YERİNDE OLSAYDIM ?

YERİNDE OLSAYDIM ?

Başbakanın yerinde olsaydım,izinli başbakan olma teklifini reddederdim! Çünki izinli olanın izni bitince,rolü de biter,işi de biter,bu sefer devreye başkaları devredilir.

Yapılacak işler de irade ile değil,müsaade ile yapılmak zorunda kalır. Değil her şeyi yapması,veya sözünü tutması,istemedikleri,istenilmeyeni bile yapma mecburiyetinde kalır. Desteği çekerim haa! Çok oluyorsun! İleri gidiyorsun!

Şöyle yapacağım,böyle yapacağım derken; sen söyle bakalım!. uygun zaman ve zeminde bile ne kadarı söyleniyor ve ne kadarı yapılıyordu?

Yapılamayacak şeylerle koltuklar haram edilirken,artık haramlarla helallerin karışımından hangisi hangisinden ayrılacağı konusunda bir belirsizlik ve ilgisizlik zaten yaşanmaktadır.

“Türkiye’nin anasından çıkın kalmayan lideri”diye İstanbul kongresinde tanıtılan başbakan yerinde olsam-çıkın kalan olmadığı gibi,çıkın bırakan da…-olmamaya çalışırdım.

Cumhurun selameti ve saadeti,ferdinkinden önce gelir. Bir mukayese yapmak gerekirse; T. Özal-ın zamanında ki teveccüh ile şimdiki teveccüh arasındaki fark neden doğmuştur=

-İdeolojiler mi değişti?

-Proğram mı üretilemiyor?

-Ekonomik atılım ve yatırımlar yavaşladı mı,durdu mu?

-Farklı kimlik,farklı vitrin mi sergilenmektedir?

-Milletle anlaşma ve kaynaşmanın yerini,ağırlaşma ve soğuklaşma mı aldı?

-Bir hastalığın ve eksikliğin olduğu kesin. Acaba neden? Nereden?

-Özal döneminde maneviyatın önündeki engeller kaldırılır,manevi plan öne çıkarılarak,bunun mücadelesi yapılırken,şimdi saf dışı edilmektedir.

-Eskiden hata yapana-Baltayı ayağına vurdu.- denilirdi. Şimdilerde baltalar başa vurulmakta,toplumun başına kaldırılmaktadır.

Özal 1989 seçimlerinde yanlışını itiraf etme dürüstlüğünde bulunarak,yenilgisini şöyle itiraf etti;”Millet topuzu biraz fazla kaçırdı.” Doğruydu ama biraz fazlaydı,diyordu. Milletin topuzu;ilahi takdirin kazasıyla şaşmaz.alınacak kararlar da milletin rağmına değil,milletin değerlerine uygun alınmalıdır.

Esas olan partiler değil,milletin menfaatıdır. İdareciler bütünleştirici olmalıdır. Çünki,halkının hepsini idare etmekte,yönetmektedir.

Bizde de son zamanlarda başladı bir idarecilik sevdası,gerçi bu sözlerim oraya bir basamak ve bir başlangıç zannedilmesin! Bizim oraya ulaşmamız söz konusu değil de,olur ya,orası bize ulaşırsa belki düşünürüz,dedik,şimdiden proğramımızı dosyalamaya başladık.

30-08-1998

MEHMET ÖZÇELİK




SİZ OLURMUYDUNUZ?

SİZ OLURMUYDUNUZ?

Bazıları bulundukları makamdan belli bir simge ve görünümde göründü. Adeta onunla şifrelendi ve de o nam ile gitti.

İhsan Doğramacı,adeta Üniversitelerde doğrama yaparak,tesettüre cephe açarak,onunla kaynaşmış! böyle bir görünüm sergiledi! silinmeyen böyle bir fotoğraf ve çizgiyi hafızalarda arşivlerde,tarihin içinde bırakıp gitti. Silinmesi,süpürülmesi mümkün olamayan bir kalıntı…

Arkeolojik bir kazıntı… Deniz dibinde bir buluntu…

Kemal Alemdaroğlu ,bunu İstanbul çapında diğer üniversitelere örnek bir şahsiyet! görünümü vererek devam ettiriyor.

Teknik hususiyet ile öne çıkıyor,kendini onunla tanıtıyor ve onunla tanıyor.

Tesettür düşmanlığı gibi…

Bizdeki buluşlar,batının rağmına olarak,yani bir gelişme ile değil,bir asırlık,Kanuni-ye kadar götürülecek kadar bir değişme ve bunu temelde,yapıda,inanç ve geleneklerde uygulamaya çalışarak,çıkışı değil,inişi hızlandırmaktadır.

Bunu da sefâhet alanında gerçekleştirmek üzere batının girdiği her deliğe girmek ve marifet bilmekten öte bir gelişmede göstermemekte..

Ecevit şimdiye kadar hep solcu bilinir ve öylede olduğunu söyler. Tanımı;kendisinde ideoloji,yaşayışı ve yetiştirmeye çalıştığı insanlarda mevcuttur,görünmektedir. Buna rağmen onun yetiştirip,kendi partisinin bünyesinde bir milletvekili olan Mümtaz Soysal-ın Ecevit-i sağcılara,tarikat ehline meyledip,dinin kırpıntılarını üzerinde taşıma görünümü vermesini şiddetle tenkid etmekle imtiyaz etmeyi,kendine mümtaz bir vasıf olarak kazanç kabul etmektedir. Eğitimin,yazarlığın içerisinde bulunan Mümtaz Soysal bu!!

Bunlar ve bunlar gibiler,hep din düşmanlığı,dinden uzak kalma,dini değerleri geri plana atma, ilerlemeyi,dini yaşamak bir yana,dini hatırlatacak her şeyden tecrid etmekle eş anlamda görmüşlerdir,görmektedirler,göreceğe de benzemektedirler.

İşte bir örneği;Her partide menfiler olur. Bu yüzde beşten,yüzde elli beşe de ulaşır. İşte…gerek Bediüzzaman Said Nursi-nin bir tesbiti,bir Prof-un Deniz Baykal-a anlattığında yerinden kalkarak hayret ile takdir ve tasdik ettiği şu ifadeler;”Halk partisinin yüzde doksan beşi masum,yüzde beşi menfidir. Ancak o yüzde beşin hakimiyet ve sözü yüzde doksan beşe geçmekte,o yönde yönlendirmektedir.

Her zamanda geçerli olan odur ki;hakkın hatırı alidir,hiçbir hatıra feda edilmez,onun yerine geçmez.

31-08-1998

MEHMET ÖZÇELİK




T A R A F T A R

T A R A F T A R

İnsanlar yaratılıştan taraf ve taraftar olarak yaratılmışlardır. İnsanlar dünyaya gelirken Allahtan taraf ve onun emir ve yasaklarının tarafında bulunarak ve söz vererek bir sözleşme ile gelmişlerdir.

Ancak dünyadaki tarafların çoğalması,farklı taraftarlarıda arttırmıştır.

Kimse tarafsız değildir. Ne peygamber,ne filozof…Çünki her şey zıddıyla beraber yaratılmıştır. Buda tarafları ve taraftarları ortaya çıkarmıştır.

Allahda tarafsız değildir. Kendisine taraf olan imanlı ve inançlı insanların tarafındadır. İmandan taraf,cennetten taraf,kendisinden taraf,gönderdiği din ve peygamberlerinden taraf,iyiden,güzelden,hayırdan haktan taraftır,tarafadır.

Şeytandan,nefisden,şerden,cehennemden,tüm çirkinlik ve kötülüklerden ve haksızdan ve haksızlıktan taraf ve tarafa değildir.

Hiçbir insan yüzde elli üzeri elli oranında taraf değildir. En iyimser ifadeyle bir taraf yüzde elli bir-dir.

İnsan ya iyi ve iyiden yanadır yada kötülük ve kötüden… Hem ondan hemde ondan yana olmayıp,bir tarafı ağır basacaktır.

İnsandaki bu taraf duygusu;hem müsbete hemde menfiye kanalize edilebilme özelliğine sahibtir.

Menfi insanlar bu duyguyu işleterek kendilerine taraftar toplamaktadırlar.

Bu durum ideolojilerde,partilerde,sosyal eğilimlerde olduğu gibi,sanat ve spor alanlarında da büyük çapta oluşmaktadır. Âdeta insanlar gizli birer iple yönlendirilmektedirler. Tahriklere çabuk kapılma eyilimi göstermektedirler.

Dünyada olduğu gibi Türkiyede de bu yıllarca uygulanmış,insanlar alevi-sünni,laik-anti-laik,sağcı-solcu,faşist-kominist,falan parti-filan parti diye çeşitli grup ve kamplara ayrıştırılmıştır.

Bu ise en büyük yıkma politikasıdır. Böl-parçala-yut…

Tümüyle yutulamıyan ekmek önce dilimlere,daha sonrada lokmalara ayrılarak yutulması kolaylaştırılır.

Bediüzzaman:”Bîtarafane hareket tarafı muhalifi iltizamdır.”

Tarafsızım diyen kişi muhalif tarafa taraftır.

Her insan yaratılışta taraf olarak yaratılmıştır. Ya şeytandan ya melek,ya cennetten ya cehennem,ya hayır ya şer…

MEHMET ÖZÇELİK




– TARAFSIZ DEĞİLİM –

– TARAFSIZ DEĞİLİM –

B.Said Nursi-nin ifadesiyle;” Bî-tarafâne hareket tarafı muhalifi iltizamdır.” Diğer tarafı kabuldür. Yani tarafsız olmak zıt tarafı,kendisinin taraf olmadığı tarafa taraf olmaktır. Ben ancak taraf olmadığım tarafın karşı tarafında tarafım. Yani inanmadığım,sevmediğim,düşünmediğim,yaşamadığım,uygun olmayan menfiliklere taraf değilim. Onların zıddının tarafıyım. Onun menfilik hürriyetine karşı buda benim müsbet hürriyet düşüncemdir. Günah işleyenin günah işleme hürriyeti ne kadarsa,benimde sevap işleme hürriyetim ondan geri değildir.

