VESVESE

VESVESE
Vesvese,fısıltı demektir.
Kur’an-ı Kerim’de farklı şekilde zikredilir.Mesela Şeytan aynı zamanda kuruntu verir:
Keşşâf’ın ve Ragıb’ın da söyledikleri vechile vesvese esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, gizli fısıltıya denilir. Zinet eşyası hışıltısına “vesvâsü’l-huliy” denilmesi bundandır. Kamus’un kaydettiği vechile avcının ve köpeklerin yavaşça seslerine vesvese ve vesvâs denilmesi de bundandır. Bundan hâtırâ-i redîeye, yani nefsin veya şeytanın kalbe koyduğu hayırsız, faydasız, alçak hatıra ve dağdağaya vesvese denilmek meşhur olmuştur, dilimizde bilinen de budur. “Nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz.” âyeti nefsin vesvesesi hakkında, “Şeytan ona (Âdem’e) fısıldadı.” âyeti de şeytanın vesvesesi hakkındadır.
İlk insan olan Hz.Âdem ve Havvanın ayaklarının kayması vesvese ile olmuştur.
“Lâm” ile “el-vesvâs”, şeytanın bir ismi olmuştur. Çünkü Keşşâf’ın dediği gibi bütün meşgûliyeti, sanatı ve daima üzerine düştüğü hep vesvese ve azdırmadır. Öyle vesvese vermekle bilinen odur. Bahru’l- Muhit’de Ebu Hayyan der ki: “el-Vesvâs, şeytanın ismi demişlerdir, bununla beraber vesvas şehvetlerin fısıldadığı vesveseye de denilir ki yasaklanmış olan nefsin arzularıdır.”
Yaldızlı laflar söyler.
Mü’minler üzerinde hiçbir hakimiyeti olmamasına rağmen, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara’ aldatması etkilidir.
Âyette:”Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliyoruz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” ayeti, nefsin vesvesesine işaret ederken; “Şeytan Adem’e vesvese verdi” manasına gelen bir çok ayet de şeytanın vesvesesine delalet etmektedir.
Adına Muavvizeteyn yani kendisiyle Allaha sığınılan iki sure olan Felak ve Nas suresinin nüzul sebebinde;
“l. De ki: “İnsanların Rabbına sığınırım.
2. O insanların Meliki ‘ne
3. İnsanların ilâhına.
4. O çok vesvese veren sinsi şeytanın şerrinden.
5. Ki o, insanların kalblerine hep vesvese verir.
6. (O şeytan) gerek cinlerden, gerek insanlardan.
Sa’lebî’nin tefsirinde İbn Abbâs ve Hz. Aişe’den rivayetle zikrettiği bir ha¬diste onlar şöyle anlatıyor: Yahudilerden bir çocuk Hz. Peygamber (sa)’e hiz¬met ederdi. Yahudiler onun aklını çelip Rasûlullah (sa)’ın taradığı saçlarından ve tarağından bir kaç diş almasını istediler. O da bunları alıp yahudilere verdi. Yahudiler de bunlarla Rasûlullah (sa)’a büyü yaptılar. Bunu yapan kişi içlerin¬den İbn A’sam adında birisiydi. Yaptıktan sonra o büyüyü Züreyk oğullarının kuyusuna attılar ki o kuyuya Zervan denilirdi.
Bu büyü ile Rasûlullah (sa) rahatsızlandı. Başında saçları dağıldı. Altı ay süreyle kadınlara gittiğini görüyor (ona öyle geliyor) ve fakat onlara (aslında) yaklaşmamış oluyordu. Bir iş yaptığını sanıyor ve fakat yapmamış oluyordu. Erimeye başlamıştı fakat başına ne geldiğini bilmiyordu.
Bir gün uyuduğu bir sırada kendisine (rüyasında) iki melek geldi. Birisi baş tarafına, diğeri ayak ucuna oturdu. Ayak tarafına oturan baş tarafına oturana: “Adamın nesi var?” diye sordu. Başucundaki: “Hasta olmuş.” dedi. Ayakucun¬daki: “Neden hastalanmış?” diye sordu. Başucundaki: “Kendisine büyü yapıl¬mış.” dedi. “Ona kim büyü yapmış?” sorusuna da: “Yahudi Lebîd ibn A’sam.” demiş. “Ona ne ile büyğ yapmış?” sorusuna da: “Tarağı ve taraktan düşen saçıy¬la.” cevabını vermiş. “Peki o büyü nerede?” deyince de “Bir hurma çiçeğinin kabuğunda, Zervan kuyusunun dip taşının altında.” diye cevap vermiş ve o sıra¬da Hz. Peygamber (sa) uykusundan uyanmış ve: “Ey Aişe, farkında mısın Allah Tealâ bana ilâcımı bildirdi.” buyurmuş, sonra da Ali, Zübeyr ve Ammâr ibn Yâsir’i o büyüyü alıp getirmeye göndermiş. Kuyunun başına gelmişler, kuyu¬nun ipini çekmişler, kuyudaki su sanki kına suyu gibiymiş. Kayayı kaldırmışlar, altındaki hurma çiçeği kabuğunu çıkarmışlar. İçinde Hz. Peygamber (sa)’in sa¬çından düşen kıllarla tarağından kırılmış iki diş ve yanında bağlanmış bir ip varmış. İpin üzerinde iğne ile dikilmiş on iki düğüm varmış.
İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu iki Sûreyi indirmiş de her âyet okunduk¬ça bir düğüm çözülmüş ve Rasûlullah (sa), ondan her bir düğüm çözüldükçe bir hafiflik hissediyormuş. Nihayet son düğüm de çözülünce rahatlayıp sanki ipten kurtulmuş gibi kalkmışlar. Cibrîl: “Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın adıyla sana rukye (muska) yaparım; seni rahatsız eden her kötülükten, hasedçiden ve göz¬den. Böylece Allah sana şifa verir.” demiş.
“Ey Allah’ın elçisi, o pis herifi tutup öldürelim mi?” dediklerinde Rasûlullah (sa): “Bana Allah şifa verdi. İnsanlara kötülük etmekten nefret ede¬rim.” buyurmuş.

*Şeytan aklı bulandırıp,sinyal kesici jammerler gibi manevi canibten gelen ilham ve sinyalleri bozarak aklı karıştırır.
Bu karışıklık ve bulanıklıktan istifade ederek kalbe girmeye bir yol bulur.
Vesvesecinin taktiği akıl ve kalbdir.O bir kalb avcısıdır.
Zira radar gibi sürekli dönüp,alemlerden sinyaller alan kalbin dış desteğini keserek, yalnız bıraktırarak avlamasını kolaylaştırır.
Vesvese psikolojik bir durumdur.Tıpkı kişinin maillerine gelenlerden bazı engelleyici proğramlarla azaltılsa bile,engellenmesi kaçınılmazdır.Vesvese bunlarla gereksiz yere ilgilenmeyi sağlar.Mesele bunların gelmesi değil,nasıl karşılanacağı ve onlarla ilgilenileceği önemlidir.
Ehemmiyet verip üzerine düşüldükçe zararı artar.

*İslâmdan önce kâhinler,cinlerin gökteki fısıltıları,yarım yamalak bilgileri alıp kendilerine getirmeleriyle,onlarda bunu halka bildirirlerdi.
Bazen fısıltı gazetesinin bir haberi,büyük hasarlara sebep olmaktadır.
Bundan dolayı vesvesenin mahiyeti bilinirse ondan korunulurken,cehalet vesveseyi davet eden en büyük âmildir.
*Vesvese irside olabilir.Ancak şart değildir.
Vesvese ilaçlar yoluyla,aklın dengelenmesini sağlayacak tedavi yöntemleriyle de çözülebilir.
*Vesvese bu asrın büyük bir hastalığıdır.Herkes az-çok buna mübteladır.
Kalbin etrafında bulunan melek ilhamı ve şeytan vesvesesini birbirinden ayırıcı bir inanca ve ameli takviyeye ihtiyaç vardır.
Vesvese hayalin bir ürünüdür.Bunun bir hakikatı yoktur.Tıpkı karındaki pislik namaza,aynada görünen yılan sokmadığı ve ateş gerçek olarak yakmadığı gibi.
Gecelerdeki karanlığa dikkat edile edile büyür ancak ehemmiyet verilmezse küçülür.
*Açtığı zararlar içerisinde;abdest alanın bunu sürekli tekrarlaması ve bu yüzden bazen özellikle sabah namazını kaçırmaya veya namazdan kaçmaya sebep olmaktadır.
Ne yaptığını bilmeme ve sürekli durgunluğa sebep olmaktadır.
Yapmamışken yapmış zannetme ve hallisinasyonlar görmeye sebep olur.
Amelin daha iyisini yapayım derken,terk etmesine neden olur.

*Vesvese bu kadar zararlı iken,verilmesindeki sebep;teyakkuza,kendine gelmeye ve tedbire sebebtir.Tıpkı uyuyan insanın yüzüne konan sinek nasıl ki uyanmasına sebep ise,vesvesede kişinin uyanmasına,araştırmasına ve tedbir almasına sebeb olmaktadır.
Ondan korunmak için euzü-besmele çekmeli,felak ve nas surelerini okumalıdır.
Fazla rahatsız ettiği zaman Allah’a sığınmalı,dua ve niyazda bulunmalıdır. Şöyle ki;
Kişi üzerine saldıran bir itten korunmak için,önce o itin sahibini arar.Sahibinin onu bağlamasını,zincirlemesini ondan ister.
Vesvese de saldırgan bir it mesabesindedir.Korunmak için Allah’a sığınarak;
Ya Rabbi!Şu şeytan itine ve onun saldırmalarına karşı beni koru,onu bağla, zararını benden defet,demeli,O’na yalvarmalıdır.
Aslında vesvesenin bir hikmet ciheti de;dolaylı olarak Allah’a sığınmayı sağlamak, ister istemez Allah dedirtmektedir.
Bu durum ümitsizliğe düşmeyi de engellemiş olur.
05-03-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KUR’AN-I KERİM-DE KÂFİR VE MÜ’MİNLERİN SÖZLERİ

KUR’AN-I KERİM-DE KÂFİR VE MÜ’MİNLERİN SÖZLERİ
Kur’an-ı Kerim-de muhtelif sözler bulunmaktadır.Karıncaların sözünden ,Hüdhüd kuşunun sözüne ,Peygamberlerin,zalimlerin,münafıkların,ilim sahibi olmayanların,kibirlilerin,vs. konuşmaları dile getirilir.
Bu tarihi vaka dün onlar tarafından denildiği gibi,her zamanda söylenen,söylenilecek sözlerdir.
Kafir olanlar hep olmayacak şeyleri istemişler,hep azabın kendilerine gelmesine sebeb olacak söz ve davranışlarda bulunmuşlardır.
“Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.”
İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah, bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?” demeleri engel olmuştur.
De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.”
Kâfir olanlar dediler:
“O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi.”
“Kavminin ileri gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.”
“Şu’ayb’ın kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
“İçlerinden bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki o kâfirler, “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler?”
“Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.”
“İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.”
“Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.”
“Âyetlerimiz kendilerine apaçık bir şekilde okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlara, “İki topluluktan hangisinin bulunduğu yer daha hayırlı meclis ve mahfili daha güzeldir?” dediler.”
“Âyetlerimizi inkâr edip “Bana elbette mal ve evlat verilecek!” diyen kimseyi gördün mü?”
“Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
“O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.”
“İnkâr edenler, “Bu Kur’an, Muhammed’in uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar haksız ve asılsız bir söz uydurdular.”
“İnkâr edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.”
“İnkâr edenler dediler ki: “Biz ve babalarımız toprak olmuş iken mi, gerçekten bizler mi (diriltilip) çıkarılacağız?”
“Onlar, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.”
“İnkâr edenler iman edenlere, “Yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim” derler. Hâlbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.”
“İnkâr edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
“Yine inkâr edenler şöyle dediler: “Çürüyüp ufalandıktan sonra sizin yeniden diriltileceğinizi söyleyen bir adamı size gösterelim mi?”
“İnkâr edenler, “Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler.”
“Âyetlerimiz apaçık bir şekilde onlara okunduğunda, “Bu sadece, atalarınızın tapmakta olduğu şeylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır” dediler. Bir de, “Bu (Kur’an), uydurulmuş bir yalandır” dediler. Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler, “Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler.”
“Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.”
“Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu, yalancı bir sihirbazdır.”
“İnkâr edenler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın.”
“(Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”
“Âyetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, o küfredenler kendilerine geldiğinde Hak (kitap Kur’an) için, düşünmeden “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler.”
“İnkâr edenler, inananlar için, “Eğer o Kur’an iyi bir şey olsaydı, onlar onu kabulde, bizi geçemezlerdi” dediler. Onunla doğru yolu bulamadıkları için; “Bu eski bir uydurmadır” diyecekler.”
“Kâf. Şerefli Kur’ân’a andolsun ki kâfirler, aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu tuhaf bir şeydir!”
“Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der.”
“Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
“Andolsun, “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, andolsun onlardan inkâr edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır.”
“Onlara katımızdan gerçek gelince, “Mûsâ’ya verilen (mucize)lerin benzeri niçin buna da verilmedi” dediler. Onlar daha önce Mûsâ’ya verilen (mucize)leri inkâr etmemişler miydi? Onlar, “İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor” dediler. “Biz hepsini inkâr ediyoruz” dediler.”
“İçlerinden, (Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız. Her türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar. Hatta tartışmak üzere sana geldiklerinde inkâr edenler, “Bu (Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değil” derler.”
“Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.””
“İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.”
“İnkâr edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”
“İnkâr edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur’an) bilgisi bulunanlar yeter.”
“Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.””
“Şüphesiz biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve inkârcının, “Keşke toprak olaydım!” diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık.”
“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş’ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.”
“Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.”
“Bir de (Mekke Kâfirleri): “- Doğru söyleyenler iseniz, bu va’d ne zaman?” diyorlar.”
“Şüphesiz inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. (Senin için,) “Hiç şüphe yok o bir delidir” diyorlar.”
Kibirlilerden ise şöyle bahsedilir:
“Kavminin büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, “Siz, Salih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor musunuz?” dediler. Onlar da, “Biz şüphesiz onunla gönderilene inananlarız” dediler.
Büyüklük taslayanlar, “Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz” dediler.”
“Şu’ayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.”
“Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler.”
“Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: “Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir.”

*İman edenler ise:
“O inanan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim.”
“Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün. İnananlar da, “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır” diyecekler. İyi bilin ki zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.”
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.”
“(O zaman) iman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin edenler şunlar mı?” Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan edenler olmuşlardır.”
“İnananlar, “Keşke bir sûre indirilse!” derler. Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.”
“İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”

*ONLARA DENİLDİĞİNDE (Gıle):
SH.576.YAZ KİLE
“Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler.”
“Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.”
“Derken, onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.”
“Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”
“Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?”
“Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!”
“İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da mü’minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara (münafıklara), “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin” denildi de onlar, “Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.”
“Münafıklara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.”
“Daha önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”
“Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygamber’e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?”
“O zaman onlara denilmişti ki: “Şu memlekete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’ deyin. Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz.
Onlardan zulmedenler hemen sözü, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik.”
“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.”
“Onlar eğer savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların harekete geçmelerini istemedi de onları geri bıraktı ve onlara, “Oturun, oturan âcizlerle beraber” denildi.”
“Sonra da zulmedenlere, “Ebedî azabı tadın! Siz ancak vaktiyle kazanmakta olduğunuzun cezasına çarptırılıyorsunuz” denilecektir.”
“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.”
“Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak.”
“Onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “Öncekilerin masalları” dediler.”
“Allah’a karşı gelmekten sakınan kimselere, “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayr indirdi” derler. Bu dünyada iyilik yapanlara bir iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah’a karşı gelmekten sakınanların yurdu ne güzeldir.”
“Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.”
“Onlara, “Rahmân’a secdeye kapanın denildiğinde “Rahmân da nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?” derler ve bu onların nefretini artırır.”
“İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi. “Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)”
“Ve onlara: Allah’dan başka taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı, veya kendilerini kurtarıyorlar mı? denilmekte…”
“Vaktâ ki (o hükümdar kadın) geldi, denildi ki, «Senin tahtın böyle midir?» Dedi ki: «Bu, sanki o. Maamafih bize ondan evvel bilgi verilmiş idi ve bizler müslümânlar olduk.» Onu Allah’ın gayrı tapar olduğu şey (İslâmiyet’ten) men etmiş idi. Şüphe yok ki o, kâfirler olan bir kavimden idi.
Ona “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi. Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.”
“Onlara, “Haydi ortaklarınızı çağırın!” denir. Onlar da çağırırlar fakat ortakları onlara cevap veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.”
“Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?”
“Fasıklık edenlere gelince, onların barınağı ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, oraya döndürülürler ve onlara, “Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın” denir.”
“(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.”
“Onlara, “Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin” denildiğinde yüz çevirirler.
Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar.
Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.”
“Çünkü onlar, kendilerine, “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı.”
“Kıyamet günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse, (o gün) azaptan emin olan kimse gibi midir? Zalimlere, “Kazandıklarınızı tadın” denir.”
“Onlara şöyle denir: “İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!”
“Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış hâlde görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” denilmiştir.”
“Sonra onlara, “Allah’ı bırakıp da ortak koştuklarınız nerede?” denilir. Onlar da, “(Yüzüstü bırakıp) bizden uzaklaştılar. Hayır, demek ki, biz önceleri hiçbir şeye tapmıyormuşuz, (taptıklarımız bir hiçmiş)” derler. İşte Allah, inkârcıları böyle saptırır.”
“Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.”
““Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir, kıyamet hakkında hiçbir şüphe yoktur” dendiği zaman ise; “Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, sadece zannediyoruz. Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz” demiştiniz.”
“Onlara şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur.”
“Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.”
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım” diyecekleri gün kendilerine, “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın” denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.”
“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
“O münafıklara, “Gelin, Allah’ın Resûlü sizin için bağışlama dilesin” denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.”
“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.”
“(Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.”
“(Yanında bulunanlar tarafından) denilir ki: “- (Bunu) tedavi edecek bir doktor kim var?”
“Onlara, “Rükû edin (namaz kılın)” dendiği zaman rükû etmezler.”
Mehmet ÖZÇELİK
03-04-2011




KUR’AN-DA KÜTİBE SÖZCÜĞÜ

KUR’AN-DA KÜTİBE SÖZCÜĞÜ
Kur’an-ı Kerim-de Kütibe sözcüğü 13 defa geçmektedir.7 defa ile en çok Bakara suresinde zikredilmektedir.
Bakara 183 ve 246.âyetlerde 2 kere geçmektedir.
Kütibe;meçhul fiil olup; yazılmış,emredilmiş,hükmedilmiş,borçlandırılmış, yüklenmiş, farz kılınmış gibi sorumluluk ifade eden anlamlara gelmektedir.
Hükme ve karara bağlanmış meseleler için ifade edilir.Karar defterine yazılarak tescillenmeyi ifade eder.İnsanın sicil defteri,karar defteri.
Gerek insanların kendi yaptıklarının,taleblerinin veya direkmen Allah’ın o insanlara yüklemiş olduğu bir yükümlülük ve mükellefiyettir.
Peygamberimiz hayatında bu duruma karşı gayet hassas ve dikkatli davranarak; gerek çok soru sorulmasını ve gerekse de teravih namazı gibi müdavemeti ve sık sık yapmayı terk etmiştir.Ümmetinin zorluğa düşmemesi için bazı durumlarda terketmiş ve uygulamadan kaçınmıştır.
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.”
“Birinize ölüm geldiği vakit bir hayır -bir mal- bırakacaksa, babası ve anası ve en yakın akrıbası için meşrubir surette vasıyyet etmek müttekiler üzerine icrası vacib bir hak olarak üzerinize yazıldı.”
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
“Musa’dan sonra, Benî İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.”
“Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, «Bu işten bize ne!» diyorlardı. De ki: İş (zafer, yardım, herşeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah’a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. Şöyle de: Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.”
“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da «Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?» dediler. Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.»
“Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap’ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah’ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.”
“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah’ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa dûçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”
“Onlar, -küçük olsun, büyük olsun- bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi aşmazlar ki, Allah kendilerini işlediklerinden daha güzeliyle mükafatlandırmak için onların hesaplarına yazmış olmasın!”
“ (O şeytanki) hakkında şöyle hüküm verilmiştir: Şüphesiz kim onu dost edinirse, o muhakkak onu saptırır ve doğruca cehennem azabına götürür.”
MEHMET ÖZÇELİK
19-11-2010




HAYIR BARIŞTADIR

HAYIR BARIŞTADIR
11-Eylül-de ikiz kuleler vurulunca Abd ve batı ülkelerinin ilk tepkisi;Bin Ladin olmuştu.
Benim ilk tepkim ise;bu bir senaryoydu.Öyle de oldu.Pek duyulmayan Ladin bu olayla reklam edilmiş oldu.Sanal düşman hazır,haçlı seferleri başlamıştı.Bütün göstergeler ve şüpheler buna işaret ediyordu.
Zira Mossad-ın uyarısıyla o gün ikiz kulelerde iş yerleri bulunan üç bin Yahudi işe gitmemişti.Senaryoya rağmen Abd hala net bir inandırıcı belge ve suçlu öne sürmemektedir.Sarhoş bir suçlu Ladin-e yamanmıştır.
Hemen ardından bu bahane ile islâm ülkelerine saldırıldı ve saldırı hala da devam etmektedir.O bir starttı.
Batı ve Abd doğrudan veya dolaylı olarak kucağında büyüttüğü firavunları teker teker indirmekte,suyu sıkılan limon gibi artık sağılması pek umulmayan bu kişiler devre dışı bırakılmaktadır.Böylece yeni firavunlar ve firavuncuklar aranmaktadır,olacak yeni değişimlere karşı.İslam dünyası uyanıp şekillenmeye dahil olmazsa tarih bir daha tekerrür etmiş olacaktır.
Üsame bin ladin-in yaptıkları tasvib edilemez.Fayda değil zarar vermiştir.Bilinçli veya bilinçsiz olarak alet olmuştur.
Apo-yu uzun süre yakalamayıp teslim etmeyen Abd,Ladini de ciddi manada engellememiştir.
Cıa başkanının ifadesine göre;Ladin taraftarları 60-100 kişi arasında derken, afganistana 100 bin asker yığıldı,yüz milyar dolarlar harcandı!
Şimdiki ladinin vurulduğu yer bir mağara değil,büyük bir villa,askeri okula 900 metre yakın ve emekli askerlerin bulunduğu yer.
Ladin bir savaş sembolü yapıldı ve figüran olarak seçildi.
İslam ülkelerine vurmak için biçilmiş bir kaftan.
Bugün dünyanın ekonomiden de,teknolojiden de,bir çok şeyden daha önemli üzerinde durması gereken barışın sağlanmasıdır.Müsbet hareket edilmesidir.
Dünyada terörün bitip sulhun,barış ortamının sağlanmasıyla nazarlar İslâmiyete dönecektir.
Barış demek olan İslâm,Ladin bahanesiyle İslami terör,Müslüman terörist muamelesine tabi tutuldu.
Batıda esas olan menfaattır.Ladin-in öldürülmesi Obama-nın elini güçlendirmiştir.Liderliğini pekiştirerek devamını garanti altına almıştır.Tıpkı bizde Apo-nun yakalanmasıyla Ecevit-in oyunun yükselmesi gibi.
Medenilere üstün gelmek ikna iledir.Kavga ve mücadele ile değildir.Dünyada dönen entrikaları boşa çıkarmak,basiretli hareketler ile mümkündür.
*Irak-ta Saddamın bitirilmesiyle her şey düzelecek deniliyordu.Oysa her gün onlarca insan saldırı ve bombalamalarla ölmektedir.
Ladin-in öldürülmesiyle de bu iş bitmiş değildir.Belki yıllarca büyütülen nefret ve Ladinin öldürülmesinin doğuracağı hınç,avrupanın bir çok yerinde ölümcül nefretlere dönüşerek devam ettirilmeye çalışılacaktır.
Ladinin öldürülmesiyle terör bitecek mi?
Dünyada bir sektör haline gelen terör ortadan kaldırılacak mı?
Bataklık mı kurutulacak yoksa sineklerle uğraşmaya ve sinek üretilmeye devam mı edilecek?
Dünya topyekun bu meseleye el atmalı,barışı sağlamalıdır.
Barış,özgürlük ve fakirliğin çözülmesinde,çözüme yönelik kararlar alınarak uygulanmalıdır.
Mesele ladinin öldürülmesi değil,Ladinlerin doğuşuna meydan verilmemesidir.
Dışta kendi ekseni etrafında dönen dünya,içte de kendi eksenini bulana kadar dönmeye devam edecektir.
Nice zalimler eylemiş pâ-mal
Etmez ihmal ederse de ihmal..
MEHMET ÖZÇELİK
02-05-2011




EY KAVMİM ( YÂ KAVMî)

EY KAVMİM ( YÂ KAVMî)
Kur’an-ı Kerim-de peygamberler kendi kavimlerini peygamberliğin vazifelerinden olan Tebliğ vazifesiyle sürekli uyarmış ve onları doğru yola irşad etmişlerdir.
Yapılan her türlü tehdit,zorluk ve ölüme karşı göğüs germişler,netice olarak sürekli hakkı hakim kılmışlardır.
İşte Kur’an-ı Kerim-de peygamberlerin kavimlerine olan hitapları 52 yerde şöyle geçmektedir:
-“Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Öyle yapmanız Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O’dur.”
-“Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size (lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı. Alemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.
Ey kavmim ! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.”
-“Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.”
-“De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurdun (dünyanın) sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmazlar.”
-“Andolsun ki Nuh’u elçi olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.”
-“Dedi ki: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.”
-“Ad kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâla sakınmayacak mısınız?”
-“”Ey kavmim! dedi, ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin Rabbinin gönderdiği bir elçiyim.”
-“Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir mucize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.”
-“Salih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.”
-“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.”
-“(Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve (içinden) dedi ki: “Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!”
-“Onlara Nuh’un haberini oku: Hani o kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldi ise, ben yalnız Allah’a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın. Bundan sonra (vereceğiniz) hükmü, bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.”
-“Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’a inandıysanız ve O’na teslim olduysanız sadece O’na güvenip dayanın.”
-“(Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?
Ey kavmim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.
Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah’tan (onun azabından) kim korur? Düşünmüyor musunuz?”
-“Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Siz yalan uyduranlardan başkası değilsiniz.
Ey kavmim! Ben, ona (peygamberliğe) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?
Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O’na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah’tan) yüz çevirmeyin.”
-“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O’ndan mağfiret isteyin; sonra da O’na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır, (dualarını) kabul edendir.”
-“(Sâlih) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden (verilen) apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet (peygamberlik) vermişse, buna ne dersiniz? Bu durum karşısında O’na âsi olursam beni Allah’tan (O’nun azabından) kim korur? O zaman siz de bana ziyan vermekten fazla bir şey yapamazsınız.
Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın devesi. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin (içsin). Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.”
-“Lût’un kavmi, koşarak onun yanına geldiler. Daha önce de o kötü işleri yapmaktaydılar. (Lût): “Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır (onlarla evlenin); sizin için onlar daha temizdir. Allah’tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde aklı başında bir adam yok mu!” dedi.”
-“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Zira ben sizi hayır (ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.
Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.”
-“Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah’ın yardımı iledir. Yalnız O’na dayandım ve yalnız O’na döneceğim.
Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir.”
-“(Şuayb:) “Ey kavmim dedi, size göre benim kabilem Allah’tan daha mı güçlü ve değerli ki, onu (Allah’ın emirlerini) arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.
Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Kendisini rezil edecek azabın geleceği şahsın ve yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber beklemekteyim.”
-“Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! dedi, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vâdinizden döndünüz?”
-“Hakikaten Harun, onlara daha önce: Ey kavmim! demişti, siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz şüphesiz çok merhametli olan Allah’tır. Şu halde bana uyunuz ve emrime itaat ediniz.”
-“ Andolsun ki, Nuh’u kavmine gönderdik ve o: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka bir tanrı yoktur. Hâla sakınmaz mısınız? dedi.”
-“ Sâlih dedi ki: Ey kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Allah’tan mağfiret dileseniz olmaz mı? Belki size merhamet edilir.”
-“ Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi.”
-“ Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. “Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!”
-“ De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın; doğrusu ben de yapacağım! Artık yakında bileceksiniz!”
-“ Ey kavmim! Bugün, yeryüzüne hakim kimseler olarak hükümranlık sizindir. Ama Allah’ın azabı bize gelip çatarsa, kim bize yardım eder? Firavun: Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum dedi.
İman etmiş olan dedi ki : “Ey kavmim! Doğrusu ben ben üzerinize önceki toplulukların günü gibi, bir günün gelmesinden korkuyorum.”
-“ “Ey kavmim! Gerçekten sizin için o bağrışıp çağrışma gününden, korkuyorum.”
-“ O iman eden kimse: Ey kavmim! dedi, siz bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim.
Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.”
-“ Ey kavmim! Nedir bu hal? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.”
-“ Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?”
-“ Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah’ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz? demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.”
-“ “Ey kavmim dedi,ben sizin için açık bir uyarıcıyım”
-“ (Bana ibadet etmesi için) Musa’ya otuz gece vade verdik ve ona on gece daha ilâve ettik; böylece Rabbinin tayin ettiği vakit kırk geceyi buldu. Musa, kardeşi Harun’a dedi ki: Kavmimin içinde benim yerime geç, onları ıslah et, bozguncuların yoluna uyma.”
-“ Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terkettiler.”
-“ Nuh: Rabbim! dedi, kavmim beni yalancılıkla suçladı.”
-“ Ona: Cennete gir” denilince. “Keşke, dedi, kavmim bilseydi!”
-“ (Sonra Nuh:) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.”




DAĞLAR VE DENİZLER

DAĞLAR VE DENİZLER

Dağlar Allah-ın kudret ve azametine en büyük delil ve şahitlerdir.
Bir çok vazifesi olan dağlar,her bir varlık gibi,kendi lisanıyla Hakkı tesbih ederler.
Dağlar havayı tarak gibi tarayıp temizlerken,bir yandan maden ve sulara hazine ve ambarlık yapar.Yer yüzünü sarsıntıdan vikaye edip korurlar.
Yer yüzüne çakılmış birer çadır direk görevi görürler.
Denizlerde büyüklükleri dağların aksine yerin derinliklerine doğru inerek,Allah-ın haşmetine ve ibret levhalarına nazarlarımızı çevirmektedir.
Zerreden uçsuz bucaksız kâinata nazarımızı çevirmemizi isteyen Allah,tefekkür penceresiyle alemimizin boyutlarını genişleterek daha kapsamlı bakmış ve imanımız artmış olur.
Rabbimiz buyurur:”Efela yenzurune ilel ibili keyfe hulikat”yani ve devam ile;
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?”

Eski devirdeki insanlara dağlar birer mesken olmuş.
“tenhitunel cibale buyuta”-’dağlarında evler yontuyorsunuz.’

“Ve huvellezi meddel erda ve ceale fiha ravasiye ve enhara”-‘ Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan’

“Vel erda medednaha ve elkayna fiha ravasiye “-‘Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik’

“Ve teral cibale tahsebuha camideten ve hiye temurru merras sehab”
‘Dağları yerinde donmuş gibi durur görürsün, oysa onlar bulutlar gibi geçerler.’
(Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır.
İlk olarak bu yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya’nın ilk dönemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü.)

Denizler ise;İnsan oğlunun önemli kısmının sahillerde yaşayarak geçimini denizden elde ettikleriyle sürdürmeleri ve denizlerin önemli çapta nakliye ve yolculuklarda insanların istifadesine sunulmuştur.
“Ve huvellezi sehharal bahra li te’kulu minhu lahmen tariyyev ve testahricu minhu hilyeten telbesuneha, ve teral fulke mevahira fihi ve li tebteğu min fadlihi ve leallekum teşkurûn.”
“O, taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.”

“Ve huvellezi meracel bahreyni haza azbun furatuv ve haza milhun ucac, ve ceale beynehuma berzehav ve hicram mahcura.”
‘O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.’

“Meracelbahreyni yeltekiyân. Beynehuma berzahul la yebğiyân.”
‘İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.’

“Vel fulkilleti tecri fil bahri bima yenfeun nase “
‘İnsanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde’

“Ve sehhara lekumul fulke li tecriye fil bahri bi emrih, ve sehhara lekumul enhâr. “
‘Ve emriyle denizde cereyan etmek için size gemileri muhassar kıldı, size nehirleri de muhassar kıldı’

*Kazakistan Milli Uzay Ajansı Kazkosmos Başkanı Talgat Musabayev:
“Astronotlar arasında ateist bulunamaz. Uzay insanoğluna en ikna edici bir yer ve önemli manevî ders vermekte.”
‘Hayatımda ilk defa Allahu Ekber dedim’
Toplamda 341 gün, 9 saat, 48 dakika, 41 saniye uzayda kaldğını söylemiştir..

Aynı şekilde Dağları ve Denizleri görüp de –Allah-u Ekber- dememek,elbette mümkün değildir.

MEHMET ÖZÇELİK
22.04.2010




GECE VE KORKU

GECE VE KORKU

Kur’an ve Hadislerde geçen Gece ve Korkuyla ilgili olarak özetle şunlar zikredilmektedir.

1-Gece ile Gündüzün yaratılışı:

“O Yüce Yaratıcı -Sabahı yarıp çıkarandır. Ve geceyi bir rahat zamanı, güneş ile ayı’da birer hesab vâsıtası kılmıştır. İşte bunlar aziz olan herşeyi bilen Allah’ın- o ezelî yaratıcının- takdiridir.”[1]

”O, o zattır ki, sizin için geceyi kılmıştır ki, onda istirahat edesiniz. Gündüzü de gösterici -aydınlık- kılmıştır. Şüphe yok ki, bunda işiten bir kavim için elbette âyetler vardır.”[2]

”Ve o -Yüce Yaratıcı-dır ki: Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ay’ı yaratmıştır. Herbiri bir felekte yüzmektedir.”[3]

”De ki: Haber veriniz, eğer Allah geceyi kıyamet gününe kadar üzerinize daimî kılacak olsa Allah’tan başka tanrı kimdir ki, size bir ışık getiriversin, hâlâ işitmeyecek misiniz?.”[4]

”De ki: Söyleyiniz, eğer Allah sizin üzerinize gündüzü daimî kılacak olsa Allah’tan başka hangi mâbuttur ki, size kendisinde istirahat edecek olduğunuz bir geceyi getiriverir. Hâlâ görmüyor musunuz?”[5]

”Ve onun rahmetindendir ki, sizin için geceyi ve gündüzü yarattı. Tâki dinlenesiniz ve onun fazlından dileyesiniz ve umulur ki şükredersiniz.”[6]

2-Gece ile gündüzün ardarda gelmesi:

”Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbirini takibinde. İnsanlara faydalı olan şeyler ile denizde akıp giden gemilerde ve Allah’ın semadan indirip onunla yer yüzüne ölümünden sonra hayat verdiği suda ve yeryüzünde her nevî hayat sahibi mahlukatı yaymasında, rüzgârların değiştirilmesinde ve gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta düşünen bir kavm için elbette nice alâmetler vardır.”[7]

”Şüphe yok ki göklerin ve yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün ihtilâfında elbette tam aklı sahipleri için açıkça deliller vardır.”[8]

”Muhakkak Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı gün içinde yarattı. Sonra arş üzerine istivâ buyurdu. Geceyi gündüze örtüverir, onu çabuk çabuk arar, takib eder. Güneşi de, ayı da, yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yaratmıştır. İyi bilmelidir ki, yaratmak da emir de ona mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ pek yücedir.”[9]

3-Gece ile gündüzün meydana gelmesinde ibretler vardır:”[10]

4-Gece ile gündüzün uzayıp kısalması:

“Geceyi gündüz içine tıkarsın, gündüzü de gece içine tıkarsın, ve diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü de diriden çıkarırsın ve dilediğine hesapsız olarak rızık verirsin.”[11]

“Ve o, -yüce yaratıcı- diriltir ve öldürür ve gecenin ve gündüzün ihtilâfı da O’nun -dilemesiyle- dir. Hâlâ akıllıca düşünmez misiniz?”[12]

5-Gece ile gündüzün uzayıp kısalması:[13]

6-Gece uyumak için,gündüz çalışmak için/uyku bir çeşit ölmek gibi:”Ve o, o yüce zattır ki, sizleri geceleyin uykuya daldırır ve gündüzün ne kazandığınızı bilir. Sonra ondan gündüzün uyandırır. Tâki takdir edilen ecel nihâyete ersin. Sonra dönüşünüz ona’dır. Sonra size ne işler yaptığımızı haber verecektir.”[14]

7-Gece uyumak,dinlenmek içindir:[15]

8-Gece ile gündüz insanların hizmetine verilmiştir.

”Ve sürekli seyreden güneşi ve ayı emrinize verdi ve geceyi ve gündüzü de istifadenize vermiştir.”[16]

9-Gece bir Örtü:

”(O, o) mukaddes zat (dır ki: Sizin için geceyi bir örtü ve uykuyu bir rahat, ve gündüzü de bir yayılma zamanı kıldı.”[17]

10-Allah geceyi sürekli kılsa size kim ışık getirir.[18]

11-Rabbini sabah akşam an.

”Ve Rab’bini içinden yalvararak ve korkarak ve yüksek olmayan bir sesle sabahları ve akşamları zikret ve gâfillerden olma.”[19]

12-Gece gündüz bir ayettir:[20]

13-Gece gündüz Allahın birliğini gösteren işaretlerdir:

”Ve O’nun âyetlerindendir gece gündüz ve güneş ve ay. Ne güneşe ve ne de ay’a secde etmeyin ve onları yaratmış olan Allah’a secde ediniz, eğer siz O’na ibadet etmek istiyorsanız.”[21]

14-Gece okumak daha etkili:

”Şüphe yok ki: Geceleyin kalkış, o daha uygundur ve kıraatca da daha sağlamdır.”[22]

Hadisde:Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

Gecenin (üçte ikisi geçip de) son sülüsü kaldığında Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ (keyfiyyeti bizce meçhul bir halde) her gece dünyânın semâsına inerek buyurur ki: Hani bana kim duâ eder ki, onun duâsına icâbet edeyim! Benden kim hâcet ister ki, dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki, onu mağfiret edeyim!

Teheccüd namazı:

-(Abdu’llâh) b. Abbâs radiya’llâhu anhümâ’dan:

Rivâyet olunuyor ki, bir gece Nebiyy-i Mükerrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’in zevcât (-ı tâhirât) ından Meymûne radiya’llâhu anhâ’nın -ki teyzesidir- yanında kalmış. -İbn-i Abbâs (radiya’llâhu anhümâ) der ki, ben (başımı) yastığın enine (koyarak) uzandım. Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem ile ehli de yastığın boyuna (başlarını koyarak) uzandılar. Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem uyudu. Gece yarıyı bulduğunda, yâhud biraz evvelce, yâhud biraz sonraca uyandı. Uykuyu (gidermek için) eliyle yüzünü silmeğe başladı. Ondan sonra Sûre-i Âl-i İmrân’ın son on âyetlerini okudu. Sonra kalkıp asılı duran küçük bir kırbaya uzandı. Oradan güzelce bir abdest aldı. Sonra namaza durdu. -İbn-i Abbâs (radiya’llâhu anhümâ) der ki, (ben de) kalktım. Onun yaptığı gibi yaptım. Sonra gittim, yanına (yâni sol tarafına durdum. Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutup büktü. Sonra iki rek’at, yine iki rek’at, yine iki rek’at, yine iki rek’at, yine iki rek’at, yine iki rek’at kılıp ondan sonra tek (rek’atlı bir namaz) kıldı. Sonra müezzin (da’vete) gelinceye kadar yine uzandı. Ba’dehû yine kalktı, hafif iki rek’at kıldıktan sonra (Hucre-i Şerîfe’sinden) çıkıp Sabah namazını kıldırdı. Bu hadîs-i şerîf evvelce geçmişti. (Ancak şu var ki) her birinde diğerinde olmayan şeyler vardır.

-Yine (Abdullâh) b. Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan:

Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) minberde (hutbe îrâd eder) iken biri: “(Yâ Resûlâ’llâh,) gece(nin nâfile) namazı hakkında ne buyurursun?” diye sordu. “İkişer ikişerdir. (Musallî) Sabah vaktin(in girdiğin)den şüphe ettiği zaman bir tek (rek’at) kılar ki (bu tek rek’at evvelce) kılmış olduklarını tekleştirir.”

İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ der ki: “Geceleyin son namazınız’ Vitir (yâni tek rek’at) olsun. Çünkü Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem bunu emretmiştir.”

Teheccüdle ilgili olarak 20 kadar hadis zikredilmektedir.

-Gece namazı duası:

-Ubâde İbn-i Sâmit radiya’llâhu anh’ten Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

Her kim geceden (bir kısmında) bir taraftan öbür tarafa dönerek uyanır da müteâkıben: (lâ ilâhe illa’llâhu vahdehu lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamd, ve hüve alâ küllî şey’in kadîr. El-hamdü li’llâh ve sübhâne’llâh, ve lâ ilâhe illâ’llâhu va’llâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh) deyip sonra: (Allâhümme’ğfir lî = Allâh’ım, beni yarlığa!) derse (mağfiret edilir). Yâhut duâ ederse, onun duâsına icâbet edilir. Abdest alıp namaz kılarsa, o da kabûl olunur.

Korku ile ilgili olarak gelen Âyet ve Hadislerde de:

Ayette inanıp hallerini düzeltenlere korku olmayacağı belirtilir:

”Biz Peygamberleri göndermeyiz, ancak müjdeleyiciler ve uyancılar olmak üzere göndeririz. İmdi her kim imân eder ve -hâlini- düzeltirse artık onlar için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”[23]

-“Ey Muhammed! Biz seni BÜTÜN İNSANLARA yalnızca müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik.”[24]

-Kafirlerden korkulmayacağı ile ilgili olarak:

“Sizlere ölü, kan, domuz eti, Allah Teâlâ’dan başkasının adına boğazlanan hayvan, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, veya canavar yemiş, daha ölmeden boğazladığınız müstesnâ, ve dikili taşlar üzerine boğazlanan hayvanlar ve zarlar ile kısmet istemeniz haram kılınmıştır. Bunlar birer fısıktır. Bugün kâfirler sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Artık onlardan korkmayınız, benden korkunuz, bugün sizin için dininizi ikmâl ettim, ve sizin üzerinize nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyet’e razı oldum. İmdi her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa günaha meyilli olmaksızın -o yasak etlerden hayatını kurtaracak miktar yiyebilir şüphe yok ki, Allah Teâlâ çok bağışlayandır, pek esirgeyendir.”[25]

-Korku namazı:

Abdullâh İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan:

Şöyle demiştir: Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem ile birlikte Necid tarafına müteveccihen gazâya gitmiştim. Düşmanın hizâsına geldik. Onlara karşı saflarımızı düzdük. (Namaz vakti gelince) Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bize, kıldırmak üzere namaza durdu. Bir kısım (Ashâb) da onunla berâber (namaza) durdular diğer kısım (ise) yönünü düşmana çevirdi. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem kendisiyle birlikte olanlarla berâber rükûa vardı ve iki (def’a) secde etti derken (berâber namaz kılanlar henüz) kılmamış olan tâifenin yerlerine gittiler. Ötekiler de gelip Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in arkasında durdular. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem onlarla berâber (de) rükûa varıp iki secde etti. Sonra selâm verdi. (Ondan sonra) o iki tâifenin her biri (nöbetleşe namaza) durup kendi hesaplarına birer kerre rükûa varıp ikişer secde ettiler.

-Yine Abdullâh İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ, başka bir rivâyette, Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’den naklen: “Düşman daha çok (olup da korku daha ziyâde) olursa yaya ve süvâri olarak (ayakta ve hayvan üstünde) namaz kılsınlar” demiştir.

