KUR’AN-I KERİM-DE ADI GEÇEN PEYGAMBERLER

KUR’AN-I KERİM-DE ADI GEÇEN PEYGAMBERLER
Kur’an-ı Kerim-de bizzat ismi isim olarak geçen peygamberlerin isimlerini zikrettik.Ancak isminin dışında ismi zikredilmeden onların sözlerinin geçtiği ayetler de,sözlerde mevcuttur.Onları almadık,Sadece kendilerinin adları Kur’an-da kaç kere zikredilmiş olduğunu tesbit ettik.
“Ey Muhammed! Ant olsun, senden önce de birçok peygamber gönderdik. Sana onların kimini anlattık, kimini de anlatmadık” ( Mümin suresi, ayet 78)

ÂDEM –(ve Adem Oğlu)25
Bakara(31) Allah adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
Bakara(33) Allah şöyle dedi: “Ey adem! Onlara bunların isimlerini söyle.” adem, meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.
Bakara.34-Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Bakara(35) Dedik ki: “Ey adem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Bakara(37) Derken, adem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.
Al-i İmran-33-Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u ve İbrahim ailesiyle İmran hanedanını süzüp alemler üzerine seçti.
Al-i İmran(59) Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, adem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.
Maide(27) (Ey Muhammed!) Onlara, adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.
Araf-11-Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.
Araf-19-“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”
Araf.26-Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).
Araf.27-Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.
Araf.31. Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.”
Araf.35. Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.”
Araf(172) Hani Rabbin (ezelde) ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
İsra.61.” Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.”
İsra.70.” Andolsun ki: Biz, Adem oğullarını üstün bir şerefe mazhar kıldık; karada ve denizde binitlere yükledik ve güzel güzel nimetlerle besledik; yarattıklarımızdan çoğunun üzerine geçirdik.”
Kehf.50.” Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!”
Meryem(58) İşte bunlar, adem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Ta Ha(115) Andolsun, bundan önce biz adem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
Ta Ha(116) Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.”
Ta Ha(117) Biz de şöyle dedik: “Ey adem! Şüphesiz bu (İblis) sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”
Ta Ha(120) Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey adem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
Ta Ha(121) Bunun üzerine onlar (Adem ve eşi Havva) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cennet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. adem Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı.
Yasin(60) «Ey Âdem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi?

İDRİS-2-
Meryem(56) Kitap’ta İdris’i de an. Şüphesiz o doğru sözlü bir kimse, bir nebi idi.
Enbiya(85) İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.

HUD-7-
Araf(65) Ad kavmine de kardeşleri hud’u gönderdik: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, ondan başka hiçbir ilahınız yoktur! Hala siz O’nun azabından sakınmayacak mısınız?” dedi.
Hud(50) Ad’a kardeşleri hud’ u gönderdik, onlara: ” Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Siz yalnızca iftira etmektesiniz.
Hud(53) Dediler ki: “Ey hud, sen bize mucize getirmedin, biz ise senin sözünle ilahlarımızı terketmeyiz ve biz sana inanmayız!”
Hud(58) -Fermanımız geldiğinde hud’u ve beraberinde iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, hem onları ağır bir azaptan kurtardık.
Hud(60) Hem bu dünyada hem de kıyamet gününde bir lanet cezasına çarptırıldılar. Bak işte, Ad topluluğu Rablerine küfrettiler ve bak işte, defoldu gitti hud’un kavmi Ad!
Hud(89) Ey kavmim , bana karşı çıkmanız, sakın sizi Nuh kavminin veya hud kavminin ya da Salih kavminin başlarına gelenler gibi bir felakete sürüklemesin! Lut kavmi de sizden uzak değildir!
Şuara(124) Kardeşleri hud o zaman onlara şöyle demişti: “Siz Allah’tan korkmaz mısınız?

SALİH-10-
-Araf(73) Semud kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik. Salih onlara: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, ondan başka hiçbir ilahınız yoktur. İşte size Rabbinizden açık bir mucize geldi. Bu size bir delil olmak üzere Allah’ın dişi devesidir, bırakın Allah’ı toprağında otlasın, ona bir fenalıkla dokunmayın; yoksa acı bir azaba uğrarsınız!” dedi.
-Araf(75) Kavminin içinde kibirlerine yediremeyen cumhur cemaat =ileri gelenler, hırpalanmakta olanlardan iman etmiş olanlara: “Siz, Salih’in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş olduğunu biliyor musunuz?” dediler. Onlar: “Doğrusu biz, onun gönderildiği şeye inanıyoruz!” dediler.
-Araf(77) Derken o dişi deveyi tepelediler, ayaklarını keserek öldürdüler, Rablerinin emrine baş kaldırdılar ve: “Hey Salih, sen gerçekten peygamberlerden isen, bizi tehdit etmekte olduğun azabı getir de görelim!” dediler.
-Araf(189) O, o zattır ki sizi bir tek nefisten yarattı, eşini de ondan yarattı ki gönlü buna ısınsın. Onun için eşine yaklaşınca o hafif bir yükle hamile kaldı, bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden kendilerini yetiştiren Allah’a şöyle dua ettiler: “Bize Salih yaraşıklı bir çocuk ihsan edersen, yemin ederiz ki, kesinlikle şükreden kullarından oluruz!”
-Hud(61) Semud’a da kardeşleri Salih’i gönderdik. O: ” Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, O’ndan başka bir ilahınız da yoktur. Sizi, yerden O meydana getirdi, yeryüzünde yerleşme ve imar etme gücünü size O verdi; O’nun bağışlamasını isteyin, sonra O’na tevbe edin! Şüphe yok ki, Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.” dedi.
-Hud(62) Onlar: ” Ey Salih, bundan önce sen, içimizde ümit beslenen bir kişiydin, şimdi bizi babalarımızın tapındığına tapmaktan vazgeçirmek mi istiyorsun? Biz kesinlikle senin bizi davet ettiğin şeyden çok kuşkulandıran bir şüphe içindeyiz.” dediler.
-Hud(66) Emrimiz geldiğinde Salih’i ve beraberinde iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle azaptan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Çünkü Rabbindir çok güçlü, çok üstün olan.
-Hud(89) Ey kavmim , bana karşı çıkmanız, sakın sizi Nuh kavminin veya Hud kavminin ya da Salih kavminin başlarına gelenler gibi bir felakete sürüklemesin! Lut kavmi de sizden uzak değildir!
-Şuara(142) Kardeşleri Salih o zaman onlara şöyle demişti : “Allah’tan korkmaz mısınız?
-Neml(45) Andolsun ki, Allah’a ibadet edin diye Semud’a da kardeşleri Salih’i göndermiştik; hemen birbirleriyle çekişen iki fırka oldular.

İBRAHİM (Âl-İ İBRAHİME) 69-
Bakara(124) Bir zaman Rabbi İbrahim’i bir takım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.
Bakara(125) Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”
Bakara(126) Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.
Bakara(127) Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.
Bakara(130) Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.
Bakara(132) İbrahim bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak müslümanlar olarak ölün” dedi.
Bakara(133) Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler ona boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?
Bakara(135) (Yahudiler) “Yahudi olun” ve (Hıristiyanlar da) “Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız” dediler. De ki: “Hayır, hakka yönelen İbrahim’in dinine uyarız. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
Bakara(136) Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”
Bakara.140. Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Bakara(258) Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
Bakara(260) Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Al-i İmran(33) Şüphesiz, Allah, Adem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil olarak seçip âlemlere üstün kıldı.”
Al-i İmran(65) Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?
Al-i İmran(67) İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.
Al-i İmran(68) Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur.
Al-i İmran(84) De ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız.”
Al-i İmran(95) De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
Al-i İmran(97) Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır.)
Nisa(54) Yoksa, insanları; Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği şey dolayısıyla kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir hükümranlık da vermiştik.
Nisa(125) Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah İbrahim’i dost edindi.
Nisa(163) Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.
Enam(83) İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz… Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
Enam(74) Hani İbrahim babası Âzer’e, “Sen putları ilah mı ediniyorsun? Şüphesiz, ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.
Enam(75) İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun.
Enam.83. İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimiz.. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
Enam(161) De ki:”Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.”
Tevbe(70) Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Tevbe(114) İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.
Hud(69) Andolsun, elçilerimiz (melekler), İbrahim’e müjde getirip “Selâm sana!” dediler. O, “Size de selâm” dedi ve kızartılmış bir buzağı getirmekte gecikmedi.
Hud(74) İbrahim’in korkusu gidip, kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizim (elçilerimiz)le tartışmaya başladı.
Hud(75) Çünkü İbrahim çok içli ve Allah’a yönelen bir kimseydi.
Hud(76) Elçilerimiz, “Ey İbrahim bundan vazgeç! Çünkü Rabbinin emri kesin olarak gelmiştir. Şüphesiz onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir” dediler.
Yusuf(6) “İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Yusuf(38) “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.”
Hicr(51) Onlara İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.
İbrahim(35) Hani İbrahim demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”
Nahl(120) Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.
Nahl(123) Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik.
Meryem(41) Kitapta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.
Meryem(46) Babası, “Ey İbrahim! Sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.
Meryem(58) İşte bunlar, Adem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Enbiya(51) Andolsun, daha önce de İbrahim’e doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini verdik. Biz zaten onu biliyorduk.
Enbiya.60. (İçlerinden bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler.
Enbiya(62) (İbrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilahlarımıza ey İbrahim” dediler.
Enbiya(69) “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.
Hac(26) Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.
Hac(43. İbrahim’in kavmi de Lüt’un kavmi de;
Hac(78) Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahitt (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!
Şuara(69) Ey Muhammed! Onlara İbrahim’in haberini de oku.
Ankebut(16) İbrahim’i de peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Allah’a kulluk edin, O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
Ankebut(31) Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz bu memleket halkını helak edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler.
Ankebut(32) İbrahim, “Ama orada Lût var” dedi. Onlar, “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O geri kalıp helak edilenlerden olacaktır.”
Ahzab(7) Hani biz peygamberlerden sağlam söz almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim, Mûsâ ve Meryem oğlu İsa’dan da. Evet biz onlardan sapa sağlam bir söz almıştık.
Saffat(83) Şüphesiz İbrahim de onun taraftarlarından idi.
Saffat(104) Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!”
Saffat(109) İbrahim’e selam olsun.
Sad(45) (Ey Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an.
Şura.13. “Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.
Zuhruf(26) Hani İbrahim babasına ve kavmine şöyle demişti: “Şüphesiz ben sizin taptıklarınızdan uzağım.”
Zariyat(24) (Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Necm(37) Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?
Hadid(26) Andolsun, biz Nûh’u ve İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve kitabı onların soylarına da verdik. Onlardan kimi doğru yola ermiştir, ama içlerinden birçoğu da fasık kimselerdir.
Mümtehine(4) İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”
A’la(19) Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda, İbrahim ve Mûsâ’nın sayfalarında da vardır.

LUT-27-
-Enam(86) İsmail’i, Elyasa’ı, Yûnus’u ve Lût’u da hidayete erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.
-Araf(80) Lût’u da Peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Sizden önce âlemlerden hiçbir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
Hud(70) Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: “Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”
Hud(74) İbrahim’in korkusu gidip, kendisine müjde gelince Lût kavmi hakkında bizim (elçilerimiz)le tartışmaya başladı.
-Hud(77) Elçilerimiz Lût’a gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok zor bir gün” dedi.
Hud(81) Konukları şöyle dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!”
Hud(89) “Ey Kavmim! Bana karşı olan düşmanlığınız, Nûh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Salih kavminin başına gelenin benzeri gibi bir felaketi sakın sizin de başınıza getirmesin. (Ve unutmayın ki) Lût kavmi sizden uzak değildir.”
Hicr(59. Ancak, Lut ailesi başka; biz onların hepsini kesinlikle kurtaracağız.
Hicr.61. Elçiler Lut ailesine geldikleri zaman,
-Enbiya(71) Onu Lût ile beraber kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız yere ulaştırdık.
-Enbiya(74) Biz Lût’a da bir hikmet ve bir ilim verdik ve onu çirkin işler yapan memleketten kurtardık. Gerçekten onlar kötü bir toplum idiler, fasık (Allah’ın emrinden çıkan kimseler) idiler.
Hac(43. İbrahim’in kavmi de Lüt’un kavmi de;
Şuara(160) Lût’un kavmi de peygamberleri yalanladı.
Şuara(161) Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Şuara(167) Dediler ki: “Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen mutlaka (şehirden) çıkarılanlardan olacaksın!”
Neml.54. Lût’u da (Peygamber olarak gönderdik.) Hani o, kavmine şöyle demişti: “Göz göre göre, o çirkin işi mi yapıyorsunuz?”
Neml.56. Bunun üzerine kavminin cevabı ancak şöyle demek oldu: “Lût’un ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış(!)”
Ankebut(26) Bunun üzerine Lût, ona (İbrahim’e) iman etti. İbrahim, “Ben, Rabbime (gitmemi emrettiği yere) hicret edeceğim. Şüphesiz o mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir” dedi.
Ankebut(28) Lût’u da peygamber olarak gönderdik. Hani o kavmine şöyle demişti: “Gerçekten siz, sizden önce dünyada hiçbir toplumun yapmadığı bir hayasızlığı işliyorsunuz.”
Ankebut(32) İbrahim, “Ama orada Lût var” dedi. Onlar, “Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O geri kalıp helak edilenlerden olacaktır.”
Ankebut(33) Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O geride kalıp helak edilenlerden olacaktır.”
Saffat(133) Şüphesiz Lût da peygamberlerdendi.
Sad(13) Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi2 Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı.
Kaf(13. Âd, Firavun, Lût’un kardeşleri de (yalanladılar).
Kamer(33) Lût kavmi de uyarıcıları yalanladı.
Kamer(34. Biz de üzerlerine taşlar yağdıran (kasırga) gönderdik. Yalnız Lut ailesini bir seher vakti kurtardık,
Tahrim(10) Allah, inkar edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.

İSMAİL-12-
Bakara(125) Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”
Bakara(127) Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.
Bakara(133) Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler ona boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?
Bakara(136) Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”
Bakara(140) Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Al-i İmran(84) De ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız.”
Nisa(163) Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.
Enam(86) İsmail’i, Elyasa’ı, Yûnus’u ve Lût’u da hidayete erdirmiştik. Her birini âlemlere üstün kılmıştık.
İbrahim(39) “Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”
Meryem(54) Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resül, bir nebi idi.
Enbiya(85) İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.
Sad(48) (Ey Muhammed!) İsmail, el-Yesa’ ve Zülkifl’i de an. Onların her biri iyi kimselerdi.

İSHAK-17-
Bakara(133) Yoksa siz Yakub’un, ölüm döşeğinde iken çocuklarına, “Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?” dediği, onların da, “Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilâha ibadet edeceğiz; bizler ona boyun eğmiş müslümanlarız.” dedikleri zaman orada hazır mı bulunuyordunuz?
Bakara(136) Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a), İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz.”
Bakara(140) Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Al-i İmran(84) De ki: “Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız.”
Nisa(163) Biz Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.
Enam(84) Biz ona İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik. Hepsini hidayete erdirdik. Daha önce Nûh’u da hidayete erdirmiştik. Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız.
Hud(71) İbrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı müjdeledik; İshak’ın arkasından da Yakûb’u.
Yusuf(6) “İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Yusuf(38) “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.”
İbrahim(39) “Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”
Meryem(49) İbrahim, onları da onların taptıklarını da terk edince ona İshak ile Yakub’u bağışladık ve her birini peygamber yaptık.
Enbiya(72) Ona İshak’ı ve ayrıca da Yakub’u bağışladık ve her birini salih kimseler yaptık.
Ankebut(27) O’na (İbrahim’e) İshak’ı ve Yakub’u bahşettik. Onun soyundan gelenlere peygamberlik ve kitab verdik. Ayrıca ona dünyada mükafatını da verdik. Şüphesiz o, ahirette de salih kimselerdendir.
Saffat(112) Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik.
Saffat(113) Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.
Sad(45) (Ey Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an.

YUSUF-27-
Enam(84) Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız.
Yusuf(4) Bir vakit Yusuf babasına: “Babacığım, ben rüyada onbir yıldızla güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki, onlar bana secde ediyorlar.” dedi.
Yusuf(7) Yüceliğim hakkı için Yusuf ve kardeşlerinde soranlara ibret olacak deliller vardı.
Yusuf(8) Çünkü kardeşleri: “Kesinlikle Yusuf ve kardeşi, babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz birbirine sargın bir topluluğuz. Doğrusu babamız belli ki, yanılıyor.
Yusuf. 9.“Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra (tövbe edip) salih kimseler olursunuz.”
Yusuf.10. Onlardan bir sözcü, “Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyunun dibine bırakın ki geçen kervanlardan biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın” dedi.
Yusuf(11) Vardılar babalarına: “Ey babamız, neden sen, Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun? Oysa biz onun iyiliğini isteyenleriz.
Yusuf(17) Ey babamız, biz gittik yarışıyorduk, Yusuf’u eşyamızın yanında bırakmıştık; bir de baktık ki, onu kurt yemiş. Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmazsın!” dediler.
Yusuf(21) Mısırda onu satın alan kişi karısına: “Ona iyi bak, belki bize yararı olur, ya da onu evlat ediniriz.” dedi.Bu şekilde Yusuf’u orada yerleştirdik, kendisine olayların yorumuna dair bilgiler öğretelim diye. Allah, yaptığı işte üstün bir güce sahiptir, fakat insanların çoğu bilmezler.
Yusuf.29. “Ey Yûsuf! Sen bundan sakın kimseye bahsetme. (Ey Kadın,) sen de günahının bağışlanmasını dile. Çünkü sen günah işleyenlerdensin.”
Yusuf.46. (Zindana varınca), “Yûsuf! Ey doğru sözlü! Rüyada yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yemesi, bir de yedi yeşil başakla diğer yedi kuru başak hakkında bize yorum yap. Ümid ederim ki (vereceğin bilgi ile) insanlara dönerim de onlar da (senin değerini) bilirler” dedi.
Yusuf(51) Hükümdar o kadınlara: “Derdiniz neydi ki, o zaman Yusuf’un nefsinden murad almağa, onunla birlikte olmaya kalkıştınız?” dedi. Onlar: “Haşa, Allah için biz onun aleyhine bir kötülük bilmiyoruz!” dediler. Azizin karısı: “Şimdi gerçek ortaya çıktı; onun nefsinden ben kam almak istedim. O ise kesinlikle doğru söyleyenlerdendir.” dedi.
Yusuf(56) Ve işte böylece Yusuf’u o ülkede yerleştirdik; neresinde isterse makam tutuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyi davrananların mükafatım zayi etmeyiz.
Yusuf(58) Birden Yusuf’un kardeşleri çıkageldiler; gelip yanıma girdiler; hemen onları tanıdı, onlar ise onu tanımıyorlardı.
Yusuf.69. Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde; o, kardeşi Bünyamin’i yanına bağrına bastı ve (gizlice) “Haberin olsun ben senin kardeşinim, artık onların yaptıklarına üzülme” dedi.
Yusuf(76) Bunun üzerine (Yusuf) kardeşinin kabından önce, onların kaplarını aramaya başladı, sonra onu kardeşinin kabından çıkardı, işte Yusuf için böyle bir tedbir yaptık! Melik’in kanununa göre kardeşini alıkoymasına çare yoktu. Ancak Allah’ın dilemesi başka! Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz ve her ilim sahibinin üstünde bir bilen vardır.
Yusuf(77) Dediler ki: “Eğer o çalmışsa, bundan önce bir kardeşi de çalmıştı.” O vakit Yusuf bunu içine attı ve onlara belli etmeden:”Siz çok kötü bir durumdasınız, ne isnat ettiğiniz! Allah çok iyi biliyor.” dedi.
Yusuf(80) Ne zaman ki ondan ümit kestiler, fısıldaşarak çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın, aleyhinizde Allah’tan söz almış olduğunu, bundan öncede Yusuf hakkında yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Ben artık babam izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar buradan ayrılmam; O, hükümverenlerin en hayırlısıdır.”
Yusuf(84) Ve onlardan yüzünü çevirdi de: “Ey Yusuf’un üstünde titreyen tasam!” dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü; artık yutkunuyor, yutkunuyordu.
Yusuf(85) Dediler ki: “Hala Yusuf’u anıp duruyorsun, vallahi sonunda kederden eriyeceksin veya helak olanlara karışacaksın!”
Yusuf(87) Ey oğullarım, haydi gidiniz de Yusuf ile kardeşini bulmak için araştırınız; Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz; çünkü Allah’ın rahmetinden ümidin! kesen ancak kafirler güruhudur.”
Yusuf(89) Dedi ki: “Cahilliğinizde siz Yusuf ile kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz?”
Yusuf(90) “A a.! Sen Yusuf musun?” dediler. Ben Yusuf’um, bu da kardeşim! Allah bize lütfuyla iyilikte bulundu;bir gerçektir ki, kim Allah’ tan korkar ve sabrederse, muhakkak Allah iyilerin mükafatım zayi etmez.” dedi.
Yusuf(94) Ne zaman ki, bu taraftan kervan ayrıldı, öteden babaları dedi ki: “Doğrusu ben bana bunaklık yakıştırmasına kalkamazsanız gerçekten Yusuf’un kokusunu duyuyorum, eğer bunak demezseniz!”
Yusuf.99. (Mısır’a gidip) Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde; Yûsuf ana babasını bağrına bastı ve “Allah’ın iradesi ile güven içinde Mısır’a girin” dedi.
Yusuf(100) Ana ve babasını taht üzerine çıkardı, hepsi Yusuf için secdeye kapandılar. Yusuf da:”Ey babacığım, işte bundan önceki rüyamın yorumu bu; gerçekten Rabbim onu gerçekleştirdi, cidden bana iyilikte bulundu;çünkü beni zindandan çıkardı; şeytan benimle kardeşlerimin arasını dürtüştürdükten (bozduktan) sonra sizi çölden buraya getirdi. Gerçekten Rabbim, dilediği şey için aldığı tedbirde çok hoş davranır. Gerçek şu ki, O, herşeyi çok iyi bilen, her yaptığın bir hikmete göre yapandır!
Mümin(34) Bundan önce size apaçık delillerle Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiği gerçekte şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de: “Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez!” dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.

ŞUAYB-11-
-Araf(85) Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Rabbinizden size açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü ve tartıyı tam yapın. İnsanların mallarını eksiltmeyin. Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. İnananlar iseniz bunlar sizin için hayırlıdır.”
-Araf(88) Şuayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şuayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şuayb, “İstemesek de mi?” dedi.
-Araf(90) Şuayb’ın kavminden inkar eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şuayb’a uyarsanız o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
-Araf(92) Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamışlardı. Şuayb’ı yalanlayanlar var ya, asıl ziyana uğrayanlar onlar oldu.
Hud.84. Medyen halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.”
Hud.87. Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”
Hud.91. Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin.”
Hud.94. (Azap) emrimiz gelince, Şu’ayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri, katımızdan bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri ise o korkunç (uğultulu) ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.
Şuara(177) Hani Şuayb onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Ankebut(36) Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik. Şuayb, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Ahiret gününe ümit besleyin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın” dedi.

MUSA-136-
Bakara(51) Ve bir vakit Musa’ya kırk gece (Tur’da kalmak ve sonra kendisine Tevrat verilmek üzere) sözleştik. Sonra siz, onun arkasından kendinize zulmederek buzağıya taptınız.
Bakara(53) Ve bir vakit Musa’ya o Kitab’ı ve Furkan’ı verdik, gerekirdi ki, doğru yolda gidesiniz. Bakara(54) Ve bir vakit Musa, kavmine dedi ki: “Ey kavmim, cidden siz o buzağıya tapmakla kendinize zulmettiniz. Gelin yaratanınıza dönün, tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız yaratanınız yanında sizin için hayırlıdır.” Böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten O, tevbeleri çok kabul eden, devamlı merhamet edendir.
Bakara.54. Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize yazık ettiniz. Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.”
Bakara(55) Ve bir vakit: “Ey Musa, biz Allah’ı açıkça görmedikçe, senin sözüne kesinlikle inanmayacağız.” dediniz. Bunun üzerine sizi o yıldırım yakalayıverdi; siz de bakakalmıştınız.
Bakara(60) Ve bir vakit Musa, kavmi için su dilediğinde bulunmuştu, Biz de: “Asan ile taşa vur!” demiştik. Bunun üzerine ondan oniki pınar fışkırdı. Her kısım insanlar kendi su alacağı kaynağı bildi. Allah’ın rızkından yiyin, için de bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin!
Bakara(61) Ve bir vakit: “Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, artık bizim için rabbine dua et, bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın.” dediniz. (O da): “O üstün olanı daha aşağı olanla değişmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya inin, o vakit size istediğiniz olacaktır.” dedi. Üzerlerine de zillet ve meskenet damgası basıldı ve sonunda Allah’tan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız olarak peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana daldılar ve aşırı gidiyorlardı.
Bakara(67) Bir vakit de Musa, kavmine demişti ki: “Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor.” Onlar da: “Ay! Bizimle eğlenip alay mı ediyorsun?” dediler. O da: “O gibi cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.” dedi.
Bakara(87) Andolsun ki, Musa’ya o kitabı verdik, arkasından bir takım peygamberler de gönderdik. Hele Meryem oğlu İsa’ya deliller verdik ve O’nu Cebrail ile de destekledik. Demek ki, size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle bir peygamber geldikçe her defasında kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için kimine yalan diyecek, kimini de öldürecek misiniz?
Bakara(92) Andolsun ki, Musa size apaçık delillerle gelmişti de arkasından tuttunuz danaya taptınız. Siz işte o zalimlersiniz.
Bakara(108) Yoksa siz peygamberinizi, bundan önce Musa’ya sorulduğu gibi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Oysa her kim imanı inkarla değiştirirse artık düz yolun ortasında sapıtmış olur.
Bakara(136) Ve deyin ki: “Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa’ya, İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O’nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O’nun için boyun eğen müslümanlarız.
Bakara.246. Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.
Bakara(248) Peygamberleri onlara: “Haberiniz olsun, onun hükümdarlığının alameti, içinde sizlere Rabbından bir rahatlık ve Musa ile Harun ailesinin bıraktıklarından bir kısmı bulunan bir sandığın gelmesi olacaktır. Onu melekler getirecektir. Eğer inanan kişilerseniz, elbette size bunda kesin bir delil vardır.” demişti.
Ali İmran(84) De ki: “Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!”
Nisa(153) Kitap ehli, senden kendilerine gökten bir kitap indirivermeni istiyorlar. Çok görme: Musa’dan daha da büyüğünü istediler ve: “Allah’ı bize açıkça göster.” dediler de zulümleri yüzünden kendilerini yıldırım çarptı. Sonra kendilerine o kadar mucizeler gelmişken tuttular danaya taptılar. Biz bunları bağışladık ve Musa’ya güçlü bir saltanat verdik,
Nisa(164) Ve gerek sana önceden kendilerini anlattığımız peygamberleri, gerekse anlatmadığımız peygamberleri gönderdiğimiz, hem de Allah’ın Musa’ya kelam söylemesi gibi.
Maide(20) Bir zaman Musa, kavmine: “Ey kavmim, Allah’ın size verdiği nimeti düşünün; çünkü O, içinizden peygamberler gönderdi, sizi hükümdarlar yaptı ve alemlerden hiçbirine vermediğini size verdi.
Maide(22) Onlar: “Ey Musa, orada hepsi de zorba bir topluluk var ve onlar oradan çıkmadıkça biz oraya girmeyiz. Eğer onlar çıkarlarsa biz de gireriz.” dediler.
Maide(24) Onlar: “Ey Musa, onlar orada bulundukça biz asla oraya girmeyiz! Haydi, sen Rabbinle git, ikiniz savaşın; biz işte burada oturacağız!” dediler.
Enam(84) Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız.
Enam.91. Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Çünkü, “Allah, hiç kimseye hiçbir şey indirmedi” dediler. De ki: “Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği, parça parça kâğıtlar hâline koyup ortaya çıkardığınız, pek çoğunu ise gizlediğiniz; (kendisiyle) sizin de, babalarınızın da bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitab’ı kim indirdi?” (Ey Muhammed!) “Allah” (indirdi) de, sonra bırak onları, içine daldıkları batakta oynayadursunlar.
Enam(154) Sonra Siz, Musa’ya, güzelce tatbik edene nimetlerimizi tamamlamak, herşeyi detaylı açıklamak, doğru yolu göstermek ve rahmet olmak üzere o kitabı verdik ki, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar…
Araf(103) Sonra onların arkasından Musa’yı ayetlerimizle, Firavun ve topluluğuna gönderdik. Tuttular o ayetlere karşı çıkarak zulmettiler. Artık bir bak o bozguncuların sonu ne oldu?
Araf.104. Mûsâ dedi ki: “Ey Firavun! Şüphesiz ki ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.”
Araf(115) Ey Musa, önce sen mi hünerini ortaya atacaksın, yoksa biz mi?” dediler.
Araf(117) Biz de Musa’ya: “Asanı bırakıver!” diye vahyettik. Bir de baktılar ki, o onların bütün uydurduklarını yalayıp yutuyor!
Araf.122. “Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine.”
Araf(127) Firavun kavminin yine ileri gelenleri: “Seni ve ilahlarını terk etsinler de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Musa’yı ve kavimini serbest bırakacaksın?” dediler. O da: “Oğullarını öldürür, kadınlarını sağ bırakırız. Yine tepelerinde kahrımızı yürütürüz.” dedi.
Araf.128. Mûsâ, kavmine, “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır” dedi.
Araf(131) Fakat kendilerine iyilik geldiği zaman: “İşte bu bizim hakkımızdır.” dediler. Başlarına bir kötülük gelirse Musa ile yanındakilerin uğursuzluğuna verirlerdi. Uğursuzluk kuşları ise Allah’ın yanındadır. Fakat çoğu bilmezlerdi.
Araf(134) Üzerlerine azap çöktüğü vakit dediler ki: “Ey Musa sana verdiği söze dayanarak, bizim için Rabbine dua et! Eğer bu azabı bizden sıyırırsan, andolsun ki, sana kesinlikle iman eder ve İsrail oğullarını seninle birlikte muhakkak göndeririz.”
Araf(138) Ve İsrail oğullarına denizi atlattık. Derken, bir kavme vardılar, toplanmış kendilerine mahsus bir takım putlara tapıyorlardı. Dediler ki: “Ey Musa, bunların birçok ilahları olduğu gibi sen de bize ilah yap!” Dedi ki: “Siz gerçekten cahillik ediyorsunuz. Çünkü o gördüklerinizin içinde bulundukları din, yok olmaya mahkumdur ve bütün yaptıkları batıldır!”
Araf(142) Bir de Musa’ya geceye va’d verdik ve ona bir on gece daha ekledik ve böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a şöyle dedi: “Kavmim içinde benim yerime geç ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme!”
Araf(143) Musa tayin ettiğimiz özel vakitte gelip Rabbi O’na kelamiyle iltifatta bulununca: “Ey Rabbim, göster bana kendini, Sana bakayım.” dedi. O da buyurdu ki: “Beni katiyyen göremezsin, ancak dağa bak, eğer yerinde durursa demek beni görebileceksin” Derken Rabbi dağa tecelli buyurunca onu un ufra (toz duman) ediverdi. Musa da baygın düştü. Ayılınca: “Münezzehsin, Sana tevbe ile döndüm ve ben mü’minlerin ilkiyim.” dedi.
Araf(144) Allah buyurdu ki: “Ey Musa, haberin olsun, Ben, mesajlarımla ve kelamımla seni o insanların üzerine seçtim. Şimdi şu sana verdiğimi al ve şükrünü bilenlerden ol!”
Araf.148. Mûsâ’nın kavmi onun (Tur’a gitmesinin) ardından, ziynet eşyalarından, böğürmesi olan bir buzağı heykeli (yaparak ilâh) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onlara hiçbir yol göstermediğini görmediler mi? (Böyle iken) onu (ilâh) edindiler de zalim kimseler oldular.
Araf.150. Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. (Öfkesinden) levhaları attı ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) “Ey anam oğlu” dedi, “Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma.”
Araf.154. Mûsâ’nın öfkesi dinince (attığı) levhaları aldı. Onların yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardı.
Araf(155) Bir de Musa tayin ettiğimiz vakitte huzurumuzda bulunmak üzere kavminden yetmiş er seçmişti. Ne zaman ki bunları o sarsıntı yakaladı. Musa dedi ki: “Rabbim, dileseydin bunları ve beni daha önce helak ederdin. Şimdi bizi ,içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helak mı edeceksin? O da sırf Senin imtihanın; Sen bununla dilediğini sapıklığa bırakır, dilediğine hidayet kılarsın! Bizim velimiz Sensin; artık bizi bağışla, bize merhamet eyle; bağışlayanların en hayırlısı Sensin!
Araf(159) Evet! Musa’nın kavminden bir topluluk vardır ki, doğruya yöneltirler ve onunla hükmedip adalet gösterirler.
Araf(160) Bununla beraber Biz onları oniki kabileye, o kadar ümmete ayırdık ve Musa’ya -kavmi kendisinden su istediği vakit- şöyle vahyettik: “Vur asan ile taşa!” O zaman ondan on iki pınar akmaya başladı. Halkın her kesimi kendi su alacağı yeri belirledi. Bulutu da üzerlerine gölgelik çektik, kendilerine kudret helvası ile bıdırcın indirdik ve: “Size rızık olarak verdiğimiz nimetlerin temizlerinden yiyin!” dedik. Bununla beraber onlar zulmu Bize yapmadılar, ancak kendi nefislerine zulmediyorlardı.
Yunus(75) Sonra bunların arkasından Musa ile Harun’u Firavun ve cemaatine gönderdik. İman etmeyi kibirlerine yediremediler. Zaten onlar suçlu bir toplum idiler.
Yunus.77. Mûsâ: “Size hak gelince, onun hakkında böyle mi diyorsunuz? Bu bir sihir midir? Oysa sihirbazlar, iflah olmazlar!” dedi.
Yunus(80) Bunun üzerine büyücüler gelince Musa onlara: “Ne atacaksanız ortaya siz atın!” dedi.
Yunus(81) Attıklarında Musa dedi ki: “Bu sizin yaptığınız sihirdir. Muhakkak Allah onu iptal edecektir. Şüphesiz ki, Allah fesatçıların işini düzeltmez.”
Yunus(83) Özetle, Firavun ve adamlarının belası korkusundan önceleri Musa’ya -kavminin bir kısmından başka- iman eden olmadı; çünkü Firavun o yerde çok üstün ve çok aşırı giden taşkınlıklardan idi.
Yunus.84. Mûsâ, “Ey kavmim! Eğer siz gerçekten Allah’a iman etmişseniz, eğer O’na teslim olmuş kimseler iseniz, artık sadece O’na tevekkül edin” dedi.
Yunus(87) Biz de Musa ile kardeşine şöyle vahyettik. “Kavminiz için Mısır’da bir takım evler hazırlayın, evlerinizi kıble tarafına yapın ve namaz kılın! Bir de mü’minleri müjdele!
Yunus.88. Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.”
Hud(17) Rabbinden açık bir delil üzerinde olan, O’nun tarafından bir şahidin izlediği, ayrıca kendisinden önce bir rehber ve rahmet olarak Musa’nın kitabı bulunan kimse onlara benzer mi? İşte bunlar, ona iman ederler. Gruplardan her kim ona küfrederse, artık onun varacağı yer ateştir, sakın bunda şüpheye düşme; çünkü bu Rabbinden bir gerçektir. Ne var ki, insanların çoğu imana gelmezler.
Hud(96) Ululuğuma andolsun ki, Musa’yı da ayetlerimizle ve açık bir delil ile gönderdik.
Hud(110) Andolsun ki, Musa’ ya kitabı verdik de onda anlaşmazlığa düşüldü. Rabbinden önceden verilmiş bir söz olmasaydı, kesinlikle aralarında hüküm verilmiş, bitmiş olurdu. Onlar ise bundan kuşkulu bir şüphe içindedirler.
İbrahim(5) Andolsun ki, Musa’yı mucizelerimizle: “Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah günleri ile öğüt ver!” diye gönderdik. Şüphesiz ki, bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için birçok ibretler vardır
İbrahim(6) Ve o vakit Musa kavmine demişti ki: “AIIah’ın üzerinizdeki nimetini anın! Bir vakit sizi Firavun’nun adamlarından kurtardı ki, sizi işkencenin kötüsüne peyliyorlar ve oğullarınız! boğazlayıp kadınlarınızı diri tutmak istiyorlardı. Ve bunda Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı.
İbrahim(.8. Mûsâ, şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır.”
İsra.2. Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve onu, “Benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık.
İsra(101) Andolsun ki, Musa’ya apaçık dokuz mucize verdik. Sor İsrail oğullarına; Musa onlara geldiği vakit, Firavun ona dedi ki: “Ey Musa ben seni kesin büyüye tutulmuş sanıyorum!”
Kehf(60) Bir vakit Musa genç hizmetçisine demişti ki: ” İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, yahut senelerce gideceğim.”
Kehf.66. Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.
Meryem(51) Kitapta Musa’yı da an, çünkü O, ihlaslı idi ve bir elçi, bir peygamber idi.
Taha.9. Mûsâ’nın haberi sana ulaştı mı?
Taha(11) -Ona vardığı zaman, kendisine şöyle seslenildi: Ey Musa
Taha(17) O sağ elindeki de ne, ey Musa?
Taha(19) “Bırak onu, ey Musa!” diye buyurdu.
Taha(36) Allah: “Haydi, erdirildin dileğine, ey Musa!” buyurdu.
Taha(40) O zaman kız kardeşin gidiyor ve: “ona iyi bakacak birini bulayım mı size?” diyordu. Böylece, gözü aydın olsun ve üzülmesin diye seni tekrar annene iade ettik. Hem bir adam öldürdün de seni gamdan kurtardık, seni birçok denemelerden geçirdik; bu sebeple yıllarca Medyen halkı arasında kaldın, sonra da ey Musa, bir kader üstüne geldin.
Taha(49) Firavun: “Sizin Rabbiniz kimdir, ey Musa?” dedi.
Taha(57) Dedi ki: “Ey Musa, sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi bize geldin?
Taha.61. Mûsâ, onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allah’a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah’a karşı yalan uyduran mutlaka hüsrana uğramıştır.”
Taha(65) Onlar: “Ey Musa ya sen at, ya da ilk atan biz olalım.” dediler.
Taha(67) Birden bire Musa, içinde bir tür korku duydu.
Taha(70) Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar: “Harun il Musa’nın Rabbine iman ettik.” dediler.
Taha(77) Doğrusu Musa’ya şöyle vahyettik: “Kullarımla geceleyin yürü de onlara denizde kuru bir yol aç; yetişilmekten korkmaz ve endişe etmezsin.”
Taha(83) Hem seni kavminden daha çabuk gelmeye sevkeden nedir, ey Musa?
Taha.86. Bunun üzerine Mûsâ, öfke dolu ve üzgün bir hâlde halkına döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz, size güzel bir vaadde bulunmadı mı? (Ayrılışımdan sonra) çok zaman mı geçti, yoksa üzerinize Rabbinizden bir gazap inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze uymadınız (ve buzağıya taptınız)?” dedi.
Taha(88) Böylece (Sâmirî) onlar için böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. (Sâmirî ve adamları) “Bu sizin de ilâhınızdır, Mûsâ’nın da ilâhıdır. Öyle iken Mûsâ, (ilâhını burada) unuttu (da onu Tûr’da aramaya gitti)” dediler.
Taha(91) Onlar: “Biz Musa bize dönünceye kadar onun başında durmaktan asla ayrılmayacağız!” dediler.
Enbiya.48. Andolsun, biz Mûsâ ile Hârûn’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için o Furkân’ı (Tevrat’ı) bir ışık ve öğüt olarak verdik.
Hac(44) Medyen halkı da. Musa da yalanlandı. Ben de o kafirlere bir süre verdim, sonradan kendilerini tuttum alıverdim. O vakit cezalandırışım nasıl oldu (bir görseydin).
Müminun(45) Sonra bir takım ayetlerimiz ve açık bir ferman ile Musa’yı ve kardeşi Harun’u gönderdik.
Muminun(49) Andolsun ki, berikiler doğru tutabilsinler diye Musa’ya o kitabı da verdik.
Furkan(35) Andolsun ki, Musa’ya Kitab’ı verdik, kardeşi Harun’u da yardımcısı yaptık
Şuara(10) Bir vakit Rabbin Musa’ya şöyle seslendi: “Git o zalim kavme!”
Şuara.43. Mûsâ onlara, “Hadi ortaya atacağınız şeyi atın” dedi.
Şuara.45. Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.
Şuara.48. “Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbi’ne.”
Şuara.52. Biz Mûsâ’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz” diye vahyettik.
Şuara.61. İki topluluk birbirini görünce Mûsâ’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler.
Şuara(63) Bunun üzerine Musa’ya: “Vur asan ile denize.” diye vahyettik; vurunca bir infilak etti, her bölük koca birdağ oluverdi,
Şuara.65. Mûsâ’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.
Neml(7) Hani bir vakit Musa ailesine: “Gerçekten bir ateş(in varlığını) hissettim. Ya ondan size bir haber getireceğim, yahut bir yalın şule alıp geleceğim, gerek ki, bir ocak yakar ısınırsınız.
Neml(9) Ey Musa! gerçek şu, Benim o daima üstün ve hikmet sahibi olan Allah!
Neml(10) Ve bırak asanı! ” Derken onu çevik bir yılan gibi çalkanıp kıvranır görünce, dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. “Ey Musa, korkma; çünkü peygamberler benim huzurumda korkmaz.”
Kasas(3) Sana Musa ile Firavun kıssasından bir kısmını iman edecek bir topluluğa ibret olsun diye, bütün gerçeği ile okuyacağız.
Kasas(7) 0 sırada Musa’nın annesine: “Onu emzir; ona zarar gelmesinden bir korku hissettiğinde, kendisini denize bırakıver ve artık korkup üzülme! Biz, muhakkak onu sana iade edeceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız.” diye vahyettik.
Kasas(10. Mûsâ’nın anasının kalbi bomboş kaldı. Eğer biz (çocuğu ile ilgili sözümüze) inancını koruması için kalbine güç vermeseydik, neredeyse bunu açıklayacaktı.
Kasas(15) Bir de, halkının habersiz bulunduğu bir sırada şehre girdi, orada dövüşmekte olan iki adam buldu. Biri kendi taraftarlarından. biri düşmanlarındandı. Kendi taraftarlarından olan düşmanlarından olana karşı kendisinden yardım istedi. Musa da ona bir yumruk indirdi ve işini bitiriverdi. Bunun üzerine: “Bu, şeytanın işindendir. O, gerçekten şaşırtıcı belli bir düşmandır.” dedi.
Kasas(18) Derken şehirde korku içinde çevreyi gözetleyerek sabahladı ve birden dön kendisinden yardım isleyenin yine feryad ettiğini gördü ve Musa ona: “Besbelli sen bir yaramazsın!” dedi.
Kasas(19) Her ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince o: “Ey Musa. dün bir adamı öldürdüğün gibi beni de öldürmek mi istiyorsun? Sen yalnızca yeryüzünde bir zorba mı olmak istiyorsun, ara buluculardan olmak istemiyor musun?” dedi.
Kasas(20) Şehrin öte başından bir adam koşarak geldi ve: “Ey Musa, haberin olsun, ileri gelenler seni öldürmek için hakkında görüşme yapıyorlar; hemen çık git, ben senin iyiliğini isteyenlerdenim.” dedi.
Kasas.29. Mûsâ, süreyi tamamlayıp ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafında bir ateş görmüş ve ailesine, “Siz burada kalın, ben bir ateş gördüm, (oraya gidiyorum). Umarım oradan size bir haber ya da ısınmanız için ateşten bir kor getiririm” dedi.
Kasas(30) Ateşin yanına gelince o mübarek bölgedeki vadinin sağ kıyısında bulunan ağaçtan şöyle seslenildi ona: “Ey Musa, haberin olsun Benim, Ben, Allah, alemlerin Rabbi!
Kasas(31) Bırak asanı!” Musa, onun bir çevik yılan misali hareket ettiğini görünce öyle bir dönüp kaçtı ki, arkasına bile bakmadı. “Ey Musa, yüzünü dön ve korkma; çünkü sen güvenlik içinde olanlardansın!
Kasas.36. Mûsâ, onlara delillerimizi apaçık olarak getirince onlar, “Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir. Biz geçmiş atalarımızın zamanında böyle bir şeyin varlığını duymadık” dediler.
Kasas.37. Mûsâ, “Katından kimin hidayet getirdiğini ve bu yurdun (güzel) sonucunun kimin olacağını Rabbim daha iyi bilir. Doğrusu zalimler kurtuluşa eremezler” dedi.
Kasas(38) Firavun ise şöyle dedi: “Ben, sizin için benden başka bir tanrı bilmiyorum. Ey Haman, haydi benim için çamur üzerine bir ocak yak da bana bir kule yap; belki Musa’nın tanrısına çıkarım; ama ben kesinlikle onun yalan söyleyenlerden olduğunu sanıyorum.”
Kasas(43) Andolsun ki, Biz Musa’ya o kitabı, ilk nesilleri helak ettikten sonra, insanların vicdanlarını aydınlatacak görüşler ve bir hidayet ve rahmet olmak üzere verdik; belki düşünür, ibret alırlar.
Kasas.44. (Ey Muhammed!) Mûsâ’ya o emri verdiğimiz zaman sen (vadinin) batı tarafında değildin. (O olayı) görenlerden de değildin.
Kasas(48) Fakat şimdi onlara katımızdan gerçek (Kur’an) geldiği zaman: “Musa’ya verilen (mucize) gibisi verilseydi ya!” dediler. Oysa bundan önce Musa’ya verileni de inkar etmediler mi? Onlar: “Birbirini destekleyen iki büyü” dediler ve: “Biz, hiçbirine inanmayız!” dediler.
Kasas(76) Doğrusu Karun, Musa’nın kavmindendi ve onlara karşı azıtmıştı. Ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları gerçekten güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu. O zaman. kavmi ona şöyle demişti: “Güvenme (böbürlenme), çünkü Allah, güvenenleri (böbürlenenleri) sevmez.
Ankebut(39) Karun’a Firavun’a ve Haman’a da (gönderdik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık delillerle geldi de onlar; o yerde kibirlenip kafa tuttular. Oysa, (azabın) önüne geçecek değillerdi.
Secde(23) Andolsun ki (Biz) vaktiyle Musa’ya kitap vermiştik. Şimdi de sen ona kavuşmaktan şüpheye düşme. Onu İsrail oğulları için bir hidayet rehberi kılmıştık.
Ahzab(7) Unutma o peygamberlerden keski sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa’dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.
Ahzab(69) Ey iman edenler, sizler o Musa’ya eziyet edenler gibi olmayın! Eziyet ettiler de Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında yüzlü (itibar sahibi) idi.
Saffat.114. Andolsun, biz Mûsâ’ya ve Hârûn’a da lütufta bulunduk.
Saffat(120) “Selam Musa ile Harun’a!”
Mümin(23. Andolsun ki, Musa’yı ayetlerimizle ve açık bir delil ile gönderdik,
Mümin(26) Bir de Firavun: “Bırakın beni, öldüreyim Musa’ yı da o, Rabbine dua etsin! Çünkü ben, onun.dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum.” dedi.
Mümin.27. Mûsâ da, “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım” dedi.
Mümin(37) Göklerin yollarına da Musa’nın tanrısınına muttali olurum ve kesinlikle ben onu yalancı sanıyorum.” dedi. işte bu şekilde Firavun’a kötü ameli güzel gösterildi de yoldan çıkarıldı. Firavun’un düzeni hep hüsrandadır (çıkmazdadır).
Mümin(53) Andolsun ki, Biz Musa’ya o hidayeti verdik ve İsrail oğullarına o kitabı miras kıldık,
Fussilet(45) Andolsun ki. Musa’ ya o kitabı verdik de onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı aralarında iş bitirilirdi. Kesinlikle onlar, onun hakkında kuşkulu bir şüphe içindedirler.
Sura(13) O,size dinde Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi ve İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi de kanun kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tütün ve onda ayrılığa düşmeyin. Bu davet ettiğin iş müşriklere ağır geldi. Allah, ona dilediklerini seçecek ve kendine yüz tutanları (yönelenleri) de ona hidayetle eriştirecektir.
Zuhruf(46) Andolsun ki, Musa’yı mucizelerimizle Firavun’a ve topluluğuna gönderdik. (Musa) vardı : “Haberiniz olsun ben bütün alemlerin Rabbinin peygamberiyim.” dedi.
Ahkaf(12) Onun önünden de bir yol gösterici ve rahmet olarak Musa’nın kitabı var. Bu da zulmedenleri korkutmak için, güzel davrananlara da bir müjde olarak Arap diliyle gelmiş doğrulayıcı bir kitaptır
Ahkaf(30) Ve dediler ki: “Ey kavmimiz, haberiniz olsun ki, biz Musa’dan sonra indirilmiş önündeki kitapları doğrulayıp gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik.
Zariyat(38) Bir de Musa’da (ibret verici deliller vardır) ki, onu açık bir delille Firavun’a gönderdik de,
Necm(36) Yoksa haber mi verilmedi Musa’nın sahifelerinde yazılı olanlar?
Saf(5) Hani bir zaman Musa kavmine: “Ey kavmim, benim size (gönderilmiş) Allah’ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Sonra onlar yamukluk edince, Allah’da kalplerini yamulttu. Öyle ya, Allah fasıklar güruhunu doğru yola çıkarmaz!
Naziat(15) Sana o Musa’nın haberi geldi ya?
Ala(19) İbrahim’in ve Musa’ nın sahifelerinde.

HARUN-20-
Bakara(248) Peygamberleri onlara: “Haberiniz olsun, onun hükümdarlığının alameti, içinde sizlere Rabbından bir rahatlık ve Musa ile Harun ailesinin bıraktıklarından bir kısmı bulunan bir sandığın gelmesi olacaktır. Onu melekler getirecektir. Eğer inanan kişilerseniz, elbette size bunda kesin bir delil vardır.” demişti.
Nisa(163) Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.
Enam(84) Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız.
Araf(122) Musa ve Harun’un Rabbine iman ettik.” dediler.
Araf(142) Bir de Musa’ya geceye va’d verdik ve ona bir on gece daha ekledik ve böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a şöyle dedi: “Kavmim içinde benim yerime geç ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme!”
Yunus(75) Sonra bunların arkasından Musa ile Harun’u Firavun ve cemaatine gönderdik. İman etmeyi kibirlerine yediremediler. Zaten onlar suçlu bir toplum idiler.
Meryem(28) Ey Harun’nun kız kardeşi, baban bir kötülük adamı değildi, annen de kahpe değildi”
Meryem(53) Ve rahmetimizden kardeşi Harun’u da bir peygamber olarak ona lutfettik.
Taha(30) Kardeşim Harun’u.
Taha.70. (Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler.
Taha(90) Andolsun ki, önceden Harun onlara: “Ey kavmim, siz bununla yalnızca bir fitneye tutuldunuz ve doğrusu sizin Rabbiniz esirgemesi çok Allah’tır; gelin bana uyun ve emrime itaat edin!” demişti.
Taha(92) Musa: “Ey Harun, sana ne engel oldu bunların sapıklığa düştüklerini gördüğün zaman, Enbiya(48) Andolsun ki: “Musa ile Harun’a Furkan’ı (Tevrat’ı) bir de ışık ve Allah’tan korkanlar için de bir öğüt vermiştik.
Enbiya.48. Andolsun, biz Mûsâ ile Hârûn’a, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için o Furkân’ı (Tevrat’ı) bir ışık ve öğüt olarak verdik.
Müminun(45) Sonra bir takım ayetlerimiz ve açık bir ferman ile Musa’yı ve kardeşi Harun’u gönderdik.
Furkan(35) Andolsun ki, Musa’ya Kitab’ı verdik, kardeşi Harun’u da yardımcısı yaptık
Şuara(13) ve göğsüm daralır, dilim açılmaz, onun için Harun’a da peygamberlik ver!
Şuara(48) Musa ve Harun’un Rabbine!” dediler.
Kasas(34) Kardeşim Harun ise lisanca benden daha açık konuşur; beni tasdik eden bir yardımcı olarak maiyetimde ona da peygamberlik ver;doğrusu ben, beni yalanlamalarından korkuyorum!” dedi.
Saffat(114) Andolsun ki,Musa ile Harun’u da minnettar ettik.
Saffat(120) “Selam Musa ile Harun’a!”

DAVUD-16-
Bakara(251) Böylece Allah’ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut’u öldürdü, Allah kendisine hükümdarlık ve peygamberlik verdi ve ona dilediği şeyleri öğretti. Allah’ın insanları birbirleriyle önlemesi olmasaydı yeryüzü mutlaka bozulup gitmişti. Fakat Allah’ın bütün akıl sahibi varlıklara karşı bir iyiliği vardır.
Nisa(163) Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.
Maide(78) İsrailoğullarından o küfredenler, hem Davud’un hem de Meryem’in oğlu İsa’nın dili ile lanetlendiler. Bu, onların isyan etmeleri ve hakkın sınırlarını aşmakta olmaları yüzündendi.
Enam(84) Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız.
İsra(55) Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Andolsun ki, peygamberlerin bir kısmını bir kısmından üstün kıldık ve Davud’a da Zebur’u verdik.
Enbiya.78. Dâvûd ile Süleyman’ı da hatırla. Hani bir ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı. Çünkü halkın koyunları o ekine girmişti. Biz de hükümlerine şahit olmuştuk.
Enbiya(79) Derhal onu Süleyman’a anlattık; bununla beraber herbirine bir hüküm ve bir ilim vermiştik. Dağları Davud’un emrine amade kılmıştık, kuşlarla beraber tesbih ediyorlardı; Biz bunları yaparız!
Neml.15. Andolsun! Biz Dâvûd’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar, “Hamd, bizi mü’min kullarının birçoğundan üstün kılan Allah’a mahsustur” dediler.
Neml(16) Ve Süleyman Davud’un yerine geçip dedi ki: “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden verildi. Şüphesiz ki bu apaçık bir lütufdur.”
Sebe(10) Andolsun ki, Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik: “Ey dağlar, çınlayın (teşbih edin) onunla beraber, siz de ey kuşlar!” dedik ve ona demiri yumuşattık.
Sebe(13) Onlar, ona mihraplar, heykeller, havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın! Kullarım arasında şükreden azdır.
Sad(17) Şimdi sen onların dediklerine sabret de güçlü kulumuz Davud’u an! Çünkü o evvab (içli, zikir ve tesbih ile Bize çok yönelen biri ) idi.
Sad(22) O zaman Davud’un yanına giriverdiler de onlardan telaşa düştü. Ona ” Korkma!” dediler, biz iki davacıyız , birimiz diğerinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen aramıza doğrulukla hükmet ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.
Sad.24. Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi.
Sad.26. Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.”
Sad(30) Bir de Davud’a Süleyman’ı ihsan ettik; ne güzel kuldu. O tesbih edip Allah’a yönelirdi.

EYYUB-4-
Nisa(163) Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.
Enam(84) Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız.
Enbiya.83. Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.
Sad(41) Kulumuz Eyyub’u da an o zaman Rabbine şöyle nida etmişti: “Bak bana, Meşekkat ve acı ile şeytan dokundu!”

ZÜLKİFL-2-
Enbiya(85) İsmail, İdris ve Zülkifl’i de. Hepsi sabredenlerdendi.
Sad(48) İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de an! Hepsi de en hayırlı kimselerdendir.

YUNUS-4-
Nisa(163) Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.
Enam(86) İsmail’i, Elyesa’ı, Yunus’u ve Lut’u da… Herbirini alemlerin üstüne geçirdik.
Yunus(98) Keşke o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir memleket olsaydı? Ancak Yunus’un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rüsvaylık azabını kendilerinden açmış ve belirli bir zamana kadar onları faydalandırmıştık.
Saffat(139) Şüphesiz Yunus da gönderilen peygamberlerdendir.

İLYAS-3-
Enam(85) Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da… Hepsi iyilerdendir.
Saffat(123) Şüphesiz İlyas da gönderilen peygamberlerdendir.
Saffat(130) “Selam İlyas ‘a!”

ELYESA-2-
Enam(86) İsmail’i, Elyesa’ı, Yunus’u ve Lut’u da… Herbirini alemlerin üstüne geçirdik.
Sad(48) İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de an! Hepsi de en hayırlı kimselerdendir.

ZEKERİYA-7-
Ali İmran(37) Bunun üzerine Rabbi, onu hoşnutlukla kabul buyurdu, onu güzel bir biçimde yetiştirdi ve Zekeriyya’nın himayesine verdi. Zekeriyya, onun yanına mihraba her girdikçe yeni bir yiyecek bulur ve: “Ey Meryem, bu sana nereden?” derdi. O da: “Allah tarafından” derdi. Şüphe yok ki, Allah dilediğine sayısız rızık verir.
Ali İmran(38) O aralık Zekeriyya Rabbine: “Ey Rabbim, bana katından temiz bir soy ihsan eyle; şüphesiz sen duayı işitensin!” diye dua etti.
Enam.85. Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi.
Meryem(2) Bu, Rabbinin Zekeriyya kuluna olan rahmetini, bir anıştır.
Meryem(7) Allah: “Ey Zekeriyya, haberin olsun, Biz sana Yahya adında ve bundan önce kendisine hiçbir adaş yapmadığımız bir oğul müjdeliyoruz dedi.
Enbiya.89. Zekeriya’yı da hatırla. Hani o, Rabbine, “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın” diye dua etmişti.

YAHYA-5-
Ali İmran(39) O kalkmış mihrabda namaz kılarken melekler kendisine şöyle seslendiler: “Haberin olsun, Allah sana, Allah’tan gelen bir kelimeyi doğrulayacak, efendi, son derece nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya’yı müjdeliyor.O aralık Zekeriyya Rabbine: “Ey Rabbim, bana katından temiz bir soy ihsan eyle; şüphesiz sen duayı işitensin!” diye dua etti.
Enam(85) Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da… Hepsi iyilerdendir.
Meryem(7) Allah: “Ey Zekeriyya, haberin olsun, Biz sana Yahya adında ve bundan önce kendisine hiçbir adaş yapmadığımız bir oğul müjdeliyoruz dedi.
Meryem(12) “Ey Yahya, kitabı kuvvetle tut!” (dedik.) ve daha çocukken ona hikmet verdik.
Enbiya(90) Biz de duasını kabul ettik de kendisine Yahya’yı verdik ve onun için eşini çocuk doğurmaya elverişli hale getirdik. Doğrusu bunlar hayırlı işlerde yarışır, Bize umut ve korkuyla dua ederlerdi. Bize karşı derin saygı duyuyorlardı.

İSA-25-
Bakara(87) Andolsun ki, Musa’ya o kitabı verdik, arkasından bir takım peygamberler de gönderdik. Hele Meryem oğlu İsa’ya deliller verdik ve O’nu Cebrail ile de destekledik. Demek ki, size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle bir peygamber geldikçe her defasında kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için kimine yalan diyecek, kimini de öldürecek misiniz?
Bakara(136) Ve deyin ki: “Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa’ya, İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O’nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O’nun için boyun eğen müslümanlarız.
Bakara(253) Biz, o işaret edilen peygamberlerden kimini kiminden üstün kıldık. İçlerinden kimi ile Allah konuştu, kimini de daha yüksek derecelere çıkardı. Meryem oğlu İsa’ya da o açık delilleri ve mucizeleri verdik ve kendisini Cebrail ile destekledik. Eğer Allah dileseydi, onlardan sonraki milletler kendilerine o açık deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat anlaşmazlığa düştüler, kimi inandı, kimi inkar etti. Yine Allah dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Ne varki Allah, dilediğini yapar.
Ali İmran(45) Melekler şöyle dediği vakit: “Ey Meryem, haberin olsun, Allah seni dünya ve ahirette itibarlı biri ve kendisine yakın olanlardan olarak tarafından bir “kelime” ile müjdeliyor! Adı, Meryem oğlu Mesih İsa’dır.”
Ali İmran.52. İsa, onların inkârlarını sezince, “Allah yolunda yardımcılarım kim?” dedi. Havariler, “Biziz Allah yolunun yardımcıları. Allah’a iman ettik. Şahit ol, biz müslümanlarız” dediler.
Ali İmran(55) O vakit ki, Allah şöyle buyurdu: “Ey İsa, gerçekten seni öldüreceğim, seni kendime kaldıracağım, seni o inkar edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar, o inkarcılardan üstün kılacağım. Sonra da hep dönüşünüz Bana olacak ve o zaman anlaşmazlığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda hükmü Ben vereceğim.” Bununla birlikte hileye başvurdular, Allah da onların hilelerini boşa çıkardı. Allah, hileyi boşa çıkaranların en hayırlısıdır.
Ali İmran(59) Doğrusu Allah katında İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı sonra da ona: “Ol!” dedi. O da hemen oluverdi.
Ali İmran(84) De ki: “Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!”
Nisa(157) ve: “Biz Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük.” Demeleri yüzünden. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı. Onda anlaşmazlığa düşenler bundan dolayı şüphe içindedirler, o hususta tahmin peşinde gitmekten başka hiç bir bilgileri yoktur. Kesin olarak O’nu öldürmediler.
Nisa(163) Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.
Nisa(171) Ey kitap verilenler, dininizde aşırılığa gitmeyin ve Allah hakkında yalnızca gerçeği söyleyin! Meryem oğlu Mesih İsa, yalnızca Allah’ın peygamberi, Meryem’r ulaştırdığı kelime’si ve ondan bir ruhtur; başka birşey değil. Gelin Allah’a ve O’nun peygamberlerine iman getirin ve “üçtür” demeyin. Bundan vazgeçin; hakkınızda hayırlı olur! Allah, ancak bir tek İlah’tır, haşa O’nun bir oğlu olması asla düşünülemez. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak da Allah yeter.
Maide(46) Arkadan da o peygamberlerin izleri üzerinde Meryem’in oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı bir doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona içinde bir hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı ve takva sahipleri için bir hidayet ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.
Maide(78) İsrailoğullarından o küfredenler, hem Davud’un hem de Meryem’in oğlu İsa’nın dili ile lanetlendiler. Bu, onların isyan etmeleri ve hakkın sınırlarını aşmakta olmaları yüzündendi.
Maide(110) Allah o günde şöyle buyuracak: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve anana olan nimetimi düşün; hani seni Cebrail ile destekledim, insanlarla hem beşikte hem de yetişkin iken konuşuyordun; sana yazı yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş biçiminde birşey yapıyordun, içine üflüyordun da Benim iznim ile bir kuş oluveriyordu; anadan doğma körü ve abraşlıyı Benim iznimle iyi ediyordun; hani ölüleri Benim iznimle diriltiyordun ve hani İsrailoğullarına açık delillerle geldiğinde, onlardan inkar edenler: “Bu apaçık bir büyüden başka birşey değildir.” demişlerdi de, seni onlardan kurtarmıştım. Allah bütün Resulleri toplayacağı o günde: “Size ne cevap verildi.” diye soracak. Onlar da: “Bizim bir bilgimiz yok, gizli olanları bilen ancak Sensin Sen!” diyecekler.
Maide(112) Bir vakit Havariler: “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demişlerdi de İsa da: “İnanıyorsanız Allah’tan korkun!” demişti.
Maide(114) Meryem oğlu İsa şöyle yalvardı: “Allah, ey bizim yegane Rabbimiz, bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve kudretinden bir nişane olsun! Bizleri rızıklandır. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın!”
Maide(116) Ve Allah şöyle buyurduğu zaman: “Ey Meryem oğlu İsa, sen misin o insanlara “Beni ve o anamı Allah yanında iki tanrı edinin.” diyen?” “Haşa, dedi, sen her türlü eksikliklerden münezzehsin ya Rab! Benim için gerçek olmayan bir sözü söylemem bana yakışmaz. Eğer söylemiş olsaydım elbette Sen bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem! Şüphesiz Sen, gizlilikleri çok iyi bilensin.
Enam(85) Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da… Hepsi iyilerdendir.
Meryem(34) İşte hakkında tartışıp durdukları Meryem oğlu İsa. Hak sözü olarak budur!
Ahzab(7) Unutma o peygamberlerden keski sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa’dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.
Şura(13) O,size dinde Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi ve İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi de kanun kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tütün ve onda ayrılığa düşmeyin. Bu davet ettiğin iş müşriklere ağır geldi. Allah, ona dilediklerini seçecek ve kendine yüz tutanları (yönelenleri) de ona hidayetle eriştirecektir.
Zuhruf.63. İsa, apaçık mucizeleri getirdiği zaman şöyle demişti: “Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyle ise, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Hadid(27) Sonra onların izleri üzerinde ardarda peygamberlerimizle izledik; arkasından Meryem oğlu İsa’yı gönderdik, ona İncil’i verdik ve ona uyanların kalplerinde bir şefkat ve merhamet yarattık. Bir de rahipliği ki, onu onlar uydurdular, Biz onu üzerlerine yazmamıştık; ancak Allah’ın rızasını aramak için yaptılar, sonra da ona hakkıyla riayet etmediler. Biz de içlerinden iman etmiş olanlara mükafatlarını verdik, çokları ise yoldan çıkmış fasıklardır.
Saf(6) Bir vakit de Meryem oğlu İsa: “Ey İsrail oğulları, ben size Allah’ın elçisiyim. Önümdeki Tevrat’ın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek, adı Ahmed olan bir peygamberin müjdecisi olarak geldim.” dedi. Sonra o, onlara apaçık delillerle gelince: “Bu apaçık bir büyüdür!” dediler.
Saf(14) Ey iman edenler, Allah yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: “Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?” dedi. Havarileri: “Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız.” dediler Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup iman etti, bir grup inkar etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik o suretle onlar üstün gelip yüze çıktılar.

MUHAMMED-4-
Ali İmran(144) Bu, sana vahy ile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir, Ey Muhammed, yoksa, Meryem’i hangisi himayesine alacak diye kalemleriyle kur’a atarlarken de çekişirlerken de sen yanlarında değildin.
Ahzab.40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Muhammed(2) İman edip iyi iyi işler yapanlar ve Muhammed’e indirilene iman edenlere gelince ki Rablerinden gelen gerçek te odur Allah, onların kötülüklerini silmekte ve durumlarını düzeltmektedir.
Feth.29. Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.

AHMED-1-
Saf.6. Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.

LOKMAN-2-
Lokman.12. Andolsun, biz Lokmân’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır.
Lokman.13. Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.”

ZÜLKARNEYN-3-
Kehf.83. (Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan bir anı okuyacağım.”
Kehf.86. Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
Kehf.94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”

ÜZEYİR
Tevbe.30. Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!
12-11-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KUR’AN KISSALARINDAN İKİ ADAMIN MİSALİ

KUR’AN KISSALARINDAN İKİ ADAMIN MİSALİ
Kehf suresi 32-49 âyetleri insanlık tarihi boyunca tüm insanların durumu ve dünya hayatını bu iki adamın misalinde özetlenmiştir:
“32. Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.
33. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.
34. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”
Bu iki kişinin kimliği konusunda mevcut görüşler şunlardır: 1.Mahzum kabilesinden Mekkeli iki kardeştirler. 2.Maksat Allah Resulü ile Mekkeli müşriklerdir. 3.Allah’a inanan ve inanmayan herkes için geçerli bir misaldir. 4.Lu’ayne b. Hısn ve ashabı ile Selman, Suheyb ve ashabı arasında bir benzetmedir. 5.Babalarından kalan büyük çapta bir mirası birisi inancının gereği gibi, diğeri de inançsızlığın gereği gibi harcayan iki İsrailli kardeştirler… Hepsinde ortak olan nokta: İman etmeksizin, serveti tek gaye edinerek mal yığma tutkusunun insanı zulme ve hüsrana sürükleyeceği gerçeğidir.
35. (Böyle gurur ve kibirle) kendisine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam.”
36. “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.”
37. Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben: “Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin?”
Servetinin ve adamlarının çokluğuyla gururlanan bu kişinin ahireti inkar ettiği, 36. Ayetin başında anlatılmıştı. 37. Ayette ise bu kişi Allah’ı inkar etmekle itham ediliyor. Şu halde, Beyzavi’nin de işaret ettiği gibi, ahireti inkar etmek, bir bakıma Allah’ı inkar etmek demektir. Zira, ahiretin imkansızlığını savunmak, Allah’ın gücünün sonsuzluğundan şüphe etmenin bir sonucudur. Nitekim bu kişiye, kendisinin yaratılış safhaları hatırlatılmak suretiyle bu kudretin sahibi olan Allah’ın kıyameti de gerçekleştirme gücünde olduğu isbatlamak istenmiştir.
38. “Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.”
39. “Bağına girdiğinde: Maşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır, deseydin ya! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki):”
40. “Belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağ kupkuru bir toprak haline gelir.”
41. “Yahut, bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.”
42. Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah, diyordu, keşke ben Rabbimehiçbir ortak koşmamış olsaydım!
43. Kendisine Allah’tan başka yardım edecek destekçileri olmadığı gibi kendi kendini de kurtaracak güçte değildi.
44. İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükafatı en iyi olan O, en güzel akıbeti veren yine O’dur.
45. Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.
Allah Teala, 45. Ayetteki teşbih ile dünya hayatının geçiciliğini, ibret nazarıyla bakan insanın, bir bitkide dahi kendi hayatının başlama, gelişme ve tükenip son bulma safhalarını açık bir şekilde görebileceğini belirttikten sonra, insana yaraşanın, dünyanın geçici zinetlerine aldanmak yerine, kısa süren dünya hayatında yapacağı iyi işlerle ebedi saadete erişmek olduğuna şöyle işaret etmektedir:
46. Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.
47. (Düşün) o günü ki, dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın onları (tüm ölüleri) mahşerde toplamış olacağız.
48. Ve hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna çıkarılmışlardır: Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vadedilenlerin tahakkuk edeceği bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız, değil mi?
Bu ayetle ilgili olarak Kurtubi bir hadis nakleder ve hadisi bu ayete en özlü tefsir sayar: “Kıyamet günü Allah Teala yüksek bir sesle seslenir ve şöyle der: Ey kullarım! Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Ben acıyanların en acıyanı, hüküm verenlerin en adili ve hesap görenlerin en süratlisiyim. Bugün size korku yok. Üzülmeyeceksiniz de. Delillerinizi hazırlayın, kolay cevap verin. Çünkü sorumlusunuz, hesaba çekileceksiniz. Ey meleklerim! Hesapları görülmek üzere kullarımı ayak parmakları üzerinde sıra sıra dikin.”
49. Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!” BöyIece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”
MEHMET ÖZÇELİK
15-02-2014




GÖZ AYDINLIĞI

GÖZ AYDINLIĞI
Resulullah (s.a.s) buyurdular ki: “Allah Teâlâ Hazretleri ferman etti ki: ‘Ben Azimu’ş-Şan, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.’ Hadisi rivayet eden Ebu Hureyre (r.a) ilaveten dedi ki: “Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun, (Mealen): ‘İşte onların dünyada yaptıkları makbul işlere mükâfat olarak gözlerini aydın edecek, gönüllerini ferahlatacak hangi sürprizlerin, hangi nimetlerin saklandığını hiç kimse bilemez.’
“Hani kız kardeşin (Firavun ailesine) gidiyor ve “size onun bakımını üstlenecek kimseyi göstereyim mi?” diyordu. Derken, gözü aydın olsun, üzülmesin diye seni annene döndürdük. (Sana baktı, büyüdün) ve (kazara) bir cana kıydın da biz seni kederden kurtardık, seni sıkı bir denemeden geçirdik (ve kaçıp Medyen’e gittin). Medyen halkı içinde yıllarca kaldın, sonra (peygamber olman için) takdir edilmiş bir zamanda (Tûr’a) geldin ey Mûsâ!”
-“Firavun’un karısı (sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:) Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlât ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.”
*” (Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl! derler.”
-“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”
-“Ey Muhammed! Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanına alırsın. Uzak durduklarından dilediklerini yanına almanda da sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsinin de kendilerine verdiğine razı olmaları için daha uygundur. Allah, kalplerinizdekini bilir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)”
“Onlar: «Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et ve bizi, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder yap» derler.”
“Ye, iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan, “Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” de.”
-“Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.”
*Efendimiz olmasaydı Hz.Ebubekir gibi dört halife ve tüm sahabiler olmayacaktı,on dört asırdır gelen mücedditlerden müçtehidlere kadar bir çok maddi ve manevi kahramanlar ortaya çıkmayacaktı.
Asırlar asrı cehaletin cehaletini katmerleştirerek devam ettireceklerdi.
Dünyanın diğer yerleri de aynı durumdan nasiblerini alacaklardı.Zaten o dönemde tüm dünya aynı cehalet karanlıkları içerisinde yüzmekteydi.
Fikirde yetişen milyonlarda insan ortaya çıkmayacak,fikirler sönecekti.
O zat tüm duyguları ateşlendirdi.
Ya Rasulallah,sen oldun bunlar oldu.
Gözler aydın oldu.
Ya olmasaydın!
Neler olurdu!!
Gözler aydınlanmaz,kararırdı.
MEHMET ÖZÇELİK
08-06-2014
Gönül hun oldu şevkinden

Gönül hun oldu şevkinden boyandım ya resulallah,
Nasıl bilmem bu nirana dayandım ya resulallah,
Ezel bezminde bir dinmez figandım ya resulallah,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah….

Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifasın sen,
Muazzam bir sehasın sen, dilersen rehnumasın sen,
Habib-i kibriyasın sen, Muhammed Mustafa’sın sen,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah….

Gül açmaz çağlayan akmaz ilahi nurun olmazsa,
Söner alem, nefes kalmaz felek manzurun olmazsa,
Firak ağlar, visal ağlar ezel mesturun olmazsa,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah…..

Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam,
Yanar dağlar yanar bağrımda ummanlardan nem duymam,
Alevler yağsa göklerden, ve ben messeylesem duymam,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah….

Erir canlar o gül buy-i revan bahşın hevasında,
Güneş titrer yanar didarının bak ihtirasında,
Perişan bir niyaz inler hayatın müntehasında,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah……..

Ne devlettir yumup aşkınla göz rahında can vermek,
Nasip olmazmı sultanım haremgahında can vermek,
Sönerken gözlerim, asan olur ahında can vermek,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah….

Boyun büktüm perşanım bu derdin sende tedbiri,
Lebim kavruldu ateşten döner payinde tezkiri,
Ne dem gönlün murad eylerse, taltif eyle kıtmiri,
Cemalinle ferahnak etki yandım ya resulallah…

Yaman Dede




ELEM TERA – GÖRMEDİN Mİ?

ELEM TERA – GÖRMEDİN Mİ?
Kur’an-ı Kerim-de;Elem terâ ifadesi,31 kere,Eraeyteküm 2 ,Eraeytüm 21 kere geçmektedir.
Rea kökünden görmek ve görüş manalarına gelmektedir.
Haber verilen şeyleri ne peygamberimiz görmüş ve ne de onlardan haberdar olmaktadır.
Bu tarz bir tevcih-i kelâmla,düşünmesi,ibret alması,Allah’ın azametine bakılması istenmiştir.
Mesela fil olayı,Peygamberimizin doğumundan 54 gün kadar önce olduğu halde,hem bir hatırlatma ve hem de Rabbisinin ona olan lütfu hatırlatılmaktadır.
Bütün âyetlere bu ve bunun gibi ihtiva ettiği külli pencerelerden bakmak gerektiğini ifade ederken,gelecek nesillere de mesajlar verilmektedir.
“Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara “ölün” dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.” 2 / BAKARA – 243
-“ Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.” 2 / BAKARA – 246
-“ Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” 2 / BAKARA – 258
-“ Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmüyor musun ki, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyor.” 3 / ÂLİ İMRÂN – 23
-“ Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.” 4 / NİSÂ – 44
-“ Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez.” 4 / NİSÂ – 49
-“ Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar “cibt”e ve “tâğût”a inanıyorlar. İnkâr edenler için de, “Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır” diyorlar.” 4 / NİSÂ – 51
-“ (Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” 4 / NİSÂ – 60
-“ Daha önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.” 4 / NİSÂ – 77
-“ Allah’ın, gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattığını görmedin mi? Dilerse sizi giderir ve yeni bir halk getirir.” 14 / İBRÂHÎM – 19
-“ Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.” 14 / İBRÂHÎM – 24
-“ Allah’ın nimetine nankörlükle karşılık veren ve sonunda kavimlerini helâk yurduna sürükleyenleri görmedin mi?” 14 / İBRÂHÎM – 28
-“ Kâfirlerin başına, onları durmadan (günaha ve azgınlığa) tahrik eden şeytanları gönderdiğimizi görmedin mi?” 19 / MERYEM – 83
-“ Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir. Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.” 22 / HACC – 18
-“ Allah’ın gökten yağmur indirdiği, böylece yeryüzünün yemyeşil olduğunu görmedin mi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, hakkıyla haberdardır.” 22 / HACC – 63
-“ Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.” 22 / HACC – 65
-“ Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra (kanat çırparak uçan) kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri duasını ve tesbihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir.” 24 / NÛR – 41
-“ Görmez misin ki Allah, bulutları sevk eder. Sonra, onları kaynaştırıp üst üste yığar. Nihayet yağmurun, onların arasından yağdığını görürsün. O, gökten, oradaki dağ (gibi bulut)lardan dolu indirir de onu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de geri çevirir. Bu bulutların şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alacak.” 24 / NÛR – 43
-“ Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye delil kıldık.” 25 / FURKÂN – 45
-“ Görmedin mi? Gerçekten onlar (o şâirler) her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar (da her türlü yalan ve çirkin sözü söylerler).” 26 / ŞUARÂ – 225
-“ Görmedin mi ki, Allah, geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri (kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. Şüphesiz Allah, işlediklerinizden hakkıyla haberdardır.” 31 / LOKMÂN – 29
-“ Görmedin mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah, bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.” 31 / LOKMÂN – 31
-“ Görmüyor musun ki, Allah gökten su indirdi. Biz onunla türlü türlü ürünler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı (birbirinden farklı) çeşitli renklerde yollar (katmanlar) var, simsiyah taşlar da var.” 35 / FÂTIR – 27
-“ Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla renkleri çeşit çeşit ekinler çıkarıyor. Sonra ekinler kuruyor da onları sapsarı kesilmiş görüyorsun. Sonra da Allah onları kurumuş çer çöp hâline getirir. Şüphesiz ki bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır.” 39 / ZUMER – 21
-“ Allah’ın âyetleri hakkında tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar?” 40 / MU’MİN – 69
-“ Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.” 58 / MUCÂDELE – 7
-“ Gizlice konuşmaktan menedilip de, menedildikleri şeyi işleyen ve günah, düşmanlık ve peygambere isyanı konuşanları görmedin mi? Sana geldiklerinde Allah’ın seni selâmlamadığı selâmla selâmlıyorlar. İçlerinden de, “Söylediklerimizden dolayı Allah bize azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter! Oraya girecekler. Ne kötü varış yeridir orası!” 58 / MUCÂDELE – 8
-“ Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler.” 58 / MUCÂDELE – 14
-“ Kitap ehlinden o inkâr eden kardeşlerine, “Yemin ederiz ki, siz (Medine’den) çıkarılırsanız, muhakkak biz de sizinle beraber çıkarız. Sizin hakkınızda asla kimseye boyun eğmeyiz. Eğer size karşı savaşılırsa, size mutlaka yardım ederiz” diyerek münafıklık yapanlara bakmaz mısın? Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.” 59 / HAŞR – 11
-“ Görmedin mi Rabbin, Âd (kavmin)e nasıl (azâb) etti?” 89 / FECR – 6
-“ Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?” 105 / FÎL – 1
MEHMET ÖZÇELİK
11-05-2013




EN ZALİM KİMDİR?

EN ZALİM KİMDİR?
Kur’an-ı Kerim’de en zalim kişi olarak;” Daha önce de Nûh’un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi.”
Bunun dışında diğer 15 yerde ise;-Ve men ezlamu – ifadesiyle –en zalim-,-Kimdir o zalim kimse ki- ifadesiyle en zalim 15 kişiyi şöyle sıralar;
1-“Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara (eğer girerlerse) ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.”
2-Yoksa siz, “İbrahim de, İsmail de, İshak da, Yakub ile Yakuboğulları da yahudi, ya da hıristiyan idiler” mi diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
3-“Kim Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.”
4-Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!”
5-Yine (erkek ve dişi olarak) deveden iki, sığırdan da iki. De ki: “İki erkeği mi haram kıldı, iki dişiyi mi? Yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Yoksa Allah size bunları haram ettiğinde, orada hazır mı idiniz!?” İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”
6-“Yahut «Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk» demeyesiniz diye (Kur’an’ı indirdik). İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.”
7-“Kim, Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz, canlarını almak için geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz şeyler nerede?” derler. Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler.”
8-“Artık, Allah’a karşı yalan uydurandan veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki (böyle) suçlular asla kurtuluşa ermezler.”
9-“Kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şâhitler de, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.”
10-“Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?”
11-“Kim, kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları için, kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayet bulamazlar.”
12-“Allah’a karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde, gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için bir yer mi yok?”
13-“Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız.”
14-“Kim, Allah’a karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu (Kur’an’ı) yalanlayandan daha zalimdir? Cehennemde kâfirler için kalacak bir yer mi yok!?”
15-“Kim, İslâm’a davet olunduğu hâlde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”
Böylece bu zalimler özetle şöyle sıralanmaktadır;
Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışan, Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen, Allah’a karşı yalan uyduran, ya da O’nun âyetlerini yalanlayan, Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden, İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran, Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çeviren, Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini yalanlayan, kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutan, İslâm’a davet olunduğu hâlde, Allah’a karşı yalan uyduran kimselerin,en zalim kimseler olduğunu ve bunlar içinde özellikle –Allah’a yalan isnadda bulunan insanların birkaç defa tekiden yalancılardan olduğunu,en zalim kimse bulunduğunu ifade etmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
06-04-2013




BEDEVİLER

BEDEVİLER
Kur’an-ı Kerim-de Bedeviler ifadesi 4 surede,10 ayette geçer.
Bedevi;çölde yaşayan,şehrin özelliklerinden uzak ve uzakta,medeni ve medeniyetin kurallarından uzak yaşayan kimselerdir.
Bir kişi en medeni devlet ve mekânda da olsa,medeni olmadıktan sonra bedevidir.
Kur’an-da Bedeviler tanımlanır ve onların özelliklerinden bahsedilirken,şu özellikleri ortaya çıkar;
-Yalan söyleme.
-Cehaletten kaynaklanan sebeble inanmama,yontulup düzenlenmeme cihetiyle de nifak ve münafığa teşbih edilmiştir.
Zira Kur’an-da Münafıklardan bahsedilirken,onların;Huşubun müsennedeh-“Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler.”
Yontulmaya ihtiyaçları vardır.
-Kendimenfaatlarını,başkalarının zararına tercih ederler.
-Misafir-perverdirler.
-Azap ve sıkıntı üzerlerinden eksik olmaz.
-Peygamberde olsa,kendi canlarını ve hayatlarını tercih ederler.
-Uğrak yerlerde bulunduklarından haberin kaynağına sahiptirler.
-Mal ve ailelerine düşkün olup,kalbleriyle dilleri arasında bir fark yoktur.
-Kalblerini doldurma ve doyurma yoluna gitmezler.
-Sözlerinden dönme özelliğine sahiptirler.
“Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.”
“Bedevîler inkâr ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bedevîlerden öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve hret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
“Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.”
“Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını elbette zayi etmez.”
“Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.”
“Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanları sana, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu; Allah’tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse, yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter? Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
“Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”
“Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Bedevi yontulmamış kişi.
Doğudaki cehaletten kurtulmamış insanlarda böyledir.Kabadır,yontulmamıştır.
Ondandır ki çok çabuk oyuna gelmektedirler,Sürekli kaşınan yaralardan irinler akmakta,ihtilaflar bir tavuk bahanesiyle bile çok rahat körüklenmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
17-03-2013




KUR’AN-I KERİM-DE ALLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

KUR’AN-I KERİM-DE ALLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

ENTE – SEN

-Birinci muhatab zamiri olup,erkekler için kullanılır.Sen manasınadır.

-75 yerde geçmektedir.

-“Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm”

“Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.”[1]

– Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm.

Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.”[2]

– Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm

– “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”[3]

– Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm

“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[4]

– Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn

– Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”[5]

– Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb

– (Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”[6]

– İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm

– Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.”[7]

– Yevme yecmeullâhur rusule fe yekûlu mâzâ ucibtum kâlû lâ ilme lenâ inneke ente allâmul guyûb

– Allah’ın, peygamberleri toplayıp “siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da, “Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri günü hatırlayın.”[8]

– Kâle îsebnu meryemellâhumme rabbenâ enzil aleynâ mâideten mines semâi tekûnu lenâ îden li evvelinâ ve âhirinâ ve âyeten mink(minke), verzuknâ ve ente hayrur râzikîn

– Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.”[9]

– Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb

– Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin.”[10]

– Mâ kultu lehum illâ mâ emertenî bihî eni’budûllâhe rabbî ve rabbekum, ve kuntu aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim, fe lemmâ teveffeytenî kunte enter rakîbe aleyhim ve ente alâ kulli şey’in şehîd

– “Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit (ve örnek) idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen, her şeye hakkıyla şahitsin.”[11]

– İn tuazzibhum fe innehum ibâduk(ibâduke), ve in tagfir lehum fe inneke entel azîzul hakîm

– “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[12]

– Kadiftereynâ alallâhi keziben in udnâ fî milletikum ba’de iz necceynallâhu minhâ, ve mâ yekûnu lenâ en neûde fîhâ illâ en yeşâallahu rabbunâ, vesia rabbunâ kulle şey’in ilmen, alallâhi tevekkelnâ, rabbeneftah beynenâ ve beyne kavminâ bil hakkı ve ente hayrul fâtihîn

– “Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”[13]

– Kâle rabbıgfirlî ve li ahî ve edhilnâ fî rahmetike ve ente erhamur râhımîn

– (Mûsâ), “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” dedi.[14]

– Vahtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen li mîkâtinâ, fe lemmâ ehazet humur recfetu kâle rabbi lev şi’te ehlektehum min kablu ve iyyâye, e tuhlikunâ bi mâ feales sufehâu minnâ, in hiye illâ fitnetuk(fitnetuke), tudıllu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyunâ fâgfirlenâ verhamnâ ve ente hayrûl gâfirîn

– Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ, “Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın” dedi.”[15]

– Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va’dekel hakku ve ente ahkemul hâkimîn

– Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”[16]

– Rabbi kad âteytenî minel mulki ve allemtenî min te’vîlil ehâdîs(ehâdîsi), fâtıras semâvâti vel ardı ente veliyyî fîd dunyâ Vel âhıreh(âhıreti), teveffenî muslimen ve elhıknî bis sâlihîn

– Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”[17]

– Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn

– Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti.”[18]

– Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn

– Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti.”[19]

– Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn

– Zekeriya’yı da hatırla. Hani o, Rabbine, “Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın” diye dua etmişti.”[20]

– Ve kul rabbi enzilnî munzelen mubâreken ve ente hayrul munzilîn

– Yine de ki: “Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.”[21]

– İnnehu kâne ferîkun min ibâdî yekûlûne rabbenâ âmennâ fagfir lenâ verhamnâ ve ente hayrur râhımîn

– Kullarımdan, “Ey Rabbimiz! Biz inandık, bizi bağışla, bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın” diyen bir grup var idi.”[22]

– Ve kul rabbigfir verham ve ente hayrur râhımîn

– De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”[23]

– Kâlû subhâneke ente veliyyunâ min dûnihim, bel kânû ya’budûnel cinn(cinne), ekseruhum bihim mû’minûn

– (Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”[24]

– Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke entel vehhâb

– Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.”[25]

– Kulillâhumme fâtıras semâvâti vel ardı âlimel gaybi veş şehâdeti ente tahkumu beyne ıbâdike fî mâ kânû fîhi yahtelifûn

– De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin.”[26]

– Rabbenâ ve edhilhum cennâti adninilletî vaadtehum ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim inneke entel azîzul hakîm

– “Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[27]

– Rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten lillezîne keferû, vagfir lenâ rabbenâ, inneke entel azîzul hakîm

– “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[28]

 

KUR’AN-I KERİM-DE RASULULLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

ENTE – SEN

-75 yerde geçmektedir.

– Ve lev şâallâhu mâ eşrekû, ve mâ cealnâke aleyhim hafîzâ(hafîzan), ve mâ ente aleyhim bi vekîl

– Allah dileseydi ortak koşmazlardı. Biz seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen onlara vekil (onlardan sorumlu) da değilsin.”[29]

– Ve mâ kânallâhu li yuazzibehum ve ente fîhim, ve mâ kânallâhu muazzibehum ve hum yestagfirûn

– Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.”[30]

– Ve minhum men yestemiûne ileyk(ileyke), e fe ente tusmius summe ve lev kânû lâ ya’kilûn

– Onlardan sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi işittireceksin?”[31]

– Ve minhum men yanzuru ileyk(ileyke), e fe ente tehdil umye ve lev kânû lâ yubsırûn

– İçlerinden sana bakanlar da vardır. Fakat körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa, sen mi doğru yolu göstereceksin?”[32]

– Ve lev şâe rabbuke le âmene men fîl ardı kulluhum cemîâ(cemîân), e fe ente tukrihun nâse hattâ yekûnu mu’minîn

– Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?”[33]

– Fe lealleke târikun ba’da mâ yûhâ ileyke ve dâikun bihî sadruke en yekûlû lev lâ unzile aleyhi kenzun ev câe meahu melek(melekun), innemâ ente nezîr(nezîrun), vallâhu alâ kulli şey’in vekîl

– (Ey Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.”[34]

– Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihî), innemâ ente munzirun ve li kulli kavmin hâd

– İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.”[35]

– Ve izâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû innemâ ente mufter(mufterin), bel ekseruhum lâ ya’lemûn

– Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.”[36]

– E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ

– Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?”[37]

– Ve mâ ente bi hâdîl umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn

– Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin. Ancak âyetlerimize inanıp da müslüman olmuş olanlara duyurabilirsin.”[38]

– Ve mâ ente bi hâdil umyi an dalâletihim, in tusmiu illâ men yu’minu bi âyâtinâ fe hum muslimûn

– Sen, körleri sapkınlıklarından çıkarıp doğru yola iletemezsin. Sen, çağrını ancak âyetlerimize inanıp müslüman olan kimselere işittirebilirsin.”[39]

– Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr

– Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.”[40]

– İn ente illâ nezîr

– Sen, ancak bir uyarıcısın.”[41]

– E fe men hakka aleyhi kelimetul azâb(azâbi), e fe ente tunkızu men fîn nâr

– Hakkında azap sözü (hükmü) gerçekleşenler, hiç onlar gibi olur mu? Cehennemlikleri sen mi kurtaracaksın?”[42]

– İnnâ enzelnâ aleykel kitâbe lin nâsi bil hakkı, fe men ihtedâ fe li nefsih(nefsihi), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ente aleyhim bi vekîl

– (Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.”[43]

– Vellezînettehazû min dûnihî evliyâllâhu hafîzun aleyhim ve mâ ente aleyhim bi vekîl

– Allah’tan başka dostlar edinenlere gelince, Allah onları daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin.”[44]

– E fe ente tusmius summe ev tehdîl umye ve men kâne fî dalâlin mubîn

– Sağırlara sen mi duyuracaksın; yahut körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin?”[45]

– Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.

– Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O hâlde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.”[46]

-Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm

– Ey Muhammed! Sen onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin.”[47]

– Fe zekkir fe mâ ente bi ni’meti rabbike bi kâhinin ve lâ mecnûn

– (Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.”[48]

– Mâ ente bi ni’meti rabbike bi mecnûn

– Sen, Rabbinin nîmeti sâyesinde deli değilsin.”[49]

– Fîme ente min zikrâhâ.

– Onu bildirmek, (ey Muhammed) senin görevin değildir.”[50]

– İnnemâ ente munziru men yahşâhâ.

– Sen, ancak ondan korkanları uyarıcısın.”[51]

– Fezekkir innemâ ente muzekkir

– Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.”[52]

– Ve ente hıllun bi hâzel beled

– Ki sen bu beldede oturmaktasın.”[53]

 

KUR’AN-I KERİM-DE DİĞERLERİ İÇİN KULLANILAN İFADELER

ENTE – SEN

– Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn.”

Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”[54]

– Kâlû yâ mûsâ innâ len nedhulehâ ebeden mâ dâmû fîhâ fezheb ente ve rabbuke fe kâtilâ innâ hâhunâ kâıdûn

– Dediler ki: “Ey Mûsa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.”[55]

– Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi’tumâ ve lâ takrebâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn

– “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”[56]

– Tilke min enbâil gaybi nûhîhâ ileyk(ileyke), mâ kunte ta’lemuhâ ente ve lâ kavmuke min kabli hâzâ, fasbır, innel âkıbete lil muttekîn

– İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin. O hâlde sabret. Çünkü (iyi) sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır.”[57]

– Kâlû yâ şuaybu e salâtuke te’muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ ev en nef’ale fî emvâlinâ mâ neşâ’(neşâu), inneke le entel halîmur reşîd

– Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”[58]

– Kâlû yâ Şuaybu mâ nefkahu kesîren mimmâ tekûlu ve innâ le nerâke fînâ daîfâ(daîfen), ve lev lâ rehtuke le recemnâke ve mâ ente aleynâ bi azîz

– Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin.”[59]

– Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn

– “Ey babamız! Biz yarışa girmiştik. Yûsuf’u da eşyamızın yanında bırakmıştık. (Bir de ne görelim) onu kurt yemiş. Her ne kadar doğru söylesek de sen bize inanmazsın” dediler.”[60]

– Kâlû e inneke le ente yûsuf(yûsufu), kâle ene yûsufu ve hâzâ ahî kad mennallâhu aleynâ, innehu men yettekı ve yasbir fe innallâhe lâ yudî’u ecrel muhsinîn

– Kardeşleri, “Yoksa sen, sen Yûsuf musun?” dediler. O da, “Ben Yûsuf’um, bu da kardeşim. Allah, bize iyilikte bulundu. Çünkü, kim kötülükten sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez” dedi.”[61]

– Kâle e râgıbun ente an âlihetî yâ ibrâhîm(ibrâhîmu), lein lem tentehi le ercumenneke vehcurnî meliyyâ

– Babası, “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş!” dedi.”[62]

– İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî

– “Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta gevşeklik göstermeyin.”[63]

– Fe le ne’tiyenneke bi sıhrin mislihî fec’al beynenâ ve beyneke mev’ıden lâ nuhlifuhu nahnu ve lâ ente mekânen suvâ

– “Biz de mutlaka sana karşı onun gibi bir sihir yapacağız. Bunun için seninle bizim aramızda; uygun bir yerde, senin de, bizim de caymayacağımız bir buluşma vakti belirle.”[64]

– Kulnâ lâ tehaf inneke entel a’lâ.

– Şöyle dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün olan.”[65]

– Kâlû len nu’sireke alâ mâ câenâ minel beyyinâti vellezî fataranâ fakdi mâ ente kâd(kâdin), innemâ takdî hâzihil hayâted dunyâ.

– Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.”[66]

– Kâlû e ci’tenâ bil hakkı em ente minel lâıbîn

– “Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?” dediler.”[67]

– Kâlû e ente fealte hâzâ bi âlihetinâ yâ ibrahîm

– (İbrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler.”[68]

– Fe izesteveyte ente ve men meake alel fulki fe kulil hamdu lillâhillezî neccânâ minel kavmiz zâlimîn

– Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a hamd olsun” de.”[69]

– Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn

“(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin.”[70]

– Kâlû innemâ ente minel musahharîn

– Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”[71]

– Mâ ente illâ beşerun mislunâ, fe’ti bi âyetin in kunte mines sâdikîn

– “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.”[72]

– Kâlû innemâ ente minel musahharîn

– Onlar şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”[73]

– Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn

– “Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”[74]

– Zuk, inneke entel azîzul kerîm

– (Deyin ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?”[75]

 

KUR’AN-I KERİM-DE ALLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

LEKE – SENİN İÇİN – SANA

-İllet lam-ı olan – le – ile kullanılan muhatab zamiridir.Senin için ve sana manasınadır.

Kur’an-da 60 yerde geçmektedir.

-Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm

-“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”[76]

-İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm

-Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.”[77]

 

KUR’AN-I KERİM-DE RASULULLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

LEKE – SENİN İÇİN – SANA

-Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr

-Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah’ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah’dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.”[78]

-Leyse leke minel emri şey’un ev yetûbe aleyhim ev yuazzibehum fe innehum zâlimûn

-Bu işte senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tövbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim olduklarından dolayı onlara azap eder.”[79]

– Afâllâhu anke, lime ezinte lehum hattâ yetebeyyene lekellezîne sadakû ve ta’lemel kâzibîn

– (Habîbim, yâ Muhammed!) Allah, (geçmiş gelecek her türlü günahtan korumakla) seni affetmiştir. (Fakat) doğru (söyleyen) kimseler sana belli olmadan ve yalancıları bilmeden niçin onlara izin verdin?”[80]

– Lekadibtegûl fîtnete min kablu ve kallebû lekel umûre hattâ câel hakku ve zahere emrullâhi ve hum kârihûn

– Andolsun, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde, Allah’ın dini galip geldi.”[81]

-Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ

-Bak, senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık (doğru) yolu bulamazlar.”[82]

-Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâs(nâsi), ve mâ cealner ru’yâlletî ereynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceretel mel’ûnete fîl kur’ân(kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ

-Hani sana, “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur’an’da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını (daha da) artırdı.”[83]

-İzen le ezaknâke di’fal hayâti ve di’fal memâti summe lâ tecidu leke aleynâ nasîrâ

-İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.”[84]

-Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ

-Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın.”[85]

-Ve lein şi’nâ le nezhebenne billezî evhaynâ ileyke summe lâ tecidu leke bihî aleynâ vekîlâ

-Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.”[86]

-Ve kâlû len nu’mine leke hattâ tefcure lenâ minel ardı yenbûâ

-Nitekim, “Ey Muhammed, bize yerden gözeler fışkırtmadıkça sana inanmayacağız” diyorlar.”[87]

-Ev tekûne leke cennetun min nahîlin ve inebin fe tufeccirel enhâre hılâlehâ tefcîrâ

-«Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.»[88]

-Ev yekûne leke beytun min zuhrufin ev terkâ fîs semâ(semâi), ve len nu’mine li rukıyyike hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuh(nakreuhu), kul subhâne rabbî hel kuntu illâ beşeren resûlâ

-«Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.”[89]

-Unzur keyfe darabû lekel emsâle fe dallû fe lâ yestetîûne sebîlâ

-(Ey Muhammed!) Senin hakkında bak nasıl da temsiller getirdiler de (haktan) saptılar. Artık onlar doğru yolu bulamazlar.”[90]

-Tebârekellezî in şâe ceale leke hayren min zâlike cennâtin tecrî min tahtihel enhâru ve yec’al leke kusûrâ

-Dilerse sana bundan daha güzelini, içinden ırmaklar akan cennetleri verebilecek olan, sana saraylar kurabilecek olan Allah’ın şanı yücedir.”[91]

-Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk(meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil mu’minîn(mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke harac(haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ

-Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”[92]

-Lâ yahıllu leken nisâu min ba’du ve lâ en tebeddele bihinne min ezvâcin ve lev a’cebeke husnuhunne illâ mâ meleket yemînuk(yemînuke), ve kânallâhu alâ kulli şey’in rakîbâ

-Bundan sonra, güzellikleri hoşuna gitse bile başka kadınlarla evlenmek, eşlerini boşayıp başka eşler almak sana helâl değildir. Ancak sahip olduğun cariyeler başka. Şüphesiz Allah, her şeyi gözetleyendir.”[93]

-Mâ yukâlu leke illâ mâ kad kîle lir rusuli min kablik(kablike), inne rabbeke le zû magfiretin ve zû ikâbin elîm

-Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.”[94]

-Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe tus’elûn

-Şüphesiz bu Kur’an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir, ondan hesaba çekileceksiniz.”[95]

-Ve kâlû e âlihetunâ hayrun em huve, mâ darebûhu leke illâ cedelâ(cedelen), bel hum kavmun hasımûn

-“Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa İsa mı?” dediler. Bunu sadece seninle tartışmak için ortaya attılar. Şüphesiz onlar kavgacı bir toplumdur.”[96]

-İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ

Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.”[97]

-Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ

-Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.”[98]

-Se yekûlu lekel muhallefûne minel a’râbi şegaletnâ emvâlunâ ve ehlûnâ festagfir lenâ, yekûlûne bi elsinetihim mâ leyse fî kulûbihim, kul fe men yemliku lekum minallâhi şey’en in erâde bikum darren ev erâde bikum nef’â(nef’en), bel kânallâhu bi mâ ta’melûne habîrâ

-Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanları sana, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu; Allah’tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse, yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter? Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[99]

-Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek(leke), tebtegî merdâte ezvâcik(ezvâcike), vallâhu gafûrun rahîm

-Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[100]

-Ve inne leke le ecren gayre memnûn

-Şüphesiz sana tükenmez bir mükâfat vardır.”[101]

-İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ

-Doğrusu sana, gündüz uzun bir meşguliyet var; (bunun için geceleyin bol bol ibadet etmek en uygundur).”[102]

-Ve lel âhıretu hayrun leke minel ûlâ.

-Muhakkak ki âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.”[103]

-E lem neşrah leke sadrek

-(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?”[104]

-Ve refa’nâ leke zikrek

-Senin şânını yükseltmedik mi?”[105]

 

 

 

 

KUR’AN-I KERİM-DE DİĞERLERİ İÇİN KULLANILAN İFADELER

LEKE – SENİN İÇİN – SANA

-Ve iz kultum yâ mûsâ len nu’mine leke hattâ nerallâhe cehreten fe ehazetkumus sâikatu ve entum tenzurûn”

-Hani siz, “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız” demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.”[106]

– Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn

– Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.”[107]

– Ve kâlû mehmâ te’tinâ bihî min âyetin li tesharenâ bihâ fe mâ nahnu leke bi mu’minîn

– Musa’ya dediler ki: «Bizi büyülemek için ne kadar âyet (mu’cize) getirirsen getir, sana inanıcılar değiliz!»[108]

– Ve lemmâ vakaa aleyhimur riczu kâlû yâ mûsed’u lenâ rabbeke bi mâ ahide indek(indeke), le in keşefte anner ricze le nu’minenne leke ve le nursilenne meake benî isrâîl

– Üzerlerine azap çökünce, “Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz” dediler.”[109]

-Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(ehlike), innehu amelun gayru salih(salihin), fe lâ tes’elni mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innî eızuke en tekûne minel câhilîn

-Allah, “Ey Nûh! O, asla senin âilenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.”[110]

-âlû yâ hûdu mâ ci’tenâ bibeyyinetin ve mâ nahnu bi târikî âlihetinâ an kavlike ve mâ nahnu leke bi muminîn

-Dediler ki: “Ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz de senin sözünle ilâhlarımızı bırakacak değiliz. Biz sana iman edecek de değiliz.”[111]

-Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn

-Babası, şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”[112]

-Kâlû yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ alâ yûsufe ve innâ lehu lenâsıhûn

-Babalarına şöyle dediler: “Ey babamız! Yûsuf hakkında bize neden güvenmiyorsun? Hâlbuki biz onun iyiliğini isteyen kişileriz.”[113]

-Ve kezâlike enzelnâhu hukmen arabiyyâ(arabiyyen), ve le initteba’te ehvâehum ba’de mâ câeke minel ilmi mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ vâk

-Böylece biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden sonra eğer sen onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu.”[114]

-Kâle yâ iblîsu mâ leke ellâ tekûne meas sâcidîn

-Allah, “Ey İblis! Saygı ile eğilenlerle beraber olmamandaki maksadın ne?” dedi.”[115]

-İnne ıbâdî leyse leke aleyhim sultânun illâ menittebeake minel gâvîn

-«Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»[116]

-Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ

-Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”[117]

-İnne ibâdî leyse leke aleyhim sultân(sultânûn), ve kefâ bi rabbike vekîlâ

-“Şüphesiz, (gerçek) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabbin yeter!”[118]

-Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiren ve lâ a’sî leke emrâ

-(Hızır’ın, kendi bildiği ölçülerle hareket edeceğini düşünen Mûsâ:) ‘İnşâallah sen beni sabırlı bulacaksın ve sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim!’ dedi.”[119]

-Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ

-O da şöyle dedi: “O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe hiçbir şey hakkında bana soru sormayacaksın.”[120]

-Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ

-(Hızır:) Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi? dedi.”[121]

-Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ

-Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”[122]

-Kâle selâmun aleyk(aleyke), se estagfiru leke rabbî, innehu kâne bî hafiyyâ

-İbrahim, şöyle dedi: “Esen kal! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz O, beni nimetleriyle kuşatmıştır.”[123]

-Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len tuhlefeh(tuhlefehu), vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ(âkifen), le nuharrikannehu summe le nensifennehu fîl yemmi nesfâ

-Mûsâ, “Çekil git! Artık sen hayatın boyunca (hastalanıp) “Bana dokunmak yok!” diyeceksin. Senin için, asla kaçamayacağın bir ceza daha var. Hele şu ibadet edip durduğun ilâhına bak! Biz onu elbette yakacağız ve onu muhakkak denize savuracağız.”[124]

-Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ.

-Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”[125]

-İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ ta’râ.

-“Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”[126]

-Kâlû e nu’minu leke vettebeakel erzelûn

-Onlar Nuh’a dediler ki: Sana en rezil aşağılık insanlar uymuşken biz sana inanır mıyız?”[127]

-Ve câe raculun min aksal medîneti yes’â kâle yâ mûsâ innel melee ye’temirûne bike li yaktulûke fahruc innî leke minen nâsıhîn

-Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi. “Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık. Şüphesiz ben sana öğüt verenlerdenim” dedi.”[128]

-Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn

-Eğer (bu konuda) sana cevap veremezlerse, bil ki onlar sadece kendi nefislerinin arzularına uymaktadırlar. Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.”[129]

-Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi husnâ(husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn

-Biz insana, (yapacağı en hayırlı işlerden biri olarak) anne ve babasına iyi davranmasını emrettik; ama (buna rağmen,) eğer onlar (ilah olarak) kabul edemeyeceğin herhangi bir şeyi Bana ortak koşmanı isterlerse onlara uyma: (çünkü) hepiniz (sonunda) dönüp Bana geleceksiniz; o zaman (hayatta iken) yapmış olduğunuz her şeyi (iyi ve kötü yönleriyle) gözünüzün önüne sereceğim.”[130]

-Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn

-“Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.”[131]

-Fe selâmun leke min ashâbil yemîn

-(cennette şu sözlerle karşılanacaktır:) “Dürüst ve erdemlilerden (olan) sana selam olsun!”[132]

-Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah(meahu), iz kâlû li kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum, ve bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tû’minû billâhi vahdehû, illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şey’İn, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr

-İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”[133]

-Evlâ leke fe evlâ.

-Azab olsun sana, (Ey Ebu Cehil), azab gerek!..”[134]

-Fe kul hel leke ilâ en tezekkâ.

-“Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?”[135]

 

KUR’AN-I KERİM-DE ALLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

İLEYKE – SANA

Harfi cer olan ila –e- a – anlamına – ke – zamiriyle kullanılır.

64 yerde geçmektedir.

-Kâle hum ulâi alâ eserî ve aciltu ileyke rabbi li terdâ.

-Mûsâ, şöyle dedi: “Onlar, işte onlar hemen arkamdalar. Rabbim! Sen hoşnut olasın diye, acele ederek sana geldim.”[136]

-Kâlellezîne hakka aleyhimul kavlu rabbenâ hâulâillezîne agveynâ, agveynâhum kemâ gaveynâ, teberre’nâ ileyke mâ kânû iyyânâ ya’budûn

-Haklarında azap hükmü gerçekleşenler, “Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımızdır. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Şimdi de onlardan uzaklaşıp sana döndük. Zaten (gerçekte) onlar bize tapmıyorlardı” diyeceklerdir.”[137]

-Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meah(meahu), iz kâlû li kavmihim innâ bureâu minkum ve mimmâ ta’budûne min dûnillâhi kefernâ bikum, ve bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden hattâ tû’minû billâhi vahdehû, illâ kavle ibrâhîme li ebîhi le estagfirenne leke ve mâ emliku leke minallâhi min şey’İn, rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr

-İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”[138]

 

KUR’AN-I KERİM-DE RASULULLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

İLEYKE – SANA

– Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn

– Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.”[139]

– Ve lekad enzelnâ ileyke âyâtin beyyinât(beyyinâtin), ve mâ yekfuru bihâ illel fâsikûn

– Andolsun (Ey Muhammed), biz sana apaçık ayetler indirdik. Bunları fasık olanlardan başkası inkâr etmez.”[140]

-Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr

-Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”[141]

-Ve min ehlil kitâbi men in te’menhu bi kıntârin yueddihî ileyk(ileyke), ve minhum men in te’menhu bi dînârin lâ yueddihî ileyke illâ mâ dumte aleyhi kâimâ(kâimen), zâlike bi ennehum kâlû leyse aleynâ fîl ummiyyîne sebîl(sebîlun), ve yekûlûne alâllâhil kezibe ve hum ya’lemûn

-“Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana (eksiksiz) iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez. Bu da onların, “Ümmîlere karşı (yaptıklarımızdan) bize vebal yoktur” demelerinden dolayıdır. Onlar, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.”[142]

-E lem tera ilâllezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilât tâgûti ve kad umirû en yekfurû bihî. Ve yurîduş şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ

-(Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.”[143]

-İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı li tahkume beynen nâsi bimâ erâkallâh(erâkallâhu). Ve lâ tekun lil hâinîne hasîmâ

-(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.”[144]

-Lâkinir râsihûne fîl ilmi minhum vel mu’minûne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike vel mukîmînes salâte vel mu’tûnez zekâte vel mu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri). Ulâike se nu’tîhim ecran azîmâ

-Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.”[145]

-İnnâ evhaynâ ileyke kemâ evhaynâ ilâ nûhin ven nebiyyîne min ba’dihî, ve evhaynâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâti ve îsâ ve eyyûbe ve yûnuse ve hârûne ve suleymân(suleymâne), ve âteynâ dâvûde zebûrâ

-Biz, Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.”[146]

-Lâkinillâhu yeşhedu bi mâ enzele ileyke enzelehu bi ılmihî, vel melâiketu yeşhedûn(yeşhedûne). Ve kefâ billâhi şehîdâ

-Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.”[147]

-Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn

-(Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.”[148]

-Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn

-Bir de Yahudiler, “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lânete uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun, sana Rabbinden indirilen (Kur’an) onlardan birçoğunun azgınlık ve küfrünü artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Her ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozguncuları sevmez.”[149]

-Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbik(rabbike) ve in lem tef’al femâ bellagte risâleteh(risâletehu) vallâhu ya’sımuke minen nâs(nâsi) innallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn

-Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.”[150]

-Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn

-De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme.”[151]

-İttebi’ mâ uhıye ileyke min rabbik(rabbike), lâ ilâhe illâ huve, ve a’rıd anil muşrikîn

-Ey Muhammed! Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.”[152]

-Kitâbun unzile ileyke fe lâ yekun fî sadrike haracun minhu litunzire bihî ve zikrâ lil mu’minîn

-Bu, sana, kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.”[153]

-Ve in ted’ûhum ilel hudâ lâ yesme’û, ve terâhum yenzurûne ileyke ve hum lâ yubsırûn

-Eğer onları, doğru yola çağırırsanız işitmezler. Sen onların sana baktıklarını görürsün, hâlbuki onlar görmezler.”[154]

-Fe in kunte fî şekkin mimmâ enzelnâ ileyke fes’elillezîne yakreûnel kitâbe min kablik(kablike), lekad câekel hakku min rabbike fe lâ tekûnenne minel mumterîn.

-Eğer sana indirdiğimiz şeyden şüphe içinde isen, senden önce Kitab’ı (Tevrat’ı) okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma!”[155]

-Vettebi’ mâ yûhâ ileyke vasbir hattâ yahkumallâh(yahkumallâhu), ve huve hayrul hâkimîn

-(Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”[156]

-Fe lealleke târikun ba’da mâ yûhâ ileyke ve dâikun bihî sadruke en yekûlû lev lâ unzile aleyhi kenzun ev câe meahu melek(melekun), innemâ ente nezîr(nezîrun), vallâhu alâ kulli şey’in vekîl

-(Ey Muhammed!) Belki de sen, (müşriklerin) “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.”[157]

-Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzel kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn

-Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.”[158]

-Elif lâm mim râ tilke âyâtul kitâb(kitâbi), vellezî unzile ileyke min rabbikel hakku ve lâkinne ekseren nâsi lâ yu’minûn

-Elif Lâm Mîm Râ. İşte bunlar Kitab’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar.”[159]

-E fe men ya’lemu ennemâ unzile ileyke min rabbikel hakku ke men huve a’mâ, innemâ yetezekkeru ûlul elbâb

-Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar.”[160]

-Kezâlike erselnâke fî ummetin kad halet min kablihâ umemun li tetluve aleyhimullezî evhaynâ ileyke ve hum yekfurûne bir rahmân(rahmâni), kul huve rabbî lâ ilâhe illâ hû(hûve), aleyhi tevekkeltu ve ileyhi metâb

-(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân’ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuyasın. De ki: “O, benim Rabbimdir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben yalnız O’na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O’nadır.”[161]

-Vellezîne âteynâhumul kitâbe yefrehûne bimâ unzile ileyke ve minel ahzâbi men yunkiru ba’dah(ba’dahu), kul innemâ umirtu en a’budallâhe ve lâ uşrike bih(bihî), ileyhi ed’û ve ileyhi meâb

-Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur’an ile sevinirler. Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk etmek ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O’na çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O’nadır.”[162]

-Elif lâm râ kitâbun enzelnâhu ileyke li tuhricen nâse minez zulûmâti ilen nûri bi izni rabbihim ilâ sırâtıl azîzil hamîd

-Elif Lâm Râ. Bir kitap sana indirdik ki, insanları Rablerinin izni ile karanlıklardan nura çıkarasın; doğruca o yüce ve övülmeye layık olanın yoluna ki, bütün izzet ve hamd O’nundur.”[163]

-Bil beyyinâti vez zubur(zuburi), ve enzelnâ ileykez zikre li tubeyyine lin nâsi mâ nuzzile ileyhim ve leallehum yetefekkerûn

-(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”[164]

-Summe evhaynâ ileyke enittebi’ millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn

-Sonra sana: ‘Hanîf (hakka yönelmiş) olan İbrâhîm’in dînine tâbi’ ol! Çünki (o, etrâfındaki kâfirler gibi) müşriklerden değildi!’ diye vahyettik.”[165]

-Zâlike mimmâ evhâ ileyke rabbuke minel hikmeh(hikmeti), ve lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tulkâ fî cehenneme melûmen medhûrâ

-Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilâh edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.”[166]

-Nahnu a’lemu bimâ yestemiûne bihî iz yestemiûne ileyke ve iz hum necvâ iz yekûluz zâlimûne in tettebiûne illâ raculen meshûrâ

-Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında konuşurlarken de o zalimlerin, “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliyoruz.”[167]

-Ev halkan mimmâ yekburu fî sudûrikum, fe se yekûlûne men yuîdun(yuîdunâ), kulillezî fetarakum evvele merreh(merretin), fe se yungıdûne ileyke ruûsehum ve yekûlûne metâ hûv(hûve), kul asâ en yekûne karîbâ

-“Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkânsız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz.)” Diyecekler ki: “Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?” De ki: “Sizi ilk defa yaratan.” Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir tarzda) sallayacaklar ve “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!”[168]

-Ve in kâdû le yeftinûneke anillezî evhaynâ ileyke li tefteriye aleynâ gayreh(gayrehu) ve izen lettehazûke halîlâ

-Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.”[169]

-Ve lein şi’nâ le nezhebenne billezî evhaynâ ileyke summe lâ tecidu leke bihî aleynâ vekîlâ

-Andolsun, dileseydik biz sana vahyettiğimizi tamamen ortadan kaldırırdık; sonra bu konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın.”[170]

-Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbik(rabbike), lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ

-Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.”[171]

-Fe teâlallâhul melikul hak(hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ

-Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.”[172]

-Ve mâ kunte tercû en yulkâ ileykel kitâbu illâ rahmeten min rabbike fe lâ tekûnenne zahîren lil kâfirîn

-Sen, bu kitabın sana verileceğini ummuyordun. Ancak o, Rabbinden bir rahmet olarak sana verildi. Öyle ise kâfirlere sakın arka çıkma.”[173]

-Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn

-Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan çevirmesinler. Rabbine çağır ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma!”[174]

-Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn

-(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.”[175]

-Ve kezâlike enzelnâ ileykel kitâb(kitâbe), fellezîne âteynâ humul kitâbe yu’minûne bih(bihî), ve min hâulâi men yu’minu bih(bihî), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illel kâfirûn

-İşte böylece biz sana kitabı indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar. Şunlar (Kitap ehlinden çağdaşın olanlar)dan da ona inananlar vardır. Bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr ederler.”[176]

-Vettebi’ mâ yûhâ ileyke min rabbik(rabbike), innallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ

-Rabbinden sana vahyolunana uy. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[177]

-Eşıhhaten aleykum fe izâ câel havfu reeytehum yenzurûne ileyke tedûru a’yunuhum kellezî yugşâ aleyhi minel mevt(mevti), fe izâ zehebel havfu selekûkum bi elsinetin hıdâdin eşıhhaten alel hayr(hayrı), ulâike lem yu’minû fe ahbetallâhu a’mâlehum, ve kâne zâlike alallâhi yesîrâ

-Size karşı kıskançlık ediyorlardı. Derken o korku hali gelince, onları gördün, ölüm baygınlığı sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı. O korku gidince size keskin keskin diller sıyırdılar; hayra karşı da kıskançlık ediyorlardı, işte bunlar iman etmediler de Allah amellerini hiçe çıkardı. Bu Allah’a göre önemsizdir.”[178]

-Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.

-Ey Muhammed! Bunlardan (hanımlarından) dilediğini geri bırakırsın, dilediğini yanına alırsın. Uzak durduklarından dilediklerini yanına almanda da sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın olması, üzülmemeleri ve hepsinin de kendilerine verdiğine razı olmaları için daha uygundur. Allah, kalplerinizdekini bilir. Allah, hakkıyla bilendir, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)”[179]

-Ve yerellezîne ûtûl ılmellezî unzile ileyke min rabbike huvel hakka ve yehdî ilâ sırâtıl azîzil hamîd

-Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilen Kur’an’ın gerçek olduğunu ve onun, mutlak güç sahibi ve övgüye lâyık Allah’ın yoluna ilettiğini görürler.”[180]

-Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne yedeyh(yedeyhi), innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr

-(Ey Muhammed!) Sana vahyettiğimiz kitap (Kur’an), kendinden öncekini tasdik eden hak kitaptır. Şüphesiz Allah (kullarından) hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.”[181]

-Kitâbun enzelnâhu ileyke mubârekun li yeddebberû âyâtihî ve li yetezekkere ûlul elbâb

-Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”[182]

-İnnâ enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı fa’budillâhe muhlisan lehud dîn

-(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.”[183]

-Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn

-Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: “Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”[184]

-Kezâlike yûhî ileyke ve ilellezîne min kablikellâhul azîzul hakîm

-(Ey Muhammed!) Mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.”[185]

-Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur’ânen arabiyyen li tunzire ummel kurâ ve men havlehâ ve tunzire yevmel cem’i lâ reybe fîh(fîhi), ferîkun fîl cenneti ve ferîkun fîs saîr

-Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.”[186]

-Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb

-(O Allah ki;) ‘Dîni ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!’ diye Nûh’a kendisiyle tavsiye etmiş olduğunu, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya kendisiyle tavsiye etmiş olduğumuzu, size dinden şeriat kıldı. Onları kendisine da’vet etmekte olduğun (bu din), müşrikler(in gözlerin)e büyüdü (kendilerine ağır geldi). Allah, dilediği kimseyi ona (o dîne)seçer; (kendisine) yönelen kimseyi de ona hidâyet eder.”[187]

-Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mel kitâbu ve lel îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm

-İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.”[188]

-Ve iz sarefnâ ileyke neferen minel cinni yestemiûnel kur’ân(kur’âne), fe lemmâ hadarûhu kâlû ensıtû, fe lemmâ kudıye vellev ilâ kavmihim munzirîn

-Hani Kur’an’ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, onun huzuruna gelince birbirlerine, “Susun!” dediler. Kur’an’ın okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.”[189]

-Ve yekûlullezîne âmenû lev lâ nuzzilet sûreh(sûretun), fe izâ unzilet sûretun muhkemetun ve zukire fî hel kıtâlu re’eytellezîne fî kulûbihim maradun yanzurûne ileyke nazaral magşiyyi aleyhi minel mevt(mevti), fe evlâ lehum.

-İnananlar, “Keşke bir sûre indirilse!” derler. Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.”[190]

 

KUR’AN-I KERİM-DE DİĞERLERİ İÇİN KULLANILAN İFADELER

İLEYKE – SANA

-Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyil mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten minet tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ(sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm

-Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[191]

-Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktulek(aktuleke), innî ehâfullâhe rabbel âlemîn

-“Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”[192]

-Ve lemmâ câe mûsâ li mîkâtinâ ve kellemehu rabbuhu kâle rabbi erinî enzur ileyk(ileyke), kâle len terânî ve lakininzur ilel cebeli fe inistekarre mekânehu fe sevfe terânî fe lemmâ tecellâ rabbuhu lil cebeli cealehu dekkan ve harra mûsâ saıkan, fe lemmâ efaka kâle subhâneke tubtu ileyke ve ene evvelul mu’minîn

-Mûsâ, belirlediğimiz yere (Tûr’a) gelip Rabbi de ona konuşunca, “Rabbim! Bana (kendini) göster, sana bakayım” dedi. Allah da, “Beni (dünyada) katiyen göremezsin. Fakat (şu) dağa bak, eğer o yerinde durursa sen de beni görebilirsin.” dedi. Rabbi, dağa tecelli edince onu darmadağın ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Ayılınca, “Seni eksikliklerden uzak tutarım Allah’ım! Sana tövbe ettim. Ben inananların ilkiyim” dedi.”[193]

-Kâlû ya lûtu innâ rusulu rabbike len yasilû ileyke fe esri bi ehlike bi kıt’ın minel leyli ve lâ yeltefit minkum ehadun illemreetek(illemreeteke), innehu musîbuhâ mâ esâbehum, inne mev’ıdehumus subh(subhu), e leyses subhu bi karîb

-Konukları şöyle dedi: “Ey Lût! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana asla ulaşamayacaklar. Geceleyin bir vakitte aileni al götür. İçinizden kimse ardına bakmasın. Ancak karın müstesna. (Onu bırak.) Çünkü onların (kavminin) başına gelecek olan azap, onun başına da gelecektir. Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?!”[194]

-Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm

-Kitaptan bilgisi olan biri, “Ben onu, gözünü kapayıp açmadan önce sana getiririm” dedi. Süleyman, tahtı yanında yerleşmiş hâlde görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.”[195]

-Usluk yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sû(sûin), vadmum ileyke cenâhake miner rehbi fe zânike burhânâni min rabbike ilâ fir’avne ve melâih(melâihî), innehum kânû kavmen fâsikîn

-“Elini koynuna sok. (Alaca hastalığı gibi) bir hastalık sebebiyle olmaksızın bembeyaz bir hâlde çıksın. Korkudan açılan kolunu kendine çek (toparlan). İşte bunlar, Firavun ve ileri gelen adamlarına (göstermen için) Rabbin tarafından (sana verilen) iki delildir. Çünkü onlar fasık bir kavimdirler.”[196]

-Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırete ve lâ tense nasîbekemined dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fîl ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul mufsidîn

-“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”[197]

-Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi ihsânâ(ihsânen), hamelethu ummuhu kurhen ve vadaathu kurhâ(kurhan), ve hamluhu ve fisâluhu selâsûne şehrâ(şehren), hattâ izâ belega eşuddehu ve belega erbaîne seneten kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî minel muslimîn

-Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”[198]

-Summerciıl basara kerreteyni yenkalib lieykel basaru hâsien ve huve hasîr

-Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.”[199]

 

KUR’AN-I KERİM-DE ALLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

ALEYKE – SENİN ÜZERİNE – SANA

Alâ yükümlülük ve omuzda taşınan ağırlık ve sorumluluğu ifade eder.Sana manasınadır.

Kur’an-da 44 yerde geçer.

 

KUR’AN-I KERİM-DE RASULULLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

ALEYKE – SENİN ÜZERİNE – SANA

-Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve inneke le minel murselîn

-İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Biz onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.”[200]

-Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve mâ tunfikû min hayrin fe li enfusikum, ve mâ tunfikûne illebtigâe vechillâh(vechillâhi), ve mâ tunfikû min hayrin yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn

-(Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lâkin Allah dilediğini doğru yola iletir. Hayır olarak harcadıklarınız kendi iyiliğiniz içindir. Yapacağınız hayırları ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.”[201]

-Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl

-(Resûlüm!) O, sana Kitab’ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş; daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Tevrat ile İncil’i indirmişti.”[202]

-Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb

-Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.”[203]

– Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd

– Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir.”[204]

– Zâlike netlûhu aleyke minel âyâti vez zikril hakîm

– (Ey Muhammed!) Bunu (bildirdiklerimizi) biz sana âyetlerden ve hikmet dolu Kur’an’dan okuyoruz.”[205]

– Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve mâllâhu yurîdu zulmen lil âlemîn

– İşte bunlar Allah’ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah, âlemlere hiç zulüm etmek istemez.”[206]

– Ve lev lâ fadlullâhi aleyke ve rahmetuhu le hemmet tâifetun minhum en yudıllûke. Ve mâ yudıllûne illâ enfusehum ve mâ yadurrûneke min şey’(şey’in). Ve enzelallâhu aleykel kitâbe vel hikmete ve allemeke mâ lem tekun ta’lem(ta’lemu). Ve kâne fadlullâhi aleyke azîmâ

– (Ey Muhammed!) Eğer Allah’ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya çalışırdı. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur’an’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.”[207]

– Ve rusulen kad kasasnâhum aleyke min kablu ve rusulen lem naksushum aleyk(aleyke). Ve kellemallâhu mûsâ teklîmâ

– Daha önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.”[208]

– Ve lev nezzelnâ aleyke kitâben fî kırtâsin fe le mesûhu bi eydîhim le kâlelezîne keferû in hâzâ illâ sihrun mubîn

– (Ey Muhammed!) Eğer sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar da elleriyle ona dokunsalardı, yine o inkâr edenler, “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir” diyeceklerdi.”[209]

– Ve in kâne kebure aleyke i’râduhum fe inisteta’te en tebtegıye nefekan fîl ardı ev sullemen fîs semâi fe te’tiyehum bi âyeh(âyetin), ve lev şâallâhu le cemeahum alel hudâ fe lâ tekûnenne minel câhilîn

– Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma.”[210]

– Ve lâ tatrudillezîne yed’ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vecheh(vechehu), mâ aleyke min hısâbihim min şey’in ve mâ min hısâbike aleyhim min şey’in fe tatrudehum fe tekûne minez zâlimîn

– Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.”[211]

– Tilkel kurâ nakussu aleyke min enbâihâ ve lekad câethum rusuluhum bil beyyinâti fe mâ kânû liyu’minû bi mâ kezzebû min kablu kezâlike yatbaullâhu alâ kulûbil kâfirîn

– İşte memleketler! Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.”[212]

-Zâlike min enbâil kurâ nekussuhu aleyke minhâ kâimun ve hasîd

-(Ey Muhammed!) Bunlar o memleketlerin haberlerinden bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz. Onlardan ayakta duranlar da var, yıkılıp gidenler de.”[213]

-Ve kullen nakussu aleyke min enbâir rusuli mâ nusebbitu bihî fuâdek(fuâdeke) ve câeke fî hâzihil hakku ve mev’ızatun ve zikrâ lil muminîn.

-(Ey Muhammed!) Peygamberlerin haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz. Bunlarda, sana hak, mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”[214]

-Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzel kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn

-Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.”[215]

-Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev neteveffeyenneke fe innemâ aleykel belâgu ve aleynel hisâb

-Onlara va’dettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir.”[216]

-Ve mâ enzelnâ aleykel kitâbe illâ li tubeyyine lehumullezîhtelefû fîhi ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn

-Sana kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.”[217]

-Fe in tevellev fe innemâ aleykel belâgul mubîn

-Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen açık bir tebliğden ibarettir.”[218]

-Ve yevme neb’asu fî kulli ummetin şehîden aleyhim min enfusihim ve ci’nâbike şehîden alâ hâulâ(hâulâi), ve nezzelnâ aleykel kitâbe tibyânen likulli şey’in ve huden ve rahmeten ve buşrâ lil muslimîn

-(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”[219]

-Ve alellezîne hâdû harremnâ mâ kasasnâ aleyke min kabl(kablu), ve mâ zalemnâhum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn

-Daha önce sana anlattıklarımızı yahudi olanlara da haram kılmıştık. Biz (bununla) onlara zulmetmedik, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.”[220]

-Ikra’ kitâbek(kitâbeke), kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâ

-“Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” denilecektir.”[221]

-Nahnu nakussu aleyke nebeehum bil hakk(hakkı), innehum fityetun âmenû bi rabbihim ve zidnâhum hudâ

-Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.”[222]

-Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ.

-Kur’ân’ı zahmet çekmen için indirmedik.”[223]

-Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebak(sebaka), ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ

-(Ey Muhammed!) Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir (Kur’an) verdik.”[224]

-Netlû aleyke min nebei mûsâ ve fir’avne bil hakkı li kavmin yu’minûn

-İman eden bir kavm için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek olarak anlatacağız.”[225]

-İnnellezî farada aleykel kur’âne le râdduke ilâ meâd(meâdin), kul rabbî a’lemu men câe bil hudâ ve men huve fî dalâlin mubîn

-Kur’an’ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. De ki: “Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”[226]

-E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn

-Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.”[227]

-Ve iz tekûlu lillezî en’amallâhu aleyhi ve en’amte aleyhi emsik aleyke zevceke vettekıllâh ve tuhfî fî nefsike mallâhu mubdîhi ve tahşen nâs(nâse), vallâhu ehakku en tahşâh(tahşâhu), fe lemmâ kadâ zeydun minhâ vetaran zevvecnâ kehâ likey lâ yekûne alel mu’minîne haracun fî ezvâci ed’ıyâihim izâ kadav min hunne vetarâ(vetaran), ve kâne emrullâhi mef’ûlâ

-Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.”[228]

-Yâ eyyuhen nebiyyu innâ ahlelnâ leke ezvâcekelletî âteyte ucûrehunne ve mâ meleket yemînuke mimmâ efâallâhu aleyke ve benâti ammike ve benâti ammâtike ve benâti hâlike ve benâti halâtikellâtî hâcerne meâk(meâke), vemreeten mu’mineten in vehebet nefsehâ lin nebiyyi in erâden nebiyyu en yestenkihahâ hâlisaten leke min dûnil mu’minîn(mu’minîne), kad alimnâ mâ faradnâ aleyhim fî ezvâcihim ve mâ meleket eymânuhum li keylâ yekûne aleyke harac(haracun), ve kânallâhu gafûran rahîmâ

-Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helâl kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”[229]

-İnnâ enzelnâ aleykel kitâbe lin nâsi bil hakkı, fe men ihtedâ fe li nefsih(nefsihi), ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve mâ ente aleyhim bi vekîl

-(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) insanlar için, hak olarak indirdik. Kim doğru yola girerse, kendisi için girmiş olur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Sen onlara vekil değilsin.”[230]

-Ve lekad erselnâ rusulen min kablike minhum men kasasnâ aleyke ve minhum men lem naksus aleyk(aleyke), ve mâ kâne li resûlin en ye’tiye bi âyetin illâ bi iznillâh(iznillâhi), fe izâ câe emrullâhi kudıye bil hakkı ve hasire hunâlikel mubtılûn

-Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan bir mûcize getiremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana uğrarlar.”[231]

-Fe in a’redû fe mâ erselnâke aleyhim hafîzâ(hafîzan), in aleyke illel belâgu, ve innâ izâ ezaknal insâne minnâ rahmeten feriha bihâ, ve in tusibhum seyyietun bi mâ kaddemet eydîhim fe innel insâne kefûr

-Eğer yüz çevirirlerse (bilesin ki), biz seni onlara bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir. Gerçekten biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımızda ona sevinir; ama elleriyle yaptıkları işler yüzünden onlara bir kötülük dokunursa, o zaman da insan pek nankördür.”[232]

-Tilke âyâtullahi netlûhâ aleyke bil hakk(hakk‎ı), fe bi eyyi hadîsin ba’dallâhi ve âyâtihî yû’minûn

-İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?”[233]

-Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare ve yutimme ni’metehu aleyke ve yehdiyeke sırâtan mustekîmâ

-Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.”[234]

-Yemunnûne aleyke en eslemû kul lâ temunnû aleyye islâmekum, belillâhu yemunnu aleykum en hedâkum lil îmâni in kuntum sâdikîn

-Müslüman olmalarını bir lütufta bulunmuş gibi sana hatırlatıyorlar. De ki: “Müslüman olmanızı bir lütuf gibi bana hatırlatıp durmayın. Tam tersine eğer doğru kimselerseniz sizi imana erdirmesinden dolayı Allah size lütufta bulunmuş oluyor.”[235]

 

KUR’AN-I KERİM-DE DİĞERLERİ İÇİN KULLANILAN İFADELER

ALEYKE – SENİN ÜZERİNE – SANA

– İz kâlellâhu yâ îsebne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhil kudusi tukellimun nâse fîl mehdi ve kehl(kehlen), ve iz allemtukel kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(incîle), ve iz tahluku minet tîni ke hey’etit tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriul ekmehe vel ebrasa bi iznî, ve iz tuhricul mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bil beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn

– O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi.”[236]

-Kîle yâ nûhuhbıt bi selâmin minnâ ve berekâtin aleyke ve alâ umemin mimmen meâk(meâke), ve umemun se numettiuhum summe yemessuhum minnâ azâbun elîm

-Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak.”[237]

-Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve yu allimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu ni’metehu aleyke ve alâ âli ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâk(ishâke), inne rabbeke alîmun hakîm

-“İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[238]

-Ve inne aleykel lâ’nete ilâ yevmid dîn

-Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!”[239]

-İllâ rahmeten min rabbik(rabbike), inne fadlehu kâne aleyke kebîrâ

-Ancak Rabbin’den bir rahmet olarak böyle yapmadık. Çünkü O’nun sana olan lütfu büyüktür.”[240]

-Ve lekad menennâ aleyke merreten uhrâ.

-“Andolsun, biz sana bir kere daha iyilikte bulunmuştuk.”[241]

-Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh(lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.

-“Onu (bebek Mûsâ’yı) sandığın içine koy ve denize (Nil’e) bırak ki, deniz onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana düşman, hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da, ey Mûsâ, sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye tarafımızdan bir sevgi bırakmıştım.”[242]

-Ve inne aleyke la’netî ilâ yevmid dîn

-“Şüphesiz benim lânetim hesap ve ceza gününe kadar senin üzerinedir.”[243]

 

KUR’AN-I KERİM-DE ALLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

İNNİ – TAHKİK EDATLI OLARAK , MUHAKKAK Kİ BEN

-Kuvvetliliği ve kesinliliği ifade edip,Kur’an-ı Kerim-de 15 yerde geçmektedir.

– Kâle yâ mûsâ innîstafeytuke alen nâsi bi risâlâtî ve bi kelâmî fe huz mâ âteytuke ve kun mineş şâkirîn

– (Allah) “Ey Mûsâ! Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol” dedi.”[244]

 

KUR’AN-I KERİM-DE RASULULLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

İNNİ – TAHKİK EDATLI OLARAK , MUHAKKAK Kİ BEN

– Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn

– O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.”[245]

– Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(âhara), innî lekum minhu nezîrun mubîn

– Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.”[246]

– Kul terabbesû fe innî meakum minel muterabbisîn

– Onlara de ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”[247]

– Kul innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ

– De ki: “Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim.”[248]

– Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî multehadâ

– De ki: “Gerçekten beni Allah’a karşı hiç kimse asla koruyamaz ve yine asla O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.”[249]

 

KUR’AN-I KERİM-DE DİĞERLERİ İÇİN KULLANILAN İFADELER

İNNİ – TAHKİK EDATLI OLARAK , MUHAKKAK Kİ BEN

– Ve kâle fir’avnu yâ eyyuhel meleu mâ alimtu lekum min ilâhin gayrî, fe evkıd lî yâ hâmânu alet tîni fec’al lî sarhan leallî attaliu ilâ ilâhi mûsâ ve innî le ezunnuhu minel kâzibîn

– Firavun, “Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım(!) Şüphesiz ben onun mutlaka yalancılardan olduğunu sanıyorum” dedi.”[250]

– Ve lekad erselnâ mûsâ bi âyâtinâ ilâ fir’avne ve melâihî fe kâle innî resûlu rabbil âlemîn

– Andolsun, biz Mûsâ’yı mucizelerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de o, “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti.”[251]

– En eddû ileyye ibâdallâh(ibâdallâhi), innî lekum resûlun emîn

– O, şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim.”[252]

– Ke meseliş şeytâni iz kâle lil insânikfur, fe lemmâ kefere kâle innî berîun minke innî ehâfullâhe rabbel âlemîn

– Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der.”[253]

– Ve iz kâle îsebnu meryeme yâ benî isrâîle innî resûlullâhi ileykum musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrâti ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min bagdîsmuhû ahmed(ahmedu), fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn

– Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”[254]

– Kâle yâ kavmi innî lekum nezîrun mubîn

– Nûh, şöyle dedi: “Ey kavmim! Şüphesiz, ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”[255]

– Kâle rabbi innî deavtu kavmî leylen ve nehârâ

– Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”[256]

– Ve innî kullemâ deavtuhum li tagfire lehum cealû esâbiahum fî âzânihim vestagşev siyâbehum ve esarrû vestekberûstikbârâ

– “Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.”[257]

– Summe innî a’lentu lehum ve esrartu lehum isrârâ

– “Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum.”[258]

 

KUR’AN-I KERİM-DE ALLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

İNNEKE – MUHAKKAK VE ELBETTEKİ SEN

-Tahkik edatlı olup,muhataba karşı,muhakkak ve elbetteki sen ifadesine gelip,Kur’an-da 56 yerde geçmektedir.

– Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm

– Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.”[259]

– Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl(ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm

– Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.”[260]

– Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm

– “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”[261]

– Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm

– “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[262]

– Rabbenâ lâ tuziğ kulûbenâ ba’de iz hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeh(rahmeten), inneke entel vehhâb

– (Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”[263]

– Rabbenâ inneke câmiun nâsi li yevmin lâ raybe fîh(fîhî), innallâhe lâ yuhliful mîâd

– “Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”[264]

– Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr

– De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”[265]

– İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm

– Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.”[266]

– Hunâlike deâ zekeriyyâ rabbeh(rabbehu), kâle rabbi heblî min ledunke zurriyyeten tayyibeh(tayyibeten), inneke semîud duâ’

– Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.”[267]

– Rabbenâ ve âtinâ mâ vaadtenâ alâ rusulike ve lâ tuhzinâ yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), inneke lâ tuhliful mîâd

– “Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”[268]

– Yevme yecmeullâhur rusule fe yekûlu mâzâ ucibtum kâlû lâ ilme lenâ inneke ente allâmul guyûb

– Allah’ın, peygamberleri toplayıp “siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da, “Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri günü hatırlayın.”[269]

– Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb

– Allah, kıyamet günü şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve anamı iki ilâh edinin, dedin?” İsa da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin.”[270]

– İn tuazzibhum fe innehum ibâduk(ibâduke), ve in tagfir lehum fe inneke entel azîzul hakîm

– “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[271]

– Ve kâle mûsâ rabbenâ inneke âteyte fir’avne ve melâhu zîneten ve emvâlen fîl hayâtid dunyâ rabbenâ li yudıllû an sebîlik(sebîlike), rabbenatmis alâ emvâlihim veşdud alâ kulûbihim fe lâ yu’minû hattâ yerevul azâbel elîm

– Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.”[272]

– Rabbi innehunne adlelne kesîren minen nâs(nâsi), fe men tebianî fe innehu minnî, ve men asânî fe inneke gafûrun rahîm

– “Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”[273]

– Rabbenâ inneke ta’lemu mâ nuhfî ve mâ nu’lin(nu’linu), ve mâ yahfâ alallâhi min şey’infil ardı ve lâ fis semâ

– “Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”[274]

– Kâle rabbigfir lî veheb lî mulken lâ yenbagî li ehadin min ba’dî, inneke entel vehhâb

– Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.”[275]

– Rabbenâ ve edhilhum cennâti adninilletî vaadtehum ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyyâtihim inneke entel azîzul hakîm

– “Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[276]

– Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm

– Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”[277]

– Rabbenâ lâ tec’alnâ fitneten lillezîne keferû, vagfir lenâ rabbenâ, inneke entel azîzul hakîm

– “Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[278]

– Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes’â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey’in kadîr

– Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.”[279]

 

KUR’AN-I KERİM-DE RASULULLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

İNNEKE – MUHAKKAK VE ELBETTEKİ SEN

– Ve le in eteytellezîne ûtûl kitâbe bi kulli âyetin mâ tebiû kıbletek(kıbleteke) ve mâ ente bi tâbîın kıbletehum, ve mâ ba’duhum bi tâbîın kıblete ba’d(ba’dın), ve le initteba’te ehvâehum min ba’di mâ câeke minel ilmi inneke izen le minez zâlimîn

– Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.”[280]

– Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk(hakkı), ve inneke le minel murselîn

– (Habîbim, yâ Muhammed!) Bunlar Allah’ın âyetleridir; onları sana hak ile okuyoruz. Şübhesiz ki sen, elbette peygamberlerdensin!”[281]

– Ve lâ ted’u min dûnillâhi mâ lâ yenfeuke ve lâ yadurruk(yadurruke), fe in fealte fe inneke izen minez zâlimîn

– ‘Hem ‘Allah’ı bırakıp, sana ne fayda verecek ne de zararı dokunacak şeylere yalvarma! Artık (böyle) yaparsan, o takdirde muhakkak sen, zâlimlerden olursun!’ (diye bana emredildi).’”[282]

– Ve kâlû yâ eyyuhellezî nuzzile aleyhiz zikru inneke le mecnûn

– Dediler ki: “Ey kendisine Zikir (Kur’an) indirilen kimse! Sen mutlaka delisin!”[283]

– Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm

– Biz her ümmet için uygulayacağı bir ibadet yolu verdik. O hâlde, din işinde seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin.”[284]

– Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm

– Şüphesiz sen onları doğru bir yola çağırıyorsun.”[285]

– Ve inneke le tulekkal kur’âne minledun hakîmin alîm

– Şüphesiz bu Kur’an sana, hüküm ve hikmet sahibi, hakkıyla bilen Allah tarafından verilmektedir.”[286]

– Fe tevekkel alâllâh(alâllâhi), inneke alel hakkıl mubîn

– Öyle ise Allah’a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üzere bulunuyorsun.”[287]

– Fe inneke lâ tusmiul mevtâ ve lâ tusmius summed duâe izâ vellev mudbirîn

– Şüphesiz, sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da işittiremezsin.”[288]

– Ve kezâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ, mâ kunte tedrî mel kitâbu ve lel îmânu ve lâkin cealnâhu nûren nehdî bihî men neşâu min ibâdinâ, ve inneke le tehdî ilâ sırâtın mustekîm

– (Ey Rasûlüm), işte sana böyle emrimizden bir ruh (Kur’an) vahyettik. (Halbuki daha önce) sen kitab nedir, iman nedir bilmiyordun. Fakat biz o kitabı bir nur yaptık. Onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz; ve muhakkak ki sen, doğru bir yola (İslâm’a) çağırıyorsun.”[289]

– Festemsik billezî ûhıye ileyk(ileyke), inneke alâ sırâtın mustekîm

– Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.”[290]

– Vasbir li hukmi rabbike fe inneke bi a’yuninâ, ve sebbih bi hamdi rabbike hîne tekûmu.

– Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktığında Rabbini hamd ile tespih et.”[291]

– İzâ câekel munâfikûne kâlû neşhedu inneke le resûlullâh(resûlullâhi), vallâhu ya’lemu inneke le resûluh(resûluhu), vallâhu yeşhedu innel munâfikîne le kâzibûn

– (Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, “Senin, elbette Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder.”[292]

– Ve inneke le alâ hulukın azîm

– Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”[293]

 

KUR’AN-I KERİM-DE DİĞERLERİ İÇİN KULLANILAN İFADELER

İNNEKE – MUHAKKAK VE ELBETTEKİ SEN

– Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn

– Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.”[294]

– Kâle inneke minel munzarîn

– Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.”[295]

– Kâlû lekad alimte mâ lenâ fî benâtike min hakk(hakkın), ve inneke le ta’lemu mâ nurîd

– Onlar, “İyi biliyorsun ki kızlarında bizim gözümüz yok. Sen bizim ne istediğimizi çok iyi biliyorsun” dediler.”[296]

– Kâlû yâ şuaybu e salâtuke te’muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ ev en nef’ale fî emvâlinâ mâ neşâ’(neşâu), inneke le entel halîmur reşîd

– Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.”[297]

– Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ kellemehu kâle innekel yevme ledeynâ mekînun emîn

– Kral, “Onu bana getirin, onu özel olarak yanıma alayım”, dedi. Onunla konuşunca dedi ki: “Şüphesiz bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir bir kişisin.”[298]

– Kâlû tallâhi inneke le fî dalâlikel kadîm

– Yanındakiler, Hz. Yakub’a; «Vallahi, sen halâ o eski şaşkınlığının pençesindesin» dediler..”[299]

– Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm

– Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!”[300]

– Kâle fe inneke minel munzarîn

– Allah buyurdu ki: «Sen mühlet verilenlerdensin.»”[301]

– Kâle inneke len testetîa maiye sabrâ

– Hızır dedi ki: “- Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.”[302]

– Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye sabrâ

– Hızır: “-Sen, benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.”[303]

– Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ

– Hızır dedi ki: “-Sen, benimle asla sabredemezsin, demedim mi sana?”[304]

– İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyk(na’leyke), inneke bil vâdil mukaddesi tuvâ

– “Şüphe yok ki, ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.”[305]

– Kulnâ lâ tehaf inneke entel a’lâ.

– Şöyle dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün olan.”[306]

– Fe asbaha fîl medîneti hâifen yeterakkabu fe izellezîstensarahu bil emsi yestasrihuh(yestasrihuhu), kâle lehu mûsâ inneke le gaviyyun mubîn

– Korkarak, etrafı gözetleyerek şehirde sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen yine feryat ederek ondan yardım istiyordu. Mûsâ da ona, “Belli ki sen azgın bir kimsesin” dedi.”[307]

– Ve en elkı asâk(asâke), fe lemmâ reâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudbiren ve lem yuakkıb, yâ mûsâ akbil ve lâ tehaf, inneke minel âminîn

– “Değneğini (yere) at.” (Mûsâ, değneğini attı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) “Ey Mûsâ! Beri gel, korkma. Çünkü sen güvenlikte olanlardansın.”[308]

– Yekûlu e inneke le minel musaddikîn

– “Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?” derdi.”[309]

– Kâle fahruc minhâ fe inneke recîm

– Allah, şöyle dedi: “Öyle ise çık oradan (cennetten), çünkü sen kovuldun.”[310]

– Kâle fe inneke minel munzarîn

– Allah: «Haydi sana mühlet verildi.”[311]

– Ve izâ messel insâne durrun deâ rabbehu munîben ileyhi summe izâ havvelehu ni’meten minhu nesiye mâ kâne yed’û ileyhi min kablu ve ceale lillâhi endâden li yudılle an sebîlih(sebîlihi), kul temetta’ bi kufrike kalîlen inneke min ashâbin nâr

– İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.”[312]

– Zuk, inneke entel azîzul kerîm

– (Deyin ki:) “Tat bakalım! Hani sen güçlüydün, şerefliydin!?”[313]

– Yâ eyyuhel insânu inneke kâdihun ilâ rabbike kedhan fe mulâkîh

– Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine (kavuşuncaya kadar) didinip duracak ve sonunda didinmenin karşılığına kavuşacaksın.”[314]

 

KUR’AN-I KERİM-DE RASULULLAH İÇİN KULLANILAN İFADELER

ENNE – TAHKİK EDATI OLUP MUHAKKAK Kİ SEN –

-Muhakkak ve elbetteki sen manasına olup,Kur’an-da 4 yerde geçer.

– Ve le kad na’lemu enneke yadîku sadruke bi mâ yekûlûn

– Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.”[315]

– Ve min âyâtihî enneke terel arda hâşiaten fe izâ enzelnâ aleyhel mâehtezzet ve rebet, innellezî ahyâhâ le muhyîl mevtâ, innehu alâ kulli şey’in kadîr

– Allah’ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü hakkıyla yetendir.”[316]

– İnne rabbeke ya’lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur’ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a’zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm

– (Ey Muhammed!) Şüphesiz Rabbin, senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçirdiğini biliyor. Beraberinde bulunanlardan bir topluluk da böyle yapıyor. Allah, gece ve gündüzü düzenleyip takdir eder. Sizin buna (gecenin tümünde yahut çoğunda ibadete) gücünüzün yetmeyeceğini bildi de sizi bağışladı (yükünüzü hafifletti.) Artık, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizde hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacağını, diğer bir kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını bilmektedir. O hâlde, Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz, onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükâfat olarak bulursunuz. Allah’tan bağışlama dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[317]

KUR’AN-I KERİM-DE DİĞERLERİ İÇİN KULLANILAN İFADELER

– Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ.

– “Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.”[318]

MEHMET ÖZÇELİK

23.04-2014

[1] Bakara.30.

[2] Bakara.127.

[3] Bakara.128.

[4] Bakara.129.

[5] Bakara.286.

[6] Âl-i İmran.8.

[7] Âl-i İmran.35.

[8] Maide.109.

[9] Maide.114.

[10] Maide.116.

[11] Maide.117.

[12] Maide.118.

[13] A’raf.89.

[14] A’raf.151.

[15] A’raf.155.

[16] Hud.45.

[17] Yusuf.101.

[18] Enbiya.83.

[19] Enbiya.87.

[20] Enbiya.89.

[21] Mü’minun.29.

[22] Mü’minun.109.

[23] Mü’minun.118.

[24] Sebe.41.

[25] Sad.35.

[26] Zümer.46.

[27] Mümin.8.

[28] Mümtahine.5.

[29] En’am.107.

[30] Enfal.33.

[31] Yunus.42.

[32] Yunus.43.

[33] Yunus.99.

[34] Hud.12.

[35] Ra’d.7.

[36] Nahl.101.

[37] Furkan.43.

[38] Neml.81.

[39] Rum.53.

[40] Fatır.22.

[41] Fatır.23.

[42] Zümer.19.

[43] Zümer.41.

[44] Şura.6.

[45] Zuhruf.40.

[46] Kaf.45.

[47] Zariyat.54.

[48] Tur.29.

[49] Kalem.2.

[50] Naziat.43.

[51] Naziat.45.

[52] Ğaşiye.21.

[53] Beled.2.

[54] Bakara.35.

[55] Maide.24.

[56] A’raf.19.

[57] Hud.49.

[58] Hud.87.

[59] Hud.91.

[60] Yusuf.17.

[61] Yusuf.90.

[62] Meryem.46.

[63] Taha.42.

[64] Taha.58.

[65] Taha.68.

[66] Taha.72.

[67] Enbiya.55.

[68] Enbiya.62.

[69] Mü’minun.28.

[70] Şuara.19.

[71] Şuara.153.

72 Şuara.154.

 

[73] Şuara.185.

[74] Şuara.186.

[75] Duhan.49.

[76] Bakara.128.

[77] Âl-i İmran.35.

[78] Bakara.120.

[79] Âl-i İmran.128.

[80] Tevbe.43.

[81] Tevbe.48.

[82] İsra.48.

[83] İsra.60.

[84] İsra.75.

[85] İsra.79.

[86] İsra.86.

[87] İsra.90.

[88] İsra.91.

[89] İsra.93.

[90] Furkan.9.

[91] Furkan.10.

[92] Ahzab.50.

[93] Ahzab.52.

[94] Fussilet.43.

[95] Zuhruf.44.

[96] Zuhruf.58.

[97] Fetih.1.

[98] Fetih2.

[99] Fetih.11.

[100] Tahrim.1.

[101] Kalem.3.

[102] Müzzemmil.7.

[103] Duha.4.

[104] İnşirah.1.

[105] İnşirah.4.

[106] Bakara.55.

[107] A’raf.13.

[108] A’raf.132.

[109] A’raf.134.

[110] Hud.46.

[111] Hud.53.

[112] Yusuf.5.

[113] Yusuf.11.

[114] Ra’d.37.

[115] Hicr.32.

[116] Hicr.42.

[117] İsra.36.

[118] İsra.65.

[119] Kehf.69.

[120] Kehf.70.

[121] Kehf.75.

[122] Kehf.94.

[123] Meryem.47.

[124] Taha.97.

[125] Taha.117.

[126] Taha.118.

[127] Şuara.111.

[128] Kasas.20.

[129] Kasas.50.

[130] Anbkebut.8.

[131] Lokman.15.

[132] Vakıa.91.

[133] Mümtahine.4.

[134] Kıyame.34.

[135] Naziat.18.

[136] Taha.84.

[137] Kasas.63.

[138] Mümtahine.4.

[139] Bakara.4.

[140] Bakara.99.

[141] Bakara.285.

[142] Âl-i İmran.75.

[143] Nisa.60.

[144] Nisa.105.

[145] Nisa.162.

[146] Nisa.163.

[147] Nisa.166.

[148] Maide.48.

[149] Maide.64.

[150] Maide.67.

[151] Maide.68.

[152] En’am.106.

[153] A’raf.2.

[154] A’raf.198.

[155] Yunus.94.

[156] Yunus.109.

[157] Hud.12.

[158] Yusuf.3.

[159] Ra’d.1.

[160] Ra’d.19.

[161] Ra’d.30.

[162] Ra’d.36.

[163] İbrahim.1.

[164] Nahl.44.

[165] Nahl.123.

[166] İsra.39.

[167] İsra.47.

[168] İsra.51.

[169] İsra.73.

[170] İsra.86.

[171] Kehf.27.

[172] Taha.114.

[173] Kasas.86.

[174] Kasas.87.

[175] Ankebut.45.

[176] Ankebut.47.

[177] Ahzab.2.

[178] Ahzab.19.

[179] Ahzab.51.

[180] Sebe.6.

[181] Fatır.31.

[182] Sad.29.

[183] Zümer.2.

[184] Zümer.65.

[185] Şura.3.

[186] Şura.7.

[187] Şura.13.

[188] Şura.52.

[189] Ahkaf.29.

[190] Muhammed.20.

[191] Bakara.260.

[192] Maide.28.

[193] A’raf.143.

[194] Hud.81.

[195] Neml.40.

[196] Kasas.32.

[197] Kasas.77.

[198] Ahkaf.15.

[199] Mülk.4.

[200] Bakara.252.

[201] Bakara.272.

[202] Âl-i İmran.3.

[203] Âl-i İmran.7.

[204] Âl-i İmran.20.

[205] Âl-i İmran.58.

[206] Âl-i İmran.108.

[207] Nisa.113.

[208] Nisa.164.

[209] En’am.7.

[210] En’am.35.

[211] En’am.52.

[212] A’raf.101.

[213] Hud.100.

[214] Hud.120.

[215] Yusuf.3.

[216] Ra’d.40.

[217] Nahl.64.

[218] Nahl.82.

[219] Nahl.89.

[220] Nahl.118.

[221] İsra.14.

[222] Kehf.13.

[223] Taha.2.

[224] Taha.99.

[225] Kasas.3.

[226] Kasas.85.

[227] Ankebut.51.

[228] Ahzab.37.

[229] Ahzab.50.

[230] Zümer.41.

[231] Mümin.78.

[232] Şura.48.

[233] Casiye.6.

[234] Fetih-2.

[235] Hucurat.17.

[236] Maide.110.

[237] Hud.48.

[238] Yusuf.6.

[239] Hicr.35.

[240] İsra.87.

[241] Taha.37.

[242] Taha.39.

[243] Sad.78.

[244] A’raf.144.

[245] Zariyat.50.

[246] Zariyat.51.

[247] Tur.31.

[248] Cin.21.

[249] Cin.22.

[250] Kasas.38.

[251] Zuhruf.46.

[252] Duhan.18.

[253] Haşr.16.

[254] Saff.6.

[255] Nuh.2.

[256] Nuh.5.

[257] Nuh.7.

[258] Nuh.9.

[259] Bakara.32.

[260] Bakara.127.

[261] Bakara.128.

[262] Bakara.129.

[263] Âl-i İmran.8.

[264] Âl-i İmran.9.

[265] Âl-i İmran.26.

[266] Âl-i İmran.35.

[267] Âl-i İmran.38.

[268] Âl-i İmran.194.

[269] Maide.109.

[270] Maide.116.

[271] Maide.118.

[272] Yunus.88.

[273] İbrahim.36.

[274] İbrahim.38.

[275] Sad.35.

[276] Mümin.8.

[277] Haşr.10.

[278] Mümtehine.5.

[279] Tahrim.8.

[280] Bakara.145.

[281] Bakara.252.

[282] Yunus.106.

[283] Hicr.6.

[284] Hac.67.

[285] Müminun.73.

[286] Neml.6.

[287] Neml.79.

[288] Rum.52.

[289] Şura.52.

[290] Zuhruf.43.

[291] Tur.48.

[292] Münafikun.1.

[293] Kalem.4.

[294] A’raf.13.

[295] A’raf.15.

[296] Hud.79.

[297] Hud.87.

[298] Yusuf.54.

[299] Yusuf.95.

[300] Hicr.34.

[301] Hicr.37.

[302] Kehf.37.

[303] Kehf.72.

[304] Kehf.75.

[305] Taha.12.

[306] Taha.68.

[307] Kasas.18.

[308] Kasas.31.

[309] Saffat.52.

[310] Sad.77.

[311] Sad.80.

[312] Zümer.8.

[313] Duhan.49.

[314] İnşikak.6.

[315] Hicr.97.

[316] Fussilet.39.

[317] Müzzemmil.20.

[318] Taha.119.




KUR’AN-DA TEMSİLLER

KUR’AN-DA TEMSİLLER

Temsiller uzak hakikatları dürbün gibi yaklaştırırlar.

Konunun anlaşılmasında temsiller etkilidir.

Kur’an temsilleri çok tekrarlamaktadır.

Temsiller ve teşbihler edebi bir sanattır.

Hikayeleri sevdiren temsillerdir.

Allahın sıfatları mesel ve temsiller yoluyla bilinir ve anlaşılır.

Ondandır ki;Temsilde kusur olmadığı gibi,kusur da aranmaz.

Çünkü temsilde esas olan,temsilin kendisi değil,ifade edip düşündürdüğü manadır.

Temsiller içlerinde sırları saklarlar.

Temsiller, derin manaları fehme yakınlaştırır,tefsir ederler.

Aynalar yalan söylemezler.Temsillerde hakikatlara birer aynadırlar.Aynalar daima temsil ederler.

Kur’an hakikatlara temsil elbisesi giydirmektedir.

Temsiller mantık ürünü olup,hakikatların ucunu gösterir,Külli kanunlara kapı açar.

Temsiller manaya kuvvet verirler.

İşte Kur’an-dan Temsiller ile ilgili örnekler:

-“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).”[1]

-“Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.

Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?”[2]

-“Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misal verir: Her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını tattırdı.”[3]

-“Allah size kendinizden bir misal vermektedir: Size verdiğimiz rızıklarda, emrinizde bulunan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sayar mısınız ? Düşünen millete ayetleri böylece uzun uzadıya açıklarız.”[4]

-“Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor.”[5]

-“Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler.”[6]

-“Halbuki içlerinden biri o Rahmana fırlattığı mesel ile kendisi tebşir kılındığı vakıt yüzü simsiyah oluyor da kederinden yutkunup yutkunup dolukuyor.”[7]

-“Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.

Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.”[8]

-“Onların her birine (uymaları için) misaller getirdik; (ama öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik.”[9]

-“Andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkârcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.”[10]

-“Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik.”[11]

-“Sana nasıl misaller verdiklerine bir bak! Bu yüzden sapmışlardır, artık bir yol da bulamamaktadırlar.”[12]

-“(Resûlüm!) Senin hakkında bak ne biçim temsiller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır ve (hidayete) hiçbir yol da bulamazlar.”[13]

-“Allah için emsal göstermeyin. Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.”[14]

-“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.”[15]

-“Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”[16]

-“Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).”[17]

-“Allah gökten su indirir, dereler onunla dolar taşar. Sel, üste çıkan köpüğü alır götürür. Süslenmek veya faydalanmak için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer bir köpük vardır. Allah, hak ve batıl için şöyle misal verir: Köpük uçup gider,insanlara fayda veren ise yerde kalır. Allah bunun gibi daha nice misaller verir.”[18]

-“(O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.”[19]

-“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”[20]

-“Bunun sebebi, inkâr edenlerin bâtıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır.”[21]

-“Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.”[22]

-“Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.”[23]

-“Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.”[24]

-“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!”[25]

-“Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.”[26]

MEHMET ÖZÇELİK

12-07-2014

[1] 14/İBRÂHÎM-24.

[2] 16/NAHL-75-76.

[3] 16/NAHL-112.

[4] 30/RÛM-28.

[5] 36/YÂSÎN-78.

[6] 39/ZUMER-29.

[7] 43/ZUHRÛF-17.

[8] 66/TAHRÎM-10-11.

[9] 25/FURKÂN-39.

[10] 30/RÛM-58.

[11] 39/ZUMER-27.

[12] 17/İSRÂ-48.

[13] 25/FURKÂN-9.

[14] 16/NAHL-74.

[15] 29/ANKEBÛT-43.

[16] 59/HAŞR-21.

[17] 2/BAKARA-26.

[18] 13/RA’D-17.

[19] 14/İBRÂHÎM-25.

[20] 24/NÛR-35.

[21] 47/MUHAMMED-3.

[22] 18/KEHF-32.

[23] 18/KEHF-45.

[24] 36/YÂSÎN-13.

[25] 22/HACC-73.

[26] 43/ZUHRÛF-57.




KUR’AN-DA SÂBİRîN VE ŞÂKİRîN

KUR’AN-DA SÂBİRîN VE ŞÂKİRîN

            Şâkirin yukarıda Sâbirin aşağıda da görülse,her ikisi de yüksek makamları ihraz etmektedirler.

            Süleyman peygamberin makamı şükürlükte ne kadar yüce ise,Eyyüb peygamberin makamı da sabır kahramanlığında o derece yücedir.

            Her ikisi de taşınılması güç iki makamdır.Eksi ve artı kutuplar olarak…

            Bu makamlardan hangisini istersin,diye nefsime sorduğumda nefsim;

            -Hemen şükür makamını tercih etmeyi arzu etti.Diğer duygularımda ona onay verdi.

            Belki kim istemez ki diyebilirsiniz.Ancak Cenâb-ı Hak;Süleyman peygamberin kalbine nazar ettiğini,kalbinde ise bir kibir bulunmadığını ifade etmektedir.

            Yani şükür makamı selamette ve kolay olan bir makam değildir.

            Kur’an-ı Kerim-de sabredenler övülmüş,müjdelenmiş,Onların üstün olacakları,bağış ve mükâfata hesapsız olarak ulaşacakları,Allah’ın onlarla beraber olacağı,gerçek iyiliğin ve Allah’a karşı gelmekten sakınanların ve gerçek iman edip cenneti hak edenlerin bunlar olduğu,Allah tarafından sevilecekleri,sabredenlerin daha hayırlı olduğu ve – İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla-denilerek örnek şahsiyetler olarak gösterildiği,denenme sebebi ve ibretler olduğu ve de sabredenlerin şükredenlerden önce zikredilip dile getirildiğini görmekteyiz.

            Kur’an-ı Kerim-de sabredenler şöyle tavsif edilmektedirler:

SABREDENLER

            *SABİRUN–Enfal-65.Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. “

            -Kasas-80. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! İman edip de iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur” dediler.”

            -Zümer-10.(Ey Muhammed!) Bizim adımıza de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.”

            *SABİRİN-Bakara-153.Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.”

            -155-155.Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.”

            -177-177.İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”

            -249.Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”

            -Âl-i İmran-16,17. (Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.

            -142.Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

            -146.Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.”

            -Enfal-46.Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 

            -66.Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir. “

            -Nahl-126.Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.”

            -Enbiya-85.İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.

            -Hac-35.Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.

            -Ahzab-35.Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”

            -Saffat-102.Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.”

            -Muhammed-31.Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.”

            *SABİRETÜN-Enfal-66.Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir. 

            -SABİRAT-Ahzab-35.Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”

            *SABBAR-İbrahim-5. Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”

            -Lokman-31.Görmedin mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah, bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.

            -Sebe-19.Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”

            -Şura-33.O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

 

ŞÜKREDENLER

          Şükür insanın yaratılış sebebidir.

            Kur’an-ı Kerim-de şükredenler kendilerine ihsan edilenlere karşılık veren kişiler olarak,İbrahim,Musa,Davud,Nuh peygamberler bu konuda öne çıkıp övülmüş, Şükredenlerin az olduğu belirtilmiş,Şükredecek sebebler mevcut kılınmış,Şükredenlerin mükâtlandırılacağı,Allah’ın şükredenleri bildiği,Şükredenlerden olunması gerektiği, şeytanın en büyük işinin inkâr edenlerin şükredenlerden olmaması yönünde çalışacağı, evlat sahibi olmanın büyük bir nimet olup şükrü gerektirdiği,sabredenler gibi şükredenlerin de ibretler alacakları ve karşılığının verileceği bildirilmiştir.

            *ŞAKİRUN-Bakara-158.Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.”

            -ŞAKİREN-Nisa-147. Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.

            -Nahl-121. (İbrahim)O’nun nimetlerine şükreden bir önderdi. Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

            -İnsan-3.Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği)  yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.

            *Şakirun-Enbiya-80.Bir de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Şimdi siz şükrediyor musunuz?

            *ŞAKİRİNE-Âl-i İmran-144.   Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

145.Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

-En’am-53. Böylece insanların bazısını bazısı ile denedik ki, “Allah, aramızdan şu adamları mı iman nimetine lâyık gördü?” desinler. Allah, şükreden kullarını daha iyi bilen değil mi?

-63. De ki: “Sizler, açıktan ve gizlice O’na ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa, elbette şükredenlerden olacağız’ diye dua ederken, sizi karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?”

-A’raf-17. “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”

-144. (Allah) “Ey Mûsâ! Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol” dedi.

-189.Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.

-Yunus-22.O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar.

-Zümer-66.Hayır, yalnız Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.

*ŞAKİRUN-ŞAKİRİN-İbrahim-5. Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

-Lokman-31.Görmedin mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah, bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.

-Sebe-13.Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.

-19.Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

-Fatır-30. Allah, kendilerine mükâfatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın diye (böyle yaparlar). Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.

-34.Şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.”

-Şura-23.İşte bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.

-33.O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

-Teğabun-17.Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar. Allah, şükrün karşılığını verendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).

*ŞEKUREN-İsra-3.Ey kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu.

 

            06-10-2013

MEHMET ÖZÇELİK




NECİS VE RİCS

NECİS VE RİCS

             Kur’an-ı Kerim-de Müşrikler necis olarak addedilmiştir.

Rics yani pislik ifadesi ise değişik şekillerde gelmiştir.Bunlar;Pislik,çirkin iş,murdar,necis,günah,işkence,ceza,gadab,hışım,haram,lanet,küfür ve vesvese.

Allah pis şeyleri,kötü amelleri,kötü kimseleri,akılsız ve iman etmeyenleri, putları,günahları,kalbi hastalıkları rics yani birer pislik olarak nitelemiştir.

Necis ifadesi Kur’an-da bir kere,Rics ifadesi ise on kere geçmektedir.

Günahlar kişinin kalbini karartır ve akabinde küfrünü arttırır.

Günahlar kalbin pasıdır.Küfür ise,silinmez bir pastır.O ancak iman ile ortadan kalkar.Nurun gelmesiyle zulmetin gitmesi gibi,zulmetten eser kalmamış olur.

 ”Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.”[1]

”Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”[2]

”Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.”[3]

”De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.”[4]

” (Hûd) dedi ki: «Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!»[5]

” Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.”[6]

” Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.”[7]

” Durum böyle. Her kim, Allah’ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.”[8]

“ Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[9]

” Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.”[10]

22.11.2011

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tevbe.28.

[2] Maide.90.

[3] En’am.125.

[4] En’am.145.

[5] A’raf.71.

[6] Tevbe.95.

[7] Yunus.100.

[8] Hac.30.

[9] Ahzab.33.

[10] Tevbe.125.




KUR’AN-I KERİM-DE İSRAİL

KUR’AN-I KERİM-DE İSRAİL

            İsrail ifadesi Kur’an-ı Kerim-de 43 kere geçmektedir.

            Beni İsrail ifadesi 49 kere geçmektedir.

            Anlamı;Allah-ın kulu,seçkini ve sırrı anlamınadır.

            İsrail Yakup peygamberin künyesi olup,onun çocuklarına da İsrail oğulları yani Beni İsrail denir.

            “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.”[1]

            “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.”[2]

            “Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.”[3]

            “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu hatırlayın.”[4]

            “İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.”[5]

            “Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.”[6]

            “Allah, onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.”[7]

            “Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.””[8]

            “Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.”[9]

            “Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.”[10]

            “Andolsun, İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat her ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.”[11]

            “Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”[12]

            “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.”[13]

            “O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi.”[14]

            “Bana, Allah’a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.”[15]

            “Üzerlerine azap çökünce, “Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz” dediler.”[16]

            “Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.”[17]

            “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.”[18]

            “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım” dedi.”[19]

            “Andolsun, biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.”[20]

            “Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve onu, “Benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık.”[21]

            “Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik.”[22]

            “Andolsun, biz Mûsâ’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti.”[23]

            “Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: “Bu topraklarda oturun, ahiret va’di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.”[24]

            “İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[25]

            ““Ona gidin ve şöyle deyin: ‘Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara olsun.’ ”[26]

            “(Allah, şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr’un sağ yanını va’dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”[27]

            “Hârûn: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum” dedi.”[28]

            “İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.”[29]

            “Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir.”[30]

            “İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.”[31]

            “İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?”[32]

            “Şüphesiz bu Kur’an, İsrailoğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor.”[33]

            “Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur’an’a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık.”[34]

            “Andolsun ki biz Musa’ya o hidayeti verdik ve İsrailoğullarına o kitabı miras kıldık.”[35]

            “İsa, sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na örnek kıldığımız bir kuldur.”[36]

            “Andolsun biz, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan kurtardık.”[37]

            “Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.”[38]

            “De ki: “Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini (Tevrat’ta görerek) şahitlik edip inandığı hâlde, siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.”[39]

            “Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”[40]

            “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[41]

02-12-2011

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.40.

[2] Bakara.47.

[3] Bakara.83.

[4] Bakara.122.

[5] Bakara.211.

[6] Bakara.246.

[7] Âl-i İmran.49.

[8] Âl-i İmran.93.

[9] Mâide.12.

[10] Mâide.32.

[11] Mâide.70.

[12] Mâide.72.

[13] Mâide.78.

[14] Mâide.110.

[15] A’raf.105.

[16] A’raf.134.

[17] A’raf.137.

[18] A’raf.138.

[19] Yunus.90.

[20] Yunus.93.

[21] İsra.2.

[22] İsra.4.

[23] İsra.101.

[24] İsra.104.

[25] Meryem.58.

[26] Taha.47.

[27] Taha.80.

[28] Taha.94.

[29] Şuara.17.

[30] Şuara.22.

[31] Şuara.59.

[32] Şuara.197.

[33] Neml.76.

[34] Secde.23.

[35] Mümin-ğafir-53.

[36] Zuhruf.59.

[37] Duhan.30.

[38] Casiye.16.

[39] Ahkaf.10.

[40] Saf.6.

[41] Saf.14.




KUR’AN-I KERİM-DEN DUALAR

KUR’AN-I KERİM-DEN DUALAR

*”Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”[1]

*”Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.

Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”

“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[2]

*”Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.

Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır.”[3]

*”(Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”[4]

*”Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”

Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”[5]

*”(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”

“Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”[6]

*”(16-17) (Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.”[7]

*” De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”[8]

*” Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.”[9]

*” Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.”[10]

*” “Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz.”[11]

*” Onların sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et” demekten ibaretti.”[12]

*” Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.

“Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”

“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.”

“Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”[13]

*” Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”[14]

*” Mûsa, “Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o yoldan çıkmışların arasını ayır” dedi.”[15]

*” Peygamber’e indirileni (Kur’an’ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed’in ümmeti) ile beraber yaz” derler.”[16]

*” Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.”[17]

*” Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[18]

*” Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma” derler.”[19]

*” “Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”[20]

*” “Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”[21]

*” (Mûsâ), “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” dedi.”[22]

*” Ve Mûsâ, kendisine vâde verdiğimiz yere götürmek üzere kavminden yetmiş kişi seçti. Derken bulundukları yerde şiddetli bir deprem başlayınca yâ Rabbi dedi, dileseydin onları da daha önce helâk ederdin, beni de. İçimizdeki akılsızların işledikleri suç yüzünden bizi de mi helâk edeceksin? Bu, ancak senin bir sınamandan başka bir şey değil. Onunla dilediğini doğru yoldan çıkarırsın, dilediğini doğru yola sevk edersin. Sensin yardımcımız ve sahibimiz, ört bizim suçlarımızı ve acı bize, sensin suçları örtenlerin en hayırlısı.

“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”[23]

*” Onlar da şöyle dediler: “Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!”[24]

*” Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.”[25]

*” Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”[26]

Nûh, “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum” dedi.”[27]

*” Yûsuf, “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum” dedi.”[28]

*” Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”[29]

*” Hani İbrahim demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”

“Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”

“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”

“Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”

“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”

“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla.”[30]

*” (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek: “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?”[31]

*” Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”[32]

*” De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”[33]

*” Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.”[34]

*” Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı.

O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.”

“Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”

Zekeriyya, “Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken, benim nasıl çocuğum olur?” dedi.

Zekeriyya, “Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece konuşamamandır” dedi.”[35]

*” Musa: ‘Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin’ dedi.”[36]

*” Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.”[37]

*” (Peygamber), “Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı yardımı istenecek olan Rahmân’dır” dedi.”[38]

*” (Nûh), “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.”[39]

*” Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a hamd olsun” de.

Yine de ki: “Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.”[40]

*” O peygamber, “Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.”[41]

*” De ki: “Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma.”[42]

*” Sen de ki: “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!”[43]

*” De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”[44]

*” Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.”

Sonrakilerin beni guzel sekilde anmalarini sagla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kil. Babami da bagisla, o suphesiz sapiklardandir. Insanlarin diriltilecegi gun, Allah’a temiz bir kalble gelenden baska kimseye malin ve ogullarin fayda vermeyecegi gun, beni rezil etme» demisti.”[45]

*” Nuh: ‘Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar’ dedi.”[46]

*” Lut: ‘Doğrusu yaptığınıza çok kızanlardanım. Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapageldiği kötülükten kurtar’ dedi.”[47]

*” Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”[48]

*” Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

“Rabbim! Bana verdiğin nimetle asla suçlulara arka çıkmayacağım” dedi.”[49]

*” Mûsâ, korku içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı ve “Ey Rabbim! Beni bu zalim kavimden kurtar” dedi.

(Şehirden çıkıp) Medyen’e doğru yöneldiğinde, “Umarım Rabbim beni doğru yola iletir” dedi.

Bunun üzerine Mûsâ onların koyunlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip, “Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım” dedi.”[50]

*” (Lût) “Ey Rabbim! Şu bozguncu kavme karşı bana yardım et” dedi.”[51]

*” Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”[52]

*” (Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi.”[53]

*” Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.”[54]

*” De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin.”[55]

*” Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”

“Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”

“Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır.”[56]

*” İnsanlar, “Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” derler.”[57]

*” Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”[58]

*” Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”[59]

*” İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”

“Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[60]

*” Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.”[61]

*” Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.”[62]

*” Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”

“Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”

“Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”[63]

10-11-2011

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Fatiha-6-7.

[2] Bakara.126-129.

[3] Bakara.200-201.

[4] Bakara.250.

[5] Bakara.285-286.

[6] Âl-i İmran.8-9.

[7] Âl-i İmran.16-17.

[8] Âl-i İmran.26-27.

[9] Âl-i İmran.35.

[10] Âl-i İmran.38.

[11] Âl-i İmran.53

[12] Âl-i İmran.147.

[13] Âl-i İmran.191-194.

[14] Nisa.75.

[15] Maide.25.

[16] Maide.83.

[17] Maide.114.

[18] A’raf.23.

[19] A’raf.47.

[20] A’raf.89.

[21] A’raf.126.

[22] A’raf.151.

[23] A’raf.155-156.

[24] Yunus.85.

[25] Yunus.88.

[26] Hud.45.

[27] Hud.47.

[28] Yusuf.33.

[29] Yusuf.101.

[30] İbrahim.35-41.

[31] İbrahim.44.

[32] İsra.24.

[33] İsra.80.

[34] Kehf.10.

[35] Meryem.3-6,8,10.

[36] Taha.25-35.

[37] Taha.114.

[38] Enbiya.112.

[39] Mü’minun.26.

[40] Mü’minun.28.29.

[41] Mü’minun.39.

[42] Mü’minun.93-94.

[43] Mü’minun.97-98.

[44] Mü’minun.118.

[45] Şuara.83-89.

[46] Şuara.117-118.

[47] Şuara.168-169.

[48] Neml.19.

[49] Kasas.16-17.

[50] Kasas.21-22,24.

[51] Ankebut.30.

[52] Sebe.19.

[53] Saffat.99-100.

[54] Sad.35.

[55] Zümer.46.

[56] Mü’min.7-9.

[57] Duhan.12.

[58] Ahkaf.15.

[59] Haşr.10.

[60] Mümtehine.4-5.

[61] Tahrim.8.

[62] Tahrim.11.

[63] Nuh.26-28.




KUR’AN-DA TESHİR

KUR’AN-DA TESHİR

Teshir; İtaat ettirmek, boyun eğdirmek, emir altına almak.

– Zaptetme, hâkim olma, zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakir ve zelil etmek.

Cenab-ı Hakk`ın herşeyi emrine boyun eğdirerek terbiye ve idare etmesi.

İnsanın emrine verilmesi.

Her şey emrinde olan Allah,tüm varlıkları insanın emrine vermiş,bazen de bazı insanları yine bazı insanların hizmetine de vermiştir.(Zuhruf.32.)

Bir atın sahibine olan bağlılığı ve itaatı gibi,varlıkları da insanlara muti kılmıştır.

Küçük bir çocuk,dev ve deve gibi bir hayvanın yularından tutup –mezbaha da dahil- istediği yere götürebilmektedir.

Hatta her bir varlık Allahı tesbih ederken,onları kesmek veya yemek suretiyle tesbihine son verebilmektedir.

Bu hizmetin sonucu olarak her şey insanın önüne bir sofra gibi serilmiştir.

Her şey kendisine hizmet için verilirken,insanda rabbisine iman ve ibadetle mükellef kılınmıştır.

İşte o âyetlerden misaller:

-“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş’a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. “[1]

-“(O öyle lütufkâr) Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı.” [2]

-“Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi.” [3]

-“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah’ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller vardır.”[4]

-“İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O’dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (Bütün bunlar) onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.” [5]

-“Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” [6]

-“Andolsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorsan, mutlaka, «Allah» derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar? “[7]

-“Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” [8]

-“Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır. Güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır. Bunların her biri belli bir vâdeye kadar hareketine devam eder. Ve Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır.”[9]

-“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneş ve ayı emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir.” [10]

-“Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. Güneşi ve ayı emri altına almıştır. Her biri belli bir süreye kadar akıp gider. Dikkat et! O, azîzdir ve çok bağışlayandır. “[11]

-“Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: «Bunları bizim hizmetimize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi.» [12]

-“Allah o (yüce) varlıktır ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için ve de şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir.” [13]

-“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” [14]

-“Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” [15]

-“Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi.”[16]

-“Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı. “[17]

-“Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik. “[18]

-“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele! “[19]

-“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. “[20]

-“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır. “[21]

-“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” [22]

-“Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah’tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.” [23]

-“Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, Senin mülkünde, yalnız Senin kuvvet ve kudretinle ve ancak Senin irâde ve tedbîrinle ve rahmet ve hikmetinle, rubûbiyetinin emirlerine teshîr ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler.”[24]

“Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. “Allah nâmına, Rahmân nâmına” der; her şey ona musahhar olur.”[25]

“Yerin insandan sonra zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki; Cenâb-ı Hakkın evâmirine musahhar olan bir abdine onları musahhar etmiştir.

Cenâb-ı Hak, mânen şu âyetin lisân-ı remziyle der ki: “Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de Benim emrime musahhar olsan, çok mevcudât, hattâ cin ve şeytan dahi musahhar olabilirler.”

İşte, beşerin, san’at ve fennin imtizâcından süzülen, maddî ve mânevî fevkalâde hassâsiyetinden tezâhür eden ispirtizma gibi celb-i ervâh ve cinlerle muhâbereyi, şu âyet en nihayet hududunu çiziyor ve en faydalı sûretlerini tâyin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat, şimdiki gibi, bâzan kendine emvât nâmını veren cinlere ve şeytanlara ve ervâh-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımât-ı Kur’âniye ile onları teshîr etmektir, şerlerinden kurtulmaktır. “[26]

“Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudât musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.”[27]

-Her bir mevcud adeta:” “Hem bizlerdeki haşmetli intizamât ve dehşetli harekât ve hikmetli teshîrât gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki, bütün mevcudât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar. Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır.”[28]

“Senin Hâlıkın olan şu memleketin Mâlik-i Hakikîsinin emrine herşey musahhardır. Herşeyin dizgini Onun elindedir. Ona intisabın yeter.”[29]

Mâdem kâinatın en müntehap neticesi hayattır; ve hayatın en müntehap hulâsası ruhtur; ve zîrûhun en müntehap kısmı zîşuurdur; ve zîşuurun en câmii insandır. Ve bütün kâinat ise, hayata musahhardır ve onun için çalışıyor; ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır, onlar için dünyaya gönderiliyorlar; ve zîruhlar insanlara musahhardır, onlara yardım ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Halıkını pek ciddi severler; ve Halıkları onları hem sever, hem Kendini onlara her vesîle ile sevdirir; ve insanın istidâdı ve cihazât-ı mâneviyesi, başka bir bâkî âleme ve ebedî bir hayata bakıyor; ve insanın kalbi ve şuuru bütün kuvvetiyle bekâ istiyor; ve lisânı, hadsiz duâlarıyla bekâ için Hâlıkına yalvarıyor.”[30]

-Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlûkâtı bütün keyfiyâtıyla teshîr eden kudretinin ve irâdetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlûbumu bana musahhar kıl!”[31]

MEHMET ÖZÇELİK

23-07-2014

[1] 13/RA’D-2.

[2] 14/İBRÂHÎM-32.

[3] 14/İBRÂHÎM-33

[4] 16/NAHL-12

[5] 16/NAHL-14

[6] 22/HACC-65

[7] 29/ANKEBÛT-61

[8] 31/LOKMÂN-20

[9] 31/LOKMÂN-29

[10] 35/FÂTIR-13

[11] 39/ZUMER-5

[12] 43/ZUHRÛF-13

[13] 45/CÂSİYE-12

[14] 45/CÂSİYE-13

 

[15] 21/ENBİYÂ-79

[16] 38/SÂD-18

[17] 38/SÂD-36

[18] 22/HACC-36

[19] 22/HACC-37

[20] 43/ZUHRÛF-32

[21] 2/BAKARA-164

[22] 7/A’RÂF-54

[23] 16/NAHL-79

[24] Bediüzzaman. Lemalar | Münâcat | 360.

[25] Bediüzzaman. Sözler | Birinci Söz | 12

[26] Bediüzzaman. Sözler | Yirminci Söz | 234, “Asi olan şeytanları ise zincirlerle bağlı olarak ona boyun eğdirdik. (Sâd Sûresi: 38.)

“ Denize dalarak onun için cevherler çıkaran ve başka işler de gören şeytanları yine onun emrine verdik. (Enbiyâ Sûresi: 82.)

[27] Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 365

[28] Sözler | Otuz İkinci Söz | 547

[29] Lemalar | Yirmi Altıncı Lem´a | 250

[30] Lemalar | Münâcat | 359

[31] Bediüzzaman. Lemalar | Münâcat | 363.




KUR’AN-DA VE TEFSİRLERDE YILAN

KUR’AN-DA VE TEFSİRLERDE YILAN

“Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş)[1]
“Asanı bırak;” (Bıraktı ve) onun çevik bir yılan gibi hareket etttiğini görünce, geriye doğru kaçtı ve arkasına bakmadı
“Ey Musa, korkma; şüphesiz Ben(im); Benim yanımda gönderilen (elçiler) korkmaz[2]
“Asanı bırak
” (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı “Ey Musa, dön ve korkuya kapılma Şüphesiz güvendesin[3]

Birinci misâl: Yirminci Sözün Birinci Makamında tafsîlen beyân olunan üç âyettir ki, şahs-ı Âdem’e tâlim-i esmâ ünvânıyla, nev-i benîâdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünûnun tâlimini ifade eder. Ve Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudât musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.” [4]

“Suâl ediyorsunuz ki: “Câmi-i şerîfinize, Cumâ gecesinde sebepsiz olarak, mübârek bir misâfirin gelmesiyle, tecâvüz edilmiş. Bu hâdisenin mâhiyeti nedir? Neden sana ilişiyorlar?”

Elcevap: Dört Noktayı, bilmecburiye eski Said lisânıyla beyân edeceğim. Belki ihvanlarıma medâr-ı intibah olur, siz de cevabınızı alırsınız.

Birinci Nokta:O hâdisenin mâhiyeti, hilâf-ı kânun ve sırf keyfî ve zındıka hesâbına, Cumâ gecesinde kalbimize telâş vermek ve cemaate fütûr getirmek ve beni misâfirlerle görüştürmemek için bir desîse-i şeytaniye ve münâfıkâne bir taarruzdur. Garâiptendir ki, o geceden evvel olan Perşembe günü, tenezzüh için bir tarafa gitmiştim. Avdetimde, güyâ iki yılan birbirine eklenmiş gibi, uzunca siyah bir yılan sol tarafımdan geldi, benim ile arkadaşımın ortasından geçti. Arkadaşıma, o yılandan dehşet alıp korktun mu, diye sordum:

“Gördün mü?”

O dedi: “Neyi?”

Dedim: “Bu dehşetli yılanı.”

Dedi: “Yok, görmedim ve göremiyorum.”

“Fesübhânallah”! dedim. “Bu kadar büyük bir yılan ikimizin ortasından geçtiği halde nasıl görmedin?”

O vakit hatırıma birşey gelmedi; fakat sonra kalbime geldi ki, “Bu sana işarettir; dikkat et!” Düşündüm ki, gecelerde gördüğüm yılanlar nevindendir. Yani, gecelerde gördüğüm yılanlar ise, hıyânet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse, onu yılan sûretinde görüyordum. Hattâ bir defa müdüre söylemiştim, “Fenâ niyetle geldiğin vakit seni yılan sûretinde görüyorum; dikkat et” demiştim. Zâten selefini çok vakit öyle görüyordum. Demek şu zâhiren gördüğüm yılan ise işarettir ki, hıyânetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak, belki bilfiil bir tecâvüz sûretini alacak. Bu defaki tecâvüz, çendan zâhiren küçük imiş ve küçültülme isteniliyor; fakat vicdansız bir muallimin teşvikiyle ve iştirâkıyla o memurun verdiği emir; câmi içinde namazın tesbihâtında iken, “O misâfirleri getiriniz!” diye jandarmalara emretmiş. Maksat da beni kızdırmak, eski Said damarıyla, bu fevka’l-kânun, sırf keyfî muâmeleye karşı, koymak ile mukâbele etmekti. Halbuki, o bedbaht bilmedi ki, Said’in lisânında Kur’ân’ın tezgâhından gelen bir elmas kılınç varken, elindeki kırık odun parçasıyla müdâfaa etmez; belki o kılıncı böyle istimâl edecektir. Fakat, jandarmaların akılları başlarında olduğu için, hiçbir devlet, hiçbir hükümet, namazda, câmide, vazife-i dîniye bitmeden ilişmediği için, namaz ve tesbihâtın hitâmına kadar beklediler. Memur bundan kızmış, “Jandarmalar beni dinlemiyorlar” diye kır bekçisini arkasından göndermiş. Fakat Cenâb-ı Hak, beni böyle yılanlarla uğraşmaya mecbur etmiyor. İhvanlarıma da tavsiyem budur ki, zarûret-i katiye olmadan bunlarla uğraşmayınız, “Cevâbü’l-ahmakü’s-sükût” nevinden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki; canavar bir hayvana karşı kendini zaif göstermek, onu hücuma teşcî ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecâvüze sevk eder. Öyle ise, dostlar müteyakkız davranmalı; tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.“ [5]

Üstad yılanı eserlerinde hıyanetle eş değerde zikrediyor.Bu noktada yılanın hıyaneti söz konusu olmaktadır. Hadislerde bunu teyid etmektedir.[6]

Anlatılır:” Tilkiyle yılan arkadaş olur ve birlikte yolculuğa çıkarlar. Bir ırmağın kenarına geldiklerinde yılan tilkiye “ Tilki kardeş ! Ben yüzme bilmem. Beni sırtına al da karşı kıyıya beraber geçelim! der. Tilki arkadaşının teklifini kabul eder. Yılan tilkinin beline sarılır, o da ırmağa girip yüzmeye başlar. Karşı kıyıya vardıklarında yılan “ Tilki kardeş! Ben seni sokacağım!” deyiverir. Neye uğradığını şaşıran tilki “ Yılan kardeş! Biz seninle arkadaş değil miyiz ? Bak, ben sana bunca iyilik ettim. Seni sırtıma almasam ırmağı geçemezdin ! “ diye ne kadar dil dökmeye çalıştıysa da yılan hiç oralı olmaz ve “ Bu benim huyum. Sokmak benim yapımda var !” der. Bunun üzerine tilki bir an durur, sonra yılana “ peki yılan kardeş ! Sok , ne yapılan ? Bu benim kaderimmiş. Yalnız yüzüme bir defacık bak ki , ölmeden önce o güzel gözlerini son bir defa göreyim.” Bu sözlere aldanan yılan, başını uzattığı an, tetikte duran tilki derhal atılıp başını kapıverir. Sonra da ölen yılanı ırmağın kenarında, kumların üzerine boylu boyunca uzatır ve kendi hilesine kurban giden arkadaşına şöyle der.” Yook yılan kardeş! Ben öyle eğri büğrü arkadaş istemem ! Benimle arkadaş olacaksan , böyle dosdoğru olacaksın! “

Burada yılan yılanlığını,tilkide tilkiliğini gösterir.

“Arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır.”

“Rivayetlere göre,İblis cennete girmek diler,fakat cennetin bekçisi salmaz,mani olur.Fakat yılan onu ağzına alır ve ağzında içeri sokar.Cennete bu yolla giren iblis,Hz.Ademle Havvaya vesvese vererek,yasak ağaçtan yemelerine ve cennetten kovulmalarına sebeb olur.Bu kötü akibete yılan sebeb olduğu için insanoğlu ile yılan cinsi arasında adavet başlamıştır.”[7]

Bazı Tefsirlerde yılanın ceza olarak isfehana indirildiği ifade edilir.Bunların ise hristiyan ve Yahudi menşeli olduğu da ifade edilmektedir.[8]

Bu konuda isabetli tesbitte bulunan Fahreddin-i Razi,bunun hikayeye dayalı olduğunu,pek de değere şayan bir görüş olmadığını da belirtir.[9]

Zira malum olduğu üzere hikayelerde hissin hakimiyeti çoktur.Hayaller karışır.

Ve de bu durum gaybi bir durum olduğundan,nassa dayanmadığı için imanın şartlarından olmayıp,inanılmaması halinde herhangi bir yükümlülük getirmez.

En önemlisi ise;sürekli tervic ve teşvik amacıyla bir çok söz İbni Abbasa isnad edilerek,umumca kabul görmesi sağlanmıştır.Bundan dolayı;

“tergib veya terhib için avamperestane terviç ve teşvikle bazı ehadis-i mevzuayı ibn-i abbas gibi zatlara isnad etmek, büyük bir cehalettir. evet, hak müstağnidir. hakikat ise, zengindir.”[10]

“ibn-i abbas’ın her söylediği sözü, hadis olması lazım gelmediği gibi, her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lazım gelmez. zira ibn-i abbas gençliğinde israiliyata, bazı hakaikin tezahürü için, hikayet tarikiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.”[11]

Allah en doğrusunu bilendir.

MEHMET ÖZÇELİK

03-12-2008

 

[1] Taha Suresi, 20.

[2] Neml Suresi, 10.

[3] Kasas Suresi, 31.

[4] Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 365.

[5] Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 344-5.

[6] Bak.Kütüb-ü Sitte.İ.Canan.14/151-157.

[7] Kütüb-ü Sitte.İ.Canan.14/157.

[8] Mecmuatün minet Tefasir.Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Abbas.Arapça.1/108.

[9] Tefsir-i Kebir-Mefatihul Ğayb.2/413-415,Bak.Hz.  ÂDEM  ve  HAVVA.M.AVNİ (AVNULLAH) ÖZMANSUR, E.Hamdi  Yazır,  c. 3 s.2141

[10] Muhakemat.B.Said Nursi.21.

[11] Age.56,Bak.52.




KUR’AN-DA ADI GEÇEN HAYVANLAR VE ÖZELLİKLERİ

       KUR’AN-DA   ADI   GEÇEN   HAYVANLAR   VE   ÖZELLİKLERİ

            Kur’an-ı Kerim-de hayvanlar belirtilirken bunlar şöyle adlandırılır=

            “Yer yüzünde her çeşit canlıyı yaymasın da..”[1]

            “İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar,sizin için helal kılındı.”[2]

“ Yer yüzünde yürüyen hayvanlar ve (gök yüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır.”[3]

“Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü,düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”[4]

Ve “ Kafir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.”[5]

“ Yer yüzünde yürüyen her canlının rızkı,yalnızca Allah’ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuzda) vardır.”[6]

Ve “ Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki,O,onun perçeminden tutmuş olmasın.”[7]

“ Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve bir çok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.”[8]

“… hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah’a secde ediyor.”[9]

“Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakinden (sütlerinden) size içiririz. Onlarda sizin için bir çok faydalar daha vardır;etlerinden de yersiniz.

Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.”[10]

“ O siz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman,onlara yerden bir Dabbe (mahluk,yerde sürünen canlı,Mikroskobik canlı,Aids mikrobu) çıkarırız da,bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.”[11]

“ Süleymanın ölümüne hükmettiğimiz zaman,onun öldüğünü,ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi..”[12]

“ İnsanlardan,hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var.”[13]

“…Size kendinizden eşler,hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır.”[14]

Ve bunların yaratılışı hususunda:

“Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O’dur.”[15]

“Allah,her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür,kimi iki ayağı üstünde yürür.. Allah dilediğini yaratır;şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”[16]

“Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi.”[17]

(Bu sekiz eş:erkeği ve dişisiyle;sığır,koyun,deve,keçi.)

Bu ayeti açıklayan Bediüzzaman; Ayette”Yaratma” ifadesi yerine “Enzele” indirdi,ifadesinin kullanılışını şöyle izah eder:

“Sekiz nevi hayvanatı mübareke-i size hazine-i rahmetinden güya cennet-den nimet olarak indirilmiş,gönderilmiş. Çünkü o mübarek hayvanlar bütün cihetleriyle bütün beşere nimet olduğundan saçından bedevilere seyyarhaneler,elbiseler,etinden güzel yemekler,sütünden güzel leziz taamlar ve derilerinden pabuçlar ve saire hatta gübreleri mezruatın erzakı ve insanların mahrukatı (yakacakları) hükmünde olup,güya o mübarek hayvanlar tecessüm etmiş aynı nimet ve rahmettirler. Onun içindir ki;yağmura rahmet namı verildiği gibi bu mübarek hayvanlara da –En’am- namı verilmiş. Güya rahmet tecessüm etmiş yağmur olmuş,nimet de tecessüm etmiş;keçi,koyun,öküz ile manda ve deve şekillerini almış. Çendan cismani maddeleri yerde halk oluyor fakat nimetiyet sıfatı ve Rahimiyet manası maddesine tamamıyla ğalebe ettiğinden –Enzelnâ- tabiriyle doğrudan doğruya bu mübarek hayvanlar hazine-i rahmetin birer hediyyesi olarak halık-ı rahim yüksek mertebe-i rahmetinden ve manevi ali cennetinden yer yüzüne indirilmiş.”[18]

“… Ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde,gerekse de konaklama gününüzde,kolayca taşıyacağınız evler;yünlerinden,yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.”[19]

Ahiret gününde Cenâb-ı Hakkın adaletinin tecellisi bakımından Kısas için:”

“ Vahşi hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde…”[20]

Hayvanlar ile ilgili olarak Bediüzzaman hazretleri:

“Hayvanların ruhları baki kalacağını…ve Hüdhüd-ü Süleymani (AS)[21] ve Neml-i (karınca); ve Nakâ-i Salih (AS) (Salih Peygamberin devesi);ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi (Ashab-ı Kehf-in,mağara sahiblerinin köpeği,Kıtmir-i) bazı efrad-ı mahsusa;hem ruhu,hem cesediyle baki aleme gideceği… ve her bir nev’in,ara sıra istimal için bir tek cesedi bulunacağı…rivayeti sahihadan anlaşılmakla beraber;hikmet ve hakikat;hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.”[22]

Hayvanlara merhamet edilmesi ve bu vesile ile onlarında hukuklarının korunmasını söyleyen Efendimiz (SAM),onlara yapılan iyilik hususunda da:

“Evet. Her “Yaş ciğer” (sahibi) için bir ücret vardır.”buyurur.[23]

Susuz bir köpeğe iyilik eden bir adamın affedildiğini,bir fahişenin de mağfirete mazhar olduğunu buyurmaktadırlar.

Bir kadının da yiyecek bulamayan eve hapsettiği bir kediden dolayı da cehenneme gittiğini buyurmaktadırlar.

Ve Hadis-de:”Eğer süt emen çocuklar,beli bükük yaşlılar,ağzıyla otlayan hayvanlar olmasaydı,üzerinize azab sel gibi gelirdi.”[24]

 

A   D   I     G   E   Ç   E   N     H   A   Y   V   A   N   L   A   R   D   A   N   ;

                                               D   E   V   E

            “Deveden de iki,sığırdan da iki (yarattı.)”[25]

            İnanmayanların cennete giremeyeceklerinin imkansızlığı anlatılırken;

            “Deve iğne deliğine girinceye kadar..”[26]teşbihiyle dile getirilir.

            Semud kavmi Salih peygamberden mu’cize eseri olarak taştan dişi bir deve çıkmasını istemeleri üzerine istedikleri deve çıkıverince buna binaen ayet-de:

            “ Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir mu’cize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin. (içsin),ona kötülük etmeyin;sonra sizi elem verici bir azap yakalar.”[27]

            “Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir,dediler.”[28]

            Ölçü olarak:”Deve yükü”nün kullanılması..”[29]

            “Allah’ın,onlardan (mallarından) Peygamberine verdiği ganimetler (Beni Nadir arazisi ele geçirilerek) için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Alla,peygamberini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir.”[30]

            “ Her bir kıvılcım,sanki birer sarı deve gibidir.”[31]

            Kıyamet günü:“Gebe develer salıverildiğinde,”[32]

            “(İnsanlar) Devenin nasıl yaratıldığına,…bir bakmazlar mı?”[33]

            Deve konusunda Kütüb-ü Sitte-de geniş yer verilmektedir.[34]

            Çölün tek inek ve taşıma aracı devedir. Çölün mersedesi. Çölün son model binitidir. Kendisinde ibretler olan bir hayvandır. Hörgücünde depoladığı su ile,çölün susuzluğuna bir buçuk ay kadar dayanabilmektedir.

 

                                               Ç E   K   İ   R   G   E

            “Biz de ayrı ayrı mu’cizeler olarak onların (Musa-ya inanmayan Mısırlıların) üzerine tufan,çekirge,haşere,kurbağalar ve kan gönderdik;yine de büyüklük tasladılar ve günahkar bir kavim oldular.”[35]

            “ Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerinden çıkarlar. O esnada kafirler=Bu,çok çetin bir gündür! derler.”[36]

            Hz. Enes-den:” Rasulullah (SAM) ın zevceleri,çekirgeleri tabaklar üstünde birbirlerine hediye ederlerdi.”[37]

            Kim tarafından tutulursa tutulsun,kendi kendine ölsün veya öldürülsün fark etmez. İcma ile,yenmesi helaldir.

Çekirgeler;Cenâb-ı Hakkın cezalandıracağı kavme karşı hazır bir ordusu gibidir. Allah onları çekirge sürüleri ile cezalandırırdı.

 

                                             K   Ö   P   E   K                  

“ Kendileri için nelerin helal kılındığını sana soruyorlar;deki:Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğreti avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (Besmele çekin). Allah-dan korkun Allah’ın hesabı pek çabuktur.”[38]

“ Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o,dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer=Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur,bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat;belki düşünürler.”[39]

“Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirdik. Köpekleri de (Kıtmir) mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer

onların durumuna muttali’ olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.”[40]

            Rasulullah:”Köpeğin parasını,fahişenin ücretini ve kahinin ücretini yasaklamıştır”[41]

            Hadis-de:” Köpek besleyen bir aile yoktur ki,her gün rızıklarından iki kırat eksilmemiş olsun. Bundan av veya bekçi veya koyun köpeği hariç.”[42]

            “Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa,zillet ve hakarete sebeb olur. Mesela:Kelp,bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfatı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir. Hatta sadakat ve vefadarlığı darb- ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlakına binaen,insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmağa layık iken,maalesef,insanlar arasında mübarekiyet değil necis-ül ayn addedilmiştir.”[43]

            Bediüzzaman hazretleri bunun sebebini şöyle açıklar:

“Kelp-de hırs marazı ziyade olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki,mün’imi hakikiden bütün bütün gafletine sebeb olur. Binaenaleyh,vasıtayı müsebbib bilerek müessiri hakikiden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tahir olsun. Çünkü hükümler,hadler günahları affeder. Ve beynen-nas tahkir darbesini,gaflete keffaret olarak yemiştir.

Öteki hayvanlar ise,vesaiti bilmiyorlar. Ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar.”[44]

Ömürleri ise,28 yıl olduğu ifade edilir.

 

                                               B   I   L   D   I   R   C   I   N

“ Ve sizi bulutla gölgeledik,size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz. (dedik) Hakikat da onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.”[45]

Cenâb-ı Hak yahudileri Tih çölünde bu güzel kuş etiyle,onları nimetlendiriyordu. Muhtelif bir çok yiyecekler içinde sofrada kudret helvası ve bıldırcın eti bulunuyordu.

İbni Baytar bunun fazla yenilmemesini söylerken,faydaları hususunda da şunları anlatır: Böbrek taşlarını erittiğini,idrarı söktürdüğü,kanının kulağa damlatılmasıyla kulak ağrısını dindirdiği,ödünün uçuğa faydalı olduğu,yüreği devamlı yenildiğinde iç sıkıntısına iyi geldiği belirtilirken;

Tabiatnâmede de bıldırcın etinin meniyi ve şehveti arttırdığı da ifade edilir.[46]

 

                                 K   O   Y   U   N     –     K   E   Ç   İ

“( Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı:Koyundan iki,keçiden iki… De ki:o,bunların erkeklerini mi,dişilerini mi,yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.”[47]

“Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu,zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz.”[48]

Allah emreder hasen olur,nehyeder kabih ve çirkin olur. Hüküm emir ve nehye göredir. Haram ve helallıkta da durum böyledir.

“O,benim asamdır,dedi,ona dayanırım,onunla davarlarıma yaprak silkelerim;benim ona başka ihtiyaçlarım da vardır.”[49]

“Davud ve Süleymanı da (an). Bir zaman,bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı:bir grup insanın koyun sürüsü,geceleyin başı boş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.”[50]

“(Onlardan biri şöyle dedi) Bu,kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken –onu da bana ver-dedi ve tartışmada beni yendi.

Davud:Andolsun ki,senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık da bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu,birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud,kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı,tevbe edip Allah’a yöneldi.”[51]

Hadis-de:”Sahibi için koyun berekettir,deve de izzettir. Ata gelince,hayır onun alnına bağlanmıştır.”[52]

İnsanlar yiyecek-içecek,giyecek gibi bir çok konu da bu hayvanlardan istifade etmektedirler.

 

                                            K   U   R   B   A   Ğ   A

“ Biz de ayrı ayrı mu’cizeler olarak onların üzerine tufan,çekirge,haşere,kurbağalar ve kan gönderdik;yine de büyüklük tasladılar ve günahkar bir kavim oldular.”[53]

Rasulullahın öldürmesini yasakladığı hayvanlardan biri de kurbağadır.”[54]

Bu konu da:”Şarihler,kurbağa hakkında gelen yasağın,onun necisliği veya tiksinti verici olmasından ileri geldiğini,ilk akla gelen ihtimalin de onun haram ve dolayısıyla kesiminin ve yenmesinin gayrı caiz olduğunu belirtir.”[55]

İbni Sina Kanun adlı kitabında:”Kim kurbağa yada kanını yerse,bedeni şişer ve rengi değişir. Meniyi atar,hatta onu öldürür. Bu yüzden doktorlar,onun zararını bildiklerinden ilaç olarak kurbağayı kullanmazlar. Su kurbağası ve kara kurbağası olmak üzere iki nevidir. Kara kurbağası yenildiğinde öldürür.”[56]

 

                                               K   U   R   T

“(Babaları) dedi ki:Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.

Dediler ki:Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde,eğer onu kurt yerse,o zaman biz gerçekten aciz kimseler sayılırız.”[57]

“Ey babamız! dediler,biz yarışmak üzere uzaklaştık;Yusuf’u eşyamızın yanında bırakmıştır. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş. Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.”[58]

Kurt hakkında Peygamberimize sorulması üzerine:”Kendisinde hayır bulunan bir kimse kurdu yer mi?”buyurarak,yenilmesinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü azı dişi bulunup yırtıcı hayvanlara girmektedir.[59]

Yırtıcı olan bu hayvanların rızıkları,ölmüş hayvanlar ve leşlerdir. Bunlar tabiatın birer temizlikçileridirler.

 

                                               Ö   R   Ü   M   C   E   K

Aşağıda vereceğimiz ayetten dolayı bu sureye adını vermiştir:

“Allah dan başka dostlar edinenlerin durumu,örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir;halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.”[60]

Yuvasını ustalıkla ve maharetle ören bu hayvan bunu uzun zamanda yapar,ancak bir çöp ile yuvası kısa bir zaman içinde yok edilebilir.

Cenâb-ı Hak kafirlerin mesleklerinin ve yollarının da zor olduğunu ancak kolay bir şekilde yok edilebilecek bir basitliğe ve çürüklüğe sahib olduğunu bildirir.

Ve bu hayvan,Allah’ın izniyle örmüş olduğu ağıyla da Peygamberimizi müşriklerden korumuştur.

Ömürleri itibariyle 28 yıl yaşadıkları belirtilir.

 

                                               S   I   Ğ   I   R

“Musa,kavmine;Allah bir sığır kesmenizi emrediyor,demişti de:Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım,demişti.

“Bizim adımıza Rabbine dua et,bize onun ne olduğunu açıklasın”dediler. Musa;Allah diyor ki:”O,ne yaşlı,ne de körpe;ikisi arasında bir inek.”size emredileni hemen yapın,dedi.

“Bu defa:Bizim için Rabbine dua et,bize onun rengini açıklasın,dediler.”O diyor ki;Sarı renkli,parlak tüylü,bakanların içini açan bir inektir”dedi.

“(Ey Musa!) Bizim için,Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın,nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz,inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz”dediler.

“(Musa) dedi ki:Allah şöyle buyuruyor:O,henüz boyunduruk altına alınmayan,yer sürmeyen,ekin sulamayan,serbest dolaşan(salma),renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir.” İşte şimdi gerçeğini anlattın”dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler,ama az kalsın kesmeyeceklerdi.”[61]

“Deveden de iki,sığırdan da iki (yarattı)”[62]

“Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu,zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz.”[63]

“Kral dedi ki:Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca,yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız,benim rüyamı da bana yorumlayınız.”[64]

“(Yusuf’un yanına gelerek dedi ki : Ey Yusuf,ey doğru sözlü kişi! (Rüya da görülen) Yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki,insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.”[65]

Dünya yaratılalı beri tarihi seyir içerisinde,insanların toprağı ekmek için sürmelerinde bu hayvandan büyük çapta yararlanılmış ve hala da yararlanılmaktadır.

Bu hikmete binaendir ki Hadis-de:”Dünya öküz (sığır) ve balığın üzerindedir.” Yani karada yaşayanlar hayatlarını sığır ve öküzün sırtından yani toprağı sürmesinden elde ederken,sahillerde yaşayanlarda balık ile hayatlarını devam ettirmektedirler.

Bu ikisini kaldırdığımızda hayat otomatikman durur. Ancak şimdi onun yerini traktör almış olmasına rağmen yine de yamaç yerler de bu hayvanlara ihtiyaç duyulmaktadır.

Hz. Musa döneminde bu hayvan kutsal bilinip,kendisine tapıldığı gibi,bugün de hala kutsal bilinerek kendisine hürmet edilmekte,tapılmakta ve korunması hususunda kanunun birinci maddesine kadar girmiştir. Öyle ki ona yapılan hakaret,cumhurbaşkanına yapılan hakaretle aynı durumda belki daha da şedit olarak değerlendirilmektedir.

 

                                   Y   I   L   A   N

“ Bunun üzerine Musa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi.”[66]

İbni Ömer-den:Peygamberimizin minberde şöyle söylediğini,dinlediğini söyler:”Yılanları öldürün. İki çizgili ve ebteri (engerek) de öldürün. Çünkü,bunlar,gözleri kapar, (kör eder.) ve hamileler de düşük yaparlar.”[67]

Ancak daha sonra ev yılanlarının bunlardan istisna edildiği de rivayet edilmektedir.

Yılan ve akreb sokmasına karşı Peygamberimiz şu duanın okunulmasını tavsiye etmektedirler:

“Eûzü bi kelimatillâhit-tâmmati min şerri ma halaka” Yani:”Yarattığının şerrinden Allah’ın mükemmel kelimelerine sığınırım.” Bununla onların zararlarından korunulmaktadır.”[68]

“Arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır.”hakikatınca yapısı ve tineti itibariyle zehir üreten,korkutucu bir varlıktır.

Ömürleri ise 29 yıldır.

 

                                               M   A   Y   M   U   N

“ İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.”[69]

“De ki:Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lanet ettiği ve gazab ettiği,aralarında maymunlar,domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimseler,işte bunlar,yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.”[70]

Maymun;taklitçi bir hayvandır. Aynı zamanda gülünç bir özelliğe sahiptir.

Ayet-de;aşağılık ve sefil varlıklar olarak,aynı zamanda rezil ve düşük insanlar bunlara teşbih edilmektedir.

Maymun tüm gülünçlüğüyle beraber,bazen önemli bir hizmete vesile olmasıyla hem kendini hem de nevini kurtarmış oluyor.

Bu konuda Bediüzzaman hazretleri Yunanlıların üzerimize oynadıkları oyunlarını ve planlarını boşa çıkaracak bir şekilde,bir maymunun buradaki tarihin seyrini değiştiren rolünü şöyle dile getirir:

“Mücahid bir hayvan mersiyesi:Ayet-de:Rabbinin askerlerini ancak o bilir.”[71]

“İşte o cünuddan (askerlerden) bir gazi şehid nev-i hayvanda ki meymun (mübarek) said.(mesud)

Ey maymûnu meymun! Mü’minleri memnun,kafirleri mahzun,yunanı da mecnun eyledin. Öyle bir tokat vurdun ki,siyaset çarhını bozdun. Loyd Corc’u kudurttun,Venizelos’u geberttin. Mizanı siyasette pek ağır oturdun ki;küfrün ordularını,zulmün leşkerlerini bir hamlede havaya fırlattın. Başlarındaki maskelerini düşürüp maskara ederek bütün dünyayı güldürdün. Cennette mübeşşer olan hayvanların isrine (izine,yoluna) gittin. Cennet de saidsin çünkü gazi hem şehidsin.”[72]

 

                                               A     R     I

“ Rabbin bal arısına :Dağlardan,ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir,diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki,onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.”[73]

Bu ayette aldan bahsedildiğinden bu sureye Nahl yani Bal adı verilmiştir.

Zühri’den:”Bala devam et. Çünkü hafızaya kuvvet verir.”der.

Arının yayıldığı yere göre bal farklılık kazanır.”[74]

Özellikle bal peteğinin bir çok şekiller içerisinde altıgen olması;bu durumda hava almayarak bozulmasını engelleyici geometrik yapının ona yaptırılışı tam bir vahiy ürünüdür.”[75]

Koca bir surenin kendi adıyla isimlendirilen arı;geçmiş büyük kitaplardan İncilde de 38 defa bahsedilmekte,önemi belirtilmektedir. Arı ve balı her devirde önemini korumaktadır.

-Arı;saniyede 200 defa kanat çırpmaktadır.

-Peygamberimizin (SAM) bir çok hadislerinde de övülmüştür.

-Balın içerisine 6000 ayrı ayrı vitamin konulmuş,her bir hastalık için devayı ihtiva etmektedir.

-Tabiatı bir eczahane gibi yaratan Allah,onlar aracılığıyla binlerce bitkinin terkibiyle yan etkisi olmayan bal gibi bir lezzet,gıda ve şifa kaynağını yaratmaktadır.

-Hiç şaşırmadan ve karışmadan bu iş onlara mu’cize-vari bir şekilde yaptırılmakta,kendi güç ve büyüklüklerinin üzerinde iş gördürülmektedir. Yerlerini kokuyla tesbit ederler.

-Balla beraber bir yandan da tozlaşmayı temin eder,iğneleriyle romatizmaya fayda sağlarlar.

-Ömründe bir defa çiftleşip,kendi ağırlığının iki katı yumurtlayarak,iki yüz bin kadar tohum alan kraliçe arı emsallerine nisbetle ortalama beş yıl kadar uzun bir ömür yaşar.

Alman Dr. Zaiss:”Yer yüzünde mikropların yaşamadığı tek vasat (yer ve ortam),baldır.”der.

Erkek arılar ise sadece görevleri neslin devamını sağlamak için çiftleşmek olup,hemen akabinde ölürler.

“Arı milleti cumhuriyetçidirler”der Bediüzzaman. Yani toplu olarak çalışırlar. Münferit hareket etmezler.

En şifalı bal,koyu olan çam balıdır.

 

                                 K   A   R   I   N   C   A

“Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman,bir karınca: Ey karıncalar!Yuvalarınıza girin;Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.”[76]    

Bu âyetden dolayı bu sureye –Karınca- manasına –Neml- adı verilmiştir.

Hadis-de:”Peygamberlerden birini bir karınca ısırdı. O da (öfkelenerek) karıncanın yuvasının yakılmasını emretti ve yakıldı. Allah taala hazretleri ona şöyle vahyetti:” Seni bir karınca ısırmışken,sen tesbih eden bir ümmeti yaktın.”[77]

-Yine hadis-de:”Bir peygamber ümmetiyle yağmur duasına çıkmıştı,bu esnada bazı ayaklarını havaya kaldırmış vaziyette bir karınca görmüştü ki,ümmetine:”Dönün artık,karıncanın durumu sebebiyle duanız kabul edilmiştir.”demiştir.”[78]

Peygamberimiz dört hayvanın öldürülmesini yasaklamıştır. Bunlar:Karınca,arı,hüdhüd,surad (sarı ve renkli ağaç kakan kuşu)”[79]

Hattabi-ye göre:”bir hayvanın öldürülmesi yasaklandı ise,bu ona hürmet için veya onda bulunan bir zarar sebebiyle değilse,etinin haram kılınması sebebiyledir. Nitekim aleyhis-salatu vesselam eti yenilmeyen hayvanın öldürülmesini yasaklamıştır.”der.[80]

“Tevhid yolunda her şey kadir-i zülcelâle intisab ve istinad ettiğinden,bir karınca bir fir’avunu,bir sinek bir nemrudu,bir mikrop bir cebbarı mağlub ettikleri gibi…

… Eğer şirk yolunda esbaba havale edilse;karıncanın eseri,karınca gibi ehemmiyetsiz….”olurdu.[81]

Bu hayvanın hayatını devam ettirmesinde bir-iki tane yetmiş olmasına rağmen onunla yetinmeyip,daha çok yiyecek yuvasına taşımaya çalışıp hayata karşı hırslı olmasından ve öyle de hareket ettiğinden ayaklar altında ezilmeye kendini müstehak eder.

 

                                               K     U     Ş

“Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allahdan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.”[82]

“Üstlerinde kanatlarını aça kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi?Onları (havada) Rahman olan Allahdan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.”[83]

Cenâb-ı Hak cennetten bahsederken:”Canlarının çektiği kuş eti ile (etraflarında dolanırlar)”[84]

Hadis-de ise:”Şüphesiz ki sen cennet de bir kuşa bakar ve onu arzu edersin. Derhal o,kızartılmış olarak önüne düşer.”(Bezzar-Müsned)

 

                                               A     T

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın,onunla Allah’ın düşmanını,sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz,Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir,siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.”[85]

“Atları,katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı.) Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları)yaratır!”[86]

“ Akşama doğru kendisine,üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.

Süleyman;gerçekten hem mal sevgisini,Rabbimi anmak için istedim,dedi. Nihayet güneş battı. (o zaman: ) Onları (atları) tekrara bana getirin,dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.”[87]

Hadiste:”Atın alnına hayır bağlanmıştır(bu hayır) Sevab ve ğanimettir. Bu hal kıyamete kadar bakidir.”[88]

 

                                               B   A   L   I   K

“Onlara,deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü Cumartesi tatili yaptıkları gün,balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi,Cumartesi tatili yapmadıkları günde gelmezlerdi. İşte böylece biz,yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.”[89]

“ İçinizden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O’dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (bütün bunlar) Onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.”[90]

“Her ikisi,iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık,denizde bir yol tutup gitmişti.”[91]

“Yunus kendini kıvranıp dururken onu bir balık yuttu.”[92]

Hadiste:”Bize iki hayvanın ölüsünün yenmesi helal kılındı.:”Balık ve çekirge.”[93]

“Yaşaması için en uygun yer suyu kaliteli olan nehirlerdir. Daha çok kayalık yerleri,sonra da kumlu,pislik ve siyah balçık bulunmayan çok hareketli ve dalgalı,güneş ve rüzgara açık,tatlı akar suları barınmak için tercih eder.”

“Deniz balığı üstündür,güzeldir,hoştur. Taze balık soğuk ve rutubetli,hazmı zordur,pek çok balğam doğurur. Ancak deniz ve deniz gibi olan sularda yaşayan balıklar öyle değildir. Bunlar güzel bir karışım oluşturur. bedeni geliştirir,meniyi artırır,sıcak mizaçları ıslah eder.”

Yahudiler onu yemezler.

Faydası gayet çoktur. Bedenin derinliklerine varıncaya kadar tüm artıkları çıkarır,temizler.

Sesi güzelleştirir. Karnı yumuşatır.

Siyatiği iyileştirir.[94]

 

                                   E B A B İ L     K U Ş L A R I

“Rabbin fil sahiplerine neler etti,görmedin mi? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?

Onların üstüne ebabil kuşlarını gönderdi. O kuşlar,onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”[95]

Fil suresinin tefsirinde bu hayvanların mahiyeti hakkında değişik ifadeler bulunmaktadır:

Peygamber Efendimizin doğumundan elli gün kadar önce Kabeyi yıkmaya gelen Ebrehe ordularını gaga ve ayaklarında tuttukları pişkin tuğlaları fırlatarak,bombarduman uçakları gibi onların lime lime olmalarını sağlamış,ardından gelen yağmur ve rüzgarla denize savrulmuşlardır.

 

                                   S   İ   N   E   K

“Ey insanlar! (size) bir misal verildi;şimdi onu dinleyin:Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız(taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa,bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz,kendinden istenen de.”[96]

Ebu Hureyreden rivayet edilen bir hadis de Peygamberimiz şöyle buyururlar:”Birinizin kasesinde sinek vaki olduğunda küllisini kasenin içine batırsın. Sonra sineği atsın. Zira onun kanadının birisin de şifa,diğerinde dert vardır.”

Ve arı;ağzı bal,kuyruğu zehir.

Yılan;ağzı zehir,eti zehire tiryak.[97]

Sinek;saniyede 300 defa kanat çırpmaktadır.

Ve üremesi konusunda ise;”Uzmanlardan alınan bilgiye göre,ergin dişi sinekler,haftada 300 ile 600 arasında yumurta bırakıyor. Yumurtadan çıkan dişi sinek de,bir hafta içinde üremeye başlıyor. Bu durum da,hava sıcaklığının da uygun olduğu (30 derece) şartlarda,bir ergin dişi sinekten beş hafta içinde 76 milyar sinek üreyebiliyor. Sinekle mücadelede ilaçlamanın larva döneminde yapılması gerektiğini ifade eden uzmanlar,”Sineklerin larva dönemi mart ayında olur.”diyorlar.”[98]

“… Sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü,gözünü ,kanadını temizlemekle bize abdesti v e nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede neşr olan efradı,beni ademin adem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu…”[99]

“… Kavak ve karaağaç gibi meyvesizlerin bir kısım yapraklarından her bir yaprağı,bir tabur sineklere yani,havada zikreden zihayatlara hem beşik,hem rahm-ı mâder,hem erzaklarının mahzeni yaptığı…”[100]

-Bediüzzaman:”Zübab risalesi”adıyla sinekler hakkında yazdığı yazısında şöyle hikmetli ifadede bulunmaktadır:

“Güz mevsiminde sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte ve hodgâm insanlar cüz-i tacizleri için sinekleri itlaf (telef) etmek üzere hapishanemizdeki odamızda bir ilaç istimal ettiler. Benim fazla rikkatime (şefkatime) dokunmuştu. Odamda çamaşır ipim vardı. Bilahare insanların inadına sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde o küçücük kuşlar o ip üstünde gayet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüşdiye dedim:

-Bu küçücük kuşlara ilişme,başka yere ser. O da kemali ciddiyyetle bu ip bize lazımdır. Sinekler başka yerde kendilerine yer bulsunlar. Her ne ise… Bu latife münasebetiyle seher vaktinde sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki;

-Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır. Evet bir kitap kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir. Demek sinek cinside ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki;Fatır-ı Hakim o küçücük kaderi mektubları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş.

Evet Kur’an-ı Hakimin:”Ey insanlar! Size bir misal verildi;şimdi onu dinleyin:Allah-ı bırakıb da yalvardıklarınız,o maksatla bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa,onu da geri alamazlar. İsteyen de aciz,kendinden istenen de.!”[101]

Yani;Cenâb-ı Haktan başka bütün esbab,ve uluhiyetleri ehli dalalet tarafından dava edilen aliheler içtima’ etse bir sineği halk edemezler.

Yani;sineğin hılkati (yaratılışı) öyle bir mu’cize-i Rabbaniyedir ve bir ayet-i tekviniyedir ki;bütün esbab toplansa onun mislini yapamazlar. O ayet-i Rabbaniyeye muaraza edemezler,taklidini de yapamazlar. Mealindeki ayete ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve nemrudu mağlub eden ve Hz. Musa (AS) onların tacizlerine karşı müştekiyane:

“Ya rabbi! Bu muacciz mahlukları ne için bu kadar çoğaltmışsın?” deyince,ilhâmen cevab gelmiş ki;sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki;

“Ya rab! Bu koca kafalı beşer seni yalınız bir lisan ile zikir ediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalınız kafasından bizleri halk etse idin,binler lisan ile sana zikir edecek bizim gibi mahluklar olurlardı.”diye Hz. Musa’nın şekvasına bin itiraz kuvvetinde hikmeti hılkatini müdafaa eden sineğin hem gayet nezafet-perver,her vakit abdest alır gibi yüzünü ,gözünü,kanadlarını temizleyen bu taifenin elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmeti beşeriyenin nazarı kasırdır,daha o vazifeyi ihata edememiş.

Evet,Cenâb-ı Hak nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla vefiyyat bulunan hayvanatı bahriyye cenazelerini toplamak ve deniz yüzünü cenazelerle alude müstekreh manzaradan kurtarmak için sıhhiyye memurları nevinden gayet akil-ül lahm (et yiyici) bir kısım hayvanatı halk etmiş. Eğer o bahriyye,sıhhiyye memurları gayet muntazam vazifelerini ifa etmese idiler,deniz yüzü ayine gibi parlamayacaktı.

(Evet bir balık binler yumurta,binler yavru ve bazen bir milyon yumurtadan ibaret olan havyardan çıkan tevellüdat-ı semekiyyeye (balıkların doğumuna) nisbeten vefiyatları bulunacak ta ki muvazene-i bahriyye muhafaza edilebilsin. Rahimiyyeti ilâhiyyenin latif cilvelerindendir ki valide balıkların yavrularıyla nisbetsiz bir tefavütü cismi de bulunduklarından yavrulara valideleri kumandanlık edemiyorlar. Sokuldukları yere giremedikleri için Hakim ve Rahim,yavrular için de onlara küçük bir kumandan çıkarıp validelik vazifesini o küçük kumandancıklara gördürür.)

Belki hazin ve elim bir bulanıklık gösterecekti. Hem her günde milyarlarla yabani hayvanlar ve kuşların cenazelerini toplamakla rûy-i zemini o taaffünattan (kokuşmadan) temizlemek ve zihayatları o elim ve hazin manzaralardan kurtarmak için nezafet ve sıhhiyye memurları hükmünde olan kartallar misullu kerametkârâne gizli ve uzak beş-altı saat mesafeden bir sevki rabbani ile o cenazenin yerini,giden ve kaldıran âkil-ul lahma kuşları ve vahşi hayvanları halk etmiş. Eğer bu berriyye (karaların) sıhhiyyeleri gayet mükemmel,intizam-perver,vazifedâr olmasa idiler zemin yüzü ağlanacak bir şekil alacaktı.

Evet âkil-ül lahm hayvanların helal rızıkları vefat eden hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler ceza görürler.

“Hatta Yaktassul Cemmâ-u minel Karnâ-i” Yani;”Boynuzsuz olan hayvanın kısası kıyamette boynuzludan alınır.”diye ifade-i hadisiyye gösteriyor ki;gerçi cesedleri fena bulan,fakat ervahları baki kalan hayvanat mabeyninde dahi onlara münasib bir tarzda dar-ı bekada mücazat ve mükafatları vardır. Ona binaen canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır,denilebilir. Ve küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını tanelerini toplamak vazifesiyle karıncaları nezafet memurları olarak hem niâm-ı ilâhiyye (ilahi nimetler) nin küçücük parçalarını teleften ve çiğnemekten ve hakaretten ve abesiyetten sıyanet (korumak) etmekle ve küçücük hayvanatın cenazelerini toplamakla sıhhiyye memurları gibi tavzif olunmuşlar. Aynen onlardan daha mühim sinekleri dahi insanın gözüne görünmeyen hastalıkların mikroplarını ve madde-i semmiyeyi (zehirli maddeyi) temizlemekle sinekler muvazzaftırlar. Değil mikropların nâkileleri bilakis muzır mikropları mass yani emmek ve yemek ile o mikropları imha,o madde-i semmiyyeyi istihaleye uğratırlar. Çok sari hastalıkların önünü alırlar. Hem sıhhiyye ve neferleri,hem tanzifat memurları,hem kimyager olduklarına ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise onların gayet kesreti (çokluğu) dir. Çünki kıymettar,menfaattar şeyler teksir edilir.

(Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar harika bir sanatı rabbaniye olduğuna lâtifane bir işaret olarak meşhur Yunus Emre’nin bu fıkrası ne güzel bildirir:

Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim.

Kırkı da çekemedi kaldı şöyle yazılı.

Ey hodgâm insan! Sineklerin binler hikmeti hayatiyyesinden başka sana aid bu küçücük faidesine bak. Sinek düşmanlığını bırak. Çünkü,gurbette kimsesiz,yalnızlık da sana ünsiyet verdiği gibi,gaflete dalıp fikrini dağıtmaktan seni ikaz eder. Ve latif vaziyeti ve abdest alması yüzünü,gözünü temizlemesiyle sana abdest ve namaz ve hareket ve nezafet gibi vazife-i insaniyeti ihtar eden ve ders veren sineği görüyorsun. Hem sineğin bir sınıfı olan arılar nimetlerin en tatlısı,en latifi olan balı sana yedirdikleri gibi Kur’an-ı mu’cizül beyanda vahyi rabbaniye mazhariyetle serfiraz olduğundan onları sevmek lazım gelirken sinek düşmanlığı belki insana daima muavenete dostane koşan ve her belasını çeken hayvanata düşmanlığı ğadrdir,haksızlıktır. Muzırların yalınız zararlarını def için mücadele olabilir. Mesela koyunları kurtların tecavüzünden korumak için onlara mukabele edilebilir. Acaba hararet zamanında vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık bazı mevaddı muzırrayı (zararlı maddeleri) hamil evride de cereyan eden mülevves kana musallat belki memur olan sivrisinek ve pireler fıtri haccamlar olmasınlar mı? Muhtemel;”Sübhane men tahayyere fi sun’ihil ukul”

“Akılların yapılışında hayrete kaldığı zatı takdis ederim.”

Nefsimle mücadele ettiğim bir zamanda nefsim kendinde gördüğü nimeti ilâhiyyeyi kendi malı tevehhüm ederek gurura,iftihara,temeddühe başladı. Ben ona dedim ki;”Bu mülk senin değil,emanettir. O vakit nefis gurur ve iftiharı bıraktı. Fakat tenbelliğe başladı.

Benim malım olmayana ne bakayım,zayi’ olsun,bana ne? dedi. Birden gördüm. Bir sinek elime kondu,emanetullah olan gözünü yüzünü,kanadlarını güzelce temizlemeğe başladı. Bir neferin miri silahını,elbisesini güzelce temizlediği gibi,sinek de temizliyordu. Nefsime dedim,bak. Baktı,tam ders aldı. O sinek ise mağrur ve tenbel nefsime hoca ve muallim oldu.

Sinek pisliği tıb cihetiyle zararı yok bir maddedir ki;bazen tatlı bir şurubtur. Fakat sinek yediği binler muhtelif muzır maddelerin ve mikropların ve semm-‘zehir’lerin menşe-i olmakla sinekler küçücük istihale ve tasfiye makinaları hükmüne geçmeleri hikmeti rabbaniyeden uzak değildir. Belki şe’nindendir.

Evet arıdan başka sineklerin bazı taifeleri muhtelif,müteaffin maddeleri yerler. Mütemadiyen pislik yerine katre katre şurub damlatırlar.O semli müteaffin maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı,şifalı bir şuruba tebdil ederek bir istihale makinası olduklarını isbat ederler. Bu küçücük ferdlerin ne kadar büyük bir milleti,bir taifesi olduğunu göze gösterirler. Küçüklüğümüze bakma. Taifemizin azametine bak. “Sübhanallah” diye lisanı hal ile söylerler.

(Evet sineğin küçücük bir taifesi baharın ahirinde badem ve zerdali ağaçlarının dallarında siyah bir kütle halinde halk olunup,dala yapışık olup kalırlar. Mütemadiyen pislik yerine damlacıklar onlardan akıyor. O katreler bal gibi sair sinekler etrafına toplanır,emerler. Diğer bir başka taifesi de nebatatın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların telkihinde (tozlaşmasında) istihdam olunuyorlar. Sinek taifelerinden yıldızlı,mumlu,ışıklı olan yıldız böceği şayanı temaşa olduğu gibi sinek taifelerinden yaldızlı altun gibi parlak kısmı da şayanı dikkattir. Mızraklı sinek eşkiyaları hükmünde olan yabani arıları da unutmamalıyız. Eğer halıkı rahman onların dizginini çekmese idi,bu mızraklı taifeler pireler gibi insanlara hücum etse idiler,nemrudu öldürdükleri gibi nev-i insanı da hırpalayacaktılar.

“Sinek onlardan bir şey kapsa,onu da geri alamazlar.”[102] ayetinin manayı işarisini tefsir ederdi. İşte bunlar gibi yüz namdar hasiyetli taifeleri bulunan sinek cinsinin büyük bir ehemmiyeti vardır ki,mezkur azim ayet onu mevzu yapmış.”Ey insanlar! Size bir misal verildi…”[103]ila ahire..demiş.”[104]

Karasinekler 17 gün yaşarlar.

 

                                            S   İ   V   R   İ   S   İ   N   E   K

“Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince,onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince:Allah böyle misal vermekle ne murad eder?derler. Allah onunla bir çok kimseyi saptırır,bir çoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır.(Çünkü bunlar birer imtihandır.)”[105]

Her bir varlık başlı başına bir memuru ilahidir. Kendilerine verilen görevleri hakkıyla ifa ederler. Bu hayvanı belki çoğumuz sevmeyiz. Özellikle uykumuzu kaçırdığı için kızarız.

Oysa bu hayvan bir hemşire maharetiyle vücuttaki pis kanı emerek,kanı temizler.

Hacametlerini yara açmadan ustalıkla yaparlar. Daha doğrusu onlara yaptırılır,ilham edilir.

 

                                               A   R   S   L   A   N

“Böyle iken (yani şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermezken) onlara ne oluyor ki,adeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hala) öğütten yüz çeviriyorlar.”[106]

Kalblere haşmetli duruşlarıyla korku salmaktadırlar. Kendilerine güvendiklerinden teker teker gezib,sürü oluşturmazlar.

Cesur ve kahraman insanlar da arslana benzetilirler.

Ömürlere ortalama 24 yıldır.

 

                                   E   Ş   E   K   ( M E R K E B – İ Ş L E K )

Binek için yaratılmış,[107] Allah mu’cize eseri olarak Üzeyir aleyhis-selama öldükten sonra dirilmeyi,harab olmuş bir kasabada yüz yıl uyutur,bir gün gibi zanneder. Yiyecek içecek bozulmamış. Yalnız iskelet olmuş bir merkebi yüz sene sonra tekrar dirilterek temsil getirir.”[108]

“Yürüyüşünde tabii ol,sesini alçalt. Unutma ki,seslerin en çirkini merkeblerin sesidir.”[109]

“Tevratla yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu,ciltlerle kitab taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah,zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”[110]

“Öğüt dinlemeyenleri arslandan ürküp kaçan “Yaban eşekleri”[111] gibi tavsif etmektedir.

Rasulullahın ümmetine,eşek anırmasını işittiklerinde,hakkın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınmalarını;horozların ötüşünü işittiklerinde de Allah’ın lutfunu istemelerini emretmiştir.[112]

“Ve” bir meclisten Allah’ı zikretmeksizin kalkan bir topluluk ancak eşek leşi gibi kalkmış olur.”buyurur.[113]

 

                                                                                              24-05-1996

                                                                                  MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Bakara.164,Lokman.10,Şura.29.

[2] Maide.1-2,Hac.30.

[3] En’am.38.

[4] Enfal.22.

[5] Enfal.55.

[6] Hud.6,Ankebut.60.

[7] Hud.56.

[8] Nahl.5,10,Hac.28,34.

[9] Hac.18.

[10] Mü’minun.21-22,Mü’min.79-80,Casiye.4,Nahl.5-8,66,Yasin.71-73.

[11] Neml.82.

[12] Sebe’.14.

[13] Fatır.28.

[14] Şura.11,Zuhruf.12-13.

[15] En’am.142.

[16] Nur.45.

[17] Zümer.6.

[18] Osmanlıca Lem’alar. B. Said Nursi.909-910.

[19] Nahl.80,Hac.33.

[20] Tekvir.5.

[21] Neml.1-20.

[22] Lem’alar. 350.

[23] Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 7 / 269-291.

[24] Age. 7 / 287,Lem’alar.age.222.

[25] En’am.144.

[26] A’raf.40.

[27] A’raf.73,Hud.64,İsra.59,Şuara.155,Kamer.27,Şems.13.

[28] A’raf.77.

[29] Yusuf.65,72.

[30] Haşr.6.

[31] Mürselat.33.

[32] Tekvir.4.

[33] Ğaşiye.17.

[34] age. 7 / 333,352-354,146, 8 / 52,140,536, 10 / 478 –vd, 12 / 195, 16 / 598-599, 17 / 182.

[35] A’Raf.133.

[36] Kamer.7-8.

[37] Kütüb-ü Sitte.age. 17 / 404.

[38] Maide.4.

[39] A’raf.176.

[40] Kehf.18,22.

[41] Zad-ul Mead. İbni Kayyım el-Cevzi. (Heyet) 6 / 339.

[42] Kütüb-ü Sitte.age. 14 / 160.

[43] Mesnevi-i Nuriye. B. Said Nursi.sh.64.

[44] Age.65.

[45] Bakara.57,A’raf.160,Ta-Ha.80.

[46] Bak. Zaman gaz.11-5-1993.

[47] En’am.143.

[48] En’am.146.

[49] Ta-Ha.18.

[50]   Enbiya.78.

[51] Sad.23-24.

[52] Kütüb-ü Sitte. age. 7 / 289, 8 / 536.

[53] A’raf.133.

[54] Kütüb-ü Sitte.age. 14 / 163, 11 / 313.

[55] Age. 11 / 314.

[56] Zad-ul Mead.age. 5 / 60.

[57] Yusuf.13-14.

[58] Yusuf.17.

[59] Bak. Kütüb-ü Sitte.age. 17 / 405-406.

[60] Ankebut.41.

[61] Bakara.67-71.

[62] En’am.144.

[63] En’am.146.

[64] Yusuf.43.

[65] Yusuf.46.

[66] A’raf.107,Ta-Ha.20,Şuara.32,Neml,10,Kasas.31.

[67] Kütüb-ü Sitte. age. 14 / 151-157.

[68] Age. 17 / 451.

[69] Bakara.65,A’raf.166.

[70] Maide.60.

[71] Müddessir.31.

[72] Asar-ı Bediiyye. Said Nursi. (osmanlıca) sh.86.

[73] Nahl.68-69.

[74] Zad-ul Mead. age. 5 / 63.

[75] Allah ve Modern İlim. 2 / 191, Sızıntı derg.Ağustos. 1988 (279),Köprü derg. Mart.1981.(11),Zafer derg.Ekim.1988.(38),Mesnevi-i Nuriye.age.165.

[76] Neml.18.

[77] Kütüb-ü Sitte. age. 7 / 277.

[78] Age. 7 / 283.

[79] Age. 14 / 161, 7 / 274-278.

[80] Age. 14 / 162.

[81] Şualar. age. 21-22.

[82] Nahl.79.

[83] Mülk.19.

[84] Vakı-a.21.

[85] Enfal.60,Adiyat.1-5.

[86] Nahl.8.

[87] Sad.31-33,Al-i İmran.14,Haşr.6.

[88] Kütüb-ü Sitte. age. 8 / 71,68-76,49, 5 / 38-39, 7 / 288, 11 / 156.

[89] A’raf. 163.

[90] Nahl.14,Fatır.12.

[91] Kehf.61.

[92] Saffat.142,Enbiya.87,Kalem.48.

[93] Kütüb-ü Sitte. age. 17 / 403.

[94] Bak.Zad-ul Mead. age. 5 / 51-52.

[95] Fil.1-5.

[96] Hac.73.

[97] Tac Tercümesi. B. Sadak.3 / 353, Sahih-i Buhari. M. Vehbi. 4 / 191,Alkol ve Sigara. K. Durdu.82, Zad-ul Mead. 5 / 37.

[98] Türkiye gazt. 7-5-1996.

[99] Şualar. age. 32.

[100] Age.33.

[101] Hac.73

[102] Hac.73.

[103] Hac.73.

[104] Osmanlıca Lem’alar. B. Said Nursi.884-891.

[105] Bakara.26,Bak. İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi.176-200.

[106] Müddessir.49-51.

[107] Nahl.8.

[108] Bakara.259.

[109] Lokman.19.

[110] Cum’a.5.

[111] Müddessir.50.

[112] Zad-ul Mead.age. 2 / 476.

[113] Age. 2 / 477.