Ancak bir olay ve meselede evvela akıl süzgecinden geçirir,kalbin potasında eritir,sentez ve analizini yaptıktan sonra vicdan terazisinde ölçerim. Hangi ve nasıl bir tarafta olduğumu bildirir ve gösteririm.

İnsan tarafsız değildir. Çünki en azından her şeyi kabul etmemekle tarafsızlığımızı gösteririz. Tarafsızlık bir eksiklikten değil,bir seviyeden kaynaklanmaktadır. Taraf olmak zıtlaşmak değil,zıtlıkları ayrıştırmaktır. Taraf olmak,düşman olup cephelere bölünmek değil,taraflılıkla cepheleşmeye sebep olan amilleri ortadan kaldırarak tek cephede birleştirmektir.

Tarafsızım demek,ben senin görüşünde değilim demek olduğundan,bir şey ya vardır,yada yoktur misali,ya uygundur,yada değildir. O halde bir taraf söz konusudur. En azından o insanın bir tarafı ağır basacaktır. Taraf olmak insanı körü körüne bağlanmaktan kurtararak tahlile,düşünceye,isbata,çıkışa yükseltmektedir. Bir seviye kazandırmaktadır.

Taraf isbat ister. Tarafsızlık bir isbat,düşünce ve tahlile gerek duymaz. İnsanlıktan taraf ve yanayım. Sevgi,düşünce,ciddiyet ve ahlaktan yanayım. Yani tarafım. Bütün meslekler güzel olabilir,güzeldir. Ancak ben öğretmenlik mesleğinden yanayım. O taraftayım. Mesleksizliği, kötülüğü meslek edinenden yana değilim. Tarafsız da olamam. Çünki o taraf kendi tarafında açıkça görülürken ve o insanda onu savunur,beni de ona davet ederken,ben tarafsız olamam. Onun tarafında değil,kendi tarafımdayım.

Tarafsızlık birde su-i istimal edilen şefkatin yanlış mecraya akıtılmasından kaynaklanmaktadır. Hakime olan bir anne karşısında,suçlu olan oğlunun tarafında olamayacağı gibi, tarafsızım da diyemez. Çünki o adalet tarafında bulunmaktadır. Oğlunu değil,adaleti savunmaktadır. Böylece o hukuktan ,insanlıktan ve toplumdan yanadır. O bir taraftır,tarafsız değildir. Her tarafta bu taraf taraftarlarıyla görülebilir.

Bulunduğumuz yer başkasına göre tıpa tıp aynı olmayıp ayrı tarafta olduğumuz gibi,bakışlar da,fikirler de farklılık arz eder. Önemli olan insanlık çerçevesi içerisinde kalarak,hazımlı olup,başkalarının tarafını da göz önünde bulundurarak ,ortak noktaları ortaya koyup en kötü ihtimallerde bile asğari müşterekler birleştirici olmalıdır. Çünki ben ben olup,sen olmadığım gibi; sende sensin,ben değilsin. Ben ben olmalı,sende sen kalmalısın. Ta ki bir bütünlük oluşsun.

Sen ben değilsin ki beni sen kendi yorumunla değerlendiriyor,beni yorumların terine koyuyorsun. Yorumların ben değilim. Sen ben olamazsın. Eğer sen ben olursan, ya ben kim olurum? Sen mi? Ama ben sen değil,ben benim. Ben olarak kalmak,ben olarakta devam etmek istiyorum. Sen sen ol,sen kal. Ben de ben olayım,ben kalayım. Ne kendi kimliğini değiştir,nede benimkini. Kavga,kimliksiz yapma kavgasından kaynaklanmaktadır.

En büyük sıkıntı,hazımsızlıktandır.

Bir çok kavgaların temelinde,başkalarının da benim gibi olmasını istememizden kaynaklandığını görmekteyiz. Din ve inancın önemi burada devreye girerek,insanlara tek ve geniş bir potada eriterek olgunlaştırmaktadır. Mevlânanın ifadesiyle;” Hamdım..Piştim..Yandım..” Ben yanmaktan yanayım.Tarafsız değilim. Çünki hamdan yana değilim…

MEHMET ÖZÇELİK




S İ G A R A

S İ G A R A

Şimdiki durumu ile tütün:”İlk olarak Amerika da üretilip oradan 1560 yıllarında Jean Nicot tarafından Avrupaya getirildi”ği ifade edilir.[1]

Başta kanser olmak üzere sigaranın açtığı bir çok zararlar içerisinde:”1958’de British perinatol Mortality Study’de incelenen 17 bin doğum vak’asında sigara içen annelerin bebeklerinin ölüm oranı,içmeyenlere göre gözle görülür şekilde yüksek bulunmuştur.”[2]

Bunun gibi daha bir çok zararlarının kesinliğiyle beraber;annenin ciğerlerine çektiği sigara dumanı cenin halindeki bebeğin kan dolaşımına katılarak onun hayati ihtiyaç duyduğu,hayati oksijeni çalmıştır. Bu da oksijen oranının % 41 oranında azalmasına sebeb olmuştur.[3]

Günde 21 dal sigara içen 50 yaşındaki bir kimsenin önündeki 10 yıl içinde ölme imkanı,sigara içmeyenlere göre iki-üç kat daha fazladır.

“Sigara içen kimsenin her yıl hastalık yüzünden çalışmadığı günlerin toplamı sigara içmeyen kimseyle oranı % 20 fazladır.(Yaklaşık yılda 75 gün)

“Yine İngiltere de öğrenciler arasında yapılan bir araştırmada sigara içenlerin içmeyenlere oranla solunum,idrar,iç hastalıklarına daha fazla yakalandıklarını göstermiştir.[4]

Bütün sigaralarda:”Sigara sağlığa zararlıdır.”yazmasına rağmen hala çoklukla kullanılıyorsa,burada hem kullananın sorumluluktaki eksikliği ve kullandıranın menfaatına düşkünlüğü,toplumun maddi-manevi kaybına ilgisizliği,devletin ise sahipsizliği,aldırmaz tavrı gayet dikkat çekici,ibret-amiz bir haldir.

Sigaranın bir çok kötülüklere kapı açtığı bir gerçektir. Büyük tehlikelere giden yollar sigaradan geçmektedir.

Sigara ile hem hayat,hem zaman,hem nesil,hem ekonomi,hem sağlık gibi bir çok israf kaybı söz konusudur.

“Bir soy kırım”yaşatan sigaranın neden olduğu rahatsızlıkların,akciğer kanserlerinin %90’ı,gırtlak kanserlerinin % 99’u,bacak damar tıkanıklıklarının %99’u sigara kaynaklıdır.

Ortaokul çağındaki çocukları tehdit eden sigara en büyük rolünü,gençleri tehdit eden faktörün başını arkadaş etki ve tesiriyle kendisini göstermektedir. Sigaraya başlamaya sebeb arkadaş olduğu gibi,sigarayı bırakmanın yolu da arkadaştan geçmektedir.

Sigaranın temelinde aile ve okul olmakla beraber,devamında da arkadaş vardır.

Türkiye’de”20 milyon sigara tiryakisinin”olması,geleceğe dönük büyük bir tehlike sinyalidir.

Evet,büyük tahribleri olan sigara[5],1994 hesaplarına göre:”Her yıl dünya çocuklarının giderleri için 34 milyar dolara ihtiyaç duyulurken,içki ve reklam için 183 milyar dolar harcanıyor.”[6]

İstatistiklere göre:”Sigara ve içki harcamaları,aile bütçesinin % 15-20-sini götürüyor. Yeşilay’ın 1996’da,1995’in raporunda:”Türkiyenin israfta birinci,kumarda ikinci,alkol ve içkide üçüncü,tütün ve mamullerinin tüketiminde dördüncü olduğu belirtilir.”[7]

Ve yine:”Çağın vebası olarak ifade edilen sigaradan;”Dünyada her gün 5 bin çocuk sigaraya başlıyor. Her 13 saniyede bir kişi sigara nedeniyle ölüyor. Günde iki paketten fazla sigara içen her 7 kişiden biri mutlaka akciğer kanserine yakalanıyor.[8]

Ve sigaradan her gün 164 kişinin öldüğü ifade edilir.

-1994’de Türkiye de 90 bin ton sigara içilip,61 trilyon ödenmiştir.[9]

Peki ya verilecek ve ölecekler? Efendim onlar hesab dışı…

Sigara içenlerin vücuduna % 15-33 daha az oksijen giriyor.

-Tek bir sigara insan vücudunda 2.5 md C vitaminini yok ediyor. Neticede bir yandan vücudun direnci azalırken,diğer yandan hastalıklara yakalanma durumu daha da artıyor.

Günde bir paket sigara içenlerin vücudunda 20 yılda 7 kg. katran birikiyor.

-1994 yılı tekelin vergi borcu 20 trilyon lira. Türkiyenin umum vergi borçları 88 trilyon. Böylece Tekel;hem kendisine bağlı ve bağımlı olanları yeyip bitirmekte,hem de devleti bitirmektedir.

Ağızlarıyla ölümü üfüren ve ölüme doğru üfüren insanlar,üfürdüklerinin içersinde neler olduğunu bilmekte midirler acaba? İşte:

“Fare zehiri arsenik,Boya sökücü aseton,Böcek öldürücü nikotin,Eksoz gazından çıkan karbonmonoksit,kanser yapıcılardan piren,polonyom,Fenol ve üreten maddeleri,haşeratta kullanılan DDT,zararlı böcekleri temizlemekte elbiselerde kullanılan naftalin,akü yapımında kullanılan metal kadmiyum,gaz odalarında insanları öldürmek için kullanılan gaz hidrojen siyanür,temizlik maddesi amonyak,çakmak gazı olarak kullanılan buton ve endüstride çözücü olarak kullanılan toluen maddeleri . Tam bir “Zehir Kolleksiyonu” Ve 4 bin çeşit zararlı maddeyi ihtiva ettiği de belirtilmektedir.[10]

Özetle:Şu anda bir çok hastalığın ve sağlığı tehdit eden unsurların başında gelen sigara ve alkol gibi maddelerin geldiği gerek resmi,gerekse de gayrı resmi olarak bilinmektedir. Bilinmese bile,sormak gerekmez mi? O halde,hala neden?

