Tarih ve Osmanlı
TÜRKLER VE OSMANLILAR
TÜRKLER VE OSMANLILAR
Aynı anne ve babanın evladı olarak,Hz.Âdemle başlayan insanlık,ikinci Âdem olan Hz.Nuh peygamberle devam etmiş,çoğalarak çeşitli bölgelere ayrılmıştır.Nitekim Nuh peygamberin oğlu olan Ham-Sam-Yafes’den,Afrika,Arap ve Türk ırklarının oluşmuş olduğu ifade edilir.
Kendilerinin Yafes’den olduğunu ifade eden Türkler tarih boyu içerisinde göçebe olarak yaşamış,sonuçta tek inançta olsa Şamanizm inancına sahib olmuşlardır.Savaşçı bir millettir.
Tarihin tüm bu seyri içerisinde en önemli dönüm noktası Hz.Ömer döneminde başlamış,751 Yılında Talas savaşıyla Ebu Müslim komutasındaki ordunun Arapların yanında Çinlilere karşı beraber mücadelesiyle gerçekleşmiştir.Türkler toplu olarak Müslüman olmuşlardır.Bu gelişim ikinci Ömer olan Hz.Ömer’in torunu Ömer bin Abdulaziz döneminde daha da bir gelişim içerisine girmiştir.
Selçuklu dönemi Türk milletinin kendini isbat ettiği dönemdir.Sanat yönüyle kültürün mezci,Nizamiye medreseleriyle ilk eğitim sisteminin temelinin atılarak Fatih Döneminde Sahn-ı saman medreseleriyle geliştirmesi,köklü yerleşiminde etkili olmuştur.Bir Konya,Kayseri,Kırşehir,Edirne,İstanbul,Bursa gibi yerler bunun canlı şahitleridir.Bir yandan taşa kazınan değerler,bir yandan zihne kazılmış,diğer yandan da bayraklaştırılarak tüm âfakta dalgalandırılmıştır.
Selçuklu sultanı Alparslanın Malazgirtte Romen Diyojene karşı giriştiği savaştaki başarısı Türklere anadolunun kapılarını açmış oldu.
Osman beyin Kur’an-a göstermiş olduğu saygı,küçük bir Söğüt kasabasından çıkan Osmanlıyı şahlandırmış,madde ile manayı,ruh ile cesedi,din ilimleriyle fen ilimlerini beraber götürmeleri muvaffakiyete sebeb olmuştur.
Siyasi alanda ise tüm ırk,din ve kültürde olan insanları tak bir çatı altında toplaması kücüne daha da bir güç katmış oldu.
Osmanlı padişahları genellikle veli kimselerdir.Maddi ve mânevi yönden pişmiş kimselerdir.Yunus’un dediği gibi:
Taptuğun tapusunda,
Kul olduk kapusunda,
Miskin Yunus hiç idik
Piştik Elhamdülillah…
-”Eyyüb Sabri pâşa, (Mir’ât-ül Haremeyn) kitabında diyor ki, sultan Abdülmecîd hân, Mustafâ Reşîd Pâşanın mason olduğunu, islâmiyete uymıyan bir yol tuttuğunu anlayınca, kahrından, üzüntüsünden hastalandı. Yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunuyor, (irâde-i şâhâne) alınıyordu. Sırada bulunan bir kâğıd için (Medîne ehâlîsinin bir dilekçesi okunacak) bilgisi verildi. (Durun, okumayın! Beni oturtun!) buyurdu. Arkasına yastık koyup, oturtuldu. (Onlar, Resûlullah efendimizin komşularıdır. O mübârek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten hayâ ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım bereketlensin!) buyurdu. Bir gün sonra vefât eyledi.”
Kur’an tarafından Türk milleti övünmüştür.Âyette:”Ey iman edenler!Sizden kim dininden dönerse (Bilsin ki):Allah,sevdiği ve kendisini seven,mü’minlere karşı alçak gönüllü,kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar.Bu,Allah’ın,dilediğine verdiği lütfudur.Allah’ın lutfu ve ilmi geniştir.”(Mâide.54)
Peygamberin övügüsüne mahzar olan Fatih’de:”Kostantiniyye elbette fethedilecektir.Onu fetheden asker ne güzel askerdir ve onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”buna liyakatını göstermiştir.Maddi ve manevi eğitimi beraber götürmüşür.
İttihad-ı İslâmın tesisine vesile olan Yavuz Sultan Selim’de;Geçilmesi imkansız sina çölünü geçerken atından inmiş,sebebi sorulduğunda da,Hz.Peygamber önde yaya yürürken,ben nasıl olurda ata binerim,demiştir.
Şeyhul İslâm İbni kemâl-in atının ayağından sıçrayan çamuru,herkes ters bir tepki göstermesini beklerken,öldüğünde bu elbisesinin tabutunun üzerine konulmasını emretmeiş ve-Alimlerin atının ayağından sıçrayan çamurun,kendileri için bir şeref olacağını ifade etmiştir.
