GAYB

GAYB

Gayb;bilinmeyen,örtülü ve perdeli olan,bizden kaybolup,bize meçhul olan,ilmimizde ve müşahedemizde bulunmayan,ihata edemediğimiz şeylerdir.

Gaybın anahtarı,bilgisi,kendisine bildirdiği kimseler hariç,Allah’ın nezdindedir.[1]

Allah bildirmedikçe gaybı peygamberler de bilmez [2],cinlerde bilmez [3],İnsan da bilmez.[4]

Gaybı yalnız Allah bilir.[5]

Kur’an-da müminler vasıflandırılırlarken,gabya iman eden kimseler olarak bildirilirler.[6]

Mugayyebat-ı Hamse yani beş gaybi,bilinmeyen şey olarak belirlenen âyette:”Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir.Yağmuru da O indirir,rahimler de olanı O bilir.Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez.Her şeyi mükemmel tarzda bilen ve her şeyden haberdar olan Allahdır.”[7]

Bu konularda özetle Bediüzzaman bunların gaybılığına şöyle açıklama getirmektedir:[8]

Kıyametin İlmi tamamen Allah’ın bilgisi çerçevesindedir.

Yağmurun ne zaman yağacağının meteoroloji ile bilinen kısmı,şu görünen,şehadet alemine çıkmış olan hatta romatizması olanlarca bilinen veya keçilerin kuyruklarını bir saat öncesinden bacaklarının arasına almaları birer belirti olup,gaybilikten çıkmıştır.Hem de meteorolojinin ki bir tahmin olup,hava tahmin raporu diye adlandırılır.Bazen iki yan yana olan tarladan birine yağarken,öbürüne yağmamaktadır.Rahmet olarak gerek zaman,gerekse de ineceği yerin ilmi Allah’a aittir.

Ana rahmindeki çocuğun erkeklik ve dişilik yönünü bilinmesi olmayıp,şaki mi,said mi,iyi veya kötü,cennetlik veya cehennemlik mi olacağı ilmi de Allah’a aittir.

Kişi yarın ne kazanacağını,başına nelerin geleceğini,hayatındaki süprizleri bilememektedir.Bazen kazanç olurken,bazen de kayıb olmaktadır.

Kişinin nerede öleceği ise herke tarafından bilinmektedir ki;o bir meçhuldür.Öyle ki bazen kişi öleceği yere kendi eliyle ve isteğiyle gitmektedir.

Peygamberimizin peygamberliğiyle kahinlik olan gaybdan haber vermede son bulmuştur.

Nitekim daha oniki yaşlarında iken amcasıyla beraber Şam’a giderken Buheyra-i Rahibin peygamberliğinden haber vermesi hadisesi…

-Hz.Ebubekir’in ticaret için Mekke’nin dışına çıktığında,kendisinin Mekke’den geldiğini işiten birisi Hz.Ebubekir’e;-Sizin oralarda bu günlerde bir peygamber çıkacak,ondan haber ver-diyen kişiye böyle bir şey duymadığını ve bilmediğini ancak dönüşte Peygamberimizin peygamberliğini ilan ettiğini işitmiştir.

-Vahyin ilk ânında Varaka bin Nevfel’in kendisine gelenin Cebrail olduğunu bildirmekle kalmaması,bir de;-Keşke benimde ömrüm vefa etseydi de,Muhammed mekke’den hicrete mecbur bırakıldığında ben de onun yanında bulunsaydım diye,temennide bulunmuştur.

-İstanbulun fethinin bizzat peygamber efendimiz tarafından haber verilip,müjdelenmesi olayı.

-Kur’an-da;”Ne hoş bir diyar!”[9] âyeti ebced-Cifir hesabıyla 1453’e tekabül etmektedir.

Nasr suresinin peygamberimizin vefatına işaret etmesi.Ve 63 yaşında vefat eden peygamberimizin yine vefatına işaret eden 63.sıradaki Münafikun suresinin son âyetinde:”Allah,eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez.Allah,yaptıklarınızdan haberdardır.”Ve son inen âyette:”Bugün size dininizi ikmal ettim,üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak islamı seçtim.”Bunun üzerine sahabiler,bir rivayette de Hz.Ömer sevinirken,Hz.Ebubekir ağlamış,sebebini soran Hz.Ömer’e,artık dinin ikmal edilmesiyle Muhammed’in görevi bitmiş oluyor.Bu da onun ayrılışının bir haberidir,demiştir.[10]

Rum suresinde haber verilen ehli kitab Bizanslıların putperest sasanilere galib geleceği haber verilmiştir.[11]

Daha önceki yazılarımızda da detaylı anlattığımız gibi;özetle,Peygamberimizin âhirzaman peygamberi olması,âyette:”Kıyamet yaklaştı”[12],Peygamberimizin ümmetinin istikametle gitmesi halinde binbeşyüz yıl yaşayacağı,Kur’an-ı Kerim-in âyetlerinin 6666 olması,kendisinin insanlığın beşbininci yılında gelmesi hatta beşbin yaşında olupta Hz.Âdem-i gören bir cinniyle görüşmesi,işari olarak bu mânaya ışık tutmaktadır.[13]

Bizler kâhin değiliz,gaybdan haber de vermemekteyiz.Gerek Kur’an-dan gerekse de ilmi metotlardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında görmekteyiz ki;Dünyanın vasati olarak ikiyüz yıllık gibi bir ömrü kalmıştır.Bu da bir hava tahmin raporu veya doktorun muayene ettiği hastaya koymuş olduğu teşhis nevindendir.

Nitekim fizik alimleri güneşin yakıtı olan enerjisini bitirip,şu anda kendi kendini yemek anlamına gelen Helyum yaktığını ifade etmektedirler.

Güneşin yüzünde bulunan siyah lekenin gittikçe kendisini sarmaya kadar varacak olan büyümeside bunun işaretlerindendir.Âyette:”Güneş dürülüp ışığı söndüğü zaman.”[14]

Kıyametin gerek on büyük gerekse de yüzlerce küçük alametleri hadislerde belirtilmiştir.Zamanımızla mukayese ettiğimizde görürüz ki,önemli kısımları çıkmış ve de çıkmaktadır.

-”Kıyamet 2060’ta

Tarihin en büyük bilim adamlarından Newton’un yeni ortaya çıkarılan araştırmasına göre kıyamete 57 yıl kaldı”

-Ortaya konulan bu gibi şeyler birer tahmin ve bilgi sonucu da olabilir.Nitekim kendisi 1503 yılında yaşayan Papğaz Notradamus;14-12-1503 yılında,st.Remy-de yunan asıllı,yıldızlardan yararlanarak geleceğe dair bazı sırlardan bahsedildiğine inanılan bir hristiyan-kahin olarak tanınır.Özellikle zamanında salgın hastalıklarla mücadele etmiştir.1550-de çıkardığı eserinde geleceğe dair! Bazı açıklamalar olduğu yorumlanır.Asıl eserini ise yüzyılların kehaneti adıyla –Centuries- adlı 1555-de çıkardığı eserinde kehanetlerde bulundu.Ve bu eserini 1558-de tamamladı.Bunlar Kraliçe Katerina-nın kocası II:Henri-nin öldürüleceği ile ilgili olduğu söylenen 35.beyit,-Genç aslan üstün gelecek yaşlısına,

Kavga alanında teke tek düelloda,

Altın kafesinden gözleri delinecek

İki yaradan biri;sonra acılı bir ölüm.

Ve tarihi seyir içerisinde de öyle olduğu görülmüştür.

-141.kehanetinde kendisinin öleceğini haber verip,olması gösterilir.

-11-Eylül-2001 tarihinde New Yorkta olan ikiz kulelere işaret ettiği şu sözlerle uyarlanır:

Gökyüzü 45 derece yanacak

Ateş büyük New City’ye yaklaşıyor,

Hemen ardından dev dağınık bir alev saçıyor.(yüzyıl 6,Dörtlük 97)

-Tanrı’nın şehrinde büyük bir şimşek çakacak,

İki kardeş büyük bir kaosla birbirinden ayrılacak;

İki kale ayakta kalmak için direnirken;

Büyük lider boyun eğecek…

Üçüncü dünya savaşı koca şehir alevler altındayken başlayacak.(1554)

-500 yıl boyunca geçmeyecek sözü

Oysa süsüydü çağının

Ve sonra inme iner gibi açılacak perdeler
Bir çağ boyu ferahlık saçıp,düşmeyecek gözden…

Bununla 2050 yılını anlatmak istediği ifade edilir.”[15]

-Ebced ve Cifir ilmi islamdan öncede kullanılmış bir ilimdir.Bunu en çok Hz.Ali ve onun torunlarından olan asrımızın müceddid-i Bediüzzaman Said Nursi kullanmıştır.Sikke-i tasdik-i gaybi adlı eseri ve diğerlerinde bunun bir çok örneklerini görebiliriz.

-Ebced;Gerçekleşmiş olanın,cifir ise,gerçekleşmesi muhtemel olanın ilmidir.[16]

Bu ilim hesablanırken,şu harflerden yola çıkılır;Ebced,Hevvez,Hötti,Kelemen,Sa’fes,karaşet,dazığılen…

Bu harflerin her biri sırasıyla bir-den dokuza kadar ki sayıyı ifade eder,on-dan sonra on-ar onar,yüz-den sonra da yüzer yüzer sayılır.Mesela Ebced-de;elif bir,be iki,cim üç,dal dörttür.

Hadiste hilafetin 30 yıl süreceği ifade edilmiş ve aynen vuku bulmuştur.

Kur’an ve hadisler matematiksel olark bir çok şifreyi ihtiva etmektedirler.Nitekim bu konuda İbni Abbas ve peygamberimizin sır kâtibi Huzeyfet-ül yemani ve Hz.Ebu Hureyre’nin;-Ben rasulullahdan duyduklarımın yarısını söyledim.Eğer diğer yarısını söyleseydim,insanlar beni öldürürlerdi,buyurması…

Doğuda büyük bir ateşin zuhuru,Fıratın altında büyük bir hazinenin varlığı,Yahudilerin Müslümanlar tarafından sürülmesi,birer işarettirler.

– Said İbnu Cübeyr anlatıyor:”İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)’a dedim ki: “Nevf el-Bekkâli, İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa (aleyhisselam), Hızır’ın arkadaşı olan Musa olmadığını zannediyor.”Bana şu cevabı verdi: “Allah’ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka’b (radıyallahu anh)’ı dinledim. Demişti ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan işittim, şunu anlattı:

“Musa (aleyhisselam) Beni İsrail’e hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine, “İnsanların en bilgini kimdir?” diye soruldu:O: “Benim” diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, “Allahu a’lem (yani en iyi bilen Allah’tır)” demediği için Musa’yı azarladı. Ve: “İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha alimdir” diye ona vahyetti.

Hz. Musa (aleyhisselam):-“Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim? diye sordu. Kendisine: -“Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır” dendi. Dendiği gibi yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nûn da yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (aleyhisselam) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Musa’nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (aleyhisselam) hizmetcisine: “Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk” dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi: -“Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti” dedi.

Musa (aleyhisselam): “Bizim aradığımız orasıydı” dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler.İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa (aleyhisselam) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır aleyhisselam ona:-“Senin bu yerinde selâm ne gezer!”

-“Ben Musa’yım.” -“Benû İsrail’in Musa’sı mı?”-“Evet.” -“Sen, Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin.”

-“Allah’ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?” -“Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?”-“İnşallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim.” -“Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!” dedi. Hz. Musa (aleyhisselam): -“Tamam!” dedi.

Hz. Musa ve Hz. Hızır (aleyhisselam) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerin gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır (aleyhisselam)’ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar.Hızır (aleyhisselam), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -“Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık almayan bir iş yaptın!” dedi.Hızır:-“Ben sana, “benimle bulunmaya sabredemezsin” demedim mi?” dedi.Hz. Musa: -“Unuttuğum şey sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!” ricasında bulundu.Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (aleyhisselam) yavrucağı yakaladığı gibi eliyle başını kopararak çocuğu öldürdü. Musa (aleyhisselam): -“Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!” dedi.-“Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin!” diye Hızır (aleyhisselam), Musa’ya çıkıştı. Hz. Musa: -“Ama bu birinciden de şiddetli idi” dedi ve ilave etti: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın” dedi.

Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır (aleyhisselam) eliyle şöyle göstererek: “Eğilmiş” diyordu. Onu doğrulttu. Hz. Musa (aleyhisselam) ona:-“Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun, dilesen ücret alabilirdin!” dedi.

Hızır (aleyhisselam), Hz. Musa’ya: -“Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te’vilini haber vereceğim” dedi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu ara ilave etti:-“Allah Musa’ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır’la beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar isterdim!”

Ravi devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Birinci (soru)su Musa’nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Musa’ya, “Bak, dedi. Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah’ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir.” [17]

Gayb konusunda Bediüzzamanın eserlerinde detaylı bilgileri bulmaktayız.Şöyleki:

-Bu dünyadaki iman ve ibadet gibi her şey,gayb alemine gitmektedir.[18]

Orada yani gayb aleminde manevi arşivlerde muhafaza edilmektedir.[19]

-Ve tüm “İn’amlar,İhsanlar,Lütuflar,Keremler,İnayetler,Rahmetler”gayb perdesinin arkasından gelmektedir.[20]

-Meleklerin varlığı,[21]Peygamberler ve Kitablar,[22]Kader ve Kaza,[23] gayb aleminin varlığına delil olup,işaret etmekte,ondan ve o alemin arkasında konuşan bir zattan haber vermektedir.

-Yaratılanların hayatı ve hayatlarının proğramları da gayb alemini göstermektedir.[24]

-Ruhlarla dolu olan alem-i ervah,gayb aleminin bir nev’idir.[25]

-Dünyaya gelen yavruların rızıkları da gayb aleminden gelir. [26]

-Bir ağacın tüm proğramları gaybidir.[27]

-Şu dünya küresi gayb alemine akan ve dökülen bir çeşmedir.[28]

-Dünyada gaybi bir tasarruf sürmektedir.[29]

-Tüm İltifat ve Hitabetler gayb cihetinden gelmektedir.[30]

-Kur’an-da anlatılan Hz.Âdemin melaikelere olan üstünlüğü ve onların Hz.Âdeme secdeleri gaybi olmakla beraber,külli bir düsturu ve hakikatı göstermektedir.[31]

-Nil,Dicle,Fırat gibi üç nehrin suyu da gayb hazinesinden akmaktadır.[32]

-Kur’an istikbale aid gaybi işlerden de haber verip işaret etmektedir.[33]

-Gayb alemi ancak vahye mazhar olan kimselerden başkasına açılmaz.[34]

-Her şeyin sûri vücudları bir ise;mânevî,gaybî ve ilmî vücudları bir çoktur.[35]

-İmam-ı Mübin gaybi aleme bakar.[36]

-Tüm görünen tahavvüller gaybî hakikatları netice veriyor.[37]

-Gayb perdesinin arkasında mutlak Hâkim olan Allah vardır.[38]

-Tüm hayvanî ve insanî ilhamlar da gaybîdir.[39]

-Gayb alemi bir dil ise,şehadet alemi de onun birer tesbihidir.[40]

-Şu cismanî alem,gaybî aleme tenteneli yani tül perde gibi dışarıdan içeriyi göstermezken,içerden dışarıyı gösteren bir perdedir.[41]

-Gayb alemine aid yerleri görmek için ya onları küçültmeli veya gözlerimizi yıldızlar gibi büyültmeliyiz.[42]

-Gayba olan iman,görmekten daha ileri ve üstündür.[43]

-Gayb bir sırdır.O sır kapısından Kur’an-ın,Rasulullahın,iman ve marifetin ayağıyla,gözü ve göstermesiyle girilebilir,gidilebilir.[44]

-Gayb,ancak Allahın bildirmesiyle bilinebilir.[45]

-Ölüm,Ecel,Musibetler hep gaybîdir,bildirilmezse bilinmez.[46]

-İşler gaybî bir el tarafından çevrilmektedir.[47]

-Rüyayı sadıka,gayb alemiyle bir münasebet ve oraya açılan bir penceredir.[48]

-Maddi-manevi hediyeler gaybdan gelir.[49]

-Tevafukta da gaybî bir el işlemektedir.[50]

-Temsiller,gayb perdelerinin aralanmasıdır.[51]

-İnayetler,gaybi desteklerdir.[52]

-Seyrü süluk;gaybî işlemlerden geçmek ve rafine olmaktır.[53]

-Rasulullah,gayba yabancı değil,âşinadır.[54]

-Kur’an-da gaybî haberler binlerdir.[55]

-Kur’an-da geçen yedi kat sema ifadesi,gayb alemini de içine almak şekliyle de anlaşılabilir.[56]

-Lokman suresinin son âyetindeki beş gaybî şeyin gaybiliği,mukaderat ciheti ve de bilinmesi gaybîlikten çıkmış olmasıyladır.[57]

-Buradaki farklı tesbihler,gayb aleminde ittihad etmektedir.[58]

-Kerametler,gaybî ikramlardır.[59]

-Gavs-ı Âzam gibi,gaybın anahtarlarına (Fütuh-ul Gayb) sahib olan zatlar;kalbleri,gönülleri,fikir ve gözleri açmışlardır.Zira ilim ve iman perdeyi kaldırırken,cehalet ve küfür,lafız ve mâna itibariyle örtmekte ve perdelemektedir.[60]

-Geçmiş ve gelecek de,gayb alemindendir.[61]

-Her vakitte bir alem gayba gönderilmektedir.[62]

-“Evet kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir zâta bakan”bir hatırat-ı gaybiye vardır.[63]

-“Bu maddî ve cismanî olan âlem-i şehadet dahi bir ceseddir, bir lafızdır, bir surettir; âlem-i gaybın perdesi arkasındaki esma-i İlahiyeye dayanır, hayatlanır, istinad eder, can alır, ona bakar, güzelleşir.”[64]

-Her şeyin hakikatı gayb aleminin arkasındadır.[65]

-Şehadet aleminin hazinesi,gayb alemindendir. [66]

-Gerçek kıymet gayb aleminin arkasında görünür.[67]

-Ağaç ve insanın hakikatı gaybi pergerlerle takdir edilmektedir. [68]

-“Kur’an,Âlem-i gaybın tercümanıdır….”[69]

-“Cafer-i Sadık Radıyallahü Anh ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zâtlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.”[70]

-“ Yani, nifaksız ihlas-ı kalb ile iman ediyorlar. Veya iman edilen şeyler gayb olmakla beraber iman ediyorlar. Veyahut gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar.”[71]

“Kezalik pek geniş gaybî âlemlerin de bu küçük arzda içtimaları, mümkündür.”[72]

-“Âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir.”[73]

-Bu dünyadaki tüm faaliyetler gaybi dokumalar ve ebede intikal eden gaybi devirlerdir.[74]

-İstidrac’la kerametin farkı;birine inkişaf eden eşyanın gaybi hakikatları kendinden bilip,gafletle izhar eder,diğeri ise Allah’tan bilir.[75]

-“Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyaratın mültekası vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet fıtrat ve vicdan akla bir penceredir. Tevhidin şuaını neşrederler.”[76]

-“Avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniye…”[77]

-“Beşerin havass-ül hams-ı zahire ve bâtınadan başka, âlem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var. Hiss-i sâmia, bâsıra, zaika olduğu gibi, bir hiss-i sâdise-i sadıka olan saika vardır. Hem bir hiss-i sâbia-i bârika olan şaika var. O şevk ve sevk yalan söylemez, yanlış gidemez.”[78]

-“Mefatîh-ül Gayb” olan İmam-ı Râzî’nin geniş olan tefsirine gir ve serir-i tedriste o dâhî imamın halka-i dersinde otur, dersini dinle.”[79]Gaybi hakikatları gör.

-Dünyadaki Tanzim,[80] Hıfz,[81]İhtarlar, [82]Şahidlikler, [83]Cevablar, [84]Müjde, [85]İrade, [86]İstihraclar, [87]Terfi ve Terakki Fermanları, [88]Hakikatlar, [89]Tokatlar, [90]Hatıralar, [91]Hafî Nazarlar, [92]İmalar, [93]hep gaybî ve gaybî imzalar [94] olup, buda Ricalül gayb [95]veya gaybın anahtarına [96]sahib olanlardadır.Bunun da kaynağı Kur’an-dır.

Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı eser, [97]gaybı doğrulayan mühür ve imzalardır.

Bazen Gaybî İcbarlara (Mücbir-i gaybî)[98] şahid olunmaktadır.

-Gaybı bildirmemekte bir Rahmettir.[99]

-Gaibden haber veren bu âriflerden sonra; gaibden ruh ve cinn vasıtasıyla haber veren kâhinler…”[100]’de vardır.

10-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] En’am.59,Lokman.34,Cin.26-27.

[2] En’am.50,Cin.26-28.

[3] Sebe’.14,Cin.10.

[4] Ra’d.8,Lokman.34,İsra.36.

[5] Bakara.33,En’am.59,Hud.123,Nahl.77,Kehf.26,Furkan.6,Neml.65,Lokman.34,Sebe’.48,Fatır.38,Hucurat.18,Cin.26.

[6] Bakara.3,En’am.59,Yunus.20,Nahl.77,Fatır.18,Yasin.11,Mülk.12,bak.K.Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.34,228.

[7] Lokman.34.

[8] Lem’alar.111-112,Şualar.200.

[9] Sebe’.15.

[10] Kur’an ilimleri ve tefsiri açısından Bediüzzaman Said nursi’nin eserleri.Yard.Doç.Niyazi Beki.318-320,Mâide.3.

[11] Rum.1-4.

[12] Kamer.1.

[13] Bak.Barla Lahikası.B.Said Nursi.202-205.Rabbüş Şi’ra (Necm.49) âyetini açıklarken bu Şi’ra yıldızı ise;Müşriklerin taptığı Şi’ra yıldızının Rabbi de O’dur.Bu güneşten 23 kat daha parlak bir yıldız olup,dünyaya 8 yılda ulaşır.Yıldızların insan hayatında etkili olduğuna inanılarak tapılırdı.

[14] Tekvir.1.

[15] Bak .Edebiyat dergisi.Alper ilhan.Mart-2003.sayı.18.

[16] Kur’an Mucizeleri.H.Yahya.75.

[17] Buhari, Tefsir, Kehf 2, 3, 4, İlm 16, 19, 44, İcare 7, Şurût 12, Bed’u’l-Halk 11, Enbiya 27, Tevhid 31; Müslim, Fedail 170, (2380); Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3148); Ebu Davud, Sünnet 17, (4705, 4706, 4707).

mürşid.2.0.

[18] Sözler.46,108,633.

[19] Sözler.78, Mektubat.293.

[20] Sözler.101,281,284,286,304,Mektubat.212,Lem’alar.223,Şualar.65,68,151,154,168,171-172,187.

[21] Sözler.104.

[22] Sözler.109,Lem’alar.336.

[23] Sözler.111.

[24] Sözler.110,289,309.

[25] Sözler.110,439,510,Lem’alar.337,Şualar.174,190,İ.İ.197,Mesnevi-i Nuriye.135.

[26] Sözler.137,Lem’alar.361,Şualar.211,603-604,641.

[27] Sözler.139-140,435.

[28] Sözler.178,552,Mektubat.38.

[29] Sözler.180,288,548,680,337,367.

[30] Sözler.242,366,Mektubat.204.

[31] Sözler.245-246,İ.İ.206.

[32] Sözler.250,577,Şualar.109-110,112,Barla Lahikası.226,Mesnevi-i Nuriye.111.

[33] Sözler.267,388,402-406,448,709,716,730,Mesnevi-i Nuriye.54,157,230.

[34] Sözler.389,Lem’alar.282,Şualar.421,579.

[35] Sözler.462.

[36] Sözler.548,Mektubat.36.

[37] Sözler.552,578,Mektubat.233-234,239-240,287,293,295,328,Şualar.17,29,254.

[38] Sözler.567,655,Mektubat.220.

[39] Sözler.658.

[40] Sözler.695,734.

[41] Sözler.698,734,Lem’alar.282-283,Şualar.220.

[42] Mektubat.9.

[43] Mektubat.83,213,218,220,Şualar.132,İ.İ.231.

[44] Mektubat,88,92,96.

[45] Mektubat.96,181,183,185,389,Lem’alar.28-31.

[46] Mektubat.98-112,119,131,134,178,Şualar.650.

[47] Mektubat.177,Şualar.580.

[48] Mektubat..348-349.

[49] Mektubat.357,370,462.

[50] Mektubat.372,375,381-383,442,494,509.

[51] Mektubat.377.

[52] Mektubat.378,395,Şualar.96,107,175,617.

[53] Mektubat.390.

[54] Lem’alar.20-21,94,Mesnevi-i Nuriye.53.

[55] Lem’alar.28-37,119,378,Şualar.612,617,620.

[56] Lem’alar.69.

[57] Lem’alar.111-112,Şualar.200.

[58] Lem’alar.127.

[59] Lem’alar.162,175.

[60] Lem’alar.235,238,Şualar.669.

[61] Lem’alar.337,347,445.

[62] Lem’alar.360,440,Şualar,46-47.

[63] Lem’alar.371,Şualar.56,76,79.

[64] Şualar.76.

[65] Şualar.123.

[66] Şualar.169,266.

[67] Şualar.307.

[68] Şualar.649.

[69] Şualar.686,711,İşarat-ül İ’caz.10,17,93,120.

[70] Şualar.712,713,728,741.

[71] İşarat-ül İ’caz.41.

[72] Mesnevi-i Nuriye.138.

[73] Mesnevi-i Nuriye.180.

[74] Mesnevi-i Nuriye.216.

[75] Mesnevi-i Nuriye.228.

[76] Mesnevi-i Nuriye.246.

[77] Mesnevi-i Nuriye.247,Muhakemat.118,135.

[78] Mesnevi-i Nuriye.254.

[79] Muhakemat.56.

[80] Barla.319.

[81] Barla.243,304.

[82] Kastamonu.26.

[83] Kastamonu.36.

[84] Kastamonu.34.

[85] Kastamonu.86.

[86] Kastamonu.65.

[87] Kastamonu.86.

[88] Kastamonu.113.

[89] Kastamonu.172.

[90] Kastamonu.217.

[91] Emirdağ.1/165.

[92] Emirdağ.2/110.

[93] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.164.

[94] Kastomonu.32,213.

[95] Kastamonu.224.

[96] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.96.

[97] Sikke-i Tasdik-i Gaybi Ve Barla.381,Kastamonu.222.

[98] Barla.368,Kastamonu.48.

[99] Sikke-i Tasdik-i Gaybi .200,Mektubat.99,137.

[100] Mektubat.174-175,178,185,193,Şualar.629




SEBE’ VE ARİM HALKI

SEBE’ VE ARİM HALKI

Kur’an-ı Kerim-de sık sık geçmiş kavimlerin başlarına gelen olaylar anlatılarak,birinci derecede ibret almamız istenir.Bunları genel ve milletler açısından ele aldığımızda ibret-âmiz durumlarla karşılaşmaktayız.Bunların genel olarak başlarına gelen olaylar,ilâhi yasağı çiğnemelerinden kaynaklanmaktadır.Şöyle ki:

“Sizden önce ilahi yasaların değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar gelip geçti. Yeryüzünü geziniz ve Allah’ın ayetlerini yalan sayanların akıbetini görünüz.”[1]

”Biz nice kentleri yok ettik. Azabımız, onları, ya geceleyin ya da öğle uykuları sırasında yakalayıverdi.

Azabımıza uğradıkları andaki tek feryadları “Biz gerçekten zalimdik ” demekten ibaret oldu.”[2]

“Her toplumun belirlenmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an erteleyebilirler ve nede bir an öne alabilirler. “[3]

“Peygamber gönderdiğimiz her ülkenin halkını, ola ki, bize yalvarırlar diye, mutlaka sıkıntılara ve belalara uğrattık. ”

Sonra kötü günleri iyi günlerle değiştirdik de sayıca çoğaldılar ve: “Atalarımız da hem sıkıntılı hem de sevinçli günler geçirmişlerdi” dediler. Bunun üzerine onları hiç ummadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik. ”

“Eğer o ülkelerin halkları iman edip kötülüklerden sakınsalardı, göğün ve yerin bereket kapılarını yüzlerine açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları işlediklerinin cezasına çarptırdık. ”

“Acaba o ülkelerin halkları geceleyin uyurlarken başlarına azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?”

“Acaba o ülkelerin halkları, kuşluk vakti eğlenirlerken, azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?”

“Onlar Allah’ın tuzağına yakalanmayacaklarından emin midirler? Oysa hüsrana uğrayan toplum dışında hiç kimse kendini Allah’ın tuzağından emin sayamaz. ”

“Üzerinde yaşadıkları toprakları eski yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu tarihi sürecin ışığında halâ kavrayamadılar mı?”[4]

Allah ihmal eder fakat ihmal etmez.Kendisine dönmeleri için süre verdiği bu insanların yanlışta diretmeleri üzerine ihmal etmemiş daha dünyada iken onları en ağır bir ceza ile cezalandırmıştır.

“Yeryüzünde bir birine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları; üzüm bağları, ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır.”[5]

Allah’ı hatırlatması için verilen nimet ve zenginlikler,vereni unutma yolunda perde yapılmıştır.

“ İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah’ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah’dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.”[6]

Değerli olan insan kontrol ve gözetim altındadır.O başıboş değildir.

“Ey Muhammed, müşrikler az kalsın seni, indirdiğimiz vahiyden ayırıp adımıza başka sözler uydurmanı sağlıyorlardı, eğer bunu başarabilselerdi, seni dost edineceklerdi.

Eğer sana direnme gücü vermeseydik, azıcık onlara yanaşmak üzereydin.

Eğer onlara yanaşsaydın sana dünya hayatının ve ölüm ötesinin azabını katlayarak tattırırdık da bize karşı kendine yardım edebilecek hiç kimse bulamazdın.

Gerçi müşrikler seni tedirgin ederek, bıktırarak Mekke’den çıkarmak amacındadırlar, ama o takdirde senden sonra orada ancak kısa bir süre kalabilirler.

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlere ilişkin değişmez yasamız bu yolda işleye gelmiştir. Bizim yasamızın değiştiğini göremezsin.”[7]

Değişmeyen kural,en sevilen insan,kâinatın kendisi için yaratıldığı zat için de câri olmakta,geçerliliğini sürdürmektedir.Yapan,sen de olsan!

“Vaktiyle yok ettiğimiz nice eski kuşakların acı sonları onları doğru yola iletmiyor mu? Oysa onlar bu yok edilmiş kuşakların oturdukları konutları geziyorlar. Sağduyu sahiplerinin bu olaylardan çıkaracağı birçok dersler vardır.”[8]

Öncekilere verilen dersler sonrakilere pek etki etmemiş olacak ki,helak olayları süregelmiş…

“Yeryüzünde gezip, kendilerinden önceki insanların sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Yeryüzünü kazıp altüst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdir. Onlara da elçileri, delillerle gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı.

Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü Allah’ın ayetlerini yalanladılar. Ve onlarla alay ediyorlardı.”[9]

“Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.”[10]

“Bugün yurtlarında dolaştıkları nice kuşakları daha önce helâk etmiş olmamız, halâ onları yola getirmedi mi? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Halâ dinlemeyecekler mi?”[11]

“Uyarıcı gönderdiğimiz her kentin şımarık elebaşları mutlaka şöyle dediler. “Biz, sizin getirdiğiniz mesajı kesinlikle inkâr ediyoruz”

“Bizim herkesten çok servetimiz ve evlâdımız vardır, bizim azaba çarptırılmamız söz konusu değildir. “[12]

“Onlardan önceki bir çok milletler de mesajımızı yalanlamışlardı., Bu müşrikler onlara verdiğimiz dünyalıkların onda birine bile ermiş değillerdir. Buna rağmen peygamberlerimi yalanladılar, ama bu inkârcılığın karşılığı nice oldu?”[13]

“Onlar yeryüzünü gezip daha önceki yoldaşlarının karşılaştıkları acı sonu görmezler mi? Oysa onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah ile başa çıkabilecek hiçbir güç yoktur. Hiç kuşkusuz O her şeyi bilir ve gücü her şeye yeter.”[14]

Tarih boyunca insanları yoldan çıkaran iki unsur olmuştur;Güç ve zenginlik…bunun sonucu olan sefahet ve zulüm…

“Görmediler mi kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik. Onlar bir daha kendilerine dönüp gelmezler.”[15]

“Onlardan önce nice nesilleri helak ettik de feryad ettiler. Oysa artık kurtuluş zamanı değildi.”[16]

“Onlardan önce de Nuh kavmi, Ad kavmi ve sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun’da yalanlamıştı.

Semud kavmi, Gut kavmi ve Eyke halkı da yalanlamıştı. İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen kabilelerdir.

Hepsi peygamberleri yalanladılar da azabımı hak ettiler.