Eğer bugün özellikle orta öğretimdeki gençlerimiz bundan alı konmazsa,bu tehlike ilk öğretime kayıp,bu bela onları da sararak sarmalar. Orta üç ve lise seviyesindeki öğrencilere bu konuda bilgiler verip,sakıncaları anlatılmalıdır. Gerek ders olarak zararlılarla ilgili bir saatlik ders konulmalıdır.

Bu gençler gençlik dönemlerinden itibaren diskolarla,uyuşturucu ve arkadaş kurbanlıkları ile alıştırılmaktadır. Parası olanlar satın alarak,olmayanlar da kendilerini satarak bunun içine düşmektedirler. Satanistler bu işlerin patlayan bir yönü. Patlamayan kısımlar ise her gün şişirilmekte,patlamaya hazır hale getirilmektedir.

Burada arkadaş etkisi kesin olmakla beraber,aile problemleri de oraya itici bir fonksiyonu yapmaktadır. Terör örgütlerinin önemli köprüleridir. Hem içerde kemirmiş,hem de dışardan maddi imkanlar elde ederek semizlenmeyi sağlamış olmaktadırlar.

Esrar ile birkaç saatlik (3 saat) pembe hayaller ve rüyalar yerini kabuslara döndürmektedir. Kokain ile;Gözler kapanmak üzere açılır ve büyür. Eroin ile başlayan 7-8 saatlik gevşeme ve küçülme yerini dökülmeye terk eder.

Ve başlangıçlarda az iç bir şey olmaz denilen başlama,çoğu beraberinde getirmektedir. Nitekim İngiltere’de British Medical Journal adlı tıb araştırması dergisindeki raporda belirtildiği üzere,21 yıllık araştırmada varılan sonuçta:”Alkolün azı da çoğu da zarar.”denilmiştir.[11]

“Batıl şeyleri iyice tasvir,safi zihinleri idlaldir.”gerçeğinden dolayı,kullanımı olan yerlerde (olmayan yerlerde gündeme getirmeden) lise seviyesindekileri sakındırmak amacıyla bilgilendirmeli,zararları sürekli nazara verilmelidir.

Zararlı alışkanlıkların ortadan kalkması her aklı selimi sevindirir. Aksini üzer. Evet,gerçi bu zararlı maddeler kullanılmayınca,hastalıklar olmayacak,içki ve sigara satanların satışları düşecek! İlaçların satımı azalacak! Kibrit ve çakmaklar,çakmak doldurucuları iş yapamayacak! Kül tablaları görevini yapmayacak! Etraf pek kirlenmeyeceğinden temizlik maddelerinin satımı azalacak! Ve bunları daha da arttırabilirsiniz…

İşte sigara içmemenin bu gibi zararları olacak,para harcamaları da böylece düşüp,enflasyonda azalmış olacak!

Ama,peki ya ben ne olacağım? İçmediğim için zararlarını çekmeye devam mı edeyim? Gelin hiç birimiz çekmeyelim,hep beraber gelin “SİGARAYA PAYDOS”diyelim.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Alkol ve Sigara.sh.151.

[2] Age.157.

[3] Age.158.

[4] Age.161,zaman gaz.15-4-1995.

[5] Zaman Gaz. 21-1-1994,1-3-1996.

[6] Agg.30-12-1994.

[7] Agg.5-3-1996.

[8] Türkiye gaz.21-2-1996.

[9] Zaman gaz.12-10-1993.

[10] Türkiye gaz.9-2-1996.

[11] Zaman gaz.24-6-1999.




KENDİNİ YOK EDEN ROBOT

KENDİNİ YOK
Robotun yapımı için gerekli tüm malzemelerin hazırlığına başlanıldı.Uzaktan kumanda ile yönlendirilen bir toplum robotu olacaktı bu robot.Kollar sıvandı,bunun için toplumda grublar oluşturuldu ve onlar beslendi.Gruplara ayrıştırılarak her grup semizlendirildi.Dövüşmeleri için hipodrumlar hazırlandı.

Adına sağcı-solcu,milliyetçi-anti milliyetçi,Ruscu-Amerikancı dendi.Özel getirildi,özel yerlere götürüldü.

Ve uzun yıllar toplum bunlarla meşgul edildi.Uyanınca işin vehameti ve geçen zamanlara esefler edildi.

Sonunda mi?Maşalar imha edildi,maşayı tutanlarca.Hatta maşayı verenlerde imha edildi,planı yapanlarca.

Geriye feryadlar,binlerce ölü ve pişmanlıklar kaldı.Ortada ise suçlu kalmamıştı.Herkes suçluydu veya birileri bu işi çok iyi tezgahlamışlar,herkes işin bir yanından tutarak nefsi müdafaaya geçmişlerdi.Bir cihette haklıydı,geridekiler haksızdı,bu işin oluşmasına sebeb olanlar,devlet,anneler-babalar,onlara hakikatları ve doğruları ulaştırmayan insanlar,birazda kendisinde de vardı var olmasına…

Şu anda hep geridekiler feryat etmedeler;bizler bir ömür boyu,üç nesil bunun için,bunlar için mi çalışmışız,herşeyimizi feda ettiğimiz değerlerimiz bugün çok basite ve ucuza harcanmakta,kapanmakta,kapatılmakta ve gerisin geriye atılmaktadır?

Tekrar çizginin başına geldik,üç nesil kaybettikten sonra…Hedefe bir türlü varılamadı,varmak isteyenlerde yok edildi.Bu yapılırken;bazen önce alkışlandı sonra vuruldu,bazende önce vuruldu,sonra alkışlandılar.Hem hain,hem kahraman,hem kurtarıcı,hemde düşman ilan edildi
Tıpkı üç mazlumlar gibi.1960 ihtilali onlar için yapıldı.1980’den sonraki anıtta onlar için yapıldı.Tezatlar ülkesi…Oysa onlar bir ideal ve hizmet uğruna devlet yükünü yüklenmiş,milletin selametini zayıf omuzlarına alarak tekeffül eden üç mazlum idi.Kara sayfanın üç ak şahsiyeti idi onlar.Akbabalara kurban edilen ak alınlı,mazlum ve mağdur gönül erleri idiler.11 yıldır kırdıkları esaret zincirini milletin boynundan çıkarmış,milleti idamdan kurtarmış,ancak kendilerini idamdan kurtaramayan milletin bu üç şeref madalyası millet tarafından da kurtarılamamıştı.
Milletin yüzüne kapanan kapıyı aralayan bu üç öncü kuvvete,memleket kapıları kapanmış,İmralı sürgün yeri reva görülmüştü.Sizi taltif etmeye gücümüz ve zamanımız yetmez,buyurun Allah’ın sofrasına,şuurunda olunmadan onlara ebedler kapısı aralanmış oluyordu.
Kazan dibin kara,seninki benimkinden de kara.Bir çok örnekleri yaşandı.

Gizli el çok gizli olarak gizliliğini gizledi.Meçhullerdeki bu malum esrar;bazen şahıs,bazen ideoloji,bazen ordu,devlet,laiklik,Atatürkçülük,aşırı dincilik,Hizbullah formalarını giyerek milletin önüne çıkıp müşteri aradı.Bir yandanda eskiyen formaları attı,yanında ürettiği yeni formaları yeni yerlerde kullanmak için üretti…

MİT Müslim Gündüzü kullandı? Çatlıyı kullanan emniyet Müslümü deşifre edince,Müslimi kullanan Mit-de Çatlıyı deşifre ederek misillemede bulundu![1]

Ağacı yine kendisinden olan balta imha eder yada içine girme istidadı gösteren kendi kurdu..kemirerek..emrederek..bilerek..bildirerek..ifşa ile..inşa ile…

Dış ve iç kavgalarla ve münakaşalarla suçluluk psikolojisi içinde olup savunmaktan kurtulmaktan;meselelerimizi konuşup çözmeye vakit bulamamışız.İç muhasebe ve düşünme kapsamı alanı dışında bulunmaktayız.Kapsam alanına girmeye maniler bulunmakta,bir asır ve üç asır boyunca bu bağlantı kurulamamaktadır.Bir dönem kominist ve sosyalist kapsamı içine alınmaya çalışılırken,şimdilerdede marksist bir yapının yapılanmasına acımasızca çekilmekteyiz.Önceden cehennem sunulmaya çalışılırken,şimdi yalancı cennet sunulmaktadır.

Kimse kıblesini koruyamıyor.Değişen kıblemi yoksa kıbleye dönenlermi dönek veya kalb olmuş para gibi sürekli değişmekte mi?Yıllardır savunanlar savunmasız kalıyor,savunulmak veya avunulmak istiyor.

Kaynağından çıkan su tekrar kaynağına dönermiş.Güzel fazilet ancak bir çok rezalet,aldanma ve aldatmadan sonra;özür dilerim,bende aldanmışım,yok yok benden değil,aldatılmışım..suçlu o..maçhuldeki adam..buyur madam..

Çok yanlışlıklar ve keyfilikler yapıldı.”Tabutluk yıllarının canlı şahidi Reha oğuz Türkken:”İniönünün kendilerini cezalandırmak için 1 nolu sıkıyönetim mahkemesinden alınıp 2 nolu sıkıyönetim mahkemesine verilen davalarına karşı yargıtay üyelerini tehdit ederek takdiri karar almalarını istemesine rağmen reddedilmesinden dolayı -keyfi olarak-onların hepsini emekli ettiğini anlatır.[2]

Ancak yapılan tahribler hızla telafi edilmelidir.Nitekim Menfilikte kalan insanlar müsbete geçince hızlı ve aksiyon insanlar oluyorlar. Adeta geçmişi telafi için. Mukayesesi çok.Menfiliğin acısını tatmış,başkasınında tatmasını istemiyor. İstidatlı olduğundan,orada nemalanamayıp,burada neşvü nema buluyor. Pişmiş bir insan oluyor. Tecrübeli ve görmüş bir insan. İşte Hz. ömer,Halid bin Velid.İmamı Gazali felsefeden hikmete ve Bediüzzamanda Hikmetten hakikata ulaşanlardan…Çünki Bediüzzamanın hedefi;Rasulullahın telkini ile iman gözü bir araya gelirse hakikat tezahür eder,[3]diyordu.

