KIRK YAMALI BOHÇA LAİKLİK

KIRK YAMALI BOHÇA LAİKLİK
Sayın Başbakan Tayyib Erdoğan!
Biz bir asırdır laiklikten çok çektik.Ne doğru dürüst anladık ve nede anlattık,anlatabildik!
Bir asırda bizim çektiğimizi Ortadoğu ve islâm ülkeleri de çekmesin.
Niyetiniz gayet iyi,samimiyet ve güveniniz yerindedir.Ancak ifadeniz gayet riskli ve tehlikelidir.Maliyeti gayet ağırdır.
Kişinin laik olmayacağı,devletin laik olacağı izahınız doğru ve yerindedir.Ancak vakıa hiç de öyle değil ve de olmamıştır.Hala da o hazımsızlıklar devam etmektedir.
Biz bir asırdır dediğiniz gibi uyguladık mı ki onlara da tavsiyede bulunuyoruz?
Biz yapmadığımızı neden başkalarına tavsiye ediyor,onlarında böyle yapmasını tavsiye ediyoruz.
Geleceğin de ne olduğunu ve ne olup neler getireceğini bilmiyoruz!
Eğer siz orta doğuya başbakan olacaksanız,laiklik lastiğini ! doğru yöne çekebilir,size güvenebiliriz!!!
Bunu garanti edebilir misiniz?
Bir menfi veya bizdeki gibi beceriksiz,maneviyatsız kişilerin eline geçerse,o zaman seyreyle gümbürtüyü seyreyle!!
Hem şu anda bile bizdeki laiklik tehlikesinin geçtiğini söylemek ve de düşünmek hem erkendir ve hem de bir kuruntudan ibarettir.
Laiklik maddesinin konulmasına gerek kalmadan,herkese özgürlükler içerisinde bir hayat tarzı ortaya konulabilir.
Dünyada laikliğin çıkış yeri olan Fransa ile bizim dışımızda anayasasında laiklik olan devlet yok..Onlar bizden daha kötü değiller.
Tozlanmakta veya uyumaya yüz tutan laikliğin tozunu neden sirkeliyor, uyandırıyorsunuz?
Halkın içinde kulağınıza başta Abd-nin bunu fısıldadığı söyleniyor…
Şimdiye kadar hep din toplumdan ve her kesimden ihraç edilmeye hatta evin içine de müdahalede bulunularak,niyet okuyucu bir tavırla,yapabilirsinizlerle yani imkânatı vukuatla karıştırarak hapse atılmış,eziyet edilmiştir.
Ne çabuk unuttunuz?
Yoksa tekrar başa mı dönüyoruz?
Ders almadan,ders mi veriyoruz?
Yüzlerce yamalı bohçadan bir bozuk paraları koyacak cüzdan bile çıkmaz!
Milletin canını yakan laikliği hatırlatmanızla yaralarımızı tazelediniz.
Bilmeyen,yeni yetişen nesillere,bizi hep lâ-dini bilen orta doğu ülkelerine karşı suçlunun üzerini örttünüz.
Bayram değil,seyran değil,pat diye yeni savaştan çıkmış bu insanlara yaralı laikliği sunmak,tedavi değil,yara açmaktır.
Ben sizi şimdiye kadar ki hiçbir lidere değişmem,ancak hakikatı da size feda etmem!Hak ve hakikat âlidir.Hiç bir şeye kimseye feda edilmez.
Yaramı kanattınız!!!
Oysa siz benden de daha yaralı iken!!!
*Bir diğer nokta ise;Avrupanın Türkiyenin nabzını yoklayarak,yeni Osmanlının canlanması sözünü ortaya atarak tavrımızı yoklamaya,test etmeye çalışmaktadır.
Türkiyeyi bağlayan en büyük bağları,dış bağlardan ziyade içteki laiklik gibi bağlardır.
Bir yandan zaman aşımından aşınmaya,bir yandan da ancak yalamalarla aşınmalar sağlanmış oldu.
Bizler Osmanlıya değil,dünyaya talibiz.
Zincirlerimiz çözülmüş değil,sadece esnemiş ve gevşemiştir.
Laiklik bu manada bir rüşvetmidir batıya?
Ne kötü bir rüşvet!
22-09-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KARDEŞLİK

KARDEŞLİK

Kâinatın mayasını oluşturan maya muhabbettir.Muhabbetin neticesi ise uhuvvettir.
Kur’an-ı Kerim-de:
”Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.
Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir.
Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.”

“Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.”

Allah Kur’an-da sürekli uhuvvete teşvik ederken,bir yanda kardeşliği engelleyecek manileri ortadan kaldırmak için bazı esaslar ortaya koymaktadır.
Mesela cemaatla kılınan namazın yirmi yedi derece sevabının olduğunu söyler, bununla teşvik ederken,diğer yandan da mü’minin mü’mine ancak üç gün küs olup,ondan sonrasının da düşmanlığa,kin ve nefrete sebeb olacağından dolayı yasaklamıştır.

Efendimiz;Mü’minlerin bir binanın taşları gibi olduğunu,bir bütünlük içerisinde ve birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu söylerken,her bir parçasını da bir bütün olarak değerlendirmektedir.

Bir vücudun âzaları gibi olduklarını ifade ederken;aynı şeyi düşünen,aynı şey için kalbi çarpan,aynı kıbleye yönelib aynı kitabı okuyan,aynı peygambere inanıp aynı dünyanın atmosferi altında yaşayarak,farklı farklı da olsa,hepsinin aynı hedefe yönelik olduğunu ifade eder.

Hazırlanan bir yemeğe göz,kulak,ağız,dil,burun,mide farklı farklı kendi açısından o yemeğe baksalar da, birbirlerini tamamlayıp,birinin eksikliği o nimetten alınacak zevki de eksik bırakır.
Bütün organlar hep birden o yemek üzerinde bir birlik içerisinde düşünür,eğilir ve hareket ederler.

Mü’minler başkalarının günahıyla sorumlu tutulamazlar.

Mü’minleri birbirine bağlayan ortak noktalar gayet çokluktadır.Bütün bunlar birlik ve beraberliği gerektirirken,geriye kalan farklılıklar da af ve musafaha ile değerlendirilmelidir.

Kardeşliğin en güzel örneği asrı saadettir.Bu konuda Efendimiz bizler için nümune-i imtisaldir.

İsar hasleti olan;kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmede en önde onlardır.Nitekim âyette:”Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile onları kendilerine tercih ederler.”

Bu âyetin nüzulüne sebeb olan olay ise şöyle gelişir:
Peygamber Efendimize bir ihtiyaç sahibi gelerek,aç olduğunu,ihtiyaç durumunda olduğunu söyleyince Efendimiz evine haber salarak bir şeyler,yiyecekler vermelerini söyler.
Evden gelen haberde “Yiyecek hiçbir şeyimiz yok.”cevabı olur.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), “Bu arkadaşımızı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun” der. Derhal Ensar’dan Ebu Talha bir ok gibi yerinden fırlayarak, “Ben ya Resulallah, ben misafir edebilirim!” der. Ve misafiri alıp evine götürür.
Ebu Talha (ra) hanımına, “Rasulullah’ın misafiridir, açtır, bir şeyler ikram edelim” der. Hanımı ise, “Rasulullah’ın misafiri başım üstüne bey, ama vallahi şu anda benim yanımda bir kız çocuğumuzun yiyeceğinden başka bir şey yoktur!” diyerek ızdırabını dile getirir. Bunun üzerine Ebu Talha, “O halde kızımız akşam yemeği istediği vakit onu uyutuver ve kandili de söndürüver ki, misafirimiz, benim kaşığı boş götürüp boş getirdiğimi fark etmesin ve Rasulullah’ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiriverelim” der. Ve gerçekten de öyle yaparlar.
Ertesi gün misafir Rasulullah’a hoşnutluğunu bildirir ve Rasulullah (sav) da Ebu Talha (ra)’yı çağırarak o gece onun hakkında inen âyeti okuyarak, Allah ve Rasûlü’nün hoşnutluğunu müjdeler.
Bunun üzerine bu âyet nüzul eder.
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.”

*Yermük savaşında da bunun benzeri görülür.
Yermük savaşında yaralılar arasında dolaşan ve amcasının oğlu Haris’i arayıp bulan Hazreti Huzeyfe,ona su isteyip istemediğini sorar. Tam su vereceği sırada İkrime’nin (ra) su isteyen sesi duyulur. Bu ses üzerine suyu içmeyen Haris (ra), suyu İkrime’ye götürmesini işaret eder. Hz. Huzeyfe İkrime’ye su içireceği sırada da, Hazreti İlyas’ın (ra) su isteyen sesi duyulur. Sesi duyan İkrime (ra) de suyu içmeden İlyas’a götürmesini işaret eder. Hazreti Huzeyfe, Hazreti İlyas’a suyu götürünce vefat ettiğini görür ve suyu içiremez. Bunun üzerine hemen geri dönüp önce Hz. İkrime’ye ve akabinde amcası oğlu Haris’e ulaştırmak istediyse de bu ikisine de yetiştiremeden vefat ettiklerini görür. Son nefeslerinde bile diğerlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih eden bu mübarek sahabeler Hakk’ın rahmetine kavuşurlar.

*”Len tenâlul birre hatta tünfiku mimma tuhibbun.Vemâ tünfiku min şey’in feinnallâhe bihi alim.”
“Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe, olgun bir imana kavuşamazsınız. İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşuna gidenini bağışlayınız.”

Birinci Ebu Talha örneğinde görülen o ki;yanlarında hiçbir şey yok iken veren bu insanlar,vereceğimiz ikinci örnekte de var olan her şeylerini yine vermektedirler.
Bu âyet-i kerimeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyen Ebû Tâlhâ, Medine’de Peygamberimizin mescidine yakın bir yerde, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir bahçesi vardır. Sık sık dâvet ettiği Rasûlûllah’a burada ikramda bulunurdu.
Bu zât derin bir çoşku içinde âyet-i kerimeyi dinledikten sonra ayağa kalkarak şöyle dedi:
“Yâ Rasûlûllah benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu, Allah’ın Rasûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.”
Bu sözleri söyledikten sonra Ebû Tâlhâ, sevinçli ve neşeli bir hâlle kararını uygulamak için Mescid’den çıkarak bahçeye doğru gider.
Ebû Tâlhâ’nın hanımı Rumeysâ, bahçedeki bir hurma ağacının gölgeliğinde oturmuştu. Tâlhâ, bahçe duvarına kadar geldi ama içeriye girmedi.
Onun geldiğini gören hanımı Rumeysâ:
“Ebû Tâlhâ, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri gelsene” dedi.
Ebû Tâlhâ: “Ben içeri giremem, Rumeysâ, sen de eşyânı toplayıp dışarı çıkar mısın?”
Rumeysâ biraz şaşırdı:
“Neden, bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Tâlhâ:
“Hayır, artık bu bahçe bizim değil, şu andan itibaren Medine fukârasınındır” dedi. Sonra da, Hz. Peygamber’den dinlediği âyet-i kerimeyi ve verdiği kararını hanımına anlattı.
Rumeysâ hanım bu sözler karşısında, hiç tereddüt etmeden şunu sordu:
“İkimiz nâmına mı, yoksa sadece kendi şahsın için mi bağışladın?”
“İkimiz namına bağışladım” cevabını alınca da:
“Allah senden razı olsun Ebû Tâlhâ. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe, ben de aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah bu hayrımızı kabûl buyursun, bekle öyleyse bahçeden çıkıp ben de yanına geliyorum!”

*Nefsin menfaat düşüncesi kardeşliğin önündeki en büyük engeldir.Nitekim:
”O zaman Davud’un yanına giriverdiler de onlardan telaşa düştü. Ona « Korkma!» dediler, biz iki davacıyız , birimiz diğerinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen aramıza doğrulukla hükmet ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.
(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni yendi.
Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.

*Bizler Hz.Ademden beri kardeşiz.
Peygamberimizin Veda hutbesinde belirttiği gibi:’Hepiniz Âdemdensiniz,Âdem ise topraktandır.”
Hayır,benim toprağım daha kalitelidir,birinci kalite değerindedir,senin toprağın kıymetsizdir,demekle,neden yaratıldığının farkında olmamak demektir.
Sonuçta hepimiz bir toprak,çamur ve balçık ve de bir damla sperm ve meniden yaratıldık.
O halde üstünlük nerededir?
Kur’an-ın ifadesiyle takva ve Allah-dan korkmanın dışında,O’na yakın olmanın haricinde bir üstünlük yoktur.

*Hem neyi beğenmiyoruz?
Hacda iken bir beyaz zenciye bakar ve taaccüble güler.
Durumu anlayan zenci sorar:
-Beyefendi,acaba boyayı mı beğenmiyorsunuz yoksa Boyacıyı mı?
Her iki durumda da beğenmemek,ona o özelliği vereni beğenmemektir.

*Fatih-e yaklaşan bir dilenci para ister.Fatih tutar bir altın verir.
Dilenci biz kardeş değil miyiz?Hiç kardeş kardeşe bu kadar mı verir?deyince, Fatih kulağına eğilerek şunu söyler:-Aman ha,diğer kardeşlerinde duymasın, yoksa sana bu kadar da düşmez,der.