Ölümü anında baş ucunda bulunan Hasan Can-ın,-Padişahım Allah’la olma zamanı yakındır,sözüne karşı,Hasan Can,Hasan Can!şimdiye kadar bizi kiminle sanırsın,diyerek manevi dünyasını dışa yansıtmıştır.
Kanuni dönemi hem zirveyi hem de inişi birleştiren dönemdir.Şu olay bunu net olarak yansıtmaktadır;
Osmanlı sürekli olarak kendisini kontrol edip yön verecek olan Halifelik müessesesini tesis ederek,mânevi canibini sürekli canlı ve ayakta tutmuştur.Maddi ve mânevi sorumluluğunu ve yüklerini tüm milletle paylaşmıştır.
” Sa’d-ı Teftezani şöyle demiştir:
“Hilafet (İmamet-i Uzma), Peygamber (A.S.M.)’a niyabeten din ve dünya işlerinin tanzim ve ikamesi için umumi riyasettir”.
Batıdan 40 çeşmeleri getirten Kanuni,iltifat ve takdir görmek amacıyla ins ve cinin müftüsü olan Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendiye,-Ne dersiniz?dediğinde bu zat veciz olarak geleceğe ışık tutan şu sözü söylemiştir;
Kanuni!Kanuni!Öyle bir bok sıçtın ki,bu 40 çeşmeler üzerinden 40 sene aksalar yine de onu temizleyemezler.
Körü körüne batıya açılış dönemi başlamış ve bu durum inişi hızlandırmıştır.
Nitekim bunu takib eden dönemlerde Osmanlının hatlarının kırılma noktaları;1839’da 1.Tanzimatla başlamış,1856’da gayr-ı Müslimlerden alınan ve önemli bir gelir kaynağı olan cizyeyi kaldırmış,1908’de de 2.Meşrutiyet uygulanmıştır.
Elbette her yıkılışın altında bazı olumsuzluklar vardır.Mesela: ”Üçüncü Murad’ın cenaze namazının kılındığı 27 Ocak’ın hemen ertesi günü, “Kanunnâme-i Âl-i Osman”ın “Nizâm-ı Âlem” maddesine uyularak Üçüncü Murad’ın on dokuz şehzâdesi idâm edilmiş ve bu haber İstanbulluyu yasa boğmuştur!.. Üç-beşi hariç hemen hepsi ana kucağında olan bu yavruların en büyükleri Mustafa’nın babasının ölümünü duyduğunda söylediği: “Nâsiyemde Kâtib-i Kudret ne yazdı bilmedim/Ah kim bu gülşen-i âlemde hergiz gülmedim” mısraları meşhurdur.”(Mustafa Müftüoğlu.milli gazete.17-1-2003.)
Koca Veli Sultan II.Abdulhamid Han o zor şartlar altında devleti 33 sene ayakta tutmuş,iç ve dış entrikalara karşı sürekli uyanık davranmıştır.Ustalığı ve siyaseti ile saldırıları boşa çıkarmıştır.
Sürekli savaş hali içerisinde olmasına karşı,Medine demiryolu projesini hayata geçirmiş,asırlardır Yahudilerin hayalleri olan Filistin korunmuştur.
1.Dünya savaşına girmemize sebeb olan Mithat paşanın bu uygulamasına karşı,tüm dünya devletlerine karşı politika geliştirmiş olmasına rağmen,kendisinin bulunmaması ve basiretsizliklerden dolayı kayıplar başlamıştır.
1908’de hal’ini sunanlar içinde Müslüman bir kimse bulunmamış,Yahudi,Ermeni ve Rum temsilciler bulunmuştur.
Bu çöküş dünyadaki bir çok değişimi de beraberinde getirmiştir.
Ortadoğu ve Balkanlarda kaynayan ve kaynatılan kazanlar dinmek bilmemiş,Filistin elimizden çıkmış,Musul-Kerkük el değiştirmiş,tek tek sahib olduğumuz yerler kaybedilmiştir.Bugün bile oradan arta kalan mirasla geçinmekteyiz.
Lozan’da Lord Gürzon ve Haim Naum’un aldığı kararlar Osmanlının yıkılmakla kalmayıp,benliğini yitirmesinde önemli rol oynamıştır.
Bu değişim değil bizlere dünyaya dahi bir fayda sağlamamış,sürekli huzursuzluklar devam edegelmiştir.
Osmanlı aranmaktadır.Nitekim Osmanlının çöküşünden sonra orta doğu ve balkanlarda pek çok sorunun cevaplanamadığını belirten Guardian yazarı Ash,”Osmanlı imparatorluğunu yeniden canlandırmak gerekir.”(Yeni Şafak.28-3-2003) itirafında bulunmuştur.
Osmanlının boş bıraktığı yeri Amerika 1945’de süper devlet olarak almış ancak yerini dolduramamıştır.Çünki hareket tarzı menfaat ve keyfi hareket üzerine oturmaktadır.
