SAPTIRILAN HEDEFLER

SAPTIRILAN HEDEFLER

Bir asırdır yanlış hedefe sıkılan kurşunlar,alış verişte yanlış yapılan hesaplar bizi şu anki iflasa getirdi.
İslam gitmiş,Kur’an yasaklanmış,iman esasları ateizm ve kominizmle tehlikeye girmişken insana ve inancına değil,devlete talib olundu.Bu gün o devlete talib olanlar ateist ve koministlerle beraber olup,dün mücahitlik adına,bugün ise Ergenekon adına ortaklık kurularak bir devre iflasla kapatıldı.
Milletin imanına ve inancına talib olmayanlar,dünyaya,makama,sevda! ya talib oldular..Mevlâ unutuldu..çünkü dava hayali süslüyordu..hakikattan uzaktı.
Akidesini kaybetmiş bir toplumun takvasıyla değil fetvasıyla meşgul olundu.Akıl ve mantık değil,hisler konuşuldu,konuşturuldu.
Aslında pek konuşmak istemiyor ve de pek gündeme getirmek istemiyordum.Zira hep aynı kısır döngü üzerinde gidip gelinmekte tıpkı;’Bizim oğlan bina okur,döner döner yine okur.” (Not:Bina,Arapça gramer kitabının adı)
Hep aynı şeyler okunuyor.
Yetmişlerin cihat ve mücahit kavramları her ne kadar şimdilerde yerini başka şeylere bıraksa da ancak etkisi hala devam etmekte,cihat kavramı ahirete dönük olarak değil,dünyaya dönük olarak değerlendirilmektedir.
En ulvi hakikatlarda dahil her şeyi getirip götürüp cihat kavramının içindeki kısır manalara hamletmek,islamı kısır bırakmak,toplumu kısırlaştırmak,açılımları açamamak demektir.
İmana hizmet etmeden ve bunun gereklerini hayata tatbik etmeden,dinin yüzde birini oluşturan şeriat meselelerine geçildi.
Bu da elif-ba bilmeyen çocuğa Kur’an okutturmaya gidildi.
Vakıalar değil,hayallerdekiler tatbike konuldu.
Rasulullahın Mekke ve Medine dönemlerindeki tatbikatları göz önünde bulundurulmalı, aradaki aşamalar ve gelinen seviye göz ardı edilmemelidir.
İslamda ihlas ve samimiyet,islamın ruhudur.His ve heves onun bağıdır.
Rasulullahın yola çıktığında,Hz.Hatice’ninde ifade ettiği gibi,Allah onu mahcup etmeyecek,yarı yolda bırakmayacak,davasını tüm dünyanın başına getireceğine inanıyordu.
Ben de imanım gibi inanıyorum ki,Allah kendi şeriatını tüm dünyaya hakim kılacak,insanlar adeta kabulde muztar kalacaklardır.Bu gün İngiltere -hangi amaçla olursa olsun-şeriat mahkemesini kurdu ve ilk kararını da şu yönde aldı;
Gözü görmeyen birisi köpeğiyle camiye gidebilir mi?
Evet gidebilir.O köpek ona delalet edip,onu camiye götürmektedir.
Avrupa; Müslümanların halife seçmelerini dillendirmekte,kendilerinde muhatap olunacak bir papanın var olduğunu ancak bu kadar müslümanı temsil eden bir halifenin olmamasından, kiminle muhatap olacaklarını bilemediklerini söylemektedirler.
Büyük bir manevi buhran geçiren dünya;rahat ortamda yaratılışının gayesini yerine getirmediği için,dolaylı olarak ağır bir bedel ödedikten sonra yaşamaya başlayacaktır.
İslam cemaatı kendi içerisinde anlaşmalı,uyuşmalı,muhabbet etmeli ki,hariçtekine etkili olabilsin.
1970-lerde bu yapılmadı,1980-den beri ağır bedeller ödenmektedir.
1970-lerde sol ve kominist zihniyetin ideolojisi çürütülme yoluna genel olarak gidilmedi,kaba kuvvet ve kavga ile gidilince,sol zihniyette yerini pekiştirdi,kavga edecek rakiblerini bulunca piyasada kaldı,müşteri topladı.Bugün Ergenekon adıyla kol budak saldı.
Zihniyet değişmedikçe,hiçbir şey değişmez.
Altıyüzbin İsrailliyi Firavunun zulmünden kurtaran Hz.Musa aslında pek bir şey değiştirmemişti.Sadece bedenleri değişmiş,zihniyet aynı zihniyet.Hz.Musa’ya da baş kaldırıp,hazır,bedava gökten inen yemek ve sofradaki kudret helvası ve bıldırcın etini yemekten bıktıklarını,oysa firavunun zulmündeyken bile yeşillikler yediklerini,bundan dolayı soğan sarmısak gibi yeşillikleri kendilerine vermesini isyankârane istiyorlardı.
Firavun ve askerleri boğulduğu halde hala yeniden çıkıp geleceğinden korkuyor,Hz.Musanın atalarımızın yurdu olan Kudüse gidip,orada ekelim yiyelim teklifine korkarak hayır diyorlar ve;Sen git Rabbinle savaş,biz arkandan geliriz diyorlardı.
Burada bir nokta koymak gerekir;Bizim bir asırlık dönem içerisinde firavunun zulmünden farklı olarak yaşadıklarımızı mukayese etmek gerekmez mi?
İsmi Kur’anda 34 surede geçen ve 136 defa zikredilen Hz.Musanın hayatını düşünüp ibret almak gerekmez mi?
Ve Hz.Musa 40 yıl boyunca onları bıraktı,firavunu ve zulmünü görmeyen yeni nesillerini yetiştirip,onları da alarak Kudüsü fethetti ve vefat etti.

*Bir nükte ve gerçek:20 yıl kadar önce gözden muayene olmak için göz doktoruna gitmiş sıramı bekliyordum.
Benden önce giren 60 yaşlarındaki hasta başındaki şapkasını çıkarmayınca doktor çıkarmasını söyledi.O ise çıkarmayacağını söyledi.20 dakika kadar bu münakaşa sürdü.
Çıkarmadığı takdirde muayene edemeyeceğini doktorun söylemesine rağmen adam inatlaşıyordu.
Zorda olsa adam sinirle çıkarmış,muayene olup çıkmıştı.
Ben içeri girdiğimde doktor bitmişti.Bu moralle beni muayene etmesi mümkün değildi.Biraz moral vermek amacıyla doktora dönerek;
Doktor bey!Bu şapka kafaya girene kadar ne kadar kelle gitti biliyor musunuz?Onun tekrar oradan çıkması için en az o kadar kelle gitmesi gerekir!
Doktor tebessüm edip,üzüntüsünü dile getirerek bizi de kazasız-belasız muayene etti.
Evet bir şapka için binlerce kelle gitti.sadece o mi ki?
Bu millet firavun zulmü yaşadı,inancı elinden alındı,en önemlisi özgürlüğüne prangalar vuruldu.

Özetle:Şimdiye kadar ve özellikle ve özellikle bir asırdan bu yana islâmiyetin hep siyaset yönü yani içi değil de vitrini anlatıldı.İslâmiyet binasının muhteşem olan dışı gösterilirken,ondan daha muhteşem ve asıl amaç olan içi gösterilmedi ve de gösterilemedi.İslamiyet sloganlara inhisar edildi.Bu da özellikle son asırda çokça tepkilere neden oldu.
İslâmiyetten imana yeterli derecede bir geçiş olmadı.
Bu asrımızda özellikle Bediüzzaman Hazretleri bunu önemli çapta gerçekleştirirken,sanki kişinin elinden tutarak onunla beraber İslamiyet sarayının içine alıp,iman esaslarının odalarını ve özellikle marifetullahın pencerelerini açıp içeride seyahat ettirdi.
Bununla ilgili tesbitlerde;

Oliver Leaman: Benim için Said–i Nursi’nin en ilginç yönü, küreselleşme sürecini fark ettiği an, küreselleşmenin gücüyle çatışmaktan ziyade, onu anlamaya ve alternatif bir cevap geliştirmeye yönelmesidir. Onun eserlerini özgün yapan nitelik, müminlerin çağın empoze ettikleri gerçeklerle çatışmadan, nasıl Müslüman kalınacağı noktasında tutarlı bir tavır ortaya koymasıdır. Bence bu çok önemlidir. Zira Nursi’ye göre globalizasyonun tehlikesi insanların yalnızca Batılılar gibi yaşamasını teşvik etmek değildir. Ona göre global kültürü karakterize eden prensipler ateizm ve materyalizmdir.”

Jemil Hee Joo Lee:” Risale–i Nur’ların üslubunun, küreselleşme ve ahlak konusunda geleneksel Arap tefsircilerine kıyasla çağdaş dünya toplumuna hitap edecek şekilde olduğunu düşünüyorum. Özellikle Mısır, Suudi Arabistan kaynaklı eserler, tercüme edildikleri ülkelerde siyasal bir İslam’ın gelişmesine katkıda bulundu. Ve bu da huzursuzluk ve çatışma meydana getirdi. Aynı eserler Konfiçyüs kültürünün hakim olduğu ülkemde sıcak bir şekilde karşılanmadı. İnsanlar dinin siyasal yorumuna veya siyasal bir proje gibi sunulmasına uzak durdular. Fakat ben Koreli birisi olarak, Risale–i Nur’u okuyunca, bunu öğrencilerime söyleyince, bunu halkıma empoze edince, ondaki ahlak ve iman vurgusu, hiçbir çatışma, hiçbir rahatsızlık uyandırmıyor.”

İngiltere’nin Durham Üniversitesi’nden Prof. Dr. Colin Turner, “Bediüzzaman Said Nursi’nin ütopyacı değil gerçekçi olduğuna işaret eden Turner, onun yolunun inancın bireysel seviyede tekamülünü öngördüğünü kaydetti. Bu yolun devrimden çok evrim yolu olduğunu ifade eden Turner, bunun da Müslüman toplumu tavandan tabana değil, tabandan tavana yöntemiyle kurma yolu olduğunu belirtti. Bediüzzaman’ın İslam’ı bir yönetim problemine indirgeme hatasını yapmadığını kaydeden Prof. Dr. Turner, “Onun için İslam, Rabbin karşısındaki ferdi bir sorumluluk meselesidir. Bireysel seviyede içselleştirilmiş bir adalet olmaksızın sosyal adalet imkansızdır. Bugün Müslümanlar, Hazreti Peygamber’in altın çağını yeniden var edebilmek için Medine hayalleri kuruyor. Ama bunu yaparken gerçek adalet dersinin öğretildiği Mekke döneminin zorluklarını da istemiyorlar. Bu anlamda Bediüzzaman bizi Mekke’ye geri çağırıyor. Çünkü Mekke tecrübesi yaşandı mı Medine kendi başının çaresine bakacaktır.” dedi.

En önemli bir tesbiti de;Şimdiye kadar gelen tüm alimler hep islamdan bahsetti,Bediüzzaman ise imandan bahsetti.
Yani şimdiye kadarki alimler İslam binasının dıştan içe girişini sağlarken,ilk defa Bediüzzaman insanları iman sarayının içerisine alarak oda oda dolaitırmaya başladı.
Şu tesbiti yapmıştı:” “Lâ ilâhe illâllah”ın mânâsını öğrenmek için, bu kitaplara başvurdum. Yine hayal kırıklığına uğradım. Bu kitaplar İslâmdan bahsediyordu, fakat Allah’tan bahsetmiyordu. Hayalinize hangi konu gelirse hepsi bu kitaplarda vardı; ama asıl mühim olan konu yoktu. Üniversite camiindeki imama durumu anlattım. O da bir mâzeret beyan ederek döndü, gitti. Derken, imamla konuşmamı duyan bir kardeş yanıma gelerek, “Bende Lâ ilâhe illâllah tefsiri var,” dedi. “İstersen beraber okuyabiliriz.” Bu tefsirin en fazla on veya yirmi sayfa olabileceğini düşünü-yordum. Meğer beş bin sayfanın üzerindeymiş! Tahmin ettiğiniz gibi bu eserler, Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatıydı.

ERGENEKON HEDEF SAPTIRDI

Ergenekon sağı da yanına alarak tıpkı Mısır-da Abdun Nâsırın Seyyid Kutup’a yaptığı teklif gibi;önce ikimizin de memnun olmadığımız devleti yıkalım,sonra devlet pastasını paylaşırız.
Ve devlet yıkıldı,arkasından da Seyyid Kutup ve 40 bin kişide beraberinde idam edildi.
Ergenekon Türkiyede bunu denedi..ergenekon Suriyedeki yüzde sekizin yüzde doksan ikiye hakimiyeti yolunu denedi..alevileri iktidara taşıma sözü verdi..sağı sola,solu sağa kırdırdı..bu gün bu itiraflarla ortaya çıkmaktadır.

Uzun zamandır haber notlarında tutmuş olduğum arşivlerde bunlar mevcuttur.
Ergenekon; Solun sağ kolu.. Ergenekonun pkk sol kolu,Kıbrıs yuvası,medya sesi,hukuk kapısı,ordu parmağı,laik-irtica-şeriat-alevi-kürt ektiği fitne tohumları,abd abisi,Rusya-Almanya sırtı,Türkiye angarya,kolu devlet içinde kol salmış bir vaziyette büyütülmektedir.

*Abd 44.başkan zenci Obama ile bir değişim geçirirken;bizde hala eski tas eski hamam,sadece dellekler değişmektedir.
Bir türlü sözde kalan milletin hakimiyeti gerçekleşmemektedir.
Hakimiyete teşebbüs eden millete 3,5 kere darbe vuruldu.
Türkiyede, lozanda kabul edilen azınlıkların hakimiyeti sürmekte,umumu kucaklayacak olan ‘İslâm kimliği’inkâr edildiği gibi,ettirilmeye çalışılmaktadır.
Ergenekon surda açılan bir gediktir.Azınlık komitesinin deşifre oluşudur.