*Hepimizin sayısız ortak noktaları bulunmaktadır.Rabbimiz bir,peygamberimiz bir,kitabımız ve dinimiz bir,dünyamız ve güneşimiz bir,tarihimiz ve vatanımız bir,bütün bu ve bunun gibi birlikler kardeşliği iktiza etmektedir.

*İşte dostluğun ve kardeşliğin güzel bir örneği:
Cephede kıyasıya çarpışıyordu.Arkadaşı gözünün önünde vurulmuştu.Daha ölmemişti,o dostunu kurtarması gerekti.Komutanından izin isteyip kurtarmayı istedi.Komutanı kendisinin de vurulacağını düşünerek razı olmadı.Israrını sürdürdü,komutanından izin aldı.Sürüne sürüne arkadaşının yanına vardığında her tarafı kanlar içindeydi.Sırtlayıp sipere getirdi.
Komutan baktığında ölmüştü.Değdi mi,deyince evet komutanım deydi.Çünkü gittiğimde daha hayattaydı,son sözünü söyleyip öyle gözlerini kapadı.
Son sözü ise;Mutlaka geleceğini biliyordum,sözü oldu.
İşte sadakat..beklenen ve bekleyen sadakat…

*Bu gün doğu ve güneydoğunun en büyük hastalığı ihtilaf ve adavetin içlerinde yayılmasıdır.Pkk-dan daha büyük tehlike ve de pkk-nın gündemde sürekli tuttuğu konu düşmanlıklardır.
Kardeşlik ise bunun ilacıdır.

MEHMET ÖZÇELİK
25-04-2010




KAPANAN FİRAVUNLAR DEVRİ

KAPANAN FİRAVUNLAR DEVRİ
Önce nesillerin değişimi ve daha sonra zihinlerdeki değişim küçük büyük firavunların tahtını sallamaya başladı.
Önce Saddam-ı besleyenler sonra onu devirdi.Arkasından Tunus,Mısır, Libya, Yemen,Suriye domino taşları gibi devrilmeye başladı.
48 yıldır olağan üstü hali uygulayan Suriye-deki Beşar Esad,belli ki babası Hafız Esad-dan ve diğerlerinden ders almamış.Türkiye’nin kaç yıldır kendisine olan yaklaşımını kendi şahsı için değerlendirip,kendi halkı ve değişimi için uygulamaya koymadı.
Beşar Esad basiretli değilmiş.Reform yapıp bu karışıklıklara mani olabilirdi. Ancak yarım asırlık zulüm zulümlere de kapı açmış oldu.
Yüzde sekiz olan Baas rejimi yüzde doksan iki üzerinde hakimiyet kurarak,baskı ile halkı yönetti.
Yıllar önce Genelkurmay Başkanı olan Doğan Güreş Paşa bir tv-de yaptığı konuşmada;Nato-da bulunduğunda masa üzerinde bulunan haritada dünyanın altı bölgeye bölünüp,bunlar içerisinde Abd-ye Irak,Suriye ve İran-ın düştüğünü söylemişti.Onlarla Abd ilgilenecekti.
Plan aynen işlemektedir.İran-ın çevresi boşaltılmak üzere etrafındakiler devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.Ortadoğu birer birer karıştırılmaktadır.
Ancak kendi getirdikleri her ne şekilde giderse gitsin,yeni gelenler ve yeni değişim hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır.
Tarih tekerrür ediyor.Geçmiş ümmetlerde de aynı durum yaşanmıştı.
“İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine karşı geldiler ve inatçı her zorbanın emrine uydular!”
“(Azap) emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir.”
Her insan gibi devletlerin de bir tabii ömrü vardır.Miadı dolan gitmektedir.
“Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.”
Buna sebep akılsız,aklını kullanmayan insanların varlığıdır.
“Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.”
“Allah, pis olanı temizden ayırmak, pis olanların hepsini birbiri üstüne koyup yığarak cehenneme koymak için böyle yapar. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”
*************************
“Libya lideri Muammer Kaddafi ve Rusya Başbakanı Vladimir Putin’den sonra Fransız İçişleri Bakanı da koalisyon güçlerinin Libya operasyonunu “Haçlı seferi” olarak adlandırdı. Bakan Claude Gueant, Sarkozy’nin doğru bir politika izlediğini savunanarak “Tanrıya şükür ki Cumhurbaşkanımız, Haçlı Seferi’nin önderliğini yapıp önce BM’yi, ardından da Arap Birliği ve Afrika Birliği’ni harekete geçirdi” dedi.”
96 yıl önce Çanakkale-de ikili çete olan İngiltere ve Fransa-nın başlattığı saldırıda iki yüz elli binden fazla leşkerlerini bırakmış,onca maddi gücüne rağmen,iman gücünün karşısında mağlup olmuştur.
İki yüz bin şehidi kıtlık,soğuk ve imkânsızlıklar içerisinde vermiştik.
Bugün üçlü çete;Fransa,İngiltere ve Abd;Libyaya saldırmak için bahanesini buldu;Despot ,halkını öldüren Kaddafi.
Teşbihte hata olmaz; üç domuz bir ayıya karşı.Altta hırpalanan masum,mazlum,Müslüman halk.
Kendilerinin vurdukları çocuk ve sivil halk,Kaddafi-ninkini geçti.Irak-ta olduğu gibi.
Ortadoğu yüz sene önceki gibi şekillendirilmeye çalışılıyor.Libya’da petrol var.Avrupa-nın dördüncü büyük petrolüne sahip bir ülke.
Irak’ta kimyasal silah yalanı ile girildi.Libya-da şimdilik yok denilirken,daha sonra oldurulabilinir.
Yüz yıldır kafalarına göre yerleştirdikleri liderlerin miadının dolması üzerine, yeni yüz yılda kafalarını rahat ettirecek liderler bulma ve yerleştirme peşindeler.
Saddam,Mübarek,Bin Ali ve Kaddafi’lerin yerine,adları değişecek yeni kuklalar aranmaktadır.
Başta Türkiye olmak üzere,İslâm dünyasının bu rollerin taksiminde yer alması,söz sahibi olması gerekmektedir.
Bunun ise en müessir ve köklü çözümü;ittihad-ı İslâmdan geçmektedir.
Belki domino etkisi yapan sarsıntı ve lider memnuniyetsizliği ittihad-ı islâmı mecburi hale getirmektedir.
Bu islâm dünyası için,bir namus ve şahsiyet meselesidir.Bekası buna bağlıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
26-03-2011




KALEM VE KELÂM

KALEM VE KELÂM

Hiçbir şey yoktu,O vardı. O mâsivadan önce de vardı.
Kelâm O’nunla beraber var idi.
Varlık kelâmla,kelâmıyla var oldu.
O’nun yarattığı ilk şey kalem oldu.
Kelâmın gücü kılıcın gücünden daha güçlüdür.
Kalemin gücü kelâmın gücünden ileri gelir.
Tevhid kelimesini yani içinde Allah kelimesi olan Kelime-i Tevhidi faziletçe hiçbir amel geçemez.Feyiz ve kudsiyeti yücedir.Can ve mal güvenliği sağlar.Cennete girmeye sebeptir.
İnsandaki ruhun gücü ve de ebediyeti kelâmın gücünden güç ve kuvvetini almaktadır.
O kelâm kelimesini ve ruhunu insana ve İsa’ya üfledi.
Hz.İsa 30 yaşında peygamber oldu,üç yıllık bir peygamberlik dönemi vardır. Onun bugüne kadar ki gücü,ondaki kelâm ismine mazhariyetin,’Allah’ın Kelimesi’ sıfatına sahip olmasındandır.O mütekellim sıfatına mazhar bir peygamberdir.Ölüleri diriltmektedir.O gücü kelime ve kelâmdan almaktadır.
O güçle daha beşikte iken konuşmuştur.Annesinin iffetli olduğunu söylemiş,ona atılan iftiralardan uzak olduğunu beyan etmiştir.
‘Ve tekelleme fil mehdi sabiyya’
İnsanın hilafetinde kelam ve kalem vardır.Diğer varlıklara karşı kelamıyla ve kalemiyle ön plana çıkmıştır.
İnsan Allah’a kelâmıyla ve kalemiyle muhatap olmuştur.
Bir anlık alemden kelâm ile kalemi çıkardığınız zaman her şey çökecektir.
Devletler kalem üzerine ayakta durmaktadır.
Eğitim kelâm ile sürdürülmektedir.
Kelâm ve kalem aynı duygunun kolları ve ürünüdürler.
İnsanın iç dünyasının dışa açılan kapısı ve penceresidir.
İnsanın kendisini ifade etme aracıdırlar.

[ “ (Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.”
“ Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.”
Allahın ezeli ve ebedi kelâmını sonradan yaratılan kalem bitirememektedir. O’nun kelâmını kalemi bizlere aktarmakta ve bildirmektedir.
“ Nun. Kaleme ve onunla yazılanlara andolsun ki;”
Hukukta ve içtimaiyatta kutsal ve değerli şeyler üzerine yemin edilir.İşte kalem hatta onun yazdıklarını yemin edilmektedir.
“O, insana kalemle yazmayı öğretti.”
Büyük bir hedef ve görev olarak addedilmektedir.

“Bu ara Adem Rabbinden bir takım kelimeler belleyip O’na yalvardı. O da tevbesini kabul buyurup ona yine baktı. Gerçekten tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet eden ancak O’dur!”
Tevbenin tahakkuku kelime ile tahakkuk etti.
“Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.”
Allah kendisini anlatamamaktan münezzehtir.
“Şunu da hatırlayın ki, bir vakit Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etti. O, onları tamamlayınca Rabbi: «Ben seni bütün insanlara önder yapacağım.» buyurdu. İbrahim: «Rabbim zürriyetimden de yap» dedi. Rabbi ise: «Zalimler Benim ahdime nail olamaz.» buyurdu.”
Önderliğin yolu kelimelere sahip olmakla mümkün kılınmış ve o şarta bağlanmıştır.
“Mabette namaz kılarken melekler ona seslendiler: «Allah sana Allah’ın emriyle (vücut bulan İsa’yı) tasdik eden, efendi, iffetli, iyilerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler»
İnsanı sevindirip mutlu eden en büyük şeyler kelimelerle elde edilmektedir.
“Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa’dır. Mesîh’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.”
“Daha önce sana anlattığımız peygamberlerle, anlatmadığımız başka peygamberlere de (vahyettik). Ve Allah Musa ile de konuştu.”
Hz.Musa’nın imtiyaz noktası Tur-i Sina’da Allah ile konuşmasıdır.
“Ey kitab ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında ancak doğru olanı söyleyin! Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah’ın elçisi, Meryem’e atmış olduğu kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine inanın (Allah) üçtür demeyin. Kendi yararınız için buna son verin. Muhakkak ki Allah tek bir ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan yüce (münezzeh)dir. Göklerdeki ve yerdekilerin hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.”
O kelime ebediyen yaşatan ve insanlara rehber kılan bir ruh olmuştur.
“Andolsun ki, senden önce gönderilen peygamberler de yalanlandılar. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet edilmeye karşı sabrettiler. Allah’ın sözlerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur! Allah biliyor ya, sana peygamberlerin kıssalarından haber de geldi.”
“Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir.”
Allahın kelimesi bir hükümdür,değişmez.
“Ve zayıf, hakîr görülen o kavmini, kendisinde feyz ve bereket vücuda getirmiş olduğumuz yerin şark cihetlerine ve garp taraflarına varis kıldık. Ve Rabbinin güzel kelimesi İsrailoğulları üzerine sabreder oldukları sebebiyle tamam oldu. Ve Fir’avun ve kavminin yapmakta oldukları şeyleri ve yükseltmekte oldukları binaları tamamen helâk ettik.”
Dinlenilmeyen kelime firavunun kavmi için azap oldu,azabı getirdi.
“ De ki: «Ey insanlar, biliniz ki, ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği peygamberiyim. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Hem diriltir, hem de öldürür. Onun için gelin Allah’a ve peygamberine iman edin. Allah’a ve Allah’ın bütün kelamlarına inanan o okuyup yazması olmayan peygambere de. Uyun ona ki, kurtuluşa erebilesiniz.”
Allah’ın sözleri birbirinden tefrik edilemez,bir bütünlük sağlar.
“Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.”
Allahın sözleri hakkı gerçekleştirmek ve yerleştirmek içindir.
“Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”
Sorumluluk ve dindeki yükümlülük işitmekle başlar.Bu ehemmiyetindendir ki kur’anda kulak görmeden önce zikredilmiştir.
“Eğer siz ona yardım etmezseniz, biliyorsunuz ya, o küfredenler onu çıkardıkları sırada mağarada bulunan ikinin bir iken Allah ona yardım etmişti ki, o, arkadaşına: «Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir!» diyordu. Bunun üzerine Allah ona manevi güç ve huzur verdi, onu görmediğiniz ordularla destekledi ve küfredenlerin kelimesini en alçak etti. Allah’ın kelimesi ise en üstün olandır. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir.”
Allah’a aid olan kelimeler ezelden gelmiş ebede gitmektedir.O’na aid olmayan,küfrü ifade eden kelimeler ise bir değer ifade etmezler.
“İnsanlar sadece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (Derhal azap iner ve işleri bitirilirdi).”
Bütün eserler bir elden çıkıp ustasının yapanının birliğini ve bütünlüğünü gösterdiği gibi,Allah’ın sözü de tüm gönüllerdeki ve hayattaki birliğinde esasıdır.
“Öyle büsbütün yoldan çıkmış fasıklara Rabbinin sözü şöyle gerçekleşti: «Onlar artık imana gelmezler!»”
Allah haktır,sözü hakikattır.
“Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur.”
Allahın vadi haktır,elbette vadini yapacaktır.
«Ve Allah Teâlâ, hakkı kelimeleriyle izhar eder, velev ki günahkârlar hoşlanmasınlar.»
Hakkın ifade ve zuhuru kelimeler iledir.
“Muhakkak o kimseler ki, aleyhlerinde Rabbin kelimesi tahakkuk etmiştir, onlar imân etmezler.”
Allah’ın kelimesi karar ve hüküm ifade eder.
“Ve yemin olsun ki, Mûsa’ya kitabı verdik. Derken onda ihtilâf olundu. Eğer Rabbin tarafından bir kelime geçmiş olmasa idi elbette aralarında hükmolunurdu. Ve muhakkak ki, onlar ondan ızdıraba düşüren şiddetli bir şüphe içindedirler.”
İnsan kelimelerinin bir mana ve bütünlük ifade etmesi,varlığını sürdürmesi onların mayası ve tutkalı olan Allah kelime ve kelâmıyla mümkün olmaktadır.
“Ancak Rabbinin rahmetle yarlığadığı kimseler başka. Onun içindir ki, onları yarattı. Ve Rabbinin «Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım» sözü böylece tamam oldu.”
Allah sözünden dönmez.Söz bütün sıfatların muhassalası ve neticesidir.
“Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku! Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve O’ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.”
Kelimeler okunmak içindir.Ondandır ki ilk emim oku’dur.Kelime okumayı istilzam eder.
“Deki: «Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile.»”
Cennet ebedi kelâma müşerrefiyet yeridir.
“Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.”
Allah şeytana kıyamete kadar mühlet verdiği gibi,imtihanı da son kelimenin son mürekkebine ve noktasına varıncaya kadar sürdürecektir.
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de mürekkep, arkasından da yedi deniz (mürekkep olup kendisine katılsa) Allah’ın sözleri tükenmez. Gerçekten Allah, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.”
Hiç sonsuz okyanus bir bardağa sığar mı?
“Andolsun ki peygamberlikle gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir: «Onlar var ya, elbette onlar muzaffer olacaklardır ve elbette bizim ordularımız mutlaka galip geleceklerdir.»”
Allahın sözünün yer yüzündeki mukaddes hamalları peygamberlerdir.
“İşte o nankörlük eden kâfirlere Rabbinin (azab) sözü öyle hak oldu. Onlar, mutlaka cehennemliktirler.”
Bazen söz azab olarak tecelli eder.Söz kızgınlığın ve gadabın habercisidir.
“And olsun ki Musa’ya Kitap vermiştik de onda ayrılığa düşmüşlerdi. Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hükmedilmiş olurdu. Doğrusu onlar, onun hakkında şüphe ve endişe içindedirler.”
Allahın sözü zatının habercisidir.
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.”
Hakim tarafların sözünü dinler,kalemini kırar,hükmünü verir.
“Yoksa onlar, senin hakkında: «Allah’a karşı yalan uydurdu.» mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O kalplerde bulunan şeyleri hakkıyla bilir.”
İyilikler kötülükleri götürdüğü gibi,doğru ve hak söz,batıl ve yalan sözü siler,atar.
“Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: «Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.» Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.”
Kulak verilecek söz,Allahın sözüdür.
“Bir de iffetini pek sağlam korumuş olan İmran kızı Meryem’i (misal verdi). Biz ona ruhumuzdan üfledik; o, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve içtenlikle itaat edenlerdendi.”
O’nun sözü tüm sebeblerin üzerinde,her şeye nüfuz eder,hayata hayat olur.
Hayatın kaynağı kelâm,hidayetin yolu yine kelâmdan geçer.