80 senelik kendi idaremizde bile,59 tane hükumet gelmekle,her bir hükumete 1,5 yıl bile düşmemektedir.Dünya sürekli ihtilallerle,karışıklıklarda,el değiştirmelerle çalkalanmaktadır.
Nerede bir Türk varsa müslümandır.Müslüman olmayan Türkler dahi Türklükten çıkmışlardır.Moğollar ve Macarlar gibi.Türklerde din,etle cilt gibi birbiriyle kaynaşmıştır.
Ancak şu anda biz gerçek dinimizi yaşamamakla beraber yansıtamamız,tarihimizi bile bir asır ötesine gidemeyerek bilemeyişimiz,içte birlik ve beraberlikteki kopukluklar bizleri yıkan en önemli faktörler arasındadır.
624 yıl gerek bizlere gerekse de dünyaya sahiblik eden Osmanlıya bizler ise sahib çıkamadığımız gibi,sürgüne göndermişiz.
Amerikalı John Dawson ile evli olan II.Abdulhaim’in torunu Nadine Sultana Amerika’da yaşamaktadır.Ve “Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’nda Batı’ya yardım ettiği için yıkıldı”itirafında bulunmaktadır.
Kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta:”Osmanlı’nın politikaları ile ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin bugünkü politikaları arasında ne tür farklar var?
Bildiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda halkların kendi kültürlerini yaşama ve koruma hakkı vardı. Çok farklı sosyal, etnik ve dini gruplar mevcuttu imparatorluk içinde. Ama öyle bir sistem vardı ki neredeyse her grubun kendine ait bir idaresi bulunuyordu. Tarih ne söylerse söylesin ben inanıyorum ki bu çok büyük bir toleranstı. Tabii bunda İslam’ın, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikaları üzerindeki etkisinin rolü büyük. Farklı dinlere mensup kişiler de bu yüzden tolore edildi. Tabii ki bütünüyle eşit olamazsanız. Ama Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı şey farklılıklara saygı göstermekti. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu zayıflarken koloniler edindi farklı yöntemlerle. Sömürü amaçlıydı bu.
Amerika’nın durumu ise farklı. Amerika’nın kültürü yok açıkçası, tarihi yok.” Yeni Şafak.5-5-2003.
1300-1600 yılları arasındaki Osmanlı padişahları şunlardır:
I.Osman Gazi.1281-1324.
Orhan Gazi.1324-1360.
I.Murad Hüdavendigâr.1360-1389.
I.Yıldırım Beyazıd.1389-1402.
Fetret Devri.1402-1413.
I.Mehmet Çelebi.1413-1421.
II.Murat.1421-1444.
II.Mehmet.(Fatih)1444-1446.
II.Murat.1446-1451.
II.Mehmet.(Fatih)1451-1481.
II.Beyazıd.1481-1512.
I.Selim.(Yavuz)1512-1520.
I.Süleyman.(Kanuni)1520-1566.
II.Selim.(Sarı)1566-1574.
III.Murad.1574-1595.
III.Mehmet.1959-1603.
1600-1908 Yıllarında Osmanlı Sultanları:
III.Mehmet.1595-1603.
I.Ahmet.1603-1617.
I.Mustafa.1617-1618..
II.Osman.(Genç)1618-1622.
I.Mustafa.1622-1623.
IV.Murat.1623-1640.
İbrahim.1640-1648.
IV.Mehmet(Avcı)1648-1687.
II.Süleyman.1689-1691.
II.Ahmet.1691-1695.
II.Mustafa.1695-1703.
III.Ahmet.1703-1730.
I.Mahmut.1730-1754.
III.Osman.1754-1757.
III.Mustafa.1757-1774.
I.Abdulhamit.1774-1789.
III.Selim.1789-1807.
IV.Mustafa.1807-1808.
II.Mahmut.1808-1839.
Abdulmecid.1839-1861.
Abdulaziz.1861-1876.
V.Murat.1876.
II.Abdulhamid.1876-1909.(Bak.Osmanlı Devleti-Heyet-3/447)
Bugün ise kendimizi,batıyı ve İslâm dünyasını özetleyecek olursak;
”- Demokrasi ; aristokrasi ayrımı olan batının eşitlik anlayışıdır. Bizde aristokrasi yok ki böyle bir hürriyet arayışı olsun.
Anayasa ; Osmanlı ırk, lisan, millet olarak o kadar farklıdır ki böyle bir yapıya Avrupalının aklı ermez. Bu birlik İslam birliğidir.
– Avrupa’da ise mütecanis unsurlar asırlar sonra birlik sağlamışlardır. Onların yapısına uygun bir meşrutiyet bizim yapımızı dağıtmak demektir.
– Taklitçilik milli ve batılı diye ayrım getirdi. Özellikle adliye ve maarifte bütün problem meşrutiyet dahil ne istersek hep aşırıya kaçmamızdır.”Said Halim Paşa.Buhranlarımız.)