*Evet…Ergenekon içinde bulunan bir kısım aydın ve devlet erkanı kendisiyle yüzleşmekten korkuyor,baskı ile susturmaya ve kabul ettirmeye çalışıyor.
Tarihi cumhuriyetten öteye gitmiyor,oda şaibeli,sanatı kısır,işleri çürük..
Bugün aydın geçinen bir kısım yazar ve sanatçıların ergenekona destek vermeleri gösteriyor ki;Ergenekon beslenmek ve büyümek için hem yemiş ve hem de yedirmiş.
Ergenekonun derinliklerine gidildiğinde öyle zannediyorum ki,iş cumhuriyetin kuruluşuna kadar uzanacaktır.
Artık betonlamalar alttaki kokuların sızmasına engel olamıyor.
İtiraf üzerine itiraflar insanı dehşete düşürüyor.
İşler ve şaibeler her ne kadar Veli Küçük,Doğu Perinçek,İlhan Selçuk,Kemal Alemdaroğlu ve askeriyeden bir çok üst düzey eleman ve 86 sanık ağır suçlardan suçlanmaktadırlar.
Orduda bir kısım bu işin başını çekip tetikçilik yapmaktadır.
Günlük tutmuş olduğum Ergenekon ve itiraflarda dehşete düşürücü haberlerle karşılaşmaktayız.Bir asırlık kirli ve pis çamaşırlar ortaya dökülmekte,kokusu Rusya,Almanya,Amerika ve tüm dünyaya uzanmaktadır.

Ergenekon gibi terör örgütleri hep kaosla beslenmektedirler.
İşte İsrail kaosla besleniyor..kaosu seviyor..varlığının buna bağlı olduğuna inanıyor.Onun içindir ki başta bizde ve İslam dünyasında kaos ve fitneyi oluşturacak her oluşumun içerisinde bulunmakta ve bu oluşumları bizzat kurup desteklemektedir.

ATATÜRK TABU HALİNE GETİRİLDİ

Atatürk namı diğerle Mustafa en tartışılan adam…
Atatürk tabu haline getirildi.O alet edilerek her gayrı meşru şey,meşru hale getirildi.
*Can Dündar Mustafa filmiyle epey tepki topladı ve kendi düşüncesindekiler mesela fikirdaşı olan Müjdat Gezen ona gavur dediler oysa o Mustafa hakkında yüzde birini bile söylememişti!
Neden Mustafa kemalle yüzleşilmekten korkuluyor.
Neden Atatürkün yakınında bulunan Rıza Nur’un ‘Hayat ve Hatıratım’adlı üç cilt kitabın özellikle Atatürkten bahseden 1.cildi anlatılanlardan tamamen farklı olup,yasaklanmakta,öğrenilmesine müsaade edilmemektedir?
Dünyada neden en çok tartışılan,gizlenen ve kanun tarafından korunan bir kişidir?
Çünkü çözülmemesi,bazı şeylerin meçhul kalması,meçhuldekileri, karanlıktakileri beslemektedir.Daha fazla kaos,kargaşa ve kavga ortamı oluşmaktadır.

*”Can Dündar’ın Abdurrahim Tunçak’la 1998’de ölmeden önce buluştuğunda, ”Atatürk’e çok benziyorsunuz, gerçek oğlu musunuz?“ diye sorunca şu yanıtı almıştı: ” Bazı sırlar benimle mezara gidecek, lütfen buna saygı gösterin.”

ÇÜRÜYEN HUKUK

Mecliste türban üzerine 411 millet vekilinin kararını anayasa mahkemesi yetkisini aşarak,meclisin üzerine çıkarak varsayımlara bina edilen yanlış kararını verdi.
Anayasa mahkemesinin hukuksuz,var sayımlı hukuk kararı.
Anayasa mahkemesi ergenekonun neresinde?
Neden böyle ciddi bir meselede müdahil olmamakta,aynı desteği göstermemektedir?
Perinçek Savcı Abdurrahman Yalçınkayayı delil gösterdi.
-Mehkeme üyeleri hiç mi milletin içine çıkıpta,milletin konuştuklarına kulak vermiyorlar?Hiç mi duyarlık gösterme ihtiyacını duymuyorlar?Toplumun nabzı neden tutulmuyor?
Hukuk yara aldı..hukuk baltayı kendi ayağına vurdu..bir an evvel düzeltmeli, hukukun millet için var olduğunu,milletin lehine kararlarla göstermelidir.
Anayasa mahkemesi devleti uçuruma kadar getirdi..bir oy farkıyla düşmekten son anda kurtuldu.Bu duruma getirenler,hukuku temsil edenlerdi.
Belliki Türkiyede hukuk haklının değil,güçlünün yanında…

Nerede hırçın,kavgalı,sesi çok çıkan insan varsa,mutlaka onun altında bir olumsuzluk yatmaktadır.Tıpkı sürekli bağıran Doğu perinçek ve şimdilerde Yarsav başkanı ve sayamayacağımız bir çok olayda altı deşildiğinde ya bir minnet borcunu ödemek için veya bir ayıbının üstünü örtmek amacıyla bağırdığı ortaya çıkmaktadır.
Hukuk hakkıyla uygulansa olumsuzluklar kalkmasa da aza inecektir.

Gerçekten bu insanlar dünyayı ve hayatı ve de akibetlerini bilmiyorlar.
İşte Efendimizden -mana yönüyle hadis olarak düşünülebilecek- bir ibret levhası;
”Ebu Hüreyre’nin anlattığına göre, Hz. Peygamber (s.a.v), “Ey Ebu
Hüreyre, sana Dünyayı gerçek yüzü ile göstereyim mi?” buyurarak,
Onun elinden tutmuş ve Medine çöplerinin döküldüğü yere götürmüş, oradaki
kafataslarını, pislikleri, parçalanmış elbiseler ve kemikleri gösterdikten sonra,
ona şöyle demiştir:
“Gördüğün bu kafatasları, aynı sizin gibi ihtirasları ve umutları olan kimselerdi. Şu an kalıptan soyulmuş iskelet halindeler. Sonra çürüyüp toz haline gelecekler. Bu pislikler, onların yedikleri lezzetli yemeklerdir. Onları nereden kazanmışlarsa kazanmışlar, sonra midelerine indirmişlerdir. Şimdi ise herkes bunlardan uzakta
kalmıştır. Şu parçalanmış bezler, onların zînetleri ve elbiseleriydi.Şimdi ise rüzgarlar onları paramparça etmiştir. Bu kemikler, onların binip diyar diyar dolaştıkları binitlerinin kemikleridir. Hal böyle iken, Dünyaya ağlamak isteyen ağlasın artık.”

MEHMET ÖZÇELİK
15-11-2008




YALANIN BEDELİ

YALANIN BEDELİ

Eskiler şakaya latife derlerdi.Latifede bir incelik vardı,incelik aranır,inciler aranırdı.Şimdilerde latifenin yerini şakalar aldı.Şakalar ise en orta versiyonu ile,eşek veya işlek şakası olarak sunulmakta.Bir kaç dakikalık gülme uğruna vereceği zarar hesap edilmemektedir.
Efendimizin;Hz.Âişeye; ‘seni devenin yavrusuna bindireceğim.’demesi içerisinde,her deve annesinin yavrusudur.Hangi durumda olursa olsun.
Veya yaşlı bir kadına;Yaşlılar cennete girecek mi?diye soran kadına;
-Hayır,cevabını verir.
Kadının bu duruma üzülmesi üzerine,
-Yani yaşlı olarak girmeyecek,genç olarak girecektir,buyurur.

Anlatacağımız olay gerçek hayatta yaşanmış bir olaydır.
Babasının arabasını alan genç arkadaşlarıyla bir yolculuğa çıkar.Ancak bir müddet sonra yolda trafik polisleriyle karşılaşılınca;bir arkadaşını acele acile götürme numarasıyla arkadaşı arka koltuğa yatarak hasta numarası yapar.
Polislerde bunlara önden giderek eskortluk yapar ve acile gelirler.
Hasta numarası hala devam etmektedir.Sedye gelir ve bizim hastayı sedyeye yatırırlar.Polislerde bunlarla beraberdir.Bir türlü kurtulamayan genç numaraya devam edeyim derken kendisini acilde bulur.Doktorun kısa bir bakmasından sonra;
Çok acil bir durum,bunun hemen ameliyata alınması gerekir demesiyle birlikte genç kendisini bir anda ameliyat odasında bulur.
Daha bir şey demeye kalmadan teşhis sonucu yatırılan genç ameliyat edilir.
Ancak yatış o yatıştır.Ameliyattan bir daha da kalkmaz.
Genç şakasının bedelini yani Yalanının Bedelini hayatıyla ödemiştir.

MEHMET ÖZÇELİK
24-11-2008




TAZİYENÂME

TAZİYENÂME

*” Dünya bir köprüdür, üzerinden geçiniz, (fakat) onarıp mâmur hale getirmeyiniz.”

*“Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyorsunuz”

*” Dünya âhiret ehline haramdır, âhiret de dünya ehline haramdır,Hem dünya hem âhiret ise Allah ehline haramdır.”

*Bozulma,süfli şeyler ve yerler içindir.Ahirette yani cennette bu durum yoktur.Çünkü orada her şey ve heryer ulvidir.

Bayramın üçüncü günü iki düşündürücü ve öğüt verici taziye de bulundum.

Bir meslektaşımın bayramın ikinci günü tebrikleşmek üzere evine gittiğimde evinde yoktu.Bir gün sonra annesinin vefat ettiğini duyduğumda hemen taziyeye gittim.Bana anlatılanlarla beraber düşündürdükleri şunlardı;

-Arefeden bir gün önce kalp ameliyatı olacak olan bir kadın bu teyzeyle konuştuğunda ona ısrarla ameliyat olmamasını söylüyor.Kendisi ise bir yıl önce kalp ameliyatı olmuş.

-Yine arefeden bir gün önce başının üzerinde beyaz güvercinlerin uçtuğuna şahit oluyor.Ve arefe günü Rahmet-i Rahmana vüsul gerçekleşiyor.
Ramazanı tam gün olarak oruç tutuğu halde Bayramı burada yapamadan gidiyor.

Bu durum bana şunu hatırlattı;
Hz.Osman şehid olacağı günden bir önceki gece rüyasında Efendimizi görüyor.Ve şehid olduğu gün de oruçlu..geceden de niyet etmiş.
Efendimiz kendisine;’Ya Osman!Akşama iftarı bizimle yapmak ister misin?İftarı bizimle yap!’buyurur.
Ve oruçlu olduğu gün burada iftar edemeden şehid olan Hz.Osman Efendimizle beraber aynı sofrada iftar etmiş,davete icabet de bulunmuştur.

Bu teyzenin de bir ay ramazandan sonra arefe günü bayram etmeden vefat etmesi,bana orada bulunan Efendimiz ve bir çok büyük şahsiyetlerle beraber bayram edeceğini hatırlattı.
Zaten en büyük bayram da orada yapılacak olan bayramdır.

-Belki de o beyaz güvercin adeta gelinlik elbise giymiş gelin suretinde görülen Azrail idi.Ehli imana en güzel görünecek bir surette gelirdi..

* İkinci yani bayramın üçüncü gününde vefat eden altmış küsur yaşındaki diğer şahıs ise,Adıyamanda ilk motor-sıkletle tanışan,onun hayranı ve bağımlısı olan bir şahıstı.
Bu da evinden bakkala gitmek üzere ayrıldığında hızla gelmekte olan bir motor-sıkletin çarpması sonucu düşerek kafasını kaldırıma çarpar.Tam 47 gün komada yatar.
Hayatını noktalarken çok sevdiği motor kazasıyla hayatını sonlandırmış olur.

Herkes sevdiğine sevdiği ile kavuşmaktadır.
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.Nasıl ölürseniz öyle de haşrolur, dirilirsiniz.”

MEHMET ÖZÇELİK
05-10-2008




SIRA MATERYALİZMDE

SIRA MATERYALİZMDE
Evet sıra materyalizmde…
Kominizm çöktü,şimdi ise sıra materyalizmde.Kominizmden sadece fosil olanlar kaldı.Oda unutulmaması,insanlığa çektirdiği acıların hatırlanması için nümunelik fosiller,fos bir halde varlığını sürdürmektedir.
Bunlar maneviyat fukarası oldukları gibi,maddi ilerlemede de gayet geridirler.
İnsanlık ve ilerlemeye kapalı insanlardır.
Şimdi ise materyalizm iflasın eşiğinde..tüm sermayesini kullandı,bir şey bırakmadı geriye.
Dünyanın yüzde seksenini yiyen yüzde yirmilikler,yüzde seksenin bulduğu yüzde yirmiyi de bulamamak üzere çöküntünün eşiğindedir.
Madde ilmin ilerlemesi,teknolojinin hakim olması ile,hükmünü yitirmektedir.
Çünkü madde asıl değildir.
Her şey aslına rücu etmektedir.
Madde de kendisini ayakta tutan manaya inkilab etmektedir.
Maddeden uzaklaşıldıkça,hakikata yaklaşılmaktadır.
İnsanlık top yekun hakikata yaklaşmaktadır.
İman;kominizm ve materyalizme galib gelmiştir.
Maddenin bitişi,imanın başlangıcıdır.
Maddenin düşüşü,imanın yükselişidir.
Maddenin mahkumiyeti,imanın hakimiyetidir.
Marksist düşünceyle maddeyi gören avrupa,maddenin bitişiyle insanlığı ve yardımlaşmanın gereğini anlayacaktır.
Madde alınarak ve sahip olunarak değil,verilerek çoğalır.İslam zekat, sadaka,vakıf ve hayır müesseseleri gibi.
Ekonomik krizden kurtulmanın yolu,paylaşımdır.
Maddeleşenler,manda-laşırlar.
Evet,madde manaya kılıf olmalıdır.Onu korumalı,onun yerine geçmemeli ve geçirilmemelidir.
İnsanın maddeler alemi olan dünyaya gönderilmesindeki en önemli bir sebeb de;mananın yükseltilmesine çalışmak,ona basamak olup yükselmesine ve yükseltilmesine,yücelmesine ve yüceltilmesine sebeb olan bir binek olmaktır.
Mevlananın ifadesiyle;Ruh deveci,nefis ve beden ise devedir.
Binilen binenin yerine geçmemeli ve geçirilmemelidir.
Ayak baş yerine konulmamalıdır.
Maddeye bağımlı toplum,başı üzerine yürüyen insanlar topluluğudur.
Madde ruhun elbisesi ve süsüdür.
İnsanın diğer ruhanilere olan farkı ve farklılığı,onun maddesidir.
Madde ruh değil,ruhun farklılığıdır.
Cenneti farklı kılan maddesidir.İnsan ise onun içinde,onun ruhudur.
İnsansız cennet,ruhsuz madde ve beden gibidir.