MEHMET ÖZÇELİK
28-10-2010




KOR VE KÖR EDEN SİYASET

KOR VE KÖR EDEN SİYASET
CHP’deki Komplocu Zihniyetin Resmi
CHP’de ŞANTAJ pazarlığı!
Taciz iddiaları CHP’yi karıştırdı
Ve Baykal “VARAN 2” Hakkında Konuştu
2. Kaset Skandalında Kılıçdaroğlu’nun Rolü
Kürt yurttaşlar CHP’den rahatsız mı? – Video
CHP tecavüzcüye ‘hadım’a da karşı!
İşte Süheyl Batum’un gizli planı
İşte ‘milliyetçiliğin manifestosu’
CHP’deki salgın hastalıklar.
CHP’nin Sahte Başörtülü Açılımı
CHP’de Ergenekon çatlağı
MHP’de Engin Alan bilmecesi!
MHP Alan’ı Nereden Aday Gösterecek?
Bahçeli: Şuurunu kaybetmiş!
Yalçın Küçük MHP Büyük !
CHP ve MHP Bu Sözleri Duymasın
MHP’yi Küme Düşürecek HATA?
MHP’de istifa depremi
Önce MHP-CHP İttifakı, Sonra CHP İstifası
MHP Haberal’ı Aday mı Gösterecek?
İçişleri Bakanı Atalay, MHP’nin terör sorunlarından büyük ölçüde beslendiğini ve sürekli suçlayıcı bir tutumda olduğunu söyledi.
Bunlar bir çok haberlerden çok az bir kesitidir. (http://www.adimder.com/haberler/haberler1.htm )
Bdp-yi ise hiç söylemeye gerek yok.Dağdan beslenen,dağlıların desteklediği bir parti.
Chp pot üzerine pot kırmakta,üzerindeki şaibeleri gün be gün açığa çıkan plânlarla artmaktadır.
Ergenekonun avukatlığı yetmediği gibi,şimdi de onları kurtarma çabası içerisine girip,seçimlerde aday göstermeyi düşünmektedir.
Darbe yapan paşalara sahip çıkmakla kalmamış,onu desteklemeyen ordu kartondan bir orduya benzetilmiştir.
Ergenekonla beraber poz verenler,ergenekonun akibetine uğramaya mahkumdurlar.
Bunlar bu milleti kör,kendi partizanlarını da özürlü kabul etmektedirler ki, baltayı kendi ayaklarına ve bu milletin başına vurmaktadırlar.
Saflar hiç bu zamandaki kadar belirgin olmamıştı.Bunu hala göremeyenler ise,siyasetin kör ettikleridir.Tedavisi mümkün olmayan bir körlük.Sonu kor olan bir körlük.Körler topluluğu.
“Onlar kör,dilsiz ve sağırdırlar.Hakka dönmezler.”
Buna mantıki bir çözüm bulmak güçtür.Olsa olsa siyasetin kör etmesidir.Devlet batıran,bulunduğu kurumu iflas ettiren tutarsız insanları bu milletin başına geçirmek, tam bir tutarsızlıktır.
Zaten kandan beslendiği,1970 öncesi gençleri sokağa dökerek kaos ortamına ortak olduğu,chp-ye destekte bulunmakla koltuk değnekliğinde bulunduğu,eski ülkücüleri atarak despot bir yönetim sergilediği yönünde bir çok tenkidlere maruz kalmış olan mhp,şimdi de hepsinin üzerinde darbe ortaklığına imza atmış oldu.
Balyoz darbe teşebbüsünden sorgulanan Engin Alan-ı,yine Yalçın Küçük-ün teklifiyle aday göstererek üzerindeki şaibeliği arttırmış,mensuplarının güvenini kaybederek,az bir yakınlığı olanı dahi hayal kırıklığına uğratmıştır.
Oysa dava hala sürmekte,belgeler açıkça ortadadır.Beraat etmiş değildir.
Pkk-yı alkışlayıp ona övgüler düzen Yalçın Küçük-ün Mhp-ye yaptığı teklif anında yerine getirilmiştir.
Mhp nerede ve kimin yanındadır?Kimi temsil etmektedir?
Yalçın Küçük-ü mü?Engin Alan-ı mı?
Ergenekona destek olan veya sulandıranlar da işin cabası!
Bî-taraf olan ber-taraf olur…
Kim olduğun değil,kiminle olduğun önemlidir.
Olabilir mi?Denesem mi? gibi bir çok düşünce ve verilen fırsatlara rağmen Chp ve Mhp bu milleti idare etmekten çok uzak iki partidir.Onlara iktidar değil,muhalefet bile yakışmıyor çünkü onu bile yapamamaktalar.Mızıkçı,hırçın çocuklar gibi sürekli kavgadan beslenen,oyun bozan,kendi aralarında oyunlar! kuran oyunbazlıklar sergilemektedirler.
Birbirleriyle topu paslaşarak oynamaya çalışan iki takım!Çok bakım gerek çok bakım.
Ayakta durmaları ise,içlerinde bulunan iyi niyetli ve samimi insanların varlığı iledir.
Ancak o samimi insanların suskunluğu,üretkensizliği,değişmezliği onları da suça ortak etmektedir.
Akıllı insan basiretli,ileriyi gören,olanları mukayese yeteneğine sahip kimsedir.
Yoruma pek gerek yok değil mi?Çünkü artık her şey gittikçe netleşmektedir…
08-03-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KUR’AN-I KERİM-DE –VEZKUR- ZİKRET-HATIRLA-AN

KUR’AN-I KERİM-DE –VEZKUR- ZİKRET-HATIRLA-AN

Kur’an-da ‘Vezkur’ yani hatırla,an,düşün,zikret gibi ifadeler 13 yerde geçmektedir.
Bununla özellikle Peygamberler ve onların öne çıkan özellikleri nazara verilerek,onların hayatı düşünülerek ibret ve dersler alınması istenmektedir.

“Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.”
“Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah’ı an ve «Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir.» de.”
“(Resûlüm!) Kitap’ta Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.”
“Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi.”
“(Resûlüm!) Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.”
“(Resûlüm!) Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi.”
“Kitapta İdris’i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi.”
“(Resûlüm!) Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud’u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah’a yönelirdi.”
“(Resûlüm!) Kulumuz Eyyub’u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.”
“(Ey Muhammed!), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da an.”
“İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.”
“Âd kavminin kardeşini (Hûd’u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti.”

Zaten Peygamber Efendimizin örevi de;hatırlamak ve hatırlatmaktır.
“Haydi ıhtar et; sen şimdi sırf bir ögütçüsün.”
Kur’an-da öyledir.
“Asla olmaz böyle şey! Kur’an ayetleri birer hatırlatmadır öğüttür.”

**********
Kur’an-ı Kerim-de ‘Küntüm’ifadesi ise 187 defa geçmektedir.Olmak,idiniz gibi –Kâne-kökünden nakıs fiil olarak geçmektedir.
Bazen şart kelimesi olan çoğunlukla -İn- ile, -En-Mâ-Em-Enneküm-İnneküm-Ve lâ kinneküm-Fîmâ-Fîme-Bimâ-Ve bimâ-Ammâ-Le gad-Vele gad-Ve gad-Lev-Ve lev-Kezalike-Ev-Mimmâ-Ellezi-Ellezîne-İzâ-Zâ-Bel-Elletî-gibi edatlarla beraber zikredilmektedir.

Mehmet ÖZÇELİK
28-04-2010




YANSIMALAR

YANSIMALAR

Aynanın itibarı sadeliğindendir.O şeffaftır.Kendisini değil,karşısındakini gösterir.Tam gösterir..aynıyla yansıtır..ondan bir şey gizlemez.İçiyle dışı aynıdır.
İnsan bir aynadır.Esma-i ilahiyyeye ayinedarlık yapmaktadır.Ezeli ve ebedi olan Allah-ı ebediyen gösterecek özelliktedir.
Tıpkı bir aynanın dünyaya gelmiş bütün insanları bütün özellikleriyle göstermesi,bütün renkleri birbirinden ayırması,bütün vasıfta olan hayvan,bitki vs. eserleri daralmadan,kapasitesi nisbetince göstermektedir.Bu gösterme sonsuz kadar da gitse,göstermemezlik etmez ve de tükenmez.
İnsan da Allah-ı ebediyen gösterecek kapsamlı bir aynadır.
Ayna nasılki gösterdiği şeyin kendisi olmuyorsa,insanda Allahı sonsuza dek kapasitesi nisbetince göstermeye sahip bir varlıktır.

*Sütün şekerle buluşması misali;maddenin mana ile,ruhun beden ile ve yine iki suyun ,’meracel bahreyni yeltekiyan’ misali,şeyhin müridiyle,üstadın talebesiyle,beyin eşiyle buluşması,her şeydeki vahdetin bir ürünüdür.Yakubla Yusufun,şeytanla avanesinin, leyla ile mecnunun buluşmasıdır.
Eğer şeker sütte erirse,süt lafzı manaya dönüşür,her şeyi manalaşır,içende bir çok manalara anlam katar.
Bekanın yolu fenadan geçer.
O’na ayna olan insan,O’nda fena bulan insan bâkileşir,bekâya mazhar olur.

*M.Feyzi Efendi:”İnsan ölünce ruhu cesetten tedbiri kesilir.Fakat nisbeti devam eder.
Enbiya ve evliyanın her ikisi de devam eder.
O’nunla nisbeti devam edenin,nisbetleri de devam eder.