-Câbir İbn-i Abdillâh radiya’llâhu anhümâ’dan rivâyete göre, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem, yedinci gazâsı olan Zâtü’r-Rikâ’ gazâsında Ashâbına korku içinde namaz kıldırmıştı.

Gece;Kur’an-ı Kerim’de 52,surede,toplam 94 ayette ve 106 defa geçmektedir.

Korku ise;62 surede,245 âyette,toplam 267 kere geçmektedir.

Korku konusunda Bediüzzaman Hazretleri ise:

-KORKU-HAVF:” Evet tam münevver-ül kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz.”(S.19)

“Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve latif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?”(S.271)

“Malûmdur ki, bir vâlide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celbediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünki şefkat sinesine celbediyor.”(S.358)

“Bütün sergüzeşt-i hayatım şahiddir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup men’ edememiş ve edemiyor. Hem neden korkum olacak?”(M.48)

“Onlardan korkup titreme.”(M.224)

“Dalalette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki; kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalı idi.”(L.79)

“Kuvve-i gazabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar.”(İ.İ.23)

“Korkunç bir şeyi gören adam, korku ve hayret içinde kalır; sonra firar etmeye meyleder.”(İ.İ.26)

“Evet tehdidlerle, korkularla, hilelerle efkâr-ı âmmeyi başka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat tesiri cüz’îdir, sathîdir, muvakkat olur.”(İ.İ.109)

“Nefsi ve vicdanı, aklın hükümlerine itaatlerini devam ettiren tergib ve terhib, yani ümid ve korku hisleri lâzımdır. Bu hislerin vücud bulup devam etmeleri ancak tergib ve terhib yani ümidlendirmek ve korkutmakla olur.”(İ.İ.140)

“Allah korkusunu ve sevgisini insanlara aşılayın.”(T.658)

“Evet havfta lezzet vardır.”(S.32)

“Kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki; kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah’a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı, kendilerine şefaatçı yapmışlar.”(S.32)

“Her vakit havf u reca ortasında bulunmak maslahatı iktiza eder…”(S.343)

“Halktan havf ise, elîm bir beliyyedir.”(S.358)

“Evet Hâlık-ı Zülcelal’inden havf etmek, onun rahmetinin şefkatına yol bulup iltica etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; onun rahmetinin kucağına atar.”(S.358)

“İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler. Onunla, korkakları gemlendiriyorlar.”(M.415)

“Cenab-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrib için değil! Ve hayatı ağır ve müşkil ve elîm ve azab yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa.. hattâ beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârane bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimal ile havf etmek evhamdır, hayatı azaba çevirir.”(M.415)

“Havf ve za’f, tesirat-ı hariciyeyi teşci’ eder.”(M.474)

“İrşadın iktizasındandır ki, havf ile reca arasındaki müvazene devamla muhafaza edilsin ki, reca ile doğru yollara sülûk edilsin, havf ile de eğri yollara gidilmesin. Ne Allah’ın rahmetinden me’yus, ne de azabından emin olunsun.”(İ.İ.64)

“Havf u reca ortasında bulunmakla, takvayı reca ederek Rabbinize ibadet ediniz.”(İ.İ.99)

“İhfa ve havf riyadandır.”(Hş.89)

“Hem darb-ı mesel olmuş, keçi, kurttan havfı, (ızdırar) vaktinde mukavemete inkılab eder, boynuzuyla kurdun karnını deldiği vaki’dir. İşte hârika bir şecaat.”(Sti.54,10)

Âyet,Hadis ve Bediüzzamanın görüşleri doğrultusunda gece ve korkuyu özetleyecek olursak;Gece;insanın dinlenmesi ve ibreti için yaratılmıştır.Korku ise;Hayatın kötülüklerden sakınarak korunması için var edilmiştir.Korku bir kamçı olup,iyiye sevkeder.Kötülüğün simgesi olarak da kullanılır.Zira korku ile insanlara çok menfi şeylerin yatırılması tarihi örneklerle dopdoludur.Hayatı bitiren kara bulutlar gibi gelmişlerdir.

-Alemimize çöken kara bulutlar,siyah noktalar..bu bulutlar yağmur gibi rahmet değil,kasvet ve kasavet,karanlık ve zahmet bulutlarıdır.Tıpkı arı gibi;bal yapan arı değil,eşek arısı.

Bir yandan korku,gökten inen bir yağmur değil,çöktüğü insanların içinden rahmet olacak kahramanları,fedaileri,gerçek insanları çıkarmaktadır.

Vurgun amacıyla vurulan sondajdan;içinde su,cevher olanların biriken rahmeti tezahür etmektedir.O baskı ve mengene bazı çiçek,tohum ve yumurtaların kabuğunu kırarak patlamasına neden olmuştur.

Artık o insan korkutan insanın korkulu bir rüyası haline gelmiştir.

Fir’avunda her tarafa korkular salmıştı.Tüm erkek çocukları öldürme korkusu.O korkudan en büyük ilâhi destekli rakibi Hz.Musa çıkmıştı.Korktuğu başına gelmişti.Her dönemde ve her devirde öyle olagelmiştir.Korkuyu doğuranlar korkuda,korktuklarının içinde boğulmuşlardır.

Aşağı insanların kullandığı en güçlü yaptırıcı silahdır korku…

Korkudan sakınmanın en müessir yolu;o korkununda sahibi olan Allah’a iltica ile olur.

İki büyüğümüzden ibretli iki hatıra:

-Devlet su işleri bir köyde kanal yapmaktadır.Ancak aşağı köy bundan istifade edememektedir,üstelik suda kendilerine âid olmasına rağmen.Köylü hesab sormak üzere müdürü beklemektedirler.

Nihayet beklenilen gün gelmiş,müdürün geldiği köylülerce duyulmuştu.Kazma,kürek ne varsa ellerine alan köylüler çadırlara doğru yürüyüp, müdürü cezalandırmayı düşünürler.

Köylünün hışımla geldiğini görüp durumun farkına varan müdür,bir ibadet olan Havf yani Korku namazını kılmak üzere çadıra girer.

Çadıra varan köylüler müdürün çadırda olduğunu öğrenince hızla içeriye girerler,ancak girmeleriyle beraber çıkmaları bir olur.-Neyse namaz kılıyormuş,kılsında sonra.-derler ve beklerler.Arada bir çadıra bakmak üzere girdiklerinde müdürn namazı bitmemektedir,hala namazdadır.Namaz pekde biteceğe benzememektedir.Çünki epeydir beklemekte idiler.

Müdür onlardan sabırlı çıkıp,korku namazını huşu! İle kılmaktadır.Belkide hayatında böyle bir namaz kılmamıştır.

Köylüler gidince onunda korku namazı bitip,kötü bir sonuçdan kurtulmuş olur.

-Yengemiz birkaç keredir anahtarı evde unutur,hocamızı üzer.Yine bir gün dış kapının kilidi evde unutulmuştur.Anahtarcı çağrılarak kapı açılır.Yalnız hocamızın hiçde niyeti iyi değildir.Vay yengemizin haline.

Ancak yengemiz kocasından daha da yaman çıkar.İçeriye girer girmez korku namazına durması bir olur.Bununki de gayet uzun sürmüştür.Tabiiki bu arada bir sağa bir sola,bir aşağı bir yukarı giden hocamızında hiddeti inmiş ve dinmiştir.Namaz bittiğinde ise,geriye pek de kızacak bir şey kalmamıştır.

Korku bir yönüyle O’na sığınmak ve hayatı korumak için verilmiştir.

Annesinden korkan çocuk,yine annesinin kucağına kendisini atmaktadır.O halde korkuyu iki noktada ele almak gerekir:Biri,kendisinden ve herşeyden uzaklaştıran korku.Nitekim pespaye insanların menfi arzularını gerçekleştirmeye çalışmaları gibi.

İkincisi,kendisine yakınlaştıran korku.Bu korku arttıkça lezzet verir,kendisine daha da yakınlaştırır.Allah’dan korkan bir kimse,ona daha çok yaklaşır.Anne ve babasından korkan bir çocuk,onlara daha çokbağlanır.Sınıfta kalma korkusu içerisinde olan bir talebe daha çok çalışır.Açlık korkusuyla çalışma ve gayret daha çok arttırılır.Kısaca,müsbetlerin doğmasında bu korku bir kamçı olur.

Nitekim bir çok dua kitabında bu korkudan kurtulmak için me’sur dualar mevcuttur.

Nitekim Kureyş suresinin üç kere okunması bu korkudan kişiyi emin kılar.”Kureyş’in -seyahate- alıştırılmasından dolayı.Onların kış ve yaz seyahatine alıştırılmış olmalarından dolayı…Artık bu beytin -Kâbe-i Muzzama’nın- Rab’bine ibadette bulunsunlar ki:Onları açlıktan -kurtarıp doyurdu ve onları korkudan emîn kıldı.”[26]

İbni Abbas tefsirinde;Kur’an-da;Sarîm [27],Karanlık gece,demektir.Ğasagil leyl,[28]gecenin kararması,-Veleyli iza as’ase,[29] Karanlığa yöneldiği zaman olarak izah eder.[30]

Özetle; Kur’an-da Gece ve gündüz ve onlarda olan olaylar ve özellikleri anlatılmaktadır.Gece,alemi misale geçiş anı..settarul uyub ismiyle her kusur ve ayıbı örtmesi..istirahat,uyku anı..kimileri için kötülük vesilesi,kimileri için sohbet anı,sohbet geceleri…vasıl olanların vüsul sebeblerine göre farklılık arzeder,tanışma,görüşme,buluşma an ve zamanları..korku salınması;iş yaptırmak,güçsüzlerin güç ve varlıklarını isbat etmek için kalbe salınan dağıtıcı,birleşmeyi engelleyen,varlığı kişilere göre şekillenen bir enerjidir.gücü kişilere göre farklı ve değişkendir,nisbidir.

Şeytanın en çok istimal edip kullandığı bu oyuna gelmemeli,içteki korkuyu yenmelidir.Tarihte büyük zulmeden insanlar önce vehim damarını,sonra da korku damarını sürekli işleterek,insanlara en yapılması,düşünülmesi güç işleri yaptırmışlardır.

Korkunun ilk kontrol altına aldığı yer,akıldır.Yani insanı kontrol mekanizmasından yakalamaktadır.

Dinlerde ve ilahi yöntemde ise,önce sevgi,cennet,sorumluluk,emirler zikredilirken,yapılmaması halinde uyarı,ceza ve cehennem gibi tehditler devreye girmiştir.İman korkunun ilacı ve çaresidir.Dinde korkunun yerini haşyet almaktadır.Bu ise aklın değil kalbin titreyip kendine gelmesidir..aklı beslemesidir.

Bilgisizlik korkuyu besler..korku bilgisizlikde sürdürlebilir.Zira korku karanlık iken ve karanlığı temsil ederken,bilgi aydınlığı temsil etmekte,aydınlığın gelmesiyle karanlık gitmektedir.Cehalet gaflete,gaflette dalalete götürür.Oda korkunun ve korkulanın bizzat yeri olan cehenneme götürür.

Kim korkar?Elbette sorumluluğunu yapmayan,imtihana hazırlanmayan,bilmeyen kısaca bir eksikliği olan insan korkar.O halde o eksikliklerin giderilmesi yönündeki çaba da o korkuyu izale eder.

Korku bide umut için vardır.Zira islamda korku diğer adıyla havf,reca yani ümit ile beraber zikredilir..mü’minin sıfatı olarak vasfedilir.Bu da yaratılıştan gelen iki tamamlayıcı duygudur.

Korku zulmü besler..zulümde cesaret kırar..adaleti kaldırır.

Yukarıda örneklerini verdiğimiz korku namazı aslında Allah’a bir iltica ve sığınmadır..sünnet olarak bunu uygulamak gerekir.

Nitekim,Abdullah İbn Ömer (r.a.) anlatıyor: “Rasûlüllah (s.a.s) ile birlikte Necid tarafına doğru gazaya gitmiştim. Düşmanın hizâsına geldik. Onlara karşı saf düzenine geçtik. Namaz vakti gelince Rasûlüllah (s.a.s) Efendimiz bize, kıldırmak üzere namaza durdu. Bir kısım ashab da onunla beraber namaza durdular. Diğer kısım ise yönünü düşmana çevirdi. Rasûlüllah (s.a.s) kendisiyle birlikte olanlarla beraber rükûa vardı ve iki defa seede etti. Derken, beraber namaz kılanlar henüz kılmamış olan grubun yerlerine gittiler. Ötekiler de gelip Rasûlullah (s.a.s)’in arkasında durdular. Rasûlullah onlarla da beraber rukûa varıp iki secde etti. Sonra selâm verdi. Ondan sonra, o iki grubun her biri nöbetleşe namaza durup kendi kendilerine birer defa rükûa varıp ikişer secde ettiler” (Buhârî, Havf, 11; Nesaî, Havf, 11; Dârimî, Salât, 185; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 150).

Korku bizi çepe çevre sarar ve sarmalar..adeta vücudumuzu bağlayıp,hareketsiz kılar

MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.96.

[2] Yunus.67.

[3] Enbiya.33.

[4] Kasas.71.

[5] Kasas.72.

[6] Kasas.73,Naziat.29.

[7] Bakara.164.

[8] Âl-i İmran.190.

[9] A’raf.54, Bak.10/6,13/3,17/12,21/33,22/61,24/44,25/62,27/86,31/29,35/13,36/37,45,5…

[10] Bakara.164,3/190, Bak.2/238-9,4/102-3,10/6,25/62,27/82,30/23,45/5,36/37…

[11] Âl-i İmran.27.

[12] Mü’minun.80, Bak.24/44,35/13,39/5,57/16.

[13] En’am.96. Bak.40/61,78/9,10/67,25/47,27/86.

[14] En’am.60.

[15] En’am.96, Bak.10/67,25/47,27/86,28/73,30/23,40/61,78/10.

[16] İbrahim.33, Bak.16/12.

[17] Furkan.47, Bak.3/27,7/54,13/3,78/10,22/61,31/29,35/13,39/5,57/6.

[18] Kasas.47.

[19] A’raf.205.

[20] En’am.96, Bak.17/12.

[21] Fussilet.37,

[22] Müzzemmil.6.

[23] En’amç48.

[24] Sebe’, 28.

[25] Mâide.3, Bak.8/30,9/13-14,10/65,15/94,23/38,37/171-175.

[26] Kureyş.1-4,Bak.Gizli İlimler.6/188.

[27] Kalem.20.

[28] İsra.78.

[29] Tekvir.17.

[30] Bak.İslam Tarihi.Medine Devri.Asım Köksal.5/184.




RAHMET KAYNAĞI YAĞMUR

RAHMET KAYNAĞI YAĞMUR

Muğayyebât-ı Hamse yani beş bilinmeyenden birisi de yağmurun ne zaman yağacağı[1] ve doğrudan doğruya Allah tarafından yağdırılmaktadır.[2]

Meteoroloji tarafından bildirilen hem “Hava tahmin raporu” hem de ğayıbtan çıkmış olan yağmurun görünen şu şehadet alemine gelerek,belirtilerinin ortaya çıkmasının bir neticesidir.

Tıpkı bir hayvanın zelzeleyi,havanın rutubet ve nemliğinden,buluttan,yağmurun önceden hissedilmesinden ve aynı zamanda,özellikle ihtiyarlar ve hassas kişilerce önceden hissedilmiş olması gibi ki,bu gaybın bilinmesi demek değildir.

Ve Allah yağmurun inişini kendisine mağfiret dilemeye bağlamıştır.[3]

İnsanlar ümitsiz kalınca[4],ölmüş toprağı canlandırmak üzere[5] insanlara rızık olarak[6],ırmaklar,nehir ve çaylar,ekinlerin yeşermesi,hayvanlara yiyecek olması,sebze ve meyveler yeşerip,her ölünün de yeşerip hayat bulması için[7];Allah tarafından buluttan[8] ve gökten iner ve indirilir.[9]

Bütün bunlar birer öğüt ve ders içindir. İnsanlar nankörlük değil,ibret alsınlar diyedir.[10]

Yağmurun külli ehemmiyetini anlamak için,bir anlık yokluğunu düşündüğümüzde;hayatın ve onun devamının da yokluğunu rahatlıkla anlarız. Ondandır ki yağmura rahmet adı verilmiştir.

Yağmurun şefkat kucağı,hayat sahibi olan her varlığı kuşatmaktadır.

Elbette böyle umumi bir menfaat,tesadüfe havale edilemez.

Evet,yağmur sebebiyledir ki;yeryüzünde nehirler,ırmaklar,çaylar,pınarlar,taa okyanuslara kadar… Yeşillikler,sebze ve meyveler…kısaca hayatı netice veren her şey…

Evet. her şey o hayat kaynağından çıkar,onunla bereketlenir,varlıklara rahmet olur…

1-9-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Lokman.34.

[2] En’am.69,Ra’d.17,Mü’minun.18,Furkan.48-49,Vakıa.68-70.

[3] Nuh.10-12.

[4] Şura.28.

[5] Nahl.65,Rum.50,Fatır.9,Fussilet.39,Zuhruf.11,Casiye.5,Kaf.11,Abese.25-32.

[6] Zariyat.22.

[7] Bakara.22,164,A’raf.57,İbrahim.32,Nahl.10-11,Hacc.63,Mü’minun.18-19,Lokman.10,Fatır.27,Kaf.9-10,Nebe’.15-16.

[8] Ra’d.12,Zariyat.2,Nebe’.14.

[9] Hicr.22,Nahl.65,Nur.43,Rum.58.

[10] Furkan.50,Rum.24.




MUSA VE SARAHLAR MESELESİ

MUSA VE SARAHLAR MESELESİ

Kur’an-ın hükmünce müslüman erkeklerin ehli kitap olan kadınlarla evlenmeleri caizdir.[1]

Son günlerde gayrı müslim yani ehli kitapla evlenmeler rağbet bulmakta,bu meseleler gündemi meşgul etmektedir.

Bir müslüman kadının hiçbir suretle gayrı müslim bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Çünki aile ve çocuklar hukuken erkeğin vesayetindedir.

Kız ve kız tarafları ehli kitab olup çocuklarını taleb ettiğinde veya müslüman olmuş,erkeğin tarafındaki kızlarını taleb ettiklerinde,olaya asr-ı saadetteki bir uygulamayla ışık tutabiliriz;

Nitekim hicretten önce müslüman olupda,anne-babasından ayrılarak tek başına Medine-ye hicret eden Ümmü Gülsüm binti Akabe (R.A.h.)yi almaya gelen iki kardeşi,şarta bağlı olarak kız kardeşlerini Hudeybiye anlaşmasındaki bir madde gereği istediğinde,zaafiyetini dile getiren Ümmü Gülsüm-ün bu durumu üzere şu ayet nazil olmuştur;

“Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman,onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlarda bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirleri kendilerine geri verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikahınızda tutmayın,sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda o hükmeder. Allah bilendir,hikmet sahibidir.”[2]

İman etmiş olan,etmemiş olan anne-baba gibi akrabalarından iman cihetinden ayrı olduğundan,hukuk cihetinden de ayrıdırlar.

Burada kadınlarla ilgili kısım;Allah tarafından zaifliklerinden dolayı çıkarılmış oluyor.

Burada önemli olan onların Allah için iman etmiş olmaları,dünyevi hiçbir faide-mal-koca gibi- gözetmemeleridir.[3]

Allah;her varlık gibi,kız konusunda da hakkı en büyük olandır. O halde söz onundur.

20-5-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Maide.5.

[2] Mümtehine.10.

[3] Bkn.Büyük İslam Kadınları.M.Emre.295.




SİHİR

SİHİR

“Ve onlar Süleyman -Aleyhisselâm- mülkü aleyhine şeytanların uydurdukları şeylerin ardına düştüler. Halbuki Süleyman, aslâ küfretmedi, fakat o şeytanlar kâfir oldular. Onlar insanlara sihir ve Babildeki iki meleke, Hârut ile Marut’a indirilmiş olan şeyleri öğretiyorlardı. Bu iki melek ise: “Bîz ancak bir fîtneyiz, sakın kâfir olma” demedikçe bir kimseye sihir adına bir şey öğretmezlerdi. İşte bir takım kimseler bu iki melekten koca ile karının arasını ayıracak şeyler öğreniyorlardı. Fakat bunlar Allah Teâlânın izni olmadıkça bu sihir ile bir kimseye bir zarar verebilir değildiler onlar kendilerine zarar verip fayda vermeyen şeyleri öğreniyorlardı. Yemin olsun ki onlar, o sihri satın alan kimse için ahirette hiç bir nasip olmayacağını muhakkak bilmişlerdir. Ne kötü bir şey, karşılığında nefislerini satmış oldular. Eğer bilecek olsalardı.”[1]

Özel bir bilgiye sahib olan bu iki melek Harut-Marut,eski medeniyet merkezi olan Babil Babil şehri halkına kendilerinin ilhama mazhar olupta yaratılışın gizli sırlarını ve harika acib şeyleri bilip, bunları öğretirkende kötüye kullanılmasının küfür olacağını bilmiş ve bildirmiş,sonunun husran olabileceğini de hatırlatmışlardır.Her menfaatlı şey gibi bununda zararda kullanılması muhtemel ve melhuzdur.Nitekim günümüzde de bir çok teknolojik ve bilgilerin kötü yönde kullanılmaya müsaid olması gibi…

Sihrin kesinlikle tesiri vardır.

Sihir,dinen yasaklanmıştır.Hz.Süleyman sihri inkâr edip,onunla amel etmedi.[2]

Sihir;izale ve bir şeyin yönünü çevirmek anlamınadır.

Rasulullah büyük günahlardan saymıştır.Cezasını ise kılıçla vurmak olarak söylemiştir.[3]

Sihir;kulak hırsızlığı yapan cinlerin sanatkârlığı ve ustalığıdır.

Sihir sebebi gizli olan ince bir şeydir.Hayali hakikat göstermektir.Âyette:”İnsanların gözlerini sihirlediler.”[4],”Sihirleri sayesinde ipleri ve sopaları onun hayalini büyüledi,çünkü onlar gerçekte yürüyor gibiydiler.”[5]

Fir’avunun dünyaca meşhur 40 sihirbazı –rivayete göre- içine civa konulan hortum gibi bir şeyin çöldeki sıcaklığında etkisiyle erimesi ve birazda sihrin tesiriyle yılan görünmesinde;hem gözlerin bağlanması hemde aletlerin özelliğinin etkisi söz konusudur.

Ancak sihirbazlar sihrin her çeşidi bildiklerinden dolayı Hz Musanın yaptığı işin sihirbazlıkla ilgisi olmadığını bildiklerinden dolayı secdeye kapanmış ve iman etmişlerdir.Abdullah bin Abbasdan naklen bazıları o sihirbazlar için;Günün başında sihirbaz idiler,sonunda şehid oldular.”demiştir.

Aynı durum peygamberimiz zamanında da olmıuştur.Peygamberimize sihir isnad edilirken,sihrin,falcılığın her çeşidini bilen Utbe bin Rebiâ;Bunun kesinlikle sihir olmadığını ifade etmiştir.[6]

Ve yine peygamberimiz ayı ikiye yardığında[7] Ebu Cehil;Bu sihirdir.Uzaklarda yaşayanlara haber gönderin gören olmuşmu,bakalım?-demiştir.Ve görüldüğü haberi geldiğinde ise;Muhammedin sihri göğe ulaştı,demeye başladılar.Oysa inanlık tarihinde buna benzer sihrin vukuu mümkün olmamıştır.

“Yalnız ”ve ‘Bu daimî bir sihirdir’ derler.” Kamer Sûresi, 54:1-2.”

âyetinin beyan ettiği gibi, tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar, “sihirdir” demişler ve “Bize sihir gösterdi. Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattır. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler. Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i Âlem (A.S.M.) hakkında (hâşâ) “Yetim-i Ebu Talib’in sihri semaya da tesir etti” dediler.”[8]

Süleyman peygamber zamanında bu kullanılmış,Süleyman peygamberin bir müddet tahtı ve gücü elinden gittikten sonra tekrar Allahın izniyle eski gücüne kavuşmuş ve sihir kitablarını bir mahzende saklamıştır.Ancak vefatından sonra bunu yerinden çıkaran insan suretli bir şeytan Süleyman peygamberin başarısının sırrının sihir olduğunu bu kitabları göstererek iftiralar yaymaya başlamıştı.Ve böylece sihrin yayılmasına sebeb olunmuş oldu.

İsrailoğulları zamanında da Mısırda sihir yaygın idi.

“Zaman-ı Musa Aleyhisselâm’da sihir ve zaman-ı İsa Aleyhisselâm’da tıb revaçta idi. Mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi.”[9]

“Evet Nemrudları, Firavunları yetiştiren ve dayelik edip emziren, eski Mısır ve Babil’in ya sihir derecesine çıkmış veyahut hususî olduğu için etrafında sihir telakki edilen eski felsefeleri olduğu gibi; âliheleri eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnamı tevlid eden felsefe-i tabiiye bataklığıdır. Evet tabiatın perdesi ile Allah’ın nurunu görmeyen insan, herşeye bir uluhiyet verip kendi başına musallat eder. “[10](S.539)

İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Meşrık cihetinden iki adam geldi ve bir hitabede bulundular. Onların beyanlarındaki güzellik herkesin hoşuna gitti. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Beyanda mutlaka bir sihir var!” buyurdular.” [11]

Bir söz güzel yönde kullanılırsa güzel olurken,su-i istimal edildiğinde hayaller hakikat gösterilmekte,şarlatanlık yapılmaktadır.

Fahreddin-i Razi sihrin 8 çeşit olduğunu belirtmiştir.En tehlikesinin ruh ilmi diye isimlendirdiği Manyetizma,Hipnotizma,Fakirizm gibilerin olduğunu belirtir.[12]

Mu’tezile ve bazı filozoflar cinlerin varlığını inkâr ettiklerinden dolayı,yaptıklarınada inanmamaktadırlar.

Âişe radiya’llâhu anhâ’dan rivâyete göre demiştir ki: bir kere Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e sihir yapılmıştı. Hattâ (şahs-ı Nebevî) bâzı işi işlemediği halde yaptım sanırdı. Nihâyet günün birinde tekrar tekrar duâ etti. Sonra bana:

– Ey Âişe, bilir misin? Allah, bana kendisinde şifam olan şeyi bildirdi ki: bana iki kişi geldi (Cibrîl ve Mîkâil). Bunlardan biri baş ucumda, öbürüsü de ayak ucumda oturdu. Ve biri öbürüsüne: bu zâtın hastalığı nedir? diye sordu. O da: sihirlenmiştir, diye cevap verdi. Kim sihir yapmıştır? diye suâline de öbir Melek: Lebîd İbn-i A’sam! diye cevap verdi. Sonra bu sihir ne ile yapılmıştır? diye sordu. O da: Bir tarak, saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile, diye cevap verdi. Nerede yapılmıştır? Suâline de: Zervan kuyusunda diye cevap verdi. Sonra Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (bâzı Ashâb ile berâber) çıkıp bu kuyuya gitti. Sonra dönüp geldi. Geldiğinde bana:

– Ey Âişe! Kuyunun etrâfındaki hurma ağacının uçları şeytan başları gibidir? buyurdu. Bunun üzerine ben:

– Yâ Resûla’llâh! Siz o sihri çıkar (ıp çöz) dünüz mü? diye sordum. Resûlullâh:

– Hayır çıkarmadım. Çünkü Allah bana şifâ verdi. Bir de o sihri çıkarıp çözmekle halk arasında sihir şerrinin şuyûundan endîşe ettim. Sonra kuyunun kapatılmasını emrettim, buyurdu.

[13] “Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- muzır bir sahir olan Lebid-i Yahudi; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı rencide etmek için acib ve müessir bir sihir yapmış. Bir tarağa saçları sarmış, üstünde sihir yapmış, bir kuyuya atmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali’ye ve sahabelere ferman etmiş: “Gidiniz, filan kuyuda bu çeşit sihir âletlerini bulup getiriniz!” Gitmişler, aynen öyle bulup getirmişler. Her bir ipi açıldıkça, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dahi rahatsızlığından hıffet buluyordu.”[14]

Hadislerde ise;- Esmâ Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor. “Mekke’de Abdullah İbnu Zübeyr (radıyallahu anh)’e hâmile kalmıştım. Doğum yaklaşmıştı ki, Mekke’yi terkettim ve Medine’ye geldim, Kuba’ya indim. Abdullah’ı orada dünyaya getirdim. Doğunca, bebeği alıp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a götürdüm, kucağına bıraktım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir hurma istedi, ağzında çiğneyerek ezdikten sonra, tükrüğünden çocuğun ağzına bıraktı. Abdullah’ın midesine ilk inen şey Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın mübarek tükrükleri idi. Sonra (yumuşattığı o) hurma ile çocuğun damağını oğdu, hakkında bereketle dua etti ve Abdullah ismini verdi. Müslüman aileden ilk doğan çocuk bu idi. (Medine’de bütün Müslümanlar) onun doğumuna çok sevindiler. Çünkü “Yahudiler size sihir yaptılar, asla doğum yapamayacaksınız” diye bir şayia çıkarılmıştı.” [15]

– Ebu Ümâme (radıyallahu anh) buyurdu ki: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i işittim, diyordu ki: “Kur’ân-ı Kerîm’i okuyun. Zira Kur’ân, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir. Zehrâveyn’i yani Bakara ve Âl-i İmrân surelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü, iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını müdâfaa edeceklerdir. Bakara suresini okuyun! Zira onu okumak berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar muktedir olamazlar.” [16] Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: Bir rekatta, secdeden önce, bir kul onu okur, sonra da Allah’tan birşey isterse Allah istediğini mutlaka verir.”

– Saffân İbnu Assâl (radıyallahu anh) anlatıyor: “İki Yahudi konuşuyorlardı, biri arkadaşına: “Gel seninle şu Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gidelim ve birşeyler soralım” dedi. Arkadaşı: “Ona peygamber deme” diye müdahale edip ekledi: “Şayet o, kendisinden “peygamber” diye bahsettiğini duyacak olursa sevincinden gözleri dört olur.” Beraberce gidip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a imtihan niyetiyle dokuz açık ayetten soru sordular. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara “Allah’a hiç bir şeyi ortak kılmayın, hırsızlık yapmayın, zina fazihasını işlemeyin. Allah7ın haram kıldığı cana kıymayın, mâsum kişiyi öldürtmek içinsultana gammazlamayın, sihir yapmayın, fâiz yemeyin, günahsız kadına zinâ iftirası atmayın, savaş sırasında cepheyi koyup kaçmayın, ey Yahudiler, bilhassa sizin için söylüyorum, cumartesi günü yasağını ihlâl etmeyin” dedi. Saffân der ki: “Bu cevap üzerine Yahudiler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın el ve ayaklarını öptüler ve: “Şehâdet ederiz ki, sen peygambersin” dediler. Saffan diyor ki: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara: “Öyleyse niye bana uymuyorsunuz?” diye sordu. Onlar: “Davud (aleyhisselam), neslinden peygamber kesilmesin diye dua etti. Biz, sana uyduğumuz takdirde Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz” cevabını verdiler.” [17]

– Hz. Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Allahu Teâla Hazretleri semâda bir işin yapılmasına hükmetti mi, Rabb-i Teâla’nın sözüne ihtiramla, melâike (aleyhimüsselam) korku ile kanatlarını birbirine vururlar. Rabb Teâla nın işitilen sözü düz bir kaya üzerinde (hareket eden) zincirin sesi gibidir. Meleklerin kalplerinden korku açılınca (Cebrail ve Mikail gibi mukarreb meleklere): ” Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar. Onlar da: ” Allah Teâlâ hazretleri hakkı söylemiştir. Zaten O, yüce ve uludur” derler. O’nun sözünü, kulak kabartan (şeytanlar gizlice) işitir. Kulak hırsızı şeytanlar (yerden göğe kadar) birbirlerinin üstünde (zincirleme) dizilmiş ve kulak hırsızlığına hazırlanmış bulunur. – Süfyan (İbnu Uyeyne) eliyle tarif etti: Parmaklarını önce (üst üste) dizdi, sonra açtı-(En üstteki, ilâhî kelamı işitir ve alttakine verir, o da kendi altındakine verir. Böylece gele gele sihirbaz ve kahinlerin diline kadar ulaşır. Bazan kelimeyi aşağıdakine vermeden önce bir şahap, şeytana ulaşır. Bazan şahap kendisine isabet etmezden önce kelimeyi aşağısındakine vermiş olur. (Sihirbaz ve kâhinler kendilerine bu şekilde ulaşan hırsızlama habere) yüz kadar da kendileri ilave ederek yalanlar düzerler. Emr-i İlâhî yeryüzünde tahakkuk edince halk kendi arasında: “Bu işin olacağı bize daha önce falan falan günlerde haber verilmemiş miydi?” derler. Böylece, semada (kulak hırsız1ığı yoluyla) işitilmiş olan haber böylece tasdik edilir.” [18]

– Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim (sihir maksadıyla) bir düğüm vurur sonra da onu üflerse sihir yapmış olur. Kim sihir yaparsa şirke düşer. Kim birşey asarsa, o astığı şeye havale edilir.”[19]

– Sa’d İbnu Ebi Vakkas radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim her sabah acve hurmasından yedi tane yerse o gün geceye kadar ona ne zehir ne de sihir zarar verir.”[20]

– Katan İbnu Kubeysa babası radıyallahu anh’tan naklen anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim: “İyafe, tıyere, tark sihirdendir.” [21]

– Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile karşılaşmazdan önce üç yıl ibadet ettim” demişti. Kendisine: “(Bu ibadeti) kimin için yaptın?” diye sordular. “Allah için!” cevabını verdi. Tekrar: “Pekiyi nereye yönelerek yaptın?” denildi. “Rabbim beni nereye yöneltmiş idiyse oraya!” dedi ve açıklamaya devam etti: “Akşam vakti namaza başlıyor, gecenin sonuna kadar devam ediyordum. O zaman kendimi bir örtü gibi atıyor, güneş tepeme yükselinceye kadar öyle kalıyordum. (Bir gün kardeşim) Üneys bana: “benim Mekke’de görülecek bir işim var. Sen bana baş-göz ol (eksikliğimi duyurma) dedi ve Mekke’ye gitti. Oraya varınca bana dönmekte gecikti. Nihayet geldi. “Ne yaptın?” dedim. “Mekke’de bir adama rastladım, senin (gibi farklı bir) din üzerine yaşıyor. Ancak O, kendisini Allah Teâla’nın gönderdiğini zannediyor” dedi. “Halk ne diyor?” diye sordum. “Halk mı? Halk O’na şair diyor, kâhin diyor, sâhir (sihirbaz) diyor!” dedi. Esasen Üneys şairlerden biriydi. Tekrar sordum: “Pekala sen ne diyorsun?” “ben dedi, kâhinlerin sözünü işittim, bilirim. Onunki kâhin sözü değil. onun söylediklerini şiir çeşitlerine tatbik ettim. Hiçbirine uygun gelmiyor. Benden sonra kimse O’na şiir diyemez. Vallahi O doğru sözlüdür, kâhinler ise hep yalancıdırlar!” dedi. Bu açıklama üzerine ben ona: “Öyleyse benim işlerime de sen baş-göz ol, bir de ben gidip göreyim! dedim.” Ebu Zerr, gerisini şöyle anlatır: “Mekke’ye geldim. Halktan zayıf bir adam buldum. Ona: “Şu Sâbii (sapık) dediğiniz adam nerede?” diye sormuştum. Adam, beni göstererek: “Burada bir sabii var! Burada bir sabii var!” diye bağırmaya başladı. Derken vadi halkı kesek ve kemiklerle üzerime hücum etti. Bayılarak yığılmış kalmışım. Kendime gelip kalktığım zaman kırmızı bir dikili taş gibiydim. Zemzem’e kadar gittim. Kanlarımı yıkadım, suyundan biraz içtim. Böylece otuz gün, gece ile gündüz arası kaldım. Bu esnada zemzem suyundan başka hiçbir taam almadım. Buna rağmen şişmanladım ve karnımın kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi duymadım. Mekkeliler, ay ışığı olan bir gecede uyurken Beytullah’ı tavaf eden yoktu. Onlardan sadece iki kadın, İsaf ve Naile (adındaki putlarına) dua ediyordu. Tavafları sırasında bana kadar geldiler. (Dayanamayıp): “Onları birbirlerine nikahlayıverin bari!” dedim. Onlar dualarından vazgeçmeyip, tavaflarını yaparken yanıma kadar geldiler. Bu sefer: “Onlar(a niye tapıyorsunuz)? Odundan farkları ne?” dedim. Kadınlar: “(İmdat!) burada bir adam yok mu?” diye velvele kopararak gittiler. Tam o sırada kadınları Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve Ebu Bekr radıyallahu anh tepeden inerlerken karşılayıp: “(Niye bağırdınız) başınıza ne geldi?” derler. Kadınlar (onları daha tanımadan)” “Kâ’be ile örtüsü arasında bir sâbii (sapık) var!” derler. Onlar sorarlar: “Size ne dedi?” ” Bize ağzı dolduran (ağza alınmaz) sözler söyledi” derler. Derken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm geldi, Haceru’l-Esved’e istilamda bulundu, arkadaşıyla birlikte Beytullah’ı tavaf etti. Sonra namaz kıldı. Namazını bitirince, -Ebu Zerr der ki: “Aleyhissalatu vesselâm’ı İslam selamı ile ilk selamlayan ben oldum.- “Esselâmu aleyke ya Resûlullah. (Ey Allah’ın Resûlü! Selam üzerine olsun)!” dedim. Bana: “Ve aleyke ve Rahmetullah. (Selam senin üzerine olsun, Allah’ın rahmeti de)!” diye mukabele etti. Sonra: “Sen kimlerdensin?” diye sordu. “Gıfâr’danım!” dedim. Bunun üzerine eliyle eğilerek parmaklarımı alnına koydu. İçimden: “Galiba kendimi Gıfâr’a nisbet etmemden hoşlanmadı” dedim. Elinden tutmak üzere ilerledim. Fakat arkadaşı bana mani oldu. Onu benden iyi biliyordu. Sonra başını kaldırıp sordu: “Buraya ne zaman geldin? “Otuz gündür burdayım!” dedim. “Sana kim yiyecek verdi?” dedi. “Zemzem suyundan başka bir yiyeceğim olmadı. Şişmanladım bile. Öyle ki karnımın kıvrımları arttı. Ciğerimde açlık hissi de duymadım!” dedim. “Zemzem suyu mübarektir. O hakikaten besleyici bir gıdadır!” buyurdu. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: “Ey Allah’ın Resûlü! Bana müsaade et, bu geceki yiyeceğini ben ikram edeyim!” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve Ebu Bekr radıyallahu anh gittiler, onlarla ben de gittim. Ebu Bekr bir kapı açtı. Taif kuru üzümünden benim için avuç avuç çıkarmaya başladı. bu, Mekke’de yediğim ilk yemekti. Orada kaldığım kadar kaldım. Sonra Resûlullah’a geldim. Bana dedi ki: “ben hurmalıklı bir yere sevkedileceğim. Burasının Yesrib olduğu kanaatindeyim. Sen kavmine benden mesaj götür. Umarım, sayende Allah onları hayırla menfaatlendirecek ve onlar sebebiyle de sana sevap verecek.” Bundan sonra ben kardeşim Üneys’e geldim. Bana: “Ne yaptın?” diye sordu. Ben: “Müslüman oldum ve (Muhammed’in hak bir peygamber olduğunu) tasdik ettim” dedim. “Ben senin dinine karşı değilim. ben de müslüman oldum ve tasdik ettim” dedi. Sonra kalkıp annemize geldik. (Durumu anlattık) O da bize: “Ben sizin dininize karşı değilim. ben de müslüman oldum ve tasdik ettim!” dedi. Sonra kalkıp hayvanlarımıza binip kavmimiz Gıfâr’a geldik. (Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın mesafını getirdik. İlk anda) yarısı müslüman oldu. Eymâ İbnu Rahza el-Gıfâri müslüman olanların imamlığını yürütüyordu, bu onların efendisi idi. Diğer (müslüman olmayan) yarı: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine’ye gelince müslüman oluruz!” dediler. Derken Aleyhissalatu vesselam medine’ye geldi. O geri kalan yarı da müslüman oldu. Bir müddet sonra Eslem kabilesi de gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! (Gıfarlılar) bizim kardeşlerimizdir. Onların müslüman oldukları şey üzere biz de müslüman oluyoruz!” dediler ve onlar da müslüman oldular. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Gıfâr’a Allah mağfiretini bol kılsın. Eslem’i de Allah selamete kavuştursun!” diyerek o iki kabileden memnuniyetini ifade buyurdular.”[22]

– Abdurrahman İbnu Sa’d İbnu Zürâre’nin anlattığına göre, kendisine, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın zevcelerinden Hz. Hafsa radıyallahu anhâ’nın müdebber kıldığı bir câriyesi, kendisine sihir yaptığı için, sihri sebebiyle öldürtmüştür.” [23]

– Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca Kral’a: “Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder de sihir yapmayı öğreteyim!” dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir râhip yaşıyordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti. Artık sihirbaza gittikçe, râhibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu. (Bir gün) delikanlıyo sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu râhibe şikayet etti. Rahip ona: “Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: “Ailem beni oyaladı!” de; ailenden korkacak olursan, “beni sihirbaz oyaladı” de!” diye tenbihte bulundu. O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine:) “Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!” diye mırıldandı. Bir taş aldı ve: “Allahım! Eğer râhibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler!” deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı râhibe gelip durumu anlattı. Rahib ona: “Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertdebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!” dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözlyeri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: “Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir” dedi. O da: “Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah’tır. Eğer Allah’a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!” dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi. Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral: “Gözünü sana kim iade etti?” diye sordu. “Rabbim!” dedi. Kral: “Senin benden başka bir Rabbin mi var?” dedi. Adam: “Benim de senin de Rabbimiz Allah’tır!” cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah’a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi. Oğlan da oraya getirildi. Kral ona: “Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!” dedi. Oğlan: “Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah’tır!” dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da râhibin yerini haber verdi. Bunun üzerine râhip getirildi. Ona: “Dininden dön!” denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da: “Dininden dön!” denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti. “Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!” dedi. Gittiler onu dağa çıkardılar. Oğlan: “Allahım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!” dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: “Arkadaşlarıma ne oldu?” dedi. “Allah, onlara karşı bana kifayet etti” cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve: “Bunu bir gemiye götürün. denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu denize atın!” dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan orada: “Allahım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!” diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral: “Arkadaşlarıma ne oldu?” diye sordu. Oğlan. “Allah onlara karşı bana kifayet etti” dedi. Sonra Kral’a: “benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!” dedi. Kral: “O nedir?” diye sordu. Oğlan: “İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve: “Oğlanın Rabbinin adıyla” dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!” dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra: “Oğlanın Rabbinin adıyla!” dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah’ın rahmetine kavuşup öldü. Halk: “Oğlanın Rabbine iman ettik!” dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi ve: “Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!” denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral: “Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!” diye emir verdi. Yahut hükümdara “sen at!” diye emir verildi. İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu: “Anneciğim sabret. zira sen hak üzeresin!” dedi.” [24]

Ubeyd İbnu Umeyr babası radıyallahu anh’tan anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adam kebâirden sormuştu, şöyle cevap verdiler: “Onlar dokuzdur!” buyurdular ve saydılar: “Şirk, sihir, insan öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksızlık, kıbleniz olan Beytu’l-Haram (da masiyet işlemey)i sağlığınız veya ölümünüzde helal addetmek.” [25]

– İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim, Allah’ın zikrettiğinin gayrısı için yıldızlar ilminden bir bab iktibas ederse sihirden bir şu’be iktibas etmiş olur. Müneccim kâhindir; kâhinde sihirbazdır, sihirbaz da kâfirdir.” Rezin tahric etmiştir.

– Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir:Kim yıldızlarla ilgili bir ilim iktibas etmişse sihirden bir şube iktibas etmiş demektir. (Yıldız ilmi) arttıkça (sihir ilmi de) artar.” [26]

– Safiyye Bintu Ebî Ubeyd, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevce-i pâklerinden naklen anlatıyor: “Resülulah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: “Kim bir arrâfa (kâhine) gelir, birşeyler sorar ve söylediklerine de (inanıp) onu tasdik ederse, kırk gün namazı kabul edilmez.”[27]

Sihirden korunmak için hadisde:”Kur’an-dan büyük âyet,âyetel kürsidir.Bunu her kim okursa,Allah o saat bir melek gönderir,ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler.Bu âyet bir evde okunsunda şeytanlar onu otuz gün bırakmasın olmaz ve kırk gün ona ne sihirbaz kadın,ne sihirbaz erkek girmez.Ey Ali,bunu evladına ve ailene ve komşularına öğret,bundan büyük bir âyet nazil olmadı.”

Sihir bozmak için bu alanda çeşitli eserlerde yazılmıştır.[28]

Zaten bunu için inmiş olan Muavvizeteyn yani Felak ve Nas sureleride bu konuda mücerrebdir.[29]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.102.

[2] Mecmaun minet-Tefasir.Kadı Beyzavi.(Arapça) 1 / 166,Mâide.3,90.

[3] Tirmizi, Hudûd 27, (1460).

[4] A’raf.116.

[5] Taha.66.

[6] Sözler.378.

[7] Kamer.1.

[8] Sözler.58,407,M.180,208,90

[9] Sözler.B.Said Nursi.368,401.

[10] Age.539.

[11] Buhâri, Tıbb 51; Muvatta, Kelam 7, (2, 986); Ebu Dâvud, Edeb 94, (5007); Tirmizi, Birr 81, (2029), Müslim, Cum’a 47, (869); Ebu Dâvud, Salât 231, (1106). Ebü Dâvud, Edeb 95, (5011); Tirmizi, Edeb 63, (2848).

[12] Bak.Hak Dini Kur’an Dili.1/366,Sözler,407,Mektubat.90,Şualar.582.

[13] Buhârî, Tıbb 47, 49, 50, Cizye 14, Edeb 56; Müslim, Selâm 43, (2189). Nesâî, Tahrîm 20, (7,112-113).

[14] Mektubat.B.Said Nursi.110,495.

[15] Buhârî, Menâkibu’l-Ensâr 45, Akîka 1, Müslim, Âdâb 26, (2146).

[16] Müslim, Müsâfirin, 252, (804).

[17] Tirmizi, İsti’zan 33, (2734), Tefsir, Benû İsrail (3143); Nesâî, Tahrim 18, (7, 111); İbnu Mace, Edeb 16, (3705).

[18] Buharî, Tefsir, Sebe 1, Hicr 1; Tirmizî, Tefsir, Sebe, (3221).

[19] Nesâî, Tahrim 19, (7,112).

[20] Buhari, Tıbb 52, 56, Et’ime 43; Müslim, Eşribe 154, (2047); Ebu Davud, Tıbb 12, (3875, 3876).

[21] Ebu Davud, Tıbb 23, (3907).

[22] Müslim, Fezailu’s-Sahabe 132, (2473): Metin Müslim’in metnidir.

[23] Muvatta, Ukûl 14, (2, 871).

[24] Müslim, Zühd 73, (3005); Tirmizi, Tefsir, Bürûc, (3337).

[25] Ebu Dâvud, Vesâya 10, (2875); Nesâi, Tahrim 3, (7, 89).

[26] Ebu Dâvud, Tıbb 22, (3905).

[27] Müslim, Selâm 125, (2230).

[28]Gizli İlimler.Mustafa İyasoğlu. 1/225,3/255-257,5/50,74,130-131,6/33-34,8/45-46.

[29] Sihir konusuyla ilgili olarak bak.Âyetler:A’raf.116-132,109,112-113,120,Mü’minun.89,Bakara.102,Taha.71,Mâide.110,En’am.7,Yunus.70,76-77,Hud.7,Neml.13,Sebe.43,Saffat.15,Zuhruf.30,49,Ahkaf.7,Tur.15,Yunus.2,80-81,Şuara.34-35,37,38,40-41,46,49,63,66,69,79,153,185,Taha.58,73,57,Enbiya.3,Kasas.36,48,Kamer.2,34,Müddessir.24,Sad.4,Ğafir.24,Saf.6,Zariyat.39,52,18,İsra.47,101,Furkan.8,Hicr.15,Âl-i İmran.17.Hak Dini Kur’an Dili CD ve tefsirinde;1/363-389; 2/157-171,3/302,361,363,378,388-389,406,516;4/88-89,93-98,100,110-113,119,123,437,441-444,505,518,556;5/57,426-427,440,469;6/49,100,124,182,186,189,193,300,367,459,518,550-551;7/54,68,227,254,259,264,266-267,271,274,289,328,334,339,344-347;8/16-17,363,390,415,421-422,515-516;9/268,457;10/45,128,131-141,150,154-155,158-159,162-163,166,168,170-171,174,176..Mürşid.3.CD.




KUR ‘ AN IŞIĞINDA KÖRFEZ

KUR ‘ AN IŞIĞINDA KÖRFEZ

Her şey neticeleri itibariyle güzeldir. Kur’an-ın ifadesiyle:”Umulur ki hoş görmediğiniz bir şey sizin için hayır ve hoş gördüğünüz bir şey de sizin için şerdir.”[1]

Şu anda gerçekten Irak’ın durumu da hoş görülmeyecek bir haldedir. Zira mazlumlar,ihtiyarlar,kadınlar,çocuklar,hastalar ve bütün bunların durumu üzücü ve merhamete değer bir durumdur.

Ancak Allah’ın merhameti şüphesiz ki bütün mahlukatın merhametinden daha faik,üstün ve geniştir. O’nun rahmetinin buna müsaadesi de rahmetin ta kendisidir.

Nitekim I. Dünya savaşında ölen müslümanlar namaz kılmadıkları,oruç tutmadıkları,zekât ve hac ibadetlerini yapmamalarına karşı bir keffâretüz zünub olarak günahlarından temizlenerek,şehadet mertebesini kazandılar. Mertebelerin en üstünü olan bu mertebeye ulaşmak için senelerini verselerdi ulaşamayacaklardı.

Irak senelerdir Baas partisinin katı kominist sistemini ve Arap devletleri arasında Arap milliyetçiliği uygulamasıyla ve buna karşı hak da en küçük bir hizmet belirtisinin olmayışı,bir tepkinin gösterilmemesi ,şu anda kendilerine yapılan zulme,kadere fetva verdirmektedirler. Bununla mazlum büyük mükafatını alırken,zalimde cezasını görmüş olmaktadır.

Hadis-i Kudsi de:”Zalim Allah’ın kılıncıdır. Onunla intikam alır,sonra dönülür ondan intikam alınır.” Burada görüldüğü gibi cephede ön safta işi başlatan iki zalim bulunmakla,şairin bize şu sözünü hatırlatmakta:”Aferin çarhaki çattırdı kuduzu kuduza.”

Cenâb-ı Hak kuduzu kuduza çattırmakla,birbirlerine musallat kıldı. Mazlumu da rahmetine alıp,mükafatlandırmış oldu.

Umumi efkarca da bilindiği gibi;Irak müttefik güçlerle savaşmış olmasaydı,yüzünü bize dönüp,su meselesini mesele yapıp kavga çıkaracaktı.

Bu durumlar da bize Peygamberimizin gayb aşina gözüyle gelecekten haber verdiği şu gerçekleri düşündürüyor.:

“Fırat’ın altından hazinenin çıkıp,savaşın olması.”,diğer hadiste;”Hazineyle beraber hasfı (yere batması) yakındır.”buyuruluyor.[2]

“İki büyük cemaat davaları bir olduğu halde çarpışmadıkça (ki aralarında bir çok katiller olur.) kıyamet kopmaz. Hatta bir çok otuza yakın Deccal ve Kezzablar (yalancı ve inkarcılar) çıkar ve kendilerinin rasulullah olduğunu zanneder.”[3]

“Türklerle savaşılmadıkça kıyamet kopmaz.”[4]

“Müslümanlar yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki taş ve ağaç der:Ey Müslim gel,arkamda yahudi var,öldür. Ğarkad ağacı hariç,o yahudi ağacıdır.”[5]

Umum asırlara ışık tutan Kur’an-ı Kerim2in asrımıza ılık tutmaması,asrımızın meselelerinden bahsetmemesi mümkün değildir. İşte bunlardan birinde;

Kur’an-daki Hurûfu Mukattaa (Kesik harfler) umumi bir şifredir ki;hakiki manasını Ancak Allah bilir. Cenâb-ı Hak onlarla gaybi olan işaretleri vererek,onun anahtarını da o has kulu Muhammed Aleyhisselama ve onun varisleri olan alimlerin ellerine vermiştir. her asrın ayrı ayrı bütün özelliklerini de içine almaktadır. Veli ve tahkik ehli olanlar seyri süluklarında (manevi seyahatlarında) bir çok gaybi sırları o kesik harflerde bulmuşlardır.

Evet,nasıl ki Kur’an-ın hükümleri uzun bir surede,uzun bir sure kısa bir surede, kısa bir sure bir ayette,bir ayet bir cümlede,bir cümle bir kelimede,o kelime de;”Elif-lam-mim”gibi hurufu mukattaa da görülür.

Şifre vâri hurufu mukattaanın zikri,Hz. Muhammed’in (SAM) fevkalade bir zekaya malik olduğunun bir işaretidir ki;Muhammed Aleyhisselatu Vesselam remizleri,imaları ve en gizli şeyleri sarih gibi anlar,telakki eder.

Mesela;Peygamber Efendimiz:”Elif-Lam-Mim”-i okuyunca yahudiler:Ya Muhammed! Ümmetinin ömrü kısadır.”deyince,Peygamberimiz;”Daha var”(Yani bundan başka 13 surede daha hurûfu mukattaanın olduğunu) söylemiştir.

-“Ha-Mim”bir harfdir ki;zelili aziz,azizi zelil eder. Ve bir mülktür ki(Mim);bir kavimden bir kavme geçmeyi ifade eder.[6]

Bir rivayette Peygamberimiz:”Elif Allah,Lam Cebrail,Mim-in de Muhammed olduğunu ifade etmiştir.

Aşık oldum bir Mim-e.

İnciler dizilmiş Cim-e.

Cim öyle bir Cim-ki,

Elif-den Gaf getirir Mim-e.

(Elif Allah,Cim Cebrail,Gaf Kur’an-dır)

Bunlardan hareketle;Tasavvufi bir eser olup,Farsça ibarelerinde bulunduğu,dört asır önce yaşamış olan (H.D.1006) İsmail Hakkı Bursevi’nin “Ruh-ul Beyan”adlı tefsirinde,Şura suresinde:Ha-Mim-Ayin-Sin-Gaf- harfleri açıklanırken açıkça bunların Bağdad şehrine[7] işaret ettiği ifade edilmektedir.

“Hurûf-u Mukattaa”hakkında gramer bazı açıklamalar yapıldıktan sonra şöyle anlatılır:Taberi-nin rivayeti üzere;bir adam İbni Abbas-ın yanına geldi ve yanında Huzeyfetül Yemani-de vardı. Ha-mim-ayin-sin-gaf- hakkında sordu. İbni Abbas başını önüne eğdi,sustu. Ve ondan yüzünü çevirdi. Öyle ki adam bunu üç kere tekrarladı.Huzeyfe İbni Abbasa dedi:Onu ben sana haber vereyim. Haber vermemekte ve bu soruda bir kerih görmüyorum.”Bu ehli beytten bir adam hakkında nazil olmuştur. Ona Abdullah denir. Şarkta bulunan bir nehre varır. Ve orada arasını nehrin ayırdığı iki şehir kurar. Allah ise onun mülkünün zevalini,ülke ve kuvvetlerinin tükenmesini irade etmiştir. Onlardan (şehirlerden) birisinin üzerine gece ateş iner ve simsiyah kesilir. Sanki orası yokmuş gibi,yanar. Sahibi (idarecisi) ise;salimen (sağ olarak) ve taaccüble sabahlar ve”O gün bembeyazdı,nasıl batmış?”der.

Öyle ki;o iki şehir ehline karşı bütün Cebbar ve Anid (zorba ve inatçı) ler birleşirler. Sonra Allah onu ve onların hepsini gecelerde batırır ve zelil ve horlanmış kılar. İşte bu Allah’ın sözü “Ha-mim-ayin-sin-gaf- dır. Yani bu Allah’ın hukuklarından bir hukuk ve –Ha-mim-in fitnesi (imtihanı)dir. Yani Allah tarafından bir hüküm,kader ve adalettir ki;bu iki şehirde,ilerde gerçekleşecektir.

Bu tefsirin benzeri Cerir İbni Abdillahil Beceli-den rivayet edilmiştir:Duydum ki Rasulullah diyor:Dahle (Hurması çok bir karye,köy), Düceyl (Bağdad-daki Dicle nehrinin bir şubesi,küçük dicle), Katrabil (Bu iki yerdir ki;onlardan biri kendisine,birbirine girmiş sık ağaçların nisbet edildiği Irak’dır.) , Sarrat (Irak’da bir nehirdir.),bunlar arasında iki şehir kurulur. Orada arzın Cebbarları (Dünyanın zalim ve zorbaları) birikir,toplanır,hazineleri toplar. (Bir rivayete ehliyle beraber) batar. Ve onlar yerde sür’atle giden demir aletlere sahiptirler.

Dahhak dedi:azabın hükmü ilerde gerçekleşecektir. İsterdim ki bu azab Bedir gününde geçmiş olsun.

Sa’lebi ve Kuşeyri zikretti ki;bu ayet inince Nebi Aleyhisselamın yüzünde üzüntü ve bitkinlik eseri görüldü. Denildi ki;Ya Rasulallah,seni üzen nedir? Dedi:Bana,ümmetime inen belalar haber verildi. Bunlar:Hasf (yere batma),Mesh (bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek), İnsanları toplayıp,sevk eden ateş,insanları denize atan bir rüzgar. Bunlar İsa’nın inişi ve Deccalın çıkışı ile birbirine bağlı,peş peşe gelen ayet ve alametlerdir.

Hz. Ali’den rivayet edilir ki:O surelerin başlarındaki bu harflerden Harp ve Fitneler hakkında yararlanıyordu.

Şehr bin Huşeb dedi:Ha-mim-ayin-sin-gaf- bir harbdir ki;onda aziz zelil,zelil de aziz kılınır. Bu deccalın inişine bağlı olarak Kureyşden Arab’a,Arab’dan Aceme kadar varır.

Fakir’de(İ.H.Bursevi) der ki:Deccalın çıkışıyla bağlantılı bir fitne olup,bazısı geçmiş olup,bazısı da (Hicri) bin-den sonra iki yüz arasında gerçekleşir.

Ata:Ha-mim-ayin-sin-gaf- hakkında;bu insanlar arasında çabuk yayılan ölüm,mülkü bir kavimden bir kavme nakletmek ve her şeyin iç yüzünün Allah’ın elinde ve O’nun kudretinde olduğu manalarına geldiğini söyler.[8]

Elbette Allah en doğru olanını bilir.

Bediüzzaman Said Nursi’ye İkinci Dünya savaşı münasebetiyle merak edip bakmamasının sebebini sorduklarında cevaben : (sanki halimizi Irak savaşında,nasıl bir tutum içerisinde bulunmamız gerektiğini,meselelerin neye bina edildiğini ifade etmesi yönünden zamanımıza ışık tutmaktadır.) ”İnsan çok zalimdir.”[9] ayetine en a’zam (büyük) bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından,onlara değil taraftar olmak veya merakla o cereyanları takib etmek (gazetelerle) ve onların yalan,aldatıcı propağandalarını dinlemek (Radyoyla ve sadece SNN televizyonunun haberleriyle) ve müteessirane mücadelelerini seyretmek (televizyonla),belki o acib zulümlere bakmak da (üzüntüyle bir tarafa meyledeceğinden)Caiz değil. Çünkü zulme rıza zulümdür. Taraftar olan zalim olur.(Hangi tarafa taraftar olursa olsun) Meyletse:”Zalimlere meyletmeyiniz.” Ateş (cehennem) sizi yakalar.”[10] ayetine mazhar olur.

Evet,hak ve hakikat ve din ve adalet hesabına olmadığı ve belki inad ve asabiyeti milliye (müttefiklerin ve Irak’ın Arab milliyetçiliği gibi) ve menfaatı cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan (artık işi gurur meselesi yapıp,binlerce masumun kanının heder olması gibi..),dünyada emsali vuku bulmayan gaddarâne bir zulüm hesabına olduğuna kafi bir delil şudur ki:Bin masum çoluk-çocuk,ihtiyar,hasta bulunan bir yerde,bir iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle,bombalarla onları mahvetmek ve tabakatı beşer cereyanları içinde,burjuvaların en dehşetli müstebitleri ve sosyalistlerin ve bolşeviklerin en müfritleri olan anarşistlerle ittifak etmek (Baas partisinin Rusyaya bağlı kalıp sosyalizmi uygulayarak,senelerdir şark,doğu tarafını teröristlere yaptığı desteklerle,anarşistlerle beraber çalkalaması) ve binler,milyonlar masumların kanlarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idame (Türkiye,Mısır gibi devletlere verdiği zarar) ve sulhü reddetmektir. (Sulh için bütün devletlerin peşi peşine devreye girdikleri halde Irak’ın bunu reddetmesi.)

İşte böyle hiçbir kanunu adalete ve insaniyete ve hiçbir düsturu hakikat ve hukuka muvafık gelmeyen boğuşmalardan (Irak’ın Kuveyte girişi hukuku çiğneme olduğu gibi,müttefiklerin saldırısı da hukuki olmamıştır.) Elbette alemi İslam teberri eder. (Bu hukuksuzluktan kaçınır.) Yardımcılıklarına tenezzül etmez. Çünkü onlarda öyle dehşetli bir fir’avunluk,bir hodgâmlık hükmediyor,değil Kur’an-a,İslâma yardım belki kendine tabi ve alet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılınçlarına dayanmak,hakkaniyeti Kur’aniye elbette tenezzül etmez.

Ve milyonlarla masumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine,Hâlıkı kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak,ehli Kur’ana farz ve vacibtir. Gerçi zendaka ve dinsizlik,o boğuşanların birisine dayanıp ehli diyaneti ezer. O zendekanın tazyikinden kurtulmak,onun aksi cereyanına taraftar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o taraftarlık,bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş.

Hem zendeka nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip,sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar faidesiz boynunda kalır. Risale-i Nur şakirdlerinin vazifeleri iman olduğundan,hayat meseleleri onları çok alakadar etmez ve baktırmaz. İşte bu hakikata binaen,değil on üç ay,belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız. Günahlardan başka ne kazandınız?Ben bakmadım,ne kaybettim?”[11]

Hem –nakli sahih ile-o zamanda vücudu olmayan Basra ve Bağdad_ın vücuda geleceklerini ve Bağdad’a dünya hazinelerinin gireceğini…

Ve Türkler ve Bahri Hazar (Hazar denizi) etrafındaki milletler ile Arablar muharebe edeceklerini ve sonra onlar çoklukla İslâmiyete girecekler;Arablara Arablar içinde hakim olacaklarını haber vermiş. Demiş ki:”İçinizde acemlerin çoğalması yakındır. Onlar mal ve ğanimetlerini yer ve boyunlarınızı vururlar.[12]

Abdulkadiri Geylaninin (D.1077) –Gaybın Dili- adlı menkıbe kitabında şu nakledilir:”Ey yer yüzündeki insanlar,Ey Ehli Irak,gelin benden öğrenin: Barış istemelisiniz,yoksa hiç bilmediğiniz yerlerden askerler getiririm.

Ey Gulam (oğul) Bin Senelik yere git,yine sözümü orada okuyacaksın.- O günlerde mutlak bir savaş ve işgalden Abdulkadiri Geylaninin himmetiyle kurtulduğu (ve kurtulacağı) ifade edilmektedir.[13]

13-3-1991

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.216.

[2] Ebu Davud. 4 / 493, Buhari. Fiten babı. 8 / 100.

[3] Buhar. 8 / 100,Müslim. c.3,Hadis No.2214.

[4] Tirmizi. 4 / 481,Ebu Davud. 4 / 486.

[5] Müslim.C.3,H.No.2238.

[6] Mecmuatün Minet-Tefasir.(Arapça) Hazin ve İbni Abbas tefsirinde. 5 / 396,Ruhul Beyan. (Arapça) 3 / 285-286.

[7] Ruh-ul Beyan.Age. 3 / 285-286.

[8] Age. 3 / 285-286.

[9] İbrahim. 34.

[10] Hud.113.

[11] Kastamonu Lahikası. sh.189.

[12] Bak. Mektubat. B. Said Nursi.sh.102.

[13] Age.Sh.326,Bak.Zaman Gazt.7-3-1991.




KEŞKE VE TEMENNİLER

KEŞKE VE TEMENNİLER

LEV-VE LEV- FE LEV OLANLAR :

BAKARA:”165. Ve insanlardan öyleleri vardır ki Allah’tan başkalarını Allah’a denk tanrılar ederler. Onları Allah’ı sever gibi severler. Mü’minlerin ise All!h Teâlâ’ya muhabbetler! daha ziyadedir. Eğer zulm edenler azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah’a muhsus olduğunu ve hakikaten Allah’ın azabının şiddetli bulunduğunu görüp anlasalar -ne kadar nadim ve pişman olacak-lardır-.”

”167.”Ve o uyanlar diyeceklerdir ki: Eğer bizim için bir kere -dünyaya- dönüş olsa biz de onlardan uzaklaşırız, onlar bizden uzaklaştıkları gibi. İşte Allah Teâlâ onlar amellerini üzerlerine pişmanlıklar halinde gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak kimseler de değildir.”

”220.”Dünya ve âhiret hakkında. Ve sana yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar için ıslâhta bulunmak hayırlıdır. Onlar ile beraber bulunursanız onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah Teâlâ ise bozan ile ıslâh edeni bilir. Ve Allah Teâlâ dilese idi sizleri elbette meşakkate uğratırdı. şüphe yok ki Allah Teâlâ azizdîr, hakîmdir.”

”221.” Müşrikleri imân edinceye kadar nikâh etmeyiniz. Elbette mü’min olan bir câriye, bir müşrik kadından hayırlıdır. İsterse müşrik kadın sizin hoşunuza gitsin. Ve müşrik erkeklere de imân etmedikçe -müslüman kadınları- nikâh ettirmeyiniz. Elbette bir mü’min köle, bir müşrikten hayırlıdır. İsterse o müşrik hoşunuza gidecek olsun. Onlar -o müşrik erkek ve kadınlar, insanı- ateşe dâvet ederler. Allah Teâlâ ise kendi izniyle cennete ve mağfirete dâvet buyurur. Ve insanlara âyetlerini açıkça bildirir, ta ki öğüt alsınlar.”

”253. “O resuller yok mu, biz onların bazılarını bazıları üzerine faziletli kıldık. Onlardan kimi vardır ki. Allah Teâlâ onunla konuşmuştur. Bazılarına da yüksek dereceler vermiştir. Meryem’in oğlu İsa’ya da açık deliller verdik ve onu ruhulkuds ile destekledik. Eğer Allah Teâlâ dileseydi onlardan sonrakiler, kendilerine o açık deliller geldikten sonra birbirini öldürüp durmazlardı. Fakat ihtilâfa düştüler, artık onlardan kimi imân etti ve onlardan kimi de kâfir oldu ve eğer Allah Teâlâ dilemiş olsaydı birbirlerini öldürmezlerdi ve lâkin Hak Tealâ neyi irade ederse onu yapar.”

-ÂL-İ İMRAN”30.” O günü ki, herkes hayırdan her ne yapmış ise onu hazırlanmış olarak bulacaktır. Kötülükten de ne yapmış ise onunla kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını temenni edecektir. Ve Allah Teâlâ sizi yüce zatından sakındırır. Ve Allah -azimuşsan- kullarını çok esirgeyicidir.”

”91. Şüphesiz o kimseler ki, kâfir oldular ve kâfirler oldukları halde öldüler, artık onların hiç birinden yer yüzü dolusu altın feda edecek olsa elbette kabul edilmeyecektir. İşte onlar için elîm bir azap vardır. Ve onlar için yardımcılardan bir kimse yoktur…”

”110. Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emredersiniz, kötülükte men eylersiniz ve Allah Teâlâ’ya imân ediyorsunuz. Eğer ehlikitap da imân etselerdi elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan mü’min olanlar vardır, en çoğu ise fâsık kimselerdir.”

”154. Sonra o gamın ardından üzerinize bir emniyet, hafif bir uyku indirdi ki, sizden bir gurubu örtüp kaplayıverdi. Sizden bir gurubu da nefisleri kayguya düşürmüştür Allah Teâlâ’ya karşı cahiliye zannî gibi hakka muhalif bir zanda bulunuyorlardı. Diyorlardı ki: Bize bu emirden bir şey var mıdır?. De ki: Şüphesiz emrin hepsi de Allah’ındır. Onlar sana açıklamıyacakları şeyleri kendi nefislerinde gizleyiverirler. Derler ki: Eğer bizim için bu emirden bir şey olsaydı burada öldürülmezdik. De ki: Eğer sizler evlerinizde olsaydınız, üzerlerine öldürülmeleri yazılmış olanlar yine çıkar, ölüp yatacakları yerlere kadar muhakkak giderlerdi. Ve Allah Teâlâ göğüslerinizin içinde olanı meydana koymak ve kalblerinizde olanı temizlemek için -bu hadiseyi vücude getirirdi-. Ve Allah Teâlâ göğüslerde bulunanları hakkiyle bilendir.”

”156. Ey imân edenler!. Kâfir olanlar ve kardeşleri için sefere çıktıkları veya gaziler oldukları zaman, “eğer onlar bizim yanımızda olsalar idi ne ölürlerdi ve ne de öldürülmezlerdi” diyenler gibi olmayınız. Allah Teâlâ onu kalblerinde bir hasret kılmak için yapmıştır. Halbuki Allah Teâlâ yaşatır, öldürür ve Allah Teâlâ yaptığınız şeyleri hakkiyle görücüdür.”

”159. İmdi Allah Teâlâ’dan bir rahmet sebebiyledir ki, onlara yumuşak davrandın, ve eğer sen çirkin huylu, katı yürekli olsaydın, elbette etrafından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için af talebinde bulun, ve onlar ile emr hususunda müşavere yap. Sonra azmettiğin zaman da Allah Teâlâ’ya tevekkül et. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ tevekkül edenleri sever.”

”167. Ve münafık olanları açığa çıkarmak içindi. Ve onlara: Geliniz Allah yolunda savaşınız veya müdafaada bulununuz denildi. Dediler ki: Biz savaşmayı bilseydik elbette size uyardık.. Onlar o gün imândan ziyade küfre yakın bulunmuşlardı. Onlar kalblerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler. Ve Allah Teâlâ onların ne sakladıklarını tamamen bilicidir.”

”168. Onlar ki, kedileri oturdukları halde kardeşleri için eğer bize itaat etseydiler öldürülmezler idi, dediler. De ki: Öyle ise kendi nefislerinizden ölümü def ediniz!. Eğer sâdık kimseler iseniz.”

-NİSA”42. Kâfir olanları ve Peygambere isyan etmiş bulunanlar o gün:Yerin dibine batırılmayı temenni ederler ve Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler.”

“46. O Yahudi olanlardan ki, kelimeleri yerlerinden değiştirirler ve dillerini eğerek ve dine dokunarak “işittik ve isyan ettik, işit, işitmez olası ve raina” derler. Ve eğer onlar işittik ve itaat ettik ve işit ve bizi gözet” deselerdi elbette onlar için hayırlı ve çok dürüst olurdu. Ve lâkin Allah Teâlâ onlara küfürleri sebebiyle lânet etmiştir. Artık pek az müstesnâ olmak üzere onlar îman etmezler.”

”64. Bîz hiçbir Peygamber göndermedik. Ancak Allah Teâlâ’nın iz-niyle itaat edilmesi için gönderdik. Ve eğer onlar nefislerine zul-mettikleri zaman sana gelseler de Allah Teâlâ’dan mağfiret iste-seydiler ve onlara Peygamber de istiğfarda bulunsaydı elbette Allah Teâlâ’yı tövbeleri çok kabul edici ve çok esirgeyici bulacaklardı.”

”66. Eğer onların üzerine nefislerinizi öldürünüz veya yurtlarınızdan çıkınız diye yazsaydık bunu onlardan birazı müstesnâ olmak üzere yapmazlardı. Ve eğer onlar kendisiyle öğüt verildikleri şeyi yapsa idiler elbette onlar için hayırlı ve devamlı olmak itibariyle daha sağlam olurdu.”

”82. Kur’an’ı düşünmezler mi? Ve eğer Allah Teâlâ’dan başkası ta-rafından olsa idi elbette birçok ihtilâf bulurlardı.”

”83. Ve onlara eminlikten veya korkudan bir haber geldiği zaman onu yayıverirler. Ve eğer onu Peygamber’e veya kendilerinden olan emir sahiplerine arzetseler elbette onlardan bunun hükmünü çıkaracak zatlar bunu bilirlerdi. Ve eğer Allah Teâlâ’nın lûtuf ve rahmeti üzerinize olmasa idi pek azınız müstesnâ, elbette şeytana uymuş olurdunuz.”

”90. O kimseler müstesnâ ki, onlar sizin aranızla kendi aralarında bir anlaşma bulunan bir kavme iltica etmiş veyahut sizinle savaşta bulunmaktan veya kendi kavimleriyle harb etmekten göğüsleri darlaşmış oldukları halde size gelmiş olurlar. Ve eğer Allah Teâlâ dilemiş olsa idi elbette onları size musallat ederdi ve sizi katlediverirlerdi. İmdi onlar sizden bir tarafa çekilirler de sizinle savaşta bulunmazlarsa ve barışı size bırakırlarsa artık Allah Teâlâ sizin için onların aleyhine bir yol vermemiştir.”

”102. Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldıracağın zaman on-lardan bir grup seninle beraber namaza dursun, silahlarını da alıversinler. Bunlar secde edince arka tarafınızda bulunsunlar, ve namazı kılmamış olan diğer bir zümre de gelsin seninle beraber namazı kılsın ve ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını da alıversinler. Kâfir olan kimseler arzu ederler ki, siz silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil bulunasınız da sizin üzerinize bir baskın ile baskında bulunuversinler. Ve eğer size yağmurdan bir eziyet var ise veya siz hasta bulunmuş iseniz silâhlarınızı bırakmanızdan dolayı üzerinize bir günah yoktur. Ve ihtiyat tedbirinizi alınız, şüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirler için küçültücü olan bir azab hazırlamıştır.”

”129. Ve kadınlar arasında adalette bulunmanıza ne kadar istekli olsanız da asla muktedir olamazsınız, artık birine büsbütün meyl ile temayül edîp de ötekini asıklı gibi bırakmayınız. Ve eğer ıslah eder ve sakınırsanız şüphe yok ki Allah Teâlâ çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”

”135. Ey imân edenler!. Adaletle hakkiyle kaim. Allah için şahit kimseler olunuz. İsterse kendi şahıslarınızın veya ana-babanızın veya en yakınlarınızın aleyhine olsun, ister zengin veya fakir bulunsun. Çünki Allah Teâlâ onlara daha yakındır. Artık haktan dönerek nefse tâbi olmayınız. Ve eğer dilinizi eğer bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah Teâlâ işlediğiniz şeyden hakkıyle haberdardır.”

-MAİDE”36. Şüphesiz o kimseler ki, kâfir oldular eğer yerde bulunanların hepsi ve onunla beraber bir misli daha onların olup da kıyâmet gününün azâbından dolayı onları feda edecek olsalar kendilerinden kabul edilmez ve onlar için elîm bir azap vardır.”

”48. Ve sana kitabı da hak olarak indirdik, kendisinden evvelki -semavî- kitabı tasdik edici ve üzerine bir koruyucu olmak üzere. Artık aralarında Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu -hükümler- ile hükmet. Ve sana gelen haktan -ayrılıp da- onların havalarına tâbi olma. Sizden her biriniz için -vaktiyle- bir şeriat, bir açık yol kılmıştık. Ve eğer Allah Teâlâ dilese idi elbette sizleri bir ümmet kılmış olurdu. Fakat size vermiş olduğu şeyler de sizi imtihan etmek için -bir ümmet kılmadı- artık hayırlı işlere koşunuz. Nihâyet cümleten dönümünüz Allah Teâlâ’yadır. Binaenaleyh nelerde ihtilâf etmiş olduğunuzu o size haber verecektir…”

”65. Ve eğer ehli kitap imân etseler ve sakınsalardı elbette biz onların günahlarını örter ve elbette onları nîmetleri bol cennetlere girdirirdik.”

”66. Ve eğer onlar Tevrat’ı ve İncil’i ve onlara Rab’leri tarafından indirilmiş olanı dosdoğru tutsalar idi elbette hem üstlerinden hem de ayakları altından yiyeceklerdi. Onlardan mutedil bir cemaat vardır. Onlardan bir çoğunun yaptıkları ise ne kadar fenâdır!.”

”81. Eğer onlar Allah Teâlâ’ya ve Peygamberlere ve ona indirilmiş olana imân etmiş olsalar idi o kâfirleri dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan bir çokları fâsık kimselerdir.”

”100. De ki: Murdar ile temiz eşit olmaz. İsterse murdarın çokluğu hoşuna gitsin. Artık ey güzel akıl sâhipleri!. Allah Teâlâ’dan korkunuz ki, kurtuluş bulabilesiniz.”

”104. Ve onlara, Allah Teâlâ’nin indirdiğine ve Peygambere (sünnetine) geliniz denildiği vakit “babalarımızı üzerinde bulunduğumuz şeyler bize yeter” derler. Ya babaları hiçbir şey bilmiyorlar ve doğru yola gitmiyorlar idiyseler de mi?.”

”106. Ey imân edenler!. Herhangi birinize ölüm hâli geldiği zaman vasiyet vaktinde aranızda şâhitlik edecekler, ya sizden adâlet sâhibi iki kimsedir veya size yer yüzünde yolculuk halinde iken ölüm müsibeti isabet etti ise sizin gayrınızdan iki şahıstır. -Bunların şâhitliklerinden- Şüphelendiğiniz takdirde bunları namazdan sonra alıkorsunuz. Bunlar “yemin karşılığında hiçbir bedel almayız, isterse lehine şâhitlik edeceğimiz kimse bizim için akraba olsun. Ve Allah’ın şahitliğini gizlemeyiz, o takdirde şüphe yok ki, biz günahkârlardan bulunmuş oluruz” diye yemin ederler.”

-MAİDE”48. Ve sana kitabı da hak olarak indirdik, kendisinden evvelki -semavî- kitabı tasdik edici ve üzerine bir koruyucu olmak üzere. Artık aralarında Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu -hükümler- ile hükmet. Ve sana gelen haktan -ayrılıp da- onların havalarına tâbi olma. Sizden her biriniz için -vaktiyle- bir şeriat, bir açık yol kılmıştık. Ve eğer Allah Teâlâ dilese idi elbette sizleri bir ümmet kılmış olurdu. Fakat size vermiş olduğu şeyler de sizi imtihan etmek için -bir ümmet kılmadı- artık hayırlı işlere koşunuz. Nihâyet cümleten dönümünüz Allah Teâlâ’yadır. Binaenaleyh nelerde ihtilâf etmiş olduğunuzu o size haber verecektir…”

”63. Din bilginleri, fakihleri onları günah sözlerinden ve haram yemelerinden engellemeli değil midirler?. İşledikleri şey elbette ne kadar kötü!.”

”104. Ve onlara, Allah Teâlâ’nin indirdiğine ve Peygambere (sünnetine) geliniz denildiği vakit “babalarımızı üzerinde bulunduğumuz şeyler bize yeter” derler. Ya babaları hiçbir şey bilmiyorlar ve doğru yola gitmiyorlar idiyseler de mi?.”

-EN’AM:”7. Eğer sana kâğıtta- yazılı- bir kitab indirseydik de onu elleriyle yoklıyacak olsalardı elbette o kâfir olanlar, yine diyeceklerdi ki bu bir sihirden başka değildir.”

”9. Ve eğer onu -Peygamberi- bir melek kılsaydık, elbette onu yine bir erkek -suretinde- kılardık ve onları yine düşmüş oldukları şüpheye düşürürdük.”

”27. Ve -onları- ateşin üzerine durdurulup da: “Eyvah bize ne olurdu bir geriye çevrilseydik ki, Rab’bimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık” dedikleri zaman bir görecek olsan.”

”28. Hayır: Evvelce gizlemekte oldukları şey kendilerine göründü de -ondan- ve eğer geri çevrilselerdi kendisinden yasaklandıkları şeye elbette yine dönüverirlerdi. Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır.”

”30. Ve -onları- görecek olsan Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman!. Buyuracak ki: “Şu hak değil miymiş?..” onlar da: “evet. Rab’bimize andolsun ki,” diyecekler. -Cenâb-ı Hak’ta- “o halde azâbı tadınız, küfreder olduğunuz şeyler sebebiyle” diye buyurmuş olacaktır.”

”35. Ve eğer senin üzerine onların yüz çevirmeleri ağır gelmiş ise artık yapabilirsen yerde bir tünel, veya gökte bir merdiven araştırıp da onlara bir mucize getirecek isen -haydi getir- ve eğer Allah Teâlâ dilese idi onları hidâyet üzerine toplardı. Sakın câhillerden olma.”

”58. De ki: Eğer o acele istediğiniz şey benim yanımda olsaydı benimle sizin aranızda elbette iş bitirilmiş olurdu. Allah Teâlâ zâlimleri hakkıyla bilendir.”

”88. İşte o, Allah Teâlâ’nın hidâyetidir, onunla kullarından dilediğine hidâyet eder. Ve eğer onlar ortak koşsalardı elbette yapmış oldukları amelleri boşa giderdi.”

”93. Ve daha zâlim kim vardır!. O kimseden ki yalan yere Allah Teâlâ’ya iftirada bulunmuş, veya kendisine birşey vahy edilmediği halde bana vahy olundu demiş ve ben de Allah’in indirdiğinin benzerini indireceğini diye iddiada bulunmuş olur. Görecek olsan o zaman ki, zâlimler ölümün dalgaları içinde kalacak, onlara Melekler de ellerini uzatarak: Çıkarınız canlarınızı!. Bugün alçaklık azabıyla cezâlanacaksınız. Allah Teâlâ’ya karşı gerçek olmayanı söyler olduğunuzdan ve onun ayetlerinden böbürlenerek kaçtığınızdan dolayı, diyeceklerdir.”

”107. Ve eğer Allah Teâlâ dilese idi onlar şirke düşmezlerdi. Ve seni onların üzerine bir bekçi kılmadık, ve sen onların üzerine bir vekil de değilsin.”

”111. Eğer biz hakîkaten onlara Melekleri indirsek ve onlar ile ölüler konuşacak olsalar ve onların üzerine herşeyi de bölük bölük toplasak yine imân edecek değillerdir. Meğer ki Allah Teâlâ dileyecek olsun. Fakat onların çokları bunu bilmezler.”

”137. Ve bunun gibi müşriklerden birçoklarına çocuklarını öldürmeyi onların ortakları güzel göstermişler. Tâki onları helâk etsinler, ve dinlerini de kendilerine karıştırsınlar. Ve eğer Allah Teâlâ dileseydi onu yapmazlardı. Artık onları, iftira ettikleri şeyi de bırak.”

”149. De ki: Kesin delil, Allah Teâlâ’ya mahsustur. Eğer o dileseydi elbette hepinizi hidâyete erdirirdi.”

”152. Ve yetimin malına -rüştüne kadar- yaklaşmayınız, sâdece en güzel bir şekilde yaklaşın. Ve ölçüğü ve tartıyı adâlet üzere yapın. Biz bir kimseyi gücünün üstünde birşey ile mükellef kılmayız ve söz söyleyeceğiniz zaman adâletle bulununuz, isterse, yakınlarınız olsun. Ve Allah Teâlâ’ya verdiğiniz sözü yerine getiriniz. İşte size bunlar ile tavsiyede bulunmuştur. Umulur ki, düşünürsünüz, -öğüt alırsınız-.”

”157. Yahut demeyesiniz ki, eğer bize kitap indirilmiş olsa idi, elbette biz onlardan daha fazâ hidâyete ermiş olurduk. İşte size Rabbinizden açık bir delil de geldi, hidâyet ve rahmet de. Artık Allah Teâlâ’nın âyetlerini yalanlayandan ve ondan -yüz- çevirenden daha zâlim kimdir?. Biz âyetlerimizden yüz çevirenleri elbette böyle yüz çevirmeleri sebebiyle azabın en kötüsü ile cezâlandıracağızdır.”

-A’RAF:”88. Onun kavminden kibirlenen bir cemaat demişti ki: Ey Şuayb!. Seni ve seninle beraber imân edenleri elbette yurdumuzdan çıkarırız veyahut kat’î surette bizim dinimize dönüverirsiniz. O da demişti ki: Ya biz onu istemesek de mi?.”

”96. Eğer o ülkelerin halkı, imân etselerdi ve sakınmış olsalar idi elbette onların üzerine gökten ve yerden bereketler açardık. Fakat yalanladılar. Artık biz de onları kazandıkları şey sebebiyle tutup yakalayıverdik.”

”100. Yere önceki sahiplerinden sonra vâris olacaklar için belli olmadı mi ki: Eğer biz dilemiş olsak onları da günahları sebebiyle musîbetlere uğratırdık ve kalblerini mühürlerdik de artık onlar işitemezlerdi.”

”155. Ve Musa kavminden yetmiş erkeği tayin ettiğimiz vakit için seçmişti. Ne zaman ki, onları yıldırım yakaladı, dedi ki: Ey Rabbim!. Eğer dilese idin onları ve beni daha evvel helâk ederdin. Bizden bir takım beyinsizlerin yaptıkları şey sebebiyle bizi helâk eder misin?. Bu ancak senin bir imtihanındır, bununla dilediğini saptırırsın ve sen dilediğini hidâyete kavuşturursun. Sen bizim dostumuzsun, artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”

”188. De ki: Allah Teâlâ’nın dilediğinden başka nefsim için ne bir faideye ve ne de bir zarara sâhip değilim. Ve eğer ben gaybı bilir olsa idim, elbette hayırdan daha çok şeyler yapardım, ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben imân eden bir kavim için korkutucu ve müjdeleyiciden başka birşey değilim.”

-ENFAL:”8. Tâki: Hakkı isbat ve bâtılı iptal etsin. İsterse, günahkâr olanlar hoşnut olmasınlar.”

”19. Eğer -ey kâfirler- fetih istiyorsanız işte size fetih gelmiştir. Ve eğer vazgeçerseniz artık o sizin için hayırlıdır. Ve eğer dönerseniz biz de döneriz. Ve elbette cemaatiniz çok olsa da size birşey ile fayda verir olamayacaktır. Ve muhakkak ki. Allah Teâlâ müminler ile beraberdir.”

”23. Ve eğer Allah Teâlâ onlarda bir hayır bilse idi elbette onlara işittirirdi. Ve eğer işittirecek olsaydı elbette onlar yine dönerlerdi. Ve onlar kaçınan kimselerdir.”