MEHMET ÖZÇELİK
10-04-2009




MODERN DÜNYA HAPİSHANESİ

MODERN DÜNYA HAPİSHANESİ
Modern dünyanın modern evleri,modern hapishaneleri..beş yıldızlı hapishaneler..gelde girme!
Dışın süslendiği,için pislendiği bir medeniyet..dışı süs,içi pis.Dışı güzel poz,içi pis ve kof…
Hapseden hapishanelikler.Ruhu mahpus..akıl hapis..kalb habis..vicdan abus…
Hapishanedekilerin hürleri hapsettiği bir hapis hayatı.
Hapishaneler kralı,gönüller sultanı,zincirler kıran;Bediüzzaman…
Yusuf aleyhisselam,peygamberlik zincirinin zincir kıranı..Said Nur velayet zincirinin karanlıkları kıranı oldu.
Biri peygamberlikte şahlandı,taçlandı..tam 12 yıl.Diğeri velayette yükseldi,tam yarım asra yakın bir ömür.
Peygamberlik ve velayet farkı.
Bazen sarayda olanların zindanıdır saray.Bazen de zindanda olanların sarayıdır zindan.Bediüzzaman zindandan saraylara gidiyordu..zindandakileri saraya çıkartmak için,tek kişilik zindana giriyor,sarayları kazandırıyordu.
Talebeleri onun yanında saraylarda yaşamak için bahanelerle zindanlarda kalıyordu.Saraylardan!zindanlara gidiyorlar,ebedi sarayları elde ediyorlardı.
Hakim beraat verdiğinde,kabul etmiyor,avukatımız gelip savunma yapacak diyordu.
Hakim,vaaz dinleyeceksiniz değil mi,diyerek zorla hapishanelerin yolundan çevriliyorlardı.
Zindandan saraylara…
Yusuf zindana girerek Mısırın azizi oluyor,ikinci adam mevkiine çıkıyor, dünyevi mükafat on binleri kıtlık ve ölümden zindana girerek kurtarıyordu.
Bediüzzaman ise manevi kıtlığın yaşandığı asrımızda,zindana girerek milyonların imanını ve ebedi ahiret hayatını kurtarıyordu.
Zindanlar yükselişin ve kurtuluşun basamakları oluyordu.
Ne kadar hazin bir yol değil mi?
Saraydayken zindana,zindandayken de saraya çıkan geniş bir yol var.
Başbakanlıktan hapishane ve idamlığa giden yol da o yol..şiir söyleyerek hapse giren bir insanın çıktıktan sonra başbakanlığa çıkan yolu da o yol…
Saray mı zindandan geçiyor,zindan mı saraydan geçiyor?
Ve sonuçta dünya zindanından,baki ahiret saraylarına çıkıp giden yol…
Veya dünya saraylarından ahiret zindanlarına inen yol…
İkbalden idbare,idbarden ikbale geçen dar tünel…
İyi ki kurulmuş ve kurumuş mahkemelerin üzerinde bir mahkeme var…
Pranga vurulan insana ve ele değil,hürriyet ve özgürlüğedir.
MEHMET ÖZÇELİK
18-04-2009




NAZAR HAKTIR

NAZAR HAKTIR

Âyette:” O inkar edenler zikri (Kur’an’ı) duyduklarında neredeyse gözleriyle seni devireceklerdi. (Hala senin hakkında): “O bir delidir” diyorlar.
Oysa o (Kur’an) ancak alemler için bir öğüttür.”

“51. Gerçekte o inkârcılar, Allah’ın nimetlerine nankörlük ederek âyetlerine yalan deyip seni yalancı çıkarmaya kalkışan ve durumları ve huyları anlatılan Mekke kâfirleri, o zikri, Allah tarafından öğüt olarak okuduğun Kur’ân’ı işittikleri vakit, az daha seni gözleri ile kaydıracaklardı. Onun yüksekliğini öyle hissetmişlerdi ki kıskançlıklarından az daha nazar değdirecekler, aç ve kem gözlerinin kötülükleriyle ellerinden gelse seni yok edeceklerdi. Demek ki öfkenin bedende bir hükmü ve tesiri olduğu gib i, gözlerin de karşılarındakine bakışlarına göre, iyi veya kötü bir hükmü vardır. Kimi elektrik gibi dokunur, çarpar, mıknatıslar, manyatize eder; kimi tutkun olur, kimi de aldığı etkiyle kıskançlığından bir öfkeye düşer, türlü türlü suikastlara, tuzaklar a kalkışır ki maddî veya manevî bunun hangisi olursa olsun hedefine ulaştığında göz isabet etmesi, göz değmesi veya nazar denilen şey olur. Bunun hakkında uzun uzadıya sözler söylenmiş, inkâr edenler ve böyle bir şeyin olduğunu kabul edenler olmuş ise de b iz detayına gerek duymayarak bu kadarla yetiniyoruz. Nasıllığı ne şekilde olursa olsun gözdeğmesi vardır. Allah korusun, göze batmak tehlikeli bir şeydir. Allah koruyacağı kulları için gözdeğmesine karşı bir siper yapar. İnanmıyanlar bu sûre ile veya bundan evvel Kur’ân’ı ilk işittikleri zaman onun nazmı ve mânâsıyle edebî güzelliğinin yüksekliğini ve peygamberin ona nâil olmasını son derece kıskanmış ve hemen hemen yiyecek gibi bütün bakışlarını ona dikmiş, onu kaydırmak istemişler, bu onların o derece di k kat nazarlarını çekmişti. Öyle iken bir de durmuşlar, o herhalde bir deli diyorlar, şaşkınlıklarından kendi kendileriyle çelişkiye düşüyorlar. Böylece gözlerinin zehirini kendilerine döküyorlar.
52. Oysa o Kur’ân sade onlara ait değil, bir zikir, bir öğüttür bütün âlemler için, bilinç ve algısı olan bütün akıllılar âlemleri için. Yalnız temiz akıllı olmayanlardır ki ondan yararlanacak yerde aleyhinde bulunarak kendilerine zarar vermiş olurlar. Nihayet bir inilti içinde inler inler giderler.
İşte ile başlayan Kalem sûresi, ‘in sonunda yine bir “nûn” ile sona ermiş bulunuyor. Âlemlerin Rabbi olan yüce Allah yazan, okuyan ve dinleyenleri zikretmeye ve düşünmeye muvaffak kılsın.”

Âyetin nüzulü sebebi olarak;
“Kelbî der ki: Kâfirler Hz. Peygamber (sa)’e göz değdirmeye çalıştılar. On-lardan bir adam vardı ki iki veya üç gün bir şey yemez, sonra abasının bir köşe¬sini kaldırır, yoldan geçen develere, davara bakar. Bir deve hakkında: “Bu güne kadar bundan daha güzel bir deve görmedim”; bir koyun hakkında: “Bugüne kadar bundan güzel koyun görmedim.” der ve o hayvan çok gitmeden yere dü¬şer ölürmüş.” İşte kâfirler bu adamın Hz. Peygamber (sa)’e nazar etmesini iste-mişler, o da bu isteğe muvafakat etmiş. Ancak Allah Tealâ, Rasûlü’nü o adamın göz değmesinden koruyup kendisine bu âyet-i kerimeyi indirmiş.”

“1. Göz Değmesinden Dolayı Abdest Almak

1. Sehl b. Huneyfin torunu Muhammed b. Ebû Ümame’den: Babamın şöyle dediğini duydum:
«— Babam, Sehl b. Huney, Harrar’da gusül yaptı. Üzerindeki ciibbesini çıkarmıştı. Amir b. Rebîa da bakıyordu. Sehl, cildi güzel, beyaz bir adamdı.»
Ebû Ümame devamla diyor ki, Âmir b. Rebia ona:
«— Bakirelerin cildi bile bugün gördüğüm gibi değildir.» de¬yince Sehl olduğu yere yıkıldı, elem ve acıları şiddetlendi. Resûlul-lah(s.a.v.)’e:
«— Sehl rahatsızlandı, seninle gidemiyecek.» dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Sehl’in yanma gidince ona Âmirin ken¬dine bakışını ve dediklerini anlattı.» Resûlullah (s.a.v.) de (Âmire hitaben):
«— Sizden biri kardeşini neden öldürüyor? Allah mübarek kıl¬sın demeliydin! Göz değmesi vakidir; onun için (Sehl için) abdest al.» dedi. Amir de onun (iyileşmesi) için abdest alınca Sehl Resû¬lullah (s.a.v.) ile beraber gitti, hiçbir şikayeti kalmadı, rahatladı.

2. Sehl b. Huneyf in oğlu Ebû Ümame’den: Âmir b. Rebia, Sehl b. Huneyf i gusül yaparken gördü ve:
«— Hiç güneş görmeyen ciltler bile bugünki gördüğüm gibi de¬ğildir, demesiyle Sehl yıkıldı. Resûlullah (s.a.v.)’e gelerek:
«— Ya Resûlullah, Sehl b. Huneyf hakkında yapacak bir şeyin var mı? Vallahi başını kaldıramıyor.» dediler.
Resûlullah (s.a.v.):
«— (Ona nazar eden) birini itham ediyor musunuz?» diye sor¬duğunda:
«— Amir b. Rehia’yı itham ediyoruz.» dediler. Resûlullah (s.a.v.) Amir’i çağırarak kızdı ve:
«— Sizden biri kardeşini neden (gözle) Öldürüyor? Ona bere¬ketle dua etseydin ya! Şimdi onun için yıkan.» dedi. Amir de yüzü¬nü, ellerini, dirsek ve dizlerini, ayak topuklarını ve böğürlerini bir kab içersinde yıkıldı. Sonra (O su) Sehl’in üzerine döküldü. Sehl de iyileşerek oradakilerle beraber gitti, hiç bir şikâyeti kalmadı.
2. Göz Değene Okumak

3. Humeyd b. Kays’dan: Cafer b. Ebi Talib’in iki oğlu Resûlul-lah’m (s.a.v.) huzuruna getirildiğinde onların bakıcılarına (dadı¬larına):
«— Bunları zayıf görüyorum, neden?» diye sordu. O da:
«— Ya Resûlullah, onlara göz değiyor. Uygun görüp görmüye-ceğini bilmediğimiz için onları okutmadık.» deyince Resûlullah (s.a.v.):
«— Onları okutunuz, çünkü eğer kaderin önüne birşey geçecek olsaydı bu, nazar olurdu.» buyurdu.

4. Urve b. Zübeyr (r.a.) den: Resûlullah (s.a.v.) hanımı Ümmü Seleme’nin evine girdi. Orada bir çocuk ağlıyordu. Ona göz değdiğini söylediklerinde Resûîullah (s.a.v.):
«— Ona göz değmesinden (korunmak) için okutsaydı-nız.» buyurdu.

-“Nazar haktır,dağı yerinden oynatır.”

Efendimiz bir hadisde:”En-nazaru yudhilul cemele el-kıdre ver-reculel kabre”Yani;
Nazar deveyi kazana ve insanı mezara sokar.”buyururlar.
Bu konuda Bediüzaman:” Benim katî kanaatim geldi ki, nazar, beni şiddetle müteessir ve hasta eder. Çok defa tecrübe ettim. Ben ruh u canla size her vaziyette arkadaş olmak istiyorum, fakat meşhur kaide ile nazar beni vurur. Çünkü bana bakan, ya şiddetli adâvetle veya takdirle nazar eder. Bu iki nazar dahi, bazı insanların, bir hâsiyet-i isabet sırrıyla bakmasında bulunur. Bunun için mümkün olsa, mecbur etmezlerse sizinle beraber mahkemeye her vakit gelmemek niyet ettim.”

“İslam Yaşar’ın Bediüzzaman beşlemesinin ilkinde, Üstad Bediüzzaman rahatsızlanıyor, bir ağacın dibine oturuyorlar, sonra bir talebesi Yasin okuyor, Üstad’ın burnundan kan akıyor, sonra düzeliyor, rahatsızlığı geçiyor, talebe de sonra ekliyor: “Üstadım sizde nazar var, Yasin okurken adeta esnemekten çatlayacaktım.” diyor. Ben oradan bir bağlantı olabilir diye düşündüydüm. Cidden rahatsızlık verici, tam ibadet edecekken mani oluyor. Hayırlı işlerin çok muzır manileri olur diye boşuna denmemiş.”