*Kalb ruhla cesed arasında bir berzahtır.
Bir yandan yaradanına aynedarlık yaparken,diğer yandan da bedenine ruhun aynedarlığını yapmaktadır.
*”Nasıl çekirdeğin lübbü varsa,insanın lübbü de akıldır.Bunun için Cenab-ı Hak Kur’an-da:Ya ulil elbab (ahzab.72) diye hitab etmiştir.”(Feyzi Efendi)
Akıl O’nun kelâmına aynedarlık yapmaktadır.
*Allah insanın istidatlarına nazar ederek değer verdi,imtihana tabi kıldı.İyiler bunu ifa ederken,kötüler telef etti.
Aynedarlık yapanlar kaldı,diğerleri yok oldu.Mü’min aynanın ön yüzü,kâfir aynanın arka yüzü oldu..yüzsüz kaldı.

*Eğer siz ve eşya yok iseniz,ben size ve değer verdiğiniz eşyalarınıza,söylemiş olduğunuz;”Hiçbir şey yoktur,ben de yokum’gibi olumsuz sözünüze neden itibar edeyim.
Siz,sözünüz ve eşyalarınız muteber değilsiniz!
Ayna yansımalarıyla vardır..onlarla aynadır..onlara aynadır.
Siz O’nunla var ve O’nunla mutebersiniz.

*Dünyada at da nefistir,at koşturan da nefistir.
Ruh ve kalb bunun acısını çekmekte,akıl şaşkınlığını yaşamakta,organlar yorulmaktadır.
Ruh ve kalb cennette bulduğu veya bulmak istediği huzuru burada aramakta,nefsiyle taleb etmektedir.Aklıyla bir çok yollar içinde mütehayyir kalıp sapmaktadır.
“Kalbe günde 70 bin hatıra (t) gelir,geçer.Kalbe gelen hatıraları,Kur’an mizanıyla ölçüp,değerlendirip,ayırt etmek lazım.”
Akıl ve kalbe yansımalar sürekli iner ha iner.Akıl ve kalbe misafir olur O.Yere ve göğe sığmayan,akıl ve kalbe sığar,ona yansır,yansıtır.

*”Kalb,melekuti bir aynadır;ne tarafa mukabil tutulursa o tarafta olanları aksettirir.” Mehmet Feyzi Efendi.
*”Eğer kalbler (tam olarak)arınmış olsaydı Kur’an-ı okumaktan doymazdı.(usanmazdı)”
*”Bir kalb kasıtsız olarak zuhur bulan günahlardan (bile) tevbe ve istiğfar etmedikçe esrarın inceliklerini kavramayı nasıl umabilir?”İbn-u Ataullah.
*Kalb cesede bakan yönüyle bir idareci durumundadır.Bu yönüyle kalb,cesede bulunan organlar vasıtasıyla dünyayla irtibat kurmaktır.” Mehmet Feyzi Efendi.
*Hadisde:”Muhakkak ki, bu kalb,demirin suda paslandığı gibi paslanır.”İbni Ömerden.Beyhaki.Şuabul iman.
*Hadisde:”Kalbin misali ancak bir tüy gibidir ki,ovanın birinde bir ağacın dalına takılıp kalmıştır.Rüzgar da onu alt üste çevirip durur.”

*Hadiste:”Ruhlar,toplanmış ordular gibidirler.Tanışanlar ülfet ederler, tanışmayanlar ihtilaf ederler.”
Hadiste:”Mü’min mü’minin aynasıdır.”
Hep ilahi hazineyi göstermek ve o amaçla ruhlar aleminde imal edilen ruh aynaları,bir kısmı buraya gelince kendinde bir varlık hissetti,gurura kapıldı,vazifesini unuttu.Yabancılaştı,yabanileşti.

*Aynadaki yansımalar sonsuza dek sürse,göstermeler ve gösterimler son bulmaz.İlahi hakikatlar insan aynasında yansımaktadırlar.
Şerid gibi sürekli akmakta ve okunmaktadır.
Aynalar yalan söylemez.Hakikatlar değişmez.Aynalar,içerisinde gösterdikleri hakikatlarla değer kazanır.
Ebedi olan Zat,sayısız aynalarda tecelli etmek istiyor.
İnsan açısından sonsuzluğa ayna olmak,sonsuzluğa aday olmak,sonsuz kalmak demektir.
Allah kendisini gösteren aynaları kırmaz,onların muhafazasına çalışır.
Efendimiz bu aynalar içerisinde adeta –teşbihte hata olmaz- bir endam aynasıdır.

“Ehadiyet ve samediyet-i İlâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet-i aynasında bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudât ile alâkadar her bir ismi, bütün mevcudâtı ihâta ediyor.”
“Zât-ı Rahmânirrahîmin delilleri ve aynaları olan zîhayat ve insan gibi mazharlar, o kadar o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda delâletleri kat’î ve vâzıh ve zâhirdir ki, güneşin timsâlini ve aksini tutan parlak bir ayna parlaklığına ve delâletinin vuzuhuna işareten, “O ayna güneştir” denildiği gibi, “İnsanda sûret-i Rahmân var” vuzuh-u delâletine ve kemâl-i münâsebetine işareten denilmiş ve denilir.”
“Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâb başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin aynası ve o tasarruf içinde ihsanât-ı külliye-i İlâhiyenin birer ma’kesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyâde tesbih ve tâzim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.”
“Gizli, kusursuz kemâl ise, takdir edici, istihsan edici, “mâşallah” deyip müşâhede edicilerin başlarında teşhir ister. Mahfî, nazîrsiz cemâl ise, görünmek ve görmek ister. Yani, kendi cemâlini iki vecihle görmek-biri muhtelif aynalarda bizzat müşâhede etmek, diğeri müştak seyirci ve mütehayyir istihsan edicilerin müşâhedesi ile müşâhede etmek ister; hem görmek, hem görünmek, hem dâimî müşâhede, hem ebedî işhâd ister.”
“Evet, şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın fihristesini, bütün hazâin-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmâlarının aynalarını derc etmek, nihayet derecede bir hüsn-ü san’at içinde bir hikmeti gösterir.”
“Mazhariyet-i esmâsına en câmi’ bir ayna”
“Mâdem hayat âlem-i şehâdetin ziyâsıdır ve istilâ ediyor; ve vücudun neticesi ve gâyesidir; ve Hâlık-ı Kâinatın en câmi’ aynasıdır”
“Hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: tecelli-i ehadiyete, cilve-i samediyete aynalıktır.”
“Hem, dünyanın iki yüzü var, belki, üç yüzü var. biri, cenab-ı hakkın esmasının aynalarıdır.”
“Sen onun aynasısın. Vazifen, âyinedarlıktır. Bilsen, bilmesen, hazîne-i rahmet kapısı olan toprak tarafından senin rızkın gelecektir. Evet, nasıl bir çiçek güneşin küçücük bir aynasıdır; şu koca güneş dahi gök denizinde Şems-i Ezelînin “Nur” isminden tecellî eden bir lem’anın katre-misâl bir aynasıdır. Ey kalb-i insanî! Sen, nasıl bir güneşin aynası olduğunu, bundan bil.”
“Noksan sıfatlarıyla Hâlıkının evsâf-ı kemâline mikyasvâri ayna olmak… Gecede nurun daha ziyade parlamasına nazaran, gece zulmetinin elektrik lâmbalarını göstermeye mükemmel bir ayna olduğu gibi, insan dahi böyle nâkıs sıfatlarıyla kemâlât-ı İlâhiyeye aynadarlık eder.
İnsan, cüz’î iradesiyle ve azıcık ilmiyle ve küçücük kudretiyle ve zâhirî mâlikiyetiyle ve hanesini bina etmesiyle, bu kâinat ustasının mâlikiyetini ve san’atını ve iradesini ve kudretini ve ilmini, kâinatın büyüklüğü nispetinde anlar, aynadarlık eder.”
MEHMET ÖZÇELİK
12-04-2011




İMTİHAN

İMTİHAN
“Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenlerde Rabbinizden büyük bir imtihan vardı.”
“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.”
“Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah’ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.”
Allah her kavmi farklı bir yöntemle imtihan etmiştir.Talut’un kavmini ırmaktan geçirerek onları ırmakla ve su içip içmemekle imtihan etmiştir.Öyle ki insanın nefsinin en fazla arzu ettiği bir şeyi,en hassas bir zamanda ve tamamen nefsinin arzusunu veya ilahi rıza ve emri yapıp yapmamakla bırakıldığı bir andır.İkisinden birisini tercih edecektir.Ancak netice önemlidir.Oda bu tercih ile gerçekleşmektedir.
“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak) işlerin en değerlisidir.”
“Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun’un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.”
“Onlara, deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi, cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.”
Tam da istenilen ve ihtiyaç duyulan bir anda nefsi tahrik edici bir durumda ortaya çıkmaları,gelde yeme,der gibi güçlü bir imanın tezahürü ile karşı karşıya…
“Onları (yahudileri) gurup gurup yeryüzüne dağıttık. Onlardan iyi kimseler vardır, yine onlardan bundan aşağıda olanları da vardır. (Kötülüklerinden) belki dönerler diye onları iyilik ve kötülüklerle imtihan ettik.”
“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”
“İşte orada herkes dünyada yapmış olduğuyla imtihan verir ve gerçek Mevlaları olan Allah’a döndürülür. Uydurdukları putlar da ortadan kaybolmuştur.”
“Hani Musa kavmine demişti ki: «Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O, sizi işkencenin en kötüsüne sürmekte ve oğullarınızı kesip, kadınlarınızı (kızlarınızı) bırakmakta olan Firavun ailesinden kurtardı. İşte bu size anlatılanlarda, Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.»”
“Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.”
“Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece «İman ettik» demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?”
“ Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.”
“İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.”
“Şüphesiz ki bu apaçık ve kesin bir imtihandı. dedik.”
“Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.”
“Andolsun biz Süleyman’ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bırakıverdik, sonra o, yine eski haline döndü.”
“Ve onlara âyetlerden öylesini vermiştik ki onda açık bir ni’met ile imtihan vardı.”
“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.”
“Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.”
“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları, imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.”
Allah Musa’nın kavmini daha çok imtihana tabi tuttuğundan Kur’an-da onlardan daha çok bahsedilmektedir.
İbrahim peygamber oğlunu kesmekle imtihan olmuştur ki,bu imtihanın en ağır olanıdır.Ondandır ki peygamberlik makamında en büyük yer alanda O’dur.O’nun neslinden peygamberler gelmiş,salli-barik duasında O temsil ve teşbih olarak verilmektedir.
*Firavunun boğulmasından sonra hanımı Asiye ve sarayda iyiler hakim olmuş,kötü olan yönetimde bulunanlar da başı kopmuş yılan gibi devre dışı kalmışlardır.İmtihan güçlünün değil,güç sahibi Allah’a dayananların olmuştur.
*Eğer çocuklar dünyaya gelmeden önce daha sonra oluşacak olan özellikleri kendilerine gösterilip bir tercih yaptırılsaydı,anne-babaların kaçta kaçı şimdiki çocuklarını tercih ederlerdi?
En ağır imtihan tercihi olmadan önüne konulan evlatla yapılan imtihandır.Tıpkı kadının da aynı zamanda tanımadığı veya erkeğinde huyunu bilmediği bir kadınla imtihan olması gibi.
*Bundan sonra herkes anne-baba-eş ve çocuklarının mezarında 3 gün yatacak.
Veya onları gideceği yere uğurlama bir kanun ve bir vakıa olsaydı;durumumuz ne olurdu?
Allah kimseye taşımayacağı bir yükü yüklememektedir.
*İnsan Allahın yaptığı bir şeye karşı çıkarken,kendi ilmi nedir,boyu ne kadardır,ona bir baksın!Oysa en basit ifadeyle,Allah bu işleri öncesine gitmeden 15 milyar yıldır yapıyor ve sürdürüyor.
Burada insan boynundan ve ilminden büyük konuşmuş oluyor.
İbni Kemal Yavuz Sultanın şeyhulislamı olup, öğrencilere ders vermek üzere içeriye girdiğinde biraz kibir edasında bulunur.
Buna vakıf olan öğrencinin biri sorar;
-Hocam Allahın ilmi yanında sizin ilminiz ne kadardır?
Hiç böyle bir soru mu sorulur deyince, öğrenci farzı muhal olarak deyince büyükçe bir daire çizip onun Allahın ilmi olduğunu ve ortasına da koyduğu noktanın da insanların ilmidir diye cevab verince öğrenci;
Ya hocam acaba sizinki o noktanın neresindedir?
Büyük bir hiççç!
*Şükreden bir kul mu?sabreden bir kul mu?
Böyle bir tercihle imtihan edilseydim,şükreden bir kul olmayı sabreden kul olmaya tercih ederdim.
Diğer bir ifadeyle kaybederek değil,kazanarak,alınarak değil verilerek yapılan imtihan edilmeyi seçerdim.
*Rabbe karşı kendini savunmak!Hiç kabil mi?
Hakim kendi müdde-i olsa kimden kime şikayet edeyim?
Allah beni bu halimle kabul edip benden razı ise,ya ben kim oluyorum ki ondan razı olmayayım?
*Hz.Yunus ve Eyyub’un bir kere söyleyip kurtulmasına ve rızaya mazhar olup Kur’an-da anlatılmasına ve asırlara örnek olmasına rağmen,bizler sürekli onları evrad halinde ve de yüzlerce defa okunduğu halinde bir açılımın olmamasının sırrı şu olsa gerektir;
1-Onlar bu ifadeleri ihtiyaç anlarında,en muhtaç durumda söylediler.Ümitlerin ve sebeplerin bittiği noktada,sebeplerin sahibine sebepler devre dışı iken yöneldiler.
2-Muztar durumda idiler.Zorda idiler.
3-Birde söz aynı söz fakat ağız aynı ağız değil.
*Şimdiye kadar hep makro alemde gezildi.Şimdi ise mikro aleme geçiş yapılmaktadır,oda hızla.Tıpkı âfaktan enfüse geçiş gibi.
Mikro alem,makro alemden geri değil belki daha da zengin ve esrarengiz.
*Ahirette herkes pişman olacaktır.Kimi az yaptığı için,kimi de yapmadığı için.
*Dünyada uzun süre kalmaya yönelik ev yapmaya imar izni verilmemektedir, aksi takdirde yıkılacaktır.
*Hayatımızın –z- raporu her gün için ayrı ayrı alınmaktadır.Bize gösterilmek üzere.
*Hamdım-piştim-yandım…
Hayatın üç mertebe,üç aşaması vardır.Hayat fırınında pişmeyen olamaz.
Buradan bizleri ham gönderme Allahım!
Ya pişilecek..ya pişilecek..ya pişilecek..ya da yanılacak…
*Güzel gören güzel düşünür,güzel düşünen hayatından lezzet alır.”
Hayattaki tüm sıkıntılar görme problemlerinden kaynaklanır.
‘Huz mâ şi’te limâ şi’te.’
“Huz külle şey’in ahsenehu’
Aleme çirkinlikleri yönüyle değil de,güzellikleri cihetiyle bakılmalıdır.
Bardağa boş tarafından değil,dolu tarafından bak.
*Burada insanın başına gelen belalar,yanmalar,her türlü azab,korkutucu haller,ahirette de verileceğinin bir delili ve göstergesidir.
Orada kullarına dehşetli cehennem azabı mı verir diyenler,bu dünyadaki azab ve belalara bir baksın…
*Katır, deveye sordu: «Niçin ben çok kere katarın başında gidiyorum da sen arkada yürüyorsun?» Deve dedi ki: «Ben yokuşun başına geldiğim zaman ileriye bakar sonuna kadar görebilirim. Çünkü yüce başlı yüce himmetliyim, parlak gözlüyüm,bir bakışla yokuşun sonunu, bir bakışta da ayağımın önünü görürüm.»
Mesele geride olmak değil,ileriyi görmektir.
Katır olup önde olmaktansa,deve olup ileriyi görmek daha yeğdir.
*Kus bin Saide:
Eynel âbâ-u ve eynel ecdad
Ve eynel ferainetüş şeddad
Eyne men beğa ve teğa
Ve seyyede ferain
Fekale ene rabbükümül a’la
Tahanehus sera bil kelkelihi
Ve nezzekahum bi tulih.
Meali: Hani âba ve ecdad, hani müzeyyen kâşaneler, hani mamur âbâd?
Nerede kavm-i Lût ve Ad, nerede mağrur Şeddat? Nerede kavm-i Semûd, nerede Firavun, Nemrud? Hani “Ben sizin en büyük rabbinizim” diyenler? Hani cennet diye sedler, surlar, binalar inşa edenler?
-Devran onları değirmeninde öğüttü,
Tuz etti kemiklerini çürüttü…
Her zerresi bir tarafa dağılıp gitti…
Bir kısmının evleri yıkılıp ıssız kaldı.
Bir kısmının yerlerini kelbler aldı.
*Servet ile biz sanırdık ki, rahat artar
Rahat ile umardık ki, taat artar
Bulduk bir ehli tahkik sorduk, hakikatinden
Dedi: Servetle gaflet, rahatla illet artar.
*Sen çıkarsan aradan
Kalır seni yaradan.
*Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar,hiç yaşamamış gibi ölürler.
-O.Yüksel Serdengeçti evini satışa çıkarır ancak kimse satın almaz.Bunu Necip Fazıl’a anlattığında sebebini sorar.Serdengeçti sebebini şöyle anlatır:
Gelen alıcıya evi gezdirir.Ev üç cephelidir.Bir cephesinde bulunan hastaneyi,öbür cephesinde bulunan hapishaneyi ve diğer cephesinde bulunan mezaristanı gösterir ve şöyle der;Hayat bu üçü arasında gelip geçer,deyince kimse de evi almazmış.
*”Zâlime imhal ederim; ihmalim yok dedi Yezdan”
Allah herkese bu dünyada bir ömür mühlet vermektedir.
Hangi güzel yüz ki toprak olmadı
Hangi güzel göz ki yere akmadı
*Ölüm Güzel Şey, Budur Perde Ardından Haber!
Hiç Güzel Olmasaydı, Ölür Müydü Peygamber?..
* “Ben sanırdım âlem içre bana hiç yar kalmadı
Ben beni terkeyledim, gördüm ki ağyar kalmadı” Niyazi Mısri
*Hak teâlâ intikamın, kul eli ile alır
İlm-i hâli bilmeyenler, onu kul yaptı sanır