”31. Ve onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: Artık işittik, eğer dileyecek olsak elbette bunun benzerini biz de söyleyebiliriz. Bu evvelkilerin efsanelerinden başka birşey değildir.”

”42. O vakit ki, siz yakın vâdide idiniz, onlar ise uzak vâdide idiler. Kervan ise sizden aşağıda idi. Eğer birbirinizle vâdeleşe idiniz, elbette vâde mahallinde ihtilâfa düşerdiniz. Ve lâkin Allah Teâlâ yapılmış olan bir emri yerine getirmek için -böyle yaptı- tâki, helâk olan kimse, apaçık bir delilden helâk olsun ve diri kalan da âşikâr bir delilden diri kalmış olsun ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ tam mânâsıyla işiticidir, tamamıyle bilicidir.”

”43. O vakit ki. Allah Teâlâ onları sana rüyanda az gösteriyordu. Ve eğer onları sana çok göstermiş olsaydı elbette korkacak idiniz ve cihad işinde ihtilâfa düşerdiniz. Ve lâkin Allah Teâlâ selâmete erdirdi. Şüphe yok ki, o, göğüslerin içinde olanı hakkıyla bilicidir.”

”50. Ve görecek olsan, o zaman ki, melekler, kafir olanların canlarını alırlar, yüzlerine ve arkalarına vururlar ve yangının azabını tadın -derler-.”

”63. Ve onların kalblerinin arasını telif etti ki, eğer yerde bulunanın tamamını sarfedecek olsa idin onların kalpleri arasını birleştiremezdin. Ve lâkin Allah Teâlâ onların arasını birleştirdi. Şüphe yok ki, o galiptir, hikmet sahibidir.”

-TEVBE:”32. Onlar Allah Teâlâ’nın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Allah Teâlâ ise nurunu tamamlamaktan başka birşeye razı olmaz. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.”

”33. O bir Yüce Yaratıcıdır ki, Peygamberini hidayet ile ve hak din ile gönderdi ki, onu bütün dinlerin üzerine yükseltsin, isterse müşriklerin hoşuna gitmesin.”

”42. Eğer o, yakın bir ganîmet ve orta bir sefer olsa idi elbette sana tâbi olurlardı. Fakat o meşakkatli mesafe onlara uzak geldi ve az sonra Allah Teâlâ’ya yemin edeceklerdir ki; eğer iktidarımız olsa idi elbette seninle beraber sefere çıkardık. Bunlar kendilerini helâk ediyorlar. Allah Teâlâ ise onların mutlâka yalancı kimseler olduklarını biliyor.”

”46. Eğer -cihada- çıkmak isteseydiler, elbette onun için bir hazırlık -bir kuvvet- hazırlar idiler. Fakat Allah Teâlâ onların cihada çıkmalarını çirkin gördü de onları alıkoydu. Ve oturanlar ile beraber oturunuz denildi.”

”47. Eğer sizin aranızda -cihada- çıkacak olsalardı, size bozgunluktan başka birşey arttırmış olmayacaklardı ve sizin aranıza fitne sokmak isteyerek koşar dururlardı. Ve sizin aranızda onları ziyadesiyle dinleyenler de vardır. Allah Teâlâ o zâlimleri tamamiyle bilicidir.”

”57. Eğer bir sığınılacak yer veya mağaralar veya girecek bir delik bulsalardı onlar koşar oldukları halde oraya dönerlerdi.”

”59. Ve eğer onlar Allah Teâlâ’nın ve Peygamberinin kendilerine verdiğine razı olsalardı ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ bize yeter, Allah Teâlâ lütfundan bize verecektir Resûlü de. Muhakkak ki, bizler Cenâb-ı Hak’ka rağbet eden kimseleriz -deselerdi- elbette haklarında hayırlı olurdu.”

”113. Peygamber için ve imân edenler için uygun değildir ki, müşrikler hakkında af talebinde bulunsunlar. İsterse akrabaları olsunlar. Onların cehennem ehli oldukları kendilerine açıkça belli olduktan sonra.”

-YUNUS:”11. Eğer Allah Teâlâ, insanlara hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de alelâcele verecek olsa idi elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu. Artık bize kavuşmalarını ummayanları kendi azgınlıktan içinde şaşkın bir halde bırakırız.”

”16. De ki: Eğer Allah Teâlâ dilese idi onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Muhakkak ki, ben ondan evvel sizin aranızda bir ömür sürmüştüm. Siz hiç akıllıca düşünmez misiniz?.”

”42. Ve onların içinde senin sözlerini işitmek isteyenler de vardır. Fakat sağırlara mı işittireceksin?. Eğer akılları da kesmez kimseler bulunmuş ise.”

”43. Ve onlardan sana bakanlar da vardır. Ya sen körlere göremez kimselerde olsalar doğru yolu gösterebilir misin?.”

”54. Eğer zulmetmiş olan her şahıs için bütün yerde bulunanlar olsa idi elbette onları feda ederdi ve azâbı gördükleri zaman için için pişmanlıkta bulunmuş oldular. Ve onların arasında adâletle hükmolunmuş olur ve onlar zulm olunmazlar.”

”97. İsterse, onlara her âyet gelsin. Pek acıklı azâbı görünceye kadar -küfrlerinde devam ederler-“

”99. Ve eğer Rab’bin dilese idi elbette yeryüzünde kim varsa hepsi de cümleten imân ederlerdi. Artık o halde inanmaları için sen mi insanları zorlayacaksın?.”

-HUD:”80. Dedi ki: Keşke benim için size karşı bir kuvvet olsa idi veya şiddetli bir kaleye sığınacak olsa idim.”

”118. Ve eğer Rab’bin dilese idi, elbetde bütün insanları bir tek ümmet kılardı. Fakat onlar ihtilâf eden kimseler olmaktan geri durmayacaklardır.”

-YUSUF:”17. Dediler ki: Ey babamız!. Biz hakikaten bir yarış ederek gittik. Yûsuf’u da eşyamızın yanında bıraktık, hemen onu kurt yemiş ve sen bize doğru sözlü kimseler olsak da inanmazsın.”

”103. Ve insanların çoğu sen fazlaca arzu etsen de imân edici kimseler değildirler.”

-RA’D.”18. Rab’lerine -Cenâb-ı Hak’kın davetine- uyanlar için bir güzellik vardır. O’na uymamış olanlar için de yeryüzünde olan şeylerin hepsi ve bir misli de beraber olacak olsa idi elbette kendilerini azaptan kurtarmak için hepsini fedâ ederlerdi. İşte onlar ki, hesabın en kötüsü kendileri içindir ve onların dönüp girecekleri yer cehennemdir. Ve o ne fenâ bir yataktır.”

-HİCR”2. O kâfir olanlar, çok kere arzu edeceklerdir ki, keşke müslüman olmuş olsaydılar.”

”7. Eğer sen dogru söyleyenlerden isen bize melekleri getirmeli değil misin?”

”14. Ve eğer onların üzerine gökten bir kapı açsak da oradan yukarıya çıkacak olsalar.

-NAHL.”35. Ve müşrikler dediler ki: Eğer Allah dilese idi ondan başkasına ne biz ve ne de babalarımız ibadette bulunmazdık ve ne de onsuz bir şeyi haram kılmazdık. İşte onlardan öcekiler de böyle yapmışlardır. Artık Peygamberlerîn üzerine apaçık tebliğden başka ne vardır?.”

”41. Ve o kimseler ki, zulme uğratıldıktan sonra Allah uğrunda hicret ettiler. Elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz ve ahiret mükâfatı ise elbette daha büyüktür. Eğer bilirlerse.”

”61. Ve eğer Allah Teâlâ insanları zulümleri sebebiyle cezalandıracak olsa idi yeryüzünde hiç bir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir zamana kadar erteliyor. Onların ecelleri geldiği vakit ise onlar ne bir saat geri kalabilirler, ve ne de öne geçebilirler.”

”93. Ve eğer Allah Teâlâ dilese idi elbette sizleri bir tek ümmet kılardı. Fakat o dilediğini sapıklıkta bırakır ve dilediğini hidayete erdirir ve sizler yapmakta olduğunuz şeylerden elbette sorulacaksınızdır.”

-İSRA:”42. De ki: Eğer onunla beraber dedikleri gibi Tanrılar olacak olsa idi, o takdirde arşın sahibine elbette -galip gelmek için- bir yol ararlardı.”

”88. De ki: Andolsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplanacak olsalar, elbette onun bir benzerini getiremeyeceklerdir. İsterse, bazıları bazılarına yardımcı olsun.”

”95. De ki: Eğer yeryüzünde yerleşmişler olarak gezip dolaşan melekler olsa idi elbette onlara gökten Peygamber olarak bir melek indirirdik.”

”100. De ki: Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olacak olsaydınız, yine harcamak korkusuyla kıstıkça kısardınız ve insan pek cimri olmuştur.”

-KEHF.”18. Ve onları uyanıklar sanırsın, halbuki, onlar uykudadırlar ve onları sağ taraflarına ve sol taraflarına çeviririz ve köpekleri de iki kolunu kapı tarafına uzatmış bir haldedir. Eğer onların bu hallerine muttali olsa idin elbette onlardan döner kaçardın ve onlardan korku ile dolardın.”

”58. Ve Rabbin mağfireti pek fazladır, rahmet sahibidir. Eğer onları kazandıkları sebebiyle cezalandıracak olsa elbette onlar için azabı çarçabuk getirirdi. Fakat onlar için va’d edilmiş bir zaman vardır. Onun ötesinde bir kurtuluş yeri bulamazlar.”

”77. Sonra yine gittiler, bir belde ahalisine varınca onun ahalisinden yiyecek istediler. Onlar ise bunları misafir kabul etmekten kaçındılar. Derken orada bir duvar buldular ki, yıkılmak istemekte idi. Onu hemen doğrultu verdi. Dedi ki: Eğer dileseydin bunu üzerine elbette bir ücret alıverirdin.”

”109. De ki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. İsterse denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.”

-TAHA.”134. Ve eğer biz onları ondan evvel bir azab ile helâk etmiş olsa idik, elbette diyeceklerdi ki: Ey Rabbimiz!. Bize bir Peygamber göndermeli değil mi idin ki, bir zillete ve rüsvaylığa düşmeden evvel senin âyetlerine tâbi olsa idik?”

-ENBİYA:”17. Eğer biz bir eğlence edinmek istese idik elbette onu kendi tarafımızdan edinirdik. Eğer yapacaklar olsa idik.”

”22. Eğer o ikisinde -gökler ile yerde- Allah’tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh arşın Rabbi olan Allah Teâlâ, onların vasf ettikleri şeylerden yücedir.”

”39. Eğer o kâfir olanlar, o zamanı bir bilseler idi ki, ne yüzlerinden ve ne de arkalarından ateşi men edemiyeceklerdir ve onlar yardımda olunamayacaklardır.”

-HAC:”73. Ey insanlar!. Bir misal verildi, onu artık dinleyiniz!. Şüphe yok ki, Allah’tan başka kendilerine ibadet ettikleriniz, bir sinek bile yaratamazlar, isterse onun için hepsi de toplansınlar ve eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa onu ondan geri de alamazlar. İsteyen de, istenilen de zayıf olmuştur.”

-MÜ’MİNUN.”24. Bunun üzerine kavminden kâfirler olmuş olan ileri gelen bir zümre dedi ki: Bu başka değil, ancak sizin gibi bir insan, istiyor ki, sizin üzerinize üstünlük etsin. Ve eğer Allah dilemiş olsa idi elbette melekleri indirirdi. Biz bunu evvelki babalarımızda işitmedik.”

”71. Eğer hak onların hevalarına uyacak olsa idi elbette gökle ve yer onlarda olanlar fesada uğramış olurdu. Hayır.. biz onlara -şereflerine vesile olacak olan- Kur’an’ı, getirdik, onlar ise-kendi vesilei şerefleri olan- Kur’andan yüz çevirenlerdir.”

”75. Ve eğer onlara merhamet etsen ve kendilerindeki zararı açıversen elbetteki, yine azgınlıklarında devam edip tereddütte bulunacaklardır.”

-NUR.”35. Allah Teâlâ, göklerin ve yerin nurudur. Nurunun meseli, içinde güzel bir çırağ bulunan bir kandillik gibidir, o çırağ ise bir kandil içindedir. O kandil ise sanki bir incimsi yıldızdır, doğusu ve batısı olmayan mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulmaktadır. Onun yağı bir halde ki, kendisine ateş dokunmasa bile hemen hemen ışık verecektir. Nur üstüne nurdur. Ve Allah nuruna dilediğini kavuşturur. Ve Allah Teâlâ insanlara misaller getirir ve Allah Teâlâ her şeyi hakkıyla bilicidir.”

-FURKAN.”45. Görmedin mi, gölgeyi nasıl uzatmıştır. Eğer dileyecek olsa idi onu elbette sakin kalırdı Sonra güneşi gölge üzerine bir delil kıldık.”

”51. Ve eğer dilemiş olsa idik elbette her beldede bir korkutucu gönderirdik.

-ŞUARA.”30 Musa Aleyhisselâm da dedi ki: Ben sana apaçık blr şey getirmiş olunca da mı beni zindana alacaksın!.”

”102. İmdi bizim için bir kere -geriye- dönüş olsa idi artık müminlerden olsa idik.”

”113. Onların hesabı ancak Rabbime aittir, eğer anlayabilirseniz.”

”198. Eğer onu Arabca bilmeyenlerin biri üzerine indirmiş olsa idik.”

-ANKEBUT.”64. Bu dünya hayatı eğlenceden ve bir oyundan başka birşey değildir. Ve hakikaten ahiret yurdu ise elbette ki, daimî hayat O’dur, eğer bilecek olsalar idi.”

-LOKMAN.”21. Onlara “Allah’ın indirmiş olduğuna tâbi olun” denildiği vakit, dediler ki: Hayır.. Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbi oluruz. Ya şeytan onları alevli âteşin azabına dâvet eder olsada mı? -yine tâbi olacaklar-.”

”27. Muhakkak ki: Eğer yerde olan ağaçlar kalem olsa, deniz de -mürekkep olsa- ona arkasından yedi deniz de yardım eylese yine Allah’ın kelimeleri -yazılmakla- tükenmez. Şüphe yok ki, Allah Azîzdir, hakîmdir.”

-SECDE.”12. Görecek olsan o vakit ki, günahkârlar Rab’lerinin huzurunda başlarını eğmiş oldukları hâlde ey Rab’bimiz!. Gördük ve işittik, artık bizi geri çevir. Bir sâlih amel işleyelim. Şüphe yok ki, biz kat’î surette inanmışlarız. -derler-.”

”13. Ve eğer dilemiş olsa idik her nefsi elbette hidayete erdirirdik. Fakat elbette ki, cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım, sözü benden hak olmuştur.”

-AHZAB.”14. Eğer onların üzerlerine her taraflarından girilse, sonra da kendilerinden fitne istenilecek olsa idi elbette onu -meydana- getirirlerdi ve bu hususta ancak pek az dururlardı.”

”20. Sanırlar ki, -düşman- orduları gitmemiştir. Ve eğer o ordular gelecek olsa arzu ederlerdi ki: Çölde bedevîler içinde bulunup size âit haberleri soruversinler. Ve eğer sizin aranızda bulunacak olsalar, pek azdan başka savaşta bulunmazlar.”

”52. Bundan sonra sana -başka- kadınlar helâl olmaz ve bunları başka eşler ile değiştirmek de helâl olmaz, isterse, güzellikleri pek hoşuna gidecek olsun. Ancak sağ elinin sahip olduğu müstesnâ. Ve Allah herşey üzerine nâzır olmuştur.”

-SEBE:”14. Sonra vaktaki, onun üzerine ölüm ile hükmettik, onun vefat etmiş olduğuna asâsından yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası onlara delâlet etmiş olmadı. Ol vakit ki, yere düşüverdi, cin taifesi anlamış oldu ki, eğer gaybı bilmiş olsalar idi o ihânetli azap içinde kalmış olmazlardı.”

”51. Görecek olsan telâşa düştükleri zaman -ne garip bir manzara görmüş olursun- artık kurtuluş yok ve onlar yakın bir yerden yakalanmışlardır.”

-FATIR.”18. Ve hiçbir günahkâr, başkasının günâhını yüklenmez ve eğer ağır yüklü bir kimse, onu taşımaya çağıracak olsa ondan hiçbir şey yükletilemez isterse, -o çağırılan- akraba olsun. Sen ancak Rablerinden gıyaben korkar olanları ve namazı dosdoğru kılanları korkutursun ve her kim temizlenirse ancak kendi nefsi için temizlenmiş olur. Ve nihayet dönüş Allaha’dır.”

”45. Ve eğer Allah insanları yaptıkları şey yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı mahlûk bırakmazdı. Fakat onları belli bir müddete kadar tehir buyuruyor. Nihayet ecelleri gelince -haklarında amellerine göre muamele yapılacaktır- çünki Allah Teâlâ kullarını hakkıyla görücü bulunmaktadır.”

-YASİN”47. Ve onlara “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz” denildiği vakit kâfir olanlar, imân edenlere dediler ki: Biz mi doyuracağız, o kimseyi ki, eğer Allah dilese idi onu doyururdu. Siz başka değil, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.”

”66. Ve eğer dilese idik gözlerini büsbütün mahvederdik de yola koşar dururlardı. Artık nereden görebilecekler?.”

”67. Ve eğer dilese idik onları en kuvvetli bulundukları yerde mahvederdik. Artık ne geçip gitmeğe ve ne de geri dönmeğe güç yetiremezlerdi.”

-ZÜMER.”4. Eğer Allah çocuk edinmek istese idi, elbette yarattığından dilediğini seçiverirdi. O bundan uzaktır, o tek ve kahhar olan Alah’tır.”

”26. Artık Allah, onlara dünya hayatında rezilliği tattırdı ve elbette ki, ahiret azabı daha büyüktür, eğer bilen kimseler olsalardı, -elbette öyle yalanlamaya cür’et edemezlerdi-.”

”43. Yoksa Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler?. De ki: Eğer hiçbir şeye sahip olmamış ve akıl erdiremez bulunmuş iseler de mi?.”

”47. Eğer zulm etmiş olanlar için yerde olanların hepsi ve onunla beraber onun bir misli de olacak olsa elbette ki, kıyamet gününde azabın fenalığından dolayı -kurtuluş için- onu mutlaka fedâ ederlerdi ve onlar için Allah tarafından hiç de hesaba kalmamış oldukları şeyler meydana gelmiş olacaktır.”

”57. Veya -her nefsin-: Şüphe yok ki, eğer Allah bana hidayet etse idi elbette ben sakınanlardan olurdum. Demesinden evvel -uyan- ması lâzımdır-.”

”58. Veyahut azabı gördüğü zaman: Keşke benim için bir kerre daha -dünyaya- dönmek olsa idi de iyi işler işleyenlerden olsa idim. -demesinden evvel uyanmalıdır.”

-MÜMİN.”14. Artık Allah’a dini O’nun için hâlis kılarak ibadet ediniz. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.”

-FUSSİLET.”44. Ve eğer O’nu, yabancı bir lisan ile bir Kur’an kılsa idik elbette derler ki: Âyetleri ayrıntılı şekilde açıklanmalı değil mi idi -Arabî bir Peygambere- yabancı bir lisan ile -Kur’an- olur mu?. De ki: O, îman edenler için bir hidâyet vesilesidir ve bir şifâdır ve O kimseler ki îman etmezler, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o, onlara karşı bir körlüktür. Onlara uzak bir yerden sesleniliyor.”

-ŞURA.”8. Ve eğer Allah dilemiş olsa idi elbette onları bir ümmet kılmış olurdu. Velâkin dilediği kimseyi rahmetine girdirir. Zâlimlere gelince onlar için ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”

”27. Ve eğer Allah, rızkı kulları için yayacak olsa elbette yerde haddi aşarlardı. Velâkin dilediğini bir miktar ile indiriyor. Şüphe yok ki, O, kullarından haberdardır. -ve hepsini- görücüdür.”

-ZUHRUF.”20. Ve dediler ki: Eğer O Rahmân dilemeseydi onlara ibadet etmezdik. Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar başka değil, ancak yalan söylerler.”

”24. Dedi ki: Ya size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirdimse de mi?. Dediler ki: Şüphe yok biz, kendisiyle gönderilmiş olduğun şeyi inkâr edicileriz.”

”60. Ve eğer dileyecek olsa idik, elbette sizden yerde melekler yaratırdık, sizin yerinize geçerlerdi.”

-AHKAF.”11. Ve kâfir olanlar, îman edenler için dedi: Eğer bir hayr olsa idi ona bizi geçemezlerdi. Ve onlar bununla -Kur’an ile- hidayete eremedikleri vakit de hemen diyeceklerdir ki: işte bu, eski bir iftiradır.”

-MUHAMMED.”4. İmdi kâfir olanlar ile -savaşta- karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurunuz, nihâyet onların kanlarını ziyadesiyle döktüğünüz vakit artık bukaguyu sıkıca bağlayın, sonra da -onları- ya meccânen âzad edersiniz veya bir bedel karşılığında serbest bırakırsınız. Tâki: Savaş ağırlıklarını atıversin. Emr böyledir. Ve eğer Allah dilese elbette onlardan -muharebesiz de- intikam almış olurdu. Velâkin bâzınızı bâzınız ile imtihan etmesi için, böyle savaş ile emretmiştir. Ve o kimseler ki; Allah yolunda öldürülmüşlerdir, elbette -Allah- onların amellerini zayi kılmayacaktır.

21. -Onlar için, itaat ve güzel söz -yaraşır- sonra -savaş- emri, kesinlik kazanınca eğer Allah’a sadakatda bulunsalar idi elbette kendileri için hayırlı olurdu.”

”30. Ve eğer dilesek elbette onları sana gösteriveririz de onları herhâlde simâlariyle bilirsin. And olsun ki: Onları lâkırdılarının üslûbundan da bilirsin. Ve Allah ise bütün amellerinizi bilir.”

-FETİH.”22. Ve eğer o kâfir olanlar, sizinle savaşta bulunacak olsalar idi elbette arkalarına döneceklerdi, sonra ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazlardı.

-HUCURAT.”5. Ve eğer onlar, kendilerine sen çıkıncaya kadar sabretselerdi elbette ki, kendileri için hayırlı olurdu. -maamafih- Allah, gafurdur, rahîmdir.”

”7. Ve biliniz ki, aranızda muhakkak Allah’ın Peygamberi vardır. Eğer’ O, birçok işte size itaat edecek olsa idi elbette helâke düşmüş olurdunuz. Velâkin Allah -Teâlâ- size imânı sevdirdi ve onu kalblerinizde süsledi ve size küfrü ve fâsıkca hareketleri ve isyânı çirkin gösterdi. İşte doğru yola gidenler de onlardır.”

-VAKIA.”65. Eğer dilese idik onu elbette bir ot kırıntısı yapardık. Artık siz, şaşırır dururdunuz.”

”70. Eğer dilese idik onu acı bir su yapardık, artık şükretmeli değil misiniz?”

”76. Ve şüphe yok ki, o, eğer bilseniz, elbette pek büyük bir yemîndir.”

-MÜCADELE.”22. Allah’a ve âhiret gününe îman eden hiçbir kavmi bulamazsın ki, Allah’a ve Resûlü’ne muhalefet eder kimseleri sevsinler isterse: Babaları veya oğulları veya kardeşleri veya kabileleri olsunlar, onlar o zatlardır ki, -Allah- onların kalplerinde îman yazmıştır. Ve onları kendisinden bir ruh ile desteklemiştir ve onları altlarından ırmaklar akar cennetlere girdirecektir. Oralarda ebedî olarak kalıcılardır. Allah, onlardan râzı olmuştur, -onlar da- Ondan râzı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın askerleridir. İyi biliniz ki, muhakkak Allah askerleridir, onlardır kurtuluşa ermiş olanlar.”

-HAŞR.”9. Ve o kimseler ki: Onlardan evvel yurt ve îman edinmişlerdir, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı kendi kalplerinde bir ihtiyaç duymazlar, ve kendilerinde bir ihtiyaç bulunsa dahi onları kendi nefislerine tercih ederler. Ve her kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte kurtuluşa ermiş olanlar onlardır.”

”21. Eğer bu Kur’anı bir dağ üzerine indirmiş olsa idik elbette onu Allah’ın korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün ve biz o misâlleri insanlar için veriyoruz, tâ ki, düşünüversinler.”

-MÜMTEHİNE.”2. Eğer onlar sizi ele geçirirlerse sizin için düşmanlar olurlar ve size karşı fenâlıkla ellerini ve dillerini uzatırlar ve sizin kâfirler olmanızı arzu ederler.

SAF.” 8. Allah’ın nûrunu ağızlar ile söndürmek isterler, Allah ise nûrunu tamamlayıcıdır. İsterse, kâfirler hoşlanmasınlar.”

”9. O, O -Kerem sahibi Mabud- dur ki; Peygamberini Kur’an ile ve Hak dîn ile gönderdi. Onu her dîn üzerine yükseltmek için, isterse: Müşriklerin hoşuna gitmesin.”

-MÜLK.”10. Ve diyeceklerdir ki: Eğer biz işidir olsa idik veya akıllıca düşünse idik, biz bu çılgın cehennemin yârânı arasında bulunmuş olmaz idik.”

-KALEM.”9. Onlar arzu ettiler ki: Sen yaltaklanıvermiş olsa idin, o zaman onlar da yaltaklanacaklardır.”

”33. İşte azap, böylecedir ve muhakkak ki, âhiret azabı daha bü-yüktür, eğer bilecek olsalar idi.”

-HAKKA.”44. Eğer O -Peygamber faraza- bâzı lakırdıları bize karşı bir iftira olarak söylemiş olsa idi:”

-MEARİC.”11. Onlar; birbirlerine gösterilirler, günahkâr olan temenni eder ki: O günün azabından dolayı oğullarını fedâ etsin.”

-CİN.”16. Ve eğer onlar, o yol üzerinde dosdoğru gitse idiler, elbette kendilerine bol bol su içirirdik.”

-KIYAME.”15. İsterse, mazeretlerini ortaya atmış bulunsun.”

”TEKASÜR.”5. Vaz geçin, sizin anladığınız gibi değil, eğer yakın bir bilgi ile bilecek olsa idiniz. -öyle yapmazdınız .- “

LEVLÂ –VE LEVLÂ – FE LEVLÂ OLANLAR :

-BAKARA:“118. Ve bilmeyen kimseler dedi ki: Allah bizimle konuşsa ya veya bize bir âyet gelse ya. Onlardan evvelkiler de onların dedikleri gibi demişti. Kalbleri bir birine benzemiştir. Biz âyetlerimizi kesin îman sahibi olan bir kavme apaçık bildirdik.”

-NİSA”77. O kimseleri görmez misin ki, onlara: Ellerinizi çekiniz ve na-maz kılınız, zekât veriniz denilmişti. Vaktaki üzerlerine cihat yazıldı, o zaman içlerinden bir takımı. Allah Teâlâ’dan korkarcasına veya daha fazla insanlardan korkar oldular. Ve onlara: Ey Rabbimiz!. “Ne için üzerimize cihadı yazdın? Ne olurdu bizi yakın bir müddete kadar tehir etseydin” dediler. De ki: Dünyanın faidesi pek azdır, âhiret ise takva sahibi olanlar için elbette hayırlıdır. Ve siz kıl kadar zulme uğramayacaksınızdır.”

”83. Ve onlara eminlikten veya korkudan bir haber geldiği zaman onu yayıverirler. Ve eğer onu Peygamber’e veya kendilerinden olan emir sahiplerine arzetseler elbette onlardan bunun hükmünü çıkaracak zatlar bunu bilirlerdi. Ve eğer Allah Teâlâ’nın lûtuf ve rahmeti üzerinize olmasa idi pek azınız müstesnâ, elbette şeytana uymuş olurdunuz.”

”113. Eğer Allah Teâlâ’nın lûtuf ve rahmeti senin üzerine olma-saydı elbette onlardan bir taife seni şaşırtmaya kasdedecekti. Halbuki, onlar kendi nefislerinden başkasını şaşırtamazlar ve sana hiçbir şeyden zarar veremezler. Ve Allah Teâlâ sana kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilir olmadığın şeyleri öğretti. Ve Allah Teâlâ’nın lütfu senin üzerine pek büyük olmuştur.”

-MAİDE”63. Din bilginleri, fakihleri onları günah sözlerinden ve haram yemelerinden engellemeli değil midirler?. İşledikleri şey elbette ne kadar kötü!.”

-EN’AM”8. Ve dediler ki; onun üzerine bir Melek indirilmeli değil mi idi?. Ve eğer biz bir melek indirmiş olsaydık elbette iş bitirilmiş olurdu. Sonra onlara göz açtırtmazdı.”

”37. Ve dediler ki: Onun üzerine Rab’binden bir âyet indirilmeli değil mi idi?. De ki: Şüphe yok Allah Teâlâ âyet indirmeğe kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.”

”43. Artık bizim azâbımız onlara geldiği zaman yalvarmalı değil miydiler. Fakat onların gönülleri katılaşmış ve şeytan onlara yapar oldukları şeyleri süslemiş idi.”

-A’RAF:”43. Ve biz onların göğüslerinde kinden her ne var ise hepsini söküp atmışızdır. Onların altlarından ırmaklar akar ve derler ki: O Allah Teâlâ’ya hamdolsun ki, bizi hidayetle buna kavuşturdu. Eğer Allah Teâlâ bize hidâyet etmeseydi biz kendi kendimize hidâyete eremezdik. Muhakkak ki, Rabbimizin peygamberleri hak ile geldiler. Ve onlara işte bu cennettir ki, siz buna -salih- amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz, diye nidâ olunacaktır.”

”203. Ve onlara bir âyet getirmediği!! zaman “onu kendi tarafından uydurmalı değil miydin” derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahy olunana tâbi olurum. Bu Rabbiniz tarafından basîretlerdir, ve inanan bir kavim için hidâyettir ve rahmettir.”

-ENFAL:”68. Eğer Allah Teâlâ’dan bir yazı geçmiş olmasa idi, almış olduğunuz şey hususunda size elbette pek büyük bir azap dokunurdu.”

-YUNUS”20. Ve derler ki: Ona Rabbi tarafından bir mucize indirilmeli değil midir?. De ki: Gayıp ancak Allah içindir. Artık siz bekleyiniz, şüphe yok ki, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”

”98. Hiç bir şehir ahalisi yoktur ki, -ümitsizlik halinde- imân etmiş olsun da bu imânı ona fâide versin. Yunus kavmi ise müstesnâ. Ne zaman ki imân ettiler, onlardan dünya hayatında rüsvaylık azâbını kaldırdık ve kendilerini bir müddete kadar faydalandırdık.”

-HUD”91. Dediler ki: Ey Şuayb!. Söylediklerinden bir çoğunu iyice anlayamıyoruz. Şüphe yok ki, biz seni aramızda cidden zayıf görüyoruz ve eğer senin kabilen olmasa idi elbet de seni taslayarak öldürürdük ve sen bizden üstün değilsin.”

”110. Ve yemin olsun ki; Musa’ya kitabı verdik. Derken onda ihtilâf edildi. Eğer Rab’bin tarafından bir kelime geçmiş olmasa idi elbetde aralarında hüküm verilirdi. Ve muhakkak ki, onlar ondan kuşkuya düşüren şiddetli bir şüphe içindedirler.”

”116. Sizden evvelki asırlarda yeryüzünde bozgunculuktan alıkoyacak bir kısım fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi?. Ancak onlardan kurtuluşa erdirdiğimiz bir kısmı müstesnâ, ve o zulm edenler ise kendilerinin içinde bulundukları refaha -dünya varlığına- uydular ve günahkâr kimseler oldular.”

-YUSUF”94. Ne zaman ki, kâfile ayrıldı. Babaları dedi ki: ben muhakkak Yûsufun kokusunu alıyorum. Eğer bana bunaklık isnâd etmiyecek olsa idiniz elbetde beni tasdik ederdiniz-.”

-RA’D.”7. Ve o kâfir olanlar der ki: Onun üzerine Rab’binden bir mucize indirilmiş olmalı değil mi?. Sen ancak bir uyarıcısın ve her kavin için bir hidâyet rehberi vardır.”

”27. Ve kâfîr olanlar derler ki: Ona Rab’binden bir mucize indirilmiş olmalı değil mi idi?. De ki: Muhakkak Allah Teâlâ dilediğini sapıklığa düşürür ve hak’ka yönelen! de kendisine hidâyet eder.”

”31. Ve eğer bir Kur’an ki, onunla dağlar yürütülmüş veya onunla yer parçalanmış veya onunla ölüler konuşturulmuş olsa idi işte bu Kur’an ile olmuş olurdu. Fakat bütün işler Allah’ındır. İmân edenler anlamadılar mı ki: Allah Teâlâ dileyecek olsa idi elbette bütün insanları hidâyete erdirirdi. Kâfirlere gelince onlara kendi kötü amelleri sebebiyle bir felâket isabet edip duracaktır. Veya Allah’ın vâdi gelinceye kadar o felâket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ verdiği sözden asla dönmez.”

-KEHF.”39. Bağına girdiğin zaman “Maşallah, lâ kuvvete illâ billâh” demeli değil mi idin?. Eğer beni malca ve evlâtça senden daha az görüyorsan.”

-TAHA.”129. Ve eğer Rabbinden önceden verilmiş bir söz ve tâyin edilmiş bir müddet olmasa idi elbette büyük bir azap lâzım gelirdi.”

”134. Ve eğer biz onları ondan evvel bir azab ile helâk etmiş olsa idik, elbette diyeceklerdi ki: Ey Rabbimiz!. Bize bir Peygamber göndermeli değil mi idin ki, bir zillete ve rüsvaylığa düşmeden evvel senin âyetlerine tâbi olsa idik?”

-HAC-40. Onlar ki, haksız yere, ancak Rabbimiz Allah’tır, demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer insanların bazılarını bazıları ile Allah’ın defetmesi olmasa idi manastırlar, kilisler, havralar, ve içlerinde Allah’ın adı çok zikredilen mescitler elbette ki, yıkılırdı, ve elbette ki Allah kendi dinine yardım edenlere yardım eder. Şüphe yok ki, Allah elbette pek kuvvetlidir, pek izzetlidir.”

-NUR.”10. Ve eğer üzerinize Allah’ın lütufu ve rahmeti olmasa idi -haliniz ne olurdu?- ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ tövbeleri kabul edicidir, hikmet sahibidir.”

”12. Onu işittikleri zaman mümin erkekler ile mümin kadınlar kendi vicdanlarında hayırlı bir zanda bulunarak bu bir apaçık iftiradır demeli değil mi idiler?.”

”13. Onun üzerine dört şahit getirmeli değil mi idiler?. Madem ki, şahitleri getiremediler, artık onlardır. Allah katında yalancılar onlardır.”

”14. Ve eğer Allah’ın fazlu rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.”

”16. Onu işittiğiniz zaman, bunu söylemek bize lâyık olmaz, hâşâ, bu, pek büyük bir iftiradır, demeli değil mi idiniz?.”

”20. Ve eğer Allah’ın fadlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi -elbette ki, sizi azaplandırırdı- ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.”

”21. Ey îmân etmiş olanlar!. Şeytanın adımlarına uymayın ve her kim şeytanın adımlarına uyarsa elbette ki o, çirkin ve inkâr edilmiş şeyler ile emreder. Ve eğer üstünüzde Allah’ın lütufu ve merhameti olmasa idi sizden hiç bir kimse ebediyen temize çıkamazdı velâkin Allah dilediğini temize çıkarır ve Allah hakkiyle işiticidir, bilicidir.”

-FURKAN”21. Ve bize kavuşmayı ümit etmeyenler dedi ki: Bizim üzerimize melekler indirilmeli değil mi idi?. Veya Rabbimizi görmeli idik. Andolsun ki, -onlar- nefislerinde bir büyüklük görmüşlerdir ve büyük bir azgınlık ile azgınlıkla bulunmuşlardır.”

-NEML.”46. Dedi ki: Ey kavmim!. Ne için iyilikten evvel kötülüğü acele istiyorsunuz?. Allah’tan af dilemeli değil misiniz?. Olabilir ki, rahmete kavuşursunuz.”

-KASAS.”10. Musa’nın annesinin kalbi, bomboş olarak sabahladı. Eğer inananlardan olsun diye onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu açığa vuracaktı.”

”82. Ve dünkü gün onun yerinde olmayı temenni edenler, ertesi sabah diyorlardı ki: Vay sana!. Şüphe yok ki, Allah kullarından dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine de az. Eğer Allah bize lûtfetmese idi elbette bizi de yerin dibine geçirmişti. Ay!. Muhakkak ki, kâfir olanlar kurtuluşa eremezler.”

-ANKEBUT.”50. Ve dediler ki: Onun üzerine Rabbinden mucizeler indirilmiş olmalı değil mi idi?. De ki: O mucizeler ancak Allah’ın katındadır ve ben ancak apaçık bir uyancıyım.”

”53. Ve senden azabı alelâcele isterler. Eğer tayin edilmiş bir vakit olmasa idi elbette onlara azap geliverirdi. Ve muhakkak ki, o, onlara kendileri farkında olmaksızın gelecektir.”

-SAFFAT.”67. Ve eğer dilese idik onları en kuvvetli bulundukları yerde mahvederdik. Artık ne geçip gitmeğe ve ne de geri dönmeğe güç yetiremezlerdi.”

”143. Eğer o çokca tesbih edenlerden olmasa idi.”

-FUSSİLET.”44. Ve eğer O’nu, yabancı bir lisan ile bir Kur’an kılsa idik elbette derler ki: Âyetleri ayrıntılı şekilde açıklanmalı değil mi idi -Arabî bir Peygambere- yabancı bir lisan ile -Kur’an- olur mu?. De ki: O, îman edenler için bir hidâyet vesilesidir ve bir şifâdır ve O kimseler ki îman etmezler, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o, onlara karşı bir körlüktür. Onlara uzak bir yerden sesleniliyor.”

”45. And olsun ki, Mûsa’ya da kitap verdik, onda da ihtilâf edildi. Ve eğer Rab’binden bir söz geçmiş olmasa idi elbette onların aralarında iş bitiriverirdi ve şüphe yok ki, onlar ondan elbette tereddüde düşürücü bir şüphe içindedirler.”

-ŞURA.”14. Ve ayrılığa düşmediler, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, sadece aralarında haddi aşmaktan dolayı -ayrılığa düştüler- ve eğer Rab’binden belirli bir süreye kadar geçmiş bir kelime bulunmasa idi elbette aralarında hükm olunurdu. Ve muhakkak O kimseler ki, onlardan sonra kitaba vâris oldular, elbette ondan şaşkınca bir şüphe içindedirler.”

”21. Yoksa onlar için ortaklar var da onlar için dinden kendisiyle Allah’ın izin vermediği şeyleri meşru mu kıldılar?. Ve eğer O ertelemek sözü olmasa idi elbette aralarında hükm verilmiş olurdu ve şüphe yok ki, O zâlimler için elem verici bir azap vardır.”

-ZUHRUF.” 31. Ve dediler ki: Şu Kur’an, iki beldeden bir büyük erkek üzerine indirilmiş olmalı değil mi idi?.”

”33. Ve eğer insanlar -küfre düşüp- bir ümmet olacak olmasa idiler elbette Rahmânı inkâr edenlerin evleri ve üzerine çıktıkları merdivenleri için gümüşten tavanlar kılardık.”

”53. O’nun üzerine altından bilezikler atılmalı değil mi idi?. Veya onunla beraber melekler birbirine yardımcılar olarak gelmeli değil mi idi?.”

-AHKAF.”28. Onlara Allah’tan başka yakınlık sağlamak için tanrı edinmiş oldukları şeyler yardım etmeli değil mi idiler?. Bilâkis onlardan gaip oluverdiler ve bu da onların yalanlarının ve iftirâ eder oldukları şeyin -bir eseri- dir.”

-MUHAMMED.”20. Ve imân edenler derler ki: Bir sûre indirilmiş olmalı değil mi idi, Vaktaki, bir muhkem sûre indirildi ve onda savaş zikredildi, kalblerinde bir hastalık olanları gördün ki: Sana ölümden baygın kimsenin bakışı gibi bakıyorlar. Artık -ölüm- olarak daha lâyıktır.”

-FETİH.”25. Onlar, o kimselerdir ki: Kâfir oldular ve sizi Mescid-i Haram’dan men eylediler. Kurbanları da mahalline varmaktan alıkoydular. Eğer bilmediğiniz mümin erkekler ile imân sahibi kadınlar bulunmasa idi, onları bilmeksizin çiğneyip de o yüzden size bilmeksizin bir meşakkat, bir keder, bir üzüntü -isabet etmeyecek olsa idi- elbette ellerini onlardan çektirmezdi, fakat çektirdi, tâki, Allah dilediğini rahmeti içine girdirsin. Eğer onlar seçilmiş olsalar idi, elbette onlardan kâfir olanları elîm bir âzab ile azaplandırırdık.”

-VAKIA.”57. Biz sizi yarattık, artık tasdik eder olmalı değil mi idiniz!.”

”62. Ve muhakkak ki, siz ilk yaradılışı bildiniz, o halde düşünmez misiniz?”

”83. Artık, değil mi ki, -can- boğaza geldiği vakit.”

”86. O halde haydin, eğer siz cezâ görmeyecekler oldunuz iseniz.”

-MÜCADELE.”8. Bakmaz mısın, o kimselere ki: Gizlice konuşmadan men edilmişlerdir, sonra da men edilmiş olduktan şeye dönüverirler ve günah ile ve düşmanlık ile ve Peygambere isyan ile fısıldaşırlar ve sana geldikleri zaman da seni Allah’ın selâmlamadığı birşey ile selâmladılar ve kendi içlerinde ne derler ki: Allah bizi söylediğimiz şey ile cezâlandırmalı değil mi? Onlara cehennem kâfidir, ona yaslanacaklardır. Artık ne fenâ bir dönüş yeri.”

-HAŞR.”3. Ve eğer Allah, onların üzerine sürgünü yazmamış olsa idi, el-bette onlara yine dünyada azap ederdi ve onlar için âhirette ise ateş azabı vardır.”

-MÜNAFİKUN.”10. Ve size rızk olarak verdiğimiz şeylerden harcamada bulunun, birinize ölüm gelmesinden, artık Yârabbi!. Beni bir yakın müddete kadar tehir etse idi de sadaka verse idim ve sâlihlerden olsa idim demesinden evvel.”

-KALEM.”28. Orta halde bulunanları dedi ki: Ben size “tesbîh eder olmalı değil misiniz?” demedim mi?”

”49. Eğer ona Rab’binden bir nîmet erişmiş olmasa idi, elbette fezâya kınanmış bir halde atılmış olacaktı.”

– LEN OLANLAR :

-BAKARA:”24. Eğer siz onu yapamaz iseniz, elbette yapamayacaksınız ya, artık o ateşten sakınınız ki, onun çırası, bir takım insanlar ile taşlardır. O ateş ise kâfirler için hazırlanmıştır.”

”61. Hani siz bir vakitte demiştiniz ki: Ya Musa! biz bir çeşit yemeğe elbette sabredemeyiz. Bizin için rabbine dua etde yerin bitirdiği tere, hıyar, buğday, mercimek, soğandan bizim için de çıkarsın. -Musa da- demişti ki: Siz bayağı olan şey ile hayırlı olan şeyi değiştirir misiniz? Öyle ise bir kasabaya ininiz sizin için istediğiniz şeyler -orada- vardır. Onların üzerlerine alçaklık, yoksulluk vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar. Bu da şüphe yok ki Allah’ın ayetlerini inkâr, peygamberlerini haksız yere katletmeleri sebebiyle olmuştur. İşte bu ceza onların isyan etmelerinden ve haddi aşmış olmalarından dolayıdır.”