”- Partiler ve kavgalar bize siyasi hürriyet getirecek zannedip kurduk. Husumet ve rekabeti körükledik. Mebuslar birbirlerine şiddetle düşmanlık yapınca meşrutiyet (demokrasi) yükseliyor sanıp safdilane memnun olduk. Oysa hakikat tam aksidir. İnsanlar siyasi çekişme yerine sevgi ve dostlukla daha verimli olurlar.
– Fenciler rekabet olmadığı için müthiş bir hızla ilerliyorlar. Bizdeki çekişmeler, partiler ve millet vekilleri suni oluşturulmuştur. Milli ve ırki yönler körükleniyor.
– Kötü niyetli azınlıklar ve partiler meclise meşrutiyet (demokrasi) diye girdiler.
– Osmanlı düşmanı olup her değişikliği iyi zannedip, örf ve adetleri bir anda değiştirmeye kalkıştık. Taklitçiliğin sonu bugünkü gibi anarşidir.
– Batılı demokrasiye, adaletsizliğe, baskıya karşı savaşarak eğitim ve vatanseverlikle ulaşmıştır. Bizde baskı yoktur ki demokrasi arayışı olsun. Komşudan ısmarlama olmaz. “S.H.Paşa.Buhranlarımız)
”- Kadın hürriyeti medeniyet başlatmaz, batırır. Hak eden hürriyeti kendisi alır. Bizde kadınlardan gaspedilmiş bir hürriyet değil, içtimai yapımız böyledir.
– Ciddi cemiyetler kadınlardan ulvi, bozuk cemaatler de kadınlardan süfli şeyler ister. Sosyal ve siyasi meseleler karıştırıldığı için Avrupa’daki feministlerin siyasi hak talepleri bizdekilere sosyal hak ve hürriyet talebi olarak aksetmiştir.” S.H.Paşa.Buhranlarımız)
– İslam dünyasının gerileme sebeplerini ilk batılılar ele aldılar ve bunun İslam şeriatından kaynaklandığını yaydılar.
– Müslümanlar bu iddiayı batılıların İslam’a olan kinine bağlayarak şiddetle tepki gösterdiler, batı ve batıcılar da bu tepkiye bağnazlık -taassup-yobazlık dediler.
– Düşüncemizdeki karışıklık gerçek sebebi yani neden tembel ve cahil kaldığımızı tesbiti geciktirdi.
– Milletlerin inandıkları dine kendi özelliklerinden verdikleri bir vakıadır. Eğer din mani olsaydı Japonlar ilerleyemezdi.
– Yeni Müslüman olan toplumlar eski cahiliyet dönemi adetlerinin tesirinden tam kurtulamadılar, neleri terkedeceklerinin bilemediler, din yeni ihtiyaçlara uygun tefsir edilemedi, çare İslam’ın bunlara tesirini arttırmakken tersi oldu.
– Türkler ise İslam’dan önceki medeniyetleri İslam’dan sonraki ilerlemesine mani olacak kadar köklü olmadığından yeni şeriatı tam temsil edip (Malik Bin Nebinin) ifadesi ile 6 asır tehlikelere set çektiler. Fakat onlardan Arap ve Acemlerden menfi etkilendiler.
– Batıya olan nefret onların medeniyetteki ilerlemelerini takibe engel oldu. İslam alemi felsefi ve metafizik kısır çekişmelerle uğraşırken batı yeni icatları ile istila etti.
– Müslüman liderler saadetimizin yolunun batıya benzemek olduğunu zannettiler. Oysa batı kendi anlayış ve ananelerine göre bir sistem kurmuştur. Bu bize uymaz.( Bilginin İslamileştirilmesi .Bak.12. söz, 3. esas, Hikmet-i felsefe ve Hikmet-i Kur’aniye)”(S.H.Paşa.Buhranlarımız)
”- İslam toplumlarında asırlardan beri tarafsızlık, insaf ve adalet hisleri yaygın oldukça ihtilaller olmamıştır. İhtilaller batıcılığın meyvesidir. Sağ-sol vb.” S.H.Paşa.Buhranlarımız)
– Hakimiyet milletindir ilkesi eskiden Kilise ve Krallığın yaptığını taklit eden hayali bir haktır. Temelinde kuvvet vardır.
– İnsanda doğuştan hak yoktur. Zamanla ‘söz geçirme hakkı, saygı hakkı, hürriyet hakkı, mutluluk hakkı’nı elde eder.
-Milli irade denen şey milletin çoğunu temsil etmeyen çoğu zaman suni milletvekilleriyle göstermelik bir hakimiyettir. Eskiden azınlık baskısı vardı şimdi çoğunluk.” (S.H.Paşa.Buhranlarımız)
Çörçil İnönüye yaptığı teklifle bizi de II.Dünya savaşına sokmaya çalışmıştır.