Cümle eşya Halıkındır, kul eliyle işlenir
Emr-i Bâri olmayınca, sanma bir çöp deprenir.
MEHMET ÖZÇELİK
14-11-2010




İLTİHAPLI YARA KAŞINIYOR

İLTİHAPLI YARA KAŞINIYOR

*Iraktaki iltihaplı yara deşildi,Türkiye-deki ise kaşınmaktadır;o da Aleviliktir.
Bunun içerisinden özellikle Marksist,siyasete bulaşmış ve hala kulaklarımda çınlayan,Ankara-daki bir dedenin feryadı ki;-14 bin alevinin ateistliğe kaydığını feryad ederek,dile getiriyordu.Ateizme itilmeye çalışılan ve Hz.Ali Efendimizden koparılmaya çalışılan bir alevi gençliği…
Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Merkezi Vakfı Genel Başkanı Hasan Meşeli;”Bazı alevi dernek ve vakıfların başında-ateist-insanların olduğunu iddia ediyor.”

Hsyk Başkanı Kadir Özbek,Eski Adalet bakanı Seyfi Oktay,Emekli Balyoz Sanığı Orgeneral Çetin Doğan,Orgeneral Çevik Bir ve şimdiki chp genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.
Emre Aköz-ün ifadesiyle “Hsyk’nın yarısı alevi”
“Bu arada Recep Gençoğlu, görüştüğü CHP milletvekillerine, savcıların kendisine “Cihaner Alevi, 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk de Alevi mi?” diye sorduklarını anlattı. Berk de aynı soruşturma kapsamında ifadeye çağrılmıştı.”
Bunlar üzerinden oynanan siyaset ve kaos ortamı oluşturma planları sürdürülmektedir.

Anarşinin tırmandırmaya çalışılmasının en önemli sebebi;Demokratik Açılım girişimleri ve özellikle Anayasa mahkemesinin,Yargıtayın,Hsyk-nın yanlış ve keyfi uygulamalarının üstünü örtme ve nazarları başka tarafa çevirme çabalarıdır.
Asıl pkk;pkk-ya selam gönderen Yalçın Küçük ve Ergenekon üst kurulu olup,onları destekleyen hukukun içindeki uzantılarıdır.
Bunları da 1970-lerde olduğu gibi devrim adına yapmaktadırlar.

Osman Öcalan; “Ergenekon’un içindeki ve yüksek yargıdaki bazı Aleviler sıkışınca, PKK’daki Aleviler harekete geçti… Katliam emrini veren Mustafa Karasu’dur… Karasu, PKK içinde Alevi dedesi gibi hareket etmektedir” dedi.
Osman Öcalan, son dönemde yüksek yargıdaki Alevi kesimin ayyuka çıkarılan illegal ilişkileri ile PKK’nın Alevi kesiminin saldırılarını artırması arasında bir ilişki bulunup bulunamayacağına yönelik sorumuz üzerine ise şöyle konuştu:
“Türkiye’deki bazı Alevilerin zor durumda olması ile PKK’nın Alevi yapılanmasının ülkeyi karıştırıp AK Parti’yi tasfiye etmek üzere gayret sarf etmeleri arasında ilişki göz ardı edilemez. PKK içinde Ergenekon’u temsil eden isim, son günlerde Türk askerlerinin öldürülmesi talimatını veren Mustafa Karasu’dur. Karasu, aynı zamanda PKK’nın Avrupa’da terörist örgüt ilan edilmesi sürecini başlatan kişidir. PKK’nın silahlı mücadelesini sürdürmesini isteyen en önemli kişilerden birisidir kendisi. Kendisi solcu geçinse de onun Alevi damarları daha güçlüdür. PKK’yı AK Parti karşıtı çizgide tutmaktadır. Türkiye’deki bazı Alevilerin üzerine gidildiğinde, Alevi dedesi gibi hareket eden mevcut sürecin ideoloğu Mustafa Karasu’nun kazan kaldırması doğaldır. Karasu ve ekibi, AK Parti’yi ‘istemezük’ diye Yeniçeriler gibi kazan kaldırmış durumdalar.”
Geçtiğimiz günlerde Mustafa Karasu’yla röportaj yapan Newsweek dergisi muhabiri Adem Demir, Karasu’nun Alevi kimliğine yaptığı vurguyu şöyle aktarmıştı:
” Sivas Gürün doğumlu olan Karasu, “Bizler Ömerleri ve Osmanları sevmeyiz” diyerek mezhepçi tarafında dikkatimi çekmeye gayet gösteriyor.”

Bu memlekette Alevi yönetici ve de savcı olamaz mı?
Osmanlıda ermeni ve gayri Müslimler idareci olmuş genelde pek de mesele olmamıştır.
Gayrı Müslim mahkemeleri kurulmuş,bundan kaçınılmamış,çekinilmemiştir.
Alevisi de elbette yönetici olabilir.
Burada esas olan uyumdur,adapte olmak ve alet olmamaktır.
Yıllarca chp tarafından kullanılmış,buna rağmen bir türlü haklarını alamamışlardır.
Solla ittifak etmişler ve ettirilmişlerdir,haklarını alma bahanesiyle.

Türkiyedeki problem Ergenekon problemidir.Pkk Ergenekon tarafından kullanılmaktadır.Kaosu besleyen ana kurum.Anarşiden medem bekleyenlerin ortak karargahı…
Pkk ergenekonun sol versiyonu ve koludur.
Maalesef Ergenekon bazen sağ kolunu ve versiyonunu da devreye koymaktadır.
Bunlar ise eskilerin sadîk-i Ahmak yani ahmak dost dedikleri iyi niyetli görünürken ve de Hz.İbrahimin ateşini söndürmeye giden karınca gibi hareket ettiğini zannederken, nemrudun ateşine odun götüren kimselerdir.
Hırçın,kandan beslenen,bazen pkk ağzıyla konuşup kaostan meded uman,despot ve kısır kimselerdir.
1970-lerin sağ ve sol versiyonları bazen ortak noktalarda birleşerek Türkiye-deki kaosa odun taşımakta;basireti kapalı,çözüme kör,askeri vesayete açık,kimliği ve kişiliği oluşmamış insanlardır.
1970-lerin kavgası yer altında,perde altında,Ergenekon çatısı altında sürdürülmektedir.

1960 da vefat eden Bediüzzaman Nâs suresini tefsir ederken;
“Evet, şeddesiz beş yüz (500) eder; doksandır (90). İstikbale bakan çok âyetler, hem bu asrımıza, hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde istikbalden haber veren İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı âzam (k.s.) dahi, aynen hem bu asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler. Kelimeleri bu zamana değil, belki bin yüz altmış bir (1161) ve sekiz yüz on (810) ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddî mânevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa, Milâdi bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak.”
20 sene sonra olan 1991-de olmadığı,daha doğrusu oldurulmadığı,şimdilerde olduğu gibi ozamanlarda da katliamlarla sekteye uğratıldı.Aynı yöntem şimdi de uygulamaya konulmuştur.
Eğer kendisine sağ parti diyen kimseler çözüme yönelik,anayasa maddelerinin değişimine matuf bir adım atmayıp,solla aynı partnerde hareket ederse,bir yirmi yıl daha bu kaos devam eder.Tarihten ders alınmamış zilleti kabul etmiş olurlar.

