür. Ve fenâ ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp sonra gittikleri bilinir.” [43]

*” Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev’iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve her bir nevin efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine kat’î şehadette bulunmasın ve her bir ferdinde kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakta, vâhidiyet içinde, Senin ehadiyetine işareti olmasın.” [44]

*” Hem Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellîleriyle başta insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan pek çok mânidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar simalarına bak, fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin mu’cizâtlı cemâlini gör.” [45]

*” O hadsiz masnularda birbirinden simaca farikalı ve şekilce ziynetli ve miktarca mizanlı ve suretçe intizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametli ve kuvvetli bir hakikat görünür ki, Kâdir-i Külli Şey ve âlim-i Külli Şeyden başka hiçbir şey, bu her cihetle binlerle harikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahip olamaz ve hiçbir imkân ve ihtimali yok.” [46]

*” Madem bu kâinatın heyet-i mecmuasından, arzın yevmî ve senevî devranından tâ insanın simasına ve başının duygular manzumesine ve kandaki beyaz ve kırmızı küreyvâtın devranına ve cereyanına kadar küllî olsun cüz’î olsun herbir şeyde hikmetli ve dikkatli bir intizam var. Elbette, bir Kadîr-i Mutlaktan ve bir Hakîm-i Mutlaktan başka hiçbir şey, kast ve icad suretiyle elini hiçbir şeye uzatamaz ve karışamazlar. Belki yalnız kabul ederler, mazhar ve münfail olurlar.” [47]

*” Görüyoruz ki, bu masnuatın herbiri muayyen zatı, mahsus sıfatı, ayrı hususi mahiyeti, mümtaz farikalı sureti, hadsiz imkanat ve başka tarzlarda olabilir, Teşvişçi ihtimalat içinde, neticesiz çok yollarda ve sel gibi akan ve karıştıran ve birbirine zıt unsurların müdahaleleri içinde ve sehiv ve iltibasa sebebiyet veren ve birbirine benzeyen emsalleri içinde bu karma karışık hallere karşı, o her bir masnuu ince, tam, düzgün bir nizam altına almak ve hassas, cessas, mükemmel bir ölçü ve mizanla her uzvunu ve cihazını tartmak, takmak ve yüzüne süslü, düzgün bir sima, bir teşahhus vermek ve birbirine muhalif azalarını basit, camid, ölü bir maddeden zihayat olarak gayet sanatlı yaratmak, mesela insanı ayrı ayrı yüz cihazatı ile bir katre sudan icad etmek ve kuşu pekçok alat ve muhtelif cihazlarıyla bir basit yumurtadan inşa edip mu’cizatlı suret giydirmek ve ağacı dal, budak ve mütenevvi aza ve eczasıyla basit, camid karbon, azot, müvellidülma, müvellidülhumuzadan terekküp eden bir küçük çekirdekten çıkarmak, muntazam, meyveli bir şekil giydirmek, elbette ve elbette bedahetle, şüphesiz, katiyetle vücub ve zaruret ve lüzum derecesinde ispat eder ki, o her bir masnua bütün zerrat ve eczasıyla ve suret ve mahiyetiyle bir Kadîr-i Mutlakın irade ve meşietiyle ve ihtiyar ve kastıyla o mahsus, mükemmel vaziyet veriliyor. Ve herşeye şamil bir iradenin taht-ı hükmündedir. Ve bu tek masnuun bu şüphesiz tarzda irade-i İlahiyeye adetlerince delaleti gösteriyor ki, bütün masnuat, hadsiz, nihayetsiz ve güneş ve gündüz gibi zahir bir katiyette, herşeye şamil irade-i İlahiyeye, adetlerince şehadetler ve bir Kadir-i Müridin vücub-u vücuduna hadsiz hüccetlerdir.
Hem, ilm-i İlahinin sabıkan mezkur bütün delilleri, aynen iradenin dahi delilleridir. Çünkü, ikisi kudretle beraber iş görüyorlar. Biri birisiz olmaz. her bir nevin ve cinsin efradı, aza-i neviye ve cinsiyede tevafukları nasıl delalet eder ki Sanileri birdir, vahiddir, ehaddir; öyle de, yüzlerinin simaları hikmetli bir tarzda birbirinden farikalı ve ayrı olması kati delalet eder ki, o Sani-i Vahid-i Ehad, bir Fail-i Muhtardır, irade ve ihtiyar ve meşiet ve kast ile her şeyi yaratır.” [48]