”80. Ve dediler ki: Bizlere bir kaç sayılı günden başka cehennem ateşi temas etmeyecektir. De ki: Siz Allah’ın huzurunda bir ahid mi aldınız? Elbet de Allah Teâlâ dönmez. Yoksa bilmeyeceğiniz bir şeyi Cenab’ı Hakka isnad edip söylüyor musunuz?”

”95. Halbuki onu evvelce kendi elleriyle yaptıkları şeyler sebebiyle aslâ temenni etmezler.”

”111. Ve dediler ki cennete Yahudî veya Hırıstiyan olanlardan başkası elbette giremeyecektir. Bu onların boş hülyalarıdır. De ki: delilinizi getirin, eğer siz doğru kimseler iseniz.”

”120. Sen onların milletine tâbi oluncaya değin senden ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar aslâ hoşnut olmazlar. De ki: Asıl hidayet Allah’ın hidâyetidir. Eğer sen sana gelen ilimden sonra, onların arzularına uyacak olsan, yemin olsun ki senin için Allah tarafından ne bir dost bulunur ne de bir yardımcı.”

-ÂL-İ İMRAN”91. Şüphesiz o kimseler ki, kâfir oldular ve kâfirler oldukları halde öldüler, artık onların hiç birinden yer yüzü dolusu altın feda edecek olsa elbette kabul edilmeyecektir. İşte onlar için elîm bir azap vardır. Ve onlar için yardımcılardan bir kimse yoktur…”

”92. Sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya kadar iyiliğe nail olamazsınız ve her ne şey harcarsanız şüphe yok ki. Allah Teâlâ hakkiyle bilir.”

”111. Size ezîyetten başka bir zarar veremezler. Ve eğer sizinle savaşta bulunurlarsa size arka çevirir kaçarlar. Sonra yardım da olunmazlar.”

”115. Ve hayırdan her ne yaparlarsa elbette karşılıksız bırakılmayacaklardır. Ve Allah Teâlâ o takvâ sahiplerini hakkiyle bilendir.”

”116. Muhakkak o kimseler ki, kâfir oldular, onları ne malları ve ne de evlâtları Allah Teâlâ’nın azabından kurtaramaz. Ve onlar cehennem ehlidirler. Onlar orada ebedî kalacak kimselerdir.”

”124. O vakitte idi ki, sen mü’minlere diyordun ki: Rabbinizin indirmiş olduğu üç bin melek ile size yardım etmesi size yetmez mi?”

”144. Ve Muhammed de ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölse veya öldürülse siz gerisin geriye mi dönüvereceksiniz?. Ve her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah Teâlâ’ya hiçbir zarar vermiş olamaz. Ve Allah Teâlâ şükredenlere mükâfat verecektir.”

”176. O küfre koşanlar seni üzmesinler. Şüphe yok ki, onlar Allah Teâlâ’ya bir şey ile zarar veremezler. Allah Teâlâ istiyor ki, onlara âhirette bir nasip vermesin. Ve onlar için büyük bir azap vardır.”

”177. Muhakkak o kimseler ki, imân karşılığında küfrü satın almışlardır. Elbette onlar Hak Teâlâ’ya bir şey ile zarar veremezler. Ve onlar için acıtıcı bir azap vardır.”

-NİSA:”52. Onlar o kimselerdir ki, Onlara Allah Teâlâ lânet etmiştir ve her kime ki, Allah Teâlâ lânet ederse artık onun için bir yardımcı bulamazsın.”

”88. Size ne oluyor ki, münâfıklar hakkında iki fırka bulunuyorsu-nuz? Allah Teâlâ onları kazandıkları şey sebebiyle tersine döndürmüştür. Hak Teâlâ’nın saptırdığını doğru yola getirmek mi is-tiyorsunuz?. Ve her kimi ki, Allah Teâlâ saptırırsa artık sen onun için bir yol bulamazsın.”

”129. Ve kadınlar arasında adalette bulunmanıza ne kadar istekli olsanız da asla muktedir olamazsınız, artık birine büsbütün meyl ile temayül edîp de ötekini asıklı gibi bırakmayınız. Ve eğer ıslah eder ve sakınırsanız şüphe yok ki Allah Teâlâ çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”

”141. Onlar ki, sizi gözeli verirler, eğer sizin için Allah Teâlâ’dan bir zafer olursa biz de sizinle beraber değilmiydik derler. Ve eğer kâfirler için bir pay olursa biz size galip gelmez miydik ve size mü’minlerin saldırısını engeller olmadık mı derler. Artık Allah Teâlâ kıyamet gününde aranızda hükmedecektir. Ve elbette Allah Teâlâ kâfirler için mü’minler aleyhine bir yol vermeyecektir.”

”143. Onun arasında bocalayıp duruyorlar. Ne onlara ne de bun-lara mensup, ve her kimi ki, Allah Teâlâ sapıtırsa artık ona elbette bir yol bulamazsın.”

”145. Şüphe yok ki; münâfıklar ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Ve elbette onlar için bir yardımcı da bulamazsın.”

”172. Mesihde Allah Teâlâ için kul olmaktan asla çekinmez. Allah’a yakın olan melekler de. Her kim onun ibadetinden çekinir ve kibirlenirse elbette onların hepsini huzuruna toplayacaktır.”

-MAİDE:”22. Dediler ki, ya Musa!. Muhakkak orada zorbalar olan bir kavim vardır. Ve onlar oradan çıkmadıkça biz oraya elbette girmiyeceğizdir. Fakat onlar oradan çıkarlarsa bizler oraya muhakkak giricileriz.”

”24. Dediler ki: Ya Musa!.. Biz elbette oraya ebediyen girmeyeceğiz, onlar orada devam ettikçe artık sen Rabbinle git savaşta bulunun, bizler ise burada oturucularız. “

”41. Ey Resûl!. Küfr içinde yarış edenler seni mahzun etmesin. O kimselerden ki, ağızlarıyla imân ettik dedikleri halde kalbleri imân etmemiştir. Ve Yahudi olan kimselerden ki, bunlar pek ziyâde yalan dinleyicilerdir. Ve sana gelmeyen diğer bir kavmi de ziyadesiyle dinleyicidirler. Kelimeleri yerlerine konulduktan sonra değiştirirler. Derler ki: Eğer size bu verilirse alıveriniz ve eğer size bu verilmezse sakınınız. Ve Allah Teâlâ her kimin fitnesini isterse elbette sen onun için Allah Teâlâ tarafından birşeye sâhip olamazsın. Onlar o kimselerdir ki Allah Teâlâ onların kalblerini temizlemek istemiştir. Onlar için dünyada zillet vardır ve onlar için âhiret de pek büyük bir azap vardır.”

”42. Onlar yalanı çokca dinleyicilerdir. Haram olanı da pek çok yiyicilerdir. Artık sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Ve eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir şey ile zarar veremezler ve eğer hükm edersen aralarında adâletle hükmet. Şüphe yok ki: Allah Teâlâ adaletde bulunanları sever.”

-EN’AM”124. Ve onlara bir âyet geldiği zaman derler ki: Allah’ın Peygamberlerine verilmiş olanın benzeri bizlere verilinceye kadar biz imân etmeyiz. Allah Teâlâ peygamberliği nereye yönelteceğini en iyi bilendir. Elbette günahkâr olanlara yapmakta olduktan tuzak ve hileden dolayı Hak Teâlâ’nın katında bir alçaklık ve şiddetli bir azap isâbet edecektir.”

-ENFAL:”19. Eğer -ey kâfirler- fetih istiyorsanız işte size fetih gelmiştir. Ve eğer vazgeçerseniz artık o sizin için hayırlıdır. Ve eğer dönerseniz biz de döneriz. Ve elbette cemaatiniz çok olsa da size birşey ile fayda verir olamayacaktır. Ve muhakkak ki. Allah Teâlâ müminler ile beraberdir.”

-TEVBE”80. Onlar için istiğfarda bulun veya onlar için istiğfarda bulunma. Eğer onlar için yetmiş defa af dileyecek olsa elbette Allah Teâlâ onları af etmeyecektir. Çünki onlar Allah Teâlâ’yı ve Resûlünü inkâr ettiler. Allah Teâlâ ise fasıklar olan bir kavme hidayet etmez.”

”83. Eğer Allah Teâlâ seni onlardan bir taifenin yanına döndürür de başka bir cihada çıkmak için senden izin isterlerse de ki: Artık siz benimle beraber çıkmayınız ve benim maiyetimde olarak savaşta bulunmayınız. Çünki, siz ilk defa da oturmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlar ile beraber oturunuz.”

”94. Onlara döndüğünüz zaman size mazeret beyan edeceklerdir. De ki: Mâzerette bulunmayınız, elbette size inanmayacağızdır.Muhakkak ki, Allah Teâlâ sizin bir kısım hallerinizden bizi haberdar buyurdu ve sizin amellerinizi Allah Teâlâ ve Peygamberi görecektir. Sonra gizliyi de âşikâreyi de bilene döndürüleceksiniz. Artık o neler yapmış olduklarınızı size haber verecektir.”

-HUD:”81. Dediler ki: Ey Lût!. Şüphe yok ki biz senin Rab’binin elçileriyiz. Onlar sana elbette kavuşamayacaklardır. Artık sen âilen ile gecenin bir kısmında yürü ve sizden hiç bir kimse geri kalmasın, eşin ise müstesnâ. Şüphesiz ki, onlara isâbet edecek şey, ona da isâbet edicidir. Muhakkak ki, onlara va’dedilen zaman, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?.”

-YUSUF”66. Dedi ki: Onu sizinle beraber göndermem, onu bana getireceğinize dâir Allah Teâlâ’dan bana sağlam bir söz verinceye kadar. Ancak kuşatılmanız hariç. Vaktaki, ona teminatlarını getiriverdiler. Dedi ki: Allah Teâlâ’da dediklerimizin üzerine şâhitdir.”

”80. Ne vakit ki, ondan ümitlerini kestiler, birbiriyle fısıldaşarak diğerlerinden ayrıldılar. Büyükleri dedi ki: Babanızın muhakkak Allah’a yemin ile teminat almış olduğunu ve sizin evvelce de Yûsuf hakkında yapmış olduğunuz kusuru bilmiyor musunuz?. Artık babam bana izin verinceye kadar veya benim için Cenab’ı Hak hükmedinceye kadar bu yerden ayrılmam ve o, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”

-İSRA.”37. Ve yer yüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphe yok ki, sen ne yeri yarabilirsin ve ne de boyca dağlara yetişebilirsin.”

”93. Veyahut senin için altından bir ev olmalı veya göğe derece -derece yükselesin ve senin yükselmene de asla inanmayız, ta ki, üzerimize kendisini okuyacağımız bir kitap indiresin. De ki: Rabbimi tenzih ederim ben bir beşer olan elçiden başka bir şey değilim.”

”97. Ve Allah kime hidayet ederse işte hidayete eren o’dur ve kimi saptırırsa artık onlar için Allah’tan başka asla yardımcılar bulamazsın ve onları kıyamet gününde körler, dilsizler, ve sağırlar olarak yüzleri üzerine haşrederiz. Onların varacakları yer, cehennemdir. Her ne zaman alev azalırsa onlar için cehennem ateşini arttırırız.”

-KEHF.”14. Ve onların kalplerini kuvvetlendirdik, o vakit ki: Kıyam ettiler de dediler ki: Bizim Rab’bimiz, göklerin ve yerin Rab’bidir, ondan başkasına bir ilâh diye tapamayız. Diyecek olsak elbette ki, haktan pek uzak bir söz söylemiş oluruz.”

”17. Ve güneşi görürsün ki, doğduğu zaman onların mağaralarının sağ tarafına meyleder ve battığı vakit de onların sol taraflarına dönüverir ve onlar ondan bir geniş orta yerdedirler. Bu Allah’ın âyetlerindendir. Allah kime hidayet ederse o hidayet bulmuş olur ve kimi de saptırırsa artık onun için bir irşat edici yardımcı bulamazsın.”

”20. Şüphe yok ki, onlar eğer size galebe ederlerse sizi ya taslayarak öldürürler, veya sizi kendi dinlerine döndürürler ve o takdirde artık ebedî olarak kurtuluş bulamazsınız.”

”27. Ve Rab’bin kitabından sana vahyolunanı oku, onun kelimelerini değiştirecek yoktur ve ondan başka bir sığınak da bulamazsın.”

”41. Yahut suyu çekilir de artık onu aramaya asla güç yitiremezsin.”

”48. Ve Rabbine bir saf olarak arzedilmişlerdir. Muhakkak ki, siz, kendinizi ilk defa yarattığımız gibi bize gelmiş oldunuz. Hayır.. Siz iddia etmiş idiniz ki, sizin için hiçbir mevid tayin etmiyeceğiz.”

”57. Daha zalim kim vardır, o kimseden ki, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldığı halde ondan hemen yüz çevirir ve iki elinin takdim etmiş olduğu şeyi unutmuş olur. Biz onların kalpleri üzerine onu güzelce anlayabilmelerine mâni perdeler, kulaklarında da bir ağırlık kılmış olduk ve onları hidayete davet edip dursan onlar yine o vakit hidayete ebediyyen ermezler.”

”58. Ve Rabbin mağfireti pek fazladır, rahmet sahibidir. Eğer onları kazandıkları sebebiyle cezalandıracak olsa elbette onlar için azabı çarçabuk getirirdi. Fakat onlar için va’d edilmiş bir zaman vardır. Onun ötesinde bir kurtuluş yeri bulamazlar.”

”67. Dedi ki: Şüphe yok sen benimle beraber sabra kâdir olamazsın.”

”72. Dedi ki: Ben demedim mi ki: Şüphe yok sen benimle beraber sabra takat getiremezsin?.”

”75. Dedi ki: Ben sana demedim mi ki, şüphe yok sen benimle beraber sabra takat getiremezsin.”

-MERYEM.”26. Artık ye ve iç, ve gözün aydın olsun, imdi insanlardan bir kimseyi görürsen de ki: Ben Rahman için oruç adadım, artık bugün hiç bir insan ile asla konuşmayacağımdır.”

-TAHA.”72. Dediler ki: Ellbette seni bize gelen âyetlere ve bizi yoktan var etmiş olana tercih edemeyiz. Artık sen, ne ile hüküm edecek isen hüküm et. Sen ancak bu dünya hayatında hükmedersin.”

”91. Dediler ki, bize Musa dönüp gelinceye kadar biz buna – buzağıya- sürekli olarak tapmaktan geri duracak değiliz.”

”97. -Hz. Musa- da dedi ki: Çık git. Çünkü artık sana hayatta -bulundukça takdir edilmiş olan- dokunma yok demektir. Ve muhakkak ki, senin için bir va’de mahalli de vardır ki, ondan asla ayrılmayacaksındır. Ve kendisine tapınıp durduğun tanrına da bak. Biz onu elbette ki, yakacağız, sonra da onu denizde yarça parça edip savuracağız.”

-ENBİYA.”87. Ve Zünnun’ü da -an- o vakit ki: Öfkeli olarak gitmişti. Bizim kendisini sorumlu tutmayacağımızı zannetmişti. Derken karanlıklar içinde -kalıp- niyazda bulundu ki: -Yarabbi!.- senden başka ilâh yoktur, seni tenzih ederim şüphe yok ki, ben zalimlerden oldum.”

-HAC-“15. Her kim O’na -Peygambere- Allah’ın ne dünyada ve ne de ahirette yardım etmeyeceğini zannediyor ise semaya bir ip uzatsın, sonra onunla intihar etsin, artık baksın ki, kendisinin bu hilesi, onun nefret ettiği şeyi giderecek mi?.”

”37. Elbetteki, onların ne etleri ve ne de kanları Allah’a erecek değildir. Ve lâkin ona sizden takva erecektir. Onları öylece size musahhar kılmıştır, tâki size hidayet buyurduğundan dolayı Allah’a tekbirde bulunasınız ve güzel davrananları müjdele..”

”47. Ve senden azabın acele gelmesini isterler. Halbuki, Allah vadinden asla dönmez ve şüphe yok ki, Rabbin katındaki birgün, sizin sayacaklarınızdan bir yıl gibidir.”

”73. Ey insanlar!. Bir misal verildi, onu artık dinleyiniz!. Şüphe yok ki, Allah’tan başka kendilerine ibadet ettikleriniz, bir sinek bile yaratamazlar, isterse onun için hepsi de toplansınlar ve eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa onu ondan geri de alamazlar. İsteyen de, istenilen de zayıf olmuştur.”

-FATIR.”29. Muhakkak o kimseler ki, Allah’ın kitabını daima okurlar ve namazı dosdoğru kılarlar ve bizim kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden gizlice ve âşıkâra olarak harcamada bulunmuş olurlar, -işte onlar- hiç zevâl bulmayacak bir kazanç umarlar. “

”43. -Bu da- yerde böbürlenmekten ve kötü tuzaklar kurmaktan -doğmuştur- ve kötü bir tuzak, kendi ehlinden başkasına ârız olmaz. O halde evvelkilerin kanunundan başka ne bekliyorlar?. Artık sen Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. Ve Allah’ın sünnetinde bir sapma da bulamazsın.”

-ZUHRUF.”39. Bu gün size bu temennîniz, aslâ bir fâide vermeyecektir. Çünkü zulmettiniz. Şüphe yok ki, siz azapta ortalarsınızdır.”

-MUHAMMED.”34. Muhakkak o kimseler ki, kâfir oldular ve Allah yolundan men ediverdiler, sonra da onlar kâfir olarak öldüler, artık Allah, onlar için mağfirette bulunmayacaktır.”

”35. Binaenaleyh zâfiyet göstermeyiniz ve sizler en üstün olduğunuz hâlde sulha dâvet etmeyiniz ve Allah sizinle beraberdir ve size amelinizi eksiltmez.”

-FETİH.”15. O geri bırakılmış olanlar, siz ganimetler elde etmek için sefere çıkıp gideceğiniz zaman diyeceklerdir ki: Bizi bırakınız, arkanızdan gelelim. Onlar Allah’ın kelâmını değiştirmek isterler. De ki: Siz bize aslâ tâbi olamazsınız, işte sizin için Allah Teâlâ önceden böyle buyurmuştur. Buna da diyeceklerdir ki: Hayır. Bizi kıskanıyorsunuz. Halbuki, pek azdan başka birşey anlayamaz olmuşlardır.”

”23. Allah Teâlâ’nın öteden beri süregelen âdeti -budur- ve Allah’ın âdeti için aslâ bir değişiklik bulamazsın.”

-MÜCADELE.”17. Onları ne maları ve ne de evlâtları hiç bir şey ile Allah’tan kurtaramaz -müstağni kılamaz- onlar, ateş ashabıdırlar, onlar o ateşte ebediyen kalıcılardır.”

-MÜMTEHİNE.”3. Elbette size kıyamet gününde ne hısımlarınız ve ne de evlât-larınız fâide veremeyeceklerdir. Aralarınızı ayıracaktır ve Allah ne yapar olduklarınızı hakkıyla görücüdür.”

-MÜNAFİKIN.”11. Halbuki, Allah hiç bir şahsı eceli geldiği vakit sonraya bırakmaz, ve Allah her ne yapar iseniz haberdardır.”

-TEĞABÜN.”7. Kâfir olanlar, iddia ettiler ki: Öldükten sonra aslâ diriltilmeyeceklerdir. De ki: Hayır ve Rab’bime andolsun ki: Elbette diriltileceksinizdir. Sonra da yapmış olduğunuz şeyler elbette size haber verilecektir. Ve bu ise AIlah’a göre pek kolaydır.”

-CİN.”22. De ki: Şüphe yok, beni Allah’tan hiçbir kimse elbette koru-yamaz ve ben ondan başka sığınacak kimse bulamam.”

-İNŞİKAK.”14. Muhakkak o, sanmıştı ki: Elbette dönmeyecektir.”

-BELED.”5. Sanıyor mu ki: Onun üzerine hiç bir kimse güç yetiremeyecektir?.”

METÂ OLANLAR :

-BAKARA.”214. Yoksa Cennete gireceğinizi mi zannettiniz?. Sizden evvelki geçmiş ümmetlerin hali sizlere gelmedikçe. Onları nice şiddetli ihtiyaçlar, hastalıklar kapladı ve sarsıntılara uğradılar. Hattâ peygamberleri ve onunla beraber imân edenler. Allah’ın yardımı ne zaman? diyecek bir hale geldiler. Haberiniz olsun Allah’ın yardımı şüphe yok ki pek yakındır.”

-YUNUS.”48. Ve derler ki: Eğer siz doğru kimseler iseniz bu vâd ne zamandır?.”

-İSRA:”51. Veya göğüslerinizde büyütülenden herhangi bir yaratık -olunuz, herhalde diriltileceksinizdir-. Diyeceklerdir ki: O halde bizi kim geri getirecektir?. De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan zat -geri getirecektir-. Artık sana başlarını sallayacaklar ve diyeceklerdir ki: O ne zaman?. De ki: Yakın olsa gerek!”

-ENBİYA.”38. Ve derler ki, bu va’d ne zaman? Eğer siz sadıklar iseniz.”

-NEML.”71. Ve derler ki: Bu tehdit ne zamandır?. Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz -haber veriniz bakalım-.”

-SECDE:”28. Ve diyorlar ki: Bu feth ne zamandır?. Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz -söyleyiniz bakalım!-“

-SEBE’.”29. Ve derler ki: Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz ne vakit bu vâd?.”

-YASİN.”48. Ve derler ki: O tehdit ne zaman?. Eğer siz sadıklar oldunuz iseniz.”

-MÜLK.”25. Ve derler ki: Şu vâdedilen, ne zamandır?. Eğer sâdıklar oldu iseniz.”

LEYTE-LEYTENA-LEYTENİ-LEYTEHA-

-NİSA.”73. Ve yemin olsun ki, eğer size Allah tarafından bir lûtuf nasib olursa, sanki sizinle onun arasında hiçbir tanışıklık yok imiş gibi “ne olurdu ben de onlar ile beraber olsaydım da büyük bir ganimete nâil olsa idim” diyecektir.”

“EN’AM.”27. Ve -onları- ateşin üzerine durdurulup da: “Eyvah bize ne olurdu bir geriye çevrilseydik ki, Rab’bimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık” dedikleri zaman bir görecek olsan.”

-KEHF.”42. Ve meyvesini -servetini- helâk kapladı. Artık ona sarfettiği şeylerden dolayı iki avucunu ovuşturmaya başladı. O -bağ- ise çardakları üzerine çökmüş ve diyordu ki: Ne olurdu, ben Rabbime bir ferdi ortak koşmamış olsaydım!.”

-MERYEM.”23. Derken ona doğum hareketi gelerek kendisini bir hurma ağacının altına gitmeğe zorunlu kıldı, dedi ki: Ne olurdu bana, bundan evvel ölmüş olsaydım ve unutulup terkedilmiş bulunsa idim!.”

-FURKAN.”27. Ve o gün ki, zalim iki elini ısırır, der ki: Keşke ben Peygamber ile bir yol tutmuş olsa idim.”

“28. Eyvah bana!. Keşke falanı döş edinmese idim.”

-KASAS.”79. Derken Kârun kavmine karşı ihtişamıyla çıkıverdi. Dünya hayatını isteyenler, dedi ki: Keşke Karun’a verilmiş olan şeyin misli bizim için de verilmiş olsa. Şüphe yok ki, o, pek büyük bir şans sahibidir.”

-AHZAB.”66. O günde yüzleri âteş içinde çevrilip durur. Derler ki: keşke biz Allah’a itaat etse idik ve Peygamber’e itaat etse idik.”

-YASİN.”26. Denildi ki: Cennete giriver. Dedi ki: Keşke kavmim bilselerdi.”

-ZUHRUF.”38. Nihâyet bize geldiği zaman -O arkadaşına- der ki: Keşke benim ile senin aranda iki doğunun uzaklığı olsa idi, -sen- ne kötü arkadaş!.”

-HAKKA.”25. Fakat o kimseye ki, kitabı sol tarafından verilmiş olur, -o da-der ki: Keşke kitabım bana verilmemiş olsa idi.”

“27. Keşke o -ölüm hayatımı- kesip bitirmiş olsa idi.”

-NEBE’.”40. Şüphe yok ki: Biz, sizi yakın bir azab ile korkutmuş olduk. O gün ki: Herkes iki elinin ne yapmış olduğuna bakacaktır. Kâfir de: Ah ben keşke, bir toprak olaydım, diyecektir.”

-FECR.”24. Der ki, keşke hayatım için -güzel ameller- takdim etmiş olsa idim.”

TEMENNİ :

-BAKARA.”78. Ve onlardan bâzıları da ümmîdirler. Kitabi bilmezdirler. Ancak bir takım batıl şeyleri bilirler. Ve onlar yalnız zanneder dururlar. “

“94. De ki: Eğer Allah Teâlâ’nın yanında ahiret yurdu başka insanların değil de özel olarak sizin ise ölümünüzü temenni ediniz, eğer siz doğru sözlü kimselerseniz.”

“95. Halbuki onu evvelce kendi elleriyle yaptıkları şeyler sebebiyle aslâ temenni etmezler.”

“111. Ve dediler ki cennete Yahudî veya Hırıstiyan olanlardan başkası elbette giremeyecektir. Bu onların boş hülyalarıdır. De ki: delilinizi getirin, eğer siz doğru kimseler iseniz.”

-ÂL-İ İMRAN.”143. Andolsun ki, siz ölümü onunla karşılaşmadan evvel temenni ediyordunuz. İşte siz bekleyip durduğunuz halde onu görüverdiniz.”

-NİSA.”32. Ve Allah Teâlâ’nın bazınıza diğer bazınız üzerine ihsan bu-yurmuş olduğu şeyi temenni etmeyiniz. Erkekler için kazançlarından bir nasip vardır: Kadınlar için de kazançlarından bir nasib vardır. Ve Allah Teâlâ’dan lütfunu isteyiniz. Şüphe yok ki Allah Teâlâ her şeyi hakkıyla bilicidir.”

“119. Ve elbette onları sapıtacağım ve elbette onları kuruntuya düşüreceğini ve muhakkak onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve herhalde onlara emredeceğim de Allah Teâlâ’nın yarattığını değiştireceklerdir. Ve her kim Allah Teâlâ’yı bırakır da şeytanı dost edinirse şüphe yok ki, pek açık bir ziyan ile ziyana düşmüş olur.”

”120. Şeytan onlara vadeder ve onları kuruntuya düşürür. Halbuki, şeytan onlara bir aldatmadan başka birşey vâdetmez.”

”123. Sizin kuruntularınızla değildir, ehli kitabın kuruntuları ile de değildir. Her kim bir kötülük yaparsa onunla cezalandırılır. Ve kendisi için Allah Teâlâ’dan başka ne bir yar ve ne de bir yardımcı bulamaz.”

-HAC.”52. Ve senden evvel bir Resul bir nebi göndermedik ki, illâ bir temennide bulunduğu zaman onun temennisine şeytan bir şey atıvermiştir. Fakat Allah şeytanın attığım defeder, sonra Allah âyetlerini muhkem kılar ve Allah bilendir, hikmet sahibidir.”

-KASAS.”82. Ve dünkü gün onun yerinde olmayı temenni edenler, ertesi sabah diyorlardı ki: Vay sana!. Şüphe yok ki, Allah kullarından dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine de az. Eğer Allah bize lûtfetmese idi elbette bizi de yerin dibine geçirmişti. Ay!. Muhakkak ki, kâfir olanlar kurtuluşa eremezler.”

-NECM.”24. Yoksa insan için her temennî ettiği şey var mıdır?.”

-HADİD.”14. Onlara bağırırlar ki: Biz sizinle beraber değil mi idik?. Onlar da derler ki: Evet.. Ve lâkin siz nefsinizi fitneye düşürdünüz, ve -mü’minler hakkında fenâlık- gözettiniz ve sizi bâtıl şeyler, gurura düşürdü, tâ ki, Allah’ın emri geliverdi. Ve sizi şeytan Allah ile aldattı.”

-CUMA.”6. De ki: Ey Yahûdî bulunan kimseler… Eğer siz, Allah için insanlardan ayrı dostlar olduğunuzu iddia ediyor iseniz, imdi ölümü te-menni ediniz eğer siz doğru söyleyenler oldu iseniz.”

”7. Halbuki, onu ebediyen temennî etmezler, ellerinin takdim et-tiği -günah- sebebi ile. Allah ise zâlimleri hakkı ile bilicidir.”

MEHMET ÖZÇELİK




D A Ğ L A R

D A Ğ L A R

Gönülleri dağlayan dağlar,sırlarla dolu yüce mekânlardır.Mahlukata o bulundukları yüce mekândan kuş bakışı bakar,temaşa ederler.Gönlünü dağlamak isteyenlerin,olup olgunlaşmak arzu edenlerin maddi-manevi fırınıdır dağlar.

Hz.Âdem ve Havva cennetten yeryüzüne dağa iniş yaptı.Dağlanan kalblerini göz yaşlarıyla dağlarda ağlayarak dağladılar.

Ashabı Kehf dağın ağzı olan mağarada Rablerini aradılar ve buldular.Orada hakikata erdiler.Oraya sığındı ve sığındırıldılar.Onları kucaklayan dağ kucağında onları 309 sene emzirdi,bağrına basdı ve uyuttu.

Hz.Musa Tur-i Sina’da peygamberliği aldı,orada Rabbinin rü’yetini taleb etti,haşyetinden dağ tuzla buz oldu.

Rasulullah Rabbini Uhud’da buldu.Boş zamanlarında gider Rabbine orada tefekküre dalardı.Enis olarak kendisine orayı buldu.İnsanların cehalet karanlığından kaçar,Uhud’un aydınlığına sığınırdı.Marifetin orada olduğunu hisssediyor,biliyordu.Marifete ilk orada erdi.Allah-Kur’an-Cebrail-Muhammed orada buluştu.Orada kendisi için bir marifet yolu olmuştu,orada dolmuş,orada peygamber olmuş,vahiyle dolmuş,ışığa varmıştı.Vahye orada mazhar oldu.Cebraille ilk defa aslı haliyle orada tanıştı.Kâinatın aklı olan Kur’an kendisine ilk defa orada indi ve verildi.

Hicrette Sebir üzerinde o zatın öldürülmesinden korktu.Uhud onu kabul etti.Biri tazib edilmemek için,diğeri her türlü tazib uğruna…

Bediüzzaman Nurs dağlarında doğdu,dağlarla tesbihe durdu.Nurları dağlarda yazdı,dağları nurlandırdı,dağlarla nurlandı,dağlardan nurlandı,gittiği yerlerde dağlara durdu,dağlarla durdu,hep dağları tercih etti çünki oralar kendisinin ufku idi,ufkunu açıyor,oradan alemlere açılıyordu.

Sadece bu ve bunlar mı?Bir çok büyükler hep dağlarda büyüklüğe erdiler.Büyüklüğü orada aradılar.Oralar âdeta büyüklüğün bir simgesi oldu.

Yüksek yerleri hayatta iken kendilerine mekân edinen bu zatlar,ölümlerinden sonra da buraları kendilerine mezar ettiler,edindiler.Onları ziyarete gidenler oralara tırmanmak ve yükselmek mecburiyetinde oldular.Çünki onlar aşağıların değil,yükseklerin insanları oldular.Hep yükselişi düstur edindiler.Hayatlarında sürdürdükleri temaşa,kabirlerinde de devam etmektedir.

ÂYETLERDE DAĞLAR :

“Ve o zamanı hatırlayınız ki, sizi Âd’dan sonra halifeler kıldı ve sizi yerde yerleştirdi. Onun ovalardan köşkler ediniyorsunuz ve dağları evler olarak oymakta bulunuyorsunuz. Artık Allah Teâlâ’nın nîmetlerini anın ve yerde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.”(A’raf.74)

“Ve o, o -Kudretli Yaratıcıdır- ki, yeryüzünü uzatmıştır ve on’da sâbit dağlar ve ırmaklar yaratmıştır ve on’da meyvelerin hepsinden ikişer çift yetiştirmiştir. Geceyi gündüze örtüyor. Şüphe yok ki, bunda düşünen bir kavim için elbette ibretler vardır.”(Ra’d.3)

“ Yeryüzünü de yaydık ve onda sabit dağlar bıraktık, ve onda miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyden bitirdik.”(Hicr.19)

“Ve yerde sabit dağlar vücude getirdi, sizi sallayıp muztarip etmesin diye ve nehirler ve yollar da -vücude getirdi- tâki, doğru yolu bulasınız.”(Nahl.15)

“Ve Allah Teâlâ yarattığı şeylerden sizin için gölgeler de yaptı ve sizin için dağlarda barınaklar yaptı ve sizin için elbiseler yaptı ki sizi sıcaktan korurlar. Ve zırhlar ki, sizi savaşlarınızda koruyacaklardır. İşte böyle nimetini sizin üzerinize tamam eder, tâki siz İslâmiyete eresiniz.”(Nahl.81)

“Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açlık, tâki maksatlarına erebilsinler.”(Enbiya.31)

“Ve bir ağaç da -inşa ettik- ki, Turi Sinadan çıkar, yiyecekler için yağ ile bir katıklık ile biter.”(Mü’minun.20)

“Kâfir olanların amelleri ise bir engin çöldeki bir serap gibidir ki, susamış kimse onu bir su sanır, nihayet ona vardığı zaman onu bir şey olarak bulmamış olur. Ve amelinin yanında Allah’ı bulmuş olur. O da hisabını tamamen ifa etmiştir ve Allah hisabı sür’atle görücüdür.”(Nur.39)

“Yoksa yeri bir karargâh kılan ve aralarında ırmaklar akıtan ve o yer için sabit dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir engel meydana getirilmiş olan mı -hayırlıdır-?. Allah ile beraber -başka-tanrı mı vardır?. Hayır.. Onların çokları bilmezler.”(Neml.61)

“Ve dağları görürsün, onları yerlerinde sâbit sanırsın, halbuki, onlar bulutların geçişi gibi geçer gider. Her şeyi sağlam kılmış olan, Allah’ın sanatıdır. Şüphe yok ki, o, yaptığınız şeylerden haberdardır.”(Neml.88)

“Gökleri direksiz olarak yaratmıştır ki, onları görürsünüz ve yerde de sizi sarsmasın diye yüksek dağlar bırakmıştır ve orada her yürüyen hayvânlardan dağıtmıştır ve biz gökten su indirdik, artık orada her fâideli çeşitten bitkiler bitirdik.”(Lokman.10)

“Ve onları kara bulutlar gibi dalgalar sardığı zaman, onlar Allah’a dini ona tahsis ediciler olarak yalvarmaya başlamış olurlar. Sonra onları karaya selâmetle çıkardığı zaman onlardan mutedil olan vardır ve bizim âyetlerimizi ise pek çok gaddar ve pek nankör olandan başkası inkâr etmez.”(Lokman.32)

“ Görmedin mi ki, muhakkak Allah gökten bir su indirdi de onunla renkleri farklı meyveler çıkardık, ve dağlardan da yollar vardır ki, beyazdırlar ve kırmızıdırlar, renkleri muhteliftir ve siyah siyah kayalar da vardır.”(Fatır.27)

“Ve orada, O’nun üstüne sâbit dağlar yerleştirdi ve orada bereketler vücuda getirdi, araştıranlar için müsavî olmak üzere onun azıklarını dört gün içinde takdir buyurdu.”(Fussilet.10)

“Ve yere de -bakmadılar mı?.- Onu döşedik ve onda sâbit dağlar bıraktık ve onda her güzel cinsten bitirdik.”(Kâf.7)

“And olsun Tûr’a.”(Tur.1)

“Ve dağlar bir yürüyüş yürüyüverir.”(Tur.10)

“Ve orada, yüksek, sâbit dağlar kıldık, ve size bir tatlı su içirdik.”(Mürselat.27)

“ Dağları da birer kazık -yapmadık mı?”(Nebe’.7)

“Dağları da tesbit etti.”(Naziat.32)

“Ve o zamanı hatırlayınız ki, sizin misakınızı almıştık. Size verdiğimiz şeyi kuvvetle alınız ve dinleyiniz diye üzerinize Tur dağını kaldırmıştık. Demişdiler ki: İşittik ve isyan ettik. Ve onların küfürleri sebebiyle kalblerine buzağı -muhabbeti- yerleştirilmişti. De ki size îmanınız ne kötü şey ile emrediyor, eğer mü’minlerseniz.”(Bakara.93)

“Ve o vakti de yâdet ki. İbrahim, Yarabbi!. Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demiş, -Cenâb-ı Hak da- inanmadın mı?, diye buyurmuştu. O da evet… İnandım, fakat kalbim mutmain olsun için demiş. Allah Teâlâ: Kuşlardan dört tanesini tut da onları kendine çevir sonra her dağ üzerine onlardan birer parça at, sonra da onları çağır, sana koşarak gelirler ve bil ki Allah Teâlâ şüphe yok azizdir, hakimdir diye buyurmuştur.”(Bakara.260)

“Ne zaman ki, Musa bizim tayin ettiğimiz vakte geldi ve Rabbi onunla konuştu, dedi ki: Ey Rabbim!. Bana varlığını göster sana bakayım. -Cenab’ı Hak da- buyurdu ki: Sen beni katiyyen göremezsin. Fakat dağa bir bak, eğer yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin. Hemen Rab’bi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Musa da baygın bir halde düşüp kaldı. Vaktaki, ayıldı, dedi ki: Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim ve ben imân edenlerin ilkiyim.”(A’raf.143)

“Ve bir zamanlar dağı sanki o bir gölgelik imiş gibi onların üstlerine koparıp kaldırmıştık. Ve sandılar ki, o hakîkaten üstlerine düşecek, -onlara dedik ki:- Size verdiğimizi kuvvetle tutun, ve onda olanı hatırlayınız. İhtimâl ki, sakınırsınız.”(A’raf.171)

“Ve gemi onları dağlar gibi dalgalar içinde götürüyordu. Ve Nuh, oğluna seslendi, o ayrı bir yere çekilmişti. Ey oğlum!. Bizimle beraber bin ve kâfirler ile beraber olma -dedi-.”(Hud.42)

“Dedi ki: Ben bir dağa sığınacağım, beni sudan korur. -Nuh da-dedi ki: Bugün Allah’ın emrinden koruyacak yoktur, onun merhamet ettiği müstesnâ. Ve ikisinin arasına dalga giriverdi de o boğulanlardan oldu.”(Hud.43)

“Ve denildi ki: Ey Yer!. Suyunu yut ve ey gök açıl. Ve su kesildi ve iş bitirilmiş oldu. Gemi de Cudi dağı üzerine yerleşti. Ve zâlimler olan kavim için uzaklık olsun denildi.”(Hud.44)

“Ve eğer bir Kur’an ki, onunla dağlar yürütülmüş veya onunla yer parçalanmış veya onunla ölüler konuşturulmuş olsa idi işte bu Kur’an ile olmuş olurdu. Fakat bütün işler Allah’ındır. İmân edenler anlamadılar mı ki: Allah Teâlâ dileyecek olsa idi elbette bütün insanları hidâyete erdirirdi. Kâfirlere gelince onlara kendi kötü amelleri sebebiyle bir felâket isabet edip duracaktır. Veya Allah’ın vâdi gelinceye kadar o felâket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ verdiği sözden asla dönmez.”(Ra’d.31)

“Ve muhakkak ki, -onlar- hileleriyle hilede bulundular ve onların hilesi. Allah katında -malûm-dur. Ve onların hilesi ile dağlar, yerinden gidecek değildir.”(İbrahim.46)

“Ve onlar emniyet içinde olarak dağlardan evler yontar olmuşlardı.”Hicr.82)

“Ve Rabbin bal ansına da ilham etmiştir ki, dağlardan ve ağaçlardan ve çardaklardan evler edin.”(Nahl.68)

“Ve yer yüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphe yok ki, sen ne yeri yarabilirsin ve ne de boyca dağlara yetişebilirsin.”(İsra.37)

“Ve hatırla -o günü ki-dağları yürütürüz ve yeri apaçık görürsün. Ve onları haşretmiş oluruz. Artık onlardan bir ferdi bile terketmemişizdir.”(Kehf.47)

“Vaktaki, iki dağın arasına kavuştu, onların yakınında bir kavim buldu ki, söz anlayabilmeye yaklaşacak bir halde değildiler.”(Kehf.93)

“Bana demir parçaları getirin, iki dağın arası bir seviyeye gelince körükleyin dedi. Onu ateş haline koyduğu zaman da getirin bana, dedi. Üzerine erimiş bakır dökeyim.”(Kehf.96)

“Az daha ondan dolayı gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti.”(Meryem.90)

“Ve sana dağlardan sorarlar. Binaenaleyh de ki: Onları Rabbim darmadağın edip savuracaktır.”(Ta-ha.105)

“Onu -onun hükmünü- derhal Süleyman’a anlattık ve her birine bir hüküm ve bir ilim ihsan ettik, ve Davud’a dağları ve kuşları musahhar kıldık, onunla beraber tesbihte bulunurlardı. Ve -bunları- yapanlar olduk.”(Enbiya.79)

“Görmedin mi ki, muhakkak Allah’a göklerde olanlar da ve yerde olanlar da ve güneş, ay, yıldızlar da ve dağlar, ve bütün hayvanat da ve insanlardan bir çoğu da secde ederler. Ve birçokları da vardır ki, onun üzerine de azap hak olmuştur ve kimi ki, Allah bedbahtlığa düşürürse artık onu saadete erdirecek bir kimse yoktur. Şüphesiz ki, Allah dilediğini işler.”(Hac.18)

“Görmedin mi ki, muhakkak Allah Teâlâ, bir bulutu sevkediyor, sonra arasını telif ediyor, sonra onu üstüste yığıyor. Artık görüyorsun ki, onun aralarından yağmur çıkıyor ve gökten, ondaki dağlardan bir dolu indiriyor da onu dilediği kimseye isabet ettiriyor ve onu dilediğinden uzaklaştırıyor. Az kalıyor ki, şimşeğinin parıltısı, gözleri gideriversin.”(Nur.43)

“Artık Musa’ya vahiy ettik ki, âsân ile denize vur, – vurunca -derhal yarıldı, heman her “parça pek büyük dağ gibi oluverdi.”(Şuara.63)

”Ve dağlardan ustaca bir halde evler yontuyorsunuz.”(Şuara.149)

”Biz emaneti göklere ve yere ve dağlara teklif ettik, onlar onu yüklenmeden hemen çekindiler ve ondan korkuya düştüler ve onu insan yüklendi. Şüphe yok ki, o, çok zâlim, çok bilgisiz oldu.”(Ahzab.72)

“Şanım hakkı için biz Davud’a tarafımızdan bir fazilet vermiştik, ey Dağlar!. Onunla beraber tesbihte bulunun -dedik? kuşlara da -böyle emrettik- ve O’nun için demiri yumuşattık.”(Sebe’.10)

“Muhakkak ki,dağları emrine verdik, O’nunla beraber akşamleyin ve kuşluk vakti tesbîh ederlerdi.”(Sad.18)

“Ve O’nun âyetlerindendir, denizde dağlar gibi akıp giden gemiler.”Şura.32)

“Denizde dağlar gibi yapılmış olan büyük gemiler de onun içindir.”(Rahman.24)

“Ve dağlar parçalanmakla parçalanmıştır.”(Vakıa.5)

“Artık -dağlar- dağılmış, toz hâline gelmiştir.”(Vakıa.6)

“Eğer bu Kur’anı bir dağ üzerine indirmiş olsa idik elbette onu Allah’ın korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün ve biz o misâlleri insanlar için veriyoruz, tâ ki, düşünüversinler.”(Haşir.21)

“Ve yer ve dağlar yerlerinden kaldırılmış ve birbirine bir çarpışla çarpmış, darmadağın olmuş bulunur.”(Hakka.14)

“Dağlar da atılmış rengârenk yün gibi olacaktır.”(Mearic.9)

“O gündeki: Yer ve dağlar sarsılır ve dağlar bir dağılmış kum yığını olmuş olur.”(Müzzemmil.14)

“Ve o an ki: Dağlar,dağılıverir.”(Mürselat.10)

“Dağlar da yürütülmüşte, su gibi görülen bir hayâl olmuştur.”(Nebe’.20)

“Ve dağlar, yürütüldüğü zaman.”(Tekvin.3)

“Ve dağlara ki nasıl dikilmiş?. “(Ğaşiye.19)

“Ve Sîna dağına.”(Tin.2)

“Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.”Karia.5)

HADİSLER’DE DAĞLAR::

Zamanla dağlar en güvenilir yerler olacağı bildirilir:

Ebû Saîd-i Hudrî radiya’llâhu anh’den:

Şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Çok sürmez (öyle fenâlıklar tahaddüs edecek ki) bir Müslümanın en hayırlı malı -kendi dînini fitnelerden selâmete çıkarmak için- dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar (dan ibâret) olacaktır.