“Üçüncü Ergenekon iddianamesinin 77. klasörünün 108- 112. sayfalarında, gizli toplantının notları şöyle yer alıyor: “Mayıs ayı (Mayıs 1997) başlarında gerçekleştirilen ve birçok üst düzey Genelkurmay Harekat Daire Başkanı Çetin Doğan, K.K. Eğitim ve Okullar Daire Başkanı Volkan Kaplama ve bazı Albay rütbesinde Alevi) komutanların da katıldığı bir gizli toplantı notlarını dikkatlerinize arz ediyorum: Konuşma daha çok Gn.Kur.Hrk.Bşk. Korg. Çetin Doğan ile K.K.K.lığı Eğt. ve Ok.D. Bşk. Tuğg. Volkan Kaplama arasında geçiyor. Toplantıya katılan diğerleri ise dinlemek ve not almakla meşgul.
KORGENERAL ÇETİN DOĞAN: (…) Altı ayda bir büyük gürültülerle ordudan adam atarsanız, yarın darbe yapma gerekçeniz kalabilir mi? Ali Yalçın Paşa bu işi çok iyi götürdü. Ama, iki yıldır üzerine gidiliyor. Nerede yanlış yaptı bilmiyorum. Acaba, yeğeni Aleviliğini ortaya koyucu yanlışlıklar yaptı da mı ondan hareketle paşamız yıpratıldı bilmiyorum. Ali Paşa geleceğin komutanı olabilirdi. Belki de yine olabilir ama, bizim için şu anda fazla yaklaşılacak biri değil. Biz de lekeleniriz.
KORGENERAL ÇETİN DOĞAN: Bu konularda sınır beklenmez. Dedelik sırası değil. Kafanızı çalıştırın. Din, bizim için, bizim için derken aklına ne gelirse gelsin, her şeyi kastediyorum, zararlıdır. Bizden olan birlik komutanları, yoksa laik komutanlar sıkıştırılmalı, çokça eğlence düzenlenmeli. Dansöz, Rus revüsü ne bulursanız getirin. İçkiyi zorlayın. Din ve milliyetçilik duygusunun nasıl zayıflatılacağı, nasıl yok edileceği açık. Bunları uygulayın. Okullara da öğrencilerle kız arkadaşlıklarını teşvik edin. Yapabiliyorsanız Osmanlı hayranlığını kırın. Türklerin üstün bir ulus olduğu safsatasını yıkın. Özellikle, cinsel konularda sınırları zorlayın. Bu konu insan zaafının başında gelir. Hanımlarımız aile gezmelerinde, eğlencelerde dekolte giysin. Hanımlarımız diğerlerinin hanımlarını açık giymeye teşvik etsin. Yetişmiş kızlar için de bu geçerlidir. Felsefe dersleri önemli. Bu dersler bizim için kurtarıcıdır.

Güneydoğu’da bizimkiler postu deldirmesin. Buna yönelik önlemleri alın. Tayin dairesi mutlaka elimizde olmalı. Cepheye o namussuzları sürün. Kadrolaşma çok önemli. Çevik Paşa’nın yerine bizden akıllı biri olsaydı, Karadayı sünepesinin daha verimli olmasını sağlardık. Burası çok önemli. Genelkurmay başkanı senden olmazsa bile ona sahip olarak kullanabilirsin. Ama olmadı.

TUĞGENERAL VOLKAN KAPLAMA: Komutanım. Askeri okullarda böyle kadrolaşma yapsak. Özellikle sınıf subaylarının çoğunu bizden atadık.
TUĞGENERAL VOLKAN KAPLAMA: Biliyorsunuz ki, gerçek laiklik ancak Alevi toplumda gerçekleşir. Bunu Bütün Alevilere öğretin, onları canlı tutmalıyız. Aptal komutanlar, her gün gündeme gelerek, ülkedeki şeriatçı birikimi azaltarak bir müdahalenin önünü kesiyorlar. (…) Tanıdığım en akıllı Alevi olan Çetin Paşa (Genelkurmay Harekat Başkanı) ve Yalçın Paşa (Ali Yalçın) bu işlere engel olmak istiyor ama başaramıyor.
TOPLANTIDA ÇIKAN PRENSİP KARARLARI :
Bizden güvendiklerinize adımı vermeden şunları söyleyin:
¥ Alevilik bu ülkede gurur kaynağı olana kadar, yani memleketi avucumuza alana kadar herkes kendisini gizleyecek. Bu amaç için her şey doğrudur. Dinsel kavramlar olan hiçbir şey bizi bağlamaz. Fisunoğlu, (Kara Kuvvetleri Komutanı) bana korgeneral iken, “Ben karımı oynata zıplata bu noktaya geldim” demişti. Bizim için de ölçü bu olmalıdır.
¥ Deşifre olmuş Aleviler söylemlerimizi ortaya koysunlar. Sevgi desinler, insanlık desinler ama ülke için oynadığımızı belli etmesinler.
¥ Alevi dışında hiç kimse ateist olsa bile güvenilmeyecek, ilişki tam olarak kurulacak ama, açıklamalar yapılmayacak. Ben Doğu Paşa’ya bile tam güvenemiyorum.
¥ PKK ile savaşanlara el altından şu mesajı gönderin: “Sakın ha ölmeyin, bırakın Atatürkçü olsa da Sünniler ölsün.” Tayin dairesine çok adam yetiştirdik. Özellikle okullara çok bizden sınıf subayı gönderdik. Ama PKK’ya karşı bunu yapamıyoruz. Herkes gidiyor. Yine de buraya tayin olanların karargah görevini alması sağlanmalı. Kısaca PKK bizim işimiz değil.”
Pkk birilerinin değil,çoklarının ortak bağları..içte ve dıştaki bu damarlar kurutulmalı ve koparılmalıdır.İçteki kopan damarlar pkk-yı devreye koymaktadırlar.
Pkk taşeron bir firma..sol ve Marksist bir kuruluş..ümit besleyenlerin çıkmaz sokağı, küçük bir adası..menfaatların ortak adı..cuntanın umudu..solun kolu..israilin besilisi..silah tüccarları,uyuşturucu baronları,rejim çığırtkanlarının gelir kaynağı.

MEHMET ÖZÇELİK
22-06-2010




HÜR ADAM

HÜR ADAM
1978 yılında İmam-lığı kazanmış,bir pürüzden dolayı Anakara’ya Diyanet İşleri Başkanlığına gitmem gerekti.
Oraya vardığımızda bir akşam pastanede bulunduğumuzda ilk defa televizyonda bir reklamla karşılaşmıştım.Reklamı heyecan ve sevinç içerisinde seyretmiştim.
Reklamda Cemal Kutay’ın;”Asrımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursi’adlı kitap tanıtılıyordu.
Zihnimde hala unutamadığım,gözümün önünden gitmeyen bir tesir bırakmıştı.
Aradan geçen 32 yıl sonra’Hür Adam’adıyla bir Bediüzzaman belgeseliyle karşı karşıyaydım.
İlk olarak 20 yıl önce ailece sinemaya gitmiş,bazen hüzünlenmiş,bazen düşünmüş,bazen de kriterler yapmıştık.
Kendi kendime N.Fazıl’ın şu şiirini mırıldandım;
Mehmedim başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte
Yarın elbet bizim elbet bizimdir
Gün doğmuş gün batmış,ebed bizimdir.
Film Türkiyede bir kıpırdanma oluşturmuş,derinden dalgalanmalar yaşatmıştı.
Bir kısım ve kesim özellikle galasında şamata yapmış.Aklı olan mücevher yüklü kervana haykırmaktansa,istifade cihetine gitmelidir.Ziya Paşa’nın;
‘Erbabı kemali çekemez nâkıs olanlar, Rencide olur dîde-i huffaş ziyadan”
*Başrolde Mürşit Ağa Bağ Beyin baş rolde oynayacağını duyunca çok sevinmiştim.Çünkü onun çevirmiş olduğu 37 dizilik,’Hakkını Helal Et’dizisini çok sevmiş,hüzünlenmiş,hayran kalmıştım.
Filmin yönetmeni Mehmet Tanrısever ;zoru başardı.Çoktan beri yapılması gerekeni ilk o yaptı.İlki başardı.Binler tebrik ve teşekkürler.
“Hür adam’filminde kendimi buldum.Onda medeniyetin aklını gördüm. Bediüzzamanın ruhuma ruh olduğunun farkına vardım.
Said Nursi bu milletin namusudur.
Değil sadece İslâm dünyası,insanlık O’nun müsbet hareketine,imani hizmetine,gönül davasına muhtaçtır.
Sayın Mehmet Tanrısever yorulmuşluktan ve beklediğini beklide tam şimdilik görememeden dolayı sitemkâr bir tavır sergiliyordu.
Elbette haklıydı.Ancak bu film üç güne 239 bin seyirciyle sınırlanacak, sığdırılacak, hasılat alınacak,neticesi görülecek bir film değildir.Uzun zamana yayılarak değerlendirilmelidir.Zira denizler derin akar,Sessiz çağlar,gür gelir.
Zaman gazetesi genel müdürü Ekrem Dumanlı Beye bir teklifimdir;Şu anki 800 bin abone ve de abone olacaklara ‘Hür Adam’ ve ‘Hakkını Helal Et’ dizisinin Dvd’lerini vermelidir.Bu durum gazetenin hizmetinden geri bir hizmet değildir.
Fethullah Gülen Hoca Efendiye de bir teklifimdir;Referandum için haklı ve yerinde olarak;Gerekirse mezardakileri de kaldırarak oy kullanmalarını sağlamaktan bahsediyordu.
Hür Adam içinde atağa geçmeli,gerekirse mezardakilerine de seyrettirmelidir.
Gerek Mehmet Tanrısever ve gerekse film yapımcılarına şöyle bir teklifim var;
Bediüzzaman Dizi filmi yapılalı.Şöyle ki;
Çocukluk dönemi,Gençlik dönemi,İstanbul Hayatı,Rusyadaki esareti ve savaş dönemi,İsparta Hayatı,Barla hayatı,Eskişehir hayatı,Emirdağ hayatı,Kastamonu hayatı, Külliyatın yazımı ve Tahlili,bütün bunlar ayrı ayrı ele alınıp belgesel ve diziler yapılabilir.
Bazılarınca filmin kasıtlı olarak Atatürkle olan konuşmalarının ön plana çıkarılmaya çalışılması,filmi kısırlaştırma çabalarıdır.Ancak bu da tutmamıştır.
Bugün Bediüzzamanın Atatürkle yaptığı teklifin lüzumu ve önemi geçte olsa anlaşılmış,ihtiyacı görülmüştür.Teşhisin yanlışlığı ve tedavisinin uygun olmadığı daha net görülmektedir.Bir asırlık kavga hep bunların sonucu olup,bahçeyi sulayan suyun mecrasının değiştirilerek kurumasına sebep olunmuştur.
Hür adam,hür toplumdur.
MEHMET ÖZÇELİK
16-01-2011




İÇ DÜŞMAN

İÇ DÜŞMAN

Ordu ve bir kısım savcı ve hakimler kendisine hedef aldığı iç düşman yerine,dış düşmana karşı hedef belirleseydi,bu gün Türkiye de pkk ve de anarşi bu dereceye varmayacaktı.
25 yıldır pkk illetini sahib olduğu tüm donanımlar ve de dünya devletleri içerisinde en çok askere sahib olan tsk-nın –iç düşman-alanından çıkarak,gerçek düşmanının kim olduğunu daha net olarak belirlemesi,onu bunca sürçmelerden ve hazin hale düşen durumlardan kurtaracak,gerçek kimliğine bürünecektir.
Sadece içindeki cuntacılarla mücadele etse yeter…
Erzincan-daki 3.ordu komutanı Ergenekon Terör Örgütü üyesi zannıyla çağrılan Saldıray Berk-in ve diğerlerinin yani camiye,gemiye bomba koyacak olanlar,gayrı Müslimleri hedef alan saldırıların,kafes eylem planlarının hedefindeki kimdir?
İç düşman mı?
Kim o iç-deki düşman?
Cemaatler ve tarikatlar mı?
-Daha net ifadeyle;Said Nursi ve talebeleri mi?Süleyman Efendi ve Talebeleri mi? Fethullah Gülen Hoca ve talebeleri mi?Mahmut Efendi ve müridleri mi,Menzil şeyhi ve müridleri mi?Daha ismini sayamadığım,genellikle siyasete bulaşmamış bu temiz insanlar bu milletin hem asil ve hem de asli üyeleridirler.
Asil olmayıp asıl bu vatanın sahibleri gibi görünenler mi bunları kovacak?
Bağdakini kovma misali!!!
Eğer bahane siyaset ise,çekin kirli ellerini bu ve bu gibi cemaatlardan.
Ve de siyasetle uğraşanlar da şiddete girmiyor ise,varın siyasi rekabetinizi bu milletin üzerinde tepinerek sürdürmeyin…
Bunlar bin küsur yıldır bu vatana hizmet edip,bu vatanın mayası ve de bir gerçeği değil midir?
-Başsavcı etö üyesi adıyla İlhan Cihaner-in de hedefinde kim var?
Terör örgütü diye nitelediği cemaatlar mı?
Ya bugün kendisi ne ile itham edilmektedir?
O halde kimdir terör örgütüne üye olan?
Eğer devlet kurumları özellikle Tsk,Hukuk camiası,Üniversiteler kaybolan itibarlarını kazanmak istiyorlarsa,bir asırdır irtica ile ittiham edip rencide ettikleri,eziyet edip sıkıntı verdikleri yukarıda saydığım değerli cemaat ve mensublarıyla hulus birliği,dost birliği,kardeş birliği yapsınlar..
Geçmişten günümüze yapılan ve kalan lekeler silinmese de hiç olmazsa üstü örtülmüş, mide bulandırmamış olur.
-Halkla didişme,kavga etme,onu düşman addetme,onun inançlarıyla uğraşıp, başörtüsünü engelleme,arasına mesafe koyma gibi davranışlarını terk etmesi gerekir, kurumların ve milleti idare etmeye namzet kişilerin….İsimlerine layık birer kurum olmaları gerekir.
Devlet ve kurumları insanların değerlerinden ellerini çekmeli,uğraşma mecburiyeti hissediyorlarsa değersizlerle ve değersizliklerle uğraşsınlar.

*Acaba çarşaf giyenler,başını örtenler mi din istismarcısı yoksa çarşaflı üyeye ve başörtüsüne karşı çıkanlar mı din dışı ateist istismarcısı ?

*Dini cemaatlerin birbirleriyle hiçbir sıkıntısı yoktur.Olsa bile bu bir iç meseledir kendi aralarında halledebilirler.Cemaatların arasında olan bazı kırıcı durumlar olsa da buda tamamen askeriyenin içindeki cuntanın,hukuktaki köstebeklerin,derin devletin kışkırtmasının bir neticesidir.
Bu cemaatlerin üzerinden harici pis ve kirli eller çekilmiş olsa,birbirlerine daha çok kenetlenecekleri açıktır.Fakat bu güzel hal istenilmemekte,kardeş kardeşe kırdırılmakta ve kırılmaktadır.
Her bir cemaat İslâmın önemli bir boşluğunu doldurmaktadır.Allah hepsinden de razı olsun.
Nitekim; Arif beyin nakline göre Süleyman efendi şöyle buyurmuş: ‘Said Nursi’ye makamını bizzat Resulullah vermiştir.En yüksek dereceye çıkmıştır.Hz.Allah’ın ilham ettiği şekilde yazacak,onun hizmeti de öyle…’
Ve de direk Kur’an-ı Kerim-e hücum edildiği bir dönemde Süleyman Efendi gibi bir zat fedakârane insanlara Kur’anı Kerim-i öğretme çabasına girmiş,sırf Kur’an-ı Kerim-i öğretme amacıyla Ankara-İstanbul arası seyahatlar yapılarak yolda Kur’an öğretme yoluna gidilmiştir.
Ehli tarik bin yıldır İslâmın yayılmasında rolü olan tekkelerin ve toplumun manevi mimarını ve harcını oluşturan erenlerdir.

-Bu feryad tarihin tükürüğünden,gelen neslin tel’ininden ve âhiretteki düşülecek zilletten bir kısım insanı kurtarma düşünce ve gayretidir.
Dünya oyuncaklarıyla heveslerini gidermeye çalışanlar,âhiret yolcularının önünde durmasınlar.Yaşamıyorlarsa da yaşayanlara gölge etmesinler.

*Dindar kesimi siyasetten uzaklaştırmak için yapılan kuruntulu baskılar,maalesef menfi insanların doğmasına,dinin toplumda yanlış anlama ve anlatılmasına sebeb olmaktadır. Mesela;
-Dikkat ediyorum da,dinle pek ilgisi olmayan,yanaşmayan,barışık olmayan,mesafeli duran insanlar;hanımını sekreteriyle aldatan Yaşar Nuri Öztürk-ün yazdığı-Allahla Aldatmak-kitabını istekle ve isteyerek okuyorlar.
Bu bir gelişmemi?
İnşaalah öyledir.Keşke öyle olsa.
Yoksa verdiği ihtilaflardan veya yapıcı değil de yıkıcı ifadelerinden mi?
Zaten onun bahsettiği bazı ihtilaflı konular konuşulmuş,itibar edilmemiş ve de çözüme kavuşturulmuştur.
Neden tekrar?
Bu bir iyi gelişme örneği değil,içten vurma yöntemidir.
Yoksa yeni bir dönem mi başladı?
Nasıl mı?
1970 yıllarında sağ kesimden bir kısım iyi niyetli kimse,kominizmi,sosyalizmi, materyalizmi çürütmek için onların eserlerini okurlardı.
Temennimiz Y.Nuri Öztürk gibilerin eserlerini okumaya çalışan dine küsmüş,dinden uzak kalmış kimseler tenkid amaçlı değil de,öğrenme amaçlı okumuş olurlar.

*Şu hinliğe bakın ki,Fener rum ve azınlık okullarının açılmamasındaki derin devletin hesabı,ona izin verilince din ve ilâhiyat alanında özel okulların açılması,medreselerinde açılmasına izin verme korkusudur.
Cem ibadet yerlerini de açmamadaki gizli düşünce ise,tekke ve zaviyelere izin verme korkusudur.
Yani rum okullarını severek açmayı düşünen ancak açılmaması için çaba gösteren bu insanlar,gizli,derin,çukur devletin hesabı din ve ilâhiyat okullarının ve medreselerin açılmasının da önünü kapatma düşüncesidir.
*Bu insanlar nasıl ölecek?Arkasından,ilâhi mahkemede nasıl sorgulanacaklar? Gerçekten çok düşündürücü ve çok düşünüyorum?
Dün Menderesi katleden cübbeliler,bu günde hukukun içerisinde varlığını sürdürerek hukuku katletmeye çalışmaktadırlar…
Türkiyenin tuzu bozulmaya çalışılmakta!!!
Deri bozulmasın diye tuz dökülür,ya tuz bozulursa???
Südü bozuk olanlar,tuzu da bozdu…

*Kendimle hasbihal ediyorum da..kime güveneceğiz?Bir kaç asırdır hep entrikalarla yaşıyoruz..
Şimdiye kadar böyle olduğunu bilmiyor muydun?Bu yeni bir şey değil ki?
Gizli komite bir asırdır çalışıyor hatta İttihat ve terakkiden beri…
MEHMET ÖZÇELİK
16-06-2010




HÜRRİYYET VE CUMHURİYYET

HÜRRİYYET VE CUMHURİYYET

Hürriyet kelime anlamı itibarıyla serbestlik anlamına da olsa,buradaki serbestlik mutlak manadaki bir serbestlik değildir.
İnsanlar yaratılışlarından itibaren hür olarak dünyaya gelirler.
Analarının hür olarak doğurduklarını,başkalarının ne haddine ki o hürriyeti ondan gasb etsin!
Hürriyet Allah-ın doğuştan insana vermiş olduğu bir ihsan ve hediyedir.
Dinin sorumluluğu,Allah-a karşı yükümlülüğün ana şartı hür olmakla başlar.
Hürriyeti elinden alınmış bir insanın dini bazı yükümlülükleri ortadan kalkmaktadır.Mesela;
Hapiste olan bir insana Cuma namazı farz değildir.
Zekat ve hac ibadetlerini başkaları tarafından vekaletle yapsa da bil-fiil tahakkuk ettirememektedir.
İradesi elinden alınarak,zorla inkâra zorlanan insanın inkâr sözü bir hüküm ifade etmemektedir.
Zira Allah insanın iradesine büyük ehemmiyet vermektedir.
Adeta kâinattaki tüm oluşumları,bir düğme mesabesinde olan insanın iradesine bağlamış,onunla bire bir alakalandırmıştır.
Allah iradeyi esas almış,iradeyi ölçü kabul etmiş,iradenin hükmüne göre hükmetmiştir.

*Asrı saadette hürriyet bunun en parlak dönemini oluşturur.
Efendimizin karşısına çıkan bir elçi titremeye başlayınca Efendimiz ona;telaş etmemesini,Ben Mekke-de kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum,diyerek tevazuunu gösterir.
Bir gün sahabelerin bulunduğu bir ortama bir elçi gelir.Efendimiz de o sırada su dağıtmaktadır.
Gelen kişi;Bu kavmin efendisi kimdir?diye sorunca Efendimiz;
-Seyyidül kavmi hâdimuhum.-sözüyle hem bu kavmin seyyidinin kendisi olduğunu bir yandan bildirirken,diğer yandan da bir kavmin efendisinin o kavme hizmet etmesi gerektiğini bildirmiştir.

*Dört halife dönemi cumhurun seçerek,hürriyet ve cumhuriyet dönemidir.
Nitekim Hz.Ömer yaralanınca hemen başına üşüşen sahabeler,şehid olacağını anlayınca oğlu Abdullahı yerine nasbetmesini söylerler.
Bunun üzerine Hz.Ömer bir evden bir şehid yeter,derken,hem oğlunun kendisine halef seçilmesini sahabenin iradesine aykırı görür ve hem de bu seçimi cumhurun,tüm insanların yapmasını tavsiye eder.

*Hürriyet odur ki;Kişinin ne kendisine ve nede başkasına zarar vermemesidir.
Her insanın hürriyeti,başkasının hürriyetinin bittiği noktadan itibaren başlar.
Veya her insanın hürriyetinin bittiği yerde,başkasının hürriyeti başlamış olur.
Allah-ın sarih olarak affetmediği suç,kendisine ortak koşmaktır.Diğeri ise insanın kendisine emanet olarak verilen hayatını ve canını intihar gibi sebeblerle ortadan kaldırmasıdır.

En büyük hak Allah-ın hakkıdır.İnsanlar üzerine hak olan Hakkın hakkının gözetilmesidir.
Hürriyet de Allah-ın insanlara vermiş olduğu bir hakdır.

*Kur’an-ı Kerim-de on beş yerde insan hürriyeti zikredilmektedir.Meâlen:
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.”
“Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”
Müslüman olmadığı takdirde bir tehdid ve öldürme konusu söz konusu olmamakta,onun inancına saygı gösterilmektedir.
“(Resûlüm!) onlar seni yalanlarlarsa de ki: Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım.”
“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.”
Peygambere düşen ancak ve ancak tebliğ,duyurmak ve hatırlatmaktan ibarettir.Bir zorbalık,bir musallat olma değildir.
“Ortak koşanlar dediler ki: «Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.» Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!”
“Rabbiniz, sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır. Biz, seni onların üstüne bir vekil olarak göndermedik.”
“Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
“Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur’an’la öğüt ver.”
“Artık sen hatırlat. Şüphe yok ki, sen ancak bir hatırlatıcısın. Onların üzerlerinde bir musallat (cebbâr) değilsin.”
“Sen, namaz kılan kulu bundan menedeni gördün mü?”

*Bediüzzaman Hazretleri Hürriyet konusunda şu tesbitlerde bulunur:
” Hürriyet, tenkid vermiş, gururundan dalalet çıkmış.”
“Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir.”
“Evet şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilane şu sözün:
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imha-yı hürriyet;
Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.”
“Madem hükûmet-i cumhuriye, cumhuriyetteki hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmiyor. Elbette dindarlara ve takvacılara da ilişmemek gerektir.”
“Din ve vicdan hürriyetinin hükümran olduğu bir memlekette vicdanî kanaatlerimizden mes’ul olamayız.”
“Evet, ihtilâl-i Fransavîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrib ettiğinden, aşıladığı fikir bilâhere bolşevikliğe inkılab etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette ektikleri tohumlar hiç bir kayıd ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek.”
“Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam.”
“Ey ebnâ-yı vatan! Hürriyeti sû-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın. Zira hürriyet, mürâat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriat ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk eder ve neşvünema bulur.”
“Hürriyeti, âdâb-ı şeriatle takyid ediniz; zira cahil efrat ve avam-ı nâs, kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur.”
“Hürriyeti, sefahete şumulünü men ve âdâb-ı şeriatla tahdit ve avâmın siyaset-i şer’î bildikleri yalnız kısas ve kat-ı yed haddini icra idi.”
“S- Hürriyeti bize çok fena tefsir etmişler. Hattâ, âdeta; hürriyette, insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar etmemek şartiyle birşey denilmez, diye bize anlatmışlar. Acaba böyle midir?
C- Öyleler, hürriyeti değil, belki sefahet ve rezaletlerini ilân ediyorlar ve çocuk bahanesi gibi hezeyan ediyorlar. Zira; nâzenin hürriyet, âdab-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Yoksa, sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir; belki hayvanlıkdır, şeytanın istibdadıdır, nefs-i emmareye esir olmakdır Hürriyet-i umumî efradın zerrat-ı hürriyatının muhassalıdır. Hürriyetin şe’ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.”
“Hürriyet-i şer’iyye ile meşveret-i meşrua, hakiki milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi.”
“Amma hürriyet-i mutlak ise, vahşet-i mutlakadır, belki hayvanlıktır. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarından zarurîdir.”

*Cumhuriyet ile ilgili tesbitlerinde ise:
”Dini dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükûmet lâik cumhuriyete döner.”
“Zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismini vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”
“Madem cumhuriyet prensipleri hürriyet-i vicdan kanunu ile dinsizlere ilişmiyor, elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imanına ve vatanına dahi nâfi’ bir tarzda çalışan dindarlara da ilişmemek gerektir ve elzemdir.”
“Benden sordular ki: Cumhuriyet hakkında fikrin nedir? Ben de dedim: Yaşlı mahkeme reisinden başka daha siz dünyaya gelmeden, ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım isbat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim, bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara veriyordum, ekmeğimi onun suyu ile yerdim. Benden sordular, ben dedim: Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. Cumhuriyetperverliklerine hürmeten taneleri karıncalara veriyorum. Sonra dediler: Sen selef-i sâlihîne muhalefet ediyorsun? Cevaben diyordum: Hulefa-i Raşidîn hem halife hem reis-i cumhur idiler. Sıddık-ı Ekber (R.A.) Aşere-i Mübeşşere’ye ve Sahabe-i Kiram’a elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil, belki hakikat-ı adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mana-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”
“Kur’an, beşeriyete İlahî bir lütuftur. Kur’an, muzaffer cumhuriyetler meydana getirmiştir.”
“İşte ben de yüzer âyât-ı Kur’aniyeye istinaden Kur’anın kudsî kanunlarının yerine, medeniyetin bozuk kısmından anarşilik hesabına ve bir nevi bolşeviklik namına istibdad-ı mutlak manasında, Cumhuriyetteki hürriyet perdesi altında dindarlar hakkında eşedd-i zulme âlet olabilen muvakkat bir rejime, değil yalnız ben, belki bütün ehl-i vicdan muhaliftir. Hem muhalefet, hiçbir hükûmette bir suç sayılmıyor.”