Bilimsel olarak nazar;
“Negatif enerjidir. Nazarı iki türlü incelemek gerekir:
Birincisi: İnsanın kendi kendine veya çocuğu gibi çok yakınına hiç bir kötü amaç taşımadan ürettiği negatif enerji şeklidir. Beyinde sürekli kodlanan bir kelime mevcuttur: Maşallah. Bu kelime söylendiği anda nazar değmeyeceğine beyin şartlandırılırsa veya başka bir deyimle kodlanırsa, beyin bu kelime söylendiğinde negatif enerji üretimini yapmamaktadır. Ama o Maşallah kelimesi söylenmediği anda negatif enerji üretmeye başlıyor.
İkincisi: İnsanın bir başkasına nazar etmesi. Beyin kıskançlık duygusu ile hareket ettiğinde yine negatif enerji üretimine yol açar. Bazı insanlarda bu türde kıskançlık duygusu çok yüksek olduğundan o insanların nazarı daha çok değer. Daha doğrusu yaydıkları negatif enerji çok yoğun olur. Bir hayli maddi veya manevi zarar verebilirler. İnsan beyni negatif veya pozitif enerjiyi sadece % 50 kadar üretir.”

Yani göz menfi ışın salgılayarak karşısındakinde olumsuz etki bırakmaktadır.
Birinin size sert,ters,kin ve nefretle bakması halinde sizde oluşacak olumsuzluklar ile,size müsbet ve güler yüzle bakışının oluşturacağı rahatlık gayet bariz olarak görülmektedir.

İnsan büyük bir enerji gücü depolamaktadır.Yönlendirdiği yöne göre etki oluşturur.

Mesela;” Parapsikoloji dilinde “Psikokinezi” denilen nazar, yani göz değmesi bir çeşit büyülemedir. Baktığımız kişilerden veya eşyalardan çok defa gözlerimizi alamadığımız olur. Gözler ruhi fonksiyonları ve beyin gücünü en rahat ve en tesirli şekilde kullanabildiğimiz organlarımızdır. Bilim adamlarının da tespit ettikleri gibi, göz yoluyla bir çeşit hipnoz olayı gerçekleşmektedir. Yılan, fareyi, kuşu veya diğer avlarını böyle yakalar. Gözlerinden gönderdiği zehirli şualar yoluyla avının beyin fonksiyonlarını bozmakta ve talihsiz av, bir anlık göz göze gelmenin bedelini hayatiyle ödemektedir.”

Her şey maddeden ibaret değildir.
“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.Göz ise maneviyatta kördür,görmez.”
Mesela cep telefonunun yaydığı ışınların kansere neden olduğu söylenmektedir.Oysa bu maddi değildir.
Rusyada patlayan Çernobilin etkisi sadece şimdi değil,gelecekte de etkisini gösterecektir.

Kötü bakış,kötü niyet,kötü zan,kötü söz hatta kötü hayaller alemde etkisini göstermektedir.

Başta verdiğimiz kalem suresinin 51-52.âyetlerini okuyarak ondan korunmalıdır.
Ayrıca Fatiha,üç ihlas, yedi Âyet-el Kürsi,Felak ve Nas sureleri ile de korunulabilir.

“Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki, izzet tamamıyla Allah’ındır. O’na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azap vardır ve onların tuzakları da hep tarumar (darmadağın) olur.”
MEHMET ÖZÇELİK
29-09-2008




MİLLETİN MENFURLARI

MİLLETİN MENFURLARI
Nefretle anılanlar..lanetle anılanlar…Darbeleri yapanlar ve yapanlara destek olanlar..28 şubatın menfurları..kirli ve lekeliler..sonsuza dek bu kirlerle yaşayacaklar ve de kendilerini yaşatacaklardır.
Türkiye-de olumsuzlukların,geri kalmış ve kaosların irengi ve frengi iki sivri ucu;iki temel esas üzerine oturmaktadır;
Biri;Askerin müşahhas olmayan bir rejim muhafızlığını,millete bırakmayarak kendisinin yüklenmiş olması.
Diğeri ise;Kısır bir sol zihniyet,üretmeyip tüketen,düşünmeyip kurgulanan bir ideoloji.
Yapılacak olan ise;askerin ve siyasilerin milletin inancına sırt çevirmemeleri,müdahale etmeyip,bilmedikleri konuda ahkam kesmemeleridir.
Bir asırdır savunulan bu rejim nasıl bir rejim ki,sürekli tehlike altında, yıkmak ve yıkılmak tehdidiyle karşı karşıya.
Nasıl bir rejim ki;Pavyondan alınıp örtüye büründürülen bir kız ve esrarkeş bir erkeğe sakal uzattırılarak sahte şeyh yapılıp ihtilal yapılabiliyor?
Ordu bu iki meçhul daha doğrusu niyeti malum insanlar için harekete geçebiliyor?
Yoksa harekete geçenlerin mi niyeti meçhul?
Tavşana kaç,tazıya tut politikası…
Eski meclis başkanı Bülent Arınç;ergenekondaki paşaları kastederek; ”İyi ki bu paşalarla savaşa girmemişiz.”
Doğru bir söz.1960-70-80-97-lerde darbe yapan ve şimdilerde buna her türlü yolu ve kaosu deneyerek darbe teşebbüsünde bulunup,bir çok kirli işlerde önde olan bir ordunun güvenliğini göstermesi gerekir.
Oysa her sene sürekli bir şekilde eleman alınırken özelliklerine dikkat edildiği halde,bu kirli insanlar bu temiz kuruma nasıl girdiler?Nasıl orada kendilerine yer buldular?Ordudaki atılan inançlı insanların atılarak,orduyu lekeleyenler bunlar mıydı?
Ordunun kendisini aklama zamanıdır?İçindeki irinleri temizlemesi veya buna müsaade edilmesi gerekir.Bir açılım var bu konuda ancak yeterli değildir?
Terör örgütü ile suçlanan paşalar uydurma hasta raporlarıyla dışarıda, maşalar içeride!Bu revamı,mantıklı mıdır?
*A.U.Kurucu Hatıralarında;”Dedemden defalarca işittim ve hatırlatırım; ittihatçılar ve onun devamı olan Halk partisi için şöyle derdi;
“Oğlum,bu fırka,bu teşekkül kalaysız bakır bir kaba benzer.İçine ne konulursa zehir olur.İsterse hacı,isterse hoca olsun.Oğlum bu fırka ehlullahtan,Allah dostlarından beddua almıştır.Bu yüzden öyle bir hale gelmiştir ki,kalaysız kaba benzer,içine gireni zehirler.”
“Türk milleti yunanla harbetti;yunanı kovdu.Niçin kovdu?Yunan memleketimizde kalırsa,bana Kuranımı okutmaz,dinimi yaşatmaz, mukaddesatımı değiştirir,diye kovdu.Memleketimize dikkat edin yavrum, değişmeyen nesi kaldı?Aman dinimizi,dilimizi, Kur’anımızı, ezanımızı, cumamızı, kandillerimizi,bayramlarımızı koruyalım.Yoksa mahvoluruz.” (Hatıralar.A.U.Kurucu.1/176-177,185)
İşte hedefler:
*367 krizinde İ.Hakkı Karadayı ve Sabih Kanadoğlu paslaşması,perde arkasında müdahale oyunu.Ses kayıtlarıyla da tesbit edildi.Cumhurbaşkanını seçtirmeyip,memleketi tekrar seçime zorlama.Ve sonrasında askeri müdahale.
*Ergenekon tamamen sol ve mason ortaklığıyla kurulmuştur.Ancak sağ ve her türlü kirli işleri tabanına almıştır.Pkk,mafya,dış güçler,silah,uyuşturucu,faili meçhul.Ergenekon tüm kirli işlerin şemsiyesidir.
H.Yahya;Ergenekon masonluğun kılıncı-dır,der.
*İslami gelişmelere karşı farklı platformlarda oturanların aynı platformda asgari müşterekteki ortaklıkları.
*İslami çevreye mesafeli bakan askeriyenin bu işte;her zamanda açık olan ve hevesli bulunan darbe ayağını devreye koyma.
*Oynanan senaryolarla ergenekonun ya avukatlığı yapıldı veya sulandırılmaya çalışılarak bilinçsiz olanların desteği alınmaya çalışıldı.
*Ergenekonda en büyük hata askeriyenin ihmali ve üst düzey bir kesimin desteği olup,bu gün bu irin deşilerek kendisini tebrie ettirmektedir.
*Bir kısım Komutanların kendi itiraflarıyla 15-20 senede bir rot-balans ayarı yapmak için darbe yapma mecburiyeti istemeleri.Darbe tikleri…
*Üniversitelerin bilimini değil,gücünü kullanma çabaları..alet etme.
*Erdoğan Teziç-in çankayaya istemedikleri bir kişinin çıkması halinde,başına bazı işlerin gelebileceğinden bahsetti.Kurtarılmış yerler…
*Kaos oluşturmak için her gayrı meşru yollar denenmiştir.
*Savcı Abdurrahman Yalçınkaya-ya parti kapattırılarak,önleri açılıp,daha rahat hareket alanı oluşturulacaktı.Devlet son anda uçurumdan döndü.
*Levent Ersöz tarafından vurucu timi oluşturularak,faili meçhullere imza atılmış,tüm ses kayıtları oluşturulmuştur.
*100 yıllık Gata,gatakulliler ile faillerin serbest bırakılmasına destek olarak,çürümenin ne boyutlarda olduğunu göstermiştir.
-Paşalar dışarı,maşalar içeri.
-12. ve 14.mahkemeler bizden…
Torbaya sığmayan 1,5 asırlık kirlenmenin dışa taşan,kokuları etrafa yayılan irinleri…Dışarıdan tesbitten ziyade,içten meydana gelen bir patlama oldu.
*Ergenekon olayı yüz yıllık saltanatın halk tarafından sorgulanmaya başlanması hareketidir..yıkılışı değil.
*Encümen-i daniş bu faaliyetin fikir babalığını yapmış ve uygulamayı gerçekleştirmiştir.Fikir babaları..Babaların babası.Dostlar meclisi..postlar meclisi.Türkiye-nin kaderini belirleyen 28 kişi.
Böyle dostlar meclisi düşman başına..Encümen-i Daniş üyeleri ve başında bulunan Emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı toplantılarını kendi kafalarına göre biçimlendirmekte,emekli olduktan sonra işsiz kalan bu insanlar devleti devşirerek kendilerine iş aramaktadırlar.
*Ergenekonun altından nedense hep fosiller çıkmakta,yeni nesillerden hiç bir destek görmemektedir.İleriyi değil,geriyi ve geriliği arzulayanlardır.. gelişimden rahatsız olup,gerilimle varlıklarını sürdürmektedirler.
*Jitem kirli işlerin döndüğü yer haline gelmiş,ölüm kuyularıyla infazlar gerçekleşmiş,asit kuyularına atılmış.
*Ordu istifrağ ediyor,darısı hukukun başına!!!
Asker Pkk ile mi irtica ile mi mücadele etti?Pkk hala ortada olduğuna göre,kimle ve nasıl bir mücadele etti?
Ergenekonla deşifre olan paşaların kendilerine yakışmayan,vatan müdafaasıyla hiç mi hiç ilgisi olmayan kirli işlere girişmeleri işin vahametini gözler önüne sermektedir.
Pkk bitmedi mi,bitirilmedi mi?sorularını ortaya çıkan belge ve uygulamalar yoruma gerek bırakmıyor!!!
*Perdeler açılmıyor,aralanıyor..güzel bir gelişme.
*Hep şimdiye kadar millet adına konuşulmuş ancak hep millet aleyhine uygulamalar yapılmıştır.
*Bütün bunlara karanlık savaş adı verildi..karanlıkta yapılan savaş.. silahsız savaş..Soros gibi..dengeleri bir anda bozarak..hızla inişi ve çıkışı sağlayan savaş..
-Ekonomik..Psikolojik..siyasi..askeri darbe..
-Soros’a;Darbeleri siz mi yapıyorsunuz,sorusuna verdiği cevapta;’Biz sadece para veriyoruz’demiştir.
-Ergenekon kendilerine ulaşmaya çalışanı,kokularını alanları hemen ortadan kaldırmıştır.Uğur Mumcu gibi.
-Pkk göstere göstere,açıktan açığa terörünü estirmiştir..içten bulduğu destek..ergenekon güvencesi ile..Aktütün baskınında ve 33 erin şehit edilmesinde olduğu gibi.
*Şimdiki liderler pek de rahmetle anılacak kimseler değildir.
Yapmadıkları,yapamadıkları,göz yumdukları yaptıklarından çok fazla.Bir kapıyı açmış,bir çok kapıyı kapamışlardır.
*Türkiyede azınlıklar hiç boş durmadılar..tümü olmasa bile mutlaka içinde eski duyguları depreşenler oldu.Sürekli fitne uyandırdılar.Şimdilerde olduğu gibi Ergenekon terör örgütüne destek oldular.Mutlaka pisliğe bulandılar.
MEHMET ÖZÇELİK
22-03-2009




REJİM TEHLİKEDE !?