Birinci derecede önemli olan İstikamet,istikrar ve sebat etmek olup,ikinci derecede ise;hiçbir şey yapılmayacaksa bile,yanlışlıklar yapmamaktır.Yani sevab işlemek kadar önemli olan,günah işlememektir.

Yeni başrol oyuncumuz madam…Çünki kafalarla çok oynandı,yoruldu,yorgun düştü.Sıra kafa altına,göbek altına geldi,göbeğinden bağlı olanlarca…

Vitrinde kadın,sahnede madam,bu sefer harcanan özel seçilmiş kadın..harcamak için lazımdı şimdilik adı,daha sonra o maşada kırılacaktı.

Fikirler bitirildi,kadın gibi.Fikirlere pranga vuruldu.Düşünen kafa istenmiyordu,kusurları görür diye.Bediüzzamanında dediği gibi;Eğer baştaki başlar akıllarını başlarına alsaydı,mesele kendiliğinden halledilirdi.

Bıçak değse gölgeme

Sımsıcak kanım damlar:

Gel de bir bak ülkeme:

Başsız başsız adamlar…N.F. KISAKÜREK

9 Kasım 1989.. Yani, Berlin Duvarı’nın yıkıldığı tarih..Bu duvar yıkıldı.Yıkılmaz denen Rusya 1989’da bir asırlık kalıntılarını attı,bizdeki fikre vurulan prangalar hala devam etmektedir.

Varsa yoksa makam,alkış,şan,şöhret ve hepsinin ürünü olan para..Kıble değişmişti,değiştiren ve değişenler gibi…Dış görünüşte harcanmak istenen para idi ancak oda bir maşa idi.

Hz. İbn-i Mes’ud’dan rivayette:”İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, o zamanda adam acz ve fücur arasında muhayyer kalacak. Kim bu zamana yetişirse, fücura aczi tercih etsin.”Böyle bir duruma insanlar terkedildi.

Şeytan vadetmiş ve ahdetmişti;kıyamete kadar tüm kulları saptıracağım diye…Avanelerine bu iş asırlardır yaptırıldı.Gizlenen,gizli olarak bu işi yapan şeytan artık resmiyete bürünmüş ve kendi partisinide kurmuştu;Satanizm…Şimdiye kadar yapılan gayrı resmi üyelikler resmileştirilmeye başlanmıştı.Tüm yolları kendi yoluna bağlamıştı.Her yol ona çıkmakta ve çıkarılmakta idi.

Bu yolları nasıl mı bağladı;Müslümanlar asırlardır manevi boşluk içerisine yitildi.Bir asırdır bizler bunun bocalamasını şiddetle yaşadık.Sonunda az gelmiş olsa gerekki,Mart ve Mayıs ve Eylüllere Şubatlarda eklendi.Bu 28 Şubat bahanesiyle maneviyata darbe vuranlar,onunla bağlı olan maddiyatıda çökerttiler.Ne dünyayı kazandılar nede ahireti.İrtifa kaydeden bu millet,irtica bahanesiyle düşüş ve bitiş içerisine girdi.Çünki maneviyat kaybettirilmeye çalışıldı.Kalb noktasından darbe alan milletin bütün vücudu zelzeleye tutuldu.Tedaviside aynı noktadan mümkün iken,ihmal edildi,göz ardı edildi.

1879 yılı bütçesinde gelirler 14 ve giderler 13 milyon altın görünüyordu. Ancak şişkin görünen rakamlar gerçekte kâğıt paranın düşüklüğü dolayısıyla kof gelirlerdi.

Ve Osmanlıyı yıkan duyunu umumiye gelirlerin % 40-ını ödüyordu,bugün biz % 110-unu ödemekteyiz. üç misli bir duyunu umumiye.

Dünya maneviyata yönelmekte,yöneldikçede maddi zenginliği elde etmektedir.Amerikan psikoloji dergisinde yayınlanan bilimsel bir araştırmaya göre;”Genetik açıdan ve anotomileri incelendiğinde insandaki beyin sinirleri arasındaki bağlantıların dinsel inançlara elverişli olduğunu belirtiyorlar.İlahi ve ayinlerin beyin ritmini rahatlattığını ve huzur verdiğini ve mutluluk duygusunun uyanmasına neden olduğu kaydedildi.dindar olmayan insanların ise bu boşluğunu meditasyon ile gidermeye çalıştıkları belirtildi.[4]

İngilterenin Glasgow şehrinin büyük durağında şu yazılıdır:Everyone of use shall give accont of himself to Gog=Hepimiz Allaha hesab vereceğiz”[5]

Biz ise hesabımızı unuttuk.Cumhuriyet nesli olarak en iyi yaptığımız iş;Geçmişi kötülemek ve yıkmak olmuştur.

Bilimde inanç olmaz,denilerek dünyanın tersine tersine kürek çektik.Ancak inançda bilimin olması onu ikmal ederken,tecrid edilmesi onu tenkis etmektedir.

ABD’nin Kaliforniya üniversitesinde yapılan araştırmada:Suç işleyen insanların işleme sebebinin;”Sosyal kişilikleri bozuk bir grup suçlu üzerinde yapılan araştırmada,suçluların beyninin ön kısmında bulunan ve suç esnasında insana pişmanlık verme,sosyal davranışlar kazandırma,hür irade ve vicdanla kazanılan davranışlardan sorumlu sinir hücresi merkezinin,diğer normal insanlara nisbeten,iki çay kaşığı hacminde,daha eksik olduğu ortaya çıktı.”Bununda ancak erken çocuk çağlarında yoğunlaştırma faaliyetleriyle fayda vereceğini belirtmişlerdir.

Bizler ise önleme değil,artırma yoluna gittik. Ne İsaya yarandık,nede Musaya.Çünki ne olduğumuz ve nereli olduğumuz bir türlü belirlenmedi.Uğur Mumcunun deyimiyle:”Biz Türkler,İsviçre Medeni kanununa göre evlenen,İtalya Ceza kanununa göre hüküm giyen,Fransa İdare hukukuna göre yönetilen,İslâm kurallarına göre Mezara konan bir milletiz.”veya doğum ve ölümümüz islâmi,yaşayışımız ğayrı islâmi!

Bu uğurda hizmet edenler hep suçlu görüldü ve suçlu sayıldı.Oysa”Avrupada 1992 yılında 55 bin denek üzerinde yapılan bir ankete göre İslâmiyeti tercih edenlerin %38-i Mevlana,%32-si Risale-i Nurdan etkilenerek müslüman olmuştur. Avrupada Şazeliyenin bir kolu olan Aleviyye:Amerikada Halvetiyyenin Cerrahiye kolu:ispanyada Endülüste tekrar İslâma dönüş adındaki dernek en yaygın tarikatlar olarak bilinir.”[6]

Biz kendimizi nasıl gösterdik,oysa nasıl göründük ve görünmek istendik?İşte bakın nasıl görünüyoruz;Cidde-deki günlük bir gazetenin muhabiri der:”Siz İslâm dünyasına dirsek çevirdiğiniz müddetçe İslâm dünyası kalkınmaz,ama sizde kalkınamazsınız.Şayet siz el uzatırsanız,İslâm dünyasında yerinizi bulursunuz,bizde kalkınırız.Çünki bu dünyanın size ihtiyacı var.”[7]

İslâm dünyası sürekli suçlandı ve suçladık.Müslümanları ve islâm alemini suçlamak için içi kof olan bahane ve suçlular hazırlandı.Peki ya şimdikilerin suçu ne idi,neden onların suçu ile suçlandılar?Neden eski defterler sürekli borç olarak sunulup borçlandırılmaya,ağır bedeller ödetilmeye çalışıldı ve halada çalışılmaktadır?

İşte karnemiz;Temel dursuna bir zayıfı için,Ahmedin selamı var,de.İki zayıfı için Mehmedin selamı var,de.üç tane için hem Ahmed ve Mehmedin selamı var dersin der.Ancak zayıf çok olunca dursun;tüm ümmeti Muhammedin selamı var,der.

Bizede tüm Ümmeti Muhammed selamını esirgememekte,sağolsunlar.

Ne mi diyelim?Onun gibi diyelim;

Biz kısık sesleriz…minareleri

Sen ezansız bırakma Allahım.

Ya çağır şurda bal yapanlarını

Ya kovansız bırakma Allahım.

Bize güç ver…cihad meydanını

Pehlivansız bırakma Allahım.

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu

Müslümansız bırakma Allahım.

Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız

Ve vatansız bırakma Allahım.

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu

Müslümansız bırakma Allahım. A.N.Asya.

Ne mi yapalım?

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes.

Ey kahpe rüzgar her nereden esersen es..N.F.Kısakürek.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] (Bak aksiyon der.17-24-1997-sh.7.sayı.151.

[2] Bak.zaman.2-5-1998.

[3] Mesnevi-i Nuriye.22.

[4] Bak.Zaman gazt.21-5-2001.

[5] Bak Zafer dergisi.sayı.74,sh.18.

[6] Doç.A.Yüce.zaman gaz.19-3-2001.

[7] Türk ve İslâm Dünyasının Yeniden Yapılanması.Prof.S.Zaim.sh.146.




SANAT VE ESTETİK

SANAT VE ESTETİK

Sanat bir inceliktir. İnce insanların işidir. Kabalık ve kabaların işi değildir. Fikir,hayat,ruh ve şuur gibi duygularda inceleşmek ve derinleşmektir.

Hafifçilik sanatla bağdaşmaz. Nitekim adamın biri günlük çıkıyor,gündemi işgal ediyor. Kendine sanatçı diyor,sanatçı dedirtiyor. Belki de sanatçılık oynuyor. Bu insan sanatını bir yıl yapmıyordu,yaptığı müstehcenlikti. Sanatını değil,kendini teşhir ediyor. Zaten sanatı yok ki teşhir etsin!

Ramazanları sanatçılıktan istifa ediyordu. “ Ramazan münasebetiyle kapalıyız.” diyordu. Yani Ramazanın kabul edemeyeceği,ondan sonra açılarak devam ettirilecek bir sanat.? Bu nasıl bir sanat?