Sevabda dağlar kadar büyüklüğe teşbih edilmiştir:

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den:Şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Her kim îmânı sebebiyle ve (ecrini yalnız Allah’dan umarak) li-vechi’llâh bir müslümân cenâzesi arkasından gider ve üzerine namaz kılıp defninden ferâgat edilinceye kadar berâber bulunursa iki kîrât ecir ile döner ki kîrâtların her biri Uhud (dağı) gibidir, her kim o cenâze üzerine namaz kılar da defnolunmadan evvel dönerse (yalnız) bir kîrât ecir ile dönmüş olur.

Bulutlar dağlara teşbih edilmiştir:

Enes (İbn-i Mâlik) radiya’llâhu anh’den:Şöyle demiştir: (Bir def’a) Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem zamânında nâs bir kıtlığa müptelâ oldu idi. Bir cum’a günü Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem hutbe îrâd buyururken A’râbînin biri ayağa kalkıp: “Yâ Resûla’llâh, mallar helâk oldu. Çoluk çocuk da aç kaldı bize duâ buyur” de(ye niyâz et)di. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem (mübârek) ellerini kaldırdı ki, (o sırada) gözümüze gök yüzünde hiçbir bulut parçası görünmüyordu. Nefsim yed-i kudretinde olan Zât-ı Ecell-ü A’lâ’ya kasem olsun ki, bulutlar dağlar gibi (gök yüzünü) istilâ etmedikçe o (mübârek) ellerini indirmedi ve (yağmur yağmadan) minberinden inmedi. (Minberden inerken mübârek) sakalına doğru yağmur (tânelerin) in yuvarlandığını gördüm. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün.. tâ öteki Cum’aya kadar (hep) üzerimize yağıp durdu. (Ertesi Cum’a) yine o A’râbî (Enes radiya’llâhu anh’in dediğine göre) yâhud bir başkası ayağa kalkıp: “Yâ Resûlâ’llâh, (artık) binâlar yıkıldı Mallar da (suda) boğul (mağa başla) dı. Bize duâ buyur” de(ye istirham et)di. (Bunun üzerine Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem yine mübârek) ellerini kaldırdı. Ve: “İlâhî, etrâfımıza (yağdır), üzerimize değil” di (ye duâ buyur)du. (Bunu söylerken de mübârek) eliyle hangi cihetteki buluta işâret buyurdu ise (orası) açıldı ve Medîne (üstü açık) bir alan gibi oldu. Kanat vâdîsi bir ay mütemâdiyen aktı ve her hangi cihetten kim geldiyse bol bol yağmur yağdığından bahsetti.

Rahmetten en evvel ve en çok istifade eden Rahmet kaynaklarının depolandığı yerlerin dağlar olması:

-Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’in Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem ayakta hutbe îrâd buyururken Mescid(-i Şerîf)’e girip zât-ı Akdes-i Risâlet-Penâhîlerinden yağmur duâsı niyâzında bulunan kimseye dâir hadîs ki, (Buhârî’de) çok tekerrür etmiştir. Bu (radaki) rivâyetde ise [505 inci hadîsin ilk kısmında olduğu gibi duâ-yı Nebevî’yi müteâkıben hemen kuvvetli bir yağmurun başladığını söyledikten sonra ayakta durup: “Yâ Resûla’llâh, hayvanlar helâk oldu, yollar da kapandı. Allâhu Teâlâ’ya, duâ buyur da artık bu yağmurları dindirsin” dedi. (Enes radiya’llâhu anh der ki:) Bunun üzerine Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem mübârek ellerini kaldırdı ve: “İlâhî, etrâfımıza (yağsın,) üzerimize değil. İlâhî, bayırlara, dağlara, (büklere), tepelere, dere içlerine ve otlaklara yağdır” diye duâ buyurdu. Bunun üzerine (hemen) yağmur kesildi. Ve (namazdan) çıktığımızda güneşte yürüdük.

[Hadîsi, Enes radiya’llâhu anh’den rivâyet eden Şerîk İbn-i Abdillâh dedi ki: İkinci hafta gelen adam, evvelki hafta gelen adam mıydı? diye Enes’den sordum. Bilmiyorum dedi].

Helal sadakanın kişi için bir dağ mesabesinde kazanç sağlayacağı:

-Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:

Kim ki, halâl kazancından bir hurma değerinde bir şey tasadduk ederse -ki, Allah halâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabûl etmez- işte bu halâl sadakayı sağ eliyle kabûl eder. Sonra o tek hurma kadar sadakayı, dağ gibi oluncaya kadar, sizin biriniz erkek küheylân tayını büyüttüğü gibi sâhib-i sadaka için (ihtimam ile) büyütür.

Dağların helal kazanç ve gelir yerleri olması:

-Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

Hayâtım yed-i kudretinde olan Cenâb-ı Hakk’a yemîn ederim ki, sizden birinizin urganını alarak arkasına (dağdan) odun topla(yıp yükleyerek satıp geçin)mesi, bir kimseye gelip de ondan sadaka istemesinden elbette daha hayırlıdır. (Kim bilir) o da ya verir, (minneti altına girersin!) yâhud da vermez. (Zilletini çekersin!).

Çok hakikatlara sahne ve şahid olan Uhud dağının sevimliliği,sevilmesi:

-Ebû Humeyd-i Sâidî-den(Rasulullah): “….Uhud”ü görünce:

– İşte dağcağız! Uhud bizi sever, biz de onu, buyurdu.

Uhud gibi nice dağlar o zata ve O‘nun,Kulluğunun ve Kur’anın hakikatına şahidlikte bulundular.Beydâ ve Sebir dağıda bunlardan birisi idi:

Yine Abdullâh İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhümâ’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Zü’l-Huleyfe’de geceledi. Sabahleyin) râhilesine bindi. “Beydâ'”dağına yükselince Resûl-i Ekrem ve Ashâb’ı ihlâl ve telbiye eylediler.

Ömer (İbn-i Hattâb) radiya’llâhu anh’ten rivâyet eden (Amr İbn-i Meymûn) der ki: Hazret-i Ömer sabah namazını Müzdelife’de kıldı. Sonra (Meş’arü’l-Haram’da) vakfe etti de dedi ki: müşrikler, güneş doğmadıkça Müzdelife’den Minâ’ya dönmezlerdi. Ve: “Ey Sebîr (dağı, güneşin zıyâsiyle) yıldıra (da biz, Minâ’ya gidelim)” derlerdi. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Kureyş müşriklerine muhâlefet edip güneş doğmazdan evvel, (alaca karanlıkta) Müzdelife’den (Minâ’ya) döndü.

Mahremiyetin hududu,şeriatın hükmünün hattı kabul edilmişlerdir.Sevr ve Âir dağı gibi:

Alî radiya’llâhu anh’ten, şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Benim indimde (ahkâm-ı şerîatten mektûb olan) şey, yalnız Allâhu Teâlâ’nın Kitâbıdır. Bir de Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’den (işitip yazdığım) şu sahîfedir. (Meâli şöyledir:) Medîne’nin şuraya (, Sevr dağına) kadar “Âir” (dağı) arası haremdir, vâcibü’l-ihtirâmdır. Kim ki, Medîne’nin bu harîmi dâhilinde Kitâb ve Sünnet’e muhâlif bir iş işlerse, yâhud ehl-i bid’ate yardım eylerse, Allâh’ın azâbı, Melekler’in ilenci, bütün halkın nefreti bu mübtedi’ler üzerine olsun. Bunların ne tevbesi, ne de fidyesi kabûl olunur. Müslümanların emânı birdir; (bir müslimîn kâfire emânı, bütün müslümanlarca sahîhtir, mu’teberdir).

Bilal-i Habeşi hummanın sıtmasına yakalanıp sarsılmakta iken bile dağların hasretini çekmekte,oraları arzulamaktadır:

(Hicret’in ilk günlerinde Medîne’nin Muhâcirler üzerindeki sû-i te’sîri ve Resûl-i Ekrem’in ed’iye-i seniyyeleri hakkında) Hazret-i Âişe radiya’llâhu anhâ’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Medîne’ye hicret ettiğinde (babam) Ebû Bekr ile Bilâl sıtmaya tutulmuştu. Ebû Bekr’i sıtma hummâsı yakalayınca şu meâldeki beyti inşâd ederdi:

“Yesrib diyârında her kişi âilesi içinde mes’ûd sabahlamışken bir de ölüm ansızın yakalar, akşama diri bırakmaz”.

Bilâl-i Habeşî de kendisinden hummâ nöbeti sıyrılınca şu meâldeki rübâîyi söyliyerek sesini yükseltirdi:

“Şunu bilmek isterim ki: Mekke vâdîsinde etrâfımı izhir ve celîl otları sararak bir gece olsun geceler miyim?. Bir gün gelip de Ukâz’daki Mecenne sularının başına varır mıyım? Mekke’nin Şâme, ve Tufeyl dağları acaba bir kere daha bana görünürler mi?”.

Yine Bilâl-i Habeşî: “Yâ Rab! Şeybe İbn-i Rebîa’ya, Utbe İbn-i Rebîa’ya, Ümeyye İbn-i Halef’e gadab eyle!. Nasıl ki bunlar (zulmedip) bizi ana yurdumuzdan çıkardılar, vebâ diyârına gelmeğe mecbûr ettiler” diye bed-duâ ederdi. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem bunları işittikten sonra: Yâ Rab! Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi Medîne’yi de sevdir!. Yâhud onu daha ziyâde sevdir!. Yâ Rab! Sâ’ ile Müd ile ölçülen erzak ve ekvâtımıza feyz ü bereket ihsân eyle!. Yâ Rab! Medîne’nin havasını bizim için tashîh ve ilel ü emrazdan sâlim kıl! Hummâsını ve sıtmasını da Mekke’nin Cuhfe’sine nakl eyle! diye duâ buyurmuştur.

(Duâ-i Nebevî’nin karîn-i icâbet olduğuna işâret ederek) Hazret-i Âişe demiştir ki:

Medîne’ye hicret edip geldiğimizde, Medîne, Allâh’ın en vebâlı, hastalıklı bir diyârı idi. Medîne’nin Buthân sahrâsındaki vâdîden acı, pis bir su da akardı, demiştir.

Dağlar ve mağaralar iltica ve imtihanın merkezi oldular:

Abdullâh İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’den şöyle hikâye buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir:

(Ashâbım!) Sizden evvel gelip geçen milletlerden üç kişilik bir cemâat sefere gitmişler ve yağmura tutulup dağda bir mağaraya ilticâ etmişlerdi. Mağaraya girdikleri zaman dağdan bir kaya parçası aşağı düşüp bunların üzerine mağarayı kapadı. Bunlar görüştüler (içlerinden birisi:) sizi bu kayadan bir şey kurtaramaz, ancak a’mâl-i sâlihanızı yâd ederek Allâh’a duâ ve ilticâ halâs eder, dedi. Bunlardan birisi:

– Yâ Rab! Benim yaşlı, ihtiyar babamla anam vardı. (Her gün) ben, (koyunlarımı sağıp) bunların akşam sütünü içirmezden evvel âileme ve hizmetçime süt içirmezdim. Günlerde bir gün bir iş taleb etmekte (ki mesâî), beni uzaklaştırmıştı da ebeveynim uyuyuncaya kadar dönüp gelememiştim. Bu ihtiyarların akşam sütünü sağıp geldiğimde ikisini de uyuyor buldum. Bunlara sütlerini içirmezden evvel âileme ve hizmetçime süt vermeği kerih gördüm. İki elimde süt bardağı olduğu halde bunların uyanmalarına intizâr ederek şafak parlayıncaya kadar meksettim. O zaman uyandılar ve sütlerini içtiler. Allâh’ım! (Sen pek iyi bilirsin ki) benim, ebeveynime karşı bu ihtimâmım, Sen’in rızâ-yi ilâhîni taleb etmek içindir. Bu, böyle ise, içinde bunaldığımız şu kaya beliyyesinden bize küşâyiş ihsan buyur! diye duâ etti. Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmağa muktedir olamadılar.

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: bu def’a da bir başkası:

– Yâ Rab! Benim amucamın bir kızı vardı. O bana insanların en sevimlisi idi. Ben ondan nâil-i emel olmak istedim. Fakat o benden sakındı. Tâ ki yıllardan bir (kaht) yılı erişti. Amucamın kızı bana geldi, (arz-ı ihtiyâc etti). Ben de onunla bir haramgâhta bulunmak şartiyle yüz yirmi dînar verdim. O va’dini tuttu. Fakat ben onun şâhika-i ismeti üzerine çıkmak isterken o, bana: (hayır, ey Allâh’ın kulu, Allah’dan kork! Kudret-i fâtıranın bu bekâret) mührünü senin hiç bir sebeble açmanı halâl etmem, yalnız hakk-ı nikâh ile halâl ederim, dedi. Artık ben de günahtan ictinâb ederek insanların bana en sevimlisi olan kızcağızın yanından ayrıldım. Ve ona verdiğim altınları da bıraktım. Allâh’ım!! Ben bu günahtan, yalnız Sen’in rızâ ve muhabbetini kazanmak için ictinâb ettimse, içinde kapandığımız şu kayadan bizi kurtar! diye duâ etti. Kaya (biraz daha) açıldı. Şu kadar ki, bunlar için yine çıkmak müyesser olmadı.

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (devam buyurup) üçüncü yolcu da:

Allâh’ım! (Sen her şey’i pek yakından bilirsin ki) ben bir kere birtakım işçiler istîcâr ettim. İçlerinden bir işçi müstesnâ olmak üzere bunların ücretlerini verdim. Fakat öbür işçi ücretini bırakıp gitti. Bunun ücretini (ticâretle) nemâlandırdım. Hattâ bunun bu ücretinden hayli servet vücûde geldi. Bir zaman sonra bu ecîr bana geldi. Ve: ey Allâh’ın kulu, ücretimi bana ver! dedi. Ben de ona: şu gördüğün deve, sığır, koyun (ve bunlara hizmet eden) köle hep senin ücretinden vücûd bulmuş bir servettir, dedim. Bu ecîr: ey Allâh’ın kulu, benimle istihzâ etme! dedi. Ben de ona: hayır, seninle istihzâ etmiyorum, (bu bir hakîkattir; malını al, götür! dedim). O da bunların hepsini sürüp götürdü. Bunlardan hiç bir şey bırakmadı. Rabb’im! Bu hayır ve sadâkatimi Sen’in rızâ ve muhabbetin için ihtiyâr ettimse şu kaya parçasiyle bunaldığımız şu darlıktan bizi halâs eyle! diye duâ etti. Kaya tamâmen açıldı. Bunlar da mağaradan çıkıp gittiler.”

Hikâye buyurmuştur:

Ehl-i Cennet’ten bir kimse (Cennet’te) ziraat etmek üzere Rabbinden istîzân etti de Cenâb-ı Hak ona:

– (Ey kulum!) Sen, arzu ettiğin halde değil misin? diye sordu. O kimse:

– Evet Rabbim! (Hâlimden memnûnum). Fakat ziraat etmeyi seviyorum, dedi. Resûl-i Ekrem (devam buyurup):

– Bu kimse (ye izin verildi). Tohum attı, tohmu lâhzada çıkmağa, büyümeğe, biçilmek devrini idrâke başladı. (Ziraatin bu atvârı sür’atle geçti). Dağlar misâli (çeç) oldu. Şimdi Allâhu Teâlâ:

– Ey Âdem oğlu, al işte! Sen (in gözün) ü hiç bir şey doyurmaz, buyurur. Bunun üzerine (huzurdaki) bedevî Arab:

– (Yâ Resûla’llâh!) Va’llâhi bu ziraatçiyi ya Kureyşî, yahud Ensârî bir kimse bulursun. Çünkü Kureyş ile Ensâr ziraat ashâbıdırlar. Fakat biz, (Bâdiye halkı), ziraat sâhibleri değiliz, dedi. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (A’râbînin bu sözüne) tebessüm buyurdu.

Dağlar hep büyüklüğün simgesi oldu,dağ arslanı dendi,büyüklük verildi:

Yine Ebû Hüreyre radiya’llahu anh’den rivâyet olunduğuna göre, şöyle demiştir: Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Hayber’i feth ettikten sonra henüz Hayber’de iken ben (Yemen’den) gelmiştim. (O sırada Resûlullâh ganîmet malı taksîm ediyordu). Ben:

– (Yâ Resûla’llâh!) Bana da bir pay ayır! dedim. Saîd İbn-i Âs oğullarından bâzısı (ki, Ebân İbn-i Saîd’dir):

– Ona verme yâ Resûla’llâh! dedi. Bunun üzerine Ebû Hüreyre:

– Şu (da kim oluyor?:) İbn-i Kavkal’in kâtili, dedi. (Ebân) İbn-i Saîd de şöyle di (yerek karşıla) dı:

– Vay (şu) dağ kediciğine de şaşılır?. O, (Yemen’in Devs illerindeki) Da’n (dağı) nin başından üzerimize yuvarlanıp geldi; müslüman bir kişinin katlini bana yükleyerek (Cehennemlik olduğumu iddia ile) beni lekelemek istedi. (Fakat o bilmelidir ki:) Allah Kavkal’e benim ellerim üzerinde şehid olmak (saâdetini) ikrâm etti de beni onun iki elinde (kâfir bir halde öldürerek) hakir kılmadı.

Fethin sembolü,bayrakların dalgalandığı yerlerdir,o yüce yerler,göze sokarcasına…:

Abbâs (İbn-i Abdülmuttalib) radiya’llâhu anh’den gelen bir rivâyete göre, müşârün-ileyh, Zübeyr (İbn-i Avvâm)a:

– Mekke’nin fethi günü) Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem sana bayrağı işte şuraya dikmeni emretmişti, demiş (ve Hacun dağına işâret etmiş) tir.

Arkasını Uhud’a dayayan müslümanlar galib geldiler.Ne vakitki Uhud’dan indiler,hezimet onları karşıladı çünki Uhud izzetin mahalli idi.Aziz peygamberin sözü idi.Zira o yüce nebi kendilerine asla ayrılmamalarını söylemiş,Uhud’u terketmemeleri sözünü almıştı.Onlar Uhud’u terketti,Uhud’da onları…İstikbaldeki müslümanlar,mazideki müslümanlara galebe etti.Halid bin Velid gibi İslâmın Kılıcı yani Seyfullah’ı netice verdi.

Berâ’ İbn-i Âzib radiya’lâhu anhümâ’dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur:

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Uhud (harbi) günü piyâde (okçu asker) ler üzerine -ki, bunlar elli kişi idiler- Abdullâh İbn-i Cübeyr’i kumandan ta’yîn etmişti de onlara hitâben:

– (Ashâb’ım! Size gösterilen) şu yerinizden sakın ayrılmayınız! (Bizim harp saffından ayrıldığımızı, inhizâma uğradığımızı, yâhut) biz (im öldürüldüğümüzü, atlarımız) ı kuşların kaptığını görseniz de size ben haber gönderinceye kadar (yerinizi bırakmayınız!). Yine siz, bizim düşmanları hezîmete uğratıp onları çiğnediğimizi görseniz de size ben haber gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız! diye kat’î emretti.

Bunu müteâkıp (harp başladı ve ilk hamlede) müslümanlar müşrikleri hezîmete uğrattılar.

Râvî Berâ’ İbn-i Âzib demiştir ki:

Va’llâhi ben (o sırada düşman ordusundaki müşrik) kadınları gördüm ki, onlar elbîselerini toplamışlar; bacaklarındaki halhalları, baldırları görünerek (ya bozgun askeri teşcî’ için, yâhut, kaçarak Uhud dağına çıkmak için) sür’atle koşuyorlardı. Müslümanların bu galebesi üzerine Abdullâh İbn-i Zübeyr’in kumandasındaki piyâde okçular biribirlerine:

– Arkadaşlar, ganîmet, ganîmet! Cephedeki arkadaşlarınız düşmana galebe etti. Daha burada ne bekliyorsunuz? (Gidelim, biz de ganîmete konalım) dediler. Abdullâh İbn-i Cübeyr bunlara karşı:

– Arkadaşlar, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in size verdiği emri unuttunuz mu? dediyse de maiyeti:

– Va’llâhi arkadaşların yanına muhakkak gideceğiz, ganîmetten bize isâbet edeni elbette alacağız! diye ısrâr ettiler. Ve (me’mûr oldukları yeri bırakarak ordunun içine karıştılar.) Onlar varır varmaz yüzleri geldikleri tarafa çevrildi. Ve ordu (nun küllî kuvvetleri) münhezim olarak (Medîne’ye) yönel (erek ric’ate başla) dı. Bu meş’ûm vaziyet ânında idi ki, Resûlullâh askerin geri kalanlarını:

– (Ey Allâh’ın kulları bana geliniz, ey Allah’ın kulları bana geliniz; ben Allâh’ın Resûlüyüm! Her kim geri döner de düşmana hücûm ederse, ona Cennet vardır, diye) çağırıyordu. O sırada Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in yanında on iki kişiden başka kimse kalmamıştı.

Uhud harbinde müşrikler bizden yetmiş kişi şehîd ettiler. Halbuki Bedir harbinde Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem ile Ashâb’ı, müşriklerden yüz kırk kişiyi elde ederek bunun yetmişini katl, yetmişini esîr etmişlerdi. (Harp kesildiği sırada müşriklerin reîsi) Ebû Süfyân (müslümânlara karşı) üç def’a:

– İçinizde Muhammed var mı? (Sağ mıdır?) diye seslendi. Fakat Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem, Ashâbını Ebû Süfyân’a cevap vermekten men’ etti. Sonra Ebû Süfyân üç kere:

– İçinizde İbn-i Ebî Kuhâfe (ki, Ebû Bekr-i Sıddîk’tır) var mıdır? dedi. Sonra da yine üç def’a:

– İçinizde İbnü’l-Hattâb var mıdır? diye sordu. Bütün bunlardan sonra da Mekke müşriklerine dönerek:

– Anladınız a, bunların hepsi öldürülmüş, dedi. Bunun üzerine Ömer kendini tutamıyarak:

– Ey Allâh’ın düşmanı, yalan söyledin! İyi bil ki, senin o saydığın zatların hepsi hayattadırlar; yarın (Mekke fethedilirken) sana zarar verecek kuvvetimiz bâkîdir, diye haykırdı.

Ebû Süfyân Ömer’e karşı:

– Bu gün Bedir gününün karşılığıdır. Harp (tâlii) kuyunun iki kovası gibi biri iner biri çıkar. (Kâh siz gâlip gelirsiniz, kâh biz). Şimdi siz maktullerinizin içinde işkence ile öldürülmüş kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim. Maamâfih bana fenâ da görünmedi, dedi. Sonra Ebû Süfyân:

– Âlî ol Hübel, âlî ol Hübel! diye recez inşâdına başladı. Bunun üzerine Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Ashâb’a:

– Ebû Süfyân’a cevâp vermeyecek misiniz!? buyurdu. Ashâb:

– Yâ Resûla’llâh, ne diyelim? diye sordular. Resûlullâh:

– Allah yücedir, Allah uludur, diye cevâp veriniz! buyurdu. (Ashâb da bu vechile cevâp verdiler. Bu def’a) Ebû Süfyân:

– Bizim Uzzâ’mız var, sizin Uzzâ’nız yok, demişti. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Ashâb’a:

– Ebû Süfyân’a cevâp vermeyecek misiniz? Ashâb:

– Yâ Resûlullâh! Ne diye cevâp verelim? diye sordular. Resûlullâh:

– Allah bizim Mevlâmızdır, halbuki sizin Mevlânız yoktur, deyiniz! buyurdu. (Ve o yolda cevap verildi).

O zat (A.S.M) ile tüm kâinat alakadar olduğu gibi dağlar ve dağlarla müekkel meleklerde alakadar idi.O’nu korumakla vazifelendirilmişlerdi.Dağlar memur,melekler müekkel idiler.Vazifelerini yapmazlarsa onlarda tazib edilirler.Vazifedar birer memurdurlar:

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem eşi Âişe radiya’llâhu anhâ’dan rivâyet olunduğuna göre, Âişe (bir kere) Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e:

– (Yâ Resûla’llâh) sana Uhud (gazâsı) gününden daha şiddetli olan bir gün irişti mi? diye sormuş, Resûlullâh:

– Yâ Âişe! Kavmin (Kureyş) den gelen birçok zorluklarla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım müşkül vaziyet hepsinden zorlu idi: ben (Kureyş’ten gördüğüm ezâ üzerine Tâif’e gidip) hayâtımın sıyânetini Abd-i Külâl’ın oğlu İbn-i Abd-i Yâlîl’e teklîf ettiğim zaman dileğime cevap vermemişti. Ben de kederli ve mütehayyir bir halde yüzümün doğrusuna (Mekke’ye) dönmüştüm. Bu hayretim “Karn-i Seâlib” mevkiine kadar devâm etti. Burada başımı kaldırıp (semâya) baktığımda bir bulut beni gölgelendirmekte olduğunu gördüm. Buluta (dikkatle) baktığımda bunun içinde Cibrîl bulunduğunu gördüm. Şimdi Cibrîl bana:

– (Yâ Muhammed!) Allah, kavminin senin hakkındaki dediklerini muhakkak işitti. Seni sıyâneti esirgediklerine de vâkıf oldu. Allah sana şu dağlar Meleğini gönderdi (emrine müheyyâdır), kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin!, dedi. Bunun üzerine de dağlar (emrine müsahhar olan) Melek seslenip selâm verdi. Sonra:

– Yâ Muhammed! dedi, Cibrîl’in söylediği bir hakîkattır: sen ne dilersen emrine hazırım; eğer (Ebû Kubays ile Kayakan denilen) şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine (çökerek) birbirine kavuşmasını (ve müşrikleri tamâmiyle ezmesini) istersen (onu da emret!) dedi. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem de:

– (Hayır, ben onu istemem) ben isterim ki, Allah bu müşriklerin sulbünden yalnız Allâh’a ibâdet eden ve Allâh’a hiç bir şey’i şerik kılmayan (müvahhid) bir nesil meydana çıkarsın! dedi.

Dağlar o zata birer minber oldular,orada davasını tebliğ etti,ilan etti.Tıpkı Abdullâh İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhumâ’dan gelen rivâyete göre şöyle demiştir:

“Habîbim, en yakın kavim ve kabîleni (Allâh’ın azâbiyle) korkut!” meâlindeki âyet nâzil olduğunda Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (bir gün evinden çıktı. Tâ Safâ dağına ve biribiri üzerine yığılmış büyük taş kümelerinin yanına vardı, en yüksek bir kayanın üstüne çıkıp yükseldi. Sonra:= ey Kureyş buraya geliniz, toplanınız!. Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz, diye seslendi). Kureyş kabîlelerini, ey Fihr oğulları, ey Adiy oğulları (ey Abd-i Menâf oğulları, ey Abdü’l-Muttalib oğulları) diye oymak oymak çağırmağa başladı.

Acaba övülen kim idi? Sahabe mi,Uhud mu?Sahabenin gölgesinde Uhud’da hissesini almıştı.

Ebû Saîd-i Hudrî radiya’llâhu anh’den gelen rivâyete göre, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

(Ey müstakbel müslümanlar!) Sakın Ashâb’ıma sebb ü şetm etmeyiniz. (Onların şeref ve fazîleti yüksektir. Bakınız!) Sizden birinin Uhud (dağı) kadar altın sadaka verdiği farzedilse, bu (muazzam sadakanın sevâbı) Ashâb’dan birisinin iki avuç (hurma) sadakası (fazîleti) ne erişemez. (Hattâ) bunun yarısına da ulaşamaz.

Dağlar ve taşlar katılıklarına rağmen emri anlıyor ve itaat ediyorlardı.Anlamayanlar ise taştan daha sert ve katı,enaniyeti dağdan daha büyük:

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem bir kere Ebû Bekr, Ömer, Osman (radiya’llâhu anhüm) ile birlikte Uhud’e çıkmıştı. Orada bulundukları sırada dağ deprendi. Bunun üzerine Resûlullâh: Ey Uhud, uslu dur! Bil ki, üstünde bir Peygamber, doğru seciyeli bir zât, iki de şehîd bulunuyor, buyurdu.

Saraylara geçilen birer basamak idiler bu dağlar,özellikle Hirâ…Cennet saraylarının birer incileri,âyet incileri birer gerdanlık gibi orada,Hirâ –da takılmıştı.

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den: “Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (Hırâ’ dağında iken) yanına Cibrîl gelmiş de şöyle demiştir” dediği rivâyet olunmuştur: Yâ Resûla’llâh! İşte şu Hadîce’dir; sana doğru geliyor. Yanında bir kap var; içinde katık, yâhut taâm, yâhut şerbet var. Hadîce sana geldiğinde ona, Rabb’inden ve benden selâm söyle! Ve Cennet’te inciden yapılmış bir sarayla da müjdele ki, onun içinde (Hadîce’nin hoşlandığı gibi) gürültü, patırdı yok ve çalışmak, çabalamak da yok!

Uhud rasulullahı hüzünlendiren Hz.Hamza’nın katlinede sahne olmuştu.Şehidlerin seyyidi olma şerefine bu dağda erişmiş,giden hacıları o dağda dağ-dâr edip dağlamaktadır.

Ubeydullâh İbn-i Adiy İbn-i Hıyâr’dan rivâyete göre, Ubeydullâh (Hazret-i Hamza’nın kâtili) Vahşî’ye:

– Bize Hamza’nın katlini anlatır mısın? diye sordu. O da:

– Evet, diyerek şöyle anlattı: Hamza Bedir harbinde Tuayme İbn-i Adiy İbn-i Hıyâr’ı öldürmüştü. Efendim olan Cübeyr İbn-i Mut’im bana: Eğer amucam Tuayme’ye bedel Hamza’yı öldürürsen sen hürsün! dedi. Vahşî der ki: Ayneyn yılı halk Medîne’ye sefere çıkınca – Ayneyn Uhud dağı cânibinde bir dağdır. Bununla Uhud arasında bir vâdî vardır- ben de halk ile berâber harbe çıktım. Harb nizâmında sıralandığımızda (Kureyş tarafından) Siba’ çıktı. Cenk edecek mübâriz istedi. Buna karşı Abdulmuttalib’in oğlu Hamza çıktı. Ey Siba’, ey Ümm-i Enmar kadının oğlu! Allâh’a ve Resûlullâh’a muhâlefet etmek mi istersin? dedi. Vahşî der ki: Sonra Hamza, Siba’ üzerine yürüdü. Herif dünkü gün gibi (yok) oldu. Vahşî (sözüne devâm ederek) dedi ki: Bu sırada ben Hamza’yı vurmak için bir taş arkasına gizlendim. Ve bana yaklaşınca harbemi (kısa mızrağımı) ona attım ve mızrağımı Hamza’nın kasığına yerleştirdim. Mızrak Hamza’nın tâ iki oyluk üstünün arasından çıkmıştı. İşte bu mızrak Hamza’yı olduğu yere çökertti (öldü). Mekkeliler harbden dönerken ben de onlarla berâber geri döndüm. Ve Mekke’de İslâm dîni yayılıncaya kadar orada oturdum. (Mekke’nin fethi üzerine) Tâif’e kaçıp gitmiştim. O sırada Tâifliler (toptan müslümân olduklarını arzetmek üzere) Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’e bir hey’et gönderdiler. Bana da (korkma git) Resûlullâh elçiyi ürkütmez dediler. Ben de hey’etle berâber yola çıktım. Tâ Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in huzûruna kadar vardım. Resûlullâh beni görünce:

– Sen Vahşî misin? buyurdu. Ben:

– Evet! dedim. Resûlullâh iki def’a:

– Hamza’yı sen mi katletmiştin? buyurdu.

– Bu iş, size erişen haber vechile oldu! dedim. Resûlullâh:

– Yüzünü benden saklamağa gücün yeter mi? buyurdu. Vahşî dedi ki: Ben de hemen huzurdan çıktım. Resûlullâh vefât edip de (Ebû Bekir zamânında) Müseylimetü’l-Kezzâb çıkınca (kendi kendime) tam sırasıdır, muhakkak ben Müseylime’ye karşı çıkarım. Umarım ki, ben Müseylime’yi tepelerim de bu hizmetimle Hamza’ya karşı irtikâb ettiğim cinâyeti karşılarım! dedim. Ve Müseylime üzerine sevk olunan ordu ile hareket ettim. Bu muhârebede gâlib, mağlûb olan oldu. Bir de ne göreyim? Yıkık bir duvarın karaltısında bir kişinin (Müseylime’nin) durduğunu gördüm. Herif: Sanki esmer bir deve (benzi kül gibi), başının saçı dağınık bir halde. Vahşî der ki: Hemen (Hamza’yı vurduğum) harbemi attım… Onun iki memesi arasına yerleştirdim. (Bir halde ki:) Harbem herifin tâ iki küreği arasından çıktı. Bunun üzerine Ensâr’dan bir kişi maktûle doğru koştu ve başına bir kılıç darbesi indirdi.

Sarp ve güç yol olan dağ yolu,aynı zamanda emniyet verici,güven aşılayıcı bir yol…gidilen Ensâr’ın yolu olmakla beraber,Ensâr’ın yoluda dağ yoludur:

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den rivâyete göre şöyle demiştir: (Huneyn ganîmetinin sûret-i taksîmi hakkında Ensâr’ın i’tirâzı üzere) Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Ensâr’dan çoklarını (bir çadır altında) topladı. (Îrâd ettiği hutbesinde ezcümle) şunları söyledi: Şüphesiz ki, Kureyş câhiliyyet devrine yakındır. Ve (harb görmüş) musîbet-zededir. İstedim ki, onların bu bozuk vaziyetlerini düzelteyim, ve bu sûretle onları (İslâm harîmine) ısındırayım. (Bunun için onlara çok pay verdim). Siz memnûn olmaz mısınız ki, herkes aldığı dünyâlıkla (âilesine) dönüp giderken, siz, Resûlullâh ile birlikte evlerinize dönüp gidesiniz?. Ensâr (bir ağızdan):

– Râzıyız, memnûnuz yâ Resûla’llâh! diye bağrıştılar. Bunun üzerine Resûlullâh:

– Ey Ensâr! İnsanlar açık bir vâdîye sülûk etseler de Ensâr dar bir dağ yolunu ihtiyâr etse muhakkak ben dar veya bol Ensâr’ın yolunda giderim! buyurdu.

Bazıları için hüzün kaynağı olan dağlar,bir çokları için müjde kaynağı oldu.Ferahlık üflenen yer oldu.

Kâ’b İbn-i Mâlik bunlardan biri.Kendi anlatıyor:

“Vaktâki ellinci günün sabahında sabah namazını kıldım. Ve evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum. Öyle bir halde oturuyordum ki, Allâhu Teâlâ’nın (Tevbe Sûresinde) zikrettiği vechile hayâtım bana güçleşmişti. Ve yeryüzü bütün genişliği ile başıma dar gelmişti. İşte bu sırada Sili’ dağı üzerinde en yüksek sesiyle: “Ey Ka’b İbn-i Mâlik, müjde!” diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim. Hemen secdeye kapandım. Ve anladım ki (darlık gitmiş) genişlik gelmiştir. Ve Resûlullâh sabah namazını kıldığı zaman Allâh’ın bizim üzerimize tevbesini (nedâmetlerimizin kabûlünü) i’lân etmiştir de halk bize müjdelemeğe koşmuştur. Arkadaşlarım tarafına da birtakım müjdeciler gitmişlerdi. Bana da bir kişi (Zübeyr İbn-i Avvâm müjdelemek üzere) atını sürmüştü, ve Eslem kabîlesinden bir müjdeci (Hamza İbn-i Amr) da koşup Sili’ dağının üstüne çıkmıştı. Bunun sesi attan sür’atli idi.

Sevimli sesini işittiğim bu müjdecim bana gelince üzerimdeki iki kat elbîsemi hemen çıkarıp müjdelik olarak ona giydirdim. Vallâhi o gün bundan başka elbîsem yoktu. (Ebû Katâde’den) iğreti iki kat elbîse alıp giydim.

Bu davet merkezleri kimilerini cennete hazırlar,emin ve güvenilirliliğini tasdik ettirirken,kimileri içinde cehennem odunu olmanın ötesine gitmemiştir.Oralar birer mihenk oldular:

İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhümâ’dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Habîbim, en yakın kavim ve kabîleni Allâh’ın azâbiyle korkut. Meâlindeki âyet-i kerîme nâzil olduğunda) Bir gün Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Safâ (tepesine ve birbiri üzerine yığılmış büyük taş kümelerinin yanına vardı. En büyük bir kaya) ya çıktı. Sonra:= Ey Kureyş buraya geliniz! Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz! Diye seslendi. (Ve Ey Fihr oğulları, ey Adiy oğulları, ey Abd-i Menâf oğulları, ey Abdülmuttalib oğulları! Diye Kureyş’i oymak oymak çağırmağa başladı. Bütün) Kureyş Peygamber’in yanına toplandılar. Ve: Sana ne oldu? diye (niye çağırdığını) sordular. Sonra Resûl-i Ekrem (hitâbete başlayıp):

– Ey Kureyş, bana söyleyiniz. Şimdi ben size: (Şu dağın eteğinde) düşman (süvârîsi var) sizi ya sabah baskınına, yâhud akşam baskınına uğratacaktır, diye haber versem beni tasdîk eder misiniz? diye sordu. Kureyş (bir ağızdan):

– Evet tasdîk ederiz (çünkü bütün tecrübelerimizde seni doğru bulduk) dediler. Resûl-i Ekrem:

– Öyle ise ben sizi şiddetli bir azâbın karşısında intibâha dâ’vete me’mûrum, buyurdu. (Resûl-i Ekrem’in bu dâ’veti hiç bir muhâlefetle karşılanmadı, yalnız) Ebû Leheb:

– Ey Muhammed (yazık sana) helâke, hüsrâna uğrayasın. Bunun için mi bizi buraya topladın? demişti. (Ve yerden bir taş alıp atmak istemişti.) Bunun üzerine Allâhu Teâlâ: ( = Ebû Leheb’in iki eli kurusun) âyetiyle başlıyan sûreyi inzâl buyurdu.

Âişe radiya’llâhu anhâ’dan şöyle hikâye ettiği rivâyet olunmuştur:

Bir zaman on bir kadın bir yerde oturmuşlar ve kocalarının hal ve şânından bir şey saklamayıp birbirlerine bildireceklerine dâir aralarında sözleşmişler ve bağlanmışlardı. Bunlardan BİRİNCİ kadın demiştir ki:

Benim kocam taşlık bir dağ başındaki arık bir devenin etidir. Kolay değil ki çıkıla, semiz değil ki (nâs tarafından hânelerine) nakloluna. İKİNCİ kadın da demiştir ki:

Kocamın hâlini izhâr ve işâe edemem. Korkarım ki, onları bir şey bırakmadan sayabileyim. Çünkü onun fenâlıklarını sayacak olursam gizli, âşikâr her hâlini sayıp dökmek zorunda kalacağım. Bu ise imkânsızdır. ÜÇÜNCÜ kadın da:

Benim zevcim upuzun bir sefîhdir. Ayıblarını söylersem beni boşar, susarsam (kocam aklı başında bir kimse olmadığından, bilâ-sebeb beni) kendisinden uzak bırakır. DÖRDÜNCÜ kadın ise (zevcini methederek):

Necid sahrâsının gece hayâtı gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuk, (Mu’tedil seciyede halûk bir kimsedir.) Evimizde ne korku vardır, ne kırgınlık, demiştir. BEŞİNCİ kadın da şöyle medhetmiştir:

Benim kocam da evine geldiğinde sanki (avdan gelen) bir parsdır. (Avını bana getirir, koynumda mışıl mışıl uyur.) Evden çıkınca dışarda o bir arslandır. (Arslan payı kazanır.) Evdeki masrafımı hiç sormaz. ALTINCI kadın da şöyle zem eder:

Kocam oburdur. Yemek yerken siler süpürür, içerken de su kabını kurutur. Yatarken de yorganına bürünür, (hânenin bir köşesinde tek başına) uyur. Ve benim hüznümü anlamak ve gidermek için elbîseme elini sokmaz. YEDİNCİ kadın da:

Kocam erlik vazîfesini îfâdan âciz ve işini bilmez ahmak bir kişidir. Her derd onun derdidir (vücûdu hastalık makarrıdır ve huysuz) başımı yarar, vücûdumu yaralar. Her şey onun vurmak yarmak âletidir, demiştir. SEKİZİNCİ kadın da kocasını şöyle över:

Onun vücûduna dokunurken tavşana dokunur gibi yumuşaktır. O güzel kokulu bir nebât gibi hoş kokar. DOKUZUNCU kadın da şöyle över:

Kocamın evi yüksek direklidir. Kılıcının hamâili uzundur. Ocağının külü çoktur. Evi de mecma-i nâsa yakındır (yâni evi şahânedir, kendisi uzun boyludur, evi de misâfir kabûl edilecek yerdedir.) ONUNCU kadın da kocasını şöyle övmüştür:

Zevcim mâliktir, hem ne kadar mâlik ve sâhibdir? Artık hatır ve hayâlinizden geçen her hayra mâlik ve sâhibdir. Zevcimin bir sürü develeri vardır ki, onların çökecek geniş eylek yerleri vardır. Fakat yaylım yerleri azdır. (Bununla develer yayılmıya gönderilmeyip misâfire kesilmek için evin yanında eylik yerinde bulundurulur demek istiyor) develer ud sesi duyunca -ki, misâfiri eğlendirmek üzere saz ve âhenk âlâtı çalınmasıdır- O zaman develer boğazlanacaklarını anlarlar. ON BİRİNCİ kadın (ki Ümm-i Zer’dir ve zevcinin hüsnü maâşereti cihetiyle en bahtiyar olanıdır. Âile hayâtını şöyle anlatmıştır.) Kocam Ebû Zer’dir. (Azîz hemşîrelerim,) bilseniz Ebû Zer’ ne semâhatli ve ahlâklı bir kişidir. O iki kulağımı mücevherât ile hareket ettirir. (Bakınız), pazularım tombullaştı, (vücûdum semirdi) ve beni ferîh ve fahûr kıldı ve yüceltti. Ben de hemen yüceldim ve ferîh ve fahûr oldum. O beni, Şık denilen bir dağ kenârında küçük koyun sürücüğü olan bir kabîle içinde buldu. Sonra beni atları kişner, develeri böğürür, ekinleri sürülüp dâneler (samanından) ayrılır müreffeh ve mes’ûd bir cemiyet içine getirdi. Şimdi ben onun yanında ne söylersem red olunmam, sabaha kadar uyurum, (kimse beni uyandırmaz. Bol süt) içerim. Artık içecek hâlim kalmaz. (Bundan sonra Hazret-i Âişe Ebû Zer’ âilesinin efrâdını birer birer rivâyet ediyor ve Ümm-i Zer’ diyor ki:)

Ebû Zer’ ‘in anası var. Ah bilseniz, Ümm-i Ebî Zer’ (yâni bu kadın) ne kadındır. Onun zahîre anbarları, eşyâsını koyduğu hararları gâyet büyüktür. Evi de geniştir. Ebû Zer’in oğlu, bilseniz o ne zarâfetli gençtir. Onun yattığı yer kılıcı çekilmiş kın gibidir (kendisi de kılınç gibi parlak ve zarîftir) düzgün ve boylu boslu olup karnı çıkık değildir. O, dört aylık bir kuzunun kol tarafiyle doyar (çok yemez). Ebû Zer’in kızı, o terbiyeli kızdır: Babasına itâatlidir, anasına da itâatlidir. (O âilenin zîneti, babasının, anasının göz bebeğidir). O dilber kızın vücûdu elbîsesini doldurur ve hüsnü ânı, edeb ve iffeti ortağının veya akran ve emsâlinin gayretini ve hayretini celbeder. Ebû Zer’in câriyesi, bilseniz o ne sadâkatli câriyedir. Âile esrârımızı kimseye söylemez; evimizin azığını aslâ ifsâd ve isrâf etmez. Ve evimizde çör, çöp bırakmaz, temiz tutar. Nâmusludur, evimize kir getirmez.