REJİM TEHLİKEDE !?
Bir asırdır rejim tehlikede.Bu da göstermektedir ki;rejim kendi varlığını sağlamlığına,güvenliğine,güçlülüğüne değil de;zayıflığına dayandırarak sürekli kendisi için tehlike unsuru oluşturarak,tehditte bulunmaktadır.
Tehdit edilen rejim değil,aslında tehdit eden rejimin kendisidir.
Rejim herkesi kendisi için tehdit unsuru olarak görmektedir.Bundan dolayı da kimseyi memnun etmemekte,öyle bir derdi olmamakta,kimsenin de kendisinden memnun olmasını istememektedir.
İki taraflı bir memnuniyetsizlik söz konusu olmaktadır.
Nasıl bir tehlikeyle karşı karşıyadır ki,bir türlü bu tehlike ortaya çıkmamaktadır.
Bu rejim kendisini yerleştirdiğinde bir çok kelle götürmüş,millete danışılmamış,konuşanlar susturulmuş,tüm değişimler bin yıllık yerleşik temelleri çökertilerek onun üzerine oturtulmuş,bir korku unsuru olarak milletin karşısına dikilmiş.
Bir insanı cezalandırmanın en etkili yöntemi,rejim aleyhtarlığı öne çıkarılarak,muhalif çok kolay devre dışı bırakılmış,hayatı ortadan kaldırılmış. Nedir bu rejim?
İçtekilerle kavgalı,dıştakilerle de kavgalı!
Neyi temsil etmektedir bu rejim?
Kimleri temsil etmektedir bu rejim?
Ergenekon çetelerini mi?Sabataistleri mi?Azınlıkları mı?Askeriyeyi mi?Kürtleri mi?Dini cemaatları mı?İmam_hatiplileri mi?
Neden kimse memnun olmamaktadır?Neden kimseye çare sunmamaktadır?
Rejim tehlikede bahanesiyle dört defa ihtilal yapılmış,kaç kere teşebbüs edilmiş,hepsinde de rejim tehlikesi korkusuyla hareket edilmiş.
Milletin çoğunlukla seçtikleri hep devre dışı bırakılmış.Bu gün ise askeriyede bulunan,hukukta bulunan ergenekon çete ve uzantısının kaos ortamı oluşturup,ihtilale zemin hazırlaması,rejim kılıfı giydirilmiş bir hali midir?
Bir asırdır kürt sorununa çare bulamayan bir rejim,onun içinden pkk-yı çıkartmış,otuz yıldır çözülemeyen bir kavganın içerisine girmiş.Nasıl bir rejim ki otuz yıldır bir pkk-yı halletmekten aciz kalıyor?
Rejim padişahlığı kaldırarak bir çok padişahlık dönemi midir?
Herkes az çok rejime öfkelidir..toplumdaki bozulmaları rejimin bozukluğuna isnad ettirmektedirler.
Neden herkes rejimden kaçıyor,rejimden korkuyor,rejimden korkutularak yaşamaya mecbur ettiriliyor?
Rejim yoksa bir öcü mü?
Rejim bir laiklik mi?Neden hala üzerinde anlaşılamıyor?
Rejim Atatürkçülük mü?Neden her önüne gelen onu kendine göre kullanıp,uyguluyor?
Neden toplumun faydasına aid bir şey yapıldığında,rejim bahanesiyle engelleniyor?Yoksa rejim büyük devlet olmak değil de,bir kabile devleti olarak mı tasarlanmış?Büyük devlet politikasını kaldıramamakta mıdır?
On beş binden fazla faili meçhuller hep rejimi koruma uğruna uygulanmış..rejim meçhul mü?
Daha geçmişte yapılanları da söylemiyorum.
Neden hukuk bu ve tüm olumsuzlukların üzerine gitmekten korkmaktadır?Yoksa rejim mi tehlikeye girmiş olur?Rejim bahanesiyle mi susturulmaktadır?
Neden cumhuriyet dönemi tarihi bilinmemekte,sürekli üstü kapatılıp,yasaklar getirilmektedir.
Rejim neden gizlenmektedir?
Bugün terör örgütü olarak tescillenen ergenekonun içerisinde bulunanlar hep rejimin sahibleri olduklarını söylemektedirler.
O zaman rejim ergenekon ve arkasındakilerden mi ibarettir.
Kimdir bu rejim?
İnsan bu ve benzeri sayısız olumsuzlukları görünce;’Batsın şu rejim’diyesi geliyor.Zira rejim muğlaklıklarla doludur.
Neredeyse bir asırdır jandarma korkusu hala devam etmektedir.Kimdir rejimin sahibi?Jandarma mı,ergenekon mu,millet mi,milletse hangi millet,anayasa üyeleri mi,ergenekonun ve pkk-nın sorgulanmasının önünü tıkamaya çalıştığı iddia edilen –Hakim ve savcılar yüksek kurulu-mu?
Çoğaltabilirsiniz…
Ağalığı kaldıran rejim,ağalar sultasını mı temsil etmektedir?
Rejim neden kendisinin deşifre edilmesini istemiyor,edilirse biteceğini mi düşünüyor?
Özetle rejimin bir asırlık günahı sevabından daha çoktur.
Varlığını korku üzerine bina eden rejimin keffareti ancak sevgi ve insan unsuru esası üzerine oturtulması ve bir kişinin hakkının,bütün insanların hakkı kadar önemli olduğunu anlamasıyla olacaktır…




RESMİYET VE SAMİMİYET

RESMİYET VE SAMİMİYET

ABD başkanı Barak Hüseyin Obama-nın gerek başkan seçilmeden öncesi ve gerekse de sonrasındaki rahat hali,,Türkiye’ye geldiğinde gösterdiği samimiyet ve serbestlik gerçekten çok etkileyici idi.
40 yıllık dost gibiydiler.
Zorlanmadan,halden hale girmeden kendine olan güven ve rahat hali başarısının en büyük faktörlerinden biri belki de birincisi idi.
Oysa o bir zenci idi..beyazlarla aynı otobüse binmesine müsaade edilmiyordu,kısaca insan bile sayılmıyorlardı.
Türk yöneticilerinde bu güzel hal ve tavır görülmemektedir.Görülenlerde uzun sürmemekte ve sürdürülmemektedirler.
Bununda bir kaç sebebi vardır;
Biri;En birincisi ve de en önemlisi bu milletin bir asırdır hep baskı altında yaşaması..güven duygusunun kırılması..tehditlerle yaşamaya mecbur bırakılmasıdır.
Birbirine güvenmeyen bir toplum oluşturuldu.Sürekli başında bekleyen bir firavun ve başının üzerinde asılı duran Demoklesin kılıncı…
Padişahın sultasından! Şikayet eden bu insanlar,binlerce saltanat türettiler,on binlerce sultan ürettiler.
Örnek olarak Kayseriliyi maddi gelişimde öne çıkarak sebeb;babanın beş yaşındaki çocuğa trilyonluk dükkanı bırakarak gitmesi,ona güven duygusunu daha küçük yaşından itibaren aşılayıp kazandırmasında yatmaktadır.
İkincisi;su-i istimale açık olmasıdır..açık verilmesidir.
İyi niyetin ve samimiyetin,kötü niyet ve samimiyetsizlerde su-i istimal edilerek kötüye kullanılmasıdır.
Böylece binler birlere feda edilmiş olmaktadır.
Oysa iyi niyet her zaman için iyi neticeler verir.Hüküm çoğunluğa göredir..her ne kadar pürüzler olsa da…
Üçüncüsü ise;İşin ehline değil de seviyesiz birinin eline geçmesindendir.
Bulunduğu makamın seviyesine ulaşamayan insanlar,o seviyeye çıkamadıklarından;ya o makamı kendi seviyesizlikleri durumuna indirecekler veya o seviyelerde bulunan insanları kendi seviyesinde değerlendirip, seviyelerini düşürerek,seviyesiz hareketler ve hakaretlerle işi yürütme yoluna gideceklerdir.
Resmiyetteki en büyük tehlike de işte budur.
Kesinlikle resmiyetle ciddiyeti birbirine karıştırmamalıdır.Şöyle ki;
Bir amirin makamındaki ciddiyeti ile evindeki tevazuu aynı değildir.
Makamında evindeki hali gösteremeyeceği gibi,evinde de makamındaki ciddiyeti göstermesi beklenemez.
Türkiye’de uzun yıllar sürdürülen kılık ve kıyafet,özellikle tesettürdeki pürüzde;güvensiz,korkak,su-i istimal korkusu,despot,seviyeli olmayan bir resmiyetin mahsulüdür.
Kendisini aşamayan bir insan,toplumun problemlerini de aşamaz.
Kendisiyle kavgalı olan kişi,toplumla da kavgasını sürdürecektir.
“Ya;o kız çocuklarının örtünmesine müsaade edersek,bu sefer onlarda diğer kızların zorla örtünmesi konusunda zorbalıklarda bulunur,zorla örttürürlerse???”
Basitçe bir düşünce..şu anda aralarında olmayan böyle bir vehim,neden serbest bırakıldığında sürdürülmüş olsun?
Hepsi de korku,vehim,hayal,cehalet,inat,seviyesizlik karışımlarından oluşmuştur.
Mecliste 411 kişinin kabul ettiği başörtü serbestliğini hala yasak olarak sürdürmek hangi samimiyetin,bilimin,anlayışın ve seviyenin işi olabilir?
Altta problem yok..problem üstte ve resmiyettedir.
Samimiyetten uzak bir resmiyet…
Yetmiş iki milleti içinde barındıran koca devlet, bu gün kendi kendisini barındıramamakta,hazımsızlık göstermektedir.
İçinde ciddiyetin olduğu samimi idareye ihtiyaç vardır.
Kaht-ı rical odur ki;ciddiyetsiz bir samimiyetten uzak,resmi bir despotluğu yürüten kişidir.
Tornadan çıkmış,tek bir insan tipi oluşturmak…
Herkes bana benzesin zihniyeti.
Ölçüsüzlüklerin ölçü yapıldığı bir sistem değil,samimiyetin ciddiyetle yoğrulduğu bir güven,sevgi ve seviye yönetimi olmalıdır.
‘Müjdeleyiniz,nefret ettirmeyiniz.Kolaylaştırınız,zorlaştırmayınız’düsturu çerçevesinde,ciddi samimi bir yönetim…
Hürriyet,ciddiyet ve sevgiye,resmiyetten daha çok ihtiyacımız vardır.
İçe ve içine kapalı bir toplumdan,dışa ve dışarıya açık bir toplum haline dönüşmek resmiyetle aşılmaz.
Resmiyet kısırlaştırma faaliyetidir.
Resmiyet toplumun freni değil,frenlenmesidir.
40 dakika görüştüğümüz Obama 40 yıllık dost olurken,neden 1400 yıllık dost olanlar 40 dakika dost kalamamakta ve dostluklarını sürdürememektedirler?

MEHMET ÖZÇELİK
10-04-2009




SADAKA KÜLTÜRÜ

SADAKA KÜLTÜRÜ

Bu konuyu toplumda giderek artan şu sözler yazmama sebeb oldu.
Akp-nin değişik konulardaki tenkidini savunmak bana düşmez.Onlar kendi kendilerini savunurlar ve savunmaktadırlar.
Ancak ısrarla bu partinin ayakta durmasını sadaka kültürüne,topluma yiyecek, para,kömür gibi sosyal yardımların yapılmasıyla varlığını sürdürmesine bağlayarak,bu yardımları önemsiz ve gereksiz olarak değerlendiren beceriksizlere ithafen yazıyorum.
Şimdiye kadar tüm partiler kendilerinin seçilmesi halinde halka neler yapacaklarını,fakirlikten kurtaracaklarını hep vaat ettiler ancak hep aldatıcı ve oyalayıcı,kandırıcı uygulamaları kendini kısa zamanda gösterdi ve tekrar derslerini aldılar.
Chp hep yıllardır fakirlik edebiyatı yaparak kalkı kandırdı,kimseyi fakirlikten kurtaramadı ancak kendi kendilerini zengin ettiler.
Şimdiye kadar herkes devlete baba dedi ve öyle de görüldü.Demirel-e baba denildi.Ancak yakınlarının dışında pek kimseye babalık yapmadılar,yarım asrımız öylece heba oldu.
Devletin sosyal bir devlet olması gerekliliği hep söylenildi ancak sosyallikten uzak ferdiliğe takınıldı.
Şimdi ise gerçekten önemli çapta;fakir-fukara,garib gureba,yaşlı-özürlü,kız-kadınlara yönelik önemli çapta yardımlaşma kurumu devreye sokularak,çalışmayan sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumu ve kurumları devreye konuldu.Halkta bir nefes alma açıkça görüldü.
Kendilerini,kişiliklerini,değerlerini kaybedenler oylarını da kaybedince bunu sosyal sadaka devleti diyerek seviyesizce alay konusu yapılarak tenkid edilmeye başlanıldı.
Ayı üzüm asmasına ulaşamayınca ekşi deyip,gümler gidermiş.
Gözü hasta olan yarasa tabiatlı güneşten rahatsız olurmuş.
Dünya güzelini isteyen kişinin eline geçmeyince ne kadar çirkinmiş deyipde nankörlüğü gibi.
Memleketimizde de bu tipli insanların türemesi önemli bir kültürümüzün hücumuna hedef oldu.
Asırlardır süre gelen bir çok manevi değerlerimiz ve kültürlerimiz mevcuttur.
Kur’an-ı Kerim-de Sadaka 23 yerde geçmektedir.
Zekat-da zekat olarak 31 yerde zikredilmektedir.
Kültürlerimiz arasında hala İstanbulda bulunan Sadaka Taşları Osmanlıdan gelen yardımlaşma aracı olarak mevcuttur.Doğumdan ölüme,sünnetten düğüne,taziye, hediyeleşme, mezar taşları,ziyaretler,büyüklerin ellerini öpme ve hatırlarını sorma,bayramlaşma,saygı, sevgi,selamlaşma,aç varken tok yatmama,büyüklere yer verme,kusur araştırmama,kalp kırmama,kul hakkı,ikram,ezan,ad kurma,vs.vs.sayamayacağımız yüzlerce dini ve kültürel değerlerimizin yaşatılması,milletimizin yaşatılmasıdır.
Ancak bir asırdır bunları yıkmaya çalışanların hala bunların ayakta kalmasından rahatsız olmaları,sadaka kültürüne saldırmalarının kuyruk acısını da göstermektedir.
Hiçbir zaman için kimse bu insanların çalışmadan başkasının sırtından geçinmesini istemez.Kimsede kolay kolay onurunun kırılmasını göze alarak çalışmadan hayatını devam ettirmek istemez.
Yardım kurumunun yardımlarını dağıtırken bir aileye falan kuruma neden müracaat etmedin dediğimde cevaben;Onlar televizyona çıkma şartını söylediler,deyip yardımlarını da kabul etmemişler.Oysa gerçekten de bir kadın ve kız iki kişi olup muhtaç insanlardı.
İşte milletimiz böyle asildir,her ne kadar yıllarca bozulmaya çalışılsa da…
Sadaka kültürü İslami bir kültürdür.Kur’an ve Efendimiz teşvik eder.Ancak her zaman;’Veren elin alan elden üstün olduğunu da’ifade eder.
Yıllarca kene gibi başkasının sırtından geçinen,havadan para kazanan,manevi çukurluğunun ve idareyi bilmeyip kendini bile idareden aciz kalanlar toplumun bu şekildeki yakınlaşmasını,elinden tutup kaldırmayı kişilik kaybı gereği tenkid etmektedirler.
Hadislerde:
-“Cömert bir cahil Allah yanında cimri olan bir alimden daha efdaldir.”
-“Cömert olan bir cahil elbette cimri olan bir abidden Allah yanında daha makbuldür.”
-“Üç günlük yiyeceğe sahib olan kimse için dilenmek helal olmaz.”
-“Kul kardeşi ile beraber yemiş olduğu şeyden kıyamet günü sorgulanmaz.”
-“Assahiyyu habibullah velev kâne fasıken,elbahilu aduvvullah velev kâne salihan.”
Anlamı:Cömert Allahın dostudur velev fasıkta olsa,cimri Allahın düşmanıdır velev Salih de olsa…”
Benzer hadisde: **”El-bahîlü la yed-hül’ülcennete velev kâne zâhiden v’es-sehiyyü la yüdhal ün-nâre velev kâne fâsıkan”
Anlamı:”Cimri cennete giremez velev zahide olsa.Cömert cehenneme girmez velev fasıkda olsa…”

*Kimsesiz kimse yok, herkesin var bir kimsesi
Kimsesiz kaldım yetiş, kimsesizler kimsesi.

*Tok olan cümle âlemi tok sanır
Aç olan âlemde ekmek yok sanır.

“Cömertlikte yardım etmede akar su gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol..
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,
Hoşgörülükte deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol….”Mevlâna

*Baba evladı kötüde olsa ona bakmak zorundadır.Devlette babalık görevi olarak milletinin çalışması için ya ortamlar açmalı veya onun yanlış ve kötü yollara düşmesini engellemek için yardımda bulunmalıdır.Bu konuda devlet ve millet el ele vermeli özellikle ve özellikle Vakıf müesseseleri arttırılarak canlandırılmalıdır.

Sadaka kültürü öldürülen duyguların canlandırılmasıdır.Milletçe bunu öldürmeyelim,canlandıralım.

MEHMET ÖZÇELİK
01-08-2008




KİLİS HATIRALARI

KİLİS HATIRALARI
Kilis deyince hep aklımıza kaçaklılıkla uğraşılan bir şehir olarak gelirdi.Maddenin öne çıktığı bir kent olarak düşünürdük,bu son ziyaretimize kadar.
Meğer sahabeden tarikat şeyhlerine kadar bir çok maneviyat erlerinin medfun ve uğrak yeri olmuştur.
Kilis münbit bir mekan..girişte suriyeye mücavir bir alanda.
Kilise varmadan Yavuz Sultan Selim-in meşhur savaşı olan Mercidabık-a da sol taraftan yol ayrılıyor.
Kilis peygamberlerin çoklukla bulunduğu bir yer.
Bir hafta sonu Gaziantepden yola çıktığımız Hanifi Çanakçı kardeşimle beraber,tanıdığı bir arkadaşı olan Erdoğan Özbay beylere misafir olduk.
Kısa bir muhabbet ve yemekten sonra bizler orada bulunan sahabelerin kabrini ziyaret etmek amacıyla yola çıktık.
Önceleri Gaziantep Kilise bağlı imiş,zamanla şimdiki halini almıştır.
Yolumuzun üzerindeki Şehitkamil ise,her zamanki kahramanlığımızı bir defa daha bizlere hatırlatmış oldu.
Kahraman Maraş-ta olduğu gibi,burada da Mehmet Kamil,annesinin peçesine fransız askerlerinin saldırması üzerine müdahale etmiş,ve fransız askerlerinin süngüsüyle şehit olmuştu.
Bir rivayete göre üç bin bir rivayete göre de 267 sahabenin Kilis-de medfun olduğunu söyledi ve öğrendik.
Özellikle bunlardan meşhur olan üçünün kabrini ziyaret ettik; Şurahbil, Bedevi,Mansur hazretleri…
Kadiri,Rüfa-i tarikatının manevi şeyhleri ile de süslenmişti.
Aşere-i Mübeşşereden olan Zübeyir bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah fethi islamda şehid olan bu zatların makamı da orada bulunmaktaydı.
İlk müslümanların beşincisi olan ve Peygamber Efendimizin halası Safiye’nin oğlu,Hz.Ebubekir-in damadı,birbirine bacanak olan Talha ve Zübeyirden Hz.Zübeyir-in makamı;
Hz.Talha Zübeyir ile teyze oğlu olup,Peygamberimizin diğer halasının oğlu,Hz.Ebubekirin de damadı olmakla,üçlü bacanaklardan bu iki cennet mekan insanların hayalen dahi olsa asrına gittik,feyiz aldık.
**Şibli Numan-ın asrı saadet adlı eserinde anlatıldığı üzere; ”Peygamberimizin vahiy katiplerinden,sahabenin büyüklerinden Şurahbil bin Hasene;meliklere name yazardı.Hicri 24 yılında fütuhat-ı islamda Hz.Ömer zamanında Ebu Ubeydet-übnü Cerrah komutasında Liva komutanı olarak Kilise gelmiş ve şehit olmuştu.
Kitabelerde bunlar hakkında bilgi verilmektedir.
**Tepede geniş bir alana kurulmuş;türbe,cami ve ramazanlarda yapılan etkinliklerle güzel bir görünüm arzetmektedir.
Ashab-ı Kiramdan Muhammed Bedevi Hazretleri hicri 18.yılda Sadullah Riddali fethi sırasında şehid olanlardandı.
Bir çok maneviyat büyüğü gibi,Manen tepede olan bu zat,maddi tepelerde nice gönülleri fethe devam ediyordu.
**Şeyh Mansur ile ilgili Evliya Çelebi`nin Seyahatnamesi`nde şu bilgiler yer alıyor, `Şehrin kıblesinde aydınlık bir kubbe içinde Şeyh Mehmet Simati isminde Hz. Peygamber`in çeşnigir başının yattıar. Hz. Peygamber`in sofrasını / simatını döşediği için kendisine `simati (sofra, yemek masası, sofraya gelen yemekler, ziyafet)` denildiğini, her zaman tekkesine gelen fakirlerin ağırlandıklarını, Hz. Peygamberin ashabından olup, Hz. Ebu Bekir`in halifeliği zamanında şehit oldu. Bu türbenin yanındaki küçük kubbeli bir yapının da Şeyh İzzeddin ve Şeyh Yusuf a aittir` Hz. Peygamber`in çeşnigir başı olan bu zatın, Hz. Peygamberin yanından gelen sahabelere hizmet ettiği ve gelen fakir insanlara da sofra açarak onların karnını doyurduğu söylenmektedir.
Bunlar gibi manevi zenginlik kaynaklarımız çoklukla bulunup,keşfedilmeyi beklemektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
29-04-2009




İSABETLİ HAREKET MÜSBET HAREKET

İSABETLİ HAREKET MÜSBET HAREKET
Müsbet hareket yaratılıştaki fesad yani ifsadı ortadan kaldırarak ıslaha yöneltmektedir.
Vazifemiz müsbet hareket etmektir.Her konuda dosdoğru,fevri hareketten uzak,neticesi kişiyi üzmeyecek ve özür dilemeye mecbur etmeyecek harekettir.
Müsbet hareket,isabetli harekettir.Hedefi on ikiden vurma hareketidir. Umumun tasvibine mazhar olmuş harekettir.
Rahmetlik dedemden kulağımda hala varlığını devam ettiren bir söz vardır;Evvelden eşkiya dağda idi,şimdi şehre inmiş.
Maalesef müsbet hareketi tehidid eden gerek memleketimizde gerekse de tüm dünyada bunların örnekleri görülmektedir.
Yirmi birinci asrı tehdit eden en büyük tehdit;anarşi,güvenlik tehdidi, mikrobiyolojik tehlikelerdir.
Rasulullahın kıyametin on büyük alametinden birisi olarak ifade ettiği, Kur’an-ı Kerim-in ‘Ye’cüc-Me’cüc- olarak yer yüzünü karıştıran kimseler olarak tarif ettiği grup ve güruh;Anarşi ve Anarşistlerdir.
Mesela;Taksimdeki İmf-yi protesto için yapılanlar içteki kin, nefret , isyan, bozulmuşlukların,çöl medeniyetsizliğinin,dağ kabalığının şehirdeki yansımalarıdır.Nefretle karşılıyor ve tel’in ediyorum.
Masum insanlar ve evine ekmek götürmek için çalışan esnaflar,birilerinin protesto bahanesiyle sürekli provokasyonlara hazır bir çapulcu güruhu hazır beklemekte ve kullanılmaktadır.
Oysa daha demokratik bir ortamda ve konuşarak problemlerin çözümüne gidilebilir.
Demek mesele üzüm yemek değil,bağcı dövmektir.
Maneviyattan uzak bir toplum,anarşi ve terör ile beslenmektedir.Onların üstündeki para babaları ise,o kaos ortamından nemalanmaktadırlar.
Dedem eğer bugünleri görmüş olsaydı;dağdakilerin daha nerelere kadar girdiklerini esefle görür ve ifade ederdi.Zira bu durum evlere kadar,meclise kadar girmiş durumdadır.
Bülent Ecevit ve kadrosunun,Merve Kavakçı-nın meclise baş örtülü olarak girmesini sıralara vurarak ve çığırtkanlık yapıp,bozuk bir ağızla -dışarı dışarı -ifadeleri zihinlerden silinmeyecek lekelerdir.Menfi hareketin toplumu tetikleyen müsebbibleridirler.
Dünkü tarih itibariyle yani 13-11-2009 şimdiye kadar çözümüne gidilmemiş,çözüm uğruna bir şeyler üretmeyen kısır ve kısırlaştırılmış kimselerin meclisdeki çığırtkanlıkları,çığlıkları,polisi taşlayan çocuklar gibi haylazlıklarını görünce hep dedemi hatırladım.
Kendi kendime dede mezarından kalk da bir de şimdi bak..ne diyeceksin?
Dünkü hazin hali gören kalbi yanık kişi kendisine ve bizlere sormuş;” TBMM’de ki CHP’liler vekil mi, anarşist mi? Bunlar milletvekili mi anarşist mi?”
Herkes kendisine sorsun,anarşist olan bir kimse bu yapılanlardan farklı olarak ne yapar?
Aslında anarşiyle mücadelede,yanlış zeminde ve yanlış uygulamalarla mücadele edilmektedir.
Artık bugün herkes tarafından bilinmektedir ki;Ergenekon hem sağı ve hem de solu kullanarak farklı kesimleri karşı karşıya getirmiştir.İkisine de silah vermiş..sağa solla sola sağla,alevisine sünniyle ve sünnisine aleviyle vurmuş, türkle kürdü devamlı gündemde tutarak ırkçılığı tetiklemiş ve gündemde tutmuştur.
İttihat ve terakkiden beri süre gelen bu uygulama maalesef Atatürk döneminde,Atatürk kullanılarak ve perde edilerek,onun arkasına saklanarak ergenekon kurumsallaşmış,problemler sürekli çözümü istenmeden ve engellenerek canlı tutulmuştur.
Bu milletin sürekli Atatürkü aşması engellenmekte,90 yıl öncesine mahkum edilmektedir.
İttihat ve terakkinin bir kısmı yanlışını anladı ve ikrar etti.
İttihat ve Terakkinin üyelerinden Süleyman Nazif Abdulhamid Han için şu hasrette bulunur:
Padişahım,gelmemişken yâda biz
İşte geldik senden istimdada biz
Öldürürler,başlasak feryada biz
Hasret olduk,eski istibdada biz

Dem-bedem coşmakta fakr-u ihtiyaç
Her ocak sönmüş ve susmuş,millet aç
Memleket matemde,öksüz taht-u taç
Hasret olduk eski istibdada biz.
Darısı ise şimdi atatürkçü geçinenlerin anlamasında ve anlayışında!
Evet..Aslında dediğimiz gibi ergenekon ittihat ve terakki ile beraber başlamış,Atatürk zamanında yerini sağlamlaştırarak kadrolaşmış ve geleneksel hale dönüşmüştür.Zira Atatürk bugün de askerin dillendirdiği gibi;rejimin muhafızlığını daha doğrusu Atatürk ve düşüncelerini veya onun düşünceleri perdesi altında onu kullanarak sol ve dinden tecrid edilmiş bir zihniyeti sürdürme faaliyetidir.
Aslında Atatürkün en büyük başarısı;Fevzi Çakmak-ı kontrol etmesi ve isteği doğrultusunda pasivize etmesidir.
28 şubatta binden fazla subay,öncesi ve sonrasında binlerce subay bu bahane ile ordudan atılmış,-oda çoğu onlarca madalyası ve seviyesi olan insanlar-ergenekon cuntasına teslim edilmiştir.
Darbeler sağa kaymaya ayar verme faaliyetidir.
Kendini sürekli siyaset dışı lanse eden ordu,aslında hep siyasetin göbeğinde olmuş ve bunu bizzat hiyerarşik bir kademede sürdürmüştür.
Darbe girişim ve senaryosu dışa yansıyan haberlerde de görüldüğü gibi,genelkurmaya kadar sunulmaktadır.
1970-lerde başlayan alt tabakadaki kavga,bugün ergenekonun deşifre edilmesiyle üst kata,üst kademeye taşınmıştır.Artık hukukun içindeki bir kesimin aktif rol oynamasıyla,askeriyeden yeterli desteği bulamayan ergenekon, maalesef bir kısım taraftarı olan hukuk ile kendisini kurtarma çabası içerisindedir.
Adeta hukukla halk karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır,ergenekon sayesinde ve de hedefinde….
Şu durumda ergenekonun tek tutunacak dalı bir kısım hukuk içerisindeki uzantıları ile olan bağlantıları ve destekleyicileridir.
Türkiyede müsbet hareketi ergenekon engellemektedir.
Ergenekon;hasta,dengesiz,küfürbaz,ruh hastası,hastalık hastası kimselerden mi oluşuyor?
Hep hapis söz konusu olunca soluğu hastanede alıyor,yatma süresini orada geçiriyorlar.Demek hala bir ümitleri var.
Kaçanlarında gelmemelerindeki umutları gibi…
*Korktuğum nokta ise;1970-lerin sağda ve soldaki hırçın ve kavgacı gençliği gerimi getirilmek ve sokaklara sürülmek istenmektedir.geri mi dönüyor?
O zamanda sağ kesimde bulunanlar çok söylemiştik,Kaba kuvvet ve kavgayla bu iş çözülmez ancak fikirle çözüme ulaşılabilir.Dinlenilmedi ve binlerce genç öldü.
Rahmetlik Muhsin Yazıcıoğlu-nun vefatına en çok şu noktadan üzüldüm;Acaba önceden beri planlanan ve bir çok defa öldürülmesine çalışılan sebeb;Onun kontrol ettiği gençliği sokağa dökmek.Nitekim vefatıyla birlikte bu korkulacak durum kendisini hemen bir iki sefer gösterdi.
Şimdi ise bir parti üzerinde büyük çaplı aynı oyun oynanmakta,tam başarılı olunamadığından onlarla birlikte alt tabakanın olmasa da siyasetçilerinin onları temsilen sol ile dirsek teması yapması,aynı söz birliği etmesi,seçimlerde birbirlerine oy vermeleri veya bu noktada teşvik etmeleri, 1970-deki oyundan daha tehlikeli bir oyunun içine çekilmektedirler.
Türkiyede birileri,hatta bir çokları,bu aynı zamanda parti bazında kaostan ve kandan beslenmektedirler.
”Hayatımız bir bedeli iki defa ödemeye yetecek kadar uzun ve kıymetsiz değildir.”
Bizdeki ölüm halktan,tarihten yani geçmişten,değerlerimizden koparılmaya ve kopuk yürütülmeye çalışılmaktadır.Zorla ve zorlamayla yapılmaya çalışılmaktadır.Oysa gönüllülük esası üzere yürütüldüğünde bir netice alınabilir ve içe sindirilir.
MEHMET ÖZÇELİK
14-11-2009




İÇ AYAR

İÇ AYAR

İnsanlar yaratılıştan iç ayarı yapılmış olarak dünyaya gönderilirler.Tıpkı Tüm ayar ve proğramlarıyla donatılmış olarak düzenlenen bir bilgisayar gibi.
Fabrika çıkışlı bilgisayar,denetimden geçirilmiş,çalışır halde olarak sunulur.
Hadisde;’Her doğan islâm fıtratı üzere doğar.Ancak daha sonra annesi babası hristiyan Yahudi veya Mecusi ise onu da öyle yapar’
Allah her bir insanı,insan ve Müslüman sıfat ve proğramı içerisinde dünyaya gönderir.
Zamanla proğram eklenen veya çıkarılan veyahut da virüs kapan bir bilgisayar için iki yöntem uygulanır;
Biri;Tekrar o bilgisayarı Donatılardan ‘Sistem geri yükleme’ile ilk veya en sağlıklı kullanılabilir ayarlarına dönmekle,
Diğeri ise,bu durumda çözüme kavuşmuyorsa,biraz daha sert tedbirler ile Format atmak yoluyla,aslına döndürebiliriz.
Bir de ramazanda farklı olarak,hadisde belirtildiği üzere;”Ramazanda cennet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.”
Yani ramazan boyunca dünya şeytansız bir dünyadır.Adeta yıllık iznine ayrılmış,görev yapmamakta ve yaptırılmamaktadır.
Geriye kalan nefis ise oruçla gemlenmiş olduğundan her yönüyle rahmetin dolu dolu indiği an ve zamandır.
Virüssüz bir hayat,hayatı önemli çapta tehdit eden veya nefsi besleyen ana güç devre dışı bırakılmıştır.
Din insanı emir ve yasaklarıyla,verdiği proğramlarla ilk ayarlarına veya zararlı virüslerden kurtulma yöntemine yöneltir.
Namaz bir formattır..oruç hayata atılan bir formattır..geri dönmek demek olan tevbe,hayatın tekrar ilk fabrika ayarlarına döndürülmesi ve zararlılara karşı yeniden başlamak demek olan bir formattır.

*Hayatta bütün problemler insanın kendi iç ayarlarını yapmamasından kaynaklanmaktadır.Dinin yükümlülükleri,toplumda konulan kanunlar birer iç ayarlamadır.
İç disiplinini sağlayamamış insana veya bir öğrenciye,yaptırım olarak disiplin kurulu devreye girer.
İç disiplin ile çözülmeyen veya çözülemeyen bir problem,dıştan müdahale sonucu bir yaptırım ve düzenleme ile köklü bir düzenlemeye gidilmiş olmaz.
Kendisini toparlamamış bir evlat,bir öğrenci dıştan kızma,dövme ve ağır yaptırımlar ile geçici bir disiplin sağlanmış olur.Etkisi geçtikten sonra tekrar eski haline geri döner.
Öğüt ve nasihatlar,vicdan,akıl,ruh,kalb gibi duygular iç disiplinin sağlanmasında önemli birer faktördür.

*Arabalarda en önemli ayar rot ve balans ayarlarıdır.Zira orada meydana gelen bir ayar-sızlık,son sistem bir arabada olsa sağlıklı bir işleyiş ve randıman elde edilemeyecek,dengesizleşecektir.
İnsanlarda bir borç,ilahi bir borç ve yükümlülük demek olan dinin gereklerini yerine getirmekle,rot-balans ayarlarını yapmış olurlar.

*Yıllık bakım için servise giren bir arabanın genel bakımı yapılır.
Tıpkı ramazanda servise girmek ve oruç ile yıllık bakımını yapmak demektir.

*Nefis muhasebesi,oto kontrol,hesaba çekilmeden evvel kendisini hesaba çekmek,hayatın iç ayarlarının düzenlenmesi demektir.

*Hayatın dışında başlayan problemler,önce hayatın içinde kendisini gösterir.Kendisiyle kavgalı olan bir insan,toplumla da kavgalıdır.İç disiplinini sağlamamış bir insan,dışta dış disiplinle karşı karşıya kalma zorunda kalmıştır.

*Hayat virüslerle doludur.Özellikle içerisinde bulunduğumuz ahirzaman ise tüm asırların virüslerini içerisinde barındırmaktadır.Hayatımıza sık sık format atalım,fabrika ayarlarına geri yükleyelim,kuvvetli anti-virüsler kullanalım.
Namaz bütün kötülüklerden alıkoyar.Ondandır ki bu zamanda en büyük anti-virüs ve koruyucu namazdır.
Kelime-i şehadet,anti-virüsü güncellemektir.
Hac ise,virüslere karşı genel koordinasyon çalışmalarıdır.
Oruç,fabrika ayarlarına geri dönmek,hayata format atmaktır.
Zekat ise,hayatın ve malın sigortasıdır,vergisidir,şükrüdür,sürdürülebilir olmasının teminatıdır.
Bayram ise aslına geri dönmenin toplu sevincidir.Maddi-manevi arınmanın neticesidir.
Gerçek bayram günahlardan arınmış bir hayatın bayramıdır.
Gerçek bayram,ahiretteki sevincin,kurtuluşun bayramıdır.

*İç ayarlardan mahrum olan ve engellenen toplumda problemler ve haksızlıklar da o nisbette artar.
İman gücü hepsinin üstünde bir dayanma gücü sağlar.İç ayarların ayarı,imanın gücü ve ayarı ile orantılıdır.Allah’da buna göre değerlendirmektedir.
İman enerjisi organların iç ayarlama gücünü sağlar.
Elektriği kesilen bir bilgisayar bir rol ve aktiflikte bulunamaz.
İman enerjisiyle dolan insanlar,hayatta maddi-manevi aktif rol oynarlar.İslam dünyası bunun örnekleriyle doludur.
Zira iman hem güçtür hem kuvvettir.Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.

Mehmet ÖZÇELİK
25-09-2008




HAYATIN YAZILMIŞTIR

HAYATIN YAZILMIŞTIR
“Hayatın bir kelime-i mektubedir, kalem-i kudretle yazılmış hikmetnüma bir sözdür; görünüp ve işitilip, esma-i hüsnaya delalet eder.”
Evet hayatın kudret kalemiyle yazılmış bir mektuptur.Mektuplar okunmak içindir.Hayatını oku..kendini oku.
İnsan anlamlı yazılan bir yazıyı okuduğunda ufku açılır.
Allah ise insan yazar ve o insan insan okur,insani özelliklere sahip olur.
Allahın yazmasında hayat vardır.
Allah hayvan yazar,hayvan olur,bitki yazar bitki olur,taş yazar taş olur.
Her şey kader kaleminin cızırtılarıdır..irade mürekkebi,kudretin vücuduyla ortaya çıkar.
“Külle yevmin hüve fî şe’nin
Külle yevmin hüve fî ânin ve zemanin,dakîkatin ve âşiretin,safhatin ve sahîfetin..hüve fî şe’nin…
O her gün bir iştedir.
O her ân ve zaman,her dakika ve âşire,safha ve sayfada;bir işte ve yaratıştadır.
Allah her gün bir dünya götürür,bir dünya getirir.Bu günkü defter sayfasını kapatır,yarınki defter sayfasını açar.Dünyanın değişmesi,sayfaların değişmesidir.
Allahın yaratması,yazması iledir.
Hayatımız birer mektub..her şey birer mektubtur.
Mektublar okumak ve okunmak içindir.
*’Fa’alün limâ yürid’ O dilediğini yapandır.
O’nun yazdığını kim silebilir?O’nun sildiğini kim yazabilir?
Ârifin şevki,zikri,sema’ı,cuş-u huruşu hep O’nun yazmasının neşesidir.
Alemdeki sesler O’nun yazmasının anlamlı birer cızırtılarıdır.
“Dünya süslü bir menzildir. Herbirimizin hayatı bir endam aynasıdır. Şu dünyadan herbirimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz bir sayfadır, hayatımız bir kalem-onunla, sahife-i a’mâlimize geçecek çok şeyler yazılıyor.”
“Ve âlime dahi, o lâm’ı ilâ mânâsında gösterir. Fakat güneşi yalnız bir lâmba değil, belki bahar ve yaz tezgâhında dokunan mensucât-ı Rabbâniyenin bir mekiği, gece gündüz sayfalarında yazılan mektubât-ı Samedâniyenin mürekkebi, nur bir hokkası sûretinde tasavvur ederek, güneşin cereyân-ı sûrîsi alâmet olduğu ve işaret ettiği intizamât-ı âlemi düşündürerek, Sâni-i Hakîmin san’atına –Mâ şâallah- ve hikmetine -Bârekallâh-6- diyerek secdeye kapanır.”
“Amma Levh-i Mahv-İsbat ise, sabit ve daim olan Levh-i Mahfuz-u Âzam’ın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücut ve fenâya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-i zaman odur. Evet, herşeyin bir hakikati olduğu gibi, zaman dediğimiz, kâinatta cereyan eden bir nehr-i azîmin hakikati dahi, Levh-i Mahv-İsbat’taki kitabet-i kudretin sayfası ve mürekkebi hükmündedir. “la yaglemul gaybe illalah”
“Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.”
********************
Her şey bir kelimeyle başladı.
Ben-de bir kelime olarak annemin rahmine düştüm.
Şimdi ise bir cümleyim.
Bazen kelimeleri cümlelerle ifade etmekten aciz kalıyorum.
‘İlim tek idi,onu cahiller çoğalttı.’
Ne kadar da cümlelerimiz varmış!
Ne kadar da cahilmişiz!!!
Cehalet;cümlelerdeki kelimeyi anlamamaktır.Kelimeleri cümlelerde ifade etmektir.
Bir kelime olan ömür,cümlelerle dop dolu.
Hayat boyu cehaletimizi sayıyor,cehaletimizi arttırıyoruz.
İlim tek idi,onu cahiller arttırdı.
Allah kelimeleri yazıyor,hayat buluyor,.cümleler içine doluyor.
Allahım ilmimi arttır.
Her şeyi bir-de ver.
Tohum,kendini anlamayan cahillere ağaç oldu.
Yumurta,kendini görmeyen kanadı kırıklara kuş oldu.
Bir O vardı,hiç bir şey yoktu.
Her şey bir-den çıktı,bir-e kavuştu.
‘Küllün minhu’
Her şey O’ndandır.
Her şey O değildir.
Noktayla başlayan hayat cümlesi,ölümün koyduğu son noktayla da son buluyor.
Cümleler tekrar kelimelere rücu ediyor.
Noktayla başlayan her şey,noktayla noktalanıyor.
Bir nokta konuluyor cümlenin sonuna.
Hayat ise;iki nokta arası noktalardan meydana gelmiştir.
*”Her şey besmelede,besmele be harfinde,be harfi de altındaki noktada.”
Be harfinin geldiği on mana şöyle sıralanır;
“Birincisi; elifte yükseklik kibir ve uzunluk vardır, be’de düşüklük tevazu ve inkisar vardır. Kimde ALLAH rızası için tevazu olursa ALLAH onu yükseltir.

İkincisi; muhakkak ki be harfi ilsak yani bağlamak içindir. Diğer harflerin çoğunun aksine özellikle elif’in aksine kati’ harflerdendir.