Sanat dediğin her zaman sanattır. Dört ayaklıdan sanatçı olur mu? Her ne kadar müstehcen olsa da?

Hadiste :” Ramazan gelince cennet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincire vurulur.”

Acaba olmaya ki;bu sanatçı da o zincire vurulanlardan ola? Ancak bu işin cılkı çıkmıştı. Cıvık yumurta gibi. Çünki cılktı. Üç günde sanatçı oluyor,gündemi meşgul ediyor ve bir düşüş düşüyor ki; bir daha da gıkı çıkmıyor. Sesi bazen uzaklardan;esrar ve eroin alemlerinden veya mafya entrikalarından gelmeye başlıyor.

Sanat odur ki;ömürlük,asırlık ola. asırlık çınar gibi. Mimar Sinan bir gelmiş,pir gelmiş. Şimdi ise binlerden bir çıkmıyor.

Sinan akıl tezgahında ruh mayasıyla,kalb süzgecinden geçirerek,hayal sür’atinde hareket ile madde ile manayı aynı teknede yoğuruyordu. O engin ve zengin boyutu yakalıyordu.

Onun içindir ki; Bir sanatkâr istiyorum,estetik ve inceliği versin.

Bir sanatkâr istiyorum; Ahlakı,güzeli ve hayrı versin.

Bir sanatkâr istiyorum; Milleti yansıtsın. Ben olsun..biz olsun..varsa sanatı sanatını yansıtsın. Yoksa bilmem neresini değil!

İnancını yansıtsın..inanç yansısın..

Geçmişini,değerlerini yansıtan bir sanatçı istiyorum. Böyle bir sanatçıyı bekliyorum. Özlüyorum. Gözlüyorum. Görüyorum…

14-3-99

MEHMET ÖZÇELİK




PÂRE PÂRE PARALANASICA PARA

PÂRE PÂRE PARALANASICA PARA

“Para iyi bir hizmetçidir,kötü bir öğretmendir.”(Dumas)

“Para,iyi bir uşak,kötü bir efendidir.”(Bacon)

Para maddenin bir simgesidir. O maddeyi temsil eder. Menfaatın müşevvikidir.Menfaat ancak onunla ayakta durur. Çoklarının kanını heder,hayatını ber-hava eder.

Araç ve vesilelikten çıkıp amaç ve gaye edinilen para,kişi için bir ma’bud,mabed ve puttur. Para bir araçtır ve öyle de olmalıdır. Kişi için bir binektir,öyle de kalmalıdır.

Bediüzzamanın ifadesiyle:”Bu zamanda İslâmın terakkisi maddeten terakkiye mütevakkıftır.(Bağlıdır)”

Ayak altında olan para insanı yükseltirken,baş üstüne konulan para insanı alçaltır. Para kalbde değil,kalıbda bulunmalıdır. paranın en fazla yara açtığı yer kalbdir.

Peygamberimizin ifadesiyle:”Şeref ve mal (para vs.) sevgisinin bir müslümanın dininde yaptığı zararı,iki yırtıcı kurt bir koyun sürüsüne yapamaz.”buyurmaktadır.

Kalb ilâhi sevginin kaynağı ve makamıdır. Yerini para sevgisine terk ettiğinde kalbi paralar. Hayatı parçalar.

Para hakiki dost değildir. Bizimle kabir kapısına kadar gelebilir. orada ve ondan sonraki yolculuğumuzda bize fayda verecek,paranın kendisi değil,onun sarf edildiği faydalı yerlerin sevabı ve mükâfâtıdır.

Buranın parası ahirette geçmez. Orada ancak paralarla yapılan ameller geçerlidir.

Dünyayı dolduran kum ve çakıl taşlarının yerini ve onlar kadar paraların aldığını düşünecek olsak,paraya vereceğimiz kıymet nasıl olurdu? Şimdi verilen itibar ve değerin aynısı verilir miydi? Ne derece yüzüne bakılırdı?

Para her kapıyı açmaz. Ancak kendi ayarına denk olan kapıları açar. İnsanın manevi duygularını açmaz ve açamaz. Hele hele imanın mahalli ve yeri olan kalbi hiç açamaz. Paranın açtığı zannedilen kalbler zaten kilidi kırık açık kalblerdir. Her basit şey için açılan kiralık ve satılık kalblerdir.

Paranın kapattığı kapılar açtığı kapılardan,yıktığı evler yaptığı evlerden daha çoktur. Onun uğruna nice canlar yandı. Nicelerinin hem dünyaları gitti,hem de ahiretleri…

Para kazanmakla kazandıklarını,kazançlı olduklarını düşünenler,kaybettiklerinin farkında değildirler. Hırs gösterib,helal-haram demeyip rast geleni ellerine geçirmeye çalışanlar haram bataklığına battılar. İnancı,helal ve ibadeti bir yana attılar.

Helal dairesi geniştir. Keyfe kafidir. Harama girmeye lüzum olmadığını bilmediler. Bir dirhem helalin batmanlarca harama bedel olduğunu anlayamadılar. Paranın zahiri sıcaklığı aldattı. Her şeye feda edilmesi gereken paraya,her şey feda edildi.

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür,göremez.” Paraya dalanlar madde de boğuldular. Her şeyi unutan bu insanlar neticede unutuldular.

Para babaları paralandılar. Gönül dostları gönüllerde taht kurdular.

Allah yolunda kullanılan para kazandırır. Nefis yolunda kullanılan para kaybettirir…

MEHMET ÖZÇELİK




K İ M L İ K

K İ M L İ K

Kimliğimi kaybedersem,yeni bir kimlik çıkarırım. Kaybedersem benliğimi,benliğim bensiz kalır.

Ben kimliksiz,kimlik Kim?-siz.

Ben kimim ? Kimlik ben..

Kimlik ben de..ya ben kim de?

Benlik ner de? Benlik kimde?

Her şey ben-lik,sen-lik.

Ner de esenlik?

Bu işler kimlik?

İnsanlar sadece kimliklerini kaybetmiş değiller. Aynı zamanda kimliklerini başka yerde aramaktadırlar.

Gözlerini hep yukarıya ve yukarı tarafa diken insanlar, yüksekliği de orada aramakta ve orda bulmaya çalışmaktadırlar.

Yükseliş secdededir. Secde yükseliştir. Benlik ve gururun hortumunun kırılması gerek…

*******************************************

Toplumu bağlayan maddi ve manevi bağların çözülmesi gerek. Pranga ve zincirlerin yerini samimi bağlılıklar almalı. Aksi takdirde toplum bağlandıkça,bağlanan bağlarla bağlı kaldıkça ;yerinde duracak ve sayacaktır. Şahsiyetten mahrum kaldığı gibi,doğuştan getirdiği kimliğini de kaybedecektir.

İnsanlar kimlikleriyle beraber dünya ya gelirler. Kimi bu kimliğini kaybederken,kimi de onu daha da geliştirmektedir.

İslâmı ve İslam alemini müslümanlara kapatanların şahsiyetleri nerede? Zira şahsiyet ve kimlik İslâm da ve onunla olabilir. Mesele,kimliğini bilmek ve nerede bulunacağını kavramaktır.

Mevcut kimliklere göre insanları sayacak olursak,kimliksizler arada kaybolacaktır. Bunun gibi de;toplumda manevi kimliğini kaybedenler,madden ve manen bir tükeniş içerisine gireceklerdir. Tüm değerlerini devamlı tüketen bir toplum,tükenmeye mahkum bir toplumdur.

Tükenmenin yolu,tüketmekten geçer. Gençliğini tüketip israf eden bir toplum,netice de tükenecektir.

Aslından koparılarak,değişik yönlere yönlendirilen,bölünüp parçalanan bu insanlar;bir bütünlük arz etmeyecek,kopukluğa ve bitişe neden olacaktır.

İnsanlığımız,insani kimliğimiz kadardır. İnsani kimliğimiz ise;İslâmımız kadar gerçekleşir ve barizleşir. Yani insanlığımız islâmımız kadar,İslâmımız da insanlığımız kadardır.

İnsanlar;müslüman oldukları veya İslâmi sıfatları kendilerinde yerleştirdikleri ölçüde gerek ferdi,gerek içtima-i,ailevi olarak o nisbette mükemmeliyeti yakalar,anarşiyi def ederler.

Dünya büyük bir figan içerisinde ah-vah etmektedir. Her şeyleriyle memnuniyetsizliklerini göstermektedirler.

Kaybedilen bir şey ne kadar kıymetli ise;feryad da o nisbette artacak ve yükselecektir.

Geçmişteki bazı şeyleri haklı olarak şikayet ediyor,şikayette bulunuyoruz. Bizden sonrakilerin de bizden şikayet etmemeleri,aah etmemeleri için;kendi kimliğimiz doğrultusunda yürümemiz,herkese göre yönümüzü ve oyunumuzu belirlemememiz gerekmektedir.

Ancak görünmektedir ki;oyunlar bizsiz,biz de oynanansız. Yani bizim üzerimizde bizsiz kararlar alınmaktadır.

Tam kahredici ve kahrolucu entrikalar…

İnsanların bugün çıkmaz içerisinde olma sebeblerinden biri;Kendi sorumluluklarının dışına taşıb,kendi kimliğini unutarak o makamın icra memuru,müdürü ve avukatı gibi görme ve görülmelerinden kaynaklanmaktadır.

Kendi dinini ve değerlerini bilememiş ve bulamamış ve de verilmemiş bu insanlara,insanlık ve laiklik perdeleri altında başka kimlikler sunmakta ve tanıtılmaktadır.

Kendisini ve kendisine aid değerleri tanımayan,başkasını ve başkasına aid özellikleri nasıl tanıyabilir,anlayabilir? Bilakis o,iki arada bir derede kalan insan olacaktır.

Yani;Dinini öğrenemedi, Hristiyan ve Yahudi de olmadan,bir hiç olarak bu dünyadan gitti,denilecektir.

Varlıklar üzerindeki sır perdelerinin aralanması ve açılması halinde;bir çok harikalıklar ortaya çıkacaktır.

Eşya nasıl oluyor? Bir birleriyle olan irtibatı nasıldır?

Böylece kendimiz açısından çok harikalar görüleceği gibi,yaptığımız işler konusunda,iyilik zannıyla kendimizin dahi kendimizden nefret edeceğimiz durumlarla karşılaşacağız.

Başkalarının bizden şikayetine gerek kalmadan,biz kendimizden şikayet edecek,belki de cezalandırılmamızı isteyeceğiz.

İnsanın kimliğinde hata mevcuttur. Hadis-i Kudsi de:” Eğer hata işlemeseydiniz,sizi helak eder,hata işleyen bir toplum yaratırdım.” buyurulur.

Hataya meyillidir. Ancak hata da ısrardan sorumludur.

İnsan bir hata yapacak,öyle bir hata yapacak ve açık verecektir ki;neticede o hata ölümüne sebeb olacak..ölümünü netice verecek bir hata..er veya geç.. O hatadan dolayı ölümüne varacak. Hâbil-le Kâbil gibi..

İnsana verilen hata işleme,hamuruna konulan hata duygusu;sırf sevaba koşmak,hayrı işlemek,kötülükten nefret etmek,Cenâb-ı hakkın Tevvab ve Ğaffar gibi isimlerinin tecellisine mazhar olmak içindir.

27-08-1996

MEHMET ÖZÇELİK




İSYANIMIZ NİSYANIMIZDAN

İSYANIMIZ NİSYANIMIZDAN

Unutan bir milletiz. Maziyle halin muhakemesini yapmaktan aciziz. İsyanımız ve isyankarlığımız mazi şuurundan mahrum oluşumuzdandır. İnsan aklıyla bilir ancak şuuruyla anlar ve her şeyi birbirinden tefrik ve temyiz eder. Şuursuz insan ne ise,tarih şuurundan mahrum bir millet de odur. Tarih şuuru milletlerin şuurudur. M. Akif’in ifadesiyle;

Tarihi tekerrür diye tarif ederler.

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi.

Tarih ve hadiseler tekerrür etmektedir. Bu da tarih şuurunun olmayıp,ibret alınmamasından ileri gelmektedir. Günümüzde oynanan oyunlar,tarih de oynanan oyunlardır. Ancak o gün yol bulup da giremeyenler,şimdiki boşluk ve gediklerden istifade etmiş ve girmektedirler.

Uzağa basar ve basiretimiz gitmediği gibi,yakını da görmemekte ve görememekteyiz. Tarihin isi,sisi,pisi tarih şuuru ve anlayışıyla ortadan kalkar. Tarih unutmayı affetmez. Bedeli millet ve gelecek nesillerce ödenir.

Bir asırdır dine konulan ambargo devam ettiriliyor ve ettirilmeye çalışılıyorsa,bu ibret ve ders almamanın bir sonucudur. Ve bu insanlar toplum da takdir ve teşvik görüyorsa,o toplum geçmişle kopukluk ve gelecekle körlük içindedir.

Maliyeti bize çıkarılan aynı piyes ve film seyrettirilmektedir. Sadece değişen oyuncu ve dekoru. Çünkü önceki seyrettirilenleri unutmuş ve unutturulmuşuz.

Tarih şuuru tarihi bilmekle ve doğru tarihin sayfaları arasında gezmekle kazanılır.

İsyankâr olmamak için,nisyankâr olmamak gerek…

21-6-1992

MEHMET ÖZÇELİK




ÖRF VE ÂDETLER

ÖRF VE ÂDETLER

Bir güzellik yönüne de bakınız ki;İslam namına her şeyi alınan,ancak ecdadından gelen örf ve adetlerle bağlı olan bu milletin hemen hemen tek bağlantı noktası bu gelenekler kalmış.

İslâmiyet denince;kandiller,mevlidler,Ramazan,bayramlar ve kurbanlar kalabilmiş.

İslâmiyet bunların perdesi altına girerek nesillere devredilmiş,takviye ile İslâmiyetleri sağlamlaştırılmaya çalışılmış.

Örf ve adetlerimiz,kuyuya atılan bu milletin ortada tutunacak bir dalı olmuş.

Kur’an-dan sadece bilinip Cuma geceleri okunan yasinler,bu milletin üzerine çöken karabulutları defetmiş,ölülerimize okunan bu dualar,biz dirileri de kurtarmış oldu. Ölüler için rahmet olan yasin,ölmüş kalblere de deva olmuştur.

Menduplar sünnet,sünnetlerde farz yerine ikame edilmemelidir. Nitekim bir ramazan teravihden önce camide sohbet etmiş,arkasından imamın teklifi üzerine yatsı namazını da kıldırmıştım. O gece Cuma gecesi olup,devamlı yapıla gelen Tecdid-i iman,istiğfar duasını yapmayı unutmuştum.

Herkes camiden çıkmış,bir kişi ön tarafta kalmış,bizde hatırlayarak konuşuyorduk. Dini yönden bir mahzurunun olmayacağını söylediğimde öndeki şahıs gayet sakin bir eda ile;Hiç ne olacak,kafir olmuş olur. diyerek kesip attı.

İşlenilen büyük günahlar kendisini pek de o kadar sarsmayan bu insan,bir adetin terkinden dolayı sarsılabiliyordu.

Aynı zamanda bu durum İslâmiyetin insanların tüm zerre ve hücrelerine nüfuz etmesinden ve de kendisine bağlılığı tesis etmekten kaynaklanıyordu.

-Acı diğer bir örneği ise:”Sene 1932. Devrim çılgınlığının karargahlarından Cumhuriyet gazetesi,bir güzellik yarışması tertib ediyor. Keriman Halis isimli 19 yaşında bir kız,İstanbul sosyetesi arasından –güya- Türkiye güzeli olarak seçilip,Avrupaya gönderiliyor. Müstevli batı zihniyeti önünde”İstiklal harbi”ni kazanmış bir milletin,arzusu hilafına yendiği ve denize döktüğü düşmana:

-Aman ne olur beni dışlama! Ben de Avrupalıyım,Amerikalıyım,Batılıyım. Yanıldık,yakıldık,içimizdeki sarıklı gericilerin,sakallı mürtecilerin,çarşaflı kadınların evlatlarını size karşı çıkardık ve maalesef sizi yendik.

Bu tarihi yanılgımızı telafi için bize ne teklif ederseniz,batılılar adına gümrüksüz,kontrolsüz,itirazsız kabul edeceğiz. Yeter ki”Türk de batılı oldu”deyin. Bizi”batı kulübü”ne,”Avrupa evi”ne alın. Sizinle aynı saatte olmak için”ümmet coğrafya”mıza neler yaptığımıza,”Sizin verdiğiniz dizbağı nişanları”şahittir. Bu tereddüt neden? Bakın siz”Güzellik kraliçesi”seçiyorsunuz diye,sizin ayağınızı kaldırdığınız ize biz basıyoruz ve biz de 19 yaşında bir kızımızı “Dünya güzellik yarışması”na yolluyoruz. Derecesine,K. Halis-i Belçika-nın sapa şehrine yolluyorlar.

Kızlar günlerce çeşitli kimselerle görüşüyorlar,konuşuyorlar. Yarışma günü jüri önünden birer birer geçiyorlar.

Sonunda,jüri kapalı odaya geçip,puan değerlendirmesini yapmak üzere toplanıyorlar.

Jüri başkanı söz alıyor ve şu konuşmayı yapıyor:

-“Sayın jüri üyeleri! Bugün burada Avrupa’nın,hristiyanların zaferlerini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hakimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa hristiyanları bitirmiştir. muhakkak ki,bu neticede Amerika’nın ve Rusya’nın hakkını inkar edemeyiz. Neticede bu,hristiyanlığın bir zaferidir.

Bir zamanlar sokağı bile,kafes arkasından seyredebilen müslüman kadınların temsilcisi,Türk güzeli Keriman,mayosu ile önümüzdedir. bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz. Onu dünya güzellik kraliçesi seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış yokmuş bu hiç önemli değil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene hristiyanlığın zaferini kutluyoruz. Avrupa-nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa-da oynanan dansa engel olan kanuni Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sütyeniyle önümüzdedir. kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de “Bize uyan bu kızı beğendik.”diyeceğiz. Müslümanların geleceklerinin böyle olması temennisiyle,Türk güzelini “Dünya güzeli olarak”seçiyoruz. Fakat,kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldırıyoruz.”

1932’de Keriman Halis dünya güzeli seçildi. Resimleri gazetelerde,mecmualarda basıldı ve yayıldı. Kartpostallar,elden ele dolaştı. Hatta devrim ve batıcılık furyasında sarhoş ve şuursuz aileler,o sene doğan kızlarına “Keriman”adını verdiler.

Her şey bu kadar oldu…

Bu tarihten sonra hiçbir Türk kızına “Aşağılık batı zihniyeti” bir daha bu payeyi! vermedi. Batılılaşma gayretlerimizin rüşveti ve karşılığı bu kadar basit idi.

Yeni yeni Mondroslar,Sevr’ler hayal eden,çirkin ve sefil batı,hudutlarımız ve bütünlüğümüz üstünde hoyratça oynamak niyetinde… Lakin,her şeye rağmen,uyanan Türkiye’de şimdi “Gerçek istiklal cihadları”konuşuluyor. Gün ola,harman ola diyoruz.[1]

Türkiye üçüncüsü seçilen Tülay C-de aynı duruma düşürüldüğünü feryad ile anlatmakta,pişmanlık duyup kendisinden utanarak,acı akibetini dile getirmektedir.[2]

Bediüzzaman der:”Üzülmeyin İslâmiyet incelir ama kopmaz.”[3]

24-10-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Zaman gaz.28-11-1992.

[2] Türkiye gaz. 29-3-1991.

[3] Son Şahitler. N. Şahiner. 1 / 100.




M U S İ B E T

M U S İ B E T

Kur’an-ı Kerim açısından meseleye baktığımızda;musibetleri değerlendirirken;evvela musibetler bir imtihan vesilesidir.[1] Yani insanlar denenmektedirler.