”2.Dünya Savaşı’ndan müttefiklerin galibiyeti, demokrasinin totaliter rejimlere galibiyeti olarak algılandı. İnönü’nün Demokrat Partiye müsaade etmesi, totaliter bir sistemi devam ettirmesinin mümkün olamayacağına inanması ve Rusya’nın karşısında Avrupa’nın Türkiye’yi yalnız bırakma endişesi idi.”(A.F.Başgil.27 Mayıs)
06-05-2003 / Mehmet ÖZÇELİK
LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ
LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ
Lozan zahiren galib bir devletin mağlub bir devletle masa başına oturmasıdır.
İngiltere/İsviçrenin bir kenti olan lozanda dünya entrikalarını çevirmekte usta olan İngiltere ile bazı hakların görüşülmesi amacıyla yapılmış bir toplantıdır.
Mehmet Âkif Ersoy Safahat’ında “Köse İmam”a şöyle söyletir: “İngiliz yok mu, o hain, ya doyup patlamalı/yahut aç kalmalıdır… Yoksa bizim fal kapalı.”
Lozana galib devlet pozisyonuyla gitmiş olmamıza rağmen aşağıdaki tarihi gerçeklere halimiz ne kadar da benziyor değil mi?
”Avrupa’ya eski sadrazam Tevfik Paşanın riyaseti altında gönderilecek murahhas heyetinin azası meyanında ben de vardım.İtilaf devletlerinin murahhasları,gene Versay’ın tarihi salonunda bizi kabul ettiler.Bakınız kısa bir vakfeden sonra,elinde bir tomar kağıt olduğu halde kalkan Klamenson ne diyordu:”Efendiler!Siz de harbe sebebsiz girdiniz.Çanakkalayı yıllarca kapattınız.Muharebenin dört sene uzamasına,milyonlarca insanın ölmesine sebebiyet verdiniz.Bundan dolayı,bugün size teklif etmekte olduğumuz muahede şartları çok ağırdır.İçindeki maddeleri asla müzakere ve katiyen müzakere etmeyeceğiz.Onların bir kelimesini bile değiştirmeyeceğiz.Kül halinde ve aynen –birkaç gün içinde tetkik ettikten sonra- kabul eylemenizi istiyoruz.”[1]
Genelde toplantının dört aktörü bulunmaktadır;Mustafa Kemal,İsmet İnönü,Lord Gürzon,Haim Naumdur.
Daha önceki araştırma yazımızda olayı detayıyla ele almış,burada ise özetleyecek olursak;
-İsmet İnönüyle beraber olan Dr.Rıza Nur aynı zamanda yasak olan Hatıratım adlı dört ciltlik kitabında sürekli İsmet İnönüden bahsederek,beceriksizlik ve ilgisizliğini nazara vermektedir.
Onun bir diplomat olmadığını,zaten başta da gitmek istemediğini,M.kemalin zorlamasıyla bir asker edasıyla orada bulunup,kendi başına karar veremeyerek sürekli M.Kemali arayarak ortak noktalarda beraber karar verebildiğini,dil bilmeyip,kulağının ağır duymasından olayı sağlıklı kavramadığını,Musul ve Kerkük gibi önemli yerlerin bu şekilde verilmesiyle kalmayıp,almamız gereken adaların bile söz konusu edilmeyerek İngilizlere bırakıldığını dile getirir.
Olay yani –Lozanın İçyüzü- Büyük Doğu mecmuasının 29. sayısında tüm çıplaklığıyla işin geri planı ve hileleri ortaya konulmuştur.Şöyleki:
“Büyük Doğu’nun yirmidokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İç yüzü” diye yazılan makaleden:
İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:
“Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”
Lozan’da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıdları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesatı kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:
“Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden (yani an’ane-i İslâmiyet’ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani İsmet’in beslediği) azmin, inkâr edilmez delilidir.”
Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının yani İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksad altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.
Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzât karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve başbaşa seyahat… Sonra Ankara gizli meclis toplantıları… Fakat esas mes’elelerde daima başbaşa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: “Din öldürülecektir.”
Lozan Konferansı’nın ikinci sahifesi: …Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle bu millette, İslâmiyet’i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salib kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudud dışı değil de, hudud içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şübheden vârestedir.
Nihaî Vesika
Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda “Türkler’in istiklalini ne için tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevab:
“İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz.” Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk Milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.
Artık bunun üzerine herşey apaçık anlaşılıyor değil mi?..
Gizli anlaşmanın entrikası:
Türkler’e dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türk’ün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani masonluk hasebiyle Kur’anın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müdhiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:
“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet’i ve İslâmî temsilciliklerini, ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.” Aynı Hayim Naum, Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mani’ kalmamıştır.
Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakıyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanında- emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türk’ü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.
İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadîs-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hâdiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediye’ye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmibeş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.”[2]
-Lozanda tatmin olunulmamıştır.Belkide öyle istendiği için.Koca Osmanlıdan kalan geniş alan küçültülmüş,Misak-ı Milli ile değil,Sevr ile ölçülüp muhakeme ve mukayese yapıldığından hataya düşülmüş,müebbed hapis idama tercih edilmiştir.Ölümü gösteren İngiliz sıtmayı kabul ettirmiştir.
-Lozan bir asır sürecek olan direncimizi kırmıştır.Elimizi kolumuzu bağlamıştır.
-Lozan bir asır sürecek olan sağcı-solcu,laik anti-laik gibi kavgaları başlatmıştır.
-Lozanın bununla beraber en önemli ikinci belki de birinci kaybettirdiği ise,Osmanlı ile çizilen sınırların daha da küçültülmesi,Türk devletinin küçültülme politikasıdır.
-Sürekli önde tutulmaya çalışılan bir görüşte de;İslamiyetin değil,Türk rıkının hedef alınmasıdır.
Oysa bilinmelidir ki;Bin küsur yıldır bu Türk devleti neyi temsil etmektedir?Türk deyince ilk akla gelen İslamiyet ve Müslümanlıktır.
O halde ayrılınan ana nokta şuradadır;Dünyada Laiklik Fransada çıktığı için bir onların kanunlarında ve idare sistemlerinde mevcuttur,birde bizde.
Laiklik tanımındaki gibi bizde uygulanmayışı,lozanda alınan kararların uygulanmasına zemin hazırlamış olmaktadır.
-Niyazi Berks’in ifadesiyle:”Türk laikliği İslâmcı selefliğe karşıt olarak doğmuştur.”[3]
Yanlış uygulamayla içimize sokulan kazık,bir türlü çıkarılamamış,milletle devlet sürekli kavgalı halde tutulmuştur.Millet suçlu olarak ve tehdit unsuru olarak kabul edilmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşunda kanuna konulan bir madde de;Hilafet reisi cumhurun şahsında mündemiçtir,denilerek tepkiler çekilmemiş,dolaylı olarak kaldırılmıştır.Lozanda alınan kararlarla bu başarılmıştır.
Acaba Lozan yeni kurulan devlette bir ideal miydi?Düşünülmesi gerektir.
Acaba Lozan ile bir imparatorluğun devamı mı söz konusu yapılmış,yoksa ulus devletin devamı mı göz önünde bulundurulmuştur?Tartışmanın odaklandığı önemli noktayı oluşturmaktadır.
Birde olaylara farklı zaviyelerden bakıştır ki,ana nokta da birleşilememektedir.Oysa düşünülecek olunsa,bir çok noktada birleşilecektir.
Kadir Mısıroğlu ve yazdığı eser olan –Lozan zafer mi hezimet mi-kitabında gösterdiği hassasiyet ve telaş işin bu arka planına ve perdenin gerisine bakmış olmasındandır.
Zafer larak değerlendirenler ise olaya,maddi,zahiri ve sevr ile yapılan mukayese doğrultusunda mücerred değerlendirmedendir.
Olay gündeme geldiğinde sürekli olarak Atatürkçülükle ve laiklikle odaklandırılıp,elden gidiyor,savunması ile değerlendirilir.Sağlı bir perspektiften olaya bakılmaz.
Özetle Lozan;hakimin tüm olayları dinleyerek kalemini kırıp verdiği hüküm kabilinden değerlendirecek olursak;Lozan bir hezimettir.
Mevzii birkaç nokta açısından bakılacak olunursa;verilen bazı tavizlerle beraber bir zaferdir.
Mehmet ÖZÇELİK
28-07-2003
[1] Operatör Cemil Paşa.Canlı Tarihler.II,İstanbul.sh.133-134.
[2] Emirdağ Lahikası.II/31-33.
[3] Geçmişi Bilmek.M.Kafkas.110.
PADİŞAHLAR İÇKİ İÇER MİYDİ?
PADİŞAHLAR İÇKİ İÇER MİYDİ?
13-07-2009 tarihinde kanalın birindi (atv) tarihçi olarak sunulan Prof.Halil Berkay,topkapı sarayında içkili bir kutlamayı protesto edenler ağır bir şekilde saldırıp,kaos ortamı oluşturmak için mal bulmuş mağribi gibi saldırmalarını fırsat bulanlar gibi,bu tarihçi de pervasızca;’Bütün osmanlı padişahlarının hepsi de içerdi.”demesi,belli ki araştırma ve belgeli konuşmaya dayanmadan,tamamen hissi,belki de kin ve nefretle karışık bir çıkışın eseriydi.
Bunun üzerine belgeli konuşmak için bir araştırmaya koyulduğumda, epeyce çalışmaların mevcut olduğunu gördüm.
Eğer genel bir hüküm vermek gerekirse;’Osmanlı padişahlarının hepsi de evliyadır.’demek,içki içerlerdi demekten daha mantıklı,anlayışlı ve seviyeli bir davranış olurdu.
Hiç bir şey hatırlanmıyorsa bile;4.Muradın genel koymuş olduğu yasak bile hatırlanması daha insaflı olurdu.O da Aziz Mahmut Huda-iye mensub idi.