Ümm-i Zer’ anlatmağa devâm edip der ki: Bir gün Ebû Zer’ evden çıktı. Her taraf süt tulumları, yağ çıkarılmak için çalkanmakda idi. (Bolluk ve bahar mevsimi idi.) Yolda bir kadına rast geldi. Kadının yanında pars gibi (çevik) iki çocuğu vardı. Koltuğunun altından kadının memeleriyle oynuyorlardı. (Kocam bu kadını sevmiş) beni bıraktı, onu nikâh edip aldı. Ondan sonra ben şeref sâhibi bir adamla evlendim. O da fütursuz yürür ve en güzel ata binerdi ve Hat ma’mûlâtından mızrağını alırdı ve akşam üzeri deve ve sığır nev’inden bir çok hayvan sürüp bana gelirdi ve getirdiği her güna hayvanlardan, kölelerden, câriyelerden birer çift verirdi. Bu kocam da bana: Ey Ümm-i Zer’ istediğin gibi ye, iç ve akrabâna ihsân et, derdi. Ümm-i Zer’ der ki: Bununla berâber ben bu ikinci kocamın bana verdiği şeylerin hepsini bir araya toplasam Ebû Zer’in en küçük kabını dolduramaz.

Hadîsin râvisi olan Hazret-i Âişe der ki: Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem (hatırımı tatyîb ederek) Ey Âişe, ben sana Ebû Zer’in Ümmü Zer’e nisbeti gibiyim. (Şu farkla ki, Ebû Zer’ Ümmü Zer’i boşamıştır. Fakat ben seninle berâber yaşıyacağım) buyurdu.

El-Eş’arî Ebû ‘Âmir radiya’llâhu anh’den Nebî Salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittiği rivâyet olunmuştur: (Bir zaman gelecektir ki) ümmetimden muhakkak birtakım zümreler türeyecektir. Bunlar zinâ etmeyi, ipekli elbîseler giymeyi, şarab içmeyi, def, dümbelekler (çengi, çiğâna ile) eğlenmeyi halâl ve mübâh sayacaklar. (Bunlardan) birtakım (merhametsiz, hodgâm) zümreler de dağ mesîrelerine yanlayacaklar, onlara âit koyun sürüsü ile çoban sabahları yanlarına gelecek, (akşamları gidecek). Bunlara bir fakir bir hâcet için gelecek de bu (duygusuz insan) lar fâkîre: Haydi (bugün git) yarın gel! Diyecekler. Bunun üzerine Allah (sevip eğlendikleri) dağı üzerlerine indirerek bir kısmını helâk edecek, (sağ kalan) öbürlerini de kıyâmet gününe kadar maymun ve domuz sûretlerine tebdîl edecek.

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlu’llâh Salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Mü’min kişinin benzeri ekin nev’inden bir sâk üzerine biten tâze ot gibi (yumuşak) tır; hangi taraftan ona rüzgâr dokunursa rüzgâr onu eğer (fakat o yıkılmaz, yine doğrulur). Doğrulunca rüzgâr belâsı ile yine eğrilir (fakat yine yıkılmaz, doğrulur ve doğru kalır). Hak’tan yüz çeviren fâcir kişinin benzeri de sert ve düz çam ve dağ servisi gibidir ki, Allah onu tâ dilediği vakit (bir def’ada) söker, devirir.

Yine Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivâyete göre, Nebî Salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Her kim bir dağdan (yüksek bir yerden) kendisini aşağıya atıp öldürürse, bu intihar eden kimse cehennem ateşinde ebedî ve dâimî sûrette kendisini yüksekten aşağıya bırakır (bir halde azâb olunur). Şu bir kimse de zehir içer de, canına kıyarsa zehiri elinde içer bir halde ebedî ve dâimî bir sûrette cehennem ateşinde (azâb olunacak) tır. Her hangi bir kimse de kendisini (bıçak gibi) bir demir parçasiyle öldürürse, o da bıçağı elinde karnına vurarak ebedî ve dâimî sûrette cehennemde (azâb olunacak) tır.

Abdullah İbn-i Mes’ûd radiya’llahu anh’den (Tâbi’î büyüklerinden Hâris İbn-i Süveyd) iki hadîs rivâyet etmiştir. Bunun birisi Nebî Salla’llahu aleyhi ve sellem’den, öbürüsü İbn-i Mes’ûd (şahsî bir mütâlea olarak) der ki: Mü’min kişi (irfan nûriyle) günahlarını (hayâlinde büyüterek) şöyle görür: Gûyâ o mü’min bir dağın eteğinde oturuyor ve dağın üzerine çökmesinden Korkuyor. Fâcir kişi de günahlarını, burnunun üstüne konan bir sinek gibi sanır. Râvî (İbn-i Şihâb) der ki: Bu hadîsi bana şeyhin eli burnunun üstünde olarak rivâyet etti.

Sonra İbn-i Mes’ûd (Resûlu’llah Salla’llahu aleyhi ve sellem’den rivâyet ederek) der ki: Allah kulunun tevbesinden şu kişinin ferâhından çok ferahlanır ki (seferber bir halde olan) bu kişi, yanında devesi, üstünde suyu, azığı olduğun halde varıp sahrâda korkunç bir yere inmiş, başını yere koyarak hafif bir uyku uyumuştu. Uyanınca devesinin başını alıp gittiğini anladı. (Adamcağız devesini aramağa çıktı). Harâret, susuzluk, yâhut Allah’ın dilediği ıztırab adamcağızın üzerinde şiddetle icrâ-yı te’sîr edince (kendi kendisine) eski yerime olsun döneyim, diye dönüp geldi. Az bir uyku kestirip sonra başını kaldırınca devesini yanında buldu.

-RİSALE-İ NURLARDA:

-DAĞLAR:” “Taleb-i Rü’yet” hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser dağların zelzele veya bazı hâdisat-ı arziye suretinde tecelliyat-ı celaliye ile o dağların yüksek zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı celaliyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı ufalanıp toprağa kalbolup, nebatata menşe’ olur. Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek ve mahfî bazı hikem ve menafi’ için kudret ve hikmet-i İlahiyeye secde-i itaat ederek, desatir-i hikmet-i Sübhaniyeye emirber şeklini alıyorlar.”(S.249,251)

“Cenab-ı Hak, Hazret-i Davud Aleyhisselâm’ın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki: Dağları vecde getirip birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi bir serzâkirin etrafında ufkî halka tutup; bir daire olarak tesbihat ediyorlardı.”(S.259)

“Demek her dağ, insanların lisanıyla aks-i sadâ sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelal’e tesbihatları vardır.”(S.259)

“Evet hakikattır. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle papağan gibi konuşabilir. Çünki aks-i sadâ vasıtasıyla dağın önünde sen “Elhamdülillah” de. Dağ da aynen senin gibi “Elhamdülillah” diyecek. Madem bu kabiliyeti, Cenab-ı Hak dağlara ihsan etmiştir. Elbette o kabiliyet, inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir.”(S.259)

“Dağları zemininize kazık ve direk yaptım”(S.391,Amme.7,Hicr.19,Kaf.7,Naziat.32)

“Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı, dağlardır. Zira dağlar, suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersib edip, havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levazımat-ı hayat-ı insaniyenin hazinesi olarak fehmeder. Şu koca dağları, şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni’-i Zülcelal Vel’ikram’a, kemal-i ta’zim ile hamd ü sena eder.”(S.392,375,M.235)

“Yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilâsından muhafaza etmişiz.”(S.432,392)

“Zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin ayrı ayrı hasiyetleriyle beraber ayrı ayrı maslahatlar için ihzar ve iddiharları, dağ metanetinde bir kuvvetle yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. Hem nasıl sahralarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, herbiri bir Sâni’-i Hakîm’in vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir.”(S.658,674)

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Mekke’den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar. Sebir dedi: “Ya Resulallah, benden ininiz! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa, Allah beni tazib eder. Onun için korkarım.” Cebel-i Hira çağırdı:

“Bana gel.” Bu sır içindir ki, ehl-i kalb, Sebir’de havf ve Hira’da da emniyeti hissederler. Bu misalden anlaşılır ki: O koca dağlar, birer müstakil abddir, müsebbihtir ve vazifedardırlar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanır ve severler; başıboş değillerdir.”(M.134,K.K.458)

“Bu dünya boş değil, hâlî dağlar, boş sahralar Cenab-ı Hakk’ın ibadıyla doludur.”(L.228)

“Dağların zeminden emr-i Rabbanî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılabat-ı dâhiliyeden neş’et eden heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek; zemin o dağların fışkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip, zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup, vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlarını bozmuyor. Demek nasılki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve müvazenelerini muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuş; öyle de dağlar, zemin sefinesine bu manada hazineli direkler olduklarını, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan

(Dağları direk (yapmadık mı?)” Nebe’ Sûresi, 78:7.)- (Yeryüzünde sâbit dağlar diktik.” Hicr Sûresi, 15:19.)- (Dağları sapa sağlam dikti.” Nâziât Sûresi, 79:32.)gibi çok âyetlerle ferman ediyor.

Hem meselâ, dağların içinde zîhayata lâzım olan her nevi menba’lar, sular, madenler, maddeler, ilâçlar o kadar hakîmane ve müdebbirane ve kerimane ve ihtiyatkârane iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki; bilbedahe kudreti nihayetsiz bir Kadîr’in ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîm’in hazineleri ve anbarları ve hizmetkârları olduklarını isbat ederler.”(Ş.113,49-50,603, L.364,Ms.195,T.341,387,Mh.73,Amme.7, Hicr,19,Kaf.7, Naziat.32)

MEHMET ÖZÇELİK




BAŞKA DÜNYALAR

BAŞKA DÜNYALAR

Kur’an-ı Kerim-de yerlerin ve göklerin yaratılışı ile ilgili bir çok ayet-i kerimelere şahid oluruz.[1]

Gerek yer ve göklerin yaratılışı konusunda,gerekse de dünyamızdan başka dünyaların olup olmadığı hakkında Bediüzzaman-ın eserlerinde açık ve açıklayıcı ve net ifadeleri görürüz.

Nitekim eserlerinde:” Hakikat ve hikmet ister ki,zemin gibi,semâvâtında kendine münasib sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer’ide o ecnas-ı muhtelifeye melaike ve rûhaniyet tesmiye edilir. Evet,hakikat öyle iktiza eder. Zira,zemin,küçüklüğü ve hakaretiyle beraber,zihayat ve zişuur mahluklardan doldurulması ve ara sıra boşaltılıp yeniden zişuurlarla şenlendirilmesi işaret eder,belki tasrih eder ki,şu muhteşem burçlar sahibi müzeyyen kasırlar hükmünde olan semavat dahi zişuur ve zevil idrak mahluklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi,şu alem sarayının seyircileri ve şu kainat kitabının mütalaacıları ve şu saltanatı rububiyetin dellallarıdırlar. Çünki,kainatı had ve hesaba gelmeyen tezyinat ve mehasin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi,bilbedahe,mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzarını ister.”[2]

“Arzı da o seb’a semavat gibi halketmiş. Ve mahlukatına mesken ittihaz etmiş.”[3] Yedi tabaka olarak halkettim ,demiyor. Misliyet ise mahlukiyet ve mahlukata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.

… Kalb,cesede mukabil geldiği gibi,küre-i arz dahi,koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve manevi bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir.

Hem küre-i arzımıza benziyen yedi küre-i uhra dahi bulunmasına işareten küre-i arz dahi,yedi tabaka âyat-ı Kur’aniyeden fehmedilmiştir.

“Gökleri yedi kat olarak tanzim etti.”[4] ayetinde,kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye,hava-yı nesiminin tabakatını fehmeder. Ve kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi,elsine-i enamda seb’a-i seyyare ile meşhur yıldızları ve medarlarını fehmeder. Daha bir kısım insanlar küremize benzer zevil hayatın makarrı olmuş semavi yedi küre-i aheri fehmeder. Diğer bir taife-i beşeriye,manzume-i şemsiyenin yedi tabakaya ayrılmasını,hem manzume-i şemsiyemizle beraber yedi manzumat-ı şumusiyeyi fehmeder. Daha diğer bir taife-i beşeriye,madde-i esiriyyenin teşekkülatı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder. Daha geniş fikirli bir tabaka-i beşeriye,yıldızlarla yaldızlanıp,bütün görünen gökleri bir sema sayıp,onu,bu dünyanın semasıdır diyerek,bundan başka altı tabaka-, semavat var olduğunu fehmeder. Ve nev’i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise:semavat-ı seb’ayı,alemi şehadete münhasır görmüyor. Belki avalimi uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misaliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semavatın var olduğunu fehmeder.”[5]

Her bir devlet de ve alem de insanlar ve varlıklar yaşamaktadır. Onlar oraya münasib ve münasebattardırlar.

İnsanlarda başlı başına bir alem olup,kendi alemine uygun bir vaziyet almaktadır.

Bunlar gibi de;meskun yani üzerinde oturulabilecek,dünyamızdan başka dünyaların varlığına inanıp,ancak üzerinde şu anda varlıklar var mıdır? O varlıklar nasıl varlıklardır? Konularında konuşulabilir.

Ancak insan olarak,insanların meskun oldukları yer bu dünyadır. İnsanda bir kalb vardır. İki kalb düşünülemez. Dünyamız da,kainat büyük insanının bir kalbi mesabesindedir.

-Hadis-de:”Hz. Abbas ibnu Abdulmuttalib (r.a) anlatıyor:”Batha nam mevkide,aralarında Rasulullah 8SAM)-ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Rasulullah(SAM):

“Bunun ismi nedir,bileniniz var mı?”diye sordu.

“Evet bu buluttur.”dediler. Rasulullah (SAM):

“Buna Müzn-de denir”dediler. Oradakiler:

“Evet Müzn-de denir.”dediler. Bunun üzerine Rasulullah (SAM):

“Ânan’da denir.”buyurdu. Ashab da:

“Evet ana da denir”dediler. Sonra Hz. Peygamber (SAM):

“Biliyor musunuz,sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?”diye sordu.

“Hayır,vallahi bilmiyoruz!”diye cevapladılar.

“Öyleyse bilin,ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir,ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir.”

Rasulullah (SAM) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave etti:

“Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi (suretinde melek) var. Bunların sınnakları (hayvan tırnağı) ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var,sonra bunların sırtlarının gerisinde arş var,arşın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah,bütün bunların fevkindedir.”

-Katâde ve Abdullahtan yapılan bir rivayet şöyle:”Rasulullah (SAM) ashabıyla birlikte otururken bir kısım bulutlar geçmişti.:”Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?

Bu,el-ana (denen buluttur) bu arzımızın sakasıdır. (su taşıyıcısı) Allah taala bunu kendisine hiç ibadet etmeyen bir kavme de göndererek (su ihtiyaçlarını görür.)dedi. Bir müddet sonra devamla:

“Bu sema nedir biliyor musunuz? Dürülmüş bir dalga,korunmuş bir tavandır. Bunun üstünde diğer bir sema vardır.”dedi ve böylece üst üste yedi semanın olduğunu söyledi. Sonra konuşmasına devamla:

“İkisi arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor musunuz?” diye sorduktan sonra;”Beş yüz yıl”dedi. Sonra tekrar:

“Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde su var. Suyun gerisinde arş var. Allah,arşın fevkindedir. Adem oğlunun ef’alinden hiçbiri O’na gizli kalmaz.”buyurdu. Sonra tekrar:

Bu arz nedir,biliyor musunuz? Bunun altında bir diğer arz var,ikisi arasında beş yüz yıl var. Böylece yedi arzın varlığını birer birer saydı.”hadisi zikretti.

-Başka bir rivayette:Sema ve arz için aynı ifade de bulunulduktan sonra;

“Sonun da şu açıklamayı yaptı:

“Muhammedin nefsini elinde tutan zat-ı zül celale yemin ederim,şayet siz,en aşağıdaki arza bir ip sarkıtacak olsanız,bu ip Allah’ın (ilmi) üzerine inecektir.”Rasulullah (SAM) sözünü tamamlayınca:

“O her şeyden öncedir,kendisinden sonra hiçbir şeyin kalmayacağı sondur,varlığı aşikardır,gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O,her şeyi bilir.”[6] ayetini kıraat buyurdu.[7]

-Abdullah ibni Mes’ud (r.a)dan yapılan rivayette Rasulullah (SAM) şöyle buyurmuştur:”Allah yedi semayı yarattı. Her birinin kalınlığı beş yüz yıl yürüme mesafesidir.”[8]

“O Allah ki,yedi semayı,arz dan da onun mislini yarattı.”[9]

İbni Abbasdan rivayet edilen bir hadis de:”Yedi arz vardır. Her arzda sizin peygamberiniz gibi bir peygamber,Adem’iniz gibi bir Adem,Nuh’unuz gibi bir Nuh,İbrahiminiz gibi bir İbrahim,İsa gibi bir İsa vardır.”

“Rabbinin katında bir gün,saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”[10]

“Melekler ve Cebrail,miktarı elli bin yıl olan o derecelere bir günde yükselir.”[11]

Hadis-de:”Her şeyin mahiyetini anlamak için tefekkürde bulunun,düşünün. Fakat Allah’ın zatı hususunda düşünmeyin. Zira yedinci sema ile Allah’ın kürsüsü arasında yedi bin ışık yılı mesafesi vardır. Zatı zül-celal hazretleri (nin ilmi) bunun ötesini de kuşatmıştır.”[12]

“Yedi gökle yer ve onların içindekiler onu tesbih eder.”[13]

“Bundan başka sema ya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti.”[14]

“… hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zişuur ve zihayat mahlukların alemleri ve meskenleri olduğu,çok kesretli ehli keşif ve ashabı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın alemleri,;”[15]

Özetle;israf etmeyen Allah,her yerde,o yere münasib olan mahlukları yaratmıştır. Ateş,toprak,su ve hava gibi. Oralarda,oralara münasib canlıları var etmiş,yaratmıştır.

Özellikle;”Meskun” (üzerinde oturulan,oturulabilecek)[16]ifadesiyle Bediüzzaman;oturmaya elverişli ve oturulacak bir yer olduğunu da belirtmektedir.

-Bu arada:”On sekiz bin alem”ile bir çok hikmetlerin murad edildiği de belirtilir.[17]

“Madem,alem-i ulvide muhtelif teşkilat var,muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkamlar görünüyor;öyle ise,o ahkamların menşeleri olan semavat muhteliftir. İnsanda,cisimden başka nasıl akıl,kalb,ruh,hayal,hafıza gibi manevi vücutlarda var;elbette,insanı ekber olan alemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kainatta,alemi cismaniyetden başka alemler var. Hem alemi arzdan,ta cennet alemine kadar her bir alemin,birer seması vardır.”[18]

Ve bunlar hız bakımından farklılık arzederler.[19]

-“Yer,yalnızca dünyamız değil;başka her dünya ihtimalini de içermektedir.”[20]der Aiberg.

-Ve bir haberde:”Galile uzay aracının Jüpiter gezegeninin atmosferinde hayat bulunduğunu tesbit ettiği,ancak bu gerçeğin Amerikan hükümetince kamuoyundan gizlendiği öne sürüldü.”[21]

-Özet ve bir cevap:Milyarlarca galaksi ve her bir galakside 200 milyar yıldızla beraber,aynı apartmanda oturmaktayız.

-Dünyanın dışında canlılar var mı?sorusuna –Evet-deriz.

-Ama,insan var mı?sorusuna –Evet-demek,büyük bir cesaret ve ihata ister. Olmadığını söylemekle beraber,olduğunu farz ettiğimizde,bir çok acabalar,birbirini kovalayacaktır;

-Acaba teknolojiye sahiplermi? Ortak noktalarımız neler? Vs…

-Bilim ve Teknik dergisinde bir yazar,birkaç dengesiz ifadede bulunmuş.[22] Maddede boğulan,maddeyi aşamayan sayın yazar,nur hızını,düşünce hızını kabul etmediği gibi,ilim perdesine bürünerek bunları inkara yeltenib,teorik ve saçmalık diye ifade etmiş.

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır.”derler,doğruymuş.

İki asırdır Darwin-in hala teorilik ve varsayımdan kurtulamıyan görüşünü –ışık tutma-olarak nitelerken,ışık ve düşünce hızını nasıl inkar etmektedir.

Acaba kendilerine mi geç ulaştı,yoksa kendileri mi geç ulaştılar?

Sayın yazar? bazı din gruplarının bunu reddettiğini,bazılarının da dinsel inançlarını kuvvetlendireceğinden,kabul ettiğini söylerken;şunu bilmelidir ki;İslâmiyetin,Kur’an-ı Kerim-in ve hakikatlarının,bizlerin kabulüne ihtiyacı olmayıp,bir şey kazanmıyacağı gibi,bizlerin inkarından dolayı da bir kaybı söz konusu değildir.

İslamiyet ve Kur’an başlı başına bir bürhandır. Kendi kendisinin hakkaniyetini gösteren bir delildir.

Ancak sayın yazar? kendileri daha yeni bu konuyu işlerken,biz oralarda canlıların olduğunu yıllar öncesinden iddia ediyorduk. Baştan buraya kadar ki şekilde de ifade ettiğimiz gibi…

Bediüzzaman hazretleri ise;yarım asır öncesinden fazla bu hakikatları eserine yazmışdı,bizim şimdi yazıb,söylediğimiz gibi…

Meselenin dinsel? veya metafizik olarak çözülemiyeceğini iddia eden sayın yazar? şunu bilmelidirler ki;kendilerinin yarım yamalak söylediklerini Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz bin dört yüz sene öncesinden haber vermişlerdir.

7-7-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Konularına göre Kur’an-ı Kerim Fihristi. N. Yüksel.sh.16-17.

[2] Sözler. B. Said Nursi.sh.162.

[3] Age.469.

[4] Bakara.29.

[5] Lem’alar. B. Said Nursi. 12. lem’a.2.sual.sh.58-62,bak.R.N. Kudsi Kaynakları. A. Badıllı.sh.734,bak.Aksiyon dergisi.23-29-Mart-1996,bak.Zafer dergisi.Mayıs-1996.sh.4.

[6] Hadid. 3.

[7] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. Prof. İ. Canan. 6 / 368-370.

[8] Age. 6 / 372.

[9] Talak.12.

[10] Hacc.47.

[11] Mearic.4.

[12] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 6 / 376.

[13] İsra.44.

[14] Bakara.29.

[15] Lem’alar.age.59.

[16] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi. sh.216.

[17] Mektubat. B. Said Nursi. 26.mektub.4.mebhas.Birincisi.sh. 315-316,Sözler.age.31.söz.ikinci esas.sh.518-519.

[18] Sözler.age.sh.523.

[19] Bak. Sözler.age.524-525.

[20] Arz’dan Arş’a Mi’raç. Prof. H. Von Aiberg. 1 / 50.

[21] Bak.Zaman gaz.3-4-1996.

[22] Tübitak.1996.Nisan.341.sayı.sh.34-41.




EY RABBİM-EY RABBİMİZ

EY RABBİM-EY RABBİMİZ

Kur’an-ı Kerim-de Rabbi ifadesi 67 kere geçmektedir.Bi harfi cerriyle de 2 kere geçmektedir.

-FELAK:”1-De ki: Felakın -yaratılıp meydana getirilmiş olan şeylerin-Rab’bine sığınırım.”

-NAS:”1-De ki: İnsanların Rab’bine sığınırım.”

-BAKARA:”126. Şunu da zikret ki: İbrahim, Rabbim! Burasını bir emin belde kıl, ahalisini Allah’a ve âhiret gününe îman etmiş olanları da meyvelerden rızıklandır, demiştir.”

-260. Ve o vakti de yâdet ki. İbrahim, Yarabbi!. Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demiş, -Cenâb-ı Hak da- inanmadın mı?, diye buyurmuştu. O da evet… İnandım, fakat kalbim mutmain olsun için demiş. Allah Teâlâ: Kuşlardan dört tanesini tut da onları kendine çevir sonra her dağ üzerine onlardan birer parça at, sonra da onları çağır, sana koşarak gelirler ve bil ki Allah Teâlâ şüphe yok azizdir, hakimdir diye buyurmuştur.”

-ÂL-İ İMRAN:”35. Hatırla ki, İmranın eşi: Ey Rabbim! Ben karnımda olanı azadlı bir köle olarak sana adadım. İmdi bunu benden kabul buyur. Şüphe yok ki hakkiyle işidici sensin, kemâliyle bilici sensin, demişti.

-36. Vaktaki çocuğunu dünyaya getirdi, dedi ki: Ey Rabbim! Ben onu kız olarak doğurdum Allah Teâlâ ise onun ne doğurduğunu daha ziyade bilir. Halbuki erkek, dişi gibi değildir. Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini koğulmuş olan şeytandan senin himayene ısmarladım.

-38. O vakit Zekeriya’ Rabbine dua ederek dedi ki: Ey Rabbim! Bana kendi tarafından pek temiz bir zürriyet bağışla. Şüphe yok ki, sen duayı hakkiyle işitîcisin.

-40. Dedi ki: Ey Rabbim! Bana bir oğul nasıl olabilir ki, bana hakikaten ihtiyarlık yetişti. Eşim ise kısırdır. Buyurdu ki, öyledir. – Fakat- Allah Teâlâ dilediğini yapar.

-41. Dedi ki: Ey Rabbim! Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlar ile bir işaretten başka üç gün konuşamamandır. Maamafih rabbini çokça zikret ve akşam, sabah namaz kıl.

-47. Dedi ki. Ey Rabbîm! Bana çocuk nereden olabilir! Halbuki bana bir insan dokunmamıştır. Buyurdu ki, öyledir. Allah Teâlâ neyi dilerse yaratır. Bir şeyi murat edince ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.”

-MAİDE:”25. Dedi ki: Yarabbi!. Şüphe yok ki, ben kendi nefsini ile kardeşimden başkasına sâhip olamam, artık bizim aramızla o fasıklar olan kavmin arasını ayır.”

-A’RAF:”143. Ne zaman ki, Musa bizim tayin ettiğimiz vakte geldi ve Rabbi onunla konuştu, dedi ki: Ey Rabbim!. Bana varlığını göster sana bakayım. -Cenab’ı Hak da- buyurdu ki: Sen beni katiyyen göremezsin. Fakat dağa bir bak, eğer yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin. Hemen Rab’bi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Musa da baygın bir halde düşüp kaldı. Vaktaki, ayıldı, dedi ki: Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim ve ben imân edenlerin ilkiyim.

-151. Dedi ki: Ey Rabbim!. Beni de kardeşimi de bağışla ve bizi rahmetine kabul et. Ve sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.

-155. Ve Musa kavminden yetmiş erkeği tayin ettiğimiz vakit için seçmişti. Ne zaman ki, onları yıldırım yakaladı, dedi ki: Ey Rabbim!. Eğer dilese idin onları ve beni daha evvel helâk ederdin. Bizden bir takım beyinsizlerin yaptıkları şey sebebiyle bizi helâk eder misin?. Bu ancak senin bir imtihanındır, bununla dilediğini saptırırsın ve sen dilediğini hidâyete kavuşturursun. Sen bizim dostumuzsun, artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”

-HUD:”45. Ve Nuh Rab’bine seslendi de dedi ki: Ey Rabbim!. Şüphe yok, oğlum benim ailemdendir ve muhakkak ki, senin vâdin haktır ve hakimlerin hâkimi sensin.

47. Dedi ki: Ey Rab’bim!. Ben senden hakkında bilgim olmayan bir şeyi sormaktan şüphe yok ki, ben sana sığınırım ve eğer benim için mağfiret etmez ve beni esirgemezsen ben ziyana uğrayanlardan olurum.”

-YUSUF:”33. -Yûsuf- dedi ki: Rab’bîm!. Benim için zindan, beni kendsine dâvet ettikleri şeyden daha sevgilidir. Ve eğer beden onların hilelerini bertaraf etmez isen onlara meyleder ve câhillerden olmuş olurum.

-101. Ya Rabbi!. Muhakkak ki, sen bana mülkten verdin ve hâdiselerin bir kısım yorumunu bana öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı!. Benim dünyada da âhiretde de veliyyi nîmetim sensin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat.”

-İBRAHİM:”35. Ve hatırla o zamanı ki, İbrahim demişti: Ey Rabbim!. Bu şehri emniyetli kıl, ve benî ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak bulundur.

36. Ey Rabbim!. Muhakkak ki onlar insanlardan bir çoklarını saptırdılar. İmdi her kim bana tâbi olursa şüphe yokki, o bendendir ve kim bana isyan ederse artık muhakkak ki, sen çok yarlığayıcısın, çok esirgeyicisin.

40. Ey Rabbim!. Beni ve neslimden olanı da namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rab’bimiz!. Ve duamı kabul buyur..”

-HİCR:”36. -Şeytan da- dediler ki: Ey Rabbim!. Öyle ise kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar bana mühlet ver.

39. -Şeytan- dedi ki: Yarabbi!. Beni azdırdığından dolayı ben de her halde onlar için yeryüzünde süsleyeceğim ve onların hepsini azdıracağım.”

-İSRA:”24. Ve ikisi için merhametten tevazu kanadını indir ve de ki:Yarabbi!. İkisine de merhamet buyur. Nasıl ki, onlar beni çocuk iken besleyiverdiler.

80. Ve de ki, Yarabbi!. Beni gireceğim yere dürüstlükle girdir ve beni çıkacağım yerden dürüstlükle çıkar ve benim için kendi tarafından bir yardımcı kuvvet -nasip- kıl.”

-MERYEM:”4. Demişti ki: Yarabbi!. Muhakkak benim kemiklerim zayıflattı, başımın tüyü de tutuştu, ve Rabbim!. Sana ne dua ettim ise mahrum kalmadım.

6. Hem bana vâris olsun hem de Yakub hanedanına vâris olsun ve Rabbim!. Onu katında rızaya mazhar buyur.

8. Dedi ki: Yarabbi!. Bana nereden bir oğul olabilir?. Eşim ise kısır olmuştur. Ben de ihtiyarlıktan son yaşa yetişmiş oldum.

10. Dedi ki: Yarabbi!. Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin alâmetin, sen sapsağlam olduğun halde insanlar ile üç gece konuşmaya muktedir olamamandır.”

-TAHA:”25. Musa dedi ki: Yarabbi!. Benim göğsüme genişlik ver.

84. Dedi ki: Onlar da beni takibetmektedirler. Ve Rabbim ben senin için acele ettim ki, -benden- razı olasın.

114. Artık şüyhe yok ki, gerçek hükümdar olan Allah Teâlâ pek yücedir. Ve sana vahyedilmesi tamam olmadan evvel Kur’an’ı okumakta acele etme ve de ki: Yarabbi!. Benim için ilmi artır.

125. Der ki: Yarabbi!.Ne için beni kör olarak haşrettin ve halbuki, ben görücü idim.”

-ENBİYA:”89. Ve Zekeriya’yı da -an- o vakit ki, Rabbine nidâ etti. Yarabbi!. Beni yalnız bırakma, sen vârislerin hayırlısısın -dedi-.

112. Dedi ki: Yarabbi!. Hak ile hükmet. ve bizim çok esirgeyici olan Rabbimizdir. Ancak sizin vasf edegeldiklerinize karşı kendisinden yardım istenilecek olan -zat-“Enbiya.

-MÜ’MİNUN:”26. -Hazreti Nuh da- dedi ki: Yarabbi!. Bana yardım et, onların beni tekzib etmelerine karşı.

29. Ve de ki: Yarabbi!, beni bir mübarek yere indir ve sen indirenlerin en hayırlısısın.

39. – O Peygamber de- dedi ki: Yarabbi!, beni tekzib ettikleri için bana yardım et.

93. De ki: Yarabbi!. Eğer onlara yapılan tehdidi bana herhalde gösterecek isen..

94. Yarabbi!, beni o zalimler olan kavmin içinde bulundurma.

97. Ve de ki: Yarabbi!. Ben sana şeytanların vesveselerinden sığınırım!.

98. Ve yarabbi!, sana sığınırım, onların huzuruma gelmelerinden.

99. Nihayet onlardan birine ölüm gelince derki: Yarabbi!. Beni geri gönderin.

118. Ve de ki: Yarabbi!. Mağfiret ve rahmet buyur ve sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”

-FURKAN:”30. Ve Peygamber dedi ki: Yarabbi!. Şüphe yok benim kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terkettiler.”

-ŞUARA:”12. Dediki: Yarabbi!. Şüphe yok ki, beni yalanlayacaklarından korkarım.

83. Yarabbi!. Bana bir hikmet bahşet ve beni iyilerin arasına kat.

117. -Nuh Aleyhisselâm- dedi ki: Yarabbi!. Şüphe yok ki, kavmim beni yalanladılar.

169. Yarabbi!. beni ve ehlimi onların yapa geldikleri şeyden kurtar.

– NEML:”19. -Hz. Süleyman- Artık onun sözünden gülercesine tebessüm etti ve dediki: Yarabbi!. Bana ilham buyur, bana ve anama babama vermiş olduğun nimetine şükredeyim ve senin razı olacağın iyi amelde bulunayım ve beni rahmetinle iyi olan kullarının arasına kat.

44. Ona denildi ki saraya gir. Ne zamanki onu gördü, onu derin bir su sandı, iki baldırını açıverdi. -Hz. Süleyman- dedi ki: O hakikaten billûrdan döşenmiş, düz, açık bir yerdir. -Kadın da- dedi ki: Yarabbi! ben nefsime zulmettim ve Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.

-KASAS:”16. Dedi ki: Yarabbi! Ben şüphe yok ki, nefsime zulmettim, artık beni bağışla. Bunun üzerine onu bağışladı. Muhakkak ki, çok bağışlayan, çok merhamet buyuran O’dur, O.

17 Dedi ki: Ey Rabbim!.. Bana verdiğin nimetler hakkı için artık ben suçlular için asla arka çıkmam.

21. Bunun üzerine -Hz. Musa’da- oradan korkarak ve gözetleyerek çıktı. “Ey Rabbim! Beni o zalim olan kavimden kurtar” dedi.

24. Bunun üzerine Musa ikisi için suvarıverdi, sonra gölgeye çekildi de dedi ki: Yarabbi! Şüphe yok ki, bana indireceğin bir hayra muhtacım.

33. Dedi ki: Ey Rabbim!. Muhakkak ben, onlardan bir şahsı öldürdüm, artık korkarım ki, beni öldürürler.”

-ANKEBUT:”30. Dedi ki: Ey Rabbim!. O fesatçılar topluluğuna karşı bana yardım eyle.”

-SAFFAT:”-100. Yarabbi!. Bana sâlihlerden -bir çocuk- ihsan buyur.

SAD:”35. Dedi ki: Yarabbi!. Beni bağışla ve bana bir mülk ver ki, benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şüphe yok ki, sensin çok bağışlayan sensin.

79. -İblis de- dedi ki: Yarabbi!. Öyle ise bana tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver.”

-ZUHRUF:”88. Ve O’nun yarabbi!. Muhakkak ki, onlar îman etmez bir kavimdir, demesi de Allah katında bilinmektedir.”

-AHKAF:”15. Ve biz insana anasına ve babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Onu anası zahmetle yüklendi ve onu zahmetle doğurdu, onu bu yüklenilmesi ve sütten kesilmesi -müddeti- ise otuz aydır. Nihâyet reşit olacağı zamana erip kırk seneye bâliğ olunca dedi ki: Yarabbî!. Beni muvaffak kıl, bana ve anam ile babama lütuf etmiş olduğun nîmetine şükredeyim ve razı olacağın bir güzel amelde bulunayım ve zürriyyetim hakkında da benim için iyilik nasîp buyur. Şüphe yok ki, ben sana -günahlarımdan- tevbe ettim ve muhakkak ki, ben müslümanlardanım.”

-MÜNAFİKUN:”10. Ve size rızk olarak verdiğimiz şeylerden harcamada bulunun, birinize ölüm gelmesinden, artık Yârabbi!. Beni bir yakın müddete kadar tehir etse idi de sadaka verse idim ve sâlihlerden olsa idim demesinden evvel.”

-TAHRİM:”11. Ve Allah, îman etmiş olanlara, Fir’avun’un eşini bir misâl olarak getirmiştir. O vakit ki, -o kadın şöyle- demişti: Yârabbi!. Benim için ilâhî katında, cennette bir ev yap ve beni Fir’avun’dan ve onun amelinden kurtar ve beni zâlimler olan kavimden kurtar.”

-NUH:”5. Dedi ki: Yârabbi!. Ben kavmimi hakikaten gece ve gündüz dâvet ettim.

21. Nûh dedi ki: Yârabbi.. Şüphe yok ki: Onlar bana isyan ettiler ve malı ve evlâdı kendisine hüsrândan başka bir şey arttırmayan kimseye tâbi oldular.

26. Ve Nûh dedi ki: Yârabbi!. Yeryüzünde kâfirlerden bir şahıs bırakma.

28. Yârabbi!. Bana ve babama, anama ve hâneme mü’mîn olarak giren kimseye ve mü’min erkekler ve mü’mîn kadınlara mağfiret buyur ve zâlim için helâkten başkasını arttırma.”

-Rabbena (üstün-esre-üstün haliyle) Ey Rabbimiz- ifadesi 111 defa geçmektedir.

-BAKARA:”127. Hatırla ki. İbrahim Beytullah’ın temellerini İsmail ile beraber yükseltiyor, ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphe yok ki sen işitensin ve bilensin, diyordu.

128. Ey Rabbimiz! Bir de bizleri sana iki ihlaslı müslüman kıl. Ve zürriyetimizden de senin için bir müslüman ümmet -vücude getir- Ve bizlere haccın usulünü göster, tövbelerimizi de kabul buyur. Şüphe yok ki sen tevbeleri kabul edensin, merhametlisin diye de duada bulunuyordu.

129. Ey Rabbimiz! Onların arasında onlardan bir Peygamber gönder ki, onlara âyetlerini okusun. Onlara kitap ve hikmet öğretsin. Ve onları temiz bir hale getirsin. Şüphe yok ki sen evet sen azizsin, hikmet sahibisin.

139. -Rasûlüm!- de ki: Allah hakkında bizimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki o bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve bizim amellerimiz bize aittir, sizin amelleriniz de size aittir. Ve bizler ancak onun ihlaslı kullarıyız.

200. Sonra hacca ait ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman babalarınızı zikrettiğiniz gibi veya daha ziyade olarak Allah Teâlâ’yı zikrediniz. İmdi insanlardan öylesi vardır ki: Ey Rabbimiz bize -nasibimizi- dünyada ver der. Bunun için âhirette bir nasip yoktur.

201. Ve insanlardan öylesi vardır ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik ve âhirette de bir iyilik ver ve bizi ateş azabından koru der.

250. Vaktaki Câlut ile askerlerine karşı meydana çıktılar, dediler ki: Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl ve bizlere o kâfirler güruhu üzerine yardım ver.

285. Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene imân etti, mü’minler de hepsi de Allah Teâlâ’ya ve onun meleklerine, kitablarına ve peygamberlerine imân etti. Biz Allah Teâlâ’nın peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırmayız – dediler. Ve biz dinledik, İtaat da ettik, mağfiretini dileriz. Ey Rabbimiz -diye niyâz ettiler-.

286. Allah Teâlâ bir kimseye gücünden başkasını teklif buyurmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehinedîr. Ve kazandığı kötülük de kendi aleyhinedir. Ey Rabbimiz!.. Eğer unuttuk ise veya hatâ ettik ise bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz!. Ve bize bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz!. Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme. Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl, sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere yardım et.

-ÂL-İ İMRAN:”7. O Yüce Mabud ki, senin üzerine Kur’ânı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem âyetlerdir ki, onlar o kitabın aslıdır. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Artık kalblerinde eğrilik bulunan kimseler fitne aramak ve onu tevil arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşabih olanına tâbi olurlar. Halbuki, onun tevilini Allah Teâlâ’dan başkası bilemez. İlimde rüsuh sâhibi olanlar ise “Biz ona îman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır derler. -Bunları- tam akıllı zatlardan başkası düşünemez…

8. Ey Rabbimiz!. Bizlere hidâyet buyurduktan sonra kalplerimizi -haktan- saptırma ve kendi Yüce katından bizlere bir rahmet bağışla. Şüphe yok ki çok bağış yapan ancak sensin.

9. Ey Rabbimiz!. Şüphe yok ki insanları kendisinde şüphe olmayan bir gün için toplayan ancak sensin, şüphe yok ki. Allah Teâlâ sözünden dönmez.

16. Onlar ki. Ey Rabbimiz! Biz muhakkak îman ettik, artık bizim için günahlarımızı bağışla ve bizleri o ateş azâbından koru, derler.

53. Rabbimiz! İndirdiğine inandık, ve peygambere tâbi olduk, artık bizleri şahitler ile beraber yaz.

147. Ve onların sözleri başka değil, şöyle demekten ibaretti. Ey Rabbimiz!. Bizim için günahlarımızı ve işlerimizdeki israflarımızı mağfiret buyur ve ayaklarımızı sabit kıl ve bizlere kâfirler gürûhu üzerine zafer ver.

191. Onlar ki, ayakta iken de, otururken de ve yanları üzerine yatarlarken de Allah Teâlâ’yı zikrederler ve göklerin ve yerin yaradılışı hakkında tefekkürde bulunurlar. İşte onlar şöylece tesbih ve duada bulunur dururlar. Ey Rabbimiz!. Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen yücesin, artık bizleri ateş azabından koru…

192. Ey Rabbimiz!. Sen kimi o ateşe sokarsan şüphesiz onu hakir ve zelil edersin. Ve zalimler için yardımcılar da yoktur.

193. Ey Rabbimiz!. Biz, Rabbinize imân ediniz diye imâna çağıran bir davetçi işittik, hemen imân ettik. Ey Rabbimiz!. Artık günahlarımızı bize bağışla ve bizim kusurlarımızı bizden ört ve bizleri iyi kullar ile beraber öldür.

194. Ey Rabbimiz!. Peygamberlerine karşı bizlere va’d ettiklerini bizlere ihsan buyur. Ve bizleri kıyamet gününde rezil etme. Şüphe yok ki, sen verdiğin sözden dönmezsin.

-NİSA:”75. Ve sizin için ne var ki, Allah Teâlâ’nın yolunda ve erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zaafa düşürülmüş olan bir takım bi-çareler uğrunda savaşta bulunmayasınız?. Onlar ki: Ey Rabbimiz! Bizi şu ahalisi zâlim olan şehirden çıkar ve bizim için kendi ta-rafından bir koruyucu gönder ve bizim için kendi katından bir yardımcı tâyin buyur diye niyâz etmektedirler.