Bunlar tarihte Kureyş’ten önce yaşayan milletlerin örnekleridir: Hz. Nuh’un toplumu, Ad toplumu, yere kazıklar gibi çakılan Ehramların sahibi Fira’avn, Semud toplumu, Lut’un toplumu, sık orman içinde yaşayan ve Eykeliler diye bilinen Hz. Şuayb’ın toplumu. “İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen kabilelerdir.” Bunların hepsi peygamberlerin mesajlarını yalan saymışlardı. Azgın, taşkın ve zalim olan bu toplulukların halı nice oldu? “Yalanladılar da azabımı hak ettiler.”

Hakkettikleri cezaya çarptırıldılar. Yok olup gittiler. Geride yenilgilerini ve yıkılışlarını simgeleyen kalıntılar dışında hiçbir şey bırakmadılar!

İşte tarihte gelip geçmiş olan birleşmiş orduların sonu buydu. Şimdikilere gelince, bunlar genel olarak kıyamet gününün arifesinde yeryüzünde hayatı sona erdirecek olan “çığlığa” havale edilmiştir.

Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemektedirler.

Onun geri dönmesi yok. Bu çığlık gelince ansızın gelir. Onlara sağılan devenin memesinden akan sütün iki damlası arasındaki zaman aralığı kadar bile bir süre tanımaz. Zira bu çığlık kendisi için belirlenen ve ne ileri ne geri alınamayan zamanda gelir. Nitekim yüce Allah İslam ümmeti için de bunu takdir etmiştir. Onu bekletmiş ve zaman tanımıştır. Daha önceleri, peygamberlerine karşı gelen müşrikleri cezalandırdığı gibi onları yıkıma uğratıp yok etmemiştir.”[17]

“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da ya1anladı. Her millet, Peygamberlerini yakalamağa yeltendi; Batılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi. Bu yüzden onları yakaladım. (Bak işte) azabım nasıl oldu?!”[18]

“Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler. Onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah’ın azabından koruyan da olmadı.”[19]

“Biz sizin gibi sapıkları daha önce yok ettik. Öğüt alan yok mu?”[20]

“Ey insanlar ve cinler, yakında sizinle hesaplaşmak için özel vakit ayıracağız.”[21]

“Nice şehirler var ki Rabbinin ve elçilerinin emirlerine baş kaldırdı, biz de onu çetin bir hesaba çektik ve ona görülmemiş şekilde azab ettik.

Onlar yaptıklarının karşılığını tatmışlardır. işlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur.

Allah onlara şiddetli bir azab hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri. Allah’tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı kitab indirmiştir.”[22]

“Önceki inkarcı toplumları yok etmedik mi?

Sonraki inkarcıları da katarız onlara.

İşte biz günahkârlara böyle yaparız.”[23]

“Eğer Rabb’inin daha önce verilmiş bir hükmü ve belirlenmiş bir vadesi olmasaydı yok edilmeleri kaçınılmaz olurdu.”[24]

“Halkları zalim olan nice şehri kırıp geçirdik de arkasından başka halklar ortaya çıkardık.

Bu zalimler azabımızın gelip çattığını fark ettiklerinde derhal şehirlerinden kaçmaya koyuluyorlardı.

“Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz! ”

“Eyvahlar olsun! Biz gerçekten kendimize zulmetmişiz ” dediler.

Onlar böyle vahlanıp dururken biz kendilerini biçilmiş ekinler gibi cansız yere sériverdik.”[25]

“Yok ettiğimiz kentlerin halklarının hesap vermek üzere bize dönmemeleri imkânsızdır.”[26]

“Halkı zalim olan nice kenti yok ettik. Yapılarının duvarları, yere inen tavan yıkıntılarının üzerine çökmüştür. Nice su kuyularını kullanan kalmamış, nice korunaklı köşkleri ıssız kalmıştır.”

Müşrikler yeryüzünü gezmiyorlar mı ki, bu sayede kalpleri gördüklerinden-ibret alabilsin ve kulakları söylenenleri işitebilecek bir duyarlık kazansın. Çünkü kör olan onların gözleri değildir, fakat göğüs boşluklarındaki kalpleri kördür, duyarsızdır.”

Onlar senden azabımın bir an önce gerçekleşmesini istiyorlar. Oysa Allah sözünden caymaz ve Rabb’inin katındaki bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

Halkı zalim olan nice kente önce mühlet tanıdım, sonra yakasına yapıştım. Sonunda bana dönülecektir.”[27]

“Hiç bir ümmet, ecelini ne öne alabilir ve ne de erteleyebilir.”[28]

“Eğer biz onlara acısak da başlarındaki sıkıntıyı gidersek yine azgınlıkları içinde debelenmeye ısrar ederler.

Biz onların yakalarına azapla yapıştık. Fakat ne Rabb’lerine boyun eğdiler ve ne de O’na yalvardılar.

Ama ağır bir azabın kapısını yüzlerine açtığımızda kurtuluş ümitlerini yitirerek ne yapacaklarını şaşırırlar.”[29]

“Biz size gerçekten ayrıntılı açıklamalar içeren ayetler, sizden önce yaşamı, milletlerin hayatlarından alınmış örnekler ve kötülükten uzak durmak isteyenler için öğütler indirdik.”[30]

“Böylece peygamberlerini yalanladılar. Biz de onları yok ettik. Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğu inanmamış kimselerdir.”[31]

“Onlara de ki; “Yeryüzünü geziniz de ağır suçluların sonunun nice olduğunu görünüz.”[32]

“Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler, daha sağlam olan, öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları, onlara bir fayda vermemişti.

Peygamberleri, onlara belgelerle gelince, kendilerinden olan bilgiden gururlandılar da, alaya aldıkları şey kendilerini salıverdi.

Ne zaman ki, şiddetli azabımızı gördüler: “Tek Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkar ettik “dediler.

Fakat şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır.”[33]

“Bizde bunlardan daha güçlü oları o kavimleri helak ettik. Öncekilere dair nice misaller geçmiştir.”[34]

“Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu?”[35]

“Ey Muhammed! Sen mi sağırlara işittireceksin, yahut kör ve apaçık sapıklıkta olanı doğru yola ileteceksin?

Eğer biz seni alıp götürürsek (vefat ettirirsek) onlardan intikam alacağız.

Yahut onları tehdit ettiğimiz şeyi sana gösteririz. Bizim onlara gücümüz yeter.”[36]

“Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık, böyle hepsini suda boğduk.

Böylece onları, sonrakiler için hem bir örnek, hem de bir ibret yaptık.”[37]

“Biz sizden azabı birazcık kaldıracağız, fakat siz yine inkara döneceksiniz.

O gün büyük bir şiddetle çarparız; zira Biz öç alıcıyız!”[38]

“İşte onlar da kendilerine azab sözü gerekli olmuş kimselerdir. Kendilerinden önce geçen cin ve insan toplulukları arasında azab içinde bulunacaklardır. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır.”[39]

“De ki: “Azabın ne zaman geleceğine dair bilgi, ancak Allah katındadır. Ben görevlendirildiğim şeyi size duyuruyorum; fakat sizi cahillik eden bir kavim görüyorum.”

Nihayet azabın ufukta geniş bir bulut halinde vadilerine doğru geldiğini görünce “Bu, bize yağmur yağdıracak bir buluttur”dediler. Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şey, içinde acı azab bulunan bir rüzgardır.

Rabb’inin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Derken onlar o hale geldiler ki evlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırınız.”[40]

“Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, onu çürütüp kül gibi ediyor.”[41]

“Andolsun, Biz çevrenizdeki kentleri de yok ettik ve belki küfredenlerden dönerler diye ayetleri tekrar tekrar açıkladık.

O zamanlar, Allah’ı bırakıp da O’na yakınlık sağlamak için edindikleri tanrılar kendilerine yardım etmeli değil miydi? Hayır, tanrılar onlardan uzaklaştılar. Bu, onların yalanı ve uydurdukları şeydir.”[42]

“Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları yere geçirmiştir; inkarcılara da onların başına gelenin benzerleri vardır.

Biz, halkı seni yurdundan çıkaran şehirden daha kuvvetli nice şehirleri yok ettik, fakat onlara bir yardım eden çıkmadı.”[43]

El cezâ-u min cinsil amel yani ceza yapılan işe göredir.Toplumların başlarına gelen belalar,yaptıkları işlerle orantılıdır.Kibirlenenleri yerin dibine geçirmekle zelil kılarken,mallarıyla gururlananların mallarını yakıp yok ederek gururlandıkları sebebleri ortadan kaldırmaktadır.Tıpkı zamanımızdaki fuhşun,aids belasıyla cezalandırılması gibi…

“Biz bir beldeyi yok etmek istediğimizde oranın şımarık ele başlarına emrederiz de kötülüğe dalarlar. Böylece o belde hakkında hükmümüz haklılık kazanır. Bunun üzerine orayı alt-üst ederiz.”[44]

“Biz refah içinde şımarmış nice şehirleri helak ettik. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimse oturabilmiştir. Onlara hep biz varis olmuşuzdur.

Rabb’in memleketlerin ana merkezlerinin halkına ayetlerimizi okuyacak bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Zaten biz halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir.”[45]

“Rasullerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar. Sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”[46]

“Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada size azap gelmeden önce Rabb’inizden size indirilen en güzel söze, Kur’an’a uyun. “[47]

“İstekte bulunan biri, (muhakkak) gerçekleşecek olan bir azabı istedi.

Kafirler için olan, bu (azabı) geri çevirecek kimse yoktur.

(Bu azab) Yüce makamlar sahibi olan Allah’tandır.”[48]

AÇIKLAMA:Bazı müfessirler, bundan soru sormak anlamını alarak ayetin manasını şöyle açıklamışlardır: “Sorucu, senin haber verdiğin azab ne zaman olacak diye sordu.” O zaman Allah (c.c) bu kafirlerin üzerine azabın geleceği cevabını vermiştir. Fakat müfessirlerin çoğu bunu soru değil de talep etme, isteme manasında düşünmüşlerdir. Nese-i ve diğer bazı muhaddisler, İbn Abbas’tan Hakim’in de sahih dediği şu rivayeti naklederler: “Ey Allah! Eğer bu senin tarafından tehdid edilen azab doğru ise bize gökten taş yağdır, yada bizi çetin bir azaba uğrat [49] diyen Nadr bin Haris bin Katade’dir. Bunun dışında Kur’an’ın diğer bazı yerlerinde kafirlerin “O bizi korkuttuğunuz azab hadi niye gelmiyor?” şeklinde kafa tutuşlarını aktarmaktadır.”[50]

HZ.MUSA VE FİR’AVUN-KARUN :

“Sonunda biz onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Kendi kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.”[51]

“Sizden kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik (ve demiştik ki:) “Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın: umulur ki sakınırsınız.”[52]

“Bu olay Kur’an’ın muhtelif yerlerinde, çeşitli şekillerde beyan edilmiştir. Bu olayın İsrailoğulları tarihinde meşhur bir vakıa olduğuna şüphe yoktur. Fakat günümüzde bu olayın ayrıntılarına vakıf olmak şansına sahip değiliz. Ancak genel anlamıyla bu olayın şu şekilde cereyan ettiği anlaşılmaktadır: Allah Tealâ ile İsrailoğulları dağın eteğinde ahid yaparlarken, korkunç bir manzara meydana gelmiş ve dağ adeta İsrailoğulları’nın tepesine çökecek gibi görünmüştür.[53] Bu olay Talmud’da şöyle anlatılır: “O Kutsal Varlık, Sina Dağı’nı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve: “Tevrat’ı kabul ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur” dedi. [54]

Aynı olay Kitab-ı Mukaddes’te daha farklı ele alınmış olmasına rağmen, yine de o manzara canlandırılmıştır: “Ve Sina Dağı bir duman haline geldi. Çünkü Rab, O’na ateş içinde indi ve oradan ocaktan çıkan duman gibi bir duman yükseldi ve bütün dağ sarsıldı”[55]

“Ve bütün kavim gök gürültüleri, şimşekleri, boru sesini ve dağdaki dumanı gördüler. İnsanlar bunu görünce geri çekilip uzaklaştılar. Ve Musa’ya dediler ki: “Bizimle konuş seni dinleriz; fakat Tanrı bizimle konuşmasın, yoksa ölürüz.” [56]

“Andolsun, sizden Cumartesi (günü) haddi aşanları elbette biliyorsunuz.82 İşte biz, onlara: “Aşağılık maymunlar olunuz” dedik.”[57]

“İsrailoğulları’ndan sürekli bir ahid ve “Benimle sizin aranızda nesiller boyu sürecek bir işaret” olmak üzere Sebt’e (Cumartesi) uymaları istenmişti. “Altı gün iş yapılabilir; fakat yedinci gün Rabb’a mahsustur ve Sebt günüdür. Kim Sebt günü iş yaparsa, mutlaka öldürülecektir.” [58] Fakat İsrailoğulları dinî ve ahlâkî yönden bozulunca bu yasağı açıkça işlemeye ve Cumartesi günü iş yapmaya başladılar.”[59]

“Andolsun, biz Musa’ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: “Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum” demişti.”[60]

“Burada anılan dokuz mucizeye A’raf Suresi 133. ayette de değinilmektedir. Bu mucizeler şunlardı:

(1) Büyük bir yılana dönüşen asa

(2) Musa’nın güneş gibi parlayan ve beyaz olan sağ eli

(3) Sihirbazların tümünün sihirlerinin bozulması

(4) Kıtlık

(5) Tufan

(6) Çekirge

(7) Buğday güvesi

(8) Kurbağa

(9) Kan afeti”[61]

Firavn için “Zü’l evtad” (kazıklar sahibi) denmiştir. Sâd suresi 12. ayetde de bu kelime kullanılmıştır. Bu tabirin birkaç anlamı olabilir. Fir’avn’ın askerleri kazıklara benzetilmiş ve dolayısıyla asker sahibi anlamına, kazıklar sahibi denmiş olabilir. Çünkü Fir’avn’ın saltanatı askerlerine dayanmaktaydı. Bir de, Fir’avn’ın askerleri nerede kamp kursa orada her taraf kazıklarla dolu gözükmekteydi. Çünkü kurdukları çadırlar kazıklara dayanıyordu. “Kazıklar Sahibi” tabirinden murad, Fir’avn’ın, kazıklar dikerek insanlara azab etmesi de olabilir. Ayrıca Mısır ehramlarına kazık denmiş olması da mümkündür. Çünkü ehramlar Firavunlar’ın azametinin alametiydi. Nitekim onlar asırlardır yeryüzünde kazık gibi durmaktadırlar.”[62]

SEBE :

”(Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın mucizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs’ın Yemen’de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi. * Bir Arab kavminin adı. * Bir devlet ismi. * Bir şahıs adı.”[63]

Kur’an-ı Kerim’in 34. Suresinde Sebe ve Kavmi anlatılmaktadır.

“Celâlim hakkı için Sebe’ -kavmi- için ikametgâhlarında bir alâmet var idi. Sağdan ve soldan iki cennet ile çevrilmişti. -kendilerine denilmişti ki:- Rab’binizin rızkından yeyin ve ona şükredin. Tertemiz bir belde ve yarlıgayan bir Rab.”[64]

Hz.Süleyman ve Davud’un farklılıkları [65]Ve -Sebe’ kavminin helak olması anlatılır.[66]

Hz.Süleyman:”O da demişti ki:”Gerçekten ben,mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.”[67]

Sebe’ Arabdan bir erkek olup,On evlâdı olmuştur.

Sebe Mülkü, ya’ni kurmuş olduğu Devlet, dört yüz seksen dört sene sürdü.

“Gökten ve Yerden önlerindekine ve arkalarındakine bir bakmazlar mı? Dilersek kendilerini Yere geçiriveririz, yâhud Gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz hakıkaten onda inâbe edecek (hakka gönül verecek) bir kul için şübhesiz bir âyet vardır “[68]

“”Sebe” vaktiyle Güney Yemende yaşamış bir toplumun adıdır. Bunların yurtları son derece verimli topraklardan oluşmuştu. Bu topraklar üzerinde kurulan uygarlığın bazı izleri günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Sebeliler uygarlıkta ileri bir düzeye ulaşmışlardı. Öyle ki, güney ve doğu taraflarını saran denizden gelen bol yağmur sularını denetim altına almayı başarmışlar, bu amaçla doğal bir baraj yapmışlardı. Bu barajın iki yanında iki dağ yükseliyordu. Barajın önüne ördükleri surlarda açılıp kapanabilen kapaklar yapmışlardı. Baraj duvarının ardında büyük miktarda su biriktirmişlerdi ve bu suyu gerektiği şekilde kullanıyorlardı. Başka bir deyimle son derece büyük bir su kaynağına sahiptiler. Bu baraj “Merib barajı” adı ile anılıyordu.

Ayette geçen “vadinin sağında ve solunda uzayan iki ova” toprak verimliliğinin, bolluğun, refahın ve göz alıcı hayat standardının simgesidir. Bu yüzden bu bol nimetleri bağışlayan yüce Allah’ı hatırlatan bir kanıt olarak algılanması istenmiştir. Nitekim Sebe’lilere yüce Allah’ın verdiği rızıklardan yararlanırken O’na şükretmeleri emredilmiştir.

“Rabb’inizin verdiği rızıkları yiyiniz ve O’na şükrediniz.”

Fakat onlar ne Allah a şükrediyorlar, ne da verdiği nimetleri hatırlıyorlar.

“Fakat onlar bu buyruğa sırt çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini göndererek o verimli ovalarını dikenli, kuru çalılıklı ve az sayıda sedir ağaçlı iki çorak ovaya dönüştürdük.”[69]

Kayaları önünde sürükleyen bu korkunç sel kurdukları barajı yıktı. Bunun üzerine büyük bir taşkın meydana geldi, seller her yanı silip süpürdü. Artık adamların elinde suları biriktirme imkânı kalmamıştı. Bu yüzden ortalık susuzluktan kurudu, kavruk yangın yerine benzedi. O güzelim bahçeler, üzerinde tek tük bir kaç ağaçtan, bir kaç kuru çalıdan başka bir yeşillik bulunmayan bir çöle dönüştü. Okuyalım:

“O verimli ovalarını dikenli, kuru çalılıklı ve az sayıda sedir ağaçla iki çorak ovaya dönüştürdük.”

“Yaptıkları nankörlükten ötürü onları işte böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını hiç cezalandırır mıyız ki?”[70]

Ayrıca yurtlarını kuzeylerindeki kutsal kentlere, yani Arap yarımadasındaki Mekke ile Şam yöresindeki Kudüs’e bağlayan uygarlık düzeyleri halâ ayakta idi. Kuzeylerinde yer alan Yemen kenti, sözünü ettiğimiz kutsal kentlerle bağlantılı, bayındır bir kent olduğu gibi bu uygarlık merkezleri arasında gidişi-gelişi sağlayan yol bakımlı, işlek ve güvenli idi. Ayeti okuyalım:

“Onların yurtları ile kutsal kentler arasına, birinden bakınca öbürü görünebilen kısa aralıklı kentler serpiştirerek konaktan konağa mesafeleri ölçülebilir bir yolculuk yapmalarını sağladık. Onlara “Bu yol boyunca hem geceleyin hem de gündüzün güven içinde yolculuk yapın” dedik.

Fakat onlar “Ey Rabb’imiz, seferlerimizi uzun aralıklı yap” diyerek kendilerine yazık ettiler. Bunun üzerine onları dillere düşürdük, toplumlarını parçalayarak öteye-beriye dağıttık. Hiç kuşkusuz sabırlıların ve şükredenlerin bu olaylardan çıkaracakları bir çok dersler vardır.”[71]

İnsanlar kaderin verdiği cezayı kabullenmemektedirler,red ve inkâra gitmektedirler.Ancak ödüllendirildiklerinde kabullenip,inkâr etmemektedirler.

Tarihte “Sebe”, büyük kabileleri de içine alan büyük bir Güney Arabistan kavmiydi. İmam Ahmet, İbn Ebi Hatim, İbn Abd’ül-Berr ve Tirmizi, Hz. Peygamber’den (s.a) Sebe’nin soyundan aşağıdaki kabileler türeyen bir Arap olduğunu rivayet etmişlerdir: Kinde, Himyer, Ezr, Eş’ariyin, Mezhic, Enmar (iki kolu ile birlikte: Kes’am ve Becile) Amile, Cüzam, Lahm ve Gassan.

Eski çağlardan beri bu Arap kavmi bütün dünyaca bilinirdi. M.Ö. 2500 tarihli Ur kitabelerinde bu kavimden Sebum diye bahsedilmektedir. Bundan başka Babil ve Asur yazıtlarında ve Kitab-ı Mukaddes’te de Sebelilerin birçok kez adı geçmektedir.[72]Yunan ve Roma tarihçileri ve coğrafya bilgini Theo-phrastus (M.Ö. 288) de, İsa’dan öncesinden itibaren, çağlar boyunca Hıristiyan tarihinin yanısıra bu kavimden de bahsetmektedirler.

Bu kavmin yurdu bugün Yemen denilen Arabistan yarımadasının güneybatı köşesiydi. Yükselişi M.Ö. 1100 yıllarında başlamıştır. Davud ve Süleyman Peygamberler zamanında Sebeliler, zenginlikleriyle dünyaca meşhur bir kavimdi. Başlangıçta güneşe tapıyorlardı. Daha sonra, kraliçelerinin Hz. Süleyman zamanında imana gelmesinden (M.Ö. 965-926) sonra muhtemelen çoğu Müslüman oldu. Fakat zamanı tam tesbit edilemeyen daha sonraki bir dönemde tekrar Elmaka (ay tanrısı), Ester (Venüs), Zat Hamim, Zat Bed’an (güneş tanrısı) Hermeten veya Herimet gibi birçok tanrı ve tanrıçaya tapmaya başladılar. Baş tanrıları Elmeka’ydı. Krallar onun temsilcisi olarak memlekette hüküm sürüyorlardı.

Yemen’de yapılan kazılar sonucu her tarafta bu tanrılar için özellikle de Elmaka için mabedler yapıldığını ve her önemli olayda bu tanrılara kurbanlar sunulduğunu gösteren birçok yazıtlar ortaya çıkarılmıştır.

Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, bu kavmin tarihine ışık tutan yaklaşık 3000 kadar kitabe bulunmuştur. Bunların yanı sıra, Arap ravilerinin, Romalı ve Yunan tarihçilerinin verdikleri bilgiler de kullanılırsa, bu kavmin ayrıntılı bir tarihi hazırlanabilir.

Sebe halkı zenginliğini iki şeye borçluydu: Tarım ve ticaret. Tarımlarını, daha önceden Babil hariç hiçbir yerde bilinmeyen bir sulama sistemi ile geliştirmişlerdi. Ülkelerinde doğal akarsular yoktu, yağmurlu mevsimlerde tepecikler arasına inşa ettikleri setler sayesinde küçük gölcüklerde su toplanır ve ülkenin her tarafında yapılan bu gölcüklerden tarlalarına su taşımak için kanallar inşa ederlerdi. Bu, Kur’an’da da değinildiği gibi bütün ülkeyi verimli bir bahçe haline getirmişti. En büyük su deposu, Me’arib yakınındaki Cebel Belek’in girişine inşa edilen baraj sayesinde biriken göldü. Fakat Allah nimetlerini onlardan geri alınca, en büyük baraj M.S. beşinci yüzyılın ortalarında yıkıldı ve meydana gelen sel birbiri arkasına ülkedeki bütün barajları yıktı. Bu da bütün sulama sisteminin bir daha tamir edilemeyecek şekilde bozulmasıyla sonuçlandı.

Allah, Sebelilere ticaretle ilgili olarak da yararlanabilecekleri çok avantajlı bir coğrafi mekan ihsan etmişti. Bin yıldan fazla Doğu ile Batı arasındaki ticaret araçlarını tekellerinde tuttular. Bir taraftan limanlarına Çin’den ipek, Endonezya ve Malabar’dan baharatlar, Hindistan’dan dokuma ve kılıçlar, Güney Afrika’dan zenci köleler, maymunlar, devekuşu tüyleri, fildişi geliyor, diğer taraftan bu malları daha sonra Roma ve Yunanistan’a nakledilmek üzere Mısırlı ve Suriyeli tacirlere satıyorlardı. Bunun yanı sıra Sebeliler, Mısır, Suriye, Roma ve Yunanistan’da büyük revaç bulan buhur, anbar, mür ve daha başka parfümler üretiyorlardı.

Bu uluslararası ticaret için iki önemli yol vardı: Kara yolu ve deniz yolu. Deniz ticareti bin yıldan fazla Sebelilerin kontrolünde kaldı, çünkü Kızıldeniz’in esrarengiz muson rüzgarlarını, dalgalarını, kayalıklarını, emin limanlarını sadece onlar biliyorlardı ve başka hiçbir kavim bu tehlikeli sularda denizcilik yapmayı göze alamıyordu. Bu deniz yolu ile Sebeliler ticaret mallarını Ürdün ve Mısır limanlarına götürüyorlardı. Aden ve Hadramevt’ten gelen kara yolları Me’arib’de birleşiyor, oradan da Mekke, Cidde, Yesrib, El’ula, Tebuk ve Eyle’den Petra’ya giden bir yola uzanıyor, bu yol kuzey ucunda Mısır ve Suriye’ye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Bu kara yolu boyunca Kur’an’da zikredildiği gibi Yemen’den Suriye sınırlarına kadar uzanan ve ticaret kervanlarının gece gündüz uğradığı birçok Sebe kolonisi kurulmuştur. Bu kolonilerin (yerleşim bölgesi) işaretlerine bugün hâlâ Sebe ve Himyeri kitabelerinin bulunduğu bu yol üzerinde rastlanmaktadır.

Strabe şöyle diyor: “Sebeliler altın ve gümüş kaplar kullanıyorlardı, evlerinin tavanları, duvarları ve kapıları bile fildişi, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslüydü.” Pliny şöyle der: “Roma’nın ve İran’ın bütün zenginlikleri Sebelilerin ellerine akıyor. Onlar bugün dünyanın en zengin halkı ve verimli toprakları, bahçeler, bitkiler ve hayvanlarla dolu.” Artemidorus ise şöyle der: “Bu insanlar lüks içinde yüzüyorlar. Yakacak olarak tarçın ağacı, sandal ağacı ve başka güzel kokulu ağaçlar yakıyorlar.”[73]

”Bu konuyu anlatmak için tarihten Semud kavmi bir örnek olarak verilmiştir. Çünkü önceki azaba uğrayan kavimlerden yerleşim yeri Mekkelilere en yakın olan kavim bunlardı. Hicaz’ın kuzeyinde onların tarihi kalıntıları mevcuttu. Mekkeliler ticaret için Şam’a gittiklerinde buradan geçerlerdi. Cahiliyet şiirlerinde Semud kavminden çokça bahsedilmesinden anlaşılıyor ki, Araplar bu kavim ve onun akıbeti hakkında çok bilgiye sahiptiler.”[74]

LUT KAVMİ :

“İbrahim “Ama orada Lût var” deyince, elçiler şöyle dediler: “Biz orada kimlerin olduğunu herkesten iyi biliyoruz. Lût’u ve yakınlarını kurtaracağız. Yalnız eşi orada kalarak azaba çarpılanlardan olacaktır. “[75]

“Her birini teker teker suçüstü yakaladık. Kimini önünde taşları savuran müthiş bir kasırgaya tuttuk, kimi korkunç bir gök gürültüsüne tutularak cansız yere düştü, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de denizde boğduk. Allah’ın onlara zulmetmesi söz konusu değildi, fakat onlar kendilerine zulmettiler.”[76]

İbni Abbas der:”Allahın en büyük cünudu rüzgardır.

AD KAVMİ :

Hud peygamber Âd (İrem) kavmine gönderilmiştir.Nuh kavminden sonradır.

“Âd kavminin yaşadığı bölgede rüzgârlar, “ahkaf” denen kum tepeleri meydana getiriyordu. İçinde bu kavmin yaşadığı bölge ve kum yığınlarından söz edildiğinden sûre Ahkaf adını almıştır;”[77]

“Ad kavminde de ibretler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.

Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.

Semud kavminin başına gelende de ibretler vardır: Onlara, “Bir süreye kadar zevklenin” denmişti.

Rab’lerinin buyruğuna baş kaldırdılar, bu yüzden bakıp dururlarken onları yıldırım yakaladı.

Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.

Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir toplum idiler.”[78]

“Eski dönemlerde yaşamış Ad oğullarını yok eden O’dur.

Semud oğullarının da. Kazıdı köklerini.

Daha önce de Nuh’un soydaşlarını yok etmişti. Çünkü onlar son derece zalim ve azgın kimselerdi.

Lût’un soydaşlarının yaşadıkları yöreleri alt-üst eden O’dur.

Buraları yerin dibine O geçirmiştir.

Ey insanoğlu, öyleyse Rabb’inin hangi nimetinden kuşku duyuyorsun?”[79]

“ Adoğulları da peygamberlerini yalanladılar. Ama benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Baştan başa uğursuz bir günde üzerlerine sert ve dondurucu bir kasırga saldık.

Bu kasırga insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi havaya kaldırıp savuruyordu.

Peki benim azabım ve uyarılarım nasılmış?”[80]

“Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad kavmine?

Yüksek sütunlu İrem’e.

Ki ülkeler arasında onun eşi yaratılmamıştı.

Vadide kayaları oyarak evler yapan Semud kavmine?

Ve kazıklar sahibi Firavun’a.

Bunlar ülkelerinde azmışlardı.

Oralarda çok kötülük etmişlerdi.

Bu yüzden Rabbin onların üzerine azab kırbacını çarptı

Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir.”[81]

Yüce Allah bu kısacık ayetlerde eski tarihin bildiği ve tanıdığı zalim ve böbürlenenlerin en güçlülerinin akıbetlerini sergilemiş, bir araya getirmiştir. Önce, ilk Ad kavmi olan İrem diyarında yaşayan Ad kavminin akıbeti sunulmaktadır. Söylenildiğine göre, bunlar şehirde veya çölde yaşayan araplardandılar, arap yarımadasının güneyinde Yemen’le Hazramevt arasında Ahkaf’da, yani kum tepeleri bol olan bir yörede oturuyorlardı. Bedevi bir hayat sürüyorlardı. Direkler üstüne kurulmuş çadırları vardı. Kur’an-ı Kerim’de güçlü ve şiddetli olmakla nitelenirler. Çünkü Ad kabilesi kendi zamanında en güçlü ve ileri kabile idi. O zamanlar, Ad kabilesi “Ülkeler arasında eşi yaratılmamış” kabile idi.

“Vadide kayaları oyarak evler yapan Semud” kavmine gelince: Bunlar, arap yarımadasının kuzeyinde Medine ile Şam arasında bulunan Hicr diyarında yaşarlardı. Kayaları kesmişler, taşları yontmuşlar ve köşkler yapmışlardı. Ayrıca dağlarda kayaları yontarak kendilerine sığınaklar ve mağaralar yapmışlardı.

“Kazıklar sahibi Firavun’a.” gelince… Ayetteki sözü edilen “kazık” büyük bir ihtimal ile, yeryüzüne çakılmış kazıkları andıran sağlam yapılı piramitlerdir. Burada sözü edilen “Firavun” ise, Hz. Musa zamanında yaşayan azgın ve zalim Firavundur.”[82]

“İrem”den murad Ad kavmidir. Kur’ân-ı Kerîm ve Arap tarih kitaplarında “Ad-i Ulâ” şeklinde zikredilmiştir. Necm suresinde de bu şekilde geçmektedir. (Necm 50), Yani, kendilerine Hud Peygamber gönderilen Ad kavmine azab indirilmiştir. Buna karşılık Arap tarihinde bu azaptan kurtulup yaşayanlara “Ad-i Uhra” ismi verilmiştir. Kadim Ad kavmine “İrem” denmesinin nedeni, bunların Sami ırkından Hz. Nuh’un oğlu Sam ve onun da oğlu İrem’den geldiklerinden dolayıdır. Meşhur olan diğer bir kolu da Kur’ân’da Semud olarak zikredilmiştir.”[83]

HZ.SALİH VE SEMUD KAVMİ :

“Onlara suyun deve ile aralarında bölüştürüldüğünü bildir. Kimin sırası ise gelir, su içer.

Ama onlar bir arkadaşlarını çağırdılar. O da kılıcını çekerek hayvanı cansız yere serdi.

Peki benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

Onların üzerine bir tek çığlık saldık da ağıl bekçisinin biriktirdiği kuru ot yığınlarına dönüştüler.

Lut’un soydaşları da uyarıları yalanlamışlardı.

Biz de üzerlerine taşları savuran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut’un taraftarları hariç. Onları sabahleyin erkenden kurtardık.”[84]

“Semûd ve Âd, mutlaka patlak verecek olan kıyameti yalan saydılar.

Böylece Semûd korkunç bir sesle yıkıma uğratıldı.

Âd’a gelince onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile yıkıma uğratıldı.

Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin onların üzerine musallat etti. Öyle ki, o kavmi, orada içi kof hurma kütükleriymiş gibi onların çarpılıp yere yıkıldığını görürsün.

Şimdi onlardan hiç arta kalan görüyor musun?

Firavun, ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler o hata ile geldiler.

Böylece Rablerinin elçisine isyan ettiler. Bu yüzden onları, şiddeti gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.”[85]

“Semud kavmi azgınlığı yüzünden Hakkı yalanladı.

İçinden azgını ileri atılınca

Allah’ın elçisi onlara: ‘ Allah’ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın” dedi.

Onu yalanladılar, deveyi kestiler. Rabbleri de, günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti.

Allah bu işin sonundan korkmaz.”[86]

“Vadi-i Kura”dan maksat Semud kavminin dağları yontarak binalar yapmasıdır. Galiba tarihte dağlar içinde bina yapmaya başlayan ilk kavim Semud kavmiydi.[87]

EYKE VE TUBBA HALKI :

Şuayb peygamber de Meyden (Eyke veya Ress) kavmine gönderilmiştir.

“Eyke halkı ve Tubba’ kavmi de. Bütün bunların hepsi peygamberleri yalanladılar da üzerlerine tehdidim hak oldu.”[88]

“Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Gerçekte onlar bunlardan daha güçlü idiler. Buna rağmen ölümden kurtulmak için memlekette delikler aradılar. Kurtuluş var mı?

Doğrusu bunda, kalbi olana veya şahid olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.”[89]

HZ. NUH VE NUH TUFANI :

“Milletine can yakıcı bir azab gelmezden önce onları uyar diye Nuh’u milletine peygamber olarak gönderdik.

Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah’tan başka yardımcı bulamadılar.”[90]

11-12-2002

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Âl-i İmran.137.

[2] A’raf.4-5.

[3] A’raf.34.

[4] A’raf.94-100.

[5] Ra’d.4.

[6] Ra’d.11.

[7] İsra.73-77.

[8] Ta-Ha.128.

[9] Rum.9-10.

[10] Rum.47.

[11] Secde.26.

[12] Sebe.34-35.

[13] Sebe.45.

[14] Fatır.44.

[15] Yasin.31,bak.Saffat.174-179,Zümer.25-26.

[16] Sad.3.

[17] Sad.12-15,Fizilal-il Kur’an.Seyyid Kutub.

[18] Mümin.5.

[19] Mümin.21,bak.31.

[20] Kamer.51.

[21] Rahman.31.

[22] Talak.8-10.

[23] Mürselat.16-18.

[24] Ta-Ha.129.

[25] Enbiya.11-15.

[26] Enbiya.95.

[27] Hac.45-48.

[28] Mü’minun.43.

[29] Mü’minun.75-77.

[30] Nur.34,

[31] Şuara.139 ve 158,174,190,201-202,208-209.

[32] Neml.69.

[33] Mümin.82-85,Fussilet.13-18.

[34] Zuhruf.8.

[35] Zuhruf.25.

[36] Zuhruf.40-42.

[37] Zuhruf.55-56.

[38] Duhan.15-16.

[39] Ahkaf.18.

[40] Ahkaf.23-25.

[41] Zariyat.42.

[42] Ahkaf.27-28.

[43] Muhammed.10,13.

[44] İsra.16.

[45] Kasas.58-59.

[46] Hud.120.

[47] Zümer,55,bak.47-48.

[48] Maaric.1-3,Bak.Tefhim-ul Kur’an.Mevdudi.

[49] Enfal.32.

[50] Mesela Yunus: 46-48; Enbiya: 36-41; Neml: 67-72; Sebe: 26-30; Yasin: 45,52; Mülk: 24-27.Tefhim.age.

[51] Kasas.81,76-84, Sebe’ ve Arim halkı.Sebe’.15-17,Kasas.58.

[52] Bakara.63.

[53] Bak.A’raf.132,171.

[54] Shab, 88.

[55] Çıkış 19: 18.

[56] Çıkış 20: 18-19.)”tefhim.

[57] Bakara.65.

[58] Çıkış 31: 12-17.

[59] Tefhim-ül Kur’an.aga.

[60] İsra.101.

[61] Tefhim.Ag ayet ve eser. ”Hz. Musa (a.s) kıssası ile ilgili ayrıntılar için Bkz. Bakara : 64-76, Nisa : 206, Maide : 42, A’raf : 93-109, Yunus : 72, 94; Hud : 19, 104-111, Yusuf giriş bölümü, İbrahim : 8, 13; İsra : 113-117, Kehf : 57, 59, Meryem : 29-31, Taha : 5-75 ve giriş bölümü, Müminun : 39 ve 42, Şuara : 7, 49, Neml : 8-17, Kasas giriş bölümü, : 1-57, Ahzab: 69, Saffat: 114-122.mümin.23.tefhim.

[62] Fecr.7-14.tefhim,age.

[63] Nur cd.1.0.

[64] Sebe.15.

[65] Neml.15-17.

[66] Neml./15-20.

[67] Sad.32.

[68] Sebe.9.

[69] Sebe.16.

[70] Sebe.17.

[71] Sebe.18-19,Fizilal.age.

[72] bkz. Mezmurlar 72-15, Yeremya 6:20, Hezekiel 27:22, 38:13, Eyub 6;19.

[73] Sebe.15,Bak.Tefhim.age.

[74] şems.11,tefhim,age.

[75] Ankebut.32.

[76] Ankebut.40, Lut kavminin helak edildiği yer için bak.tefhim.zariyat.37.

[77] Ahkaf.tefhim.age

[78] Zariyat.41-46.

[79] Necm.50-55.

[80] Kamer.18-21,16.

[81] Fecr.6-14.

[82] Fecr.Fizilal.age, ”Ad kavmi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. A’raf : 51-53, Hud : 54-66, Müminun: 34-37, Şuara : 88-94, Ankebut : 65.

”Ad kavminin hikayesinin detayı için bkz. El-Araf : 56, Hud : 54-65, El-Müminun an: 34-37, Eş-Şuara : 88-94, El-Ankebut : 65, Fussilet : 20-21.Tefhim.Ahkaf.25.

[83] Fecr.7,Tefhim.age.

[84] Kamer,28-34,36-39,41-42.

[85] Hakka,4-10,Buruc.20

[86] Şems.11-15, Semud kavmi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. A’raf : 57-59, Hud : 69-74, Hicr : 42-46, İsra : 68, Şuara : 95-106, Neml : 58-66.tefhim.fussilet.16.

[87] Fecr.7,Tefhim.age. Bkz. A’raf : 37-59, Hicr : 45, Şuara : 95-99.

[88] Kaf.14,Duhan.37.

[89] kaf,36-37,Zariyat.24-37,bak.hicr.78-78,Sad.13.Hicr ise;Salih peygamberin yaşadığı yerin adı olup,burada yaşayan halka semud kavmi denilmektedir.

[90] Nuh.1,25,Kamer.9-14




VEYL-YAZIKLAR OLSUN!KİME?

VEYL-YAZIKLAR OLSUN!KİME?

Kur’an-ı Kerim-de Veyl yani Yazıklar olsun,kendilerine yazıklar olacak,sonucundan üzüntü duyacak kimseler ve bunların neler olduğu ifade edilmektedir.

Kimlere hangi özelliklerinden dolayı yazık olmaktadır:

1)”İmdi yazıklar olsun o kimselere ki, kitabı elleriyle yazarlar da sonra bununla az bir behâ satın almak için “bu Allah tarafındandır” derler. Artık yazıklar olsun onlara o ellerinin yazmış olduğu şeylerden dolayı. Ve yazıklar olsun onlara o kazanmış oldukları şeylerden dolayı.”[1]

2) “Ve şiddetli bir azaptan dolayı vay kâfirlere!”[2]

3)”Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık görülecek günün en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir.”[3]

4)”Hayır. Biz hakkı bâtılın üzerine atarız da onu parçalar da derhal yok olup gitmiş bulunur ve şiddetli azap olsun size o tavsif ettiğiniz şeylerden dolayı.”[4]

5)”Ve göğü ve yeri ve bunların arasında olanları boş yere yaratmadık. Bu, küfre düşenlerin zannıdır. Artık küfre düşmüş olanlara ateşten, büyük bir helâk vardır.”[5]

6)”O kimse ki, Allah onun göğsünü İslâmiyet için genişletmiş te o Rab’binden bir nur üzere bulunmaktadır. -O, hiç kalbleri kararmış kimseler gibi midir?.- Artık Allah’ın zikrinden kalbleri kaskatı kesilmiş olanların vay hallerine!. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”[6]

7)”De ki: Şüphe yok ben sizin gibi bir insanım, bana vahy olunuyor ki: Sizin ilâhınız muhakkak ki, bir tek ilâhtır. Artık O’na yönelin ve ondan mağfiret dileyin ve müşrikler için helâk -kararlaştırılmıştır.”[7]

8)”Sonra o guruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık vay acıklı günün azabından o zulm etmiş olanlara!.”[8]

9)”Herbir yalancının, günâha düşkünün vay hâline!.”[9]

10)”Artık başlarına gelecek günlerinden dolayı vay!. Kâfir olan kimselere.”[10]

11)”Artık o gün vay yalanlayanlar için.”[11]

12)”O ayırma gününün ne olduğunu sana ne bildirdi?. O gün vay hâline yalanlayanların.”[12]

13)”İşte günahkârlara böyle yaparız.O gün vay hâline yalanlayanların.”[13]

14)”İşte biz kaadir olduk, artık ne güzel kaadir olanlar!.O gün vay hâline yalanlayanların.”[14]

15)”Ve orada, yüksek, sâbit dağlar kıldık, ve size bir tatlı su içirdik.O gün vay hâline yalanlayanların.”[15]

16)”Sanki o birer sarı erkek develerdir.O gün vay hâline yalanlayanların.”[16]

17)”Ve onlar için izin verilmez, mazerette de bulunamazlar.O gün vay hâline yalanlayanların.”[17]

18)”Artık sizin için bir hile var ise hemen bana hilede bulunun.O gün vay hâline yalanlayanların.”[18]

19)”Şüphe yok ki: Biz, iyilik yapanları işte böyle mükâfat-landırırız.O gün vay hâline yalanlayanların.”[19]

20)”Yiyiniz ve men’faatleniniz biraz, muhakkak ki, siz günahkârlarsınız.O gün vay hâline yalanlayanların.”[20]

21)”Onlara rukû ediniz denildiği zaman rukû etmezler.O gün vây hâline yalanlayanların.”[21]

22)”Alış verişlerinde hile yapanların vay hallerine.O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman tam ölçer alırlar.Ve insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise eksiltirler.Onlar sanmıyorlar mı ki: Şüphe yok onlar diriltileceklerdir.Bir büyük gün için.Âlemlerin Rabbi için insanların divan duracağı günde.Hayır hayır.. Şüphe yok ki: Günahkârların yazısı elbetteki Siccindedir.Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.O- bir yazılmış kitaptır. Yalanlayanların o gün vay hallerine.”[22]

23)”Arkadan çekiştiren, gözü ile kaşı ile eğlenen her bir kimsenin vay hâline!.Öyle kimse ki: Bir malı toplamış ve onu tekrar tekrar saymakta bulunmuştur…Sanır ki, onu malı, daima yaşatacaktır.Yok yok öyle değil, elbette ki: O hutameye atılacaktır.”[23]

24)”Artık vay hâline o namaz kılanların ki:O kimseler ki: Onlar namazlarından yanılanlardır.O kimseler ki: Onlar göstericilerdir.Ve menedilmesi âdet olmayan bir şeyi bile men ediverirler.”[24]

25)”Ve dünkü gün onun yerinde olmayı temenni edenler, ertesi sabah diyorlardı ki: Vay sana!. Şüphe yok ki, Allah kullarından dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine de az. Eğer Allah bize lûtfetmese idi elbette bizi de yerin dibine geçirmişti. Ay!. Muhakkak ki, kâfir olanlar kurtuluşa eremezler.”[25]

26)”Sonra Allah Teâlâ ona kardeşinin cesedini nasıl defn edeceğini göstermek için bir karga gönderdi ki yeri eşiveriyordu. Yazıklar olsun bana ben şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz mi oldum, dedi. Artık pişmanlığa düşenlerden olmuştu.”[26]

27)”Dedi ki: Vay halime!. Ben çocuk doğurabilir miyim?. Ben bir koca kadınım, kocam da bir ihtiyardır. Şüphe yok ki, bu acâip bir şeydir.”[27]

28)”Eyvah bana!. Keşke falanı dost edinmese idim.”[28]

29)”Ve kitap -amel defterleri meydana- konmuştur. Artık günahkarları onda olanlardan dolayı korkar kimseler görürsün ve derler ki: Eyvah bizlere!. Bu kitaba ne oluyor ki: Küçük, büyük bir şey bırakmaksızın hepsini, saymış, tesbit etmiş!. Ve yapmış oldukları şeyleri hazır buldular ve Rabbin hiçbir kimseye zulm etmez.”[29]

30)”Ve o kimse ki, anasına, babasına: Dedi ki: Uf ikinize!. Beni korkutuyor musunuz ki, ben çıkarılacağım?. Halbuki, benden evvel nice nesiller gelip geçmiştir. Anası ile babası ise Allah’tan medet istiyor, yazık sana!. İmân et, şüphe yok ki, Allah’ın vâ’di haktır -diyorlardı- -Oğulları ise -hemen diyordu ki, bu,-dediğiniz- evvelkilerin efsanelerinden başka değildir.”[30]

31)”Musa onlara -sihirbazlara- dedi ki: Yazıklar olsun sizlere!. Allah’a karşı yalan yere

iftirada bulunmayın, sonra sizi azab ile helâk eder ve muhakkak ki, iftira eden hüsrana uğramıştır.”[31]

32)”Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise dedi ki: Yazıklar olsun size!. Allah’ın sevabı, îmân eden ve iyi amelde bulunanlar için daha hayırlıdır. Ona ise ancak sabredenler kavuşurlar.”[32]

33)”Dediler ki: Vay halimize!.. Muhakkak ki, biz zalimler olmuş idik.”[33]

34)”Andolsun ki: Rabbin azabından hafif bir şey onlara dokunacak olsa elbette diyeceklerdi ki: Eyvah bizlere! Şüphe yok ki, biz zalimler olmuştuk.”[34]

35)”Ve doğru olan va’d -kıyamet günü- yaklaştığı zaman, artık kâfirlerin gözleri muztarip bir hale gelecek -ve diyeceklerdir ki-: Eyvah bizlere!. Biz bundan gaflette bulunmuş olduk. Hayır.. Biz zalimler olduk.”[35]

36)”Demiş olurlar ki, eyvah bize!. Bizi kim uyuduğumuz yerden kaldırdı? İşte bu Rahman’ın va’d ettiğidir ve gönderilmiş olanlar, doğru söylemişler.”[36]

37)”Ve derler ki: Eyvah bizlere!. İşte bu, ceza günü.”[37]

38)”Dediler ki: Yazıklar olsun bizlere. Şüphe yok ki: biz haddi aşanlar olduk.”[38]

20-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Bakara.79.

[2] İbrahim.2.

[3] Meryem.37.

[4] Enbiya.18.

[5] Sad.27.

[6] Zümer.22.

[7] Fussilet.6.

[8] Zuhruf.65.

[9] Casiye.7.

[10] Zariyat.60.

[11] Tur.11.

[12] Mürselat.14-15.

[13] Mürselat.18-19.

[14] Mürselat.23-24.

[15] Mürselat.27-28.

[16] Mürselat.33-34.

[17] Mürselat.36-37.

[18] Mürselat.39-40.

[19] Mürselat.44-45.

[20] Mürselat.46-47.

[21] Mürselat.48-49.

[22] Mutaffifin.1-10.

[23] Hümeze.1-4.

[24] Maun.4-7.

[25] Kasas.82.

[26] Maide.31.

[27] Hud.72.

[28] Furkan.28.

[29] Kehf.49.

[30] Ahkaf.17.

[31] Taha.61.

[32] Kasas.80.

[33] Enbiya.14.

[34] Enbiya.46.

[35] Enbiya.97.

[36] Yasin.52.

[37] Saffat.20.

[38] Kalem.31.




KUR’AN-I KERİM’DE SABAH-SEHER VE ŞAFAK

KUR’AN-I KERİM’DE SABAH-SEHER VE ŞAFAK

-SABAH:

1-[003.041] [E1] Zekeriyya: “Rabbim bana bir alamet ver!” dedi. Allah: “Alametin insanlarla üç gün yalnızca işaretten başka türlü konuşamamandır. Bununla birlikte Rabbini çok an ve akşam-sabah tesbih et!” buyurdu.

2-[003.103] [E1] Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O’nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz. Bir de siz, bir ateş çukurunun tam kenarında bulunuyordunuz ve O, sizi tutup ondan kurtardı. Şimdi Allah’a doğru gidebilmeniz için size ayetlerini böyle açıklıyor.

3-[006.052] [E1] Rablerinin rızasını isteyerek, sabah-akşam O’na dua edenleri yanından kovayım deme! Sen onların hesabından sorumlu değilsin, onlar da senin hesabından sorumlu değildirler ki, biçareleri kovup da zalimlerden olasın.

4-[006.096] [E1] Tan attırıp sabahı çıkaran O’dur. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ile ayı da vakit ölçüsü yapmıştır. İşte bu, o güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.

5-[007.091] [E1] Derken onları o dehşetli sarsıntı yakalayıverdi ve hemen yurtlarında çökekaldılar.

6-[007.205] [E1] Sabah ve akşamları içinden yalvararak, gizlice ve kendin işitecek kadar bir sesle Rabbini zikret de gafillerden olma!

7-[011.067] [E1] O zulmedenleri ise bir müthiş ses yakaladı da yurtlarında çöke kaldılar.

8-[011.081] [E1] Elçiler: ” Ey Lut, emin ol, biz Rabbinin elçileriyiz; onlar sana ihtimali yok el uzatamazlar, sen hemen silenle gecenin bir bölümünde yola çık. İçinizden hiçbir kimse geri kalmasın, ancak karın hariç; çünkü onlara gelen felaket ona da gelecektir. Haberin olsun, onlara va’dedilen zaman sabahtır, sabah yakın değil mi?” dediler.

9-[011.094] [E1] Emrimiz geldjğinde Şu’ayb’ı ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise dehşet verici bir ses yakaladı ve yurtlarında çöküp kaldılar.

10-[013.015] [E1] Oysa göklerde ve yerde ne varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a secde eder.

11-[015.066] [E1] Ona kesin olarak şu emri vahyettik: “Sabaha çıkarken şunların arkaları katiyyen kesilecek.”

12-[015.083] [E1] Bunları da sabahleyin korkunç ses tutuverdi.

13-[016.006] [E1] Akşam getirip sabah salarken onlarda sizin için bir güzellik vardır.

14-[018.028] [E1] Sabah akşam Rablerine rızasını dileyerek dua eden kimselerle beraber nefsince sabret! Sen dünya hayatinin süsünü arzu ederek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, Bizi anmaktan gafil kıldığımız, keyfinin ardına düşmüş ve işi aşırılık olmuş kimseye uyma!

15-[019.011] [E1] Derken, mihrabdan kavminin karşısına çıkıp onlara: “Sabah ve akşam tesbih edin!” diye işaret verdi.

16-[019.062] [E1] Orada hiç boş söz işitmezler; ancak bir “Selam” işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da vardır.

17-[024.036] [E1] O evlerdeki, Allah onların yüceltilmesine ve kendi adının içlerinde anılmasına izin vermiştir. Onlarda sabah ve akşam üstleri O’nu tesbih ederler.

18-[024.058] [E1] Ey iman edenler, sahibi olduğunuz köleleriniz ve henüz erginlik çağına girmemiş olan çocuklarınız,(odanıza girmek için) sizden üç vakitte izin istesinler; sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkardığınız sırada ve yatsı namazından sonra. Bunlar, sizin için üç eksikli (açık bulunabileceğiniz) vakittir. Bunların dışında ne size, ne de onlara bir günah yoktur; çevrenizde dolaşırlar, birbirinizle iç içesinizdir. İşte böyle, Allah size ayetlerini açıklıyor. Allah , herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.

19-[025.005] [E1] Yine dediler ki: “Bu eskilerin masallarıdır, onları yazdırtmış da akşam sabah onlar kendisine okunuyor.”

20-[028.010] [E1] Musa’nın annesinin yüreği ise bomboş sabah etti. Şayet inananlardan olması için kalbine kuvvet vermeseydik, az daha onu açığa vuracaktı.

21-[028.018] [E1] Derken şehirde korku içinde çevreyi gözetleyerek sabahladı ve birden dön kendisinden yardım isleyenin yine feryad ettiğini gördü ve Musa ona: “Besbelli sen bir yaramazsın!” dedi.

22-[028.082] [E1] Dün onun yerinde olmayı temenni edenler de bu sabah şöyle diyorlardı: “Vay be, demek ki, Allah, nimetini kullarından dilediğine seriyor ve kısıyor. Eğer Allah bize lutufta bulunmasaydı, bizi de batırmıştı. Ay, demek ki, gerçekten kafirler felah bulmayacaklar!”

23-[029.037] [E1] Buna karşı onu yalanladılar. Derken, onları o sarsıntı tutuverdi de yurtlarında dizleri üstü çöke kaldılar.

24-[030.017] [E1] O halde akşama girdiğiniz zaman da sabaha girdiğiniz zaman da Allah’ı tesbih edin.

25-[033.042] [E1] O’nu sabah akşam tesbih edin!

26-[034.012] [E1] Süleyman’ın emrine de rüzgarı verdik. Sabah gidişi bir aylık akşam dönüşü bir aylık yol idi. Erimiş bakır kaynağım da ona sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan da her kim emrimizden saparsa, ona ateş azabım tattırırız.

27-[037.137] [E1] Ve siz sabahları onlara uğrar ve üzerlerinden geçersiniz,

28-[037.177] [E1] Fakat (azap) onların sahasına indiği zaman o acı haber verilenlerin sabahı ne fenadır!

29-[038.018] [E1] Biz dağları onun emrine vermiştik, akşam ve işrak vakti onunlar birlikte tesbih ederlerdi.

30-[040.046] [E1] Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: “Tıkın Firavun ailesini en şiddetli azaba!” (denilir).

31-[040.055] [E1] O halde sabret, çünkü Allah’ın va’di haktır; günahının bağışlanmasını dile ve akşam-sabah Rabbini hamd ile teşbih et!

32-[041.023] [E1] İşte Rabbinize beslediğiniz o zannınız, sizi helaka sürükledi de hüsrana düşenlerden oldunuz.

33-[048.009] [E1] Allah’a ve peygamberine inanasınız da bunu takviye edip onurlandırarak O’na sabah akşam tesbih edesiniz diye.

34-[054.038] [E1] Andolsun ki, kendilerini kararlı bir azap bir sabah bastırıverdi.

35-[068.017] [E1] Haberiniz olsun ki, Biz onlara bela vermişizdir, (tıpkı) o bağ sahiplerine bela verdiğimiz gibi. O sırada ki, sabah olunca mutlaka onu devşireceklerine yemin etmişlerdi.

36-[068.021] [E1] Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler.

37-[074.034] [E1] açtığı sıra o sabaha andolsun ki,

38-[076.025] [E1] Rabbinin ismini hem (sabah) erken, hem de ikindi üstü an!

39-[081.018] [E1] nefeslendiği zaman o sabaha ki,

40-[100.003] [E1] sabahleyin baskın basanlara,

41-[113.001] [E1] De ki: “Sığınırım o sabahın Rabbine,

SEHER :

1-[003.017] [E1] O sabredenleri, doğruluktan ayrılmayanları, divan duranları, nafaka verenleri ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenleri koru! derler.

2-[051.018] [E1] Seher vakitlerinde hep bağışlanma dilerierdi.

3-[054.034] [E1] Biz de üzerlerine taşlar yağdıran (kasırga) gönderdik. Yalnız Lut ailesini bir seher vakti kurtardık,

ŞAFAK :

1-[084.016] [E1] Şimdi yemin ederim ,o şafağa,

Not:Elmalı mealinden yararlanılmıştır.

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003




KUR’AN-I KERİM’DE KEŞKE –LEV-LEV LA….-

KUR’AN-I KERİM’DE KEŞKE –LEV-LEV LA….-

Keşke- Lev- ifadesi Kur’an-da 85 yerde,-Ve Lev- şekliyle 109 yerde geçer.Gerek dünyada gerekse de âhirette kaçmış ve ele geçmeyen bir şeyi elde etmek için temenni etmeyi ifade eder.

Levlâ ifadesi 35 yerde geçmektedir.Bu da –şöyle veya böyle olsaydı ya!-anlamlarına gelmektedir.

Keşke ve temenni eden kelimelerden –Leytenâ- 2 yerde,-Leytenî- 8 yerde,Leytehâ- 1 yerde,-Leyte- 3 yerde geçmektedir.

Elmalı mealinden faydalanılmıştır.

-LEV-

1-[002.096] [E1] Onları, insanların hayata en düşkünü hatta müşriklerden bile daha düşkünü bulacaksınız. Onlardan her biri, bin sene yaşamayı arzu eder. Halbuki, ömürlü olmak kendisini azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptıklarını görüyor.

2-[002.102] [E1] Tuttular Süleyman’ın mülküne dair şeytanlarınuydurup izledikleri şeylerin ardına düştüler. Oysa, Süleyman kafir olmadı, ama o şeytanlar kafir oldular; İnsanlara büyücülük ve Babil’de Harut, Marut adında iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi: “Biz ancak bir imtihan için gönderildik, sakın sihir yapıp kafir olma!” demedikçe bir kimseye büyü öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı-koca arasını ayıran şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek ve faydası olmayacak bir şey öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu her kim satın alırsa, onun ahirette bir nasibi olmadığını da çok iyi biliyorlardı. Keşke kendilerini ne kötü şey karşılığında sattıklarını bilselerdi!
3-[002.103] [E1] Evet! İman edip de (büyü gibi günahlardan) sakınmış olsalardı, elbette Allah tarafından verilecek bir mükafat çok hayırlı olacaktı; bunu bir bilselerdi!

4-[002.109] [E1] Kitap ehlinden bir çoğu arzu etmektedir ki, hak kendilerine gün gibi aşikar olduktan sonra sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan ötürü, sizi iman ettikten sonra çevirip kafir etsinler. Şimdilik siz, Allah emrini verinceye kadar af ve hoşgörüyle davranın. Şüphesiz ki, Allah her şeye gücü yetendir.

5-[002.167] [E1] Uyanlar da şöyle demektedir: “Ah bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onlar bizden kaçtıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! İşte böyle Allah, onlara bütün yaptıklarını üzerlerine çökmüş, pişmanlıklar halinde gösterecektir. Onlar, ateşten çıkacak değillerdir.

6-[002.170] [E1] Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiğinde, “Hayır, atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız.” dediler. Ya ataları birşeye akıl erdirememiş ve doğruyu seçememiş idiyseler?

7-[003.030] [E1] Herkes ne hayır işlemişse ve ne kötülük yapmış ise önüne konmuş bulacağı gün, onlarla arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah, sizi kendisinden korkmanız için uyarıyor ve Allah, kullarını çok esirgiyor.

8-[003.069] [E1] Kitap verilenlerden bir topluluk, sizleri şaşırtmayı arzu etti. Oysa kendilerini şaşırtıyorlar da farkına varamıyorlar.

9-10-[003.154] [E1] Sonra o kederin arkasından size içinizden bir zümreyi saran bir güven, bir uyku indirdi; diğer bir zümre ise kendi dertlerine düşmüş, Allah’a karşı cahiliyye kanaatine benzeyen gerçek dışı bir kanaat besliyorlar: “Bizim yapacağımız bir şey var mı?” diyorlardı. De ki: “Şüphesiz, bütün iş Allah’ındır.” Onlar, içlerinde sana açıklamadıkları bir şey gizliyorlar, “Bizim bu işte görüşümüz alınsaydı burada öldürülüp gitmezdik” diyorlar. De ki: “Evinizde bile olsaydınız öldürülmesi takdir edilmiş bulunanlar çaresiz yine çıkıp ölecekleri yerleri boylayacaklardı. Allah içinizdekileri yoklamak ve yüreklerinizdekini meydana çıkarmak için bunu başınıza getirdi. Allah sinlerin özünü bilir.

11-[003.156] [E1] Ey iman edenler, sakın inkar edip yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: “Yanımızda kalsaydılar ne ölür, ne de öldürülürlerdi.” diyenler gibi olmayın! Allah bunu onların yüreklerini dağlayan bir acı olarak bıraksın diye böyle söylerler. Oysa yaşatan da öldüren de Allah’tır ve Allah bütün yaptıklarınızı görür.

12-[003.167] [E1] hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!” denilmişti. Onlar: “Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.

13-[003.168] [E1] Kendileri oturarak savaşa giden kardeşleri için: “Bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi.” diyenlere de ki: “Haydi, o halde kendinizden ölümü geri çevirin, eğer gerçeği söylüyorsanız!

14-[004.009] [E1] Titresin o kimseler ki, arkalarında elleri ermez, güçleri yetmez çocuklar bırakacak olsalardı onlar için endişe duyacaklardı. O halde Allah’tan korksunlar ve sağlam söz söylesinler.

15-[004.039] [E1] Ne vardı bunlar Allah’a iman etseler, ahiret gününe inansalar ve Allah’ın kendilerine vermiş olduğu şeylerden infak etselerdi zarar mı ederlerdi? Allah, kendilerini bilirdi.

16-[004.042] [E1] İşte o gün inkar edip peygambere asi olanlar şöyle arzu edecekler: Keşke yerle bir edilselerdi de Allah’tan bir tek söz gizlemeselerdi.

17-[004.089] [E1] Kendileri küfre saptıkları gibi, sizin de sapmanızı isterler ki eşit olasınız. O yüzden onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin; aldırmazlarsa bulunduğunuz yerde kendilerini yakalayıp öldürün ve onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinin!

18-[004.102] [E1] Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun, silahlarını da yanlarına alsınlar, bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkanızda beklesinler, sonra henüz namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunup silahlarını da yanlarına alsınlar. Kafirler silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil bulunsanız da size ani bir baskında bulunsunlar diye arzu ederler. Eğer yağan yağmurdan bir güçlüğe uğrarsanız veya hasta olursanız, silahları bırakmanızda bir mahzur yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Çünkü Allah kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

19-[005.036] [E1] Şüphesiz, o küfredenler, yeryüzündekilerin hepsi ve bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için tümünü fidye verecek olsalar, yine kendilerinden kabul edilmez. Onlara elem veren bir azap vardır.

20-[005.104] [E1] Bunlara: “Gelin Allah’ın indirdiği hükümlere ve peygambere.” denildiği zaman: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!” derler. Ya ataları birşey bilmeyen ve doğru yolda bulunmayan kimseler idiyseler de mi?

21-[006.058] [E1] De ki: “O çabuk gelmesini istediğiniz azap benim elimde olsaydı, aramızdaki iş çoktan sonuçlanmış olurdu. Bununla beraber Allah haksızları daha iyi bilir.

22-[006.148] [E1] Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız O’na ortak koşardık; hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Bunlardan öncekiler de Bizim azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanlamışlardı. Onlara de ki: “İlim denilecek birşeyiniz var mı ki, bize çıkara-sınız? Siz sadece bir zannın ardından gidiyorsunuz ve siz yalnızca atıp tutuyorsunuz.”

23-[006.157] [E1] Yahut: “Eğer bize kitap indirilmiş olsaydı, herhalde onlardan daha çok muvaffak olurduk.” demeyesiniz diye. İşte size Rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi. Artık Allah’ın ayetlerini inkar edenden ve onlardan alıkoymaya kalkışandan daha zalim kim olabilir? Elbette Biz, o ayetlerimizi engellemeye yeltenenleri, bu suçları sebebiyle, en müthiş bir azapla cezalandıracağız.

24-[007.043] [E1] Onların içlerinde kin namına ne varsa hepsini söküp atmışızdır, altlarından ırmaklar akar. Onlar: “Hamdolsun bizi buna eriştiren Allah’a. O, bize doğru yolu göstermeseydi, bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamız mümkün değildi. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirdiler!” demektedirler. Onlara: “İşte bu gördüğünüz, yaptığınız iyi işler karşılığında mirasçısı olduğunuz cennettir.” diye seslenilmektedir.

25-[007.088] [E1] Kavminden büyüklenmek isteyen cumhur cemaat dediler ki: “Ey Şuayb, mutlaka seni ve seninle birlikte iman edenleri memleketimizden çıkaracağız, ya da muhakkak dinimize döneceksiniz.” Dedi ki: “İstemesek de mi?”

26-[007.100] [E1] Eski sahiplerinden sonra bu toprağa varis olanlara hala şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer dilemiş olsaydık onların da günahlarını başlarına çarpardık! Kalplerinin üzerini mühürleriz de onlar gerçeği işitmezler.

27-[007.155] [E1] Bir de Musa tayin ettiğimiz vakitte huzurumuzda bulunmak üzere kavminden yetmiş er seçmişti. Ne zaman ki bunları o sarsıntı yakaladı. Musa dedi ki: “Rabbim, dileseydin bunları ve beni daha önce helak ederdin. Şimdi bizi ,içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helak mı edeceksin? O da sırf Senin imtihanın; Sen bununla dilediğini sapıklığa bırakır, dilediğine hidayet kılarsın! Bizim velimiz Sensin; artık bizi bağışla, bize merhamet eyle; bağışlayanların en hayırlısı Sensin!

28-[008.031] [E1] Ve onlara ayetlerimiz okunacağı zaman: “Artık işittik, dilesek bunun gibisini biz de söyleriz; bu eskilerin masallarından başka birşey değil!” diyorlardı.

29-[008.063] [E1] Ve onların gönüllerini uzlaştıran da. Yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Ancak Allah, onların arasında birleşmeyi sağladı; çünkü O, güçlüdür, hikmet sahibidir.

30-[009.042] [E1] O, yakın bir ganimet ve orta bir yolculuk olsaydı, kesinlikle arkana düşerlerdi; ne varki, o meşakkatli mesafe kendilerine uzak geldi. Yakında: “Eğer gücümüz olsaydı, sizinle birlikte savaşa çıkardık.” diye yemin edecekler. Kendilerini helake sürükleyecekler. Allah, kesinlikle onların yalancı olduklarını biliyor.

31-[009.047] [E1] Eğer içinizde çıkmış olsalardı, bozgunculuk çıkarmaktan başka bir faydaları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek maksadıyla aralarınıza saldıracaklardı. İçinizde onları dinleyecekler de vardı. Allah o zalimleri bilir.

32-[009.057] [E1] Eğer sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar ya da sokulacak bir delik bulsalardı, başlarını dikip ona doğru koşarlardı.

33-[009.081] [E1] Arkada kalıp savaşa gitmeyenler, Allah’ın Resulüne karşı koymak üzere, yerlerinde oturup kalmalarına sevindiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve: “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcak!” Keşke duysalardı!

34-[010.016] [E1] De ki: “Eğer Allah dileseydi ben onu size okumazdım, hiçbir şekilde de size onu bildirmezdi. Bilirsiniz ki, ben sizin içinizde bundan önce bir ömür boyu durdum. Artık bir kere olsun aklınıza baş vurmaz mısınız?”

35-[010.020] [E1] Bir de: “Ona Rabbinden bambaşka bir mucize indirilse ya!” diyorlar. Sen de de ki: “Gayb ancak Allah’a aittir! Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”

36-[011.080] [E1] Lut: “Keşke benim size karşı bir kuvvetim olsaydı veya çok sarp bir kaleye sığınabilseydim!” dedi.

37-[013.018] [E1] Rablerinin emrine uyanlara daha güzeli vardır. O’na uymayanlar ise, yeryüzünde olanların tamamı ve bunların bir katı da kendilerinin olsa, hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. işte onlar! Hesabın kötüsü onlar içindir; varacakları yer de cehennemdir; o ne kötü yataktır!

38-[013.031] [E1] Kendisiyle dağların yürütüldüğü veya yerin parçalandığı yahut kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı… Fakat bütün emir Allah’ındır! İman edenler, kafirlerden ümidi kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi elbette insanlara hep birden hidayet buyururdu; o küfredenler, onların kendi sanatları yüzünden başlarına musibet inip duracak ya da yurtlarının yakınma konacak. Nihayet Allah’ın va’di gelecek! Şüphesiz ki Allah va’dinden şaşırmaz!

39-[014.021] [E1] Bir de hepsi toplanarak Allah’ın huzuruna çıkarılacaktır; zayıflar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: “Bizler sizlere uymuştuk; şimdi siz, Allah’ın azabından zerrece bir şeyi bizden savabilir misiniz?” ” Allah bize hidayet etseydi, ebette sizi hidayete erdirirdik. şimdi bizler sızlansak da sabretsek de farketmez; bizim için kurtuluş yoktur!” diyeceklerdir.

40-[015.002] [E1] Bir zaman gelecek, küfredenler, müslüman olsaydılar diye arzu çekecekler.

41-[015.007] [E1] Eğer doğru söyleyenlerden isen, getirsene o melekleri bize!” dediler.

42-[016.041] [E1] Zulme uğradıktan sonra Allah uğrunda hicret edenlere gelince, kesinlikle onları dünyada güzelce yerleştireceğiz; ahiret mükafatı ise daha büyüktür, eğer bilseler.

43-[017.042] [E1] De ki: “Allah ile birlikte dedikleri gibi ilahlar olsaydı, o takdirde onlar Arş’ın sahibine bir yol ararlardı.

44-[017.095] [E1] Söyle onlara: “Eğer yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten melek olan bir peygamber gönderirdik!”

45-[017.100] [E1] De ki: ” Rabbimin rahmet hazinelerine siz malik olsaydınız, o zaman da elden çıkar korkusuyla kimseye birşey vermezdiniz. İnsan zaten çok cimridir!”

46-[018.058] [E1] Hem o bağışlaması çok, merhamet sahibi Rabbin onları kazandıkları günahlar yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, elbette hemen azap ederdi. Fakat onlar için va’dolunmuş bir zaman vardır ki, o gelince hiçbir kurtuluş çaresi bulamazlar.

47-[018.077] [E1] Bunun üzerine yine gittiler. Nihayet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Ancak onlar, kendilerini mİsafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa: “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi.

48-[018.109] [E1] De ki: “Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsaydı, kesinlikle Rabbimin sözleri tükenmeden deniz tükenirdi, bir misli de yardımcı getirsek bile.

49-[021.017] [E1] Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan yapardık. Yapacak olsaydık öyle yapardık.

50-[021.022] [E1] Yerde. Gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı bunların ikisi de mahvolup gitmişti. O Arş’ın Rabbi olan Allah onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzehtir, beridir.

51-[021.039] [E1] Bir bilseler o küfredenler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından savamayacakları ve hiçbir taraftan yardım görmeyecekleri zamanı?

52-[021.099] [E1] Onlar ilah olsalardı, oraya girmezlerdi, oysa hepsi orada ebedi kalacaktır.

53-[023.114] [E1] Allah buyuruyor ki: “Bilmiş olsanız, gerçekten pek az kaldınız.”

54-[026.030] [E1] (Musa Firavun’a): “Sana apaçık bir şey (delil) getirdimse de mi?” dedi.

55-[026.113] [E1] Sizin şuurunuz olsa onların hesabının ancak Rabbime ait olduğunu bilirdiniz.

56-[028.064] [E1] Bir de onlara: “Haydi, yalvarın o ortak koştuklarınıza!” denir. Yalvaracaklar, fakat onlar, kendilerine cevap vermeyecekler ve azabı göreceklerdir. vaktiyle doğru yolu görselerdi ya!

57-[029.041] [E1] Allah’tan başka dostlara tutunanların durumu, kendisine bir yuva yapan örümcek örneği gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü de örümcek evidir, eğer bilselerdi.

58-[029.064] [E1] Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan ibarettir. Gerçekten son yurt, işte öz hayat odur. Keşke bilselerdi.

59-[031.021] [E1] Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiği zaman: “Hayır biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa onun ardınca gideriz.” diyorlar. Ya şeytan onları kızgın alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse de mi?

60-[033.020] [E1] Müttefik düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Eğer o birlikler bir daha gelecek olsa, çölde bedevi Araplar içinde yer atıp, sizin haberlerinizden sormayı arzu ederler, içinizde kalacak olsalar da sadece pek az harp ederler.

61-[034.014] [E1] Sonra onun ölümüne hükmettiğimizde onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, yalnız bir güve (böceği) dayandığı asasını yiyordu. Bu sebeple yere yıkıldığında besbelli oldu ki, eğer cinler gaybı bilselerdi, o horlayıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.

62-[036.047] [E1] Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın” denildiği zaman, o kafirler, iman edenler için şöyle dediler: “Allah’ın, dileseydi yiyecek verebileceği kimseyi biz hiç yedirir miyiz, siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?”

63-[037.168] [E1] Eğer yanımızda önceki (ümmet)lerden bir kitap olsaydı,

64-[039.004] [E1] Allah, bir çocuk edinmek isteseydi elbette yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. O bundan münezzehtir. O tek ve kahredici olan Allah’tır.

65-[039.026] [E1] Geliverdi de Allah onlara dünya hayatında zilleti tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

66-[039.043] [E1] Yoksa Allah’tan başka şefaatçılar mı edindiler?! De ki: “Hiçbir şeye güç yetiremeseler ve akıl erdiremeselerde mi?”

67-[039.057] [E1] yahut: “Allah, bana yolunu gösterseydi, kesinlikle ben takva sahiplerinden olurdum.”

68-[039.058] [E1] ya da azabı gördüğü zaman: “Bana bir daha geri dönüş (imkanı) olsaydı da güzel davrananlardan olsaydım!” diyeceği gün (gelmeden uyun!)

69-[041.014] [E1] Onlara: ” Allah’tan başkasına tapmayın!” diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği zaman “Rabbimiz dileseydi. melekler gönderildi. Onun için biz sizin gönderildiğiniz şeylere inanmayız!” dediler.

70-[043.020] [E1] Bir de dediler ki: “Rahman dileseydi biz onlara tapmazdık.” Bu hususta onların bir bilgileri yoktur, sadece atıyorlar.

71-[043.024] [E1] (Uyarıcı): “Size atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirdimse de mi?” deyince, onlar: “Biz sizin gönderildiğiniz şeylere inanmıyoruz” dediler.

72-[046.011] [E1] Bir de küfredenler, iman edenler hakkında dediler ki: “Eğer O bir hayır olsaydı, bizden önce ona koşmazlardı.” Bununla başarılı olmamayınca da: ” Bu, eski bir yalan.” diyecekler.

73-[048.025] [E1] Onlar, o küfredip de sizi Mescidi Haram’dan alıkoyanlar ve durdurulmakta olan kurbanlık hediyeleri yerine varmaktan men’eden kimselerdir. Eğer kendilerini tanımadığınız bir takım inanan erkeklerle inanan kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden şanınıza bir leke dokunması ihtimali olmasaydı (Allah size fetih için izin verirdi). Allah dilediğini rahmetine koyacağı için, eğer çekilebilselerdi elbette içlerinden o küfredenleri acı bir azaba uğratırdık.

74-[049.007] [E2] Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize zinet yapmıştır. Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.

75-[056.065] [E1] Dilesek onları elbette bir çöpe çevirirdik de ağzınızda şöyle geveler dururdunuz:

76-[056.070] [E1] Dileseydik onu acı bir çorak yapardık. O halde şükretseniz ya!

77-[056.076] [E1] bilseniz o, gerçekten çok büyük bir yemindir.

78-[059.021] [E1] Biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik kesinlikle, sen onu, Allah korkusundan başını eğmiş, çatlamış görürdün. İşte Biz o misalleri, düşünsünler diye insanlara veriyoruz.

79-[060.002] [E1] Eğer onlar sizi yenip de ele geçirirseler, hepinize düşman kesilirler, sizlere ellerini ve dillerini kötülükle uzatır, hepinizin kafir olmasını isterler.

80-[067.010] [E1] Ve derler ki: “Biz dinleseydik veya aklımızı kullansaydık, bu çılgın ateşin içinde bulunmazdık!”

81-[068.009] [E1] Arzu ettiler ki, sen (onları) yağlasan onlar da sana yağ yapacaklardı.

82-[068.033] [E1] İşte böyledir azap. Elbette ahiret azabı daha büyüktür, fakat bilselerdi!

83-[068.049] [E1] Ona Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı, o fezaya, alana elbette yerilmiş olarak atılacaktı.

84-[070.011] [E1] Birbirlerine gösterilirlerken, suçlu o günün azabından kurtulmak için fidye vermek ister; oğullarını.

85-[102.005] [E1] Öyle değil, kesin olarak bilseniz,

-Üç şekilde de –Lev-i şekliyle geçmektedir.

1-[009.042] [E1] O, yakın bir ganimet ve orta bir yolculuk olsaydı, kesinlikle arkana düşerlerdi; ne varki, o meşakkatli mesafe kendilerine uzak geldi. Yakında: “Eğer gücümüz olsaydı, sizinle birlikte savaşa çıkardık.” diye yemin edecekler. Kendilerini helake sürükleyecekler. Allah, kesinlikle onların yalancı olduklarını biliyor.

2-[018.018] [E1] Bir de onları uyanık sanırdın, halbu ki, uykudadırlar ve Biz onları sağa sola çevirirdik; köpekleri de giriş kısmında iki kolunu uzatmıştı. Onları görseydin mutlaka onlardan kaçar ve elbette için dehşet ile dolardı.

3-[072.016] [E1] Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık.

V E L E V

Ve Lev geçen yerlerin sure ve âyet numaraları ise:

-2/20,103,165,220,221,221,253,253,

-3/110,159.

-4/46,64,66,66,78,82-83,90,129,135.

-5/48,65-66,81,100,106.

-6/7-8-9,27-28,30,35,88,93,107,111,112,137,152.

-7/96,176,188.

-8/8,19,23,42-43,50.

-9/32-33,46,59,113.

-10/11,42-43,54,82,97,99.

-11/118.

-12/17,103.

13/31.

-15/14.

-16/9,61,93.

-17/88.

-18/39,109.

-20/134.

-23/24,75.

-24/35.

-25/45,51.

-26/198.

-31/27.

-32/12-13.

-33/14,20,52.

-34/31,51.

-35/14,18,45.

-36/66-67.

39/47.

-40/14.

-41/44.

-42/8,27.

-43/60.

-47/4,30.

-48/22.

-49/5.

-58/22.

-59/9.

-61/8-9.

-69/44.

-75/15.

L E V L Â

1-[002.118] [E1] İlmi olmayanlar da: “Ne olur Allah bizimle konuşsa, yahut bize bir mucize gelse!” dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı bunların dedikleri gibi demişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Cidden gerçekleri bilmek isteyen bir ümmet için Biz mucizeleri açık bir şekilde gösterdik.

2-[004.077] [E1] Bakmaz mısın, o kendilerine: “Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın ve zekat verin!” denilen kimselere? Şimdi üzerlerine savaş farz kılınınca bazıları insanlardan Allah’tan korkar gibi veya daha fazla korkmaya başladılar ve: “Ey bizim Rabbimiz, niçin bize bu savaşı farz kıldın? Ne olurdu kısa bir süre daha bize mühlet verseydin!” dediler. De ki: “Dünya zevki ne de olsa azdır; ahiret ise Allah’tan korkanlar için sırf hayırdır. Hem kıl kadar hakkınız da yenmez.”

3-[005.063] [E1] Bari Allah dostları ve bilginleri, onları yalan söylemekten ve haram yemekten alıkoysaydılar. Ne kötü bir sanata alışmışlar!

4-[006.008] [E1] Bir de “Şuna bir melek indirilse de görsek?” diyorlar. Eğer öyle bir melek indirseydik muhakkak iş bitirilmiş olur, kendilerine bir an bile göz açtırılmazdı!

5-[006.037] [E1] Durmuşlar: “Ona bambaşka bir mucize indirilse ya!” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah’ın öyle bir mucize indirmeye gücü yeter, fakat çokları bilmezler!”

6-[007.203] [E1] Sen onlara bir ayet getirmediğin zaman “Derleyip toplasaydın ya!” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyarım! Bütünüyle bu Kur’an Rabbinizden gelen kalp gözlerinizi açacak delillerdir. İman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir.

7-[008.068] [E1] Eğer Allah tarafından bir yazı gelmiş olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı kesinlikle size büyük bir azap dokunurdu.

8-[011.012] [E1] Şimdi belki de sen, onların: “Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!” demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.

9-[012.024] [E1] Hanım gerçekten ona niyetini kurmuştu, eğer Rabbinin açık delilini görmeseydi o da ona kurmuş gitmişti. Biz ondan kötülüğü ve fuhuşu uzaklaştıralım diye, böyle oldu. Gerçekten o, Bizim ihlasa mazhar edilmiş has kullarımızdandır.

10-[012.094] [E1] Ne zaman ki, bu taraftan kervan ayrıldı, öteden babaları dedi ki: “Doğrusu ben bana bunaklık yakıştırmasına kalkamazsanız gerçekten Yusuf’un kokusunu duyuyorum, eğer bunak demezseniz!”

11-[013.007] [E1] O küfredenler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bambaşka bir mucize indirilse ya!” Sen ancak bir uyarıcısın;her kavmin bir yol göstericisi vardır.

12-[013.027] [E1] Yine o küfredenler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! De ki: “Gerçekten Allah dilediği kimseyi şaşırtıyor, kendisine gönül vereni de hidayete eriştiriyor.

13-[018.015] [E1] Şunlar, bizim kavmimiz, tuttular O’ndan başka tanrılar edindiler; onların tanrı olduğuna açık bir delil getirselerdi ya! Allah’a bir yalanı uydurandan daha zalim kim olabilir?”

14-[020.133] [E1] Bir de onlar: “Rabbinden bir mucize getirse ya !” dediler. Onlara, daha önceki kitaplardakinin apaçık delili gelmedi mi ki?

15-[020.134] [E1] Eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helak etmiş olsaydık: “Ey Rabbimiz, ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de biz alçak ve rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık.” diyeceklerdi.

16-[024.012] [E1] Ne vardı, onu işittiğiniz zaman mümin erkeklerle mümin kadınlar kendi kendilerine hüsnü zanda bulunup: “Bu açık bir iftiradır!” deselerdi?

17-[024.013] [E1] Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.

18-[025.007] [E1] Bir de: “Bu nasıl peygamberdir ki, yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor? Ona bir melek indirilip de beraberinde bir yaver, bir savulcu olsa ya?

19-[025.021] [E1] Bununla beraber karşımıza çıkacaklarını ümit etmeyenter: “O melekler üzerimize indirilse yahut Rabbimizi görsek ya.” dediler. Andolsun ki, onlar kendilerini büyük gördüler, büyük azgınlık ettiler.

20-[025.032] [E1] Yine o inkar edenler dediler ki: “O Kur’an ona hep birden indirilseydi yal” Biz onu kalbine iyi yerleştirmek için böyle indirdik ve onu mükemmel bir okuyuşla ağır ağır okuduk.

21-[025.042] [E1] Sahi be! Az kalsın bizi tanrılarımızdan saptıracaktı, onlara tapmakta direnmemiş olsaydık! diyorlar. Fakat ileride azabı görecekleri gün kimin yolunun daha sapık olduğunu bilecekler.

22-[025.077] [E1] De ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne kıymet verir?” Demek ki, yalanladılar! O halde yarın ceza (yakalarına) yapışacak!

23-[027.046] [E1] Salih dedi ki: “Ey benim kavmim, iyilikten önce niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Ne olur Allah’a istiğfar etseniz, belki rahmetine ulaşırsınız.”

24-[028.010] [E1] Musa’nın annesinin yüreği ise bomboş sabah etti. Şayet inananlardan olması için kalbine kuvvet vermeseydik, az daha onu açığa vuracaktı.

25-[028.047] [E2] Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve müminlerden olsaydık” diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).

26-028.048] [E2] Fakat onlara tarafımızdan o hak (peygamber) gelince, “Musa’ya verilen (mucizeler) gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Peki daha önce Musa’ya verileni de inkâr etmemişler miydi? “Birbirini destekleyen iki sihir” demişler ve şunu söylemişlerdi: “Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz.”

27-[028.082] [E1] Dün onun yerinde olmayı temenni edenler de bu sabah şöyle diyorlardı: “Vay be, demek ki, Allah, nimetini kullarından dilediğine seriyor ve kısıyor. Eğer Allah bize lutufta bulunmasaydı, bizi de batırmıştı. Ay, demek ki, gerçekten kafirler felah bulmayacaklar!”

28-[029.050] [E1] Nitekim “Ona Rabbinden mucizeler indirilse ya!” dediler. De ki: “O mucizeler hep Allah’ın katındadır.Ben ise sadece açık bir uyancıyım.”

29-[034.031] [E1] Bununla beraber, o küfredenler: “Biz ne bu Kur’an’a inanırız, ne de önündekine! dediler. Fakat o zalimler yakalanıp Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman birbirlerine laf atarken bir görsen! Bir taraftan zebun edilenler (zayıf düşürülenler), o büyüklük taslayanlara: “Siz olmasaydınız kesinlikle biz mü’min olurduk!” diyeceklerdir.

30-[041.044] [E1] Ve eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık diyeceklerdi ki: “Ayetleri genişçe açıklansaydı ya! Arab’a yabancı dil (öyle) mi?” De ki: “O iman edenler için bir rehber ve şifadır, iman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlak vardır ve o, onlara karşı körlüktür. Onlara uzak bir yerden haykırılır.

31-[043.031] [E1] Ve: “Ne olurdu şu Kur’an iki şehirden (Mekke, Taif) bir büyük adama indirilseydi?” dediler.

32-[047.020] [E1] İman edenler: “Bir sure indirilseydi?” diyorlar. Ancak kesin hükümlü bir sure indirilip onda savaş anılınca kalplerinde bir hastalık bulunanların tıpkı ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı misali sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.

33-[058.008] [E1] Bakmaz mısın şunlara ki, gizli konuşmaktan yasaklandılar da sonra dönüp yasaklandıkları şeyi yapıyorlar; günah, düşmanlık ve peygambere karşı gelme hususunda fısıldaşıyorlar. Yanına geldikleri zaman da seni Allah’ın sağlıklamadığı (selamlamadığı) bir tarzda sağlıklıyorlar ve kendi içlerinden de: “Allah, bize söylediklerimiz yüzünden azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter, ona yaslanacaklardır. Artık o ne kötü akibettir!

34-[063.010] [E1] Her birinize ölüm gelip de: “Rabbim beni kısa bir süre için tehir etsen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demesinden önce size verdiğimiz rızıklardan (Allah için) harcayın!

35-[068.028] [E1] En mutedil olanları: “Ben size Rabbinizi tesbih etsenize, demedim mi?” dedi.

-LEYTENÂ-

1-[006.027] [E1] Ateşin başında durdurulduklarında: “Ah! Ne olurdu geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini inkar etmeyip, mü’minlerden olsaydık!” dediklerini bir görsen!

2-[033.066] [E1] O gün yüzleri ateşte çevrilirken: “Ah ne olurdu bizler Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik!” derler.

-LEYTENİ-

1-[004.073] [E1] Ve eğer size Allah’tan bir lütuf erişirse -sanki kendisiyle aranızda hiç bir dostluk yokmuş gibi- mutlaka: “Ah! Keşke onlarla beraber olsaydım da büyük bir murada ereydim!” diyecekti.

2-[018.042] [E1] Derken bütün serveti istilaya uğradı. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini oğuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine çökmüş kalmıştı; “Ah! Keşke Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!” diyordu.

3-[019.023] [E1] Derken sancı onu bir hurma dalına götürdü ve: “Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulmuş gitmiş olsaydım.” dedi.

4-[025.027] [E1] O gün zalim kimse ellerini ısıracak ve şöyle diyecek: “Eyvah! Keşke peygamberin maiyyetinde bir yol tutsaydım!

5-[025.028] [E1] Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin!

6-[069.025] [E1] Ancak kitabı sol tarafından verilen der ki: “Eyvah! Keşke kitabım verilmeseydi bana!

7-[078.040] [E1] Çünkü Biz size yakın bir azabı ihtar ettik. O gün kişi ellerinin önceden gönderdiğine bakacak ve kafir ise: “Ah ne olurdu ben bir toprak olsaydım!” diyecektir.

8-[089.024] [E1] Der ki: “Keşke ben bu hayatım için (sağlığımda hayırlar) göndermiş olsaydım.”

-LEYTEHÂ-

1-[069.027] [E1] Ne olurdu o ölüm iş bitiren olsaydı!

-LEYTE-

1-[028.079] [E1] Derken, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler: “Ah ne olurdu, şu Karun’a verilen gibisi bizim de olsa; o gerçekten büyük bir bahtiyar (varlık sahibi)!” dediler.

2-[036.026] [E1] Denildi ki: “Haydi. gir cennete!” O: “Ah ne olurdu, kavmim bilseydi.

3-[043.038] [E1] Sonunda Bize geldiği zaman: “Ah! Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı; sen ne kötü arkadaşmışsın!” der.

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003




KUR’AN-I KERİM-DE EĞER – LEİN –

KUR’AN-I KERİM’DE EĞER –LEİN-

Kur’an-ı Kerim’de 25 yerde –Lein- ve 3 yerde de –Leini- şeklinde geçmektedir.

Şart cümlesi olarak zikredilip,cevabı verilmekte ve aranmaktadır.Bazen akla havale edilerek kişi tarafından onaylatılmaktadır.

Elmalı mealinden yararlanılmıştır.

1) [005.012] [E0] Celâli hakkı için ki Allah Beni İsrailden misak almıştı ve içlerinden on iki nakıb göndermiştik ve Allah buyurmuştu: haberiniz olsun ben sizinle beraberim, celâlim hakkı için eğer siz namazı kılar, zekâtı verir ve Rasullerime inanır, kendilerine kuvvetle yardım eder ve Allaha karzı hasenle ıkraz muamelesi yaparsanız elbette tarafınızdan kabahatlarınızı keffaretlerim ve mutlak sizi altından nehirler akar Cennetlere korum, bundan sonra da içinizden her kim nankörlük eder küfre saparsa artık düz yolun ortasında sapmış, kendini zayi’ etmiş olur.”

2) [005.028] [E0] Kasem ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben rabbülâlemîn olan Allahdan korkarım.

3) [006.063] [E0] De ki kim kurtarır sizi o karanın, denizin zulmetlerinden, gizliden gizliye yalvara yalvara dualar ederek dediğiniz demler: Ahdimiz olsun eğer bizi bundan kurtarırsan şeksiz şüphesiz şakirînden oluruz.

4) [006.077] [E0] vaktâki ay doğmak üzere iken gördü “bu imiş rabbım” dedi, derken batınca “kasem ederim ki, dedi, rabbım beni hidayetine mazhar etmese idi muhakkak şu şaşkın kavmden olacakmışım”

5) [006.109] [E0] Bir de olanca yeminleriyle Allah kasem ettiler ki: eğer kendilerine bam başka bir âyet gelirse imiş her halde ona iymân edeceklermiş, de ki “Âyetler ancak Allahın nezdinde” siz ne bileceksiniz ki doğrusu: onlar o âyet geldiği vakit de iymân etmiyecekler.

6) [007.134] [E0] Vaktaki azab üzerlerine çöktü, ya Musâ! dediler: Bizim için rabbına dua et, sana olan ahdi hurmetine, eğer bizden bu azâbı sıyırırsan kasem olsun ki sana kat’iyyen iyman ederiz ve Beni İsraîli seninle beraber mutlak göndeririz.

7) 007.149] [E0] Vaktâki ellerine kırağı düşürüldü ve cidden sapmış olduklarını gördüler, kasem olsun ki, dediler: eğer bize merhamet etmez de rabbımız, mağfiret buyurmazsa her halde husranda kalanlardan olacağız.

8) [007.189] [E0] O odur ki sizi bir tek nefisten yarattı, eşini de ondan yaptı ki gönlü buna ısınsın, onun için vaktaki bunu derâğûş eyledi, bu hafifçe bir hamlin hâmili oldu, bir müddet bununla geçti, derken ağırlaştı, o vakıt ikisi bir kendilerini yetiştiren Allaha şöyle dua ettiler: bize yaraşıklı bir çocuk ihsan edersen yemin ederiz ki elbet şükreden kullarından oluruz.

9) 009.075] [E0] Yine onlardan kimi de Allaha şöyle ahdetmişlerdi: “eğer bize fadlından ihsan ederse her halde zekâtını veririz ve her halde salihînden oluruz”

10) [010.022] [E0] O, odur ki sizleri karada ve denizde gezdirtir, hattâ gemilerde bulunduğunuz ve içindekileri alıb hoş bir heva ile aktıkları ve tam onunla ferahlandıkları sırada ona şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her yerden onlara dalga gelmeğe başlar ve zannederler ki tamamen ihata olunub bittiler, o vakıt Allaha dini halis kılarak dua ederler: “ahdımız olsun ki, derler, eğer bizi bundan halâs edersen, şeksiz şüphesiz şükreden kullarından oluruz”

11) [012.014] [E0] Vallahi, dediler, biz müteassıb bir kuvvet iken onu kurt yerse biz o halde çok husrân çekeriz.

12) [014.007] [E0] Ve düşünün ki rabbınız şöyle i’lân buyurdu: Celâlim hakkı için şükrederseniz elbette size artırırım, ve eğer nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azâbım çok şiddetlidir.

13) [017.062] [E0] Baksan a dedi: şu benim üzerime tekrim ettiğine, kasem ederim ki eğer beni Kıyamet gününe kadar te’hır edersen ben onun zürriyyetini pek azı müstesna olmak üzere mutlak kumandan altına alırım.

14) [019.046] [E0] Sen dedi: benim mabudlarımdan geçmekmi istiyorsun ya İbrahim? yemin ederim ki eğer vazgeçmezsen seni muhakkak recm ederim, hem beni uzun müddet bırak git.

15) [024.053] [E0] Ötekiler Allaha en kuvvetli yemînleriyle kasem ettiler vallahi kendilerine emredensen behemehal bilâtereddüd çıkar giderlermiş, de ki: Yemîn etmeyin, ancak bir taati ma’rufe, her halde Allah bütün yaptıklarınıza ve yapacaklarınıza habîrdir.

16) 026.116] [E0] And ederiz ki dediler; eğer vazgeçmezsen yâ Nuh! Mutlak ve muhakkak recm edilenlerden olacaksın.

17) [026.167] [E0] And ederiz ki dediler vazgeçmezsen ya Lût, mutlak ve muhakkak çıkarılanlardan olacaksın.

18) [033.060] [E0] Celâlim hakkı için eğer vazgeçmezlerse o Münafıklar, kalblerinde maraz bulunanlar ve şehirde erâcif neşr eden, tahrikât yapanlar, mutlak ve muhakkak seni kendilerine musallat kılarız, sonra orada cıvarına pek az yanaşabilirler.

19) [035.042] [E0] Yeminlerinin en kuvvetlisiyle Allaha kasem de etmişlerdi ki: billâhi kendilerine inzar edici bir Peygamber gelse her halde ilerideki ümmetlerin en birincisinden daha kabiliyyetli olacaklar, daha iyi yola geleceklerdi, fakat kendilerine inzar edici bir Peygamber geldiği vakıt onlara sırf bir ürküntü artırdı.

20) [036.018] [E0] Doğrusu dediler: biz sizinle teşe’üm ettik, yemin ederiz ki vaz geçmezseniz sizi hiç tınmadan recmederiz ve her halde size bizden pek acıklı bir azâb dokunur.

21) [039.065] [E0] Celâlim hakkı için sana da vahyolundu şu, senden evvelkilere de: “yemin ederim ki eğer şirk koşarsan çalışman bütün boşuna gider ve mutlak kendine yazık eden hasirlerden olursun.

22) [059.011] [E0] Bakmaz mısın şu münafıklık yapanlara? Ehli kitabdan o küfreden ihvanlarına şöyle diyorlar: Yemin ederiz ki eğer siz çıkarılırsanız her halde biz de sizinle beraber çıkarız, ve sizin hakkınızda ebedâ kimseye itaat etmeyiz ve şayed size kıtal yapılırsa muhakkak size yardım ederiz, hal bu ise Allah şehadet ediyor ki onlar kat’iyyen yalancıdırlar.

23) [059.012] [E0] Celâlim hakkıçin eğer çıkarılırlarsa onlarla beraber çıkmazlar ve eğer kıtal yapılırsa onlara yardım etmezler ve şayed yardım edecek olsalar mutlak arkalarına dönerler, sonra da kurtarılmazlar.

24) (063.008] [E0] Diyorlarki: eğer Medîneye dönersek herhalde eazz olan oradan ezell olanı çıkaracaktır, halbuki izzet, Allahın ve Resulünün ve mü’minlerindir ve lâkin Münafıklar bilmezler.

25) [096.015] [E0] Sakın, Celâlim hakkı için eğer (akıllanıp) vaz geçmezse muhakkak sürükleyeceğiz elbet biz o alnı.

26) [007.090] [E0] Kavminden küfreden cumhur cemaat da yemin ederiz, dediler: eğer Şuaybe uyarsanız hiç şüphe yok o takdirde siz kat’î husrâne düşeceksiniz.

27) [017.088] [E0] De ki: yemin ederim eğer İns-ü Cinn bu Kur’anın mislini getirmek üzere toplansalar bir mislini getiremezler, birbirlerine zahîr de olsalar.

28) [026.029] [E0] Yemin ederim ki dedi: eğer benden başka bir ilâh tutarsan seni mutlak ve muhakkak zindandakilerden ederim.

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003




KUR’AN-I KERİM’DE NASIL –KEYFE-

KUR’AN-I KERİM’DE NASIL –KEYFE-

Keyfe,hayret ifade eden ve Nasıl anlamına gelen bir kelime olup,Kur’an-da 62

yerde geçmektedir.

Bir yandan soru olarak kullanılırken,bir yandan da bakıp görmeyi,görüp ibret almayı teşvik eder.Sorduğu soru ile karşıdakinin tasdikini alır.

Elmalı mealinden alınmıştır.

1-[002.028] [E0] Allaha nasıl küfr ediyorsunuz ki ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek sonra sizleri yine diriltecek. Sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.

2-[002.259] [E0] Yahud o kimse gibi ki bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş ıpıssız yatıyor, “Bunu bu ölümünden sonra Allah nerden diriltecek?” dedi, bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü sonra diriltti, ne kadar kaldın? diye sordu “bir gün yahud bir günden eksik kaldım” dedi, Allah buyurdu ki: Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele merkebine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin canlı bir âyeti kılayım diyedir, hele o kemiklere bak onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et geydiriyoruz? Bu suretle vaktaki ona hak tebeyyün etti, şimdi biliyorum, dedi: Hakikaten Allah her şey’e kadir.

3-[002.260] [E0] Bir vakıt da İbrahim: “yarabbi göster bana ölüleri nasıl diriltirsin?” demişti, “inanmadın mı ki? buyurdu, “inandım velâkin kalbim iyice yatışmak için” dedi, öyle ise, buyurdu: Kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt sonra da çağır onları sana koşa koşa gelsinler; ve bil ki Allah hakikaten azîzdir, hakîmdir.

4-[003.006] [E0] rahimlerde sizi dilediği keyfiyette tasvir eden o, başka Tanrı yok ancak o, azîz o, hakîm o.

5-[003.086] [E0] nasıl muvaffak eder Allah? bir kavmi ki kendilerine beyyineler gelmiş ve Peygamberin hakk olduğuna şehadet getirmişler iken imanlarının arkasından nankörlük edib küfre sapmışlardır, halbuki Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez.

6-[003.137] [E0] Sizden evvel kanun olmuş bir takım vak’alar geçti, onun için Arzda dolaşın da bir bakın: Peygamberleri tekzib edenlerin akıbetleri nasıl olmuş?

7-[004.050] [E0] Bak Allaha karşı nasıl yalan uyduruyorlar, açık günah da bu yeter.

8-[005.031] [E0] Derken Allah bir karga gönderdi, yeri deşiyordu ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin, eyvah, dedi: şu karga kadar olub da kardeşimin cesedini örtemedim ha! Artık peşimanlığa düşenlerden olmuştu.

9-[005.064] [E0] Bir de Yehudîler “Allahın eli bağlı” dediler, ve dedikleriyle dilediği gibi bahşediyor, celâlim hakkı için sana rabbından indirilen onlardan bir çoğunun tuğyanını ve küfrünü arttıracaktır, maamafih biz onların arasına kıyamete kadar sürecek buğz ve adavet bıraktık, her ne zaman harb için bir yangın tutuşturdularsa Allah onu söndürdü, hep yer yüzünde fesad için koşarlar, Allah ise müfsidleri sevmez.

10-[005.075] [E0] De ki; ya daha siz Allahı bırakıyorsunuz da siz kendiliklerinden ne bir zarara.

11-[006.011] [E0] De ki: yer yüzünde dolaşın da bakın o Peygâmberlere yalancı diyenlerin akıbeti nasıl olmuş?”

12-[006.024] [E0] Bak vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler, gâib oluverdi de kendilerinden o uydurdukları ma’budlar.

13-[006.046] [E0] De ki söyleyin bakayım: Eğer Allah sizin kulaklarınızı ve gözlerinizi alıverir ve kalblerinizi mühürleyiverirse kimdir Allahdan başka bir ilâh ki onu size getirib verecek? Bak biz âyetlerimizi nasıl evirib çevirib türlü suretlere sokuyoruz? Sonra da onlar nasıl geçiveriyorlar?

14-[006.065] [E0] De ki o size üstünüzden veya altınızdan bir azâb salıvermeğe, yahud birbirinize katıb ba’zınızın ba’zınızdan hıncını tattırmaya da kadirdir, bak âyetleri nasıl tasrîf ediyoruz, gerek ki fıkhiyle anlasınlar.

15-[007.084] [E0] Ve üzerlerine bir azab yağmuru yağdırdık, işte bak mücrimlerin akıbeti nasıl oldu?

16-[007.086] [E0] Hem öyle tehdid ederek her caddenin başına oturub da Allahın yolundan ona iyman edenleri çevirmeyin ve yolun çarpıklığını arzu etmeyin, düşünün ki vaktiyle siz pek az idiniz, öyle iken o sizi çoğalttı ve bakın o müfsidlerin akıbeti nasıl oldu?

17-[007.103] [E0] Sonra onların arkasından âyetlerimizle Musâyı Fir’avne ve cem’iyyetine gönderdik, tuttular, o âyetlere zulm ettiler, ettiler de bak o müfsidlerin akıbeti nasıl oldu?

18-[007.129] [E0] Biz, dediler: sen bize gelmezden evvel de eza edildik sen bize geldikten sonra da, umulur ki, dedi: Rabbınız hasmınızı helâk edib de sizi yer yüzünde halife kılacak, sizin de nasıl işler yapacağınıza bakacaktır.

19-[009.007] [E0] O müşriklerin Allah yanında, Resulü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak mescidi haram yanında muahede yaptıklarınız var ki bunlar size doğru durdukça siz de onlara doğru bulunun, Allah, hıyanetten sakınanları elbette sever.

20-[009.008] [E0] Evet, nasıl olabilir ki: size bir zafer bulsalar hakkınızda ne bir zimmet gözetirler ne de bir yemin, ağızlariyle sizi hoşnud etmeğe çalışırlar, kalbleri ise iba eder durur, zaten ekserisi insanlıktan çıkmış fasıklar.

21-[010.014] [E0] Sonra onların arkasından sizi Arzda halifeler yaptık ki bakalım: nasıl ameller işliyeceksiniz?

22-[010.035] [E0] De ki sizin şeriklerinizden hakka hidayet eden var mı? Allah de ki: hakka hidayet eder, o halde hakka hidayet eden mi ittibaa ehaktır, yoksa hidayet olunmadıkça kendi kendine iremiyen mi? O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hukmediyor sunuz?

23-[010.039] [E0] Hayır onlar, ılmini ihata etmedikleri ve te’vili kendilerine hiç gelmemiş olan bir şey’i tekzib ettiler, bunlardan evvel geçenler de böyle tekzib etmişlerdi amma bak zâlimlerin akıbeti nasıl oldu?

24-[010.073] [E0] Bunun üzerine yine onu tekzib ettiler. Biz de onu ve beraberindekileri gemide necâte çıkarıb bunları Yer yüzünün halifeleri kıldık, âyetlerimizi tekzib edenleri ise gark ettik, bak işte inzâr olunanların âkibeti nasıl oldu?

25-[012.109] [E0] Senden evvel gönderdiğimiz Peygamberler de başka değil ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahyeylediğimiz bir takım erler idi; Ya şimdi o yerde bir gezmediler mi? Baksalar â kendilerinden evvel geçenlerin akıbetleri nasıl olmuş? Ve elbette Âhiret evi korunanlar için daha hayırlıdır ya, hâlâ akletmiyecekmisiniz?

26-[014.024] [E0] Gördün’a Allah nasıl bir temsil yaptı; hoş bir kelimeyi, hoş bir ağaç gibi ki kökü sâbit dalı Semada.

27-[014.045] [E0] Siz de o kendilerine zulm etmiş olanların meskenlerine sakin oldunuz, onlara nasıl yaptığımız ise sizce tebeyyün etti ve size emsal gösterdik.

28-[016.036] [E0] Celâlim hakkı için biz, her ümmette “Allaha ibadet edin ve Tâguttan ictinab eyleyin” diye bir Resul ba’settik, sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasîb etti, kiminin de üzerine dalâlet hakkoldu, şimdi Yer yüzünde bir gezin de bakın peygamberleri tekzib edenlerin akibeti nasıl oldu?

29-[017.021] [E0] Bak bir kısmını diğerine nasıl tafdıl etmişiz ve elbette Âhıret derecatca da daha büyük, tafdılce de daha büyüktür?

30-[017.048] [E0] Biz pek âlâ biliyoruz seni dinlerken ne suretle dinliyorlar? Birbirleriyle fısıldaşırlarken de ve o zalimler derlerken de: başka değil, sırf bir sihirli adama tâbi’ oluyorsunuz.

31-[019.029] [E0] Bunun üzerine ona işaret etti, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz dediler.

32-[025.009] [E0] Bak senin hakkında ne kıyaslar, ne temsiller – yaptılar da çıkmaza saptılar, artık hiç bir yol bulamazlar.

33-[025.045] [E0] Bakmaz mısın rabbına? Gölgeyi nasıl uzatmakta? Dilese idi elbet onu sâkin de kılardı, sonra nasıl Güneşi, ona delil kılmışız?

34-[027.014] [E0] Ve nefisleri yakîn hasıl ettiği halde mücerred zulm-ü kibirden onlara cehudluk ettiler, fakat bak o müfsidlerin akıbeti nasıl oldu?

35-[027.051] [E0] Şimdi bak! mekirlerinin akıbeti nasıl oldu? Kendileri ve kavimlerini toptan tedmir ediverdik.

36-[027.069] [E0] De ki; hele, Arzda bir gezinin de bakın mücrimlerin akıbeti nasıl olmuş?

37-[028.040] [E0] Biz de kendisini ve ordularını tuttuk da deryaya fırlatıverdik, şimdi bak o zâlimlerin akıbeti nasıl oldu?

38-[029.019] [E0] Ya görmediler mi de: Allah halkı ibtida nasıl yapıyor? Sonra onu iade de eder, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır.

39-[029.020] [E0] De ki: Arzda bir gezinin de bakın, halkı iptida nasıl yapmış, sonra da Allah “neş’eti uhra” inşa edecek şübhesiz Allah her şey’e kadir.

40-[030.009] [E0] Ya Yer yüzünde gezib bir bakmadılar da mı? Nasıl olmuş akıbeti kendilerinden evvelkilerin? Kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler, Arzı aktarmışlar ve onu kendilerinin ı’marından ziyade ı’mar etmişlerdi, Peygamberleri de onlara beyyinat ile gelmişlerdi, demek Allah onlara zulmetmiyordu velâkin kendileri nefislerine zulmediyorlardı.

41-030.042] [E0] De ki Arzda bir gezin de bakın: bundan evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Onların ekserisi müşrik idiler.

42-[030.048] [E0] Allah odur ki rüzgârları gönderir de bir bulut savururlar, derken onu Semâda nasıl dilerse öyle serer, parça parça da eder, derken yağmuru görürsün aralarından çıkar, derken onu kullarından kimlere dileyorsa döküverdimi derhal yüzleri gülüverir.

43-[030.050] [E0] Şimdi bak Allahın rahmeti asârına, Arzı ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şübhe yok ki o her halde ölülerin diriltir, daha da her şey’e kadirdir o.

44-[035.044] [E0] Ya Yer yüzünde gezip bir bakmadılarda mı? Kendilerinden evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Halbuki onlar onlardan daha kuvvetli idiler, Allah, ne Göklerde ne Yerde hiç bir şeyin onu âciz bırakmasına imkân-ü ihtimal yoktur. O hiç şübhesiz alîm bir kadîr bulunuyor.

45-[037.073] [E0] Sonra da bak o inzar edilenlerin akıbeti nasıl oldu?

46-[037.154] [E0] Nah sizlere! nasıl hukmediyorsunuz?

47-[040.021] [E0] Yer yüzünde bir gezmediler de mi? Baksalar a kendilerinden evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Onlar, gerek kuvvetçe ve gerek Arzda asarca kendilerinden daha çetin idiler, öyle iken Allah onları günahlariyle tuttu alıverdi ve kendilerine Allahdan bir koruyucu bulunmadı.

48-[040.082] [E0] Daha Yer yüzünde gezip de bir bakmazlar mı? Kendilerinden evvelkilerin âkıbeti nasıl olmuş? Onlar kendilerinden hem daha çok hem kuvvetçe ve Arzda âsarca daha çetin idiler, öyle iken o kesbettikleri şeyler kendilerini kurtarmadı.

49-[043.025] [E0] Onun üzerine biz de onlardan intikamını aldık da bak o tekzib edenlerin akıbeti nasıl oldu?

50-[047.010] [E0] Ya Yer yüzünde bir gezmediler mi? Baksalar a kendilerinden evvelkilerin akıbetleri ne olmuş? Allah üzerlerinden tedmir eylemiş, o kâfirlere de öylesi yaraşır.

51-[050.006] [E0] Artık üstlerindeki Semâya bir baksalar a, biz onu nasıl bina etmişiz ve ziynetlemişiz hiç bir gediği yok.

52-[067.017] [E0] Yoksa emînmisiniz o Semâdekinden: üzerinize bir mermîler yağdırıcı gönderivermesinden? O vakıt bilirsiniz ki nasılmış inzarım?

53-[068.036] [E0] Neniz var? Nasıl hukm ediyorsunuz?

54-[071.015] [E0] Görmediniz mi nasıl yaratmış Allah yedi Semayı uygun tabaka tabaka?

55-[074.019] [E0] Kahrolası nasıl biçti.

56-[074.020] [E0] Sonra kahr olası nasıl biçti.

57-[088.017] [E0] Ya hâlâ bakmazlar mı o deveye: nasıl yaratılmış?

58-[088.018] [E0] Ve o göğe: nasıl kaldırılmış?

59-[088.019] [E0] Ve o dağlara: nasıl dikilmiş?

60-[088.020] [E0] Ve o Arza nasıl satıhlanmış?

61-[089.006] [E0] Görmedinmi rabbın nasıl yaptı Ad kavmine?

62-[105.001] [E0] Görmedin mi? Nasıl etti Rabbın ashabi fîle?

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003




KUR’AN-DA MÜJDELENENLER

KUR’AN-DA MÜJDELENENLER

Dünya imtihanını başarıyla bitirip,âhireti kazananla beraber ayrıca teşekkür ve tebrikle ödüllendirilenleri Allah övmekte,müjdelemektedir.

Kur’an-ı Kerim-de mü’minler çeşitli özellikleriyle bazen cennetle,bazende sevindirici bir haberle müjdelenmişlerdir.Kâfirler ise ya bundan mahrum kalmışlar veya cehennem bir gibi bir ceza kendilerine müjde olarak haber verilmiştir.

İşte Kur’an-da müjdelenenler ve müjdelendikleri şeyler:

1)İbrahim Peygamber Hakkı ile müjdelendi. [1]

2)İbrahim Peygamber Halim ve Alim bir evlatla (İsmail-le) müjdelendi.[2]

3)İbrahim Peygamber İshak’la müjdelendi.[3]

4)Müttakiler müjdelendi.[4]

5)Zekeriya Peygamber Yahya adında bir çocukla müjdelenmiştir.[5]

6)Salih amel işleyen Mü’minler cennetle müjdelenmiştir. [6]

7)Hz.Meryem Kelime yani Hz.İsa ile müjdelenmiştir.[7]

8)İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla,canlarıyla cihad edenler Allah katındaki üstün rütbeleri ve kurtuluşa ermekle müjdelenmişlerdir.[8]

9)Sabredenler cennetle müjdelenmişlerdir.[9]

10)Mü’minler müjdelenmişlerdir.[10]

11)Münafıklar elim bir azabla müjdelenmişlerdir.[11]

12)Kâfirler elemli bir azabla müjdelenmişlerdir.[12]

13)Namaz kılınacak yerler yapıp,namazını dosdoğru kılanlar müjdelenmişlerdir.[13] 14)Muhbitler yani İhlaslı ve Mütevazi insanlar müjdelenmişlerdir.[14]

15)Muhsinler yani Allah’ı görür gibi ibadet edip,iyilikte bulunanlar müjdelenmişlerdir.[15]

16)Mü’minler büyük bir fazılla müjdelenmişlerdir.[16]

17)Allah’a yönelenler müjdelenmişlerdir.[17]

18)Kulaklarında ağırlık varmış gibi,Allah’ın âyetlerini dinlemeyenler elemli bir azabla müjdelenmişlerdir.[18]

19)Kur’an-a uyup,Rahman-dan korka kimseler mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdelenmişlerdir.[19]

20)Allah’ın âyetlerini işitipte büyüklük taslayıp küfründe direnenler,acı bir azab ile müjdelenmişlerdir.[20]

21)Allah’ın âyetlerini inkâr edip,haksız yere peygamberlerin canına kıyanlar,adaletli insanları öldürenler elemli bir azab ile müjdelenmişlerdir.[21]

22)İnsanların mallarını haksız yolla yeyip ve insanları Allah yolundan engelleyen büyük bir kısım Haham ve Rahibler ve altın ve gümüşü yığarak Allah yolunda harcamayanlar acıklı bir azab ile müjdelenmişlerdir.[22]

23)İman etmeyenler,Kur’an okunuca secde etmeyenler elemli bir azabla müjdelenmişlerdir.[23]

24)Gömmek ile aşağılık duygusuna kapılmak arasında kalmaya sebeb olan,kişiye kızının olduğu müjdesi verilenler.[24]

25)Rabbimiz Allah’tır deyipte,dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler yani rahmet iner.Onlar için korku ve üzüntü olmayıp,vadolunan cennetle müjdelenmişlerdir.[25]

26)Allah yolunda öldürülüpte diri olan şehitler,kendileri Allah’ın lütuf ve kereminden rızıklandıkları gibi,kendilerine katılacak olan şehit kardeşlerininde aynı lütuf ve kereme mahzar olacakları sevinci,keder ve korku bulunmayacağı müjdesinin sevincini yaşarlar.Böylece Allah’ın mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin de sevinci içindedirler.[26]

27)Allah tarafından indirilen bir sure mü’minlerin imanını arttırır ve onlar için sevindirici bir müjde olur.[27]

28)Livata üzerine olan Lut kavmi,kendilerini helak etmek üzere gelen melekleri gençler olarak gördüklerinde,kötü arzularını tatmin etmek amacıyla birbirlerine bu müjdeyi vererek,sevindiler.[28]

29)Allah dilediği kullarına yağmuru nasib edip göndererek müjdeler ve sevindirir.[29] 30)Allah’ın adı anıldığında âhirete inanmayanlar bundan tiksinirken,Ancak Allah’tan başkası anıldığında bundan sevinip,müjdelenenler.[30]

31)Mü’minlerin malları ve canları karşılığında cenneti alarak;Allah yolunda savaşarak öldürmeleri,ölmeleri onlara kendisinden daha doğru hiçbir kimsenin olmadığı Allah’ın bu vaadini Tevrat,İncil ve Kur’an-da belirtmesi üzerine müjdelenmiş ve sevinmişlerdir.Büyük kurtuluşla müjdelenmişlerdir.[31]

32)Allah rüzgarları da rahmet müjdesi olarak göndermiştir.[32]

33)Kur’an mü’minler için müjdeci olarak indirilmiştir.[33]

34)Sabır gösterip Takvada bulunarak savaşan mü’minler Uhud’da beş bin melekle, Bedir’de bin melekle desteklenerek kalbleri rahat kılınmakla müjdelenmişlerdir.[34]

35)İman edip Takvada bulunan Allah’ın veli kulları için korku ve üzüntü olmayıp,onlar için dünya ve âhiret hayatında müjde vardır.[35]

36)Lut kavmini helak etmek üzere gelen melekler İbrahim peygambere Selam diyerek müjde getirdiler.Kendilerine İshak arkasından da Yakub müjdelenerek,yaşlı olmalarına rağmen,Allah’ın iyilik ve kudreti bildirilerek kalblerinden korku ve telaş gitmiş,yerine müjde gelmiş oldu.[36]

37)Kuyuya su almak üzere kovayı salan sucu,su yerine kuyuya atılmış olan Yusuf’u görerek müjdelendi.[37]

38)Âhiret gününde melekleri karşılarında gören günahkârlar için hiçbir müjde ve sevinç yoktur.[38]

39)Kur’an;namazı kılıp zekatı veren ve âhirete kesin olarak iman eden mü’minler için bir Hidayet ve Müjdedir.[39]

40)Tağut olan şeytana ibadetten kaçınıp,Allah’a yönelenler müjdelenmişlerdir.[40] 41)Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar,önlerinde ve sağlarından nurları koştuğu halde;zemininden ırmaklar akan ebedi cennetle müjdelenmişlerdir.[41]

42)Hz.Muhammed Beşir ve nezir yani müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderilmiştir.[42]

43)Hz.Muhammed iman eden bir kavim için Nezir ve Beşir olarak gönderilmiştir.[43] 44)Müjdeciler Mısır’dan Yusuf’un gömleğini getirip babası Yakub peygamberin yüzüne koyunca gözleri görür oldu.[44]

45)Allah tüm peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermiştir.[45]

46)O gün kıyamet gününde bir takım yüzler sevinçli güleç ve müjdelidir.[46]

22-4-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Hicr.54-55.

[2] Saffat.101,Meryem.53.

[3] Saffat.112,Hud.71,Zariyat.28.

[4] Meryem.97.

[5] Meryem.7,Âl-i İmran.39.

[6] İsra.9,Kehf.2,Şura.23,Bakara.25.

[7] Âl-i İmran.45.

[8] Tevbe.20-21.

[9] Bakara.155.

[10] Bakara.223,Tevbe.112,Yunus.2,Saff.13.

[11] Nisa.138.

[12] Tevbe.3.

[13] Yunus.87.

[14] Hac.34.

[15] Hac.37,Ahkaf.12.

[16] Ahzab.47.

[17] Zümer.17.

[18] Lokman.7.

[19] Yâsin.11.

[20] Câsiye.8.

[21] Âl-i İmran.21.

[22] Tevbe 34.

[23] İnşikak.20-21,24.

[24] Nahl.58-59,Zuhruf.17.

[25] Fussilet.30.

[26] Âl-i İmran.169-171.

[27] Yunus.124.

[28] Hicr.61-77.

[29] Rum48.

[30] Zümer.45.

[31] Tevbe.111.

[32] A’raf.57,Furkan.48,Neml.63,Rum.46.

[33] Bakara 97,Nahl.89,102.

[34] Âl-i İmran.125-126,Enfal.9-10.

[35] Yunus.62-64.

[36] Hud.69-74,Ankebut.31.

[37] Yusuf.19.

[38] Furkan.22.

[39] Neml.2-3.

[40] Zümer.17.

[41] Hadid.12.

[42] Maide.19,Hud.2,Bakara.119,Sebe’.28,Fâtır.24,Fussilet.4,İsra.105,Furkan.56,Ahzab.45,Fetih.8,Saf.6.

[43] A’raf.188.

[44] Yusuf.96.

[45] Bakara.213,Nisa.165,En’am.48,Kehf.56.

[46] Abese.39.




VAHİY – AKIL İLİŞKİSİ

VAHİY – AKIL İLİŞKİSİ

Akıl bir düşünme aletidir,düşünmeye yarayan bir araçtır.Akıl her şey ve her şeyi çözen bir şey değildir.Eğer öyle olmuş olsaydı farklı akılların ve farklı yorumların çıkması söz konusu olmazdı.

Akıl bir cüzdür.Küllileri ve küll’leri çözmeye yarayan bir cüzdür.küllin yerine ikame edilemez.Bütün akıllar bile başlı başına bir küll değildir.

Vahiy ise ilahi asıllı,akıllar üstü bir küll ve küllidirki,çok küll ve külliler onun yanında cüz ve cüz-i kalır.

Vahiy tarafından desteklenip onaylanmayan hiçbir akıl ve akıl ürününün bir değer ve tutarlılığı söz konusu değildir.

İnsanlık tarihi boyunca akıllar sürekli olarak vahiy tarafından desteklenmiştir.Mücerred olarak aklına güvenenler kaybetmişlerdir.Özellikle batı felsefesinin temelini oluşturan filozoflar akla güvenip aklı esas almalarıyla dalalet vadilerinde hep kendileri sapmış ve hem de başkalarını saptırmışlardır.

Körlerin fil tarifi gibi,hakikatları ya kol ya ayak,ya hortum ya da gövdeden ibaret saymışlardır.

İnsan makinasını yaratıp kuran Allah,elbetteki o makinayı o makinanın kendisini bilmesinden daha iyi bilir.

Hiçbir zaman için akıl vahiyden üstün değildir ve olamaz da.Bu adeta aklı ilahlaştırmak demek olur.Bir çok küçük noktalardan bile çıkamayan,küçük damlalarda bile boğulabilen bir akıl ilah olamaz.

Aksi durumda bu insanın da ilahlığını iddia etmeyi gerektirir.Sürekli değişen ve değişken,şaşıran ve aşırılığa ve geri zekalığa düşen bir ilah?

Kur’an-ı Kerim’de Akıl ve Vahiy ile ilgili geçen ayetlerde şöyle buyurulur:

Evvela Kur’an,sık sık insanları düşünmeye,akletmeye havale eder.

“De ki: “Ben size “Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.” demiyorum; gaybı da bilmem, size “Ben meleğim.” de demiyorum; ben ancak bana verilen vahye uyarım.” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Artık biraz düşünmez misiniz?”[1]

Akıl vahyi ancak tasdik edebilir.

“Uydurduğu yalanı Allaha isnad eden veya kendine birşey vahy edilmemişken bana vahy olunuyor diyen kimseden, bir de Allâhın indirdiği âyetler gibi ben de indireceğim demekte olan kimseden daha zâlim kim olabilir? Görsen o zâlimler ölüm dalgaları içinde boğulurken Melâike ellerini uzatmış çıkarın, diye: canlarınızı bu gün zillet azâbiyle cezâlanacaksınız, çünkü Allaha karşı hakk olmıyanı söylüyordunuz ve çünkü Allâhın âyetlerinde istikbar ediyordunuz.”[2]

Vahiyden kopuk düşünen akıl,hem kendisine hem de başkalarına zulmeder.

“Rabbından sana ne vahy olunuyorsa ona tâbi’ ol başka ilâh yok ancak o, müşriklere bakma.”[3]

Vahiy akla değil,akıl vahye tabidir.

“Sen onlara bir ayet getirmediğin zaman “Derleyip toplasaydın ya!” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyarım! Bütünüyle bu Kur’an Rabbinizden gelen kalp gözlerinizi açacak delillerdir. İman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir.”[4]

Hiç aklın derlemeleri,vahyin aslını tutar mı?Elbette körle gören bir olmaz,vekil aslın yerini tutmaz.

“Böyle iken ayetlerimiz birer açık delil olarak karşılarında okunduğu zaman Bize kavuşmayı arzu etmeyenler: “Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir! Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan edersem şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım.”[5]

Vahyin esası şeffaf,aklın mahsulü bulanık ve karanlıktır.

“Sana ne vahyolunursa ona uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret; hakimlerin en hayırlısı O’dur!”[6]

Vahyin hükmü geçerlidir.

“Şimdi belki de sen, onların: “Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!” demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.”[7]

Vahiy,aklın dışa açılan penceresidir.Onunla görür,onunla teneffüs eder.

“Bizim gözetimimizde ve vahyimiz dairesinde gemi yap ve Bana o zulmedenler hakkında birşey söyleme; çünkü onlar, boğulacaklardır!”[8]

Akıl önünü görmezken,vahiy geleceği aydınlatır ve gösterir.

“İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah’tan korkanlarındır.”[9]

Vahiy,gaybın dilidir.

“Biz sana bu Kuran’ı vahyetmekle kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Doğrusu, senin bundan önce hiç haberin yoktu.”[10]

Doğru haber vahiydedir.

“İşte bu gayb haberlerindendir ki sana onu vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin.”[11]

Akıl çözümlerine hile karıştırır.

“Senden önce de peygamberler olarak yalnızca kendilerine vahy vermekte olduğumuz erkekler gönderdik. Bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”[12]

Peygamberler sürekli vahiyle desteklenmişlerdir.

“Rabbin bal arısına da şöyle vahyetti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan göz göz evler edin!”[13]

Vahye mahzar olan hayvan dahi olsa harikalar göstermektedir.O durumda da akıl onu yapmak değil,anlamaktan dahi aciz kalmaktadır.

“İşte bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah ile beraber başka bir ilah uydurma ki, sonra kınanmış ve kovulmuş bir halde cehenneme atılırsın.”[14]

Akıl vahye ortak olamaz ve ortaklık iddiasında bulunamaz.

“Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi.”[15]

Vahye sırt çeviren akıl,ya onu reddedecek veya iftirada bulunacaktır.

“Rabbinden sana vahyolunanı oku! O’nun sözlerini değiştirecek yoktur. O’ndan başka bir sığınacak da bulamazsın!”[16]

Kâinattaki kanunları değiştiremiyen akıl,vahyin hakikatlarınıda değiştiremez.

“De ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım, bana ancak ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor, onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, güzel bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiçbir şirk karıştırmasın!”[17]

O’na giden akıl,O’nu nasıl inkâr edebilir?

“Ve Ben, seni seçtim; şimdi vahyedileni dinle!”[18]

Akıl kendisin değil,kendisini besleyen vahyi tercih eder.Akıl barajı vahiy okyanusuyla beslenmelidir ki,ışık saçsın.

“Senden önce de Biz, sadece kendilerine vahiy gönderdiğimiz birtakım erkekler gönderdik; bilmiyorsanız, haydi bilgisi olanlara sorun!”[19]

Akıl bilgi kırpıntılarıyla,vahyin kaynağına ulaşır.

“De ki: “Ben sizi ancak vahy ile uyarıyorum; ama sağırlar ne kadar uyarılsalar çağrıyı işitmezler.”[20]

Vahiy gerçek uyarıcı,gerçekleri söyleyicidir.

“Ve hepsini, emrimizle yol gösteren rehberler yaptık ve kendilerine hayırlı işler işlemeyi, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Hepsi Bize kulluk eden kimselerdi.”[21]

Vahiy şaşırmaz bir rehberdir.

“Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git, muhakkak ki, Allah ne yapıyorsanız haberdardır.”[22]

Akıl metbu değil,tabi olandır.

“De ki: “Eğer ben yanılırsam, yalnız kendime kalarak yanılırım ve eğer doğru yolu bulmuşsam bilmeli ki Rabbimin bana vahiy vermesiyledir. Çünkü O, yakındır, işitir, işittirir.”[23]

Akıl yanılır,vahiy yanılmaz.

“Kitaplar içinde o sana vahyettiğimiz kitap da önündekileri (kendisinden öncekileri) doğrulayıcı olmak üzere gerçeğin ta kendisidir. Muhakkak ki, Allah kullarından haberdardır, herşeyi görüp gözetendir.”[24]

Tasdik makamı,vahiy makamıdır.

“Ey Muhammed! De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım, ancak bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık hep O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Vay O’na ortak koşanların haline!”[25]

Vahiy birden gelmekte ve bire gitmektedir.Akıl ise çoklardan gelip,çoklara gitmekte ve yönelenebilmektedir.

“Bununla beraber hiçbir insan için Allah’ın şu üç suret dışında doğrudan doğruya ona söz söylemesi mümkün değildir; ancak, ya vahiy ile, ya perde arkasından ya da bir elçi gönderir, izniyle ona dilediğini vahyeder. Çünkü O, çok yüksek ve çok hikmet sahibidir.”[26]

Vahyin gelişi,makamın ve mekanın muktezası üzerinedir.

“Sen hemen o sana vahyedilene tutun! Muhakkak ki sen doğru bir yol üzerindesin.”[27]

Vahiy ve vahyin esasları asla ana yoldan sapmaz.

“De ki: “Ben peygamberlerin ilki değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyuyorum. Ben, sadece açık bir uyarıcıyım.”[28]

Peygamberlerin filozoflardan farkı ve üstünlüğü,vahye tabi olmalarındandır.

“O (Kur’an) sadece vahyolunan bir vahiydir.”[29]

Mukaddes kitaplar gibi,son kitap Kur’an-da beşer kelamı değil,tamamen vahiy asıllıdır.

İbni Mes’ud(ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Allah ilk önce aklı yarattı ve ona dedi ki:”Öne dön!”,döndü.”Arkaya dön!”buyurdu.döndü.Sonra şöyle buyurdu:”Senden daha çok sevdiğim bir varlık yaratmadım.Seni yarattıklarım arasında en çok sevdiğime vereceğim.”[30]

”İmam ed-Debûsî-el-Emedu’l-Aksâ’da –anlam olarak–şöyle der: Beden, bir raiyyedir ve iki farklı yönetici tarafından sevk-ü idare olunur: Nefis ve Ruh. Nefis dünya kaynaklıdır; ruhu bilmez, inkâra meyillidir ve ölümle birlikte fena bulur. Ruh ise Allah Teala canibindendir; nefsi bilip tanır ve Yüce Allah’tan geldiği için ölümle fena bulmaz.

Baş (beyin) ve kalp de bu iki zıt idarecinin vezirleridir. Baş (beyin) nefsin, kalp ise ruhun veziridir. Baş (beyin) ancak duyu organlarıyla iş görür. Bunlarla da ancak dünya menfaatlerine ulaşılır. Kalp ise akıl nuru ile nazar eder. Onun nazarı, mugayyebat hakkında teemmül etmektir. Bedene, mezkûr iki zıt yöneticiden hangisi hakim olursa, bu vezirler onun etkisi altına girer…”[31]

Akıl hakkı ve doğruyu bulmak için yaratılmıştır.Aklın tenkidi ise,altını bakır ve demirinden ayırmak,öz ile kışırı tesbit ve tefrik içindir.

”S- Tenkidi nasıl görüyorsun? Hususan umûr-u diniyede.

C- Tenkidin saiki, ya nefretin teşeffisidir veya şefkatın tatminidir. Dostun veya düşmanın ayıbını görmek gibi…

Sıhhat ve fesada muhtemel bir şeyde, kabule temayül ve tercih şefkatten; redde temayül ve tercih -vesvese olmazsa- nefretten geldiğine ayardır.

Saik-i tenkid, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i sâlihînin tenkidleri gibi.”[32]

Hedefe varmak,başlangıçdaki yoldan yola çıkmak iledir.Tıpkı ahlakın aslı olan hulk yani yaratılış yani insanın aslına rücuudur ki,bu da kişinin iç dünyasını keşfetmesi iledir.İçini bilmeyen dışına açılamaz.İçinden çıkamayan,içinde boğulan,dışında ve dışına kulaç atamaz.İçe hapsolmak ayrıdır,içi keşfetmek daha da farklıdır.Hep açılımlar merkezden muhite doğru yani içten dışa zorların ve zorlukların yırtılması,aşamaların aşılarak,merhalelerin alınmasıdır.Kendini aşamayan,kime ve nereye ulaşacaktır?

Akıl da önce kendini anlamalı,yaratılış gayesini düşünmelidir.Bu durumda yolunu belirlemiş,kendisini hedefe vardıracak yola girmiş olur.

Akıl kendisini aşan bir şeyi ihata edemez,ona varamadığı gibi onu da idrak edemez.Ancak karinelerden hareket ile hakkında bazı tesbitlerde bulunabilir.

Nitekim Cenab-ı Hak kendisinden daha büyük bir mahluk yaratabilir mi?diye soranlara Kırkıncı hoca şöyle der:”Sonsuzdan daha büyük bir sayı yazılabilirse,evet…”

Akılla vahiy arasındaki farkda böyledir.

Bediüzzaman kainatı nefyetmez,sürekli işleyip nazara verir ve bunu bir iman vesilesi olarak işler.Sürekli akılla bunların üzerinde düşünmeye sevkeder.Kur’anın tarzıda budur.Zira aklın gereği olan düşünmeyi yerine getirme durumundadır.Aksi ise onu dumura uğratacaktır.

Kâinat aklın testi,ring alanı,pisti mesabesindedir.Koşmak ve koşturmak ister.

Akla düşen her şeyde hayrı aramak,inkar değil,imanını ve marifetini arttırmaya çalışmaktır.

İbrahim Hakkı Hazretleri’nin “Tefvizname”sinde sıraladığı gibi:

Hak şerleri hayr eyler

Zannetme ki gayr eyler

Arif anı seyr eyler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Sen Hakk’a tevekkül kıl

Tefvîz et ve rahat bul

Sabreyle ve razı ol

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Kalbin ana berk ey!e

Tedbîrim terk eyle

Takdîrini derk eyle

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Hallâk-ı Rahîm oldur

Rezzak-ı Kerîm oldur

Fa’al-i Hakîm oldur

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Bil kaadî-i hacatı

Kıl ana münacatı

Terk eyle muradatı

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Bir işi murad etme

Olduysa inad etme

Hak’dandır o reddetme

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Hakk’ın olıcak işler

Boşdur gam u teşvişler

Ol hikmetini işler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Hep işleri fayıkdır

Birbirine lâyıkdır

Neylerse muvafıkdır

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Dilden gamı dür eyle

Rabbinle huzur eyle

Tefvîz-ı umûr eyle

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Sen adli zulüm sanma

Teslim ol oda yanma

Sabret sakın usanma

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Deme şu niçin şöyle

Yerincedir ol öyle

Bak sonuna sabreyle

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Hiç kimseye hor bakma

İncitme gönül yıkma

Sen nefsine yan çıkma

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Mü’min işi reng olmaz

Akıl huyu ceng olmaz

Arif dili teng olmaz

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Hoş sabr-ı cemîlimdir

Takdîri kefilimdir

Allah ki vekîlimdir

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Her dilde anın adı

Her canda anın yadı

Her kuladır İmdadı

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Naçar kalacak yerde

Nagah açar ol perde

Derman eder ol derde

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Her kuluna her anda

Geh kahr u geh ihsanda

Her anda o bir şanda

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Geh Mu’tî vü geh Mâni’

Geh Darr u geh Nâfi’

Geh Hafıd u geh Râfi’

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Geh abdin eder ârif

Geh eymen ü geh hâif

Her kalbi odur Sârif

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Az ye az uyu az iç

Ten mezbelesinden geç

Dil gülşenine gel göç

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Her dem anı zikreyle

Zîr kilini koy şöyle

Hayran-ı Hak ol söyle

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Her sözde nasîhat var

Her nesnede ziynet var

Her işde ganîmet var

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Her söyleyeni dinle

0l söyledeni anla

Hoş eyle kabul canla

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler

Vallahi güzel etmiş

Billahi güzel etmiş

Tallahi güzel etmiş

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

Vahyin gücü aklın gücüyle mukayese edilemez.

-Umeys kızı Esma (r.anha)dan:

“Allah resülü sallallahu aleyhi ve sellem öğle namazını Sehbâ’da kıldırıp Ali’yi bir işe gönderdi.Dönünce peygamber sallallahu aleyhi ve selemin ikindi namazını kıldığını gördü.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem başını Ali’nin kucağına koyup uyudu.Güneş batıncaya dek O’nu kımıldatmadı.Ondan(uyandıktan)sonra Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua etti:”Allahım!Kulun Ali kendini Peygamberi için hapsetti.Ne olur güneşi onun için geri çevir!”Esma dedi ki:”Dağların ve yerin üzerinde görününceye kadar güneş onun için tekrar doğdu.Bunun üzerine Ali,kalktı,abdest alıp ikindi namazını kıldı.Ondan sonra güneş tekrar battı.Bu olay Sehbâ’da cereyan etmiştir.”

-8534-Diğer rivayet:

Dedi ki:” Allah resulü sallallahu aleyhi ve selemle vahiy indiği zaman,bayılacak gibi olurdu.Bir gün başı Ali’nin kucağındayken kendisine vahiy indi.Daha sonra Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem ona:

“İkindiyi kıldın mı?”diye sordu.”Hayır”dedi.Bunun üzerine Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a dua etti de güneşi geri çevirdi ve Ali namazını kıldı.

(Esma)dedi ki:”Güneşin battıktan sonra tekrar doğduğunu ve Ali ikindiyi kılıncaya dek(gökyüzünde) durduğunu gördüm.”[33]

Müstakim akıl ile vahiy asla birbiriyle çatışmaz,birbirini tamamlayıp teyid eder.Yaratıcının yaratmasıyla,yaratılanın zıdlaşması düşünülemez.Sanatın sanatkara itirazı ve reddi,kendini reddetmektir.

Mehmet ÖZÇELİK

18-03-2004

[1] En’am.50.

[2] En’am.93.

[3] En’am.106.

[4] A’raf.03.

[5] Yunus.15.

[6] Yunus.109.

[7] Hud.12.

[8] Hud.37.

[9] Hud.49.

[10] Yusuf.3.

[11] Yusuf.102.

[12] Nahl.43.

[13] Nahl.68.

[14] İsra.39.

[15] İsra.73.

[16] Kehf.27.

[17] Kehf.110.

[18] Taha.13.

[19] Enbiya.7.

[20] Enbiya.45.

[21] Enbiya.73.

[22] Ahzab.2.

[23] Sebe’.50.

[24] Fatır.31.

[25] Fussilet.6.

[26] Şura.51.

[27] Zuhruf.43.

[28] Ahkaf.9.

[29] Necim.4.

[30] Rüdani.5/226, -9176.

[31] Milli Gaz.13-11-2003.E.Sifil.

[32] Tuluat.90-91.

[33] C.5.Rudani, -8533.




HADİSLERLE SURELERİN FAZİLETİ VE ÂYET SAYISI

HADİSLERLE SURELERİN FAZİLETİ VE ÂYET SAYISI

Bakara suresi Medine’de nazil olmuştur. 282 ayet, 6121 kelime 25500 harftir.

-Not: Kur’an ayetlerin sayısının 6200 ve bir kaç küsur olduğu hakkında ittifak vardır. Bu gün Türkiye’de bulunan Kur’an’ların ayet sayısı 6236’dır. Bu surenin ayet sayısının 280 olduğu hakkında ittifak var ise de müfessirlere göre 280’ den sonra küsuratı hakkında ihtilaf vardır. Alışık olan 286 ayet olduğudur. Müellif ise 282 ayet olduğunu ifade etmiştir. Bu ayet sayısındaki değişiklikler kesinlikle bizi Kur’an ayetlerinin yok olduğu veya artırıldığı anlayışına götürmemelidir. Makul izahı mufassal Tefsir Usûlü kitaplarında kâfi derecede mevcuttur. bkz. Mecmuatun Mine’t-Tefasir, I,24; Suat Yıldırım, Kur’an’ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş.

Efendimiz (sav) buyurmuşlardır ki: “Bakara suresini öğreniniz. Onu öğrenmekte bereket terkinde de hasaret (zarar) vardır.”

Âl-i İmran.Medine’de nazil olmuştur. 200 ayet, 3480 kelime, 14520 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Kim Al-i İmran suresini cuma günü okursa, Allah (cc) ve melekler gün batana kadar o kimseye rahmet ve duada bulunurlar.

Nisâ suresi, Medine’de nazil olmuştur. 175 ayet, 3045 kelime ve 16030 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki:” Kim Nisa suresini okursa o kimse şirkten uzak olur ve Allah’ın bağışladığı kimselerden sayılır.”

Mâide suresi, 123 ayet, 2854 kelime ve11733 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurmuşlardır ki: “Maide suresini okuyan kimseye Allah on iğilik yazar; on kötülüğün cezasını siler; ahrette onu, on derece yükseltir.”

En’âm suresi Mekke’de nazil olmuştur. 165 ayet, 3552 kelime, 12422 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Her kim Enâ’m suresini okur ve onunla amel ederse Allah ona rahmet gönderir ve 70.000 melek onun için Allah’tan mağfiret ister.”

A’raf suresi Mekke’de nazil olmuştur. 205 ayet, 3325 kelime, 14010 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim A’raf suresini okursa Allah onunla şeytan arasına bir perde gerer ve kıyamet günü Adem (as) ona şefaat eder.”

Enfâl suresi, Mekke’de nazil olmuştur.[1][330] Bu sure 76 ayet, 1075 kelime ve 5080 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim Enfâl suresini okur ve ibretle düşünürse ben onun için kıyamet gününde şefaat ederim.”[1]

Tövbe sûresi, Medine’de nazil olmuştur. 129 ayet, 4078 kelime ve14088 harftir.

Yûnus sûresi Mekke’de inmiştir. 109 ayet, 1882 kelime, 9099 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim Yûnus sûresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap yazar.”

Hud sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 123 ayet, 1600 kelime ve 9567 harftir.

Resulü Ekrem (sav) buyurdular ki: “Kim Hud sûresini okursa o şahsa, on sevap yazılır.”

Yûsuf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 111 ayet, 1600 kelime, 7166 harftir.

-Allah Resulü (sav) buyurmuşlardır ki: “Kim Yûsuf suresini okur ve onu ayaline öğretirse Allah onun ölüm anını çok kolay geçirir ve ona kuvvet ihsan eder. Hiç bir Müslüman da haset etmez.”

Ra’d sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 755 kelime ve 3506 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurmuşlardır ki: “Kim Ra’d sûresini okur ve onun ihtiva ettiği manaları tefekkür ederse Allah o kimseye on hasene/sevap verir ve kıyamet gününde de “sözünde duranlar” zümresinden sayılır.”

İbrâhim sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 861 kelime, 3434 harftir.

-Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim İbrahim suresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir”

Hicr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 99 ayet, 654 kelime ve 2760 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim Hicr suresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir.”

Nahl suresi Mekke’de nazil olmuştur. 128 ayet, 2840 kelime ve 7707 harftir.

Resulü Ekrem (sav) buyurdular ki: “Kim Nahl suresini okursa Allah (cc) onu dünyada verdiği nimetlerden hesaba çekmez.”

İsra sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 110 ayet, 533 kelime 3360 harftir.

-Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim İsrâ suresini okur da “ebeveynin” zikredildiği yerde kalbi merhamete gelirse Allah (cc) onun için cennette bir çok mükâfat verir.”

Kehf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 111 ayet, 1577 kelime ve 6360 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kehf suresini okursa o, kıyamet günü onun için yerden ta semaya kadar nûr olur.” Bu sûreyi yatmadan önce okumak müstehaptır.

Meryem sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 99 ayet, 78 kelime ve 3700 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa, Allah o kimseye on hasene verir.”

Tâ Hâ suresi Mekke’de nazil olmuştur. 134 ayet, 1641 kelime ve 5242 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Tâ Hâ suresini okursa (onun ihtiva ettiği manaları anlayıp onlarla amel ederse) Allah o kimseye Muhacir ve Ensarın sevabı kadar sevap verir.”

Enbiya sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 112 ayet, 1168 kelime ve 2890 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Enbiya suresini okurda (onun ayetlerini tefekkür ederse) Allah kıymet günü o kimsenin hesabını kolay veçhile yapar.”

Hac sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 78 ayet, 1292 kelime ve 5075 ayettir.

Mü’minûn suresi Mekke’de nazil olmuştur. 119 ayet, 1840 kelime ve 4802 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sureyi okursa, melekler o kimseye ahret nimetlerine ulaşıp rahat olacağını müjde verirler.”

Nûr suresi, Medine’de nazil olmuştur. 64 ayet, 1366 kelime ve 5685 harftir.

Furkân sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 77 ayet, 892 kelime ve 3783 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Furkân suresini okursa kıyamet günü imanlı olarak Allah’a kavuşur”

“Kur’an selefi ve halefi olmayan ilahi bir kitaptır.

… Edebi bir ürün olarak onun değeri bazı subjektif ve estetik zevklerin ön yargıları ile ölçülmemelidir, ancak Hz. Muhammed (sav)’in çağdaşları ve hemşehrilerinde oluşturduğu etki göz önünde bulundurulmalıdır. Şimdiye kadar düşman olan elementleri tek bir vücutta birleştirmenin yanı sıra, eğer dinleyenlerin kalbine bu kadar güçlü ve ikna edici sesleniyorsa, şimdiye kadar Arapların zihniyetinin ötesinde olan fikirleri canlandırıyorsa belagatı mükemmeldir, çünkü kabilelerden medeni bir ulus kurmuştur… 136 (Dr. Steingass’ın, T. P. Hughes’un Dictionary of Islam (İslam Sözlüğü) adlı kitabında yer alan bir sözü)

Öyle bir zamanda,okumamış böyle bir insandan böyle bir Kur’an-ı beklemek makul değildir.

İsmail Cerrahoğlu’nun da kitabında yer verdiği (Bkz. aynı kitap, s.93-94) bir olay çok ilginçti bu konuda. Aktarıldığına göre, bir gün Hizam oğlu Hakim Oğlu Hişam, Furkan suresini okumaktadır. Ömer dinler, bakar ki, Hişam bu sureyi Muhammed’in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ömer öfkelenmiştir:

“-Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?”

“-Peygamber!”

“-Yalan söylüyorsun. Çünkü, Peygamber bu sureyi bana senin okuduğundan başka türlü okuttu.”

Ömer bu tartışmayı yaparken, Hişam’ın yakasına sarılmıştır. Sonra, adamı alıp Peygamber’e götürür.

“-Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan suresini.”

“-Yakasını bırak da adamın okuduklarını ben de dinleyeyim.”

Ömer yakasını bırakınca, Muhammed adama döner:

“-Hişam, haydi oku, bir de ben dinleyeyim, Furkan suresini nasıl okuyorsun?”

Hişam, Furkan suresini, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra, Muhammed, “-Bu sure bana böyle indi.” der.

Muhammed, aynı sureyi bir de Ömer’e okutturur. Ömer’inki için de aynı şeyi söyler. Yani, ikisininkini de doğru bulmuştur. Sonra da şöyle der:

“- Kuran yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, Kur’an’ı ona göre okuyun. (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Husûmât 4; Tecrîd, hadis no: 1766; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu Salâti’l-Müsâfirîn/270, hadis no:818)

Şuarâ sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 217 ayet, 1295 kelime ve 5540 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Şuarâ sûresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir.”

Neml sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 93 ayet, 1317 kelime ve 4799 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Neml sûresini okuyan kimseye Allah (cc) on hasene verir ve kıyamet günü “Lâ ilâhe ill’allah” diyerek kabirden başını kaldırmayı nasip eder.

Kasas sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 88 ayet, 144 kelime ve 5455 harftir.

Resulüllah (sav) buyurmuşlardır ki: “Kim Kasas sûresini okursa kıyamet günü şahadet edilir ki, bu kimse bu surenin sonundaki ayetleri tasdik edenlerdendi.”

Ankebût sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 69 ayet, 985 kelime ve 4165 harftir.

Hamd olsun Ankebût suresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Ankebût sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir”

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Rûm suresini okursa (yani, onda bulunan hüküm ve öğütleri derin derin düşünüp tefekkür ederse) Allah o kimseye on sevap verir.”

Lokman sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 33 ayet, 548 kelime ve 2110 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Lokman sûresini okursa (yani oradaki nasihatleri dinlerse) kıyamet gününde Lokman ona arkadaş olur.”

Secde sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 30 ayet, 380 kelim ve 1518 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Secde sûresini okursa (yani onun ihtiva ettiği manalardan ibret alırsa) Allah (cc) o kimseye Kadir gecesini ibadetle geçiren insanın sevabı kadar sevap verir.”

Ahzâb sûresi Medine’de nazil olmuştur. 73 ayet, 1280 kelime ve 5790 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Ahzab sûresini okuyup ayaline de onu öğretirse Allah onu kabir azabından korur.”

Sebe’ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 54 ayet, 833 kelime ve 1512 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Kim Sebe’ sûresini okursa kıyamet günü peygamberler onunla arkadaş olup müsafaha ederler.”

Fâtır sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 777 kelime ve 3130 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa ahirette cennetin sekiz kapısı da ona açılacaktır. Hangisinden isterse ondan girer.”

Yâsîn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayet, 729 kelime ve 3000 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’nın kalbi de Yâsîn sûresidir.”

Sâffât sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 181 ayet, 860 kelime ve 3826 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Sâffât sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Sâd sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 86 ayet, 732 kelime ve 3067 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Sâd sûresini okursa Allah (cc) onu büyük ve küçük günahlara girmekten korur.”

Zümer sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 72 ayet, 1172 kelime, 4908 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Zümer sûresini okursa Allah (cc) kıyamet günü onun ümidini kırmaz.”

Mü’min sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 82 ayet, 1199 kelime ve 4960 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve mü’minlerin ruhları ona rahmet gönderip ondan ötürü mağfiret dilerler.”

Fussilet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 53 ayet, 796 kelime ve 3350 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa Allah (cc) her bir harfine on hasene verir.”

Şûrâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 53 ayet, 760 kelime ve 3588 harftir.

Reslulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa (yani onu düşünür ibret alırsa) meleklerin hakkında istiğfar ettiği kimselerden olur.”

Zuhruf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 89 ayet, 833 kelime ve 3400 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu Zuhruf sûresini okursa kıyamet günü Allah’ın (cc) ‘Ey benim bendelerim! Bugünkü günde size korku yoktur. Mahzun da olmayacaksınız. Hesap görmeden cennete dahil olun’ kelamına muhatap olurlar”

Duhân sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 57 ayet, 346 kelime ve 1431 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Duhân sûresini cuma gecesi okursa, o gece bağışlanmış olarak sabahlar.”

Câsiye sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 37 ayet, 488 kelime ve 2191 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Câsiye sûresini okursa Allah (cc) kıyamet günü onun sırlarını örter ve korkusunu giderir.”

Ahkaf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 36 ayet, 644 kelime ve 2595 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Ahkâf sûresini okursa onun için on hasene/sevap verilir.”

Hucurât sûresi Medine’de nazil olmuştur. 18 ayet, 343 kelime ve 1476 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, Hucurât suresini okursa Allah (cc), Allah’a itaat edenler ve isyan edenler sayısınca ona sevap verir.”

Kaf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 357 kelime ve 1494 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Kim Kaf suresin okursa Allah o kimsenin ölüm anını kolay atlatır

Zâriyat sûresi Mekke’de inmiştir. 60 ayet, 360 kelime ve 1239 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir”

Tûr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 49 ayet, 312 kelime ve 1500 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tûr sûresini okusa Allah’ın üzerine haktır ki, onu azaptan emin edip cennet nimetlerine dahil etsin.”

Necm sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 61 ayet, 360 kelime ve 1405 harftir.

Kamer sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 342 kelime ve 1423 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kamer sûresini gün aşırı okursa mahşere gelirken o şahsın yüzü ayın on dördü gibi parlar.”

Rahman sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 76 ayet, 351 kelime ve 1636 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Rahman sûresini okuyan kimse, Allah’ın ona verdiği nimetlere karşı şükrünü eda etmiş sayılır.”

Vâkia sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 342 kelime ve 1423 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi her gece okursa ona fakirlik gelmez.”

Hadîd sûresi Mekke’de nazil olmuştur.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, Allah nezdinde Allah’a ve peygamberlere iman etmişlerden sayılır.”

Mücâdele sûresi Medine’de nazil olmuştur. 22 ayet, 473 kelime ve 1792 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Mücadele sûresini okuyan kimse kıyamet günü Allah’ın ordusundan sayılır.”

Haşr sûrsi, Medine’de nazil olmuştur. 24 ayet, 445 kelime ve 1913 harftir.

Ebu Hüreyre anlatıyor: Habibim Resulüllah (sav)’dan İsm-i âzamı sordum. Buyurdular ki, “Haşir sûresinin sonu İsm-i âzamdır. Onu çok okuyun.” Yine tekrar sordum. Aynı cevabı verdi. Yine sordum aynı cevabı verdi. Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Haşr sûresini okursa (tevbe etmek şartı ile) Allah onun bütün günahlarını bağışlar.

Mümtehine sûresi Medine’de inmiştir. 13 ayet, 348 kelime ve 1510 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Mümtehıne sûresini okursa kıyamet günü müminler onun için şefaat ederler.”

Saf sûresi Medine’de nazil olmuştur. 14 ayet, 221 kelime ve 900 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki, “Her kim Saf sûresini okursa İsa (as) onun için mağfiret diler ve kıyamet günü refiki olur”

Cuma sûresi Medine’de nazil olmuştur. 11 ayet, 180 kelime ve 720 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim cuma sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Münafikûn sûresi Medine’de nazil olmuştur. 11 ayet, 180 kelime ve 976 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa nifaktan beri olur.”

Teğâbün sûresi Medine’de nazil olmuştur. 18 ayet, 241 kelime ve 1070 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, ani ölümlerden emanda olur.”

Talâk sûresi Medine’de nazil olmuştur. 12 ayet, 249 kelime ve 1060 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki, “Kim bu sûreyi kıraat ederse vefat ederken benim sünnetim üzerine vefat etmiş oldur.”

Tahrîm sûresi Medin’de nazil olmuştur. 12 ayet, 247 kelime ve 1060 harftir.

Resulüllah (sav): “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye samimî bir tevbe nasip eder.”

Mülk sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 30 ayet, 330 kelime ve 1313 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Mülk sûresini okursa, sanki Kadir gecesini ibadetle geçirmiş gibi sevap kazanır”

el-Kalem sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 52 ayet, 300 kelime ve 1256 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye güzel ahlak sahibi kıldığı kimselerin sevabı kadar sevap verir.”

el-Hâkka sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 256 kelime ve 1034 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa kıyamet günü Allah onun hesabını kolay veçhile yapar.”

Meâric sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 44 ayet, 214 kelime ve 929 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah ona sözüne ve emanete riayet eden kimselerin sevabını ihsan eder.”

Nuh sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 29 ayet, 224 kelime ve 999 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Kim Nûh sûresini okursa Nuh’un daveti ile iman edenlerin mertebesine erenlerden sayılır.”

Cin sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 28 ayet, 285 kelime ve 870 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Cin sûresini okursa bir köle azat etmiş kadar sevap alır.”

Müzzemmil sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 20 ayet, 285 kelime ve 838 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Müzzemmil sûresini okursa Allah, o kimseden dünya ve ahretteki zorlukları kaldırır.”

Müddessir sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 255 kelime ve 1010 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Kıyâmet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 40 ayet, 199 kelime ve 652 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Ruhu’l-Kudus kıyamet günü şahitlik eder ki, bu kimse kıyameti tasdik ediyordu.”

İnsan sûresi Medine’de nazil olmuştur. 31 ayet 240 kelime ve 1054 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye cenneti ve cennette ipek elbiseleri mükâfat verir.”

Mürselât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 180 kelime ve 816 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Mürselât sûresini okusa, artık müşriklerden olmadığı kesinkes sabit olur.”

Nebe’ sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 40 ayet, 173 kelime ve 970 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, bu sûreyi okursa Allah (cc) o kimseye kıyamet günü öyle soğuk bir (cennet) şarabı içirir ki, kıyamet günün harareti bir daha ona tesir etmez.”

Nâzi’ât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 197 kelime ve 753 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Her kim bu sûreyi okursa Allah (cc) o kimseyi kabrinde ve kıyamet günü bir namaz kılacak süre kadar bekletmeden cennete koyar.”

Abese sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 41 ayet, 130 kelime ve 533 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Abese sûresini okursa yüzünde sürur ve sevinç gülerek kıyamete gelir.”

Tekvîr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 27 ayet, 104 kelime ve 530 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tekvîr sûresini okursa kıyamet günü amel defterleri dağıtılırken Allah o kimseyi rüsvâ etmez.”

İnfitâr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 80 kelime ve 327 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on hasene/sevap yazar”

Mutaffifîn sûresi Medine’de nazil olmuştur. 36 ayet, 169 kelime ve 730 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi kıraat ederse Allah (cc) kıyamet günü ona mühürlü, saf ve baş ağrıtmayan içkiden içirir.”

İnşikak sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 25 ayet, 107 kelime ve 430 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim İnşikak sûresini okursa onun amel defteri arka tarafından sol eline verilmez.”

Bürûc sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 22 ayet, 109 kelime ve 465 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Bürûc suresini okursa, cuma ve arafe gününün sayısınca o kimseye on hasene verilir.”

Tarık sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 17 ayet, 61 kelime ve 239 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sureyi okursa Allah o kimseye semanın yıldızlarından her biri karşılığında on sevap verir.”

A’lâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 172 kelime ve 291 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim A’lâ sûresini okursa Allah o kimseye İbrahim, Musa ve Muhammed (as)’a inen kitapların harflerinin sayısınca her birine olmak üzere on hasene verir.”

Gâşiye sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 26 ayet, 92 kelime ve 381 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah onun hesabını hafif eyler.”

Fecr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 29 ayet, 139 kelime ve 597 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi Zilhicce’nin ilk on gecesinde okursa Allah (cc) onu bağışlar. Sair gecelerde okursa okuduğu Kur’an onun için bir nûr olur.”

Beled sûresi Mekke’de nazil oldu. 20 ayet, 82 kelime ve 320 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa kıyamet günü Allah, onları gazabından emin kılar.”

Şems sûresi Mekke’de nazil oldu. 15 ayet, 54 kelime ve 247 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Şems sûresini okursa güneş ve ay’ın üzerine doğduğu her şeyi sadaka vermiş gibi sevap kazanır.”

Leyl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 21 ayet, 71 kelime ve 310 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Leyl sûresini okursa Allah ona razı olacağı kadar mükâfat verecektir.”

Duhâ sûresi Mekke’de nazil oldu. 11 ayet, 40 kelime ve 172 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Duhâ sûresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir.”

İnşirâh sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 27 kelime ve 103 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, bu sûreyi okursa sanki mahzun olduğum halde Benim gamımı gidermiş gibi ben şâd eyler.”

Tîn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 34 kelime ve 105 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye iki güzel haslet verir: Biri her bir cihetten selamette olmak, diğeri ise ilim ve yakîn. (Yani böyle ilâhî kelamı duyan kimse evvela ilim öğrenir, sonra da insanlar arasında fesat çıkarmaktan uzak durur.)”

‘Alak sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 92 kelime ve 280 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa kısa surelerin hepsini okuyan kimseye verilen sevap kadar sevap kazanır.”

Kadr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 30 kelime ve 112 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi tilavet ederse Ramazan orucunu tutup, Kadir gecesini ihya eden kimsenin sevabı kadar sevap alır.”

Kadir suresi otuz kelimeden ibârettir. Yirmiyedinci kelime Kadir Gecesi kelimesidir.”

Beyyine sûresi Medine’de nazil olmuştur. 8 ayet, 94 kelime ve 399 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi tilavet ederse kıyamet günü yaratılmışların en güzeli ile hem nişîn /beraber oturan olurlar.”

Zilzâl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 35 kelime ve 149 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi dört defa okursa sanki Kur’an’ı tamamen hatmetmiş gibi olur.”

Âdiyât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 11 ayet, 40 kelime ve 163 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Âdiyât sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Kâriâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 10 ayet, 36 kelime ve 152 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kâriâ sûresini okursa kıyamet günü o sûre ile onun hayırlı amelinin tartısı ağır gelir.”

Tekâsür sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 28 kelime ve 120 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tekâsür sûresini okursa, Kur’an’dan bin ayet okumuş kadar sevap kazanır.”

Asr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 3 ayet, 14 kelime ve 68 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseyi bağışlar ve sabrı, hakkı tavsiye edenlerden sayar.”

Hümeze sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 9 ayet, 30 kelime ve 130 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Fîl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 20 kelime ve 96 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Fîl sûresini okursa Allah o kimseyi depremle yere geçmekten muhafaza eder.”

Kureyş sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 4 ayet, 17 kelime ve 73 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kureyş sûresini okursa Allah o kimseye on hasene verir.”

Mâûn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 7 ayet, 25 kelime ve 125 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, zekât veren bir kimse olduğu takdirde Allah onu bağışlar.”

Kevser sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 4 ayet, 10 kelime ve 42 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Kevser sûresini okursa, Allah (cc) o kimseye cennet nehirlerinden içirecektir.”

Kâfirûn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 7 ayet, 26 kelime ve 94 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Kâfirûn sûresini okursa Kur’an’n dörtte birini okumuş olur ve şeytanlar ondan uzaklaşır, böylece şirkten beri olmuş olur. Kıyamet gününün korkusundan da afiyette kalır.”

Nasr sûresi Medine’de nazil olmuştur. 4 ayet, 17 kelime ve 77 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Nasr sûresini okursa Mekke fethinde Resulüllah ile beraber bulunanların sevabı kadar ona sevap verilir.”

Tebbet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 6 ayet, 20 kelime ve 77 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tebbet suresini okursa ümidim var ki, Allah o kimseyi Ebu Leheb ile bir makamda toplamaz”

İhlâs sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 15 kelime ve 47 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Vacip oldu” dediler ki, Ey Allah’ın Resulü vacip olan nedir? Buyurdular ki: “Cennet vacip oldu”

Felak sûresi Medine’de nazil olmuştur. 6 ayet, 23 kelime ve 74 harftir.

Nâs sûresi Medine’de nazil olmuştur. 7 ayet, 20 kelime ve 79 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu iki sûreyi (Muavvizeteyn) okursa sanki Allah’a inen kitapların hepsini tamamlamış gibi sayılır.”

Kur’an her yönüyle mucizedir.

“İslam’ın hak olduğu konusunda size aşikâr ve açık deliller geldikten sonra İslamdan ayrılırsanız o takdirde bilin ki, gerçekten Allah, yarattıklarına galip gelip hikmet üzere haklı olarak onlardan intikam alandır.” (Bakara.207)” Not: Bir kârî, bu ayeti okurken “gafûrun rahîm” diye okudu. Bir bedevî de orada dinliyordu. Dedi ki: “Eğer bu hakîm birinin sözü ise böyle olmaz” Çünkü hata ve günahtan sonra aff ve mağfiretten söz etmek halkı günah işlemeye teşvik etmektir. Kârî, “ben hata ettim. Ayet, azîzun hakîmdir” dedi. Arap dedi ki, “işte hakîm kimsenin kelamı böyle olur” (Mecmuatun mine’t-Tefasir *Nesefî*, I, 307)Bu tür nükteleri ancak iyi dil bilen Araplar anlarlar. Batılının veya İngilizin ve sair insanların ben de Kur’an’ı iyi anlarım irad ederim demesi yanlış olur.(Keşful Hakayık Tefsiri)

Bakara. 145/146-Ya Muhammed! Yemin olsun ki, eğer sen Ehl-i Kitab’a Kâbe’in kıble olması konusunda her çeşit delil ve burhanı getirsen yine de senin kıblene (Kâbe’ye) tabi olmazlar. Zaten sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Ehl-i Kitap’tan bazıları da birbirlerinin kıblesine dönmezler. (Ya Muhammed! Yahudî ve Hıristiyanlar senin kıblene uymama hususunda seninle mücadele ediyorlar ama, onlar kendi aralarında da ittifak halinde değillerdir. Ne Yahudî Hıristiyan kıblesine ne de Hıristiyan Yahudî kıblesine döner.) Eğer sana Kur’an geldikten sonra Yahudi ve Hıristiyanların arzularına uyar, onların kıblesine teveccüh eder isen işte o zaman hakkı çiğneyenlerden olursun.

146/147- Kendilerine kitap (Tevrat) verdiklerimiz kimseler “Hz. Muhammed”i, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen Ehl-i Kitaptan bir grup, gerçeği gizlemenin bir masiyet olduğunu bile bile Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu gizlediler. [Hz. Ömer (ra), Yahudilerin en büyük alimlerinden Abdullah b. Selam hazretlerine: Resulüllah ve onun peygamberliği hakkında ne dersin? diye sorduğun da, Abdullah b. Selam (ra): “Ben onu oğlumu bildiğimden daha iyi bilirim. Çünkü onda hiç şüphe ve tereddüte yer yoktur. Fakat çocuklarıma gelince, ne bileyim, belki anneleri hıyanet etmiş olabilir.” demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) de yukarıda adı geçen şahsın başını öpmüştü.]

Derleyen:

Mehmet ÖZÇELİK

19-04-2005




TARİHİ AKIŞI İÇERİSİNDE KUR’AN-I KERİM

TARİHİ AKIŞI İÇERİSİNDE KUR’AN-I KERİM
*İslâmın dört temel kaynağından birisi ve birincisi olan Kur’an-ı Kerim;610 yılında,peygamberimiz 40 yaşında iken,Hira mağarasında,Alak suresinin ilk beş ayeti ile inmeye başlamıştır.
42 Ashabı Suffadan kişinin kaydetmesiyle,her yıl Cebrail ile beraber mukabeleten gelen ayetlerin okunup ve belirtilen yerlerine konulmasıyla;12 yıl boyunca 93 suresiyle Mekke de,11 yıl boyunca da 21 suresiyle de Medine de ve toplam 23 yılda tamamlanmıştır.
Bazı müfessir ve tarihçilere göre de;71 Mekke de,19 Medinede,24 sure ise ihtilaflıdır.
Kur’an-ı Kerim-i yazanların en meşhurları Mekke’de Abdullah b. Sa’d Medine’de ise Übey ibni Kab’dır. Kur’an ayetleri kağıt, bez,papirus, deri parçaları, taş, tuğla, kürek kemikleri üzerine yazılmıştır. Her Ramazan ayında nazil olan vahiy pasajlarını (Kur’an’ı Kerim’i) baştan sona Cebrail’e arz ediyordu.23 yılda 24 kere tekrarlanmış olmaktadır.
Mekkede inen ayetler ağırlıkla iman ve inanç üzerine ayetleri ihtiva ederken,Medine de inen ayetler çoğunlukla muamelat ve hayata dair ayetler ile ilgili konuları muhtevidir.
*Kur’an-ı Kerim ağırlıkla dört temel esas esası üzerine müessestir. Bunlar;Allah’a iman,Peygamberlik,Âhiret ve muamelattır.
*Ayetler esbab-ı nüzul adı da verilen,sebebler üzerine inmektedir.
*Kur’anın tertil ile inmesinde tesbit vardır,tahkim vardır,teşhis vardır.
*Kur’anda olaylar temsiller yoluyla anlatılmaktadır.
*Kur’andaki bazı ayetlerin tekrarındaki hikmet;Mananın ehemmiyeti,her bir nimetin ayrı ehemmiyeti ve nazarları o manaya dikkat çekerek yöneltmektir. Bunda tekrir vardır,tesbit vardır.
*Zaman geçtikçe Kur’anın içindeki hakikatlar tavazzuh etmektedir.
*Özellikle üçüncü asırdan itibaren Kur’an üzerine kapsamlı araştırmalar başlamıştır.
*Kur’an olayları anlattıktan sonra,akla havale ederek,düşünmeye sevkeder.
*Avam ve havas herkesin istifadesine uygun bir anlatım tarzı mevcuttur.
*Benzerinin yapılamaması konusunda insanları susturmak amacıyla benzerini yapmaya davet eder.
“Ve in küntüm fi raybin mimma nezzelna ala abdina fe’tu bi sûretin min mislihi ved’u şühedaeküm in küntüm sadikin.”
“Eğer kulumuz Muhammede indirdiğimiz Kur’an hakkında bir şüpheniz varsa,bir suresinin benzerini getiriniz,eğer doğru iseniz şahitlerinizi ve yardımcılarınızı da çağırınız.”
“lev kanel bahru midaden li kelimati Rabbi le nefidel bahru kable en tenfede kelimatü Rabbi velev ci’na bi mislihi mededa”
“Eğer Rabbimin kelimelerini yazmaya denizler mürekkep olsa,Rabbimin kelimeleri bitmeden o denizler biter velev ki onun misli kadar ona tekrar meded verip destek de olsa.”
*Hadisde: “Kur’anın diğer kelamlar üzerindeki üstünlüğü,Allahın mahlukat üzerindeki üstünlüğü gibidir.”
-“Muhakkak ki vahiy nazil olmayan meselelerde ben de sizler gibiyim.” buyurulur.
*Kur’an doğru tarihide kayıd altına almıştır.
*4 kitap insanın hayatının dört devresini oluşturur.

KURAN AYETLERİ
*En son inen ayet;”Elyevme ekmeltü leküm dineküm”
-Bu gün sizin dininizi kemale erdirdim.”
Hatta bu ayet inince hz.Ebubekir ağlar.Hz.Ömer ayet inmiş olup,neden ağladığını sorduğunda Hz.Ebubekir cevaben;
Hz.Peygamberin dininin tamamlanması görevinin bitmesi demektir,o ise ölümünün yaklaştığını haber vermektedir,der.
*Kur’an-ı Kerim’in ayet sayısı 6236’dır
*Harf sayısı-300.620
*İlk Kur’an-a hareke koyan,Esved-üd Düeli olup,Haccac zamanında yaşamıştır.
*”Sûrelerin 93’ü Mekke’de, 21’i Medine’de nazil olmuştur. Bâ¬zı müfessir ve tarihçilere göre 71’i Mekke’de, 19’u Medine’de inmiştir; 24 sûre ise ihtilaflıdır.”kuran ahkamı.celal yıldırım
* Bakara suresi Medine’de nazil olmuştur. 282 ayet, 6121 kelime 25500 harftir.
“ Kur’an ayetlerin sayısının 6200 ve bir kaç küsur olduğu hakkında ittifak vardır. Bu gün Türkiye’de bulunan Kur’an’ların ayet sayısı 6236’dır. Bu surenin ayet sayısının 280 olduğu hakkında ittifak var ise de müfessirlere göre 280’ den sonra küsuratı hakkında ihtilaf vardır. Alışık olan 286 ayet olduğudur. Müellif ise 282 ayet olduğunu ifade etmiştir. Bu ayet sayısındaki değişiklikler kesinlikle bizi Kur’an ayetlerinin yok olduğu veya artırıldığı anlayışına götürmemelidir. Makul izahı mufassal Tefsir Usûlü kitaplarında kâfi derecede mevcuttur. “
Efendimiz (sav) buyurmuşlardır ki: “Bakara suresini öğreniniz. Onu öğrenmekte bereket terkinde de hasaret (zarar) vardır.”
Âl-i İmran.Medine’de nazil olmuştur. 200 ayet, 3480 kelime, 14520 harftir.
Resulüllah (sav) buyurdular ki: Kim Al-i İmran suresini cuma günü okursa, Allah (cc) ve melekler gün batana kadar o kimseye rahmet ve duada bulunurlar.
*Harekelenme-ayın-cim işaretleri gibi işaretler sonraları konulmuştur.
*Kur’an-ı Kerim-i anlamadığını veya anlayamadığını söyleyen kişiye sorarım;
-Allahın kendi meramını anlatamama gibi bir problemi yoktur.Herkesin seviyesine göre iner,akıllara ve akılların anlayacağı şekilde konuşur.
Problem anlama yönünde gayret göstermemek,şüpheli yaklaşmak.Teslimiyette eksiklik.Anlamak istememe gibi sebeblerdir.
Anlaşılmamasını söylemek,cahiliyet dönemindeki insandan daha echel olmak demektir.Zira cehalet asrındaki insan, anlamama gibi bir mazeret öne sürmemişti.Cahiliyet döneminin adamı olmasına rağmen anlıyor ve de anlaşılıyordu.
Kur’an-ın bütünüyle birden anlaşılması ancak asırların tefsiri ve zamana yayılması ile mümkündür.
Medeni ve aydın geçindiğini söyleyen bu asrın insanının Kur’an-ı anlamaması aydınlığın ve aydınlanmış olma iddiasının kusurundandır.
Kur’an-ı Kerim ebedi olarak cennette okunacağı halde,yine de manası bitmeyecektir.Nitekim Rabbimizin de ifade ettiği gibi;
“De ki: -Rabbimin kelimelerini yazmak için deniz mürekkep olsa ve bir o kadar da, ilâve edilse, Rabbimin kelimeleri bitmeden denizler tükenirdi.” (Kehf/109)
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılıp (mürekkep) olsaydı,yine de Allah’ın kelimeleri bitmezdi.” (Lokman/27).
Zira Allahın zatı ezeli ve ebedi olduğu gibi,Kelâmı dahi ezeli ve ebedidir.
Ebediyen cennette okunup anlaşılacağı halde yinede manası bitmeyecektir.
*Mülhemûndan olan Hz. Ömer (r.a.) demiştir ki:
“Ben üç şeyde Rabbime muvafakat ettim: Ya Resulallah, İbrahim makamını namazgâh edinelim, dedim. Müteakiben ‘Siz de İbrahim makamından bir namazgâh edinin!’ (Bakara, 2/215) ayeti nazil oldu.
Bir de hicap ayeti ki, ‘Ya Resulallah, kadınlarına emretsen de, onlar perde içine girseler! Çünkü, hayırlı-hayırsız kimseler onlarla konuşabiliyor.’ dedim. Bunun üzerine hicap ayeti (Ahzâb, 33/32-33) nazil oldu.
Keza, Peygamberin zevceleri, bir keresinde kendisine karşı kıskançlık göstermek üzere ittifak etmişlerdi. Eğer o, sizi boşarsa, yerinize Rabbinin ona sizden hayırlılarını vermesi ümit edilir, dedim. Derken bu (Tahrîm, 66/5) ayeti nazil oldu.”
Mehmed Sofuoğlu’nun şu izahı çok manidardır:
Ömer’in bu sözleri, ayetlerin inmesinden önce olduğu hâlde, “Rabbim bana muvafakat etti” demeyip de, “Ben Rabbime muvafakat ettim” demesi, Allah’a karşı bir edeptir. Fıkhının ve ilminin açık bir nişanesidir. “Benim reyim, zuhurları muayyen vakitlere kadar teahhur eden ezelî hükme muvafık düştü” demek istemiştir.
*Türkiye kütüphanelerindeki tefsirle ilgili eserler (20471 Adet)tir.
*”İnsan ile Kur’an ikiz kardeştirler.”İbni Mace
*Kuran hem evrenseldir hem de her asrın idrakine uygun olarak anlaşılmaktadır.
*O Kur’an,Kitâbun merkûm’dur.
(O), rakamlandırılmış (kazanılan pozitif ve negatif derecelerin yazılmış olduğu) bir kitaptır (kayıttır, insanların hayat filmidir).-rakamlandırılmış, taşa kazılan yazı gibi yazılmış, silinmesi sözkonusu olmayan) bir kitab’tır.” Yeşheduhul mukarrebûn(mukarrebûne).
Ona, mukarrebin (yakın olan melekler) şahit olurlar.”

HAFIZ SAYISI: VE MUSHAF HALİNE GELİŞİ
“O Kuranı biz indirdik.”Hicr.9.
Kur’an Allahın koruması altındadır.
*Diyanet işleri Ali Bardakoğlu, Türkiye’de 90 bin hafızın bulunduğunu ve her sene 3 bin hafızın yetiştiğini ifade etti.
“Hz. Peygamber (sav.) henüz hayatta iken meydana gelen ‘Bi’ru Maune’ olayında şehid olan ‘kurra’nın sayısı 70 kadardır. Hz. Peygamberin vefatını takip eden yıl içinde meydana gelen dinden dönme olayları üzerine yapılan savaşlarda, ‘Yemame’de şehid olan ‘kurra ve huffaz’ın sayısı da bazı alimlere göre 450-500 kadar bazılarına göre ise 700 kadardır. Bir başka önemli nokta da Hz. Peygamber hayatta iken vahyin henüz son bulmamış olmasıdır. En son nazil olan birkaç süre veya ayet, bazı kimseler tarafından bilinmeyebilir. Hamidullah’a göre Peygamberimiz (sav) vefat ettiğinde 3000 kişi Kuran’ı ezbere biliyordu. Zeyd B. Sabit’in yazmış olduğu Kuran ile Hz. Muhammed (sav) indirilen Kuran arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü: Kuran’ı herkes ezberliyor, ayrıca ezberlediklerini yazılı vesikalarla te’yid ediyorlardı. Her gün namazda okunan ve ona göre amel edilen şey nasıl unutulabilir? Kuran ayetleri öyle ahenkli iniyordu ki, herkesin kolayca ezberleyebileceği kadar azar azar iniyordu.

“Hicret’in dördüncü yılında Uhud savaşından dört ay sonra Necid Reisi Ebû Berâ’ Medine’ye geldi. Hz. Peygamber (s.a.s.)’den kendi kavmini irşad etmeleri için mürşidler istedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) durumdan şüphelendi: “Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından endişe ederim” buyurdu. Ebû Berâ’: “Onları ben himayeme aldıktan sonra Necid halkından hiç biri dokunamaz” diye teminat verdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir b. Tufeyl’e bir mektup yazdı. Amir, amcası adına kavmini idare ediyordu. Daha sonra Resulullah (s.a.s.) Münzir b. Amr başkanlığında ashabından yetmiş kişilik bir heyet gönderdi. Bunlar ashab-ı suffeden olup kurra idiler.
Heyet, Bi’r-i Mâune’ye varınca korkunç bir ihanetle karşılaştılar. Amir b.Tufeyl, Hz. Peygamber. (s.a.s.)’in göndermiş olduğu mektubu bile okumadan mürşidlerin etrafını büyük bir ordu ile kuşatmıştı. Kendi kabîlesi, Ebî Berâ’nın himayesine aldığı mürşidleri öldürmek istemediğinden, başka kabîlelerden kuvvet toplamıştı. Müslümanlar kuşatıldıklarını anlayınca kılıca sarıldılar ve: “Biz, Resulullah (s.a.s.)’in gönderdiği mürşidleriz. Sizinle hiç bir ilgimiz yok” dedilerse de söz anlatamadılar. Mürşidler: “Allah’ım! Resulü’ne durumumuzu haber verecek senden başkasını bulamıyoruz, selamımızı ona sen ulaştır. Allah’ım! Rasülün vasıtasıyla kavmimize haber ver ki; biz Rabbimiz’e kavuştuk. Rabbimiz bizden hoşnud oldu ve bizi de hoşnud kıldı.” diyerek hallerini Allah’a arzetmişler ve insafsız düşman kılıçlarıyla Rablerine kavuşmuşlardır. Allah bu sevgili kullarının isteklerini yerine getirerek vahiy meleği Cebrail’i Hz. Peygamber (s.a.s.)’e göndermiştir. Cebrail: “Onlar Rab’lerine kavuştu. Rab’leri onlardan hoşnut oldu ve kendilerini de hoşnut kıldı.” diye durumu Hz. Peygambere bildirmiştir.
Rasûlullah (s.a.s.) durumdan haberdar olunca çok üzüldü. Hemen bir hutbe irade ederek olayı ashabına bildirdi. Allah’a hamd-u senâ’dan sonra şöyle dedi: “Kardeşleriniz müşrikler tarafından kuşatılıp şehit edildiler. Hiç biri sağ bırakılmadı. Onlar Allah’dan hoşnut oldular, Allah da onlardan hoşnut oldu. ”
Rasûlullah (s.a.s.) kendisine bu acı haberin ulaştığı gece sabah namazının ikinci rekatında rukûdan doğrulunca:
“Allah’ım! Onların durumlarını sana havale ediyorum. Ey Allah’ım! Onların yıllarını Yusuf Peygamber’in kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına darlık getir. ” diye beddua etmiş ve buna beş vakit namazlarında bir ay müddetle devam etmişti. Cemaatin de arkasında “âmîn” dediği Rasûlullah (s.a.s.)’in bu duası kabul olmuştur.”

*Alim bir zat,veli ve salih bir zatı ziyarete gider.O sırada veli zat Rahman suresinden şu ayeti okumaktadır;
“Küllü men aleyha fânin ve yebga vechu Rabbike zil Celali ve İkram”ayetindeki –Zül celali,-Zil Celali-diye okur.Mana yönünden bir değişiklik söz konusu değildir.
Alim zat veli zata herhalde sehven okudunuz,diye hatırlatınca veli zat ısrarla aslının –zil Celali-olduğunu söyler.
Neticede veli zat keşfen levhi mahfuzu açarak;işte bak orada da öyle yazıyor,der.
İlmin derecesi velayet derecesinden üstündür.Alim zatta ondan geri kalmaz ve şu nükteyi söyler;
“Efendim lütfen perdeyi kapatmayında,orayı tashih edelim,der.
Böylece Kur’an-ı Kerimin sıhhatinin ve değişmez olduğunun kesinliliğini bu sözle ifade etmiş olur.
*Bir haberde;”Kur’an’ın ilk matbu nüshası İtalya’da
Kur’an-ı Kerim’in dünya tarihinde matbaa aracılığıyla Arap harfleriyle 1537’de ilk kez basılan nüshalarından bir adedinin halen Venedik’te bulunduğu bilgisi, İtalya’daki kilise yetkilileri tarafından da doğrulandı.
Venedik’teki Aziz Bernardino Ekümenik Araştırmalar Enstitüsü Müdürü Papaz Roberto Gilardo, Suudi Arabistanlı Prof. Yahya Mahmud Cüneyd tarafından önceki gün Riyad’da açıklanan ve dün Eş Şark El Evsat gazetesine de haber konusu olan bilginin doğruluğunu teyit ederek, “Bizler bugüne dek, yanlış anlaşılma korkusuyla bunu gizli tutmayı yeğlemiştik.” dedi. Papaz Gilardo’nun verdiği bilgilere göre, herkesin kaybolduğu kanaatinde olduğu 1537 baskılı Kur’an-ı Kerim’lerden bir adedinin günümüze dek ulaştığını ilk kez fark eden kişi geçtiğimiz yıllarda İtalyan araştırmacı Angela Nuovo oldu. Gilardo, tarihî Kur’an-ı Kerim’in, önümüzdeki aylarda New York’ta Kur’an’ı konu alan bir sergide teşhir edilmesini kararlaştırdıklarını kaydetti.”
*” Hz. Osman döneminde çoğaltılan Kur’ân nüshalarının bu¬lunduğu veya görüldüğü yerler:
1-Medîne Mushafı: Mevlâna Şiblî bu nüshanın 735 sene¬sinde Medine’de Ravza-i Mutahhara’da görüldüğünü kaydeder. Rusya müslümanları âlimlerinden Musa Cârullah Bigi de bu nüshayı gördüğünü söylemektedir.
2-Mekke Mushafı: H. 735 senesinde Mekke’de bulundu¬ğu ve görüldüğünü yine Mevlâna Şibli söylüyor.
3-Kûfe Mushafı: İmam Nablûsî milâdî 1689 senesinde Humus’a yaptığı seyahatinde bu nüshayı görmüştür.
4-Şam Mushafı: Şam’da Câmi-i Emeviye’dedir.
Türkiye’deki Târihî Mushaflar
İstanbul’da Türk ve İslâm eserleri Müzesinde şu tarihî mus¬haflar bulunmaktadır:
457 numarada: Hz. Osman’ın imzasını ve H. 30 senesini havi mushaf.
557 numarada: Hz. Ali’nin imzasını havi mushaf.
458 numarada: Hz. Ali’nin yazısı olduğu işaret edilen mushaf.
İşte, muhtelif eski nüshalar ve sahabe devrinden kalma mushaflar bugün de elde mevcuttur. Bu mushaflar ile, Pey¬gamber Efendimiz (sav)’e vahyedilen, Hz. Ebû Bekir zamanında cemedilen ve Hz. Osman tarafından istinsah ettirilen Mus¬haflar arasında hiçbir fark yoktur.”
*Eski Diyanet işleri başkanı Tayyar Altıkulaç;gerek başkanlığı ve gerekse de milletvekili olduğu dönemlerde yıllarca Kuran araştırmaları üzerine yaptığı araştırmada;
Tüm İslam ülkeleri ve dünyada bulunan tüm Kur’an-ı Kerimlerin birbirlerinin aynı olup,farklı ve değişik olmadıklarını tesbit ettiğini söyler.

KUR’AN-DA NESİH
*Nesihte tedricilik vardır.Ruhlarına işleyen cahiliyet döneminin insanına eğitimin de bir yöntemi olan pey-der pey terbiye etme ile, eskileri kaldırırken, yenilerini yerleştirmeyi amaçlamıştır.
*” Kuran-da”Allah, sözünden asla caymayacaktır” (Hacc/22:47) derken, diğer yandan “bir ayetin yerine başka bir ayetle değiştirdiğimizde…” (Nahl/16:101) ve “her hangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unutturursak, onun yerine daha hayırlısını veya benzerini getiririz” (Bakara/2:106) diyor. “Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır” (Ra’d/13:39; Ayrıca bkz. İsrâ/17:86). Jalalu’d Din, İtkan adlı kitabında bütün yorumcular tarafından ilga edilmiş olarak kabul edilen 20 ayet veriyor. Aşağıdaki listede sekiz örnek vereceğiz:
Değişen buyruk örnekleri –ilga edilen ayet –yerine inen ayetler:
1. Kıble Kudüs’ten Mekke’ye değişti 2:142-144
2. Miras yasası değişti 4:7 4:11
3. Gece yarısı ibadet zorunluluğu kalktı 73:1-4 73:20
4. Şarap yasağı kesinleşti 2:219 5:90
5. Zinakâra uygulanan ceza değişti 4:15 24:2
6. Kısas izni değişti 2:178 17:33
7. Hürmetli aylarda cihad yasağı kalktı 9:5 9:36
8. Oruca dayanamayan için fidye kalktı 2:184 2:185
9. İmansızlara tolerans yerine cihad 2:256 9:5, 29.”
*Hadislerde de bu nesh olayı vardır.
“Peygamberimizin hadisleri hüküm bakımından her zaman geçerlidir. Ancak bu hükmün uygulanması için toplumun şartları belirleyicidir. Mesela İslamın ilk yıllarında Peygamberimiz kabir ziyaretlerini yasaklamıştır. Daha sonra tevhid inancı insanların hayatına yerleşince serbest bırakmıştır.”

BATILILARIN GÖRÜŞLERİ
*Batılı müsteşriklerin kuran hakkındaki görüşleri.
-Zamanlar Geçtikçe Kur’ân’ın Ulvî Sırları İnkişaf Ediyor
* Mister John Davenport, “Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve Kur’an-ı Kerim” ünvanlı eserinde Kur’an-ı Kerim’den bahsederken şu sözleri söylüyor.
Kur’ân’ın sayısız husûsiyetleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir.
1. Zât-ı Kibriyâyı ifade eden âyâtın âhengindeki ulviyettir. Kur’ân-ı Kerîm, beşerî zaaflardan herhangi birisini Zât-ı Kibriyâya isnaddan münezzehtir.
2. Kur’ân-başından sonuna kadar-gayr-i beliğ, gayr-i ahlâkî, yâhut terbiyeye muhâlif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.
Halbuki, bütün bu nakîseler, Hıristiyanların ellerindeki muharref Kitâb-ı Mukaddeste mebzûliyetle vardır.
* Müslümanlık Tecessüd ve Teslis Akîdesini Reddeder
İngiltere’nin en meşhur ve en büyük müverrihlerinden Edward Gibbon (Edvor Gibon) “Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukûtu” adlı eserinde şöyle diyor
– Kur’ân’ın telkin ve Hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği esâsâttan mükemmel bir ahlâk mecellesi vücud bulur. Esâsât-ı Kur’âniyenin muhtelif meınleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve ettikten sonra da Allah’a takarrüb etmek isteyen insanları Cenâb-ı Hakka rabt ettiğini inkâr etmek mümkün değildir. Hâlıkın hukûku ile mahlûkun hukûku, ancak Müslümanlık tarafından mükemmel bir sûrette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da Mûsevîler de îtiraf ediyorlar. MARMADUKE PICKTAHALL (Marmadük Piktol)
– Kur’ân İle Kavânîn-i Tabüye Arasında Tam Bir Âhenk Vardır- LEVAUNE (Lövazon)
– Kur’ân Bütün İyilik ve Fazîlet Esaslarını Muhtevîdir İnsanı Her Türlü Dalâletlerden Korur- Müsteşrik SEDIO
– Kur’ân şir midir? Değildir. Fakat, onun şir olup olmadığını tefrik etmek müşküldür. Kur’ân, şiirden daha yüksek birşeydir. Maamâfih, Kur’ân ne tarihtir, ne tercüme-i hâldir, ne de Îsâ’nın (a.s.) dağda îrâd ettiği mev’ıza gibi bir mecmuâ-i eş’ârdır. Hattâ, Kur’ân, ne Buda’nın telkinâtı gibi bir mâbâde’t-tabüye yâhut mantık kitabı, ne de Eflâtun’un herkese îrad ettiği nasihatler gibidir. Bu, bir Peygamberin sesidir; öyle bir ses ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi, saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar. Bu sesin tebliğ ettiği din, evvelâ nâşirlerini bulmuş, sonra teceddütperver ve îmar edici bir kuvvet şeklinde tecellî etmiştir. Bu sâyededir ki, Yunanistan ile Asya’nın birleşen ışığı Avrupa’nın zulümatâbâd olan karanlıklarını yarmış ve bu hâdise, Hıristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vukû bulmuştur. Dr. JOHNSON
– Kur’ân’ın Cihanşümûl Hakikati:
Kur’ân, Allah’ın Birliğine İnanmak Hakîkat-i Kübrasını Îlân Eder- Doktor CITY YOUNGEST
– Kur’an’ın Lisânı Nezâhet ve Belagat İtibârıyla Nazîrsizdir;
Kur’an, Bizatihî Muhteşem Bir Mu’cizedir- CORSELE
– Kur’ân Beşeriyete İlâhî Bir Lütuftur.
Kur’ân Muzaffer Cumhuriyetler Meydana Getirmiştir- RODWELL
– Kur’an Bütün Dinî Kitablara Fâiktir- JOCHAİM
– (Sembires Encyclopedia namıyle intişar eden İngilizce muhîtü’l-maarifte, Müslümanlıktan şu sûretle bahsolunmaktadır)Kur’an Âyetleri İslâmiyetin Muhteşem Bünyesinde Altın Bir Kordon Gibi İşlenmiştir-
********
KUR’ANIN YEDİ KÜLLİ VECH-İ İ’CAZI:
1. Lâfzındaki fesahat-i harikası
2. Kur’ân’ın nazmında bir cezalet-i harika var.
3. Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesi
4. Derece-i i’cazda belâğat-i Kur’âniye
5. Üslûp ve îcâzındaki câmiiyeti
6. İhbârât-ı gaybiyesi
7. Fezlekesi ve meseleleri özetlemesi..

*Diğer semavi kitaplarda bu özellikler yoktur..Tahrifat çok.
*Kur’an’ın kırk ayrı mucizesi olduğu gibi, her bir ayetinde de bu kırk mucizenin olması doğru ve hak bir manadır.
*Hz. Peygamber (s.a.v.);”Böyle nazil oldu; bu Kur’ân yedi harf üzere inmiş. Size kolay olanını okuyunuz” buyurdu. [324
*Biz Asım kıraatı üzere okumaktayız.Lehçe farklılığı.
“Kıraat-ı seb’a, vücuh-u seb’a ve mu’cizat-ı seb’a ve hakaik-i seb’a ve erkân-ı seb’a üzerine nâzil olan Kur’an… 12. Lem’a dan. Cümlesinin izahı;
Kıraat-ı seb’a; 1- Kureyşi, 2- Huzeyl, 3- Havazin, 4- Kinane, 5- Sakif, 6- Temim, 7- Yemen lehçesiyle Kur’an-ı Kerimin yedi türlü okunma tarzı.
Vücuh-u seb’a; Bu hususta değişik rivayetler var. Bir kaçını numune olarak zikredeceğiz.
A-) 1- Emir, 2- Nehy, 3- Terğib, 4- Terhib, 5- Cedel, 6- Kısas, 7- Emsal,
B-) 1- Emir, 2- Zecr, 3- Helal, 4- Haram, 5- Muhkem, 6- Müteşabih, 7- Emsal,
C-) 1- Terğip-Terhib, 2- Nasih-Mensuh, 3- Mev’iza, 4- Emsal, 5- Muhkem, 6- Müteşabih, 7- Helal-Haram,
D-) 1- Emir, 2- Nehy, 3- Haber, 4- İstihbar (Sual sorma), 5- Nida, 6- Kasem, 7- Emsal,
Mu’cizat-ı seb’a;
1- Lafzın fesahatından selaset-i lisanı. Nazmın cezaletinden, mana belağatından, mefhumların bedaatından, mazmunların beraatından, üslupların garabetinden birden tevellüt eden barika-i beyanı.
2- Kur’an-ül Muciz-ül Beyanın ihbarat-ı gaybiyesi. Buda üç kısımdır;
a- Maziye ait ihbarat-ı gaybiyesi,
b- İstikbale ait ihbarat-ı gaybiyesi,
c- Hakaik-ı İlahiyeye, hakaik-ı kevniyeye ve umur-u uhreviye ye dair ihbarat-ı gaybiyesi,
3- Lafzında, manasında, ahkamda, ilminde ve maksadındaki camiiyet-i harikası.
4- Kur’anın şebabiyeti. Her asrın derece-i fehmine, edebi rütbesine, hem her asırdaki tabakata derece-i istidat ve rütbe-i kabiliyeti nispetinde hitabı.
5- Kur’anın kutub-u salifeye hakemlik yapması. İttifaki noktalarda musaddıkane nakleder, onları tezkiye eder. İhtilafi meselelerde musahhihane onlara faysal olur.
6- Kur’an müessis olmuş dini İslam-a, Şeriat-ı Garra-i Muhammediye (ASM), ne mazi, ne müstakbel İslamiyet’in mislini getirmeye muktedir olamamıştır.
7- Kur’anın zevk-i i’cazı.
Hakaik-ı seb’a; 1- Tevhid, 2- Haşr, 3- Nübüvvet, 4- Kaza-Kader, 5- Ahval-i Alem, 6- Kısas, 7- Tekalif.
Erkan-ı seb’a; 1- Allah’a iman, 2- Meleklere iman, 3- Kitaplara iman, 4- Peygamberlere iman, 5- Ahiret gününe iman, 6- Kadere, hayr ve şerrin Allah’tan geldiğine iman. 7- Beş esasat-ı İslamiye olan Namaz, Oruç, Zekat, Hac ve Kelime-i şahadet. “

*“Kur´ân´ın kırk açıdan mucizeliği
Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’un muhtelif yerlerinde Kur’ân’ın kırk açıdan mucize olduğundan bahsediyor.1 Yirmi Beşinci Sözde ise Kur’ân’ın bu kırk mucizelik yönünü geniş bir perspektifte açıklıyor.

Yirmi Beşinci Sözün Mukaddemesinde Kur’ân’ı üç ayrı açıdan tanımlayan Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân’ın kırk yönlü mucizeliğini Üç Şule içinde muhtelif bölümler halinde maddeleştiriyor. Bu maddelere kısaca temas edelim:

1- Kur’ân’ın söz söyleme sanatındaki mucizeler. Bu mucizeler, Kur’ân inmeye başladığı andan itibaren dost düşman, inanan-inanmayan herkesi hayran bırakmıştır.

2- Kur’ân’ın nazmında (söz dizilişinde) hemen göze çarpan mucizelik. Başka kitaplarda bulunmayan bir çekicilik ve cazibe ile her okuyan bunu görüyor ve tasdik ediyor.2

3- Kur’ân’ın ifade ettiği mânâlardaki mucizelik. Kur’ân, her kendisini okuyana başka kitaplarda bulunmayan yüksek ufuklar gösteriyor.3

4- Kur’ân’ın üslubundaki güzellik, tazelik ve gençlik mucizedir. Her asırda aynı tazeliği gösteriyor.4

5- Kur’ân’ın lafzında akıcılık ve kolay okuma özelliği vardır ve mucizedir.5

6- Kur’ân’ın; hakikatleri olduğundan abartmadan, olduğundan küçük göstermeden, her şeyi tam kıymetine göre, tam olması gereken kadar anlatış biçiminde mucizelik vardır. İnsanları Allah’ın adaletinden korkuturken de, insanları Allah’ın rahmetine teşvik ederken de; insanı överken de, döverken de; Cenneti anlatırken de, Cehennemi anlatırken de zerre kadar abartılara yer vermiyor, tam hakikati ifade ediyor.6

7- Kur’ân; gerek hitap ettiği kesim, gerekse aktardığı hakikatler coğrafyası açısından kapsadığı alandaki genişlik, evrensellik ve eşsizlik itibariyle mucizedir.7

8- Kur’ân; lafzındaki (ifade edişte ve söz söylemedeki) genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.

9- Kur’ân; manasındaki genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.

10- Kur’ân; bütün ilimleri kapsaması ve bütün ilimlere rehberlik yapmasındaki genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.

11- Kur’ân; dünyadan ahirete; insandan, kâinâta ve Yaratıcıya kadar ele aldığı konularındaki genişlik ve derinlik bakımından mucizedir.8

12- Kur’ân; çok büyük hakikatleri çok küçük cümlelerle ve öz olarak anlatma sanatı bakımından mucizedir.

13- Kur’ân; üslubundaki kapsamlılık bakımından mucizedir. Öyle ki, bir tek sûre bütün kainatı kapsayabiliyor. Bir tek âyet bütün bir sûreyi özetleyebiliyor.9

14- Kur’ân; âyetlerindeki kapsamlılık bakımından mucizedir. Daima manevi basamaklarda yükselen tüm kemal sahibi insanlar, cinler ve melekler, her basamakta ve her mertebede Kur’ân’ı kendilerine tam rehber bulurlar.

15- Kur’ân; kâinâtın bütün katman ve mertebelerini, yaratıkların bütün bölüm ve cinslerini, neden yaratıldıklarını, varlıkların var oluş sırlarını ve sair uzun ve zincirleme hakikatleri birer işaretle, birer remizle, birer harfle, birer çekirdek halinde anlatma sanatı bakımından eşsizdir ve mucizedir.10

16- Kur’ân; çok yüksek hakikatleri, çok karmaşık yaratılışları, çok geniş kanunları çok geri ve çok basit akıl mertebelerine anlatma sanatı bakımından eşsizdir ve mucizedir.11

17- Kur’ân; bütün söz söyleme sanatlarını başarıyla kullanmada, bütün insanlara çok geniş ufuk-maksatlar çizmede, Allah’ın harika konuşmalarını ve yüksek kelamını yansıtmada eşsizdir ve mucizedir.12

18- Kur’ân; verdiği doğru gaybî haberler açısından eşsiz ve mucizedir.

19- Kur’ân; tarihin insanoğluna göre en karanlık dönemlerinin yaşanan olaylarını doğru olarak görecek bir gözle okuyup bu güne aktarması açısından eşsiz ve mucizedir.13 Kur’ân, insanlığın geçmişini aydınlatan eşsiz ve mucize bir bilgi kaynağıdır.

20- Kur’ân; insanlığın geleceği ilgili doğru, güvenilir ve tam gerçek haberler vermesi açısından eşsiz ve mucizedir. Kur’ân, insanlığın geleceğini aydınlatan eşsiz ve mucize bir bilgi kaynağıdır.14

21- Kur’ân; Allah’ın bizce bilinmeyen isimlerini bize doğru olarak bildirmesi, kâinâtın bizce keşfolunmayan kanunlarını bize doğru olarak haber vermesi ve âhiretin bizce görünmeyen coğrafyasını bize doğru olarak anlatması bakımından eşsiz ve mucizedir.15

22- Kur’ân; asırlar geçtikçe gençleşmesi ve bütün beşerî olayları genç ve taze bir bakış açısıyla çözümleyen hep taze değerlere sahip olması açısından eşsiz ve mucizedir.16

23- Kur’ân; her asırdaki her cins, her meslek ve meşrepteki insan topluluklarına, sanki diğer asırlara ve diğer mesleklere nazaran sadece o topluma veya o mesleğe yönelik bilgi ve haberlerle tam bir isabet ve istikametle hitap etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.17

24- Kur’ân; yirmi üç senede, değişik olaylar esnasında, muhtelif ihtiyaçlara cevap olarak, değişik nedenlerle âyet âyet indiği halde, âyetleri ve sureleri arasında öyle bir irtibat, bağlılık, devamlılık ve uygunluk var ki, sanki tek bir kitap olarak bir defada nazil olmuştur. Değişik nedenlerle inmiş olmasının, âyetleri arasındaki uyumluluğu bozmamış olması açısından Kur’ân eşsiz ve mucizedir.18

25- Kur’ân; Allah’ın isimlerini her bir âyetin sonunda özetle vermesi ve âyetin konusu ile Allah’ın ismini bütünleştirmesi açısından eşsiz ve mucizedir.19

26- Kur’ân; Allah’ın fiil ve eserlerini insanın nazarına aktarması, sonra bu fiilleri ve eserleri Allah’ın isimlerine bağlayıp, Allah’ın birliği hakikatini ispat etmesi ve bu eşsiz bilgileri mahşer günü ile birleştirerek insan zihnine perçinlemesi açısından eşsiz ve mucizedir.20

27- Kur’ân; insan nazarına Allah’ın sanatının nakışlarını ve dokumalarını sunması, sonra bu sanat nakışlarını kavramanın anahtarı olarak Allah’ın isimlerini gösterip insan aklını düşünmeye davet etmesi açısından eşsiz ve mucizedir.21

28- Kur’ân; Cenâb-ı Hakkın fiillerini ayrıntısıyla anlatması, ardından bu fiilleri bir kanunla ve prensiple özetlemesi bakımından eşsiz ve mucizedir.22

29- Kur’ân; yaratıkları bir tertiple zikretmesi, ardından yaratıkların her işinde bir düzen, bir denge, bir ölçü ve bir nizamın geçerli olduğunu anlatması, bu denge ve düzenin de çekirdeği olarak Allah’ın isimlerini nazara vermesi açısından eşsiz ve mucizedir. Kur’ân nazarında olaylar birer lafız, isimler ise bu lafızların ifade ettiği mânâlardır.23

30- Kur’ân; değişken ve fâni olayları, değişmeyen ve hükmü her şeye geçen isimler ile sabit hakikatler sûretine çevirerek insan aklını doğru belgelerle tefekküre sevk etmesi ve ibret almaya teşvik etmesi açısından eşsiz ve mucizedir.24

31- Kur’ân; Allah’ın hükümlerini, fiillerini ve isimlerinin tecellilerini geniş bir caddeye yayıp sermesi, ardından bir birlik bağı ile ve küllî bir kanun ile konuyu neticelendirerek insan aklına doğru düşünme kapısı açması açısından eşsizdir ve mucizedir.25

32- Kur’ân; eşyanın icadında, varlıkların var kılınmasında sebeplerin hiçbir kabiliyetinin bulunmadığını; herşeyin doğrudan Alîm ve Hakîm olan Cenâb-ı Hak tarafından yaratıldığını ispat eden doğru ve delil niteliğinde bilgiler ihtiva etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.26

33- Kur’ân; Allah’ın âhiretteki harika fiillerini kalbe kabul ettirmek için Allah’ın dünyadaki fiillerini gözler önüne sermesi, gelecekteki ahiretin acaip olaylarını, gördüğümüz bir çok yaratılış olayı ile izah ve ispat eden sağlam ve akla yol gösteren bilgiler içermesi bakımından eşsiz ve mucizedir.27

34- Kur’ân; bazı küçük maksatlardan yola çıkarak zihinleri daha geniş ve büyük hedeflere yönlendirmesi ve o geniş ve büyük hedefleri herşeyi kapsayan kurallar kaynağı hükmünde olan İlâhî İsimlerle tesbit eden aklî ve ikna edici bilgiler içermesi bakımından eşsiz ve mucizedir.28

35- Kur’ân; insanın isyankâr amellerini şiddetli bir tehdit ile hatırlatması, insanı uyarması, hemen ardından insanı ümitsizliğe atmamak için Allah’ın rahmet kapısının açık olduğunu gösteren isimlere işaret ederek insanı tövbeye sevk eden sıhhatli bilgiler ihtiva etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.29

36- Kur’ân; kelâmın dört tabakasında da gösterdiği ulviyet ve kuvvetle eşsiz ve mucizedir. Malûm, bir söz; “1- Kim söylemiş, 2- Kime söylemiş, 3- Ne için söylemiş, 4- Ne makamda söylemiş” gibi dört tabakada değerlendirilir. Kur’ân’ın her bir âyeti bu dört tabaka açısından da mucize değerler ifade ediyor. Bundandır ki, Kur’ân’ın sözü maddî elektrik gibi yöneldiği her maddeye tesir ediyor.30

37- Kur’ân; gaybî haberleri hazır ve herkesin yaşadığı taze olaylarla delillendirip akla sağlam malzemeler vermesi açısından eşsiz ve mucizedir.31 Meselâ, gökyüzünde, yıldızlarda ve yeryüzünde herkesin gözü önünde meydana gelen noksansız, eksisiz ve yeni yaratılışları nazara verir, buradan insanı Allah’ın kudretini kavramaya çağırır; sonra haşre geçer ve haşri ispat eder.32

38- Kur’ân; her bir âyeti ile küfür ve gaflet karanlığını yırtıp dağıtması ve taşıdığı hidayet nuru ile insanın içine nüfuz etmesi bakımından eşsiz ve mucizedir.33

39- Kur’ân; dünyanın ve insanlığın yaratılışı, insanlığın yaşayışı, varlıkların nasıl ve niçin var kılındığı gibi insan aklının ilgilendiği bütün meselelerde insanlığa kazandırdığı bilgi ve hikmet dağarcığı bakımından eşsiz ve mucizedir. Öyle ki, felsefe hangi noktalarda Kur’ân ile ters düşmüşse o noktalarda yanılmıştır. Kur’ân ile ters düşen hep yanılmaya mahkûm olmuştur. Bunu kocaman bir felsefe tarihi ve farklı medeniyet anlayışları gösteriyor. Kur’ân’ın, doğruyu bulmaya hayran olan insan aklının önüne, inkâr edemeyeceği, ispat olunabilen ve doğruluğunda şüphe olmayan hikmetler ve bilgiler koyması mucizedir.34

40- Kur’ân; Tevhidin yüksek mertebelerinden, Allah’ın yüce isimlerine, eşyayı ve varlıkları niçini ve nasılı ile tanımlayıp kavramasından, beşer aklının ulaşamadığı ve rehbersiz bilemediği, fakat bilmeye muhtaç olduğu bütün yüksek hakikatlere kadar, dengelerini bozmadan ve her birisini değeri ve kıymeti ölçüsünde söz konusu ederek bir arada toplaması ve insan aklına yüksek bir bilgi malzemesi ve hikmet hazinesi sunması bakımından eşsiz ve mucizedir.35) ”

KUR’AN-DA MEDENİYET HARİKALARI
*Hz.Âdem-den beridir gerek Cenâb-ı Hakkın kâinata koymuş olduğu ve kudret sıfatının bir neticesi olan varlıklardaki yani kâinattaki âdetullah kanunlarının ve de kelâm sıfatından gelen suhuf ve kitaplardaki ve de son kitap olan Kur’an-ı Kerimdeki esrar yani sır perdelerinin üzerindeki şifreler teker teker aralanmakta ve görenler için zahir olmaktadır.Teknolojideki ve imandaki tüm gelişmeler bunun bir tezahürüdür.
Nitekim mesleklerin ince sırları ve her meslekteki kemale doğru gidiş,onların üzerindeki şifrelerin aralanması demektir.
Mucit ve keşşaflar bu şifreyi bulanlardır.Bir kaç örnek;
*Kâinat başlangıçta bir çekirdek,bir yumurta veya bir tohum gibi bir maddeden,Big Bang yani büyük bir patlama sonucu bir plan,proğram ve çerçeve içerisinde yaratılmıştır.
O zamandan bu zamana kadar da sürekli genişlemektedir.Öyleki 15 milyar yıldır yaratıldığı ve ışık saniyede 300 bin km hızla gittiği halde daha yeni yeni ışığı dünyamıza gelmekte olan yıldızlar keşfedilmektedir.
Kur’anda:”VE İNNA LEMUSİUN”Biz kâinatı genişletmekteyiz.”buyurulur.Ve bir gün bu genişleme balon misal sınırına ulaşacak ve bir kıyameti koparacaktır.
*Sürekli maddenin en küçük parçasının atom olduğu söylenir.Oysa oda bölünmüş,içerisinde nötron-elektron-protonla beraber,bunları birbirinden ayıran zarlarla çevrili olduğu tesbit edilmiştir.
Kur’an-da ise;”VE ESĞARE MİN ZALİKE”-O Allah ki zerreyi yani atomu ve ondan daha küçüğünü yaratandır.-buyurulur.
Bediüzzaman Hazretleri buna esir maddesi der.
*Süleyman Peygamberin Belkısın tahtını getirmesi.
İbni Abbasa göre,göz açıp kapayana kadar getiren kişi;Veziri ve Katibi olan Âsaf b. Berhiya’dır.
Böylece insanların cin ve ifritlere olan üstünlüğü bununla da görülmüş olmaktadır.
*Kur’an-da;”VE ENZELNELHADİDE” –Demiri indirdik-buyuruluyor.Oysa demir yerden çıkıyor.Ancak demiri oluşturan sert madde gökten inmektedir.
*Şifre olan Hurufu mukattaa yani kesik harfler bir çok hakikatları içerisinde saklamaktadır.Bunlar Allah ve Rasulü arasında olan bir şifre olduğu gibi,insanlık içinde bir çok sırları saklamaktadır.
Mesela bir yahudinin –elif-lam-mim-ayetini işitmesi üzerine Peygamber Efendimize;”Ya Muhammed,ümmetinin ömrü az-deyince peygamberimiz;-daha var-buyurarak,Kur’an-da 14 yerdeki kesik harfleri bildirerek,ümmetin ömrünün uzun olacağına işaret edilmiştir.
*Veş şemsu tecri yani –güneş akar-derken,bütün zamanlara hitap etmekte,her asır bundan hissesini almaktadır.
Daha bunlar gibi yüzlerce hakikata ışık tutulmuştur.
MEHMET ÖZÇELİK
21-06-2009




YOKSA…YOKSA…

YOKSA…YOKSA…
Yoksa ifadesi Kur’an-ı Kerim-de meal olarak 132 yerde geçmektedir.
Kur’an-da geçen –Em- yani yoksa ifadeleri ile ilgili olarak:
“Sen öğüt vermeye devam et. Rabbinin sana verdiği peygamberlik nimeti hakkı için, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun. � Yoksa onlar “O bir şâirdir; biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? � Sen “Bekleye durun,” de. “Ben de sizinle beraber bekliyorum.” � Onlar akıllarını kullanarak mı bunu söylüyorlar, yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? � Yahut Kur’ân’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların İmân etmeye niyetleri yoktur. � Eğer doğru söylüyorlarsa, Kur’ân’ın benzeri bir söz getirsinler. � Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar? � Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp İmân etmeye niyetleri yoktur. � Yoksa Rabbinin hazîneleri onların yanında mı? Veya kâinatın tedbîr ve idaresini onlar mı ele geçirdi? � Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri, işittiklerine dâir açık bir delil getirsin. � Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi? � Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? � Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar? � Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. � Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. (Tûr Sûresi: 29-43.)”
Olumsuz tarzdaki bu şekildeki soru şekli 15 tarzda zikredilmektedir.
Böylece onların düşünebilecekleri tüm yolları kapatmış olmakta,en susturucu cevabı vermektedir.
Başta Allah’ın varlığının en büyük delili, yine kendisidir.
“Hollandalı bir psikolog olan Vander Hoven Kur’an okumanın ve ALLAH kelimesini tekrar etmenin hastalar ve sağlıklı insanlar üzerindeki etkilerini bulduğunu açıkladı.
Hollandalı profesör üç yıldan beri bir çok hasta üzerinde araştırma ve çalışmasını yaparak yeni buluşuna ulaştığını söyledi.
Hastalarından bazılarının Müslüman olmadığını, bazılarının da Arapça bilmediğini belirten Hoven hastalarına ALLAH kelimesini öğrettiğini söyledi.
Alınan sonucun çok mükemmel olduğunu, özellikle depresyon ve tansiyon hastalarında çok daha iyi sonuçlar verdiğini belirtti.
Profesör Haven ALLAH kelimesini oluşturan harflerin psikolojik hastaların üzerindeki etkilerini açıkladı.
-ALLAH kelimesinin ilk harfi olan –A- harfi solunum sisteminden direk çıkıyor ve nefes almayı düzenliyor.
– Damaktan söylenen –L- harfi ise, (Arapçada çıkarıldığı şekilde) dil hafifçe damağın üst kısmına dokunuyor ve çene kısa bir duraklamayla birlikte aynı işlem tekrarlanıyor.(İki –L- harfi olduğu için) Bu işlem nefes alıp vermeyi rahatlatıyor
– Son harf olan –H- harfi çıkartılırken akciğer ve kalp arasında bir ilişki oluşuyor ve işlem sonucunda kalp atışları düzeliyor.
Bu araştırmayı yapan Hollandalı profesör Müslüman değil, fakat İslam ilimlerine ilgi duyan ve Kur’an-ı Kerim’in sırlarını araştıran bir psikolog.”
Kur’ana aid meselelerle meşgul olmak,bir nevi Kur’an okumak hükmündedir.
Bediüzzaman Hazretleri; Risale-i Nurdaki her bir meselenin 200 ayetin hülasa ve izahı olduğunu ve kırk bin müşahedatından birisi olduğunu ifade eder.

MEHMET ÖZÇELİK
03-12-2008




KUR’AN-DA VE TEFSİRLERDE YILAN

KUR’AN-DA VE TEFSİRLERDE YILAN
“Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş)”
“Asanı bırak;” (Bıraktı ve) onun çevik bir yılan gibi hareket etttiğini görünce, geriye doğru kaçtı ve arkasına bakmadı “Ey Musa, korkma; şüphesiz Ben(im); Benim yanımda gönderilen (elçiler) korkmaz ”
“Asanı bırak ” (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı “Ey Musa, dön ve korkuya kapılma Şüphesiz güvendesin ”
“Birinci misâl: Yirminci Sözün Birinci Makamında tafsîlen beyân olunan üç âyettir ki, şahs-ı Âdem’e tâlim-i esmâ ünvânıyla, nev-i benîâdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünûnun tâlimini ifade eder. Ve Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudât musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.”
“Suâl ediyorsunuz ki: “Câmi-i şerîfinize, Cumâ gecesinde sebepsiz olarak, mübârek bir misâfirin gelmesiyle, tecâvüz edilmiş. Bu hâdisenin mâhiyeti nedir? Neden sana ilişiyorlar?”
Elcevap: Dört Noktayı, bilmecburiye eski Said lisânıyla beyân edeceğim. Belki ihvanlarıma medâr-ı intibah olur, siz de cevabınızı alırsınız.
Birinci Nokta:O hâdisenin mâhiyeti, hilâf-ı kânun ve sırf keyfî ve zındıka hesâbına, Cumâ gecesinde kalbimize telâş vermek ve cemaate fütûr getirmek ve beni misâfirlerle görüştürmemek için bir desîse-i şeytaniye ve münâfıkâne bir taarruzdur. Garâiptendir ki, o geceden evvel olan Perşembe günü, tenezzüh için bir tarafa gitmiştim. Avdetimde, güyâ iki yılan birbirine eklenmiş gibi, uzunca siyah bir yılan sol tarafımdan geldi, benim ile arkadaşımın ortasından geçti. Arkadaşıma, o yılandan dehşet alıp korktun mu, diye sordum:
“Gördün mü?”
O dedi: “Neyi?”
Dedim: “Bu dehşetli yılanı.”
Dedi: “Yok, görmedim ve göremiyorum.”
“Fesübhânallah”! dedim. “Bu kadar büyük bir yılan ikimizin ortasından geçtiği halde nasıl görmedin?”
O vakit hatırıma birşey gelmedi; fakat sonra kalbime geldi ki, “Bu sana işarettir; dikkat et!” Düşündüm ki, gecelerde gördüğüm yılanlar nevindendir. Yani, gecelerde gördüğüm yılanlar ise, hıyânet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse, onu yılan sûretinde görüyordum. Hattâ bir defa müdüre söylemiştim, “Fenâ niyetle geldiğin vakit seni yılan sûretinde görüyorum; dikkat et” demiştim. Zâten selefini çok vakit öyle görüyordum. Demek şu zâhiren gördüğüm yılan ise işarettir ki, hıyânetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak, belki bilfiil bir tecâvüz sûretini alacak. Bu defaki tecâvüz, çendan zâhiren küçük imiş ve küçültülme isteniliyor; fakat vicdansız bir muallimin teşvikiyle ve iştirâkıyla o memurun verdiği emir; câmi içinde namazın tesbihâtında iken, “O misâfirleri getiriniz!” diye jandarmalara emretmiş. Maksat da beni kızdırmak, eski Said damarıyla, bu fevka’l-kânun, sırf keyfî muâmeleye karşı, koymak ile mukâbele etmekti. Halbuki, o bedbaht bilmedi ki, Said’in lisânında Kur’ân’ın tezgâhından gelen bir elmas kılınç varken, elindeki kırık odun parçasıyla müdâfaa etmez; belki o kılıncı böyle istimâl edecektir. Fakat, jandarmaların akılları başlarında olduğu için, hiçbir devlet, hiçbir hükümet, namazda, câmide, vazife-i dîniye bitmeden ilişmediği için, namaz ve tesbihâtın hitâmına kadar beklediler. Memur bundan kızmış, “Jandarmalar beni dinlemiyorlar” diye kır bekçisini arkasından göndermiş. Fakat Cenâb-ı Hak, beni böyle yılanlarla uğraşmaya mecbur etmiyor. İhvanlarıma da tavsiyem budur ki, zarûret-i katiye olmadan bunlarla uğraşmayınız, “Cevâbü’l-ahmakü’s-sükût” nevinden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki; canavar bir hayvana karşı kendini zaif göstermek, onu hücuma teşcî ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecâvüze sevk eder. Öyle ise, dostlar müteyakkız davranmalı; tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.“
Üstad yılanı eserlerinde hıyanetle eş değerde zikrediyor.Bu noktada yılanın hıyaneti söz konusu olmaktadır. Hadislerde bunu teyid etmektedir.
Anlatılır:” Tilkiyle yılan arkadaş olur ve birlikte yolculuğa çıkarlar. Bir ırmağın kenarına geldiklerinde yılan tilkiye “ Tilki kardeş ! Ben yüzme bilmem. Beni sırtına al da karşı kıyıya beraber geçelim! der. Tilki arkadaşının teklifini kabul eder. Yılan tilkinin beline sarılır, o da ırmağa girip yüzmeye başlar. Karşı kıyıya vardıklarında yılan “ Tilki kardeş! Ben seni sokacağım!” deyiverir. Neye uğradığını şaşıran tilki “ Yılan kardeş! Biz seninle arkadaş değil miyiz ? Bak, ben sana bunca iyilik ettim. Seni sırtıma almasam ırmağı geçemezdin ! “ diye ne kadar dil dökmeye çalıştıysa da yılan hiç oralı olmaz ve “ Bu benim huyum. Sokmak benim yapımda var !” der. Bunun üzerine tilki bir an durur, sonra yılana “ peki yılan kardeş ! Sok , ne yapılan ? Bu benim kaderimmiş. Yalnız yüzüme bir defacık bak ki , ölmeden önce o güzel gözlerini son bir defa göreyim.” Bu sözlere aldanan yılan, başını uzattığı an, tetikte duran tilki derhal atılıp başını kapıverir. Sonra da ölen yılanı ırmağın kenarında, kumların üzerine boylu boyunca uzatır ve kendi hilesine kurban giden arkadaşına şöyle der.” Yook yılan kardeş! Ben öyle eğri büğrü arkadaş istemem ! Benimle arkadaş olacaksan , böyle dosdoğru olacaksın! “
Burada yılan yılanlığını,tilkide tilkiliğini gösterir.
“Arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır.”
“Rivayetlere göre,İblis cennete girmek diler,fakat cennetin bekçisi salmaz,mani olur.Fakat yılan onu ağzına alır ve ağzında içeri sokar.Cennete bu yolla giren iblis,Hz.Ademle Havvaya vesvese vererek,yasak ağaçtan yemelerine ve cennetten kovulmalarına sebeb olur.Bu kötü akibete yılan sebeb olduğu için insanoğlu ile yılan cinsi arasında adavet başlamıştır.”
Bazı Tefsirlerde yılanın ceza olarak isfehana indirildiği ifade edilir.Bunların ise hristiyan ve Yahudi menşeli olduğu da ifade edilmektedir.
Bu konuda isabetli tesbitte bulunan Fahreddin-i Razi,bunun hikayeye dayalı olduğunu,pek de değere şayan bir görüş olmadığını da belirtir.
Zira malum olduğu üzere hikayelerde hissin hakimiyeti çoktur.Hayaller karışır.
Ve de bu durum gaybi bir durum olduğundan,nassa dayanmadığı için imanın şartlarından olmayıp,inanılmaması halinde herhangi bir yükümlülük getirmez.
En önemlisi ise;sürekli tervic ve teşvik amacıyla bir çok söz İbni Abbasa isnad edilerek,umumca kabul görmesi sağlanmıştır.Bundan dolayı;
“tergib veya terhib için avamperestane terviç ve teşvikle bazı ehadis-i mevzuayı ibn-i abbas gibi zatlara isnad etmek, büyük bir cehalettir. evet, hak müstağnidir. hakikat ise, zengindir.”
“ibn-i abbas’ın her söylediği sözü, hadis olması lazım gelmediği gibi, her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lazım gelmez. zira ibn-i abbas gençliğinde israiliyata, bazı hakaikin tezahürü için, hikayet tarikiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.”
Allah en doğrusunu bilendir.
MEHMET ÖZÇELİK
03-12-2008




YASAK MEYVE

YASAK MEYVE
-“Ey Âdem, sen ve eşin, cennete yerleşin, ikiniz de dilediğiniz şeyleri yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, çünkü zâlimlerden olursunuz.”
-“Doğrusu bundan önce Âdem’e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.”
-İnsan nisyan ile maluldur.Unutkanlık onun yapısında,hamurunda,çamurunda ve genlerinde vardır.
Zaten insan kelimesi,nisyandan müştak ve alınmadır.
İnsan unutan demektir.
Kur’an zina gibi bazı yasakladıkları yapmayın değil,yaklaşmayın diyerek sakındırmaktadır.
Yani harama ve günaha gidecek yolları kapayarak;önce yaklaşmamayı ve dolayısıyla yapmamayı emretmektedir.
Buradaki yasak ağaçla ilgili olarak çok rivayetler zikredilmektedir;
-“İlim ağacı,hayrı ve şerri bilme ağacı,ebedilik ağacı,buğday ağacı,incir,üzüm, hurma, sünbül,zeytin,kâfur ağacı demişlerdir.
Bazıları şarap ağacı,mihne ve zorluk ağacı,bazıları da bir ağaç cinsi,bazıları meyvesinden yenildiği takdirde büyük abdest ihtiyacı hissettiren bir ağaç,şii müfessirler ise Batıni olarak –Şecere-i ilmi Muhammed,Şecere-i Âl-i Muhammed- demişlerdir.
Elma ağacı olarak da nitelendirilmiştir.
-Kısaca yoruma açık bir ifadedir..
O halde günahı netice verecek her şey bu yasak ağaç kapsamı içerisine girer.
-Gezi olaylarına yaklaşmayın,Taksimdeki çapulculara yaklaşmayın,Hz.Ademi cennetten çıkaran ağaç kesme ayaklanması olaylarına katılmayın.
Onlar şeytanın telkinleridir.Seni zalimlerden yapar.Zalimlerden olursun.Mahrumiyete sebebtir.
Şeytan ve şeytan yapılılara kulak vermeyin.
-Şeytan Hz.Âdem ve Havvayı yemeleri halinde ebedi kalacaklarını söylemiş,şeytan iyiliği ve faydayı telkin edip,sağdan gelmişti.
Taksim olaylarında da –maalesef- şeytan sağdan geldi.Güya iyiliği telkin etti.Ağaçları korumaları tavsiye etti.Milyonlarca ağacın ekildiğini görmeksizin…
Şeytan bütün sol tuzaklarını kullanıp artık yalama olduğundan ve bilindiğinden dolayı artık sağdan gelerek iyilik tuzaklarını kullanma yolunu tercih etmektedir.
Rüşvet bahaneleri de bu kabilden şeytani bir oyundur.
Zararı sadece sana değil,senden sonraki nesillere de sirayet eder.
-Daha geniş açıdan;Işid olayları da bu manadadır.
*-Allah Hz.Âdemi önceden uyarmış,şeytanın kendisini cennetten çıkarabileceğini hatırlatmıştı.
Cennette acıkmayıp çıplak kalmayacağı,susuz kalmayıp,güneşten de etkilenmeyeceğini hatırlatmıştı.
Yaptığı takdirde bunlardan mahrum olacağını hatırlatmıştı.
Nitekim ağaca yaklaşınca;ilk iş olarak avret yerleri açıldı.
Ve cennette sayılan nimetlerden mahrum kaldıklarını dile getirdiler.Kendi kendilerini bu günah sebebiyle mahrumiyete atmış oldular.
-“O ikisi şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak hüsrana düşenlerden oluruz!”
Tıpkı Yunus peygamberde öyle demişti.
MEHMET ÖZÇELİK
14-07-2014




ŞÜPHE Mİ EDİYORSUNUZ?

ŞÜPHE Mİ EDİYORSUNUZ?
“Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz.”
Allah’ın varlığından şüphe duyanların,ahiret konusunda şüphe duymaları normaldir.
Çünkü,sahibini kabul etmiyor.
“Allah’ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.”
O inanmayan insanlar Allah hakkında yalan söylemektedirler.Bunun karşılığı için bile olsa Allah;
“Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir olanların da kendilerinin yalancılar olduklarını bilmeleri için (Allah onları diriltecek).”
Âhireti var edecektir.
*Kuranda kuşku ile alakali tahmini 20 ayet geçiyor.
2:147 – O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!

3:60 – Bu hak (gerçek) senin rabbindendir, o halde şüphecilerden olma.

6:2 – Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen bir ecel de (kıyamet zamanı) O’nun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.

6:114 – Allah, size Kitab’ı (Kur’ân’ı) açıklanmış olarak indirdiği halde, ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Kur’ân’ın, gerçekten Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphe edenlerden olma.

9:45 – Senden izin isteyenler, olsa olsa Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar olabilir. Onların kalbleri hep işkillidir. Bundan dolayı şüphe içinde bocalayıp dururlar.

10:94 – Sana indirdiklerimizde herhangi bir şüpheye düşersen, senden önce kitap okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma!

10:104 – De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimde bir şüpheniz varsa, şunu bilin ki, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Lâkin sizin de canınızı alacak olan Allah’a taparım. Bana müminlerden olmam emredilmiştir”.

15:63 – Elçiler dediler ki: “Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik.”

24:50 – Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!

29:48 – Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.

34:51 – Onları telaşa düştükleri zaman görsen: Artık kaçamak yoktur. Yakın yerden yakalanmışlardır.

34:52 – Ve: “O’na iman ettik” demektedirler. Fakat onlar için (âhiret gibi) uzak bir yerden (imana) el sunmak (ulaşabilmek) nerede?

34:53 – Halbuki daha önce (dünyada) O’nu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayba taş atıyorlardı.

34:54 – Artık kendileriyle arzularının arasına set çekilmiştir. Tıpkı bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü hepsi işkilli bir şüphe içinde bulunuyorlardı.

40:34 – Bundan önce size delillerle Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiğihakikatte şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de “Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez” dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.

43:61 – Gerçekten o, (İsâ’nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.

44:50 – İşte sizin inkâr edip durduğunuz şey budur.”

49:15 – Gerçek müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.

57:14 – (Münafıklar) onlara: “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. (Müminler) de derler ki: “Evet ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı.

74:31 –

Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: “Allah bu misalle ne demek istedi?” desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.
Bir şey ki eğer o Allah-dan ise şek ve şüpheyi ortadan kaldırır.O’nunla şüphe bir arada bulunmaz.
Şüphe şeytana ve nefse aid bir aldatmacadır.Aklın,kalbin ve duyguların bulandırılmasıdır.
İman ve yakîn şüpheyi tardeder.
MEHMET ÖZÇELİK
22-02-2014