*“ Maahaza, o gibi şeyler kasti olmasaydı, şekillerinde hikmetli tehalüf olmazdı. Evet, tehalüfte kasıt ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün insanlara simaca muhalefeti buna delildir.” [49]

*” Delaletçe siması bir Hu lafzına benzer ki, o Hü’nun herbir cüz’ü küçük Hü’lardan, herbir küçük Hü’da küçücük Hü’lardan teşekkül etmiştir.”[50]

*” O hadsiz masnularda birbirinden simaca farikalı ve şekilce ziynetli ve miktarca mizanlı ve suretçe intizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametli ve kuvvetli bir hakikat görünür ki, Kâdir-i Külli Şey ve âlim-i Külli Şeyden başka hiçbir şey, bu her cihetle binlerle harikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahip olamaz ve hiçbir imkân ve ihtimali yok.” [51]

*” Eğer desen: Evet, bir kitabı yazan makinenin icadı o kitaptan yüz defa daha müşküldür. Fakat o makine, aynı kitabın birçok nüshalarını yazmasına vasıta olmak cihetiyle, belki bir kolaylık var.
Elcevap : Nakkaş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle, nihayetsiz cilve-i esmâsını her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî simaları öyle bir surette halk etmiştir ki, hiçbir mektub-u Samedânî ve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitapların aynı aynına olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânâları ifade etmek için, ayrı bir siması bulunacak. Eğer gözün varsa, insanın simasına bak, gör ki: Zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük simada, âzâ-yı esasîde ittifakla beraber, herbir sima, umum simalara nispeten, herbirisine karşı birer alâmet-i farikası var olduğu kat’iyen sabittir. Bunun için, herbir sima ayrı bir kitaptır. Yalnız san’atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve telif ister.”[52]

*” Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev’iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve her bir nev’in efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine kat’î şehadette bulunmasın ve her bir ferdinde kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakta, vâhidiyet içinde, Senin ehadiyetine işareti olmasın.” [53]

*”Aziz Üstadım, anlıyorum ki, kaybolmuş ümitlerimin, hayatımın semâsında sönen yıldızlarımın ufûlüne teessüf edip, bir fecr-i sabah ararken, bir nur sîma, bir nur sabah karşımda parladılar. Allah sizden razı olsun ki, kıymetli eserleriniz sayesinde hayatın kıymet ve ehemmiyetini anladım. Bu suretle kalbime bir istinadgâh-ı manevî buldum diye müstağrak-ı sürur oluyorum. Heman, Rabbim, Üstadımızı iki cihanda aziz ve gayelerine vâsıl eylesin. Âmin.” [54]

*”Herbirimizin kalblerimizdeki Nura karşı incizap, simalarımızda okunuyor. Sanki bu talebelerinizin kalbleri sevinçle doludur.” [55]

*”O vakitlerde kendisi on üç, on dört yaşlarında idi. Sonra, ulemadan mümtaz sîmalarla mülakat etmeye karar verdi. Ve Bağdat’a ziyaret kastıyla, hocasından izin istedi. Derviş kıyafetine girdi. Yolları takip etmeden, dağlarda, ormanlarda gece dolaşarak, Bağdat’a gitmek niyetinde iken, Bitlis’e geldi.” [56]

MEHMET ÖZÇELİK

04-07-2015

 

 

 

[1] A’raf.46.

[2] A’raf.48.

[3] Rahman.41.

[4] Bakara.273.

[5] Muhammed.30.

[6] Fetih.29.

[7] 48/FETİH-29.

[8] İsra.84.

[9] Sahih-Buhari.1362.Müslim.2647.Hz.Ali rivayet etmiş,rivayetler farklıdır.Heytemi,el-Mecmu’,7/194.Sahabeden bir cemaat rivayet etmiştir.Kuşkusuz hadiste yer alan fazlalık sahihtir.

[10] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 14-5.

[11] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 16.

 

[12] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 17.

[13] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 18,Bak.Rum.22.

[14] Sözler | On Altıncı Söz | 184.

[15] Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 363.

[16] Sözler | Otuz İkinci Söz | 556.

[17] Sözler | Otuz İkinci Söz | 575.

[18] Sözler | Otuz Üçüncü Söz | 616.

[19] Sözler | Otuz Üçüncü Söz | 622.

[20] Sözler | Otuz Üçüncü Söz | 623.

[21] Sözler | Lemeât | 654.

 

[22] Sözler | Lemeât | 665.

[23] Sözler | Konferans | 705.

[24] Suyuti, El-Hasais1:1473; Kadı İyaz, eş-Şifa, 1:207; Mişkatü’-Mesabih, Hadis no:5870.Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 91.

[25] Mektubat | Yirminci Mektup | 237.

[26] Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup | 380.

[27] Mektubat | Fihristei Mektubat | 501.

[28] Lokman Sûresi: 31:34.

[29] Lemalar | On Altıncı Lem´a | 162-3.

[30] Lemalar | On Altıncı Lem´a | 164.

[31] Lemalar | Yirmi Üçüncü Lem´a | 190.

[32] Lemalar | Yirmi Dördüncü Lem´a | 199.

[33] Lemalar | Yirmi Altıncı Lem´a | 232.

[34] Lemalar | Yirmi Altıncı Lem´a | 233.

[35] Lemalar | Yirmi Sekizinci Lem´a | 273.

 

[36] Lemalar | Otuzuncu Lem´a | 312-3.

[37] Lemalar | Otuzuncu Lem´a | 331.

[38] Lemalar | Münâcat | 359.

[39] Lemalar | Fihrist | 413.

[40] Şualar | İkinci Şuâ | 13.

[41] Şualar | İkinci Şuâ | 14.

[42] Şualar | İkinci Şuâ | 15.

[43] Şualar | İkinci Şuâ | 17.

[44] Şualar | Üçüncü Şuâ | 53.

[45] Şualar | Dördüncü Şuâ | 73.

[46] Şualar | Yedinci Şuâ | 108.

[47] Şualar | Yedinci Şuâ | 149.

[48] Şualar | On Beşinci Şuâ | 564-5.

[49] Mesnevi-i Nuriye | Onuncu Risale | 179.

[50] Mesnevi-i Nuriye | Nokta | 212.

[51] Asa-yı Musa | İkinci Kısım | 97.

[52] Asa-yı Musa | İkinci Kısım | 150.

[53] Asa-yı Musa | İkinci Kısım | 195.

[54] Barla Lâhikası | Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeyli | 58.

[55] Emirdağ Lâhikası | İkramı İzhar Mektubunun Tetimmesi | 59.

[56] Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım : İlk Hayatı | 32.




KALBİ SELİM

KALBİ SELİM – Sesli Dinle

*”Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn, İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm.”[1]

“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!” “Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.”

*Hz. İbrahim selim bir kalbe sahipti. “Nitekim Rabbine selim bir kalple geldi”[2] âyeti bize bu hakikati anlatmaktadır.

“Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm.”[3]

Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”

*Bağdatlı Rûhî: Ey efendi sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda vermediği kıyamet gününde senden kalbiselim isterler anlamında der ki:

Sanma ki ey hâce senden sim ü zer isterler,
Yevme lâ yenfe ‘uda kalb-i selim isterler.

*Ehli iman Cennetin kapısına geldikleri zaman oradaki görevliler onlara; “selâmün aleyküm tıbtüm, fedhulûhâ hâlidîn- “Selâm size! Hoş geldiniz! İşte buyrun, içinde temelli kalacağınız bu (Cennet’e] girin)” diyecekler. “[4]

*Muallim Naci ise açtığı kendi Na’t yarışmasına; “Bir Muhammedî” imzasıyla katılır ve Nâbi’nin naatine benzer şu şiiriyle kazanıyordu:

“Mukaddes Kubbe-i Hadrâ ki, fâiktir semâvâta,

Zemine saye salmış Arş-ı âlâyı meânîdir.

                  ***

Ol Resûl-i müctebâ hem rahmeten lillemîn,

Bende medfundur deyû eflâkâ fahreyler zemin,

                  ***

Ravzasın edip ziyâret dedi Cibril-i Emin…

Hâzîhi Cennât-ü Adnin, fedhulûhâ hâlidin” (Âminin)

 

*Eski bir istanbul hamamı kitabesinde şu manidar beyt yer alırmış:

 Tıynetin nâ-pâk ise, hayr umma sen germâbeden,

Önce tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden!

 Yâni; kötü huylu ve bozuk karakterli bir kimse isen, hamamdan bir hayır bekleme! Temizlik istiyorsan evvelâ kalbini temizle sonra da bedenini…

*Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde,fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.Bediüzzaman.

*Rikkat-i kalbiyye sâhibi, gözü yaşlı ve duygulu bir sahâbî olan Vâbisa İbni Ma’bed -radıyallâhu anh-, şöyle anlatıyor:

Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna varmıştım. Bana hitâb ederek:

“–İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu. Ben de:

“–Evet yâ Rasûlallâh!” dedim. O zaman şöyle buyurdu:

“–Kalbine danış. İyilik, sana uygun gelen ve yapılmasını kalbinin tasdîk ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice defa fetvâ verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.”[5]

*Ebû Türâb en-Nahşebî -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyuruyor:

“Kararmış bir kalbin üç alâmeti vardır:

1- Kişinin günahlardan ürperti duymaması.

2- İtaat ve ibâdetlerin gönle lezzet vermemesi.

3- Nasîhatlerin tesir etmemesi.”

*Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:

“Sâlih ve sâdıklardan uzakta kalıp dünyâya bağlanan ve nefsine râm olan kişi, âleme sultan da olsa, gerçekte ölüdür.”

Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Lokmân Hakîm, oğluna dedi ki: «Âlimlerin (ve âriflerin) meclislerinde bulun! Hikmet ehlinin sözlerini dinle! Çünkü Allâh Teâlâ, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbi de hikmet nûruyla diriltir.»”[6]

*” Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) elâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb.”

“Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[7]

*“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik

Biz âleme bir Yâr için âh etmeye geldik.”

MEHMET ÖZÇELİK

28-06-2015

[1] Şuara.88-89.

[2] Saffat, 37/84.

[3] 59/HAŞR-10.

[4] Zümer 39/73) (M. İbni Kesir, 3/231.

[5] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 227-228.

[6] Heysemî, I, 125.

[7] RA’D-28.

 




FES’ELU – SORUN – İSTEYİN

FES’ELU – SORUN – İSTEYİN – Sesli Dinle

Kur’an-ı Kerim-de seele kökünden sormak,sorgulanmak gibi farklı çekimlerde bir çok âyet bulunmaktadır.

Mesela 15 yerde –Ey Habibim senden sorarlar-ifadesi bulunmaktadır.

Bir kere de sana sorarlar sözcüğü geçmektedir.

FES’ELU:4 yerde geçer.

1-“Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin.”[1]

2-“Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”[2]

Eğer bilmiyorsanız,bir bilene sorunuz.Zira ilmin onda dokuzu sormaktan geçer.

İmam-ı Azam bunca bilgiye sorarak ulaştığını söyler.

Ancak önemli olan burada ehline,doğru bilgi sahibine sormaktır.

-“ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.”[3]

Kendilerine sorulan o ilim ehli de ilimlerini direkmen Allahtan almaktadırlar.

3-“Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin.”[4]

*LETÜS’ELÜNNE:3 yerde geçer.- mutlaka sorguya çekileceksiniz.-

1-“Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (mahiyetini) bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[5]

2-“Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[6]

3-“ Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?”[7]

LEYÜS’ELÜNNE-1 yerde geçer.- sorguya çekileceklerdir.-

1-“ Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.”[8]

MEHMET ÖZÇELİK

30-06-2015

[1] Nisa.32.

[2] Nahl.43,Enbiya.7.

[3] Nisa.127.

[4] Mümtahine.10.

[5] Nahl.56.

[6] Nahl.93.

[7] Tekasür.8.

[8] Ankebut.13.Bak.Mu’cemul Müfehres.Muhammed Fuad Abdulbaki.sh.336-338.