77. O kimseleri görmez misin ki, onlara: Ellerinizi çekiniz ve na-maz kılınız, zekât veriniz denilmişti. Vaktaki üzerlerine cihat yazıldı, o zaman içlerinden bir takımı. Allah Teâlâ’dan korkarcasına veya daha fazla insanlardan korkar oldular. Ve onlara: Ey Rabbimiz!. “Ne için üzerimize cihadı yazdın? Ne olurdu bizi yakın bir müddete kadar tehir etseydin” dediler. De ki: Dünyanın faidesi pek azdır, âhiret ise takva sahibi olanlar için elbette hayırlıdır. Ve siz kıl kadar zulme uğramayacaksınızdır.

-MAİDE:”83. Ve Peygambere indirilmiş olanı dinledikleri zaman hakkı bildiklerinden dolayı onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: Ey Rabbimiz!. İmân ettik, artık bizi -hakka- şâhit olanlar ile beraber yaz.

84. Ve biz ne için Allah Teâlâ’ya ve bize hak’tan gelene imân etmeyelim? Halbuki biz ümit ederiz ki, Rabbimiz bizi sâlihler olan kavim ile beraber -cennete- soksun.

114. Meryem’in oğlu İsa dedi ki: Ey Allah!. Ey bizim Rabbimiz!. Bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim geçmişimiz ve geleceklerimiz için bir bayram ve senden bir âyet olsun ve bizi rızıklandır ve sen rızık verenlerin en hayırlısısın.

-EN’AM:”23. Sonra onların çâresi, Vallahi ey Rab’bimiz!. Bizler müşriklerden olmadık, demekten başka olmayacak.

27. Ve -onları- ateşin üzerine durdurulup da: “Eyvah bize ne olurdu bir geriye çevrilseydik ki, Rab’bimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık” dedikleri zaman bir görecek olsan.

30. Ve -onları- görecek olsan Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman!. Buyuracak ki: “Şu hak değil miymiş?..” onlar da: “evet. Rab’bimize andolsun ki,” diyecekler. -Cenâb-ı Hak’ta- “o halde azâbı tadınız, küfreder olduğunuz şeyler sebebiyle” diye buyurmuş olacaktır.

128. Ve o gün ki, -Allah Teâlâ- onların hepsini bir araya toplayacaktır. Ey cin taifesi!. İnsanlardan birçok kimseler edindiniz -diye buyuracak-. Onların insanlardan dostları olanlar da: Ey Rab’bîmiz!. Bizim bâzımız bâzımızdan faydalandık ve bizim için tâyin ettiğin süreye ulaştık, diyecekler. Cenâb-ı Hak da buyuracak ki: Ateş sizin karargâhmızdır, on’da ebediyen kalacaksınız, ancak Allah Teâlâ’nın dilediği müstesnâ. Şüphe yok ki, senin Rab’bin hikmet sahibidir, bilendir.

-A’RAF:”23. Dediler ki: Ey Rabbimiz!. Biz kendi nefislerimize zulm ettik, ve eğer bizi bağışlamaz ve merhamet buyurmaz isen elbette biz zarara uğramışlardan oluruz.

38. Buyurur ki: Siz de sizden evvel insan ve cinden gelip geçmiş olan ümmetlerin arasında cehenneme giriniz. Her ne zaman bir ümmet girdikçe yoldaşına -kendi dindaşına- lânet eder. Nihâyet hepsi oraya girip birbirine katılınca sonrakiler öncekiler için diyecekdir ki: Ey Rabbimiz!. Onlar bizi sapıttılar, artık onlara ateşten iki kat azap ver. -Cenâb-ı Hak da- buyuracak ki: Hepinize kat kat azap vardır. Lâkin siz bilmezsiniz.

43. Ve biz onların göğüslerinde kinden her ne var ise hepsini söküp atmışızdır. Onların altlarından ırmaklar akar ve derler ki: O Allah Teâlâ’ya hamdolsun ki, bizi hidayetle buna kavuşturdu. Eğer Allah Teâlâ bize hidâyet etmeseydi biz kendi kendimize hidâyete eremezdik. Muhakkak ki, Rabbimizin peygamberleri hak ile geldiler. Ve onlara işte bu cennettir ki, siz buna -salih- amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz, diye nidâ olunacaktır.

44. Ve cennet ashabı, cehennem ehline nidâ edip: Rabbimizin bize vâd ettiğini biz şüphe yok ki hak bulduk, siz de Rabbinizin vâd ettiğini hak buldunuz mu?. Diye soracaklar. Onlar da: Evet… Diyecekler. Derken aralarında bir çağırıcı: Allah Teâlâ’nın lâneti zâlimlerin üzerinedir, diye nidâ etmiş olacaktır.

47. Ve onların gözleri ateş ehli tarafına çevrildiği zaman da: Rabbimiz!. Bizi zâlimler topluluğu ile beraber kılma derler..

53. Onlar onun te’vilinden başkasını beklerler mi?. Onun te’vîli geldiği gün ise onu evvelce unutmuş olanlar diyecektir ki: Muhakkak Rabbimizin Peygamberleri hakkı getirmişlerdir. İmdi bizim için şefaatçilerden kimse var mıdır ki, bize şefaat ediversinler veyahut geri döndürülür müyüz ki, yaptığımız şeylerin başkasını yapıverelim. Şüphe yok ki, onlar nefislerini ziyâna uğratmışlardır. Ve o iftira ettikleri şey de onlardan çıkıp gitmiştir.

89. Eğer Allah Teâlâ bizi ondan kurtardıktan sonra sizin dininize dönersek muhakkak Allah’a karşı yalan yere iftira etmiş oluruz. Bizim için ondan dönmek olamaz. Ancak Rabbim olan Allah Teâlâ dilemiş o başka. Rabbimiz herşeyi ilmiyle kuşatmıştır. Allah Teâlâ’ya tevekkül etmişizdir. Ey Rabbimiz!. Bizim aramızla kavmimizin arasında hak ile hikmet, ve sen hükmedenlerin en hayırlısısın.

125. Dediler ki: Biz şüphe yok Rab’bimize dönüvericileriz.

126. Ve bizden intikam alman da başka değil, ancak biz Rabbimizin âyetleri geldiği zaman onlara imân ettiğimizden dolayı. Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabır yağdır ve bizleri müslümanla olarak öldür.

149. Ne zaman ki pişmanlığa düştüler ve kendilerinin hakikaten doğru yoldan çıkmış olduklarını gördüler, dediler ki: Eğer bize Rab’bimiz merhamet etmezse ve bizi bağışlamazsa elbette büyük bir ziyâna uğramışlardan olacağız.

-YUNUS:” 85. Onlar da dediler ki: Allah Teâlâ’ya itimat ettik. Ey Rabbimiz!. Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma.

88. Musa da dedi ki: Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki, sen Firavun’a ve onun cemaatine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rab’bimiz!. Senin yolundan saptırsınlar diye. Ey Rabbimiz!. Onların mallarını mahvet ve kalplerinin üzerini şiddetle mühürle. Tâki: Onlar acıklı azâbı görünceye kadar imân etmesinler.

-İBRAHİM:”37. Ey Rabbimiz!. Ben neslimden bazısını senin Beyti Haremin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz!. Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyleder kıl ve onlara meyvelerden rızık ver. Umulur ki, onlar şükr ederler.

38. Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki, sen bizim gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Ve Allah Teâlâ’ya ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey gizli kalamaz.

40. Ey Rabbim!. Beni ve neslimden olanı da namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rab’bimiz!. Ve duamı kabul buyur..

41. Ey Rab’bimiz!. Hesap olunacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla.

44. Ve insanları korkut, o azabın kendilerine geleceği bir gün ile ki, o zalim olanlar diyeceklerdir ki; Ey Rab’bimiz!. Bizi bir yakın vakite kadar tehir et, senin davetine uyalım, ve Peygamberlere tâbî olalım. -Onlara denilecektir ki- “sizin için bir zevâl yoktur” diye siz evvelce yemin etmiş değil mi idiniz?

-NAHL:”86. Ve müşrikler ortak koşmuş oldukları şeyleri görünce diyeceklerdir ki: Ey Rab’bimiz!. Bunlar seni bırakıp da bizim kendilerine tapmış olduğumuz ortaklarımızdır. Bunlar da onlara söz atarlar ki: Muhakkak siz yalancılarsınızdır.

-İSRA:” 108. Ve derler ki: Rabbimizi takdis ve tenzih ederiz. Rabbimizin vadi hakikaten yerine getirilir.

-KEHF:”10. O vakit ki, o gençler mağaraya sığındılar da dediler ki: Ey Rabbimiz!. Bize kendi katından bir rahmet ver ve bizim için işimizden dolayı bir muvaffakiyet hazırla.

14. Ve onların kalplerini kuvvetlendirdik, o vakit ki: Kıyam ettiler de dediler ki: Bizim Rab’bimiz, göklerin ve yerin Rab’bidir, ondan başkasına bir ilâh diye tapamayız. Diyecek olsak elbette ki, haktan pek uzak bir söz söylemiş oluruz.

-TAHA:”45. Dediler ki: Ey Rabbimiz!. Muhakkak biz korkarız ki, ya üzerimize şiddetle saldırır veya haddi tecavüz eder.

50. – Hz. Musa- dedi ki: Rabbimiz o zattır ki, her şeye hilkatini vermiş, sonra da doğru yolu göstermiştir.

73. Muhakkak biz Rabbimize imân ettik ki, bizim için hatalarımızı ve bizi üzerine zorladığın sihirden dolayı yarlığasın. Ve Allah hayırlıdır ve ebedîdir.

134. Ve eğer biz onları ondan evvel bir azab ile helâk etmiş olsa idik, elbette diyeceklerdi ki: Ey Rabbimiz!. Bize bir Peygamber göndermeli değil mi idin ki, bir zillete ve rüsvaylığa düşmeden evvel senin âyetlerine tâbi olsa idik?

-ENBİYA:”112. Dedi ki: Yarabbi!. Hak ile hükmet. ve bizim çok esirgeyici olan Rabbimizdir. Ancak sizin vasf edegeldiklerinize karşı kendisinden yardım istenilecek olan -zat-

-HAC:”40. Onlar ki, haksız yere, ancak Rabbimiz Allah’tır, demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer insanların bazılarını bazıları ile Allah’ın defetmesi olmasa idi manastırlar, kilisler, havralar, ve içlerinde Allah’ın adı çok zikredilen mescitler elbette ki, yıkılırdı, ve elbette ki Allah kendi dinine yardım edenlere yardım eder. Şüphe yok ki, Allah elbette pek kuvvetlidir, pek izzetlidir.

-MÜ’MİNUN:”106. Diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz!, bizim üzerimize azgınlığımız galip geldi ve biz sapıtmışlar olan bir kavim olduk.

107. Ey Rabbimiz!, bundan bizleri çıkar, İmdi bir daha dönersek artık şüphe yok ki, biz zalim kimseleriz.

109. Çünkü kullarımdan bir zümre var idi ki, “Ey Rabbimiz!. Sana îmân ettik, artık bizi yarlığa ve bize merhamet buyur ve sen rahmet edenlerin elbette hayırlısısın” derlerdi

-FURKAN:”21. Ve bize kavuşmayı ümit etmeyenler dedi ki: Bizim üzerimize melekler indirilmeli değil mi idi?. Veya Rabbimizi görmeli idik. Andolsun ki, -onlar- nefislerinde bir büyüklük görmüşlerdir ve büyük bir azgınlık ile azgınlıkla bulunmuşlardır.

65. Ve onlar ki: Ya rabbena!. Bizden cehennem azabını defet derler. Şüphe yok ki, onun azabı, bertaraf olmayan bir hüsrandır.

74. Ve onlar ki: “Ey Rabbimiz”! Bize eşlerimizden ve zürriyetlerimizden gözler aydınlığı ihsan et ve bizi takva sahiplerine iman kıl derler.

-ŞUARA:”50. O iman edenler de – dediler ki: Zararı yok, şüphesiz ki, biz Rabbimize dönücüleriz.

51. Biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı bizim için hatalarımızı Rabbimizin bağışlayacağını ümid ederiz.

-KASAS:” 47. Ve eğer kendi elleriyle takdim ettikleri -günahları- sebebiyle kendilerine bir musibet isabet edip de: Ey Rabbimiz!. Bize bir Resûl göndermeli değil mi idin ki, artık âyetlerine tâbi olup da müminlerden olsa idik, diyecek olmasalardı -onlara Resûl gönderilmezdi-.

53. Ve olara karşı -Kur’anı – okuduğu zaman dediler ki: Buna biz îmân ettik. Şüphe yok ki, bu Rabbimizden -gelen- hak -bir kitaptır. Şüphe yok ki, biz bundan evvel müslüman olmuştuk.

63. Aleyhlerine söz hak olanlar diyeceklerdir: Ey Rabbimiz!. Şunlar kendilerini saptırmış olduğumuz kimselerdir. Biz onları, kendi sapıttığımız gibi saptırdık -onlardan- uzaklaştık. Sana -sığınırız- onlar bize tapar olmadılar.

-SECDE:”12. Görecek olsan o vakit ki, günahkârlar Rab’lerinin huzurunda başlarını eğmiş oldukları hâlde ey Rab’bimiz!. Gördük ve işittik, artık bizi geri çevir. Bir sâlih amel işleyelim. Şüphe yok ki, biz kat’î surette inanmışlarız. -derler-.

-AHZAB:” 67. Ve demiş -olacak- lardır ki; Yarabbi!. Muhakkak biz reîslerimize ve büyüklerimize, itaat ettik. Artık onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar.

68. Ey Rabbimiz!. Onlara azaptan iki katını ver ve onları pek büyük bir lânet ile lânete uğrat.

-SEBE’:”19. Fakat onlar: “Ey Rab’bimiz. Bizim seferlerimizin arasını uzaklaştır” dediler ve nefslerine zulmettiler. Artık biz de onları dillere destan ettik ve onları büsbütün parçalamakla parçaladık. Şüphe yok ki, bunda her bir sabr eden, şükr eyleyen için elbette ibretler vardır.

26. Deki: Rab’bimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızı hak ile açacaktır. Ve O, öyle hakîmdir, öyle hakkıyla alîmdir.

-FATIR:”34. Ve diyeceklerdir ki, Hamd O Allah’a olsun ki, bizden üzüntüyü giderdi. Şüphe yok ki, bizim Rab’bimiz, çok yarlığayıcı ve şükrü kabul edicidir.

37. Ve onlar orada feryat ederler ki, Ey Rab’bimiz!. Bizi çıkar, yapar olduğumuzdan başka sâlih amelde bulunalım, -onlara denilir ki:- Ya sizi düşünüp anlayacak kimsenin kendisinde düşünebileceği -bir müddet- kadar yaşatmadık mı?. Ve size korkutucu geldi, şimdi -azabı- tadın, artık zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.

-YASİN:”16. -O elçiler de- dediler ki: Rabbimiz bilir ki, muhakkak bizler sizin için elbette gönderilmiş elçileriz.

-SAFFAT:”31. Artık hepimizin üzerine Rab’bimizin sözü hak oldu. Şüphe yok ki, bizler, elbette -azabı- tadıcı kimseleriz.

-SAD:”16. Ve dediler ki: Ey Rab’bimiz!. Bizim için amel defterimizi hesap gününden evvel çabukça ver.

61. Derler ki: Ey Rab’bimiz!. Bize bunu kim sundu ise imdi onun için ateşte azabı kat kat arttır.

-ĞAFİR:”7. Arşı yüklenmiş olanlar ve onun etrafında bulunanlar, Rab’lerini hamd ile tesbîhte bulunurlar ve O’na imân ederler ve imân etmiş olanlar için af dilerler. Yarabbi!. Sen herşeyi rahmet ile ilm ile kuşatmışsındır. Artık tövbe etmiş, senin yoluna tâbi olmuş olanları bağışla ve onları cehennem azabından koru diye niyâzda bulunurlar-.

8. Ey Rab’bimiz!. Ve onları, kendilerine vâ’d buyurmuş olduğun Adn Cennetlerine girdir ve onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyetlerinden iyi olanları da -o cennetlere ulaştır-. Şüphe yok ki, mutlak galip, hikmet sahibi olan sensin, sen.

11. Diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz!. Bizi iki defa öldürdün ve bizi iki defa dirilttin. Artık günâhlarımızı itirafta bulunduk, imdi çıkmak için bir yol var mıdıdır?

-FUSSİLET:”14. Onlara, Peygamberler, Allah’tan başkasına tapmayın diye önlerinden ve arkalarından geldiği vakit dediler ki: Eğer Rab’bimiz dilemiş olsa idi elbette melekleri indirmiş olurdu. Binaenaleyh şüphe yok ki, biz sizin kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyi inkâr edicileriz.

29. Ve kâfir olanlar diyeceklerdir ki: Ey Rab’bimiz!. Cinlerden ve insanlardan bizi sapıtmış olanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım. Tâki, en aşağı kalanlardan olsunlar.

30. Şüphe yok, O kimseler ki, Rab’bimiz Allah’tır dediler, sonra da dosdoğru yolda yürüdüler, onların üzerlerine melekler ineceklerdir. Korkmayın, ve mahzun olmayın ve size vâd olunmuş olan cennet ile müjdelenin -diyeceklerdir-.

-ŞURA:”15. İşte bundan dolayı sen dâvet et ve emr olunduğun gibi dosdoğru ol ve onların heveslerine tâbi olma ve de ki: Allah’ın kitaptan indirilmiş olduğuna îman ettim ve aranızda adalet yapmakla emrolundum, Allah bizim de Rab’bimizdir, sizin de Rab’binizdir. Bizim amellerimiz bizedir, sizin amelleriniz de size aittir. Bizim aramızla sizin aranızda bir düşmanlık yoktur. Allah aramızı toplayacaktır ve dönüş ancak O’nadır.

-ZUHRUF:” 14. Ve şüphe yok ki, biz Rab’bimize elbette dönüp gidicileriz.

-DUHAN:” 12. Ey Rab’bimiz!. Bizden bu azabı açıver, şüphe yok ki, biz mü’minleriz -diyeceklerdir-.

-AHKAF:”13. Şüphe yok, o kimseler ki, Rab’bimiz Allah’tır dediler, sonra istikamette bulundular, artık onların üzerine bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

34. Ve o gün ki, kâfir olanlar, âteş üzerine arz olunurlar. -Onlara denilir ki- nasıl bu hak değil mi imiş?. – onlar da – Evet.. Ve Rab’bimiz hakkı için -diyeceklerdir- Cenab-ı Hak da -artık siz inkâr eder olduğunuz şey sebebiyle azâbı tadınız diyecektir.

-KAF:”27. Arkadaşı der ki: Rab’bimiz!. Onu ben azdırmadım ve lâkin o uzak bir sapıklık içinde bulunmuş idi.

-HAŞR:” 10. Ve o kimseler ki: Bunlardan sonra gelmişlerdir, derler ki: Ey Rab’bimiz!. Bizim için ve îman ile bizi geçmiş olan kardeşlerimiz için mağfiret buyur ve bizim kalplerimizde îman etmiş olanlar için bir kin bulundurma Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki, sen çok esirgeyicisin, çok rahmet sahibisin.

-MÜMTAHİNE:”4. Muhakkak ki: Sizin için İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda bir güzel örnek vardır. O vakit ki, kavimlerine dediler ki: Şüphe yok, biz sizden ve Allah’tan başka tapmakta olduğunuz şeylerden uzak kimseleriz. Sizi inkâr ettik ve yalnız bir Allah’a îman edeceğinize değin bizim aramızla sizin aranızda ebediyen düşmanlık ve öfke başlamıştır. Ancak İbrâhim’in babasına: Elbette senin için istiğfarda bulunacağım. Fakat senin için Allah’tan hiçbir şeye mâlik olamam” demesi müstesnâ. Ey Rab’bimiz. Ancak sana tevekkül ettik ve sana yöneldik ve son gidişte ancak sanadır.

5. Ey Rab’bimiz.. Bizi kâfir olanlar için bir fitne kılma ve bizim için mağfiret buyur. Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki: Azîz, Hakîm olan, ancak sensin.

-TAHRİM:”8. Ey mü’minler!. Allah’a samimi bir tevbe ile tevbede bulunun, umulur ki: Rab’biniz sizden günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akar cennetlere girdirir. O gün ki: Allah, Peygamberi ve onunla beraber îman etmiş olanları rüsvay etmez, nûrları önleri ve sağ tarafları arasında koşar, derler ki: Ey Rab’bimiz!. Bize nûrumuzu tamamla, bizim için mağfiret buyur. Şüphe yok ki: Sen her şey üzerine hakkıyle kaadirsin.

-KALEM:” 29. Dediler ki: Ey Rab’bimiz!. Seni tesbîh -tenzih- ederiz, muhakkak ki, biz zâlim kimseler olduk.

32. Umulur ki: Rab’bimiz bize ondan daha hayırlısını bedel olarak verir, şüphe yok ki: Biz yönelip Rab’bimizin afvını arzu ediyoruz.

33. İşte azap, böylecedir ve muhakkak ki, âhiret azabı daha bü-yüktür, eğer bilecek olsalar idi.

-CİN:”2. Doğru yola rehberlik ediyor, artık biz ona îman ettik ve Rab’bimize hiç bir kimseyi ortak tutmayacağız.

3. Ve şüphe yok ki, Rab’bimizin büyüklüğü pek yücedir. Ne bir eş ve ne de bir çocuk edinmemiştir.

-İNSAN:” 10. Muhakkak ki: Biz Rab’bimizden korkarız, bir katı yüzlü, şiddetli günden.

Rabbî ifadesi –Ey Rabbim- 100 yerde geçmektedir.

-BAKARA:”258. Sen görmedin mi Allah Teâlâ kendisine mülk verdiği için İbrahim ile Rabbi hakkında mücadelede bulunanı?.. O zaman İbrahim; Rabbim o kudretli zattır ki, diriltir ve öldürür deyince “ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim: Şüphe yok ki, Allah Teâlâ güneşi doğudan getirir imdi sen onu batı tarafından getir deyince de o kâfir şaşırıp kalmıştı. Ve Allah Teâlâ zalimler gurubuna hidayet etmez.

-ÂL-İ İMRAN:” 51. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Artık ona ibâdet ediniz. Dosdoğru yol budur.

-MAİDE:”72. Andolsun ki; “şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesihtir” diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih demiştir ki: Ey İsrail oğulları!. Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah Teâlâ’ya ibâdet ediniz. Şüphe yok ki, her kim Allah Teâlâ’ya ortak koşarsa muhakkak Allah Teâlâ ona cenneti haram kılmış olur ve onun varacağı yer ateştir ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur.

117. Ben onlara senin bana emrettiğinden başkasını söylemedim, benim ve sizin Rabbimiz olan Allah Teâlâ’ya ibâdet ediniz, dedim. Ve ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerine şâhit olmuş idim, vaktaki beni aldın, onların üzerlerine gözetleyici ancak sen oldun ve sen herşey üzerine tamamiyle şâhitsin.

-EN’AM:”15. De ki: Eğer ben Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azâbından korkarım.

57. De ki: Ben şüphesiz Rab’bimden apaçık bir delil üzerindeyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin alelâcele istediğiniz şey benim yanımda değil, hüküm ise ancak Allah’ındır. Hakkı o beyan eder ve o doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

77. Ne zaman ki, ay-” doğar bir halde gördü. “Rabbim bu’dur” dedi. Sonra ay batınca da “and olsun ki, eğer bana Rab’bim hidâyet etmemiş olsaydı, elbette ben sapıklığa düşenler topluluğundan olacaktım” dedi.

78. Ne zaman ki” güneşi doğmaya başlar gördü. Dedi ki: “Bu’dur Rab’bim bu daha büyük” nihâyet o da batınca dedi ki: Ey kavmim!. Ben muhakkak sizin Allah Teâlâ’ya ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.

80. Ve ona karşı kavmi delil getirmeğe kalkıştı. Dedi ki: Siz Allah Hakkında bana karşı delil getirmeye mi kalkışıyorsunuz?. O halbuki, o bana hidâyet nasip buyurmuştur. Ve ben ona ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Meğer ki, Rab’bim birşey dilemiş olsun. Rab’bimin ilmî herşeyi kuşatmıştır. Artık siz hiç düşünmez misiniz?.

161. De ki, şüphe yok ki Rab’bim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine. İbrahim’in hânif olan dinine hidâyet buyurdu. Ve o ortak koşanlardan olmuş değildi.

A’RAF:”29. De ki: Benim, Rahim adâletle emretmiştir. Ve her secde yerinde yüzlerinizi doğru tutunuz ve dini yalnız Allah’a has kılarak ibâdette bulununuz. Sizi ilkin yarattığı gibi yine ona döneceksinizdir.

33. De ki: Rabbim ancak kötü şeyleri, onlardan açık olanı da gizlice yapılanı da ve her türlü günahı ve haksız yere tecâvüzü ve ortak koşmaya dâir hiçbir delil indirmemiş iken Allah Teâlâ’ya ortak koşmayı ve bilmediğiniz şeyleri Allah Teâlâ’ya karşı söylemenizi haram kılmıştır.

62. Size Rabbimin vahyettiklerini -dinine ait hükümleri- tebliğ ediyorum ve sizin için öğüt veriyorum ve ben Allah Teâlâ’dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.

68. Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için bir güvenilir öğüt vericiyim.

79. Artık onlardan yüz çevirdi ve dedî ki: Ey kavmim!. Ben size Rabbimin vahyini muhakkak ki tebliğ ettim ve sizin için öğüt verdim. Ve lâkin siz öğüt verenleri sevmezsiniz.

93. İmdi, onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim!. Ben Rabbimin vahiylerini muhakkak ki, size ulaştırdım ve sizin için nasihatta bulundum. Artık kâfirler olan bir kavme karşı nasıl fazlaca acırım.

187. Senden kıyâmetin ne zaman gelip çatacağını sual ederler. De ki: Ona ait bilgi ancak Rab’bimin katındadır. Onun vaktini ondan başkası açıklayamaz. -Bu- göklerde ve yerde ağır = muazzam bir durumdur. O sizlere ansızın geliverir, senden sorarlar, sanki sen ondan hakkıyla haberdar imişsin gibi. De ki: Ona ait bilgi ancak Allah Teâlâ’nın katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.

203. Ve onlara bir âyet getirmediği!! zaman “onu kendi tarafından uydurmalı değil miydin” derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahy olunana tâbi olurum. Bu Rabbiniz tarafından basîretlerdir, ve inanan bir kavim için hidâyettir ve rahmettir.

-YUNUS:”15. Onlara bizim açık ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşacaklarını ummayanlar dedi ki: Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir. De ki: Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için doğru olamaz. Ben ancak bana vahy olunana tâbi olurum, başkasına değil. Şüphe yok ki, ben Rabbime isyan edersem büyük bir günün azâbından korkarım.

53. Ve senden haber almak istiyorlar ki, o doğru mudur?. De ki: Evet.. Ve Rab’bime and olsun ki, doğru bir hakikattir ve siz onu bertaraf edecek kimseler değilsinizdir.

-HUD:”28. Dedi ki: Ey kavmim!. Bana haber veriniz, eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere oldum ise ve kendi katından bana bir rahmet vermiş ise, sizin üzerinize ise gizli kalmış ise artık siz onu istemediğiniz halde sizi ona zorlayacak mıyız?.

41. Ve dedi ki: Onun içine yüzüp gitmesi ve durması anında da Allah Teâlâ’nın ismini anarak binin. Şüphe yok ki, Rab’bim çok bağışlayan, pek esirgeyendir…

56. Şüphe yok ki, ben, benim Rab’bim ve sizin Rab’biniz olan Allah Teâlâ’ya tevekül ettim. Hiçbir hareket sahibi hayvan yoktur ki, illâ onun perçeminden tutan o’dur. Muhakkak ki, benim Rab’bim dosdoğru bir yol üzerinedir.

57. Artık siz yüz çevirir iseniz, ben size kendisiyle gönderilmiş olduğum şeyi muhakkak ki, tebliğ ettim. Ve Rab’bim sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz ona hiç bir şey ile zarar veremezsiniz. Şüphe yok ki, Rab’bim herbir şey üzerine gözeticidir.

61. Semud’a da kardeşleri olan Salih -Peygamber gönderilmiştir-. Dedi ki: Ey Kavmim!. Allah Teâlâ’ya ibâdet ediniz. Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur. Sizi yerden o yarattı ve sizi orada o yaşattı. Artık ondan mağfiret dileyiniz, sonra ona tövbe ediniz. Şüphe yok ki, benim Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.

63. Dedi ki: Ey kavmim!. Bana haber veriniz, eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere isem ve o kendisinden bana bir rahmet ihsan etmiş ise o halde ona isyan eder isem artık Allah’ıma karşı bana kim yardım edebilir? Demek ki, siz bana ziyandan başka bir şey arttırmış olmayacaksınız.

88. Dedi ki: Ey kavmim!. Eğer ben Rab’bim tarafından açık bir delil üzere isem ve beni kendi tarafından güzel bir rızk ile rızıklandırmış ise buna ne dersiniz? Ben size yasak ettiğini şey hususunda size muhâlefet etmek istemem, ben ancak gücüm yettiği kadar ıslâh isterim ve benim muvaffakiyetini ancak Allah Teâlâ iledir. Yalnız ona dayandım ve ancak ona döneceğim.

90. Ve Rab’binizden bağışlanma dileyiniz. Sonra o’na tövbe ediniz. Şüphe yok ki, benim Rab’bim pek merhametlidir çok sever.

92. Dedi ki: Ey kavmim!. Benim kabilem size göre Allah’tan daha üstün müdür?. Halbuki, o’nu arkanıza atıp unuttunuz. Şüphe yok ki, benim Rab’bim, yapmakta olduğunuz şeyleri çepeçevre kuşatıcıdır.

-YUSUF:”23. Ve onu evinde bulunduğu kadın, nefsinden muradını almak için tuzağa düşürmek istedi ve kapıları kilitledi ve “haydi gelsene” dedi. -Yusuf da- dediki: Allah Teâlâ’ya sığınırım. Şüphe yok ki, o benim efendimdir. Benim ikâmetgâhımı güzelce kılmıştır. Muhakkak ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.

37. -Hz. Yûsuf’ta dedi ki: İkinizin rızıklanacağınız bir yemek gelmez ki, ancak ben onu daha size gelmezden evvel haber veririm. Bunlar bana Rab’bimin öğretmiş olduğu şeylerdendir. Şüphe yok ki, ben Allah Teâlâ’ya iman etmeyen bir kavmin dinini terk ettim ve onlar -evet- onlar âhireti inkâr eden kimselerdir.

50. Ve hükümdar dedi ki: Onu bana getiriniz. Ne zaman ki ona elçi geliverdi, dedi ki: Efendine dön, ona sor ki, o ellerini kesen kadınların maksatları ne imiş?. Şüphe yok ki, benim Rab’bim onların hilelerini hakkıyla bilicidir.

53. Ve nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphe yok ki: Nefis kötülüğü pek fazla emredicidir. Rab’bimin esirgemiş olduğu müstesnâ. Muhakkak ki: Rab’bim çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.

98. Dedi ki: Sizin için Rab’bimden yakında bağışlanma talebinde bulunacağım. Şüphe yok ki, o, bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.

100. Ve babası ile anasını yüksek bir taht üzerine kaldırdı ve onun için hepsi secdeye kapandılar ve dedi ki: Ey babacığım! İşte bu, evvelce görmüş olduğum rüyâmın yorumudur. Onu Rab’bim gerçekleştirdi ve muhakkak ki, bana ihsanda bulundu. Çünki beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi, benim ile kardeşlerimin arasını şeytan bozduktan sonra. Şüphe yok ki, Rab’bim dilediğine lûtfedicidir. Muhakkak ki, çok iyi bilen ve hikmet sâhibi olan o’dur o.

-RA’D:”30. İşte seni öylece bir ümmete gönderdik ki, onlardan evvel de nice ümmetler gelip geçmişlerdi. Sana vâhyettiğimizi onlara okuyasın. -diye- ve onlar rahmanı inkâr ederler. De ki: O benim Rab’bimdir, o’ndan başka ilâh yoktur, ancak o’na tevekkül ettim ve son dönüş de ancak o’nadır.

-İBRAHİM:”39. Hamdolsun o Allah’a ki, bana ihtiyarlık çağında İsmail’i ve İshak’ı ihsan buyurdu. Şüphe yok ki Rab’bim, elbette duayı hakkıyla işiticidir.

-İSRA:” 85. Sana ruhtan sual ederler. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak az bir şey verilmiştir.

93. Veyahut senin için altından bir ev olmalı veya göğe derece -derece yükselesin ve senin yükselmene de asla inanmayız, ta ki, üzerimize kendisini okuyacağımız bir kitap indiresin. De ki: Rabbimi tenzih ederim ben bir beşer olan elçiden başka bir şey değilim.

100. De ki: Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olacak olsaydınız, yine harcamak korkusuyla kıstıkça kısardınız ve insan pek cimri olmuştur.

-KEHF:”22. Diyeceklerdir ki: Onlar, üçtür, dördüncüleri köpekleridir ve diyeceklerdir ki: Beştir, altıncıları köpekleridir. -Bu iki söz- gayba taş atmaktır ve diyeceklerdir ki: Yedidirler, sekizincileri de köpekleridir. De ki: Onların sayılarını en ziyade bilen. Rabbimdir. Onları ancak pek azı bilir. Artık onların hakkında zahiri bir mücadeleden başka münakaşada bulunma ve onlara dair bunlardan hiç birinden bir fetva da isteme.

24. Ancak Allah Teâlâ dileyecek olursa = yapacağım de. -Ve unuttuğun vakit Rabbini zikret ve de ki: Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir dosdoğru hayra – bir muvaffakiyete -eriştirir.

36. Ve zannetmem ki, kıyamet kopsun ve eğer Rabbime döndürülür isem elbette bundan daha hayırlı bir merci bulurum.

38. Fakat -ben inanıyorum ki- o Allah benim Rab’bimdîr ve ben Rab’bîme hiçbir ferdi ortak edinmem.

40. Umulur ki, Rab’bim bana senin bağından daha hayırlısını verir ve senin bağın üzerine de gökten bir yıldırım gönderir de orası kayacık bir toprak kesilir.

42. Ve meyvesini -servetini- helâk kapladı. Artık ona sarfettiği şeylerden dolayı iki avucunu ovuşturmaya başladı. O -bağ- ise çardakları üzerine çökmüş ve diyordu ki: Ne olurdu, ben Rabbime bir ferdi ortak koşmamış olsaydım!

95. Dedi ki: Rabbimin beni içinde bulundurduğu -nimetler sizin bana vereceğiniz ücretten- hayırlıdır. Siz bana bir kuvvet ile yardım edin, sizinle onların arasına bir kuvvetli sed = engel yapayım.

98. Dedi ki: Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vâdi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin va’di, bir hak olmuştur.

109. De ki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. İsterse denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.

-MERYEM:”36. Ve şüphe yok ki, Allah benim de Rabbimdir, Sizin de Rabbinizdir. Artık yalnız ona ibadet ediniz. Bu, dosdoğru bir yoldur.

47. -Hazreti İbrahim de- dedi ki: Sana selâm olsun. Senin için Rabbime elbetteki, istiğfarda bulunacağım, şüphe yok ki, o benim için çok ikram etmektedir.

48. Ve sizi ve Allah’tan başka tapındıklarınızı bırakıp çekiliyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua ile bedbaht olmam.

-TAHA:” 52. Hz. Musa da dedi ki: Onlara ait bilgi. Rabbimin katında bir kitaptadır ki, Rabbim hata etmez ve unutmaz.

105. Ve sana dağlardan sorarlar. Binaenaleyh de ki: Onları Rabbim darmadağın edip savuracaktır.

-ENBİYA:”4. Dedi ki: Rabbim, gökteki ve yerdeki söyleneni bilir ve o, her şeyi tamamen işiticidir, bilicidir.

-FURKAN:” 77. Deki: Sizin ibadetiniz olmayınca Rabbim size ne kıymet verir. Halbuki, siz yalanladınız, artık -bu yalanlamanın cezası size- yakın bir zamanda gelecektir.

-ŞUARA.” 21. Vaktaki sizden korktum, artık sizden firar ettim, imdi Rabbim bana hikmet verdi ve beni Peygamberlerden kıldı.

62. Hz. Musa da – dedi ki: Asla. Muhakkak ki, Rabbim benim ile beraberdir, beni yakında selâmete erdirecektir.

113. Onların hesabı ancak Rabbime aittir, eğer anlayabilirseniz.

188. Dedi ki: Rabbim, yaptıklarınızı pek iyi bilendir.

-NEML:”40. Yanında kitaptan bir ilm bulunan zat da dedi ki: Ben onu daha gözünü açıp kapamadan getiririm. Ne zamanki -Hz. Süleyman-onu -tahtı- yanında yerleşmiş olarak gördü, dedi ki: Bu Rabbimin lütufundandır, tâki beni imtihan etsin ki, şükür mü ederim yoksa nimete karşı nankörlük mü ederim ve her kim şükür ederse ancak kendi nefsi lehine şükür eder. Ve kim de nimete karşı nankörlükte bulunursa, şüphe yok ki, Rabbimin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

-KASAS:”22. Ne zamanki, Medyen tarafına yöneldi dedi ki: Umarım Rabbim beni doğru bir yola iletir.

37. Musa da dedi ki: Rabbim, kendi katında kimin hidayet ile geldiğini ve hayırlı âkıbetin kimin için olacağını daha iyi bilendir. Şüphe yok ki, zalimler, kurtuluşa eremezler.

85. Muhakkak o zat ki, senin üzerine Kur’anı farz kıldı, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, hidayetle geleni de ve apaçık bir sapıklıkta bulunanı da daha iyi bilendir.

-ANKEBUT:” 26. Bunun üzerine ona Lût, îmân etti ve dedi ki: Şüphe yok, ben Rabbime bir hicret ediciyim. Muhakkak ki, mutlak güç ve hikmet sahibi olan O’dur, O…

-SEBE’:”3. Ve kâfir olanlar dedi ki: Bize o kıyamet gelmeyecektir. Deki, hayır gaybı bilen Rab’bime andolsun ki, elbette size gelecektir. Ondan ne göklerde ve ne de yerde bir zerre miktarı ve ondan daha küçük ve daha büyük birşey uzaklaşamaz hepsi de ancak apaçık gösteren bir kitaptadır.

36. Deki: Şüphe yok Rab’bim, rızkı dilediği kimseye genişletir ve darlaştırır. Fakat insanların çoğu bilmezler.

39. Deki: Şüphe yok Rab’bim, rızkı kullarından dildiğine genişletir ve onun için darlaştırır ve birşeyden ne harcar iseniz o, onun karşılığını verir ve o, rızk verenlerin hayırlısıdır.

48. Deki: Muhakkak Rab’bim hakkı ortaya koyar, bütün gayıptan tamamiyle bilendir.

50. Deki: Eğer ben sapıtmış isem şüphe yok ki, kendi şahsını aleyhine sapıtır olurum ve eğer doğru yola ermiş isem bu da Rab’bimin bana vahy ettiği şey sebebiyledir. Muhakkak ki, O -Rab’bim- işiticidir, pek yakındır.

-YASİN:”27. Rab’bimin beni mağfirete eriştirdiğini ve beni ikram edilmişlerden kıldığını.

-SAFFAT:”57. Ve eğer Rab’bimin nimeti olmasa idi, elbetteki, ben de -bu ceheneme- getirilenlerden olacak idim.

99. Ve dedi ki: Şüphe yok ben Rab’bime gidiciyim, elbette beni doğru yola iletir.

-SAD:”32. Dedi ki: Ben Rabbim’in zikrinden dolayı hayrı severcesine -o atları- seviverdim. Nihayet -güneş veya atlar- hicap ile gizlenmiş oldu.

-ZÜMER:”13. De ki: Muhakkak ben Rab’bime isyân eder isem pek büyük bir günün azabından korkarım.

-ĞAFİR:”27. Mûsa da dedi ki: Şüphe yok hesap gününe îmân etmeyen her kibirli kimseden dolayı ben Rabbime ve Rabbinize sığınırım.

28. Ve Firavun’un âilesinden olup imânını saklayan bir mü’min kişi dedi ki: Bir erkeği “Rab’bim Allah’dır” dediğinden dolayı öldürecek misiniz?. Halbuki, size Rab’binizden apaçık mucizeler ile gelmiştir. Ve eğer yalancı ise onun yalanı, kendi aleyhinedir ve eğer doğru ise korkuttuklarının bir kısmı size İsabet edecektir. Şüphe yok ki: Allah, müsrif, yalancı olan kimseyi doğru yola iletmez.

66. De ki: Ben sizin Allah’tan başka yalvardıklarınıza ibadet etmekten men edildim, o vakit ki, bana Rab’bimden apaçık deliller geldi ve emr olundum ki, âlemlerin Rab”ine teslîm olayım.

-FUSSİLET:”50. Ve eğer ona dokunan bir sıkıntıdan sonra tarafımızdan bir rahmet tattırırsak elbette diyecektir ki: Bu, benim içindir ve zannetmem ki, kıyamet kopacak olsun. Ve eğer Rab’bime döndürülmüş olsam bile muhakkak, kendim için O’nun yanında bir iyilik vardır. Fakat O küfre düşmüş olanlara ne yapmış olduklarını elbette haber vereceğiz. Ve elbette onlara pek ağır bir azaptan tattıracağızdır.

-ŞURA:” 10. Ve herhangi bir şeyde ihtilâfa düşmüş iseniz, artık O’nun hükmü Allah’a aittir. İşte O Allah’tır benim Rab’bim, O’na tevekkül ettim ve O’na müracaat ederim.

-ZUHRUF:”64. Şüphe yok ki, Allah, o benim Rab’bimdir ve sizin Rab’binizdir. Hemen O’na ibadet ediniz. İşte bu dosdoğru yoldur.

-DUHAN:”20. Ve şüphe yok ki, ben, beni taşlamanızdan Rab’bime ve Rab’binize sığındım.

-TEĞABÜN:” 7. Kâfir olanlar, iddia ettiler ki: Öldükten sonra aslâ diriltilmeyeceklerdir. De ki: Hayır ve Rab’bime andolsun ki: Elbette diriltileceksinizdir. Sonra da yapmış olduğunuz şeyler elbette size haber verilecektir. Ve bu ise AIlah’a göre pek kolaydır.

-CİN:”20. De ki: Ben ancak Rab’bime ibadet ederim ve O’na hiç bir kimseyi ortak edinmem.

25. De ki: Ben bilmem ki: Tehdîd edilip durduğunuz şey, yakın mıdır. Yoksa Rab’bim onun için uzun bir müddet mi koyar.

-FECR:” 15. Fakat insan, ne zaman Rab’bi onu imtihan edip kendisine ikramda bulunsa o vakit der ki: Rab’bim bana ikram etti.

16. Amma onu imtihan edip de rızkını darlaştırdığı vakit de der ki: Rab’bim bana ihanet etti.

– ALLAHÜMME ifadesi Kur’an-da beş yerde geçmektedir:

-Âl-İ İMRAN-26:”De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin.”

MÂİDE-114-:”Meryemoğlu İsa da: “Allah’ım, Rabbımız, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden bir mucize olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın!” dedi.”

ENFAL-32:”Bir vakit de, “Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver” demişlerdi.”

YUNUS-10:” Onların oradaki duaları: “Allahım, sen yücelerden yücesin”; sağlık dilekleri “selâm”, dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır.”

ZÜMER-46:”De ki: “Ey gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’ım! Kulların arasında, o ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin.”

21-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK