KOCAMAN ÖMRÜ HEBA ETTİK

KOCAMAN ÖMRÜ HEBA ETTİK

60 küsur sene ömrü boşu boşuna geçirmişti.Geriye baktığında kendisini memnun edip yüzünü güldürecek bir şeyi yoktu.
Gelmesiyle gitmesi arasında pek bir fark olmadığı gibi,doğuştan getirdiği güzellikleri de kaybetmiş,sermayeyi tüketmişti.
Şimdi ise yaşı hayli ilerlemiş belki de ölüm meleğinin etrafında gezdiğini hissediyordu.
Dünyada kimseyi pek memnun etmediği gibi,ahrette de memnun olacağı ve memnun edeceği bir şeyi de yoktu.
Bu düşüncelerle yatağından doğruldu.Elbisesini ve çorabını giydi.
Gitmekle gitmemek arasında bir anlık bir düşünceden sonra yılların yorgunluğunu ve kaybedilen yılların yükünü hafifletmek amacıyla sırt üstü bir uzandı.
Uzanış bu uzanıştı.Bir daha da kalkamadı,belki de onca yükün altında kalmış kalkamamıştı.
Kolay mıydı boşa geçen yılların yükünün altında ezilmemek!
Ancak kulaklarda son sırtı yatmadan önce söylediği son söz kalmıştı,oysa bu söz ilk söz olarak kulaklarda küpe olmalı,hafızadan çıkmamalıydı;
“Kocaman ömrü heba ettik!”
Kardeşi kendisine çok takılırdı;-Senin sonun hiç iyi olmayacak,sen kötü bir şekilde öleceksin!-diye.
Kendisi ise,-Ben koyun gibi,kuzu kuzu öleceğim.-diyordu.
Aslında zahiren kuzu kuzu öldü ancak vicdani bir esef ve üzüntüden sonra.
Bazen kardeşinin evine ihtiyacı var diye at arabasına sebze ve yiyecekler doldurur,gönderirdi.
Belki de bu güzel hali ölümünü zahiren kolaylaştırmıştı,dünyaya bakan yönünü…
Hovardalıklı geçen bir hayatın son acı ifadesi hiç unutulmuyor,geride kalanlara dersler veriyordu.
“Bir günah işleyen,bin gün âh çeker.”

İnsanın dünyaya gelişi ile gidişi arasında bir fark olmalıdır.Hayvan da bile o fark gözetilirken,kendisine insan diyen bir insanın o farkı elde dememesi elbette hayvandan daha büyük bir kayıptır.
Dünyaya gelmemizle gitmemiz arasındaki fark ne olmakta ve bize olan katkısı yüzdelik itibarıyla ne kadardır?

Allahı sevmenin ve Allah tarafından sevilmenin yolu,günahtan uzak durmaktır.
Hadisde:” Allahın sevdiği kula günah zarar vermez yani Allah onları günah işlemekten muhafaza eder.”

*Bakmamıştır, dönüp hayatıma
Ağlayanlar, bugün, vefatıma (A.Nihat Asya)

*Kendi kendine ettiğin âdem
Bir yere gelse idemez âlem.(Adlî)

*Şimdi bu durumda her insan büyük ahret mahkemesinde,Allahın hakimliğinde,melek ve organlarımızın ve tüm canlı cansız eşyanın şahitliğinde bir insan kendisini nasıl savunmaya geçebilir?
Biz kendimizi nasıl savunacağız?Kime karşı savunacağız?Savunulacak neyimiz var?
Öyle ya!Mahşerde sorguya çekileceğim zaman Allah’a karşı kendimi nasıl savunabilirim ki?
Çünkü her şey fâş olmuş,ifşa olup gün yüzü gibi açık ve net…
İçler dışlar gibi ortada görünmekte,Anya ile Konya belli olmuş…
O halde:
” Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde,Fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”

BURAYI DA BATIRDINIZ!

Cennette başlayan günah,oranın kirlenmemesi için dışarıya taşınca,ihraç uygulandı.Dışarıda devam eden kirlenme ve günah,dünyanın her karışını da kan ve fesad ile kirletti.Maddi-manevi yangınlarla dünya kirletildi,batırıldı.
Bu da göstermektedir ki;kendisi için geçici olarak cennetin kapanmasına,oradan ihracına sebeb olan müdahalesi,dünya imtihanını kendisi için açtırdı.
Durum şu gerçeği de göstermektedir ki;yine günahı ve müdahalesiyle buranın da batmasına ve kapanmasına insanın kendisi sebeb olacaktır.
Dünyanın her karışı kirlendi…temizliği vacib kılacak bir kirlilik…
Dünyadaki bozulma ve kirlilik,dünya ile sınırlı kalmadı.Tüm kâinatı etkiledi,bütün varlıkları varlıkları kendisiyle irtibatlandırdı.
Dünyanın bozulan ayarı,evrenin de ayarını bozdu.
Kâinat mukadder ömrünü tamamlamadan,erken ölümle karşı karşıya kalmaktadır.

*Kötülüklerin yayılması;kötü havanın ve karbondioksidin yayılması gibidir.İyi hava ise;rayiha ve oksijen gibidir.
Karanlık gidince yerine aydınlık gelir.Zulüm ve zalim gidince yerine hak ve adalet gelir.

Mehmet ÖZÇELİK
03-09-2008




KÖMÜR VE GIDA DAĞITIMI TENKİDİ ÜZERİNE

KÖMÜR VE GIDA DAĞITIMI TENKİDİ ÜZERİNE
Bugünlerde önüne gelen fakir-fukaraya,garib-gurebaya kömür ve gıda dağıtımını ölçüsüzce tenkid etmektedir.
Önce bir propağanda olarak başlayan bu saldırı,daha sonra bir kısım ve bir kesim sağcı geçinenlerce ,mal bulmul mağribi gibi sahiplenilmeye başlanıldı.
Bir kasa meyvenin içinde bulunan birkaç bozuk meyveden dolayı kasanın tümü imha edilmez.Akıl ve matıkta,vicdanda böyle bir şeye müsaade etmez.
Maalesef yanlış birkaç kötü örnek ölçü alınarak,binlerce güzel uygulamanın üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
Kötü emsal olmaz.
Bir pire için bir yorgan yakılmaz.
Bunu tamamen,kökten tenkid etmek seviyeli bir davranış olmayıp,taraflı,hissi,ölçüsüz ve dengesizce bir yoldur.
Eğer tenkid edilecek bir şey varsa,oda öncekilerin beceriksizliklerinden kaynaklanan bu yardımı yapmamalarıdır.
Fakirlere verilenler çalışanların maaşlarından,vergi yüklenmesinden veya zamdan da kaynaklanmamaktadır.Zira 8 sene önceki maaşıyla ne aldığına bakan birisi,şimdiki maaşıyla daha fazlasını aldığını görecektir.
8 yıl önce benim arabam yoktu,bugün normalde olsa var.Bunu tenkid edenlere baktığımızda oda evde almış,arabada almış ve alım gücü artmıştır.
Yıllardır sınıflarda Osmanlıdaki vakıf müessesesi ve yardımlaşmadan bahsetmiş,bugünlere hasret kalmıştık.Ancak çok şükür bugün bu durum yoğunlukla devam etmektedir.
Bir tahdisi nimet olarak bahsetmek gerekirse;Ben burada Deniz Fenerinin gönüllü bir temsilcisi olarak müracaat edip tesbit etmek üzere yüzlerce eve gittim.Bu insanların hiçbirisinin durumu da iyi değildi.Ya kötü ya da çok kötü olarak gördüm.Ve bu insanlar kendilerinin bilinmesini istemeyen ve duyurmaya çalışmayan kimselerdi.Dört çocuğunun üçü kör,biriside ameliyatlı idi.Bunlar gibi binlerce aile mevcut.
Bir ara Deniz Fenerine haksız ve hukuksuz saldıranlar,bunun karşı tarafa bir rövanş olduğunu söylediler.
Bunlara köstek olmak değil,destek olmak ve alkışlamak gerektir.
Bugün bu yardımı tenkid edenler,yine sorumsuz ve zihniyeti bozuk bir kesimin yaptığı gibi,kurban kesimini bir vahşet ve enflasyon sebebi olarak göstermektedirler.
Kesmeyelim mi???
Oysa hergün dünyadaki bir yıl boyunca kesilenleri görmeden ve de kendisinin fakirleri düşünmeden zıkkımlanmasını hesaba katmadan…
Bunu iddia edenler olaya siyasi yaklaştıklarından mantıklı ve de insaflı düşünememektedirler.
Hayret!Fakire yardım edilmesinden neden gocunulmaktadır?
Şunu kesin olarak söylüyorum ki;Allah bir kedisine,bir köpeğine bile şefkatle yaklaşıp,bir su vererek şefkatle muamele edeni haddinden fazla dünya ve ahrette ödüllendirmektedir.
Bir kişiye bile engel olup yaygara koparmaya çalışanları da dünya ve ahrette perişan eder,ekmeğini alır,gözünü kör eder,belasını verir…
Haddini bilsin!!!…
Tenkidler insaf çerçevesi içerisinde yapılmalıdır.
Maalesef siyaset insanları bu derece kör etmiş,zaten alınan ve çalınan ekmeğine bir el daha katılmış olmaktadır.
Allah yardım amacıyla –kim tarafından olursa olsun- uzanan elleri korusun..engelleyen elleri kırsın!!!
Yıllardır devletin sosyal devlet olmasından dem vuruldu.baba denildi ancak gerçekleşmedi.Bugün neden tenkid edilmektedir?
Kör olası tenkid gözü kocaman olumluluklar içerisinde,küçük bir olumsuzluğu görür ve onu büyütür.
Bugün dünyada olduğu gibi memleketimizde de;% 80-i % 20 yemekte,% 20-yi de % 80 yemektedir.
Milleti sömüren yüzsüzler teker teker su yüzüne çıkmakta,yeterli olmasa da yolsuzluklar azaltılmaya çalışılmaktadır.
Yani % 20-nin yediği % 80-den % 10 alınmaya çalışılırken,işin garib ve hazin tarafı,sadece yiyenlerden değil,içinde bir kısım elinden alınmış olanlarda onlara katılarak destek olmaktadırlar.
Belki bir komplo teorisi gibi de görünebilir;
1970-lerdeki zihniyet birden bire bıçakla kesilmiş gibi bitti veya öyle göründü.yer altına inen bu zihniyet ki onlarda genel şemsiye Ergenekon ve de mafya teşkilatları,faaliyetlerini sinsice sürdürmektedirler.Bu tenkidlerde onlara uzanmaktadır.
Allah küfrün devamına müsaade eder fakat zulmün devamına asla müsaade etmez.
Şimdiye kadar fakir edebiyatı yapanlar da dahil,fakirin sobasına atılan kömüre,sofrasına konulan zeytine,ocağında kaynayan makarnaya göz dikilmektedir.
Bu durum gadab-ı ilahiye çok ağır dokunur.Geçmiş ümmetlerde olsaydı helaki gerektirirdi.
Bana bu ağır ifadeleri söylettiren;Çok azın azı bir kesimin,çoğunluğun ağzıyla bunu değerlendirmeye çalışmalarıdır.
Bu kişiler etraflarına bir baksınlar;Kimleri ve kaç kişiyi memnun etmekte ve kimleri kimleri üzüp kendilerinden nefret ettirmektedirler?
Gelin şu olaydan ders çıkaralım;
Çölde atıyla giden adamın birisi yerde yatmakta olan birisini görünce hemen atından iner ve yatmakta olan adamı kurtarmaya çalışır.
Adamın boşluğundan istifade eden yatan kişi,yerinden fırlamasıyla birlikte ata bindiği gibi kaçmaya başlar.
Atı alınan şahıs hayret ve üzüntüyle çalan adamın arkasından yalvarırcasına seslenir;
-Ne olur bu yaptığını kimselere söyleme.Olur ki ileride gerçek bir muhtaç sahibi birisi olurda,bu sefer kimse atından inip de ona yardım etmez.
Onun için gelin üç kişiyede yardım ulaşıyorsa,onunda elinden ekmeğini almayalım.
Ola ki yardım etmek isteyen kişiler olurda,sizde o yardıma engel olmayın.
Daha doğrusu atı çalıp kaçan hırsız olmayın..olmayalım…
Hayrımız olmasa bile bari şerrimiz olmasın…
Arife işaret yeter..tarife gerek yok…
Aslında varsa bize ait bir maharet,gelin pireleri ayıklayalım..yorganları yakmayalım…
Bunlara iş bulunsun deniliyor.Yerinde ve güzel bir teklif.Herkes hem-fikir.Zaten işsizlik genel bir sorun.İşsizliğin giderilmemesi,yardımında yapılmamasını gerektirir mi?
Şahıslar ve partiler geçicidir.İnsanlar ve insanlık ise kalıcıdır.Bizde gideceğiz.Varsın iyilikler kalıcı olsun.

Mehmet ÖZÇELİK




MAHALLE BASKISI

MAHALLE BASKISI
Mahalle baskısı,azınlığın çoğunluğa hakim olma sevdasıdır.Çoğunluğun devre dışı bırakılma çabasıdır.
Yukarıdan değilde aşağıdan bakınca,aşağıdakilerin yukarıya olan özlem ve çıkma talebleridir.
Mahalle muhtarı,mahalle imamı,mahalle bekçisi ve polisi,mahallenin büyüğü,dayısı,bilgesi bir vakıadır.
Muhtarı çoğunluk seçer,muhtarda çoğunluğa göre hareket eder.Azınlıklar bundan neden rahatsızlık duymaktadırlar?
Mahalle baskısı,mahalleyi yozlaştırma çabasıdır.Yani bir mahallede rahatlıkla gazino,meyhane ve sefahetini rahatlıkla uygulama özgürlüğü! teranesinden ibarettir.
Cami mi?O belirli zamanlarda kullanılmalı?mesela dedem öldüğünde.. bayramdan bayrama lazım olursa…
Nenem örtünsün ama genç kızlar örtünmesin!Nasıl olsa onlara taleb yok!!!Örtünme taleblere perde oluyor!
Eğer bu meşruysa,öyleler önce kendileri başkalarının taleblerini bir karşılasınlar hele???
Böylece müsbet şeylerin yapılmasında değilde,menfi şeylerin rahat yapılamamasından rahatsızlık duyulmakta ve bunun adı da mahalle baskısı olmaktadır.
Dikkat edilirse mazlum,masum,muhafazakârların baskıya maruz kaldığı söz konusu edilmemekte,özgürlüğü mutlak özgürlük olarak değerlendirenlerin sefahet ve rezaleti rahat yapamama tedirginliğidir.
Kısacası;kuralsızlıkların kurallaştırılması çabasıdır.
Mahalle baskısından kasıt nedir?Ahlak dışı şeylere göz yummamak bir baskı mıdır?Yoksa problem buna yaklaşımda mıdır?
Aile içinde büyüklerin nasihatları bir baskı mıdır?Nasıl olmalıdır?
Elbette uygulamalarda yanlışlıklar yapılmaktadır.Mesela İslâmiyet bir tebliğdir.Zorbalık değildir.Anlatılarak kabulü istenir,boğazına sarılarak değil.Nitekim gencin birisi inanmayan diğer bir genci yere yatırır ve tehdit ederek kelime-i şehadet getirmesini söyler.O inanmayan gençde;
-Abi,nasıl söyleyeceğim,söyle ki söyleyeyim,der.
-Bilmiyorum lan,kelime-i şehadet getir,Müslüman ol işte,der.
Veya Belkide kendisi oruç tutmadığı halde karşısındakine zorla oruç tutturmaya çalışması uygulamaları ferdi,hissi ve yanlış uygulamalardır.Ancak bu umuma teşmil edilemez.
*Türkiyedeki dindarlığa doğru gidişten bir rahatsızlık duyulmaktadır.Bu onun bit tepkisidir.
*Atasözünde;-Ev alma komşu al-denilir.Zaten bir mahalleye kişi kendi seçimiyle yerleşir.Böylece baştan o mahalleyi kabul etmiş demektir.
Hem kim kime baskı yapmaktadır?Ve o baskı mıdır?Ölçüsü ne olmalıdır? Öğretmenin öğrencisini çalışmaya yönlendirmesi bir baskı mıdır?Emniyetin toplumun güvenini koruma amaçlı aldığı tedbirler bir baskı mıdır?Amirin memurunu yönlendirmesi,işverenin işçiyi yönlendirmesi ve çalıştırması bir baskı mıdır?Bunlar olmayacak mıdır veya nasıl olacaktır,kime göre belirlenecektir?
Neden örtünenlerin baskısı söz konusu edilirken,örtünmeyenlerin örtünmemeleri baskı söz konusu edilmemektedir?
Namaz kılanlarınki olurken,neden kılmayanlarınki mahalle baskısı olmamaktadır?
Ordu dindar ve namaz kılanları askeriyedeki disiplinsizlik suçu olan 125.maddeye isnad edip atar ve de hiçbir kamu kuruluşunda görev yapamaz notunu düşmek bir baskı mıdır?Böyle birinin durumuna bizzat vakıf oldum.Bu bir mahalle baskısına girer mi?
Şu günlerde iki komutanın içki polemiği ordunun genelini yansıtırken, orduda içki içmek mi yoksa içmemek mi bir mahalle baskısıdır?Gerekirse suya içki katılması,içmeyenlerle alay edilmesi bir mahallenin de ötesinde bir devlet ve gücü elinde bulunduranın bir ordu baskısı değil midir?
En büyük mahalle baskısı nerede?
Refahta,Askerde,devlette,laiklikte,rejimde,chp-de,anayasa mahkemesi ve hukukta,Ramazan ayında,kurbanda,camilerde,masonlarda,Pkk-da, Kürtlerde, Abd-de,rusyada,Alevilerde, Atatürkçü derneklerde,Atatürkte, Osmanlıca ve Arapça konuşmada, bürokraside, Necdet sezerde,Demirelde,Mesut Yılmazda, Erbakanda,Milli eğitimde,belki de bir çok yerde..vs.vs…
Varın siz bakın ve takdir edin.
Mesele kimliğini gösteremememi yoksa kimliksizliğe kimlik çıkarma mı?
Cumaya iş,okul gibi değişik sebeblerden gidemeyenlere mahalle baskısı yapılmıyor mu?
Dini anlatmak,yaşamak ve sevdirmek bir baskı mıdır?Nitekim böyle bir baskıya bende maruz kaldım.Sebeb;baş örtüsünü sevdiriyor muşum!
Ya misyonerlik?
Dindarların hayata çıkmaları,ekonomik yönden zengin olup,bürokraside yer almaları bir mahalle baskısı mı oluyor?
Yeşil sermaye ilk olarak sermaye sahiplerinden değil,baskıya uğradığını söyleyenler tarafından ötekileştirildi ve de ötekilendirdiler kendilerini…
Fenerbahçenin başarısı galatasaraya baskı mı oluşturmaktadır?
Bütün bunlarda elinden bir şeylerin alınma korkusu yatmaktadır.
Biçimlendirmeye çalışmak bir mahalle baskısıdır.Türkiyede rejim sürekli kendisine uygun,tornadan,aynı kalıptan çıkmış vatandaşlar üretmeye ve de türetmeye çalışmaktadır.Bazı kurumlarda bunun sponsorluğunu yapmaktadır. Başta milli eğitim,ordu,adalet ve gizli komiteler…
Hem problemler farklı değerlendirmelerden çıkmaktadır.
Birbirimizi hazmetmek ayrıdır,göz yummak daha da farklıdır.
Osmanlının büyüklüğü içerisinde tüm farklılıkları barındırmış olmasındandır.Öyle ki gayrı Müslimlere bile mahkemelerini, okullarını, ibadethanelerini açma izni vermiştir.
Bir memleketteki farklı kültürler o memleketin zenginliğindendir.Allah insan iradesini esas almaktadır.Bir şeyi dilemek ayrıdır,gerçekleşmesi ayrıdır.
Ancak tinerci,satanist gibi oluşumların olmasına ses çıkarmamak bir göz yummaktır,bir yıkımdır.
Tüm mesele bir kişi de olsa onu anlamak ve anlamaya çalışmaktır.
“Hiçbir günahkar başkasının günahını taşımaz.”Bu âyet Kur’an-da beş yerde geçmektedir.
Böylece birilerinin yaptığı yanlışlar umumu bağlamaz.
Müşahhas bir örnek vereyim;Ben bir son karar veren bir kişi olsam,bana karar vermem için şöyle bir teklif gelse ki;Türkiyedeki yetmiş milyonun kurtulması için -hangi ırk ve dinden olursa olsun-falan kişinin ölmesi gerekmektedir,ne dersin?
Gerek Kurân-ın,gerek insanlığın,gerekse mantığın gereği;bir kişide olsa umuma feda edilemez.İsterse tüm dünyanın hayat-memat meselesi olsun.Allahın yanında hak haktır,küçüğüne büyüğüne bakılmaz.
Bu konuda tamamen o kişinin kendi isteği ve rızasıyla karar vermesi hükmü belirleyecektir.
Ortada bir problem var.Bu problem rejimden mi kaynaklanmaktadır? Tarihle yüzleşmekten mi korkulmaktadır?Gizli bir komitenin karıştırması mıdır?Ordudan mı kaynaklanmaktadır?Hukuktan mıdır?Siyasetten midir?Yoksa hepsi midir?
Diyalog içerisinde olmak,hoş görülü olmak,en azından düşman olmamak esas olmalıdır.
Ancak eğer insanlar sürekli ellerinden bir şeylerin alınacağı korkusunu yaşıyor,tehditler sürüyor ve de onlara yaşatılıyorsa,bu kavga her zaman için yaşanacaktır.
Mahalle baskısı laiklerin saltanatlarının sağlamlığını ölçmek için bir senaryodur.
Bunu ortaya atan Şerif Mardin yanlış anlaşıldığını söyledi ve bir de kitap yazdı.Ancak hala insanların birbirlerini yanlış anlamaları veya anlamamaları devam etmektedir.
İnandığı gibi yaşamak mı bir mahalle baskısıdır yoksa inanmadığını bir baskı sebebi yapmak mı mahalle baskısıdır?
2007 yılında yapılan bir anketten çıkan sonuçta;
-Dindarların baskısı var mı?
% 95 yok,derken, % 5-i oldu demektedir.
Demek gerçek baskı % 95-in değil,% 5- in baskısıdır.
Ve diğer bir ankette;Akp döneminde baskı oldu mu?
% 98.3 olmadı derken,% 1.7 oldu demiştir.
“Ekmeksiz yaşarım fakat hürriyetsiz yaşamam.”
MEHMET ÖZÇELİK
28-12-2008




ENCÜMEN-İ KAN-İŞ – Mizah-

ENCÜMEN-İ KAN-İŞ – Mizah-
Aslında başlığı Encümen-i Naniş olarak atmak istiyordum.Yani ortakların birbirlerine göz kırpmalar ile işleri yürütmeleri anlamına gelmektedir.
Ancak işin içinde daha doğrusu başında ve sonunda eli silah tutan silahşörlükten başka çalışma özellik ve alanları olmayan kişiler bulunması sebebiyle –Encümen-i kaniş yani kanla iş gören kurul dedim.
Bu bir üst kurul olup,üstlerin ve üstekilerin oluşturmuş olduğu bir kuruldur.Alttakilerin canı çıksın kurulu.
Kahtı rical yani adam kıtlığı döneminde kendilerini adam yerine koyup ve adam kabul ettirenlerin oluşturduğu bir gizli örgüt.
Masonik bir yapılanma..gizli komite..ailelerinden bile gizlenen gizli işler organizasyonu..yetmiş milyonun üzerinde düşünen yedi kişilik düşünmeme, düşünenleri susturma grubu..yedi kişilik rejim muhafız birliği..silahlı..faili meçhullü..ergenekonun üst çatısı..darbeler genel müdürlüğü..fişleyen ve gerektiğinde şişleyen örgüt..
Kökü dışarıda..gövdesi içeride..kafası yok..ısmarladı gelecek..
Dış uyruklu..israil kuyruklu..Abd buyruklu kör sevdalı…
Kendi başına buyruk,hakimiyet kayıtsız şartsız encümen-i kaniş-indir diyenlerin meclisi…
Bunlar istediklerini otobüse bindirip,istediklerini de otobüsten indiren cinstendir.Otobüsten başka binekleri olmadığı için sürekli aynı otobüsü kullanırlar.
Bunların tek geçim kaynağı,Kaostur..onunla beslenir,onunla besilenirler.
Çok sesli,çok besili bir yapıya sahiptirler.
Tek bildikleri muhalefettir..dedelerinden kalma tapuyu babadan oğula devrederler..iktidar kavgası,menfaat yongası,saltanat sultası bir şebeke sistemine sahiptirler.
Maneviyatsız bir yapılanma içine girmişlerdir..nefsi tatmin uğruna her şeyden geçerler hatta vatandan bile..
Nesillerin kendilerince bozulması düşüncesiyle gece gündüz batıdan damızlık getirme düşleri kurarlar.
Çıplaklar kampı,çıplaklık kampı onların yaşayış sitillerindendir.Kapalıları kapalı yerlere kapar veya kapalılar kampına hapsederler veya kanla korkuturlar.
Tek güçleri korkudur..Ankaraya giden milletvekillerinin ya kulaklarını çekerler veya kulaklarına fısıldarlar..kulak çekmede ustadırlar..başkada bir şey bilmezler zaten.
Köprüyü geçene kadar ayıya dayı derler..ayılarla da araları iyidir de…
Zorda kaldıklarında büyük ağabeylerini çağırır,çekemedikleri kulakları onlara çektiriler.
Millet fasodur,Ergenekon fisodur..ikisi beraber faso fisodur.
Ayakları baş,başları da ayakla yer değiştirirler.İnsanlar şımarmasın diye sık sık yer değiştirirler.
Her yerde kolları vardır..bir kolları kopsa yanlarında devamlı yedek kol taşırlar..kolla yapamadıklarını ayaklarıyla yaparlar..onunla da baş edemediklerine –encümen-i kan-iş’i toplayıp verdikleri kararlarla vicdanlarına rahatlatıcı uygulamalarda bulunurlar.
Şeriatın kestiği şey yani encümeni kaniş-in kestiği baş ağrımadığından bombalamalardan,haksızlıklardan,birbirine kırdırmalardan rahatsızlık duymazlar..herhalde Allah da onları hesaba çekecek değil yani..olsa bile yedi kişiye bölündü mü epey cezalar düşer,onu da para cezasına çevirdin mi kazanılanlardan bir kısmına da Allahı ortak ettin mi tamamdır.
Bunlar çok mütevazi insandırlar..hiç mi hiç şöhreti sevmezler..şöhret olsalar konumları ve foyaları ortaya çıkacağından sadece yedirdikleri değil yedikleri de açığa çıkar..hırsız diye töhmet altında kalabilirler.
Bazen ölçüyü kaçırdıklarında,şimdilerde olduğu gibi-mızrak çuvala sığmazsa yeni bir çuval üretirler..ne yenisi? Zaten ambarda 367 tane çuval var..gerekirse bazılarını başlarına bile geçirilebilirler!
-Zaruretler haramı helal eder-hükmünce zaruret olduğunda babalarını bile keser,satar,şirkete bir gelir elde ederler.
Kirli çamaşırlar olduğunda nasıl olsa çamaşırcıları var olup,ona göndererek bir rapor ile temize çıkabilirler..deterjan mı yok..demokrasilerde çare mi yok?
Va mı bunun başka yolu..dün dündür bugün de bu gündür..yarın ise yarın olacaktır..gelecek günler ise bıraktıklarımızla idare etsin,sülalelerine harcasınlar..kolay mı kazanmak?Bizler hep harcaya harcaya kazandık!
Şak şak şakk…
Ne oluyor ya hu..kendimi milyonların huzurunda gibi kaptırdım gidiyorum..bazı şeyleri de bilmeden ifşa ediyorum..
Konuşanı vurmalı..ben bile olsam.Çünkü biz ölmeye.. öldürülmeye.. öldürmeye yemin etmişiz.
Kansız bir millete! kan lazım!Önce kansız demek arkasından kan bulmak.
Önce camları kıracaksın ki,sonradan camcı dükkanı açabilesin..yoksa iflas edebilirsin…
Memlekette azınlık kompleksi yaşanmakta..en önemli çözüm yolu.. azınlıkları çoğunluklara hakim kılmalı..
-Yaşasın hakimiyetin kayıtsız şartsız azınlıkların olduğu ülke!-
Bu kompleksten kurtarmak için gerekirse tüm azınlıklara çoğunluklar feda edilmeli.
Türkiyenin yüzde doksan dokuzu müslümanmış!..olabilir..ya azınlıkların hakları ne olacak..o zaman onlara göre kanunlar çıkarılacak..
Kim vermekte böyle bir kararı:Encümen-i kaniş..tabiri diğerle encümen-i caniş..tabiri diğer-gamla encümen-i naniş söyledi…
Biraz reklam gibi oldu ama,olsun reklamcılarda kazansın.
Şu günlerde encümenin aldığı kararlar ve üyelerin iplikleri pazara çıkmakta..aslında gerek var mı bilmem ki?Pazarda aslında epeyce de ip var..herkes ip alıyor..ipe sarılıyor..pazarlıyor..iplisi ipsizi..hadi hayrola
Maşallah memlekette ne kadar da iple oynanmış..ip atlanmış..ip çekilmiş..ipe bağlanmış..ipe asılmış ipi kopuklar tarafından…
Encümen-i Kaniş acilen bir daha toplanmalı..Tayyibi topa tutmalı..Pereze doping olmalı..her zamanki ağzı kullanmalı..ne güzel gemimizi yürütüyorduk.. şey yani bu Türkiyeye büyük çapta İsrail ajanı şey demek istedim,turist gelmesine engel olur..
Şahsiyeti mi?
Ne şahsiyeti,sırası mı şimdi..turist kaybederiz..turisttt…
Bu gidişle kendimizi de kaybedeceğe benziyoruz..oysa hep kazanan bir oluyorduk!!!
AKILLI HAMDİ
30-01-2009




AVRUPA VE AMERİKA İSLÂMİYETLE HÂMİLEDİR

AVRUPA VE AMERİKA İSLÂMİYETLE HÂMİLEDİR
“Nev-i beşer, bu son Harb-i Umuminin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile; ve birtek düşmanın yüzünden yüzer mâsumu perişan etmesiyle; ve mağlûpların dehşetli me’yusiyetleriyle; ve gâliplerin dehşetli telâş ve hâkimiyetlerini muhâfaza ve büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azablarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantâziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umumi bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakiki sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-i beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakiki sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.”
“Mesmuata göre, bugünkü Amerika, aktar-ı aleme tetkikat için gönderdiği dört heyetten birisini, bugünkü beşeriyetin saadetini temin edecek salim bir din taharrisine memur etmiştir. Bu ise, müceddidliğini mahkeme lisanıyla her tarafa ilan eden Risale-i Nur, bu muztarip, perişan beşeriyetin en büyük bir saadeti olacağına imanımız pek kuvvetlidir.”
“”Elbette, nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz. Ve hiçbir şey bu mucize-i ekberin yerini tutamaz.”
“İşte Amerika ve Avrupa tarlaları böyle dâhi muhakkikleri (Mister Carlyle ve Bismarck gibi) mahsûlât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim: Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hâmiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak.”
“Hem de İslâmiyet güneşinin tutulmasına (inkisafına) ve beşeri tenvir etmesine mümânaat eden perdeler açılmaya başlamışlar. O mümânaat edenler çekilmeye başlıyorlar. Kırk beş sene evvel o fecrin emaresi göründü. ’71’de fecr-i sadıkı başladı veya başlayacak.”
“Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, İmân ve İslâmiyetle olabilir.”
“Mısır Camiü’l-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahîd Efendi İstanbul’a bir seyahat için geldiğinde, Kürdistan’ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İstanbul uleması, Şeyh Bahîd’den bu genç hocanın ilzam edilmesini isterler. Şeyh Bahîd de bu teklifi kabul ederek, bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti, Ayasofya Camiinden çıkıp çayhaneye oturulduğunda, bunu fırsat telakki eden Şeyh Bahîd Efendi, yanında ulema hazır bulunduğu halde Bediüzzaman’a hitaben, yani “Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?” der.
Şeyh Bahîd Efendinin bu sualden maksadı, Bediüzzaman’ın şek olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateşpare-i zekasını tecrübe etmek değil, belki zaman-ı istikbale ait şiddet-i ihatasını ve idare-i alemdeki siyasetini anlamak idi.
Buna karşı Bediüzzamanın verdiği cevap şu oldu:

Yani, “Avrupa, bir İslam devletine hamiledir, günün birinde onu doğuracak; Osmanlılar da Avrupa ile hamiledir, o da onu doğuracak. “
Bu cevaba karşı Şeyh Bahîd Hazretleri, “Bu gençle münazara edilmez; ben de aynı kanaatteyim. Fakat, bu kadar vecîz ve beliğane bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman’a hastır” Haşiye demiştir.
Haşiye: Nitekim Bediüzzaman’ın dediği gibi, ihbaratın iki kutbu da tahakkuk etmiş; bir iki sene sonra Meşrutiyet Devrinde şeair-i İslamiyeye muhalif çok adat-ı ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye’de yerleştirmek; ve şimdi Avrupa’da Kur’an’a ve İslamiyete karşı gösterilen hüsn-ü alaka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevc fevc İslamiyeti kabul etmek gibi hadiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.”
Bir anda göğü bulutlarda doldurup dağıtan Allah,alemide bir anda değiştirmeye kadirdir ve hikmeti de onu göstermektedir.
Nitekim bir asır öncesine kadar Amerikada adam yerine konulmayan,aynı okul,aynı arabada yer almayan zenciler bu gün Obama Hüseyin barak ile devlet başkanlığını üstlenmiş ve devleti yönetir hale gelmişlerdir.
Yılların birikimi bir andaki bir patlayışı beklemektedir.
Ve bu günlerde Hz.isa-nın 12 havarisinden birisi olan Barnabas incilinin de gün yüzüne çıkma durumu tüm hristiyanlığı kökten sarsıp değiştirecek bir hadisedir.
Zira barnabas incilinde Allahın üç değil bir olduğu,kendisinde sonra gelecek olan peygamberin haber verilişi gibi bir çok ifadeler hristiyanlığın şimdiye kadar papazların tasallut ve baskısı altında sürdürülüp,Hz.isanın dinini temsil etmediği ortaya çıkacaktır.
Kur’an-ı Kerimin bir çok ayetinin sonunda:”Âkibet müttakilerindir.” buyurulur.Sonuç Allahtan korkan,günahlardan kaçınan insanların lehinedir.
Allah dünya sahnesini elbetteki kendi lehine kapatacaktır.
“Ümmetim mübarek bir ümmettir, evveli mi yoksa sonu mu daha iyidir bilinmez.”
İslamiyet ahirzamanda bütün haşmetiyle tahakkuk ve tecelli edecektir.İnşaallah…
MEHMET ÖZÇELİK
23-01-2009




PERDELERİN AÇILDIĞI DÖNEM 2008

PERDELERİN AÇILDIĞI DÖNEM 2008
2008 yılı bir asırlık oynanan oyunların ve gizli kalmış işlerin perdelerinin açıldığı önemli geçiş dönemidir.
‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.’ Uygulamasız sözün gerçekleştiği dönemdir 2008.
*Her ne kadar 2007-de de olsa,ilk defa milletin iradesiyle,bir çok engellemeler sonucu bir cumhurbaşkanı halk tarafından tasvib görüp, çoğunluğun kabulüne mazhar oldu.Bu da ancak 2008-de yerine oturdu.
Yani; Şimdiye kadar Turgut özal hariç hiçbir cumhurbaşkanının halk tarafından,halkın onayına sunulupta iradesiyle getirdiği ve memnun olduğu kimseler olmamasıdır.Özal da zaten farklılıkları görmek için çıktığı o noktada partisinin başsız kalıp iş yapamaz hale gelmesi,kendisine su-i kast düzenlenmesine rağmen kurtulması ancak sonunda zehirlenmesiyle de ideallerini gerçekleştirememesiyle sonuçlanmıştır.Bundan dolayı 2008 –de öne çıkan en önemli iki olay;Cumhurbaşkanının kahir ekseriyetle,bir çok engellemelere rağmen halkın tasvibine mazhar olmuş bir kimsenin gelmesi, diğeri ise asrın davası olan Ergenekon terör örgütünün asırlık çok yönlü,dünya çapındaki başlantılarının ortaya çıkartılmasıyla,italyadaki gladyo operasyonundan daha büyük ağ başlantılarının deşifre edilmesidir.Bütün faili meçhuller,pkk gibi Türkiyenin temel sorunlarının bağlantı noktalarının deşifresine adım atılmış oldu.
*Daha önce başbakanlığı engellenen Tayyib Erdoğanın gelmesinden sonra,her zamanda olduğu gibi,bir türlü iki dönem başbakanlık yapamayan veya yaptırılamayanların yoluna Erdoğan-da eklenmek istendi.
*Yargıtayın google-den veya mesnedi pekde araştırılmayan tamamen şahsi yorumlara dayanan partinin kapatılması ve başbakanın devre dışı bırakılması çabaları,Akıl almaz senaryolar,Anayasa mahkemesinin yetkisi yokken,yetkisini aşarak,Chp ile işbirliği yapması sonucu, meclisde 411 milletvekilinin kararıyla çıkan başörtüsü serbestliğine tepki olarak,Anayasa mahkemesi tarafından kale alınmamış,meclisin üzerine çıkarak,keyfi uygulamalar sonucu bir oyla kapatılmaktan kurtulmuş ancak partiye verilen para kesim cezası ile sonlandırılmıştır.
*Millet rejime feda edildi.Rejimi koruma uğruna,millete rejim yaptırıldı,o da kıtlık derecesinde…Bu konuda askeriye ve hukuk,anayasa mahkemesi perestijinin kaybolmasını da göze alarak,bir yandan yanlışlıklar yapıldı,bir yandan da milletin hassasiyeti dikkate alınmadı.
*Hepsinden de önemlisi zira hepsinin bir asırlık keyfi uygulamaların temelini oluşturan,menfiliklerin şemsiyeliğini yapan Ergenekon 8 yıl önce konuşulmuş iken kapatılmış ancak 2008 yılında üzerine gidilmiştir.
Bunun hakkında:””MÖ 800, Ergenekon- MS 2000, Bolu civarı
Orta Asya’daki eski Türklerin dilinde “sarp dağ yamacı” anlamına gelen Ergenekon’la ilgili destanı bilmeyen yoktur. Türklerin yeniden doğuşunu ve çoğalarak Orta Asya’ya egemen oluşlarını anlatan bu efsanenin adı aynı zamanda Soğuk Savaş döneminde NATO ülkelerinde kurulan gizli anti-komünist örgütün,kontr-gerillanın Türkiye’deki kolunun adı olarak da gündeme gelmiştir,ama şu anda konumuz bu değil.”
*İrinle dolu torbaya susurlukta iğne batırıldı ancak delinme olmadı. Ergenekonda bu irinler dışa akmaya,kokusu etrafa yayılıp herkesi bir yandan rahatsız ederken,bir yandan da ümitlendirmeye başladı.
*Kâfir rusun çektirmediğini Ergenekon terör örgütü ve çetesinde ortaya çıkan zihniyet ve uygulamalar çektirmiştir.
Tam birt şebeke..menfaat şebekesi..para,makam,rütbe,kariyer,üniversite hocalığı,bedava profluk ve makamlar,vaadler üzerine vaadler..kandırmaca ve aldatmacalar…
Kaos uğruna her şey meşru..1970 yıllarının sol zihniyetinin basit ve değişik versiyonu..ortaklık,ortak noktalarda bir-leş-me.
1970-lerin sağ-sol kavgasının bir kısım ve kesimi işi yer altında sürdürmek üzere,yerin altına inme faaliyetidir.Sağın solu,solun sağı vurarak,ortak noktalarda birleşerek millete vurma çabasıdır.
Ne kadar hazin ve düşündürücüdür ki;Ergenekon terör örgütünün içindeki tüm kollar,pkk-yı savunanlar,milliyetçi olduğunu söyleyenler,ve daha sayılamıyacak tüm farklı gruplar;Hep Atatürkçülükten dem vurmaktadırlar. Atatürkçü olduklarını söylemekte ve Atatürkçü olduğu için bunların kendisine yapıldığı perdesini kullanmaktadırlar.
Ergenekonun meşrulaştırılması için bir yerlere dayanıldı ve özellikle Atatürkçülük…
Atatürk en çok solcular tarafından kullanılırken,bir kısım sağcılar, Ergenekoncular,uyuşturucular,devleti soyanlar,kısacası başta her su-i istimale bulaşmış olanların en çok kullanıldığı kişidir Atatürk?
Şaibeli kişilerin her şeylerini getirip ona isnad etmeleri,onun üzerindeki şaibeleri de arttırmaktadır.
*Ergenekon terör örgütünün iskeletinin ayağını ayak takımı,bedenini askeriyeden bir kesim ve para babaları,kafasını ve fikrini sol zihniyet,üniversite ve medya oluşturmaktadır.
Daha evveline gidersek,bir asrı aşan Ergenekon terör örgütü,Osmanlıyı kötülemekle başladı.Şöyle ki;
“Profesör Lowther (Eli Kidor) rapor bahsine şöyle giriyor:
«Osmanlı aleyhtarı peşin hükümler 1880’lerden itibaren İngiliz politikasının temel unsurudur. (Lowther)in mektubu, yeni Osmanlı devlet adamlarının meş’um dalaveracı bir yönetim olduğu inancını desteklemekle bu peşin hükmü doğrulayarak ona yeni bir kuvvet vermiş oluyor… -Asırlık İngiliz politikasının, Türk’ü maddede ve ruhta imha etme gayesi, son merhalesine Lozan antlaşmasiyle ermiş olarak bu satırlarda plânını apaçık ortaya dökmüş bulunuyor.
……..”Bilindiği kadariyle, Türk Farmasonluğu şimdi uyuyor ve muhtemelen de öyle kalacaktır. Tâ ki, halen Türkiye’nin başında olan grup kuvvetten düşürülsün ve gelecek Türk rejimine veya yabancı bir muzaffer kuvvete karşı yeraltı faaliyetlerine yeniden başlansın…”
………Bildiğin gibi, Paris’teki (Jön Türk) hareketi Selânik’lidir. Selanik’te 140.000 nüfusun 80.000 kadarı İspanyol yahudisi, 20.000’i ise dışta müslüman görünen ve Sabetay Sevi tarikatına bağlı Farmason… Roma’nın yahudi belediye başkanı (Natham), Mason localarında yüksek bir mevkie ulaşmıştır ve yahudi Bakanlar (Luzzatti) ve (Sonnino) ve diğer senatör ve milletvekilleri de anlaşıldığına göre masondur. “Kadim İskoç”tan temellendikleri iddiasındalar.
Birkaç yıl önce, Selânik’li yahudi mason (Emannuele Carasso) – ki, halen de Osmanlı Meclisinde Selanik temsilcisi- orada Makedonya (Risorta) isimli İtalyan Farmasonluğuna bağlı bir loca kurdu. Bu adam görünüşte Sultan Hamîd’in casuslarını aldatmak maksadiyle, fakat aslında Türkiye’de yahudi tesirini kuvvetlendirmek için (Jön Türk)leri Farmasonluğu kabule teşvik etmiştir… [6] Evinde onlara toplantı izni sağlamıştır. Abdülhamîd’in casusları bunu haber almış ve 1908 Temmuz ihtilalinden sonra esrarengiz bir şekilde öldürülen İsmail Mahir Paşa, durumu Yıldız Sarayı’na bildirmiştir. Evin dışına yerleştirilen casuslar, girip çıkanların isimlerini kaydetmekle vazifelendirilmiştir. Fakat Farmasonlar casusları “kardeş” ilân edip aralarına almıştır. Selanik’teki hareketin temeli yahudidir…..”
*Çorap söküğü gibi bir asırlık irin ve pislikler dünyayı kokutacak derecede etrafa saçılmış ve yıllarca da saçılmaya devam edecektir.
Ancak gocunanların çokluğu,kirliliğin boyutlarını da net olarak göstermekteydi.
Al kaşağıyı gir ahıra
Yarası olan at gocunsun…
En çok kirletilen yerler;
Ordu…Bazen haberleri okuyunca kahroluyorum fakat bu pislikleri de tarihe havale hatırına sabrediyorum.
‘5’i irticai 24 kişi ordudan ihraç edildi’
İrtica derken adı konulmalı yani namaz kıldığı için,dini inancının gereğini yaptığı için mi?Eğer bunun için ise Allah onu atanı veya cezalandıranı her iki dünyada da rezil,kepaze ve perişan etsin,ıslah değil,kahretsin.Çünkü açıkça ve cahiliye asrının gerisinde kalan bir cehalet ve ahmaklıktır.
Ordudan irtica adına inançlı insanlar ihraç edildi,yeri ergenekona bırakıldı.
*İçki içmeyenler tenkid edildi.Bu durum basına kadar yansıdı.
Hilmi Özkök eski genelkurmay başkanı iken içmediği için arkadaşları tarafından tenkid edilmiş.İşte hazin konuşma;
’Emekli komutanların şarap tartışması sürüyor’
Oysa Bulanık kafayla vatan korunmaz,emanet edilmez.
*Tuncay güney,Ergenekonun kaynağının askeriye olduğunu söylemektedir.Bu da yabana atılacak bir durum değildir.
*Askerin basireti mi bağlanmış?30 yıldır pkk-yı bitiremiyor?İçindeki ele başılarını göremiyor?Subay kademesinden tuğgeneral seviyesine kadar…
*Milli güvenlik kurulunun bir alt kurulu olduğunu,hizbullahı kurduranın askeriye olduğunu Tuncay Güney ifade etmekte ve artık bu da herkes tarafından da bilinmektedir.
*Elbette hepsinin yanlışlığı söz konusu olmamakla beraber yine de ümit varız.
“Rahmet-i İlâhiyeden ümid kesilmez. Çünki: Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’anın hizme¬tinde is¬tihdam ettiği ve ona bayraktar tayin et¬tiği bu vatan¬daş¬ların muhteşem ordu¬sunu ve muazzam cemaatini, mu¬vakkat ârızalarla in¬şâ¬allah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…”
“Kılıncını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurur. Kur’ana hizmetkâr eder. ağlayan Âlem-i İslâmı güldürür.”
*Hukuk…2008-de en çok yıpranan ve kendini yıpratan iki kurum;1-Türk Silahlı kuvvetleri 2-Anayasa mahkemesi ve siyasallaşan hukuk…
*Yarsav ihsası reyde bulunmuş,yargıtayda böyle bir hataya düşeceği sırada Cemil Çiçek-in uyarısıyla son anda geri adım atmıştır.Aksi durumda Ergenekon terör örgütüne taraf olmuş olacaktı resmen…
*Üniversiteler ise,ilim yuvası olma vasfını yitirmiş,hayatı kazananların değil,kaybedenlerin ve de kaybettirenlerin yeri haline gelmiş ve de getirilmiştir.
Tüm bunlar ile ilgili haberlerin arşivimizde örnek ve belgelerini görebilirsiniz.
*İsrailin filistinde yaptığı katliam ve vahşet,hayvanlara rahmet okutur cinsdendi.
“Zulüm kıyamet gününün karanlıklarındandır””Ez-zulmü zulemâtü yevm el-kıyâme”
Filistinde yüzde 65-i kadın ve çocuk,1200-den fazla insan şehid oldu,beş binden fazla yaralı ve trilyonlarca maddi zarar oluştu.Yakıcı olan Fosfor bombası kullanarak bir yasağı daha çiğnemiş oldu.
Tarihe israilin vahşeti olarak geçti.Hitlere rahmet okutturdu.
“Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (ahiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Allah onlara gazabetmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar!”
“Şüphe yok ki o, düşündü, ve ölçtü biçti. Artık kahrolası, nasıl ölçtü biçti.
Sonra kahrolası, nasıl ölçtü biçti. Sonra bakıverdi.
Sonra kaşını çattı, suratını astı. Sonra gerisine döndü ve böbürlendi.
Artık dedi ki: «Bu, naklolunagelen, bir sihirden başka değildir. Bu başka değil, ancak insan lâkırdısıdır.
Onu ben, cehenneme sürükleyip-atacağım.”
*İmam Ebu Davud, Sünen’inde Hz. Peygamber’in azadlı cariyesi Meymûne’den şu rivayeti nakletmektedir:
Birgün Meymûne Hz. Peygamber’e gelir ve: “Ya Rasulallah! Beytu’l-Makdis’e (Mescid-i Aksâ’ya) gidip gitmeme hakkında bize ne buyurursunuz?” der. Allah Rasulü:
“Gidin ve orada namaz kılın!” diye cevap verir. Fakat o zaman orada (Bizans ile Persler arasında) savaş vardır ve bunu dikkate alan Peygamberimiz hemen şunu ekler:
“Şayet oraya gidemez ve orada namaz kılmazsanız, bari oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin!” buyurur. “
İmam Buhari, et-Tarihu’l-Kebir adlı meşhur eserinde “Bişr b. Akrabe el-Filistinî” hakkında şu rivayeti naklediyor:
Babam, Hz. Peygamber ile birlikte katıldığı bir savaşta şehit düşmüştü. Birgün Peygamber (as) yanıma uğradı. Ben, ağlıyordum. (Ey sevimli çocuk!) diye seslenerek benden ağlamayıp susmamı istedi ve bana yasımı unutturacak şu teklifte bulundu:
“Benim, senin baban; Aişe’nin de annen olmasını istemez misin?” Bu teklifi duyar duymaz ben:
– “Anam babam sana feda olsun elbette isterim yâ Rasulallah!” dedim.
İmam Buhari, burada adı geçen Bişr’in “Filistin” olarak bilindiğini de kaydetmektedir.”
MEHMET ÖZÇELİK
19-01-2009




ALEVİLİK AÇILIMI

ALEVİLİK AÇILIMI

Güzel fikirler nur gibidir,çabuk alınmazsa,uçar gider.
Aklın ürünü ışık gibidir,alınmazsa söner gider.

***
Eğer Hz.Aliyi sevmek,onun yolunda gitmek ve onu İslamiyetle eş değerde değerlendirmek ise;
Onun yaşadığı ve kendisi için hayatını ortaya koyduğu dine bîgane kalmak ve Din derslerinin kaldırılmasını istemek samimilik midir?
Ve onu kaldırırken onun yerine ne konulacak,konulacak bir şey yokken onları boşluğa itmek,onları koruduğunu iddia etmek samimilik midir?
Yoksa onun boşluğunu ehli sünnete düşmanlık ile doldurmak hizmette samimilik midir?
Alisiz Alevilik veya İslamiyetsiz bir Ali ve Alevilik ile,adeta Hz.Alinin ruhunu çıkarıp,bedenini alet etmek samimilik midir?
Sürekli siyasetten kaçan Hz.Aliyi ısrarla siyasetin içine çekmek,siyaset midir? Samimilik midir?
Müslümanların din ihtiyacını karşılayan –yeterliliği tartışılsa da-Diyanete cephe almak dindarlık mıdır,kindarlık mıdır yoksa ne kadar samimilikdir?
Yeni yetişen gençleriniz dinle ne kadar barışıktır?Ne kadar biliyor ve bildiriliyor? Onları bilgilendirip terbiye edecek ne gibi kurum ve faaliyetleriniz bulunmaktadır?
Bir yandan cahil bırakılırken,diğer yandan okullarda onlara dinlerinin öğretilmemesini istemek samimilik midir?
Başta dedeler çocukların ve etbalarının akıllarını tatmin edecek,kalblerini doyuracak ne yapılmakta,ne örnekler oluşturulmaktadır?
Hiç araştırıp düşündünüz mü?Hissi davranıp oyuna mı gelmektesiniz?ne kadar samimisiniz?
Genelde bu insanlar neden özellikle namaz,oruç,hac,zekat gibi islâmın temeli olan ibadetlere soğuk ve ilgisiz davranmakta ve mesafeli yaklaşmaktadırlar?Bir bilgiye mi,yoksa körü körüne bilmeden yapanları taklide mi dayanmaktadır?Samimi söyleyin.
Kur’an-ı Kerim-le ne kadar barışık yaşanılmaktadır?Geçerli mazeretler nelerdir?
Hassas bir dönemden geçiyoruz.Türkiyede dış ve iç güçlerin ve özellikle –geçmişte olduğu gibi-şimdilerde de en fazla kaşınılan,tedavi edilmeyen irinlerin deşildiği ve siyasete alet edilen süreçteyiz.Basiretli olmamız gerekir.
Bî-taraf olanlar ber-taraf olurlar.
Kimden tarafayız?Hz.Aliden mi yoksa Hz.Alinin şimdi hazır olsa asla yüz vermeyeceği ve tasvib etmeyeceği bir yaşantıdan mı?
Taraf,İslâmiyetten yana taraf olmaktır.Yoksa istenilmese de başkasının taraftarlığına bilinçsizce taraf olunmuş olunur.
Geçmişteki samimilik canlandırılmalı ancak bilgisizlik giderilmelidir.
Eline-Beline-Diline gerçeği ve –Gelin canlar bir olalım-diri olalım-iri olalım-gerçeğini ne kadar gerçekleştiriyoruz?
Alevilere elbette hakları verilmeli.Daha doğrusu haksızlık yapılmamalı.Aleviliğinin gereğini yapan bir alevi,gereğini yapmayan binlerce aleviden üstündür.Tıpkı Sünni olduğunu söyleyip gereğini yapan birisinin,yapmayan binlerceden üstün olduğu gibi.
Aleviler alt yapısını kurmalıdırlar.
Osmanlının büyüklüğü içinde yaşayan herkese inandığı gibi yaşama hakkını vermesindendi.Hristiyan ve Yahudilere kendi mahkemelerini kurma yetkisini bile vermişti. Gerisini varın siz düşünün.
Alevilerin ellerinden tutulmalı,destek olunmalı,yol gösterilmeli,diyalog sağlanmalı, konuşarak çözüme gidilmelidir.
En sağlıklı çözüm ortamı,siyasetten uzak ortamdır.
Gerekirse enstitüler kurulmalı,Alevilik belgeleriyle ta Hz.Aliye kadar belgelendirilerek araştırılmalıdır.
Çünkü bu su sürekli sulandırılmakta ve bulandırılmaktadır.
Küçük düşünenler korkar,korkanlar saldırır,çözümsüzlüklerle varlığını sürdürmeye çalışır.
Toplumun gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Sağlıklı ortamda her şey düşünülmeli,konuşulmalı,çözümler aranmalı,doğrular ortaya konmalıdır.
Bu milletin dar bir alanda koşması isteniyor.Dar ve despot olan rejim bunu başaramıyor,başarılmasına da izin vermiyor.Yolları açmıyor.Huzursuzluğu toplumun maddi manevi büyümesinden dolayı daha da darlaşarak,daha da huzursuzluklara ve kaoslara zemin hazırlıyor.
Başkasının özgürlüğüne zarar vermeden,özgürlükler genişletilmelidir.
Büyük oynamayanlar,büyük kazanamazlar.
Küçük kalanlar yok olmaya mahkumdurlar.
Herkes kucaklanmalı.
Özgürlük,sulh,güven hem İslâmın ve hem de insanlığın yararınadır.

Cümleler doğrudur sen doğru isen
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.(Yunus Emre)

MEHMET ÖZÇELİK
24-11-2008




ESNAFIN KAYBI,DÜRÜSTLÜK KAYBI

ESNAFIN KAYBI,DÜRÜSTLÜK KAYBI
Evet esnaf ekonominin iyi gitmemesinden,piyasanın hareketli olmamasından kaybetmemekte,dürüstlükten kaybetmektedir.
16 yıldır radyo sohbetlerim ve mahalli gazetelerimdeki yazılarımda zaman zaman esnaflara tavsiyelerde bulundum,okullarda lise ve ortaokul öğrencilerine iki önemli tavsiyede bulundum;
Dürüstlük ve Cesaret.
Dürüst esnaf en uzak yerde de bulunsa,ona güvenen müşteri her şeyi göze alıp,o kişiden alış veriş yapar.
Cesaret gösterip risk almayan bir esnafta yerinde sayar.
Esnaf bu iki esasın kayıp ve eksikliğinden kaybetmektedir.
Gerek ihtiyaçtan ve gerekse de tavsiyeler üzerine evin pencere ve balkon kapılarını plastik yapmaya karar verdim.Sorup soruşturdum uygun gördüğüm yerle anlaştım.Ödemeyi o kişinin faydalanacağı yönde yaptım ve ödemede de ısrarcı oldum.Bunu şaşkınlıkla esnafta ikrar etti.
Ancak sözünü tutmadı..zamanında gelmedi..bir aydan fazla beni uğraştırdı..aramalarıma cevap vermedi..bir ara bunu utancından yaptığını ifade etti..kısaca beni yaptıracağıma pişman etti.
Bu esnaf mı böyleydi?
Hayır,sorduğum kaç kişi olduysa hepsi de şikayetçiydi..ya kışta günlerce soğukta bırakmışlar..zamanında asla gelmemişler..memnun olduğunu söyleyen olmadı.
Aslında bunu anlatmamdaki bir sebeb yıllarca anlattığıma belki bir kazanım sağlar ve de yaptıracak olanlar gerekirse noter huzurunda anlaşma yapar gibi işi daha da sıkı tutar-benim kadar da biraz zor tutar ya-düşüncesiyledir.
Zira arabamla gidip aldım,götürdüm,getirdim,yine de arzu ettiğim şekilde olmadı.
Bu birazda onların bir işi bitirmeden başka bir işe yönelmelerinden, müşteri kazanmak değil de para kazanmak sevdasından,esnaflığı çekirdekten yetişme değil de,sonradan öğrenme yöntemiyle kazanmış olduklarından kaynaklandığını gördüm.
Memleketimizdeki esnaf müşteri odaklı çalışmamakta..kazanç sağlanan bir alan görüldüğünde gereğinden fazla o alanda esnafların dükkan açmalarından,farklılıkları ve ihtiyaçları göz ardı etmelerinden,büyüme düşüncesinden ziyade kendi yağında kavrulma kısırlığından, kıskançlıktan, kolaycılıktan,bilgisizlikten,projesizlikten,yönlendirici mekanizmaların olmamasından dolayı esnaflık sektörü gelişmemektedir.
Kayseri esnafında gördüğüm güzel bir uygulama şu ki,esnaf trilyonluk dükkanı on yaşındaki çocuğuna bırakmış,çekirdekten yetişmesini sağlamış, müşteriyle bire bir ilgilenmeyi ısrarla sürdürmüş,sormak için giren kişi adeta almak mecburiyetinde kalmıştır.
Esnaf güler yüzlü ve nezaket sahibi olmalıdır.
Herkes görür ve görmektedir ki;iki esnaftan güven sağlamış olan da müşteri eksik olmazken,hatta öğrendiğime göre daha kaliteli satan yanındaki dükkan da müşteri bulunmamaktadır.
83 yaşındaki amcam Ahmet Özçelik-in eskiden beri memleketimizdeki uygulanan tecrübelerinden yararlanmak için eski esnafın durumunu sordum.Şöyle anlattı;
-Eskiden esnafların başında yaşlı esnaf biri bulunur,onun dediğini ve tavsiyelerini diğer esnaflar yerine getirirdi.Bir başları olup,başlarına buyruk değillerdi.
-Bir mal bir yerde on kuruşa satılıyorsa,her yerde aynı fiyata satılıp,ne 9 olur nede on olurdu.
-Her esnafın müşterisi belliydi.O müşteri sürekli oradan alış veriş yapardı.Başa bir esnafa alış veriş yapmak için gittiğinde o esnaf o kişiye;
Beyefendi siz falan kişiden alış veriş yapmıyor muydunuz?Neden oradan alış veriş yapmıyorsunuz?Bir problem mi var?diye problemi öğrenir ve o esnafa giderek;
Bak kardeşim,senin esnafın geldi benden alış veriş yaptı.Senini şu şu yanlışların varmış,bunları terket diyerek esnaf arasında ve esnafla müşteri arasında tam bir uyum ve bağlantı söz konusu idi.
-Esnaf başı olan yaşlı esnafın öncülüğünde belirli zamanlarda esnaflar toplanır pikniğe gidilirdi.Her bir esnaf bölümü ayrı günlerde dükkanlarını kapatır,toplu olarak birlikte esnafların pikniği olup,kaynaşma olurdu.
Bakkallar ayrı,ayakkabıcılar,terziler ayrı ayrı gider,özellikle tatil günü olan Cuma gününü seçerlerdi.
Zaman zaman esnaflarla konuşur,durumlarını öğrenmeye çalışırım.Hatta pencereyi yaptırırken de sorduğumda esnaf şunu söyledi;
Aslında millette para çok,fakat bazen durum ne olacak veya bankaya mı yatırsak gibi düşüncelerle paralarını yastık altına saklamayı düşünüyorlar.
Her memleketin kendi bankalarında yatan trilyonları var.Bunların yüzde onu piyasalara yansımış oldu,piyasalar adeta çıldırır.
Ekonomik kriz kerizlerden ve kerizliklerden çıkmaktadır.
Dürüst esnaf her zaman için kazanır.
Esnafın kaybı,dürüstlük kaybıdır.
Siz siz olun pencerelerini plastik yaptırmadan önce çok düşünün.Ben biraz fazla güvenip itimat ettim,güvenimin karşılığını güven olarak görürüm düşüncesine kapıldım,yoruldum.
MEHMET ZÖÇELİK
03-06-2009




GÜLLERDE ARTIK GÜLMÜYOR

GÜLLERDE ARTIK GÜLMÜYOR
Güller ihanete uğradı..güllere ihanet ettik..
Güller gülmüyor..gül-müyor gül-ler.
Güller ihanetimize ihanet ediyor..kokmuyor..artık koku vermiyorlar.
Görüntü var,olması gereken kokusu yok.
Dökülmüş güller..
Gül döküntüleri.
Ağla..
Gül-de ağla-ma
Gül-sem-mi?
Ağla-sam mı?
Gül semli yani zehirli..tat vermiyor.
Gül demeti değil,gül kırıntısı!
Güllerin hali,bülbülün halini de bozdu.
Artık bülbüller de eski bülbül değil.
Onlarda eski bülbülleri aratıyor.
Veya çok dijital…
Tıpkı birinci gün yem yeşil olan domateslerin,ikinci gün kıp kırmızı olmaları gibi,güllerde çok büyük,renkli ancak kokusu yok.
Domateslerin çekirdeğinden soy-ları türemiyor.
Domatesler de soy-suzlaştırıldı.
Güllerde soy-suzlaştırılıyor.
Meydan kargalara kaldı.
Bülbülü altın kafese koymuşlar,ah seyahat demiş.
Kargayı altın kafese koymuşlar,ah leşim demiş.
Kargalara kalan dünya!
Güllerin dikeni bile artık gülleri koruyamaz olmuş…
Gül isimlerinin çokluğu bile,gülleri ve gülleri kokanları pek güldürmüyor.
Gül-beyaz,gül-peri,gül-şen,gül-zar,gül-ay…
Gül-laç;sütlaçların da adı kaldı.
Sütlerde bozulmaya başladı.
Sütlerde bozulursa,südü bozuklara gün doğar..gün onların olur..dikenler güllere hakim olur.
Gül niye kok muyordu?Niye solmuştu?
Genleriyle oynandığından mı?Yoksa gül-ü temsil eden Hz.Muhammed-e olan hasretten mi?
Yoksa onu solduranların saldırmasının hüznünden mi?
O’ndan uzak olmak mıdır onu bu hale,hal-i pür-melâle getiren?
Bir şeyler var!
Hasret mi?Hüsran mı?
Güller eskisi gibi kokmuyor..kokmuyorlar..kötü kokuyorlar!
Belkide bizim koku duygumuzun duygusu kör oldu,köreldi?
Güller yüzümüze gülüyor.
Bizdeki değişiklikler onları da değiştirdi.
“Sizden önce ilahi yasaların değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar gelip geçti. Yeryüzünü geziniz ve Allah’ın ayetlerini yalan sayanların akıbetini görünüz.”
“Ne zaman insanlara bir rahmet tatdırdı isek onunla şımarmışlardır. Kendi ellerinin öne sürdükleri (günâhlar) yüzünden onlara bir fenalık isaabet edince de hemen onlar ümîdlerini kesiverirler. “
“Başınıza gelen her musîbet, ellerinizle işleyip kazandığınız (günah ve kötülükler) yüzündendir. (Bununla beraber) çoğunu affeder.”
“Nefse ve onu şekillendirene… Ona bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır. Semûd, azgınlığından yalanlandı… Rableri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti”
*Gül sevgiydi..sevgiyi kaybettik..gülü kaybettik..kokusunu kaybettik.
Kül-hanları gül-hanı yapanlara karşı,bizler gül-hanları külhan yaptık..gülle değil,külle uğraştık..gül ve gül gibi değil,kül gibi olduk.
Gül olmak için kul olmak gerek..kul olamadık,kül olduk.
Muhammed-i gül-le nişan-ladık çünkü o tam kul idi,tam gül oldu.
Gülü kaybettik çünkü kulu kaybettik.
Gül küstü..kulu bulursak,gül gelir..güle güle gelir.
Tıpkı lalezarın kaybıyla,laleyi kaybedişimiz gibi
‘Gül âteş gülbün âteş gülşen ateş cûybâr ateş
Semender-tıynetân-ı aşka besdir lâlezar ateş’
Gül ateş oldu..ateşimiz gül olmuşken.
Gül baharı olmadı..gülü kaybettik..baharı bulamadık..gül bahar sadece isim olarak kaldı…
Gül-ümse..gülüm-se…
“Gül bahçelerinde bülbüller öter ya
Bizde dün gece rüyamızda
Bülbül sesi kadar güzel gülüşünü gördük

Sesin bizden uzakta olsa ne fayda
Hayal gülüşün . . . hep bizimle”(B. İmzaoğlu)
*”GÜL ‘ ü kokladım Terindir diye,
Seyrine daldım, Yüzündür diye,
Yaprağına dokundum, Tenindir diye,
Ben GÜL’ e vuruldum, SANA benziyor diye…”
“ ”

MEHMET ÖZÇELİK-21-05-2009