Ve bu insanların Mekkeye ve Rasulullaha aşık oldukları en cahili tarafından bile bilinmektedir.
Yavuz Bahadıroğlu bir makalesinde;
“Fatih’in oğlu Sultan İkinci Bayezid’e (Veli Bayezid) aittir. Sancakbeyine kısaca şöyle diyor:
“Sancağınıza bağlı şehir, kasaba ve köylerde, düğünlerde, toplantılarda ve benzeri yerlerde açıkça şarap içildiği, çeşitli sarhoş edici içkiler kullanıldığı, her türlü rezalet ve sefâhetin irtikâb edildiği, ayrıca İslâm’ın şe’âirine ri’âyet edilmeyerek fâsıkların bu gibi gayr-i meşrû fiillerinden, bütün Müslümanların ve özellikle de âlimlerin ve sâlihlerin rahatsız olduğu dergâhımıza arz olunmuştur… Emrim size ulaşınca, bu konuda tam ihtimam gösteresuz… Bundan sonra hiçbir yerde, fâsıklar toplanub açıkça günâh işleyemeyeler ve İslâm’ın şe’airine gereği gibi riâyet edeler…
Emir Sultan lâkabıyla meşhur Es-Seyyid Şemsüddin Mehmed bin Aliyyül Buhari’nin (Emir Sultân) Bursa Kadısı olduğu günlerde, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid’in mahkemede şahitlik etmesi icap etmiş. Ancak Padişah, Emir Sultan’ın sert tepkisiyle karşılaşmış:
“Terk-i cemaat eyledüğün şuyu’ bulmağılen, şahadetün caiz değildür.”
Yani, “Namazlarını cemaatle kılmadığın söylendiğinden şahitliğini kabul etmiyorum.”
Öyle zannediyorum ki;dünyada hiç bir millet kendi tarihinden bu kadar kopuk olsun,kin ve nefretle dolsun!
Bu padişahların yanında halifeler bulunur,bunlar değil içki gibi büyük günahlardan olan bir meselede,en küçük bir konuda bile şeyhulislama danışır,ona göre hareket ederlerdi.
Bir çoğu,başta tenkid edilenlerden olan 2.Selim bile kendi adına cami yaptırmış ve Halveti tarikatına mensubtur.
“Şair ve Tarihçilerin kullandığı ıyş ve işret saki ve bade gibi kelimeleri şahit gösterip te bu hükmü vermek tamamen hatalıdır.Divan şiirinde meyhane tekkeyi;saki sevgiliyi ve şeyhi;bade ve şarap ise ilahi aşkı sembolize eder.”
Özellikle en büyük veli özelliğine sahib Abdulhamid Han için böyle bir iftirada bulunmak,haçlı saldırı ve zihniyetinden daha şenice bir davranıştır.
“İŞTE TANIKLAR
“Abdülhamid içki içmezdi”
Şadiye Osmanoğlu (kızı)
Babam içki içmez, içenleri hoş görmezdi. Saraya sokulmasını da yasak etmişti. Dindar, Allah’ına bağlı, büyük bir Müslüman idi. Abdestsiz yere basmazdı.
Ayşe Osmanoğlu (kızı)
Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslüman’dan başka bir şey değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerim okurdu. Herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın hususî bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedî okunurdu.
Celâleddin Velora Paşa (Avlonyalı Ferid Paşa’nın oğlu)
Az yer, içki içmez, kumar oynamaz, ibadetinde kusur göstermezdi. Çok defa; “Boş olan bu hayatı, Tanrı’ya teşekkür için ibadetle geçirmek gerekir.” derdi.
Semih Mümtaz (Reşid Mümtaz Paşa’nın oğlu)
Şehzadeliğinde bilhassa açıklıklarda yemek yemeyi tercih eder, bu gibi âlemlerin içkisiz eğlencelerine iltifat eylerdi.
İbnülemin Mahmud Kemal İnal (alim)
Ayş ü işrete ve fuhş u rezîlete rağbet etmezdi. Salâbet-i diniyyesi müsellem bir Müslim idi. Ferâiz-i diniyyeyi edâda asla tekâsül [kusur] göstermezdi.”
Osmanlı padişahlarını altı asırdan fazla muvaffak kılan,şimdiki Türkiyenin 30 katı yani 24 milyon m2 bir alana kadar ulaşmasına sebeb olan;onun saltanat ile maddeyi,hilafet ile de manayı beraber götürmesindendir.
Bu insanlar içkini büyük günahlardan olduğunu bilmelerinin yanında,dünyevi hukuk cihetinden getireceği cezanında şuurunda olan kimselerdi.
Hasenatları ve seyyiatları cihetiyle değerlendirilebilirler.Zira onlarda beşerdir.Ancak onlara yapılan isnadlar,meyhane ağzı,berduş sokağının ağzı kullanılarak yapılmaktadır.