Ücüncüsü; be ebediyen meksurdur. Kendisinde her zaman kesre vardır. Suret ve manada inkisarlık Cenab-ı ALLAH’a yaklaşma şerefini verir. Cenab-ı ALLAH hadis-i kudsi de :
”Ben, kalbi benim rızam için kırık olanların yanındayım.”

Dördüncüsü; Be harfine zahiri olarak, düşüklük ve inkisar (kırıklık) vardır. Lakin hakikatte ise, be harfinde himmetin yüceliği ve derecenin yüksekliği vardır. Bu da sıddıkların sıfatıdır. Elif ise onun zıddıdır. Be’nin derecesinin yüksekliğinden kendisine bir nokta verildi. Bu derece yani nokta Elif’te yoktur. Be harfini ali himmet yapan, ona yüce himmet veren şey ise, kendisine nokta verildiği zaman, halinin sadece bir sevgiliyi kabul eden kişinin hali gibi olması için: sadece bir tanesini kabul etmesidir.

Beşincisi; Be harfinde, Hakka yaklaşmayı istemede sıdkıyyet vardır.Cünkü o, yüksek dereceye noktanın sebebiyle sahip olduğunu gördüğünde noktayı ayaklarının altına aldı. Noktayla övünmedi Cim ve Ye harflerinin noktaları harflerin konuluşunda altlarında değil de ortalarındadır. Cim ve Ye harfleri, başka bir harfe bitiştikleri zaman hi ve te harflerine benzemeleri için harekesi ortalarına konuldu. Be bunlar benzeme, yalnız olsa da başka bir harfe bitişse de her zaman noktası altında olur.

Altıncısı; Be’nin aksine Elif illetli harfdir: Be sahih harftir

Yedincisi; Be mana bakımından tam metbu bir harftir. Her ne kadar şekil bakımından harflerin dizilişi cihetinde yeri eliften sonra olup tabi gibi görünse bile çünkü elif be lafzında vardır. Ve Elif Be’ye tabi oluyor. Elifin telaffuzunda Be yoktur. Elife tabi olmuyor. Metbu ise mana bakımından daha kuvvetlidir.

Sekizincisi; be amil yani başkasında tasarruf eden bir harftir. (Harfi cerdir, başına geldiği ismin son harfinin harekesini esre yapar.) Bu yönü onun kadri kıymet ve gücünü yüceliğini ortaya koyar. Elif onun hilafınadır. Cünkü elif amil değildir.

Dokuzuncusu; Be kendi nefsinde haddi zatında kamil bir harftir. Cünkü ilsak, istiane (yardım dilemek) ve izafet içindir. Kendisine tabi olan ismi var etmekle başkasını kemale erdirir. Be kendisinden sonra gelen ismi meksur yapar ve onu kendi nefsinin sıfatlarıyla muttasıf kılar. Be’nin kıymet ve derecesinin yüksekliği irşad ve tevhid’de başkasının mükemmel kılmasıdır. Efendimiz Hz. Ali (r.a.) Ben be harfinin altındaki noktayım sözüyle buna işaret ettikleri gibi be için irşad mertebesi ve tevhidde (ALLAH’in varliği ve birliğine) delalet vardır.

Onuncusu; ve şefevi (dudakların deprenmesiyle çıkan) bir harfdir. Be’nin telaffuz edilmesi için dudaklar açılır. Kendisinden başka şefevi olan harflere açılmadığı şekilde onun için açılır. Bu insan zürriyetinin ağzının ilk önce be harfiyle açıldığındandır.”Elestü bi Rabbüküm” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) ahdinin cevabına bela “evet sen bizim Rabbimizsin dedik”
işte bundan dolayı be harfi insanlar tarafından ilk konuşulan ve telaffuz edilen harfdir. Be harfiyle insanın dudağı açıldı. İşte bu mana ve hikmetlerden dolayı ilahi hikmet be harfini diğer harfler üzerine tercih etti. Onun değerinin yükseltti, bürhanını izhar etti. Onu kitabının anahtarı ,kelamının ve hitabının başlangıcı kilidi.” (Ruhul Beyan – Ismail Hakki Bursevi)

*********************
Bana konulan nokta yani ene,benlik bir kelimedir.
Bir vahid-i kıyasi yani sonsuz yaratıcıyı bilmek ve bulmak,tanımak ve sevmek için bir ölçü birimidir.
Onunda iki yönü vardır:
Biri;Teleskop gibi,makro alemi hatta alemleri bana getirterek ve yaklaştırarak göstermek,önümde hazır etmektir.
Allah’ın Kâbıd ismi gibi..her şeyi kabza-i rububiyetinde tutarak, toplayıp,dağıtmaması,dürüp toplaması.
Diğeri ise;Mikroskop gibi,mikro alemi büyüterek,gözümün önüne serip açmasıdır.
Allah’ın Bâsıt yani yayan,seren,açan ismi gibi.
Ene ve benlik öyle bir kelimedir ki;alemler onda sonsuzluğa uzanan cümleleri barındırır.
Âhirette ise bu benlik daha da açılarak,gerçek kimliğini ortaya koyacaktır.
Şöyle ki;ahirette herkesin internetteki sitesi gibi,sitesine girilip,seyahat edilecektir.
Siteler insanların yansımasıdır.
Dünyada da öyle değil mi?
Bana internetteki siteni söyle,sana kim olduğunu söyleyeyim.
O sitede gezmek,aslında o insanda gezmektir…
*******************
Hayatım bir kelime…
Peki ya bu hayat benim mi?
Eğer benimse ya şimdiye kadar neredeydi?
Neden bende değildi?
Veya ben onda değildim?
Biz bir birimizde değildik…
Bu hayat benimse neden daha önceden almadım ve de şimdi geri veriyorum?
Veren…
Alıyor…
Demek benim değil bu hayat.
Bana verilmiş,emanet edilmiş,ihsan edilmiş..ikram edilmiş…
Hayat bir imtihan…
Veren…
Alıyor…
Alan..
Geri veriyor…Tasarrufu yani kullanımı,son kullanma tarihine kadar insana aid.
İmece usulü..yarı yarıya…
Şükür-iman-ibadet O’na aid…
Kârı insana…
İflasta da ortak…
Kâr-zarar ortaklığı..faiz sistemi olan tek taraflılık yok!
Hayatı aldım mı?
Kimden?
Kaça?
Nasıl?
Yoksa hayat verildi mi?
Ne olarak?
Niçin?
Neden?
“Harman – ı ömrü savurduk, danemiz vermekteyiz
Asıyâb – ı devre geldik, şimdi nöbet bekleriz.”
Yahya Kemal’in söyleyişiyle “ölüm asude bir bahar ülkesi”
*************************
Allah alemi muhabbet için,
muhabbeti için yaratmıştır.
Mayasına da muhabbeti koymuştur.
Hakiki aşk,O’nu sevmektir.
Mecazi aşk ise,O’nun dışındakileri sevmektir.
Aşk bir ateştir.
İçine düşeni de yakıyor,dışında kalanı da…
Aşkı için ölüyor,öldürüyor.
Aşkına kavuştuktan sonra da,bazen yanıyor,
Bazen yakıyor..bitiyor..bitiriyor.
Sönüyor…
Yanmayan,yakamaz…
Yanıyor..yakıyor…
Aşkından iğne-iplik haline dönüyor.
İğne oluyor inceliyor,iplik oluyor iğnenin deliğinden geçiyor.
Aşkın iki ucu da yakıcı ateş…
Aşk uğruna dünya dolusu söz söylenmiş,kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmış..
Hala da yazılıyor…
Aşk;kalbe bakan muhabbetin,nefse bakan ayağıdır.
Aşk,muhabbet ve sevgiden daha şiddetlidir
Ancak onun gibi duru,saf ve keskin ve de samimi değildir.
“Yâr için ağyare minnet ettiğim ayb eyleme
Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur.”
Bağdatlı Ruhi-den:
“Sanman bizi kim şie-i engür ile mestiz
Biz ehli harabattanız mest-i elestiz.”
Sevgi de ihlas var,aşkta ise menfaat.
İhlas;içine su katılmamış saf ve berrak süt gibidir.
Aşkı için bir çok evler yakanlar,ilk insanlık tarihi ile başlamış,aşkı için Kabil Habilin kanını akıtmıştır.
O kan hala akmaya devam ediyor.
Muhabbet de ise hayatı almak yok,hayat vermek vardır.
Aşk düştüğü yeri yakıyor..dumanıyla etrafı boğup,kör ediyor.
Aşk,kördür.Hakiki sevgi değil,mecazidir.
Leylâ-dan Mevlâ-ya geçen bir basamak,atılan bir adımdır.
Aşk,kendisinde değil,başkasında var olmaktır.Kendisi kendisinde olmamaktır.
Kendisinden geçmektir.
Onun için orta yolda Mevlâ-na iyi geliyor aşıklara..iyi geliyor insanlara..
Vedud isminin kendisinde tecelli ettiği bir zattır Mevlana…
O aşkla yoğrulmuş,ilahi aşkta kaybolmuş…
“Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar. Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, âfâka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsın.”
MEHMET ÖZÇELİK
18-04-2009




HİKMET VE MASLAHAT

HİKMET VE MASLAHAT
Hikmet’in kelime anlamı itibarıyla mefhumları en iyi bilgi ile bilmektir.
Deyim itibarıyla;Allah’ın ezeli ve ebedi olan ilmi ve sıfatlarıyla,varlıkların başlangıcından nihayetine kadar kendilerinden beklenen bir çok fayda ve maslahatın gözetilerek en uygun bir şekilde yaratılmasıdır.
Allah her bir varlığı yaratırken,onun kâinat çapında,bütün varlıklarla olan münasebetini,onları tamamlayıcı bir unsur olmasını gözetmesidir.
Kur’an-ı Kerimde Hikmet kelimesi 20,Hakim ifadesi 81,tenvinle 16 ve toplam 97 kere geçmektedir.
Hikmetin zıddı Abesiyettir.Yani olumsuzluk,gereksizlik ve çirkinliktir.
Allah’ın yaratmış olduklarında hiçbir cihetle Abesiyet yoktur.Çirkinlik yaratılış yönüyle olmayıp,ilmimizin sınırlı ve noksanlığımızdan kaynaklanmaktadır.
-Hz.Ali;’Eğer neden,niye,niçin ve nasıl gibi sorular olmasaydı,ilim olmazdı der.
Bu sorular sorularak ilmin araştırılmasına ve ortaya çıkmasına sebeb olmaktadır.
-Hikmetin kaderle olan ilgisi;Olaylara hikmet cihetiyle bakan bir insan,hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını,onda bir çok hayrın bulunduğuna,hayır ve şerrin Allah’dan olduğuna inanarak tam bir teslimiyet içerisini girer.
Anlatıldığı üzere;denizde seyahat eden bir gemi şiddetli bir fırtınaya tutulur,gemi dalgalardan su alır.Herkes bir şeyler yapma çabası içerisinde iken adamın birisi hiç umursamadan kenarda oturur ve seyreder.
Bu durum kaptanın dikkatini çeker ve sebebini sorar.Adam şöyle cevaplar;
Ben Allah’ın bir kere işine karıştım,bana hamam böceği yedirdi.Bir daha da karışmam der ve sebebini şöyle açıklar:
Bir gün bir hamam böceğine bakarak;Ya Rabbi,bunu ne için yaratmışsın ki,dedim.Bir müddet sonra yakalandığım bir hastalıktan dolayı bir türlü şifa bulamadım.Sonunda bana o hamam böceğini tavsiye ettiler ve denileni yapıp kullandım,hastalığım da geçti,der.
Eğer bir daha O’nun işine karışırsam,kimbilir bana ne yapar,der.
Burada verilmek istenen mesaj,elbette hiçbir şeyin anlamsız ve manasız olmadığıdır.
Kader ilim ve proje olduğuna göre,her şey bir proje sonucu yaratılmıştır.
Zira bir mühendis bir binayı yaparken oranın ve oraya girecek olanların ve de ileriye dönük olarak tüm ihtiyaçlarını düşünerek yapar.
Kâinatta ilahi bir proje neticesinde oluşmuştur,herşey hikmetle yapılmıştır.
Herşeyin yapılışında bir kasıt var.Herşey bilerek yapılmış ve yaratılmıştır.
Kâinatta bulunan herşey hikmetle yoğrulduğu gibi,olaylar da hikmetle dönmektedir.
Herşeydeki kolaylık ve düzenlikler bir hikmetin eseridirler.
Bu yönüyle de hiketin tefekkürle de bir ilgisi vardır.
Eşyadaki ve olaylardaki incelikleri gören,olayların derinine inen insan,hikmet,maslahat ve yararları da görecektir.
-İnsanın yaratılmasındaki hikmeti göremeyip taraftar olmayan melekler,acizliklerini ve bilmediklerini şöyle ifade etmişlerdir:
“Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alîm ve hakîm olan ancak sensin, dediler.”
Hikmet sahibi olmak,üstünlük sebebidir.
“Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.”
“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”
Mantıklı olan yol ve davet,hikmete uygun olandır.
“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”
Lokmanı farklı kılan olay,ona hikmetin verilmesidir.
“Andolsun biz Lokman’a: Allah’a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.”
-Hz.Musa’nın Hz.Hızırla olan seyahatindeki Hz.Hızırın farklılığı onun hikmet sahibi oluşundan ileri gelmektedir.
Hikmet bakış ve değerlendirme farkını ortaya koymaktadır.
Hadisde:”Re’sül hikmeti mehafetullah” Yani-Hikmetin başı Allah korkusudur.-
Hikmet O’ndan korkmayı ve çekinmeti de gerektirir.
Efendimiz:”Allahım,Hayretimi arttır.”buyurur.
Hayretin artması,ilmin ve hikmetin artması ve eşyanın hakikatına nüfuz edilmesidir.
MEHMET ÖZÇELİK
29-12-2009