İnsana düşen ise, bunlara karşı sabırdır.[2]

Bu musibetler insanın kendinden yani kendi eliyle davet ettiği bir davetiyedir.[3]

Yani Allah’a isyanı,emirlerinden yüz çevirmesi bunun en büyük amilidir.[4]

Nitekim kafirler,kendilerine musibet gelmesi anında dua edip Allah’a sığınırken,geçince unuturlar.[5]

Ve bununla beraber;nimet verilince yüz çevirir,musibet verilince ümitsiz olur. Nankörlükte bulunur.[6]

Ve böylece Allah insanlara musibeti,insanların küfürden imana dönmelerini sağlamak içindir.[7]

Madem musibeti veren O’dur ve O’nun takdiriyledir,[8] O’ndan gelen musibeti,yine O’ndan başka giderecek yoktur.[9]

Yani ağlatan da O’dur,güldüren de…[10]

Keffâret-üz Zünub olup,günahların silinmesine vesile olan musibetler,[11] iyiliklerin,iyi insanların çoğalması ve onların hürmetine zail olur ve uzaklaşır.[12]

Âyette:”Kelime-i Tayyibe,güzel kelimeler (İman ve salih amelden çıkan) O’na (doğru) çıkar ve yükselir.”[13] Ve bu arada küfür gibi kötü kelimeler de ağırlıklarıyla beraber çıkmaya çalışır. Yukarıda hangisi hangisine galebe ederse,aynı durum yer yüzüne akseder.

Yani;iyi kelimelerin çokluğuyla,galebesi anında yeryüzünde huzur ve asayiş görünürken;kötü kelimelerin iyi kelimelere galebesinde de yeryüzünde anarşi,fitne,fesad baş gösterip,kötüler iyilere hükmeder.

Netice olarak musibetler:

1)Günahları temizlemek içindir.

2)İmtihan ve denemek içindir.

3)İleride gelebilecek daha büyük bir musibetin gelmesini önlemek içindir.

4)İşlenilen günahlar sebebiyledir.

5)Sevab kazandırmak içindir.

Gelen her türlü hastalık,açlık,zelzele,taun,veba,savaş gibi musibetler bir hikmete mebnidir,tesadüfi değildir.

Su ve sabun temizlediği gibi,musibet de yıkamak ve temizlemek,aklayıp paklamak içindir.

Bu durumda yapılacak, acı meyveden daha acı olan sabırla mukabele etmektir. Sabır üçtür:1)Musibetlere karşı sabır. 2) İtaat da sabır göstermek 3) İbadet de devam ile sabır göstermektir.[14]

24-1-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.155,214,Al-i İmran.186.

[2] Bakara.155-17,Al-i İmran.186,Hadid.22-23.

[3] Nisa.79,Şura.30,48.

[4] Maide.49,A’raf.94-96.

[5] Yunus.12,22-23,Nahl.53-55.

[6] İsra.83,Rum.51.

[7] Secde.20-21.

[8] Teğabün.11.

[9] En’am.17,Yunus.107.

[10] Necm.43.

[11] Şura.30.

[12] Bakara.251.

[13] Fatır.10.

[14] Mektubat. B.Said Nursi.sh.259,bak. Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Terc.Heyet.1 / 142.




KİM MECNUN ?

KİM MECNUN ?

“Küllün-nas-i alâ kaderi ukûlihim” yani “ Her insan aklı miktarınca mecnun yani delidir.”

Mecnun;kelime itibariyle,aklı örtülü olan,perdelenen anlamınadır. Her insanda,aklının örtülmesi nisbetinde bir delilik veya delilik emaresi var ve taşımaktadır. Nitekim en ciddi görünen bir insanın bir anlık da olsa,şaka yollu da olsa delice bir hareket içerisinde olması az olmayan vakıalardandır.

Bazen insan düşünüyor;mecnun mu deli? Yoksa deli mi mecnun? Nitekim deli olanın aklı kapalı iken,bazen de olsa bizlerin hem aklı,hem de gözümüz kapalı olmuyor mu? En azından göz yumulmuyor mu?

Deli aklını tek noktaya tahsis etmekte ve delilikle değerlendirilir iken;bizler aklımızı dağıtır,çok noktalara tahsis etmekle adeta aklımızı kaçırır,onu kaybederiz. Aklın ağırlığı altında kalır,eziliriz. Adeta akıl çözen değil,problem üreten durumuna gelir.

Anlatılır ya… Bir memleketteki sudan içen insanlar deli olurlar. Geriye padişahla veziri kalır. O deliler içerisinde adeta onlar deli olur,çıldırırlar.

Bu durumda kim akıllıdır? Kime ve neye göre?

Deliler çarşısında iki akıllı adam! Kimdir mu’teber? Kime edilir i’tibar? Adeta akıl başlarına bela olur. Onlara göre deli olan akıllılıklarını yürütemeyince ne yapmaları gerektiğini soran padişaha vezir şu aklı ve akıllılığı verir. Daha doğrusu aklını alır.

Padişahım! Biz de içelim,kurtulalım.

Zira içmemek onlar için bir eziyet ve delilik olur. İçerler ve gerçekten de rahatlarlar. Aklı delilikte bulurlar.

Akıl;Hakkı ve yaradanını bulmaya yarayan bir alet iken,bu gün güzelliklerle beraber tüm kötülükler aklın neticesi veya akıllı geçinenlerin işi!. Akıl yönünü şaşırırsa,en büyük nimet iken,en korkunç nıkmet ve azab olur.

Sorumluluk ve yükümlülük akılla başlar. O bir emanettir.

“ Aklı olmayanın dini yoktur.”hadisince,Allah-a karşı şerefli bir kul olmanın yolu,akıl-dan ve akıllı olmadan geçer.

Cennet akılıların yurdu,Arasat aklı olmayanların mekanı,Cehennem ise akılsızlığın ve akılsızların akılsızlıklarının sonucudur.

Bu nasıl akıllılıktır ki;kendisine tapmada hiçbir fayda veya zarar vermeyen bir buzağıyı ilah edinmek ve ona tapmak?[1]

Hz. İbrahim-de:” Babacığım,işitmez,görmez,sana faydası olmaz şeylere niçin tapıyorsun?”[2] 16 – 6- 1998

DELİ İSO ( İSMAİL ) DELİ Mİ, VELİ Mİ?

Deli olarak bilinen bu şahsın işte iki özelliği; Bir gün yeni bir lastik ayakkabı giymiş,oysa yalın ayak gezmekte. Karda kışda yalın ayak gezer,bir şeyde olmazdı. Bir gün Tut-lu Habibe,sen Kado-nun mezarını biliyon mu? Hele gidelim,diyor. Orada ne yapıyor,ne ediyor,bir haber vermedi? Sümerbankdaki bekçi Ali ile beraber,Kado-nun mezarının başına vardıklarında kendi gibi olan,onun kabrinin başında; La Kado,yerin iyi mi,sıhhatin nasıl? Sonra da,hadi gidelim Kado-nun yeri rahatmış,deyip yola çıkıyorlar. O sırada yolda ayağındaki başkasının kendisine almış olduğu yeni lastik ayakkabıları yan yana düzgün olarak çıkarıb koyunca yanındakiler,niye çıkardığını sorduklarında İso; La yürüyün,sahibi şimdi gelir,alır. Biraz sonra sırtında çirpilerle ayağı ayakkabısız bir kadın gelip yolda duran lastikleri görünce,biraz durup,onları giyer ve gider. İso-da,hadi gidelim,sahibi geldi,diyerek yollarına devam ederler.

Ölmezden bir gün evvel kendisine,gömleğini ver ki çamaşırını yıkayalım,dediklerinde;

Yav,bende ölecektim. Neyse vereyim. Ben de yarın ölürüm,diyerek veriyor. Ve gerçekten de ertesi günü vefat ediyor. – K A D O ( ABDULKADİR)

İso gibi Adıyaman-da bulunan Kado-da zahiren deli olup,veli hareketleri görülenlerden… Uzunca bir entari giyer,çarşıda gezerdi. Gömlek,kilot gibi şeyler giymezdi. Dolmalı küfte ne kadar olur,dediklerinde;avuç içi kadar derdi. Yok dediklerinde,büyütür,karpuz kadar ve sonuçta ziyaret yeri olan Abuzer Gafar kadar derdi.

– BESNİLİ –

Besnili bir ağanın azab-ı olan bu şahsın ağası bir gün hacca gider. Bu deli!de,onun hanımının yanına geldiğinde bakar ki,hanımı içli köfte yapıyor. Buna da verir. Oda yer.

Biraz sonra gelir,biraz daha varsa,ver de ağama götüreyim,deyince kadın;her halde kendisi doymadı,ağasını bahane ediyor,diyerek bir tabağa koyar,mendile sararak verir.

Hicaz-da arkadaşlarıyla oturan ağasına kabı verir. Ağası açar ki,dolmalı köfte,daha soğumamış bile.. Ağasına ,gelirken kabla,bezi getirmeyi unutma,tenbihinde de bulunur.

Ve döner,ağanın hanımına da emaneti ulaştırdığını,ağasının da kendisine selamının olup,kabı da getireceğini bildirir.

İnanmayıp,şüphesini sürdüren kadın,kim bilir yeyip,tabağı da nerede unuttu,der,ve umursamaz. Ne de olsa delidir!

Ve kocası Hicaz-dan geldiğinde,gönderdiğin köfteyi yedim,işte tabağın,deyince hem kadının hem de adamın şaşkınlığı sürer.

Ağayı Hac-dan geldiğinden dolayı ziyarete gelirler. Ağa deliyi yanına alarak gelenlere;beni değil,onu ziyaret edin,der.

Ancak sır ifşa olmuştur. O zat-da üç gün içerisinde vefat eder.

Sırları keşfeden akıl,sırları keşfedilemiyen akıl.

– R E M O ( RAMAZAN- GÜLOĞLAN )

Adıyaman-da,kab camiinin arkasında bulunan külhanın alt katında yatıp kalkmaktadır.

Kendisi köşker olan sakallı Şükrü devamlı bunu banyoya götürür,iyice yıkar. Ancak o yine de külhana giderdi.

Bir kış günü kar yağarken,yine hamama götürüp kendisini ve gömleğini iyice yıkar,temizlettirir. Siyah gömlekten başka gömlek de giymezdi.

Banyodan çıktıkların da kar yağmaya devam etmektedir. Bunu evine götürür,akşam yemeklerini yer ve yatsı namazından sonra Remo; Kalk beni Gül-hanıma (Kül-han)götür,der.

Oda der;Bak temizlendin,bu gece bur da yat,yarın seni götüreyim.

Oda;Çabuk kalk,beni gül-hanı ma götür,ora boş kalmasın.

Ve gider,o külde yatar. Ve bu çilesini gül-han-ın da doldurarak,bu dünyadan göçer,gider.

Çilehaneler ile tımarhaneler bir birlerinden ayrılmalıdır. Umumu anlaşılmayan bir şeyin hepside reddedilmez,inkar edilmez ve edilmemelidir.

24-12-1999 / MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bkn.Ta-Ha.89.

[2] Meryem.42,A’raf.148,195,Enbiya.66-67, Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi.Heyet. 16 / 26.




HÜKMEDEN MAHKUMLAR

HÜKMEDEN MAHKUMLAR

İnsanlık tarihi boyunca inkar edilemeyecek ve kabul edilmesi gereken bir hakikatın;hapishaneler olduğu gayet zahir olarak görülmüş ve de görülmektedir,bundan sonra da görülecektir.

Kur’an-ı Kerim-de Yusuf peygamberin hapishane macerası uzunca anlatılmaktadır.[1]

İmam-ı Azam gibi zatların hayatında önemli bir yer alırken,Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı tam bir maceralar ve harikalar zinciri olarak kendisini göstermektedir. 28 senelik bir hapishane hayatı..o da zulmen mahkum..suçsuz yere…

Sakın hapishaneler şimdiki çektiği sıkıntıları,onların bedeli olarak çekiyor olmasın? O zatların hürriyetlerini madden kısıtlamanın acı faturasını ve bedelini ödemektedir.

Kur’an umum zaman ve zemini kapsadığından her an tazeliğini muhafaza etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in meseleleri,gündemin meseleleridir,bekleyiniz…

Şu anda hapishaneler hastadır. Ancak hastalık önce dışarıda başlar,hastahane de devam eder ve mezaristanda sonlanır. Hasta olan hapishaneler de bunu yansıtmaktadır. Onların hastalığı dışarıdan kaynaklanan hastalıklardır. O insanların hastalığı dışarıda başlamış idi,daha doğrusu başlatılmış iken bu hastalık devam ettirilmektedir. O halde bunlar için manevi birer reçete yazmak gerekirse,bunları şöylece sıralayabiliriz;

1)Bu insanlar oraya manevi açlıktan mahrum olarak bırakıldıklarından dolayı düşmüşlerdir. Manen ölü ve yaralı idiler. Bir an önce onlara kadrolu İlahiyatçı görevliler tahsis edilmeli. Okulda ders verdikleri gibi orada da ders verilmeli,hapishaneyi bir okula dönüştürmeli.

2)Kur’an-ı Kerim-in bu zamanımıza bakan bir tefsiri bulunan,Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı mahpuslara ekmek ve su gibi muhtaç oldukları bu eserler ve hakikatlar onlara ulaştırılmalıdır. Zira hastalıklar hastalığın ilaçlarıyla tedavi edilirse netice alınmış olur. Bu bir hakikat ve teminat,tecrübelerle sabit bir gerçektir.

3)Asıl mesele mahkumlar içerdeyken onları savunmaktan ziyade,oraya düşmeden önce onlara her hususta yardımcı olmak gerek. Hapishaneye giden yolların kapatılmasa bile,asgariye indirme yollarını bulmak gerek.

4)O insanların manevi alemlerine girmek,maddi alemlerinde önemli yer tutan iş,aş ve eş hususunda yardımcı olmak.

5)Mahkumlara verilen ceza,hayatlarının normal akışını durdurma cezasıdır. Yoksa hayatlarının ortadan kaldırma cezası olmadığına göre,onlar hayata kazandırılmalı,çıktığında ise ıslah olmuş ve bir meslek kazanmış kişi olarak çıkmalıdır.

6)Cezalar caydırıcı olmalı,hapse düşenin hakkı kadar,hayatı alınanın veya hukuku çiğnenenin hakkı da göz önünde bulundurulmalı,engellenmesi için cezalar göstermelik değil,durdurmalıdır. İşte canlı bir örneği;

-Yıllar önce ders için bir hapishaneye derse gittiğimde hırsızlıktan dolayı üç kere içeriye giren bir kişi,dördüncüsünde üç kişiyi daha getiren bu mahkumlarla konuştuktan sonra,vaz geçtiklerini söylediler. Bir daha yapmayacaklarına dair söz verdiler.

Bir hafta sonra tekrar gittiğimde niyetlerinin bozuk olduğunu gardiyanın söylemesi üzerine,işin gerçeğini araştırmak üzere ağızlarını aradım. Sorduğumda bizi kendisine samimi gören bir mahkum aynen şöyle söyledi;

-Bir yeri daha düşünüyoruz,başaralım,başarmayalım son..söz,dediler.

Uzun söze ne hacet,böyle söylenince her şey anlaşılıyor değil mi?

7)Hapishane meseleleri toplumdan ziyade devlet ve mahkum bağlantılı olup,ilk etapta onlar arasında çözülmesi gereken hususlardır. Zira mahkum olan toplum değildir. Ancak şu anda mahkum edilmeye çalışılan toplumdur. Bu da toplumun hapishaneye düşenlere karşı,düşmeden önce görevini yapmamasının bir bedelidir.

8)Mahkumlar hayırda teşvik edilmeli,problemleri müzminleştirmemeli,topluma kazandırılmaya çalışılmalıdır. Mesela;

-Eğitim-öğretim dersleri verilip,üniversite mezuniyetine kadar yardımcı olunmalı. Çıktığında bir intikam alıcı değil,faydalı bir insan olmalı.

-Hafızlığa çalışmaları teşvik edilmeli. Bunlar af edici,bağışlayıcı,suçu düşürücü unsurlar olmalı.

-Ekonominin gelişmesinde onlardan istifade edilmeli. Tüketici değil,üretici insanlar olmalı.

Özetle;çıkmalarını sağlamak çözüm değil,girmelerini engellemek sağlıklı bir çözümdür.

26-7-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak. Yusuf suresi.




K I Y I M

K I Y I M

İnsanlık tarihinden beri menfi sahada biriken kin ve ğayzların toptan boşalmış olduğu bir asırda bulunmaktayız.

Kıyım ve kıyılmalar da bunların bir tezahürü olarak görülmemektedir.

Bu kıyma olayları iki manada cereyan etmektedir. Biri,maddi alanda,diğeri ise manevi sahada…

Müsbete dair ne varsa imha edilmiş ve halen de edilmeye devam etmektedir. çeşitli bir şekilde havadan ve sudan bahaneler ile insanımıza,onlar içerisinde kadın,ihtiyar,çocuk,hasta demeden hepsi aynı muameleye maruz bırakılmaktadır. Vahşetlere denk,vahşi canavarlara dahi rahmet okutturacak şu kıyımlara bakınız ki;Annenin gözü önünde çocuğu kıyma makinasında kıyma yapılıyor,zorla anneye yediriliyor.

Hiçbir asrın görmediği tam bir vahşet…

Şeytanları bile geride bırakacak son dereke ve çukur…

Son asrın,son dev firavunları… Fir’avun ve fir’avuncukların yapamadığı,fazlasıyla bu asırda yapılmakta,insanlara kıyılmaktadır.

Teker teker kıyımlar az görüldüğünden toplu kıyımlara gidilmekte,kurşun harcama yoluna da baş vurmadan toptan yakarak veya diri diri gömerek öldürme yolu seçilmektedir.

Toplu kıyımlar… Dünya tam bir kan gölü haline kan içici hunharlarca getirilmektedir.

Kıymalarda organlar teker teker kıyılmakta,insanlara acı çektirmekten zevk alınmaktadır.

Tüm dünya,insanlığın hayatı ve refahı için değil de,helaki için çabalamaktadır.

İnsanların bunca öldürülmeleri az görülmüş olacak ki,işi başından kurutmak amacıyla doğum kontrolü adıyla,kürtaj uygulamalarıyla kıyım daha da dehşetle uygulanıyor.

Bu çocuklar daha bu dünyaya gelip gözlerini açmadan kapatılma yoluna gidilmekte,nüfusların yokluğu yoluyla nüfuzlar arttırılmaktadır. Fir’avun Musa’nın doğuşunu engellemek için erkek çocuklarını kestirmekten daha dehşet-engiz bir yol takib edilmekte,duygular ve değerler dumura uğratılmaktadır.

Dünya cennetliklere cehennem haline getirilmektedir. Böylece bu insanların dünyası yok edilmektedir.

Bunlar dünyalarını kaybedenler,sadece sonlu ve sınırlı kıyımlar…

Ya sonsuz ve ebedi kıyımlar…

Bunlar için yapılanlar ise;iman ve inançtaki kıyımlardır. İnsanların dinlerine ve inançlarına kıyma olayı. Tarihlerini ve değerlerini yitirme. Ve işin en tehlikeli tarafı inkar ettirmekle kalınmayıp yanlışlar doğru olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Tam bir kayıp ve kıyım…

İşte kıyımların bir bölümü:

-İnsanları kıymak için yapılan yanlış kanunlarla toplu kıyımlar… Manevi bir esaret altına alarak,susturarak ve konuşturmadan ezmek.

-Gülünç bahanelerle kıymalar. Giyinsen ne olur,giyinmesen ne olur? Şapka kanunuyla insanlara kıymalar. Evlerinden alarak asmalar.

-Takke takmanın yasaklandığı,Kur’an okumanın engellendiği,dini kitapların varlığının söz konusu olmadığı,ezanın asırlardır devam eden asliyetinden değiştirilip vahim neticelere maruz bırakıldığı,dinin dünyaya feda edildiği,maddenin manaya tercih edildiği,dinin hayattan tecrid edilmeye çalışıldığı kıyımlar asrında yaşamaktayız.

Asır kıyamlar ve kıyılanlar asrıdır. Beklenilen ve korkulan asır.

MEHMET ÖZÇELİK