“Türkler müslüman olduktan hemen sonra, İslâm’a muhâlif olan bütün âdetlerini de kâideten ve nazarî olarak tamamen terketmişlerdir. İslâm’ın te’siri altında ve ilk müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar devrinde (X. asır) kaleme alınan Kutadgu Bilig’deki şu cümleler, bunun en bâriz misâlidir:
“Bey içki içmemeli ve fesatlık yapmamalıdır; bu iki hareket yüzünden, sonunda ikbâl elden gider. Dünya beyleri şarabın tadına ulaşırlarsa, memleketin ve halkın bundan çekeceği zahmet çok acı olur. Bey içki içer ve oyunla vakit geçirirse, memleket işini düşünmeğe ne zaman fırsat bulur?”
II. Bâyezid’in İçkiyi Yasaklayan )9 maddelik )Bir Fermanı’nda:Birincisinin tercümesi şöyledir:
“1. Dergâhıma arz olundu ki, sancağınıza bağlı şehir, kasaba ve köylerde, düğünlerde, toplantılarda ve benzeri yerlerde, açıkca şarap içildiği, çeşitli sarhoş edici içkiler kullanıldığı, her türlü rezalet ve sefahetin irtikâb edildiği görülmüştür. Ayrıca İslâm’ın şeâirine ri’âyet edilmeyerek fâsıkların bu gibi gayr-i meşrû fiilerinden, bütün müslümanların ve özellikle de âlimler ve sâlihlerin rahatsız olduğu bildirilmiştir.”
Türkiye Cumhuriyetini yükseltme uğruna,Osmanlıyı yerden yere vurma bir tik haline gelmiş,bilinçsizce sürdürülmektedir.
Bu da eğitimde geçmişe küfretme,tarih bilincinin verilmemesi,geçmişten kopuk,köksüz bir gelişme sürdürmeye çalışmanın ürünüdür.
*Onlar Böyleydi:
*” Yavuz Sultan Selim Han Gazi,İslamiyet’i tek bir bayrak altında toplamak gayesi ile çıkmış olduğu Mısır seferi sırasında, daha önceleri Cengiz ve Timur’un geçemeyip yüz geri döndükleri korkunç Tih çölünü mucizevi bir şekilde on üç günde geçti.
Bu geçiş esnasında askerinin önünde, yaya vaziyette, mütevazi bir şekilde iki büklüm olarak yürüyen Koca Yavuz’a vezirlerinin, “Hünkarım, atınıza binseniz” demelerine karşılık, Büyük Sultan gözyaşları içinde şu cevabı vermiştir:
“Nasıl binerim!… Görmüyor musunuz, Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) önümüzde bize yol gösteriyor.”
*” Sultan Mehmed Reşad’ın ortanca oğlu Şehzade Necmeddin Efendi vefat ettiğinde, padişahın yakınlarının büyük üzüntüye kapılmaları üzerine Sultan Reşad tam bir tevekkülle şöyle demiştir:
“Bizler zaten milletin sırtında büyük bir yük halindeyiz. Ben bir evlad kaybettim, fakat millet bir yükten kurtuldu.”
*” II. Abdülhamid Han’ın karısı Müşfika Sultan, kocasının vefatından sonra ve kızının da Avrupa’ya sürgün edilmesi üzerine, İstanbul’da yıllarca yalnız yaşamıştır.
Kızı Ayşe Sultan annesini defaatle Avrupa’ya yanına çağırmasına rağmen gitmemiş, bunun sebebini soranlara şöyle cevap vermiştir:
“Efendim pek kıskançtı. Harem ağaları bile başlarını kaldırıp yüzüme bakmaktan men edilmisti.
Avrupaya gittiğimi, yüzümü yabancı erkeklerin gördüklerini kabrinde hissederse güceneceğini, azap duyacağını düşündüm.
Onun için de kalbime taş basarak yıllar yılı dar-ı dünyada evladımın hasretine katlandım.”
Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş
Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş. (Yavuz Sultan Selim)
*Sultan 1.Ahmet mısırdaki bir zatın türbesinden getirttiği peygamberimizin ayak izini Sultan Ahmet camiinin sol tarafına koydurtacakken, manevi meclisde peygamberimize durumlarını ve hacetlerini anlatan sultanlarla birlikte bu zatta 1.Ahmetten şikayetçi olup,daha önce mübarek ayak izinin orada olmasından dolayı gelip Fatiha okuyanların şimdi gelmemelerinden dolayı şikayetçi olduğunu söylemesi üzerine,caminin açılışına iki gün kalmışken onu koydurtturmaz,kopyasını aldırtır ve daha sonra İsrail işgalinden sonra Topkapı sarayına getirilir.Ve şiirini yazıp,tacına kendi eliyle,kendi oymacılı ve ustalığıyla yerleştirir.
N’ola tâcum gibi başumda götürsem dâim,
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı rusülün..
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidür,
Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol gülün!..
*Yalan söyleyen Tarih ve Tarihçiler utansın!!!
Tarih,gerçek tarihçiler ve zaman onları utandıracaktır.
MEHMET ÖZÇELİK
13-07-2009