*Hürriyetin olmadığı yerde,kölelik hüküm sürmektedir.
Yani benim istediğim kadar düşünecek,konuşacak,yaşayacak,ibadet edip inanacaksın,zorbalığı uygulanmaktadır.
Köle yarım insandır.
Ahmet Cevdet-in ifadesiyle;-Köle almak,köle olmaktır.”
İslâmiyet bunu kaldırmak amacıyla kefaretlerin bazısında köle azad etmeyi emreder.Cezaları yarı yarıya düşmektedir.
Onların her yönüyle haklarının gözetilmesini ağır bir müeyyide olarak emreder.

*Ferdin hakkı esastır.
Âyette:” Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.”
İnsanlar hukukta eşittirler.
Bir kişinin hakkı hak olduğundan,umuma dahi feda edilemez.
Hak ve Hürriyetin olmadı yerde,Bolşevizm,sosyalizm,kominizm gibi insan dışı yönetimler türeyecektir.
Tam adalet ise,bir ferdin dahi olsa hakkının gözetilmesidir.
Zira hürriyet ile maddi-manevi terakki ve yükseliş,müsabaka gerçekleşmiş olur.

*Batı mutlak hürriyeti uygulayıp hayvani bir hayata girerek,namusları pay- mâl ederken,Rusya gibi ülkelerde hürriyetleri kısıtlayarak insanların duygularına kadar her şeylerini tek elde toplamışlardır.

*Türkiye-deki cumhuriyet ve hürriyet,yeni bir proje getirmemiştir.Tüm hedefi geçmişe aid olan uygulamaların devre dışı bırakılmasına yöneliktir.
Üretime yönelik değil tüketime yöneliktir.
Farklı bir proje ortaya koyup onu geliştirmek değil,geçmişe aid olan uygulamaların kaldırılmasına her şey bina edilmiştir.
Şapka kanunu,harf inkilabı,hilafetin kaldırılması gibi uygulamalar kime danışılarak uygulanmıştır.Halka danışılmadığı gibi,fikir beyan edip karşı çıkanlar imha edilmiştir.
Birinci meclisde bulunan Osmanlı ulema ve temsilcilerinden ikinci devrede kimse görülmemektedir.
Türkiye-deki bir asırlık;-Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir-sözü bir aldatmacadan ibaret kalmıştır.
Ne vakit söz milletin olsa,millet temsilcilerini seçse,bir müdahale ve ihtilalle devre dışı bırakılmıştır.
Türkiye-de gizli bir despot idare hüküm sürmektedir.İnsanların iradelerine pranga vurulmaktadır.
Hürriyet bir kişinin dahi hakkının gözetilmesini gerektirirken,yüzde doksan dokuzu Müslüman denilen Türkiye-de üniversiteye gelmiş bir öğrencinin baş örtüsüne saygısızca ve seviyesizce müdahale edilmektedir.
Bu mudur hürriyet?
MEHMET ÖZÇELİK
19-04-2010




HAYAT FAALİYETTİR

HAYAT FAALİYETTİR

-Hayat;kâinattan süzülmüş bir hülasadır.
-Kâinatın özü ve özeti hayatta saklıdır.
-Hayat ile her şey bilinir ve anlaşılır.
-Hayat kâinatın ruhudur ve nurudur.
-Hayat,bir faaliyet ve harekettir.
-Hayatın olmaması,varlığın hakiki varlık seviyesine çıkamamasıdır.
-Hayatın en önemli yüzü,Allah-ın isimlerine bakması cihetidir.
-Hayat;Esma-i ilahiyeyi gösteren bir nur ve bir aynadır.
-Hayatı sevmek,hayatı veren Allah adına sevilir.
-Gerçek hayat,ahiret hayatıdır.
-Hayat,bedenden ziyade,ruhun hayatıdır.
-Hayat büyük bir nimettir.
-Hayat,ezeli değil ancak Allah-ın ebedi kılmasıyla ebede namzettir.
-Allah-ın hayatı,ezeli-ebedi ve vacib bir hayattır.
-Hayatın üç derecesi vardır:Adem-imkan-vücub.
-Adem;yok olup,varlığı söz konusu olmayan.
İmkan;Varlığı da yokluğu da mümkün ve imkan dairesinde iken,Allah-ın iradesiyle varlık ciheti ağır basmasıyla,vücuda çıkmasıdır.İnsan ve diğer varlıklar gibi…
Vücub;Yokluğu imkansız,varlığı kesin olan Vacib-ul Vücud yani varlığı kesin olan Allah.
-Hayatın hayatı ise imandır.İçinde iman olmayan hayat mezarı müteharriktir.. uyur gezerdir.ölü hayatlılardır..
-Fani olan hayat,iman ve amel-i salihle ebedileştirilir.
-Hayat kadar önemli olan,hayatın korunması ve korunması için alınacak tedbirlerdir.Kısasta hayat vardır,hakikatı,hayata hizmet içindir.
-“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.”
-Bazen hayatların varlığı ve devamı,hayatın yokluğuna ve ölümüne bağlıdır.Tıpkı tohumun çürümesiyle bir çok hayatlara hayat kaynaklığı yapması ve insanın ölümüyle yeni bir hayata geçişi gibi…
-Hayatta terakki vardır.Hayat sürekli yükseliştedir.
-En büyük hayat,peygamber hayatıdır.
-Hayat faaliyetiyle aşamaları aşmaktadır.Anne karnındaki hayattan,dünya hayatı,kabir hayatı,ahiret hayatı gibi…
-Dünya hayatı ise Kur’an-ın ifadesiyle,bir oyun ve eğlenceden ibaretdir.
-İnsanlık yükseldikçe,hayatta yükselir.
-Bitkisel hayat-hayvani hayat-insani hayat..birbirini tamamlayan hayat mertebeleridir.
-Sözde hayattır.”Ve nefahtü fihi min ruhi”’O na ruhumdan üfledim.’
-Peygamber Efendimizin 14 asır önce söylemiş olduğu bir söz,bir çok ölmüş kalblere hala hayat olmaktadır.Hala canlılığını ve dirilticiliğini sürdürmektedir.
-“Sana hayatı veren hayy-ı kayyuma göre hayata bak.”
“Hayatı veren de ölümü veren de odur. geceyle gündüzü değiştirmekte ona mahsustur. Hayatı veren de odur ölümüde. “
“İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.
Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür’atle giderken ‘Temurru meres sahab’- “Bulutların geçişi gibi geçip gider.” -âyetini okuyor. Sefine-i arz sür’atle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh, o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firâkın elemi, telâki lezzetinden ağırdır.”
“Mülk Allah’ındır; sende emaneten duruyor. O emaneti ibka edip senin için muhafaza edecek. Sende kalırsa, meccânen zâil olur, gider.”

*Hayatımızı yaşayalım?
Ancak hayat yaşanmak içindir,harcanmak için değildir.Hayatı yaşarken,harcamayalım.
-Bütün alemi bir şahsiyette toplamak,Allah’ın kudretine zor değildir.
-Hayat bir fabrikadır.Bir çok hayatları içerisinde üretmektedir.
-“ hayatın bir kelime-i mektubedir, kalem-i kudretle yazılmış hikmet-nüma bir sözdür; görünüp ve işitilip, esma-i hüsnaya delalet eder.”
Hayatın bir kalemdir,sürekli yazıyor.
-İnsan bir gemiye benzerse,hayat onun hareketidir.Ruh onun kaptanıdır.Nefis onun kazan dairesidir.Akıl onun dümenidir,pusulasıdır.Beden onun iskeletidir. Deniz onun hayatıdır.
-“Hayat, kesrete bir vahdet verir, ibka eder; hayat gitse dağılır, fenaya gider.”
Hayat,hayattaki dağınıklıklara bir birlik verir,onlara maya olur,bir araya getirir.Tıpkı farklı özelliklerden oluşan insan vücuduna hayat girince,hepsi birbirini tamamlayıcı mahiyette bir birlik oluşturur ve bir-e hizmet eder, dağılmaktan kendini korur.
-Hayat kâinatın neticesi ve mahsulüdür.
MEHMET ÖZÇELİK
17-03-2010




HAYIRLISINI İSTEMELİ

HAYIRLISINI İSTEMELİ
Epey sıkıntılıydı.Sıkıntısı kendisinden değil,başkasının kendisine verdiği sıkıntıdandı.
Kefil olanların düştükleri sıkıntıları duymuştu,fakat gene de kıramayacakları insanların kendisine teklif etmesini geri çevirememişti.
Nitekim babası bile muhtar bürosunun yanına açılan büyük halıcı dükkanının sahibini önceden tenbihlemiş,sana gelen müşteriler beni kefil gösterirlerse,o elli kişiye kefil oldu,de kabul etme.Öyle de olmuştu.
İyi de olmuştu fakat buna rağmen gene de kefilliğin sıkıntısından bir türlü kurtulamamıştı.
Kefil olduğu kişi ödemesini yapmamış,orayı bitirmeden bir başka bankadan daha para çekmiş,uyarısı üzerine haberi olmadan tüm resmi işleri ondan habersiz yaparak bir üçüncü bankadan ikisinin toplamı kadar daha para çekerek onu da kefil yapmıştı.
Bankanın imza atmak üzere kendisini çağırması üzerine bir yol denemişti.
Bankaya telefon ederek kendisini müstear bir isimle milli eğitimden üst bir yönetici olarak tanıtmış,bazı öğretmenlerin birkaç bankadan para çekerek ödeme yapmadıklarını ve bankaları da zor duruma düşürdüklerini hatırlattıktan sonra,size bu anlamda müracaatta bulunanların adlarını bize söyler misiniz,dediğinde adları teker teker sayan memure hanıma kendi ismi gelince,o kişiye vermemelerini,ödeyemeyip kendilerini zor durumda bırakacak kişi olduğunu söyleyerek,birde onlar tarafından teşekkürlerle kurtuluşunu sağlamıştı.
Ama yakası bir türlü kurtulamamıştı.Bu sefer son sefer olarak kefil olması istendiğinde,eğer ben kefil olursam,hanımım beni kesin boşar.İstersen olayım,dediğinde insaflı olan muhatabı onu bırakmıştı.
Belli ki çok dertliydi.Hep hala devam etmekte olan bu borçların hayaliyle yatıyor,ayları iple değil,adeta zincirle çekiyordu.
Uzunca anlattığı bu dertler bitmeden dedesinin babasına kadar uzandı.
Dedemin babası ağa ve gayet zengin biriydi.Tek eksiği çocuğu olmamasıydı.Pek hayırlı bir kimse de değil,içer,namazını kılmaz ancak orucunu tutan birisi idi.
Bir gün kız kardeşi kendisine gelerek;abi sen ölünce senin tüm malların benim oğullarıma kalacak,sözü yarasına sürülen biber olmuştu.
İyice dolmuştu.O beldenin en yüksek dağına çıkıp,elini Allah’a açarak şöyle yalvarmaya başlamıştı;
Allahım bana bir erkek evlat ver,ne olursa olsun,isterse hayırsız olsun.
İçten bir dua etmişti.Hayatında hiç bu kadar içten dua etiğini hatırlamamıştı.
Gerçekten de bir erkek evladı oldu ancak hayırsız biri oldu.Babasının malını kız kardeşinin çocukları değil,o yedi.
Dedesinin de bir müddet çocuğu olmadı,uzun zaman sonra kendi babası olacak kişi dünyaya geldi.
Dedesinin babası nasıl bir dua etmişti ki,babası da samimi bir insan olmasına rağmen o da genel havaya uydu,uzun bir süre kafası bir türlü uyanmadı.
Bazen sıkıntıya düşünce eskiye dönme genleri depreşiyor,kendisini zor tutuyordu.
Bu gidiş bizlerde son bulur mu diye düşünürken,bir gün kardeşinin hanımı arar.Abilerini dert küpü olarak bildiklerinden,her halde karnı da geniş olup her şeyi içerisine aldığından olsa gerek,o da derdini buna açar.
Abi,kardeşin iki haftadır namaz kılmıyor,namazı bıraktı.
Kardeşiyle görüşür ve sebebini sorar.
Kardeşi kendisine borçlarının olduğunu,bundan dolayı loto oynamak için namazını kıldığını,birinde üçü yakalayıp,altıyı bulacağını söyleyerek,namazla lotoyu bir arada yürütmenin doğru olmayacağını düşünmüş olsa gerek ki,ondan dolayı bıraktığı bahanesini öne sürer.
Canı sıkılan abi,o zaman bir de içki içmeye başla,belki zengin olursun,lotodan altıyı kazanırsın.
Birde olay anlatır;Agop tüm dindaşları zengin ve refah içerisinde yaşarken kendisi gayet fakir bir hayat yaşamaktadır.
Bunun sebebi kendisine sorulduğunda şu cevabı verir;
Benim arkadaşlarım Müslüman olduğundan dolayı der.
Hızını alamayan abi bu sefer,madem öyle kiliseye git,papaz hristiyan olanlara dört yüz dolar veriyormuş,onu alırsın.
Abinin bu sert çıkışları netice verir ve kardeş namaza yeniden başlar.
Hayatın içinden,ibretlik hayatlar…
MEHMET ÖZÇELİK
11-12-2010




HİKMET VE FELSEFE

HİKMET VE FELSEFE

Hikmet;her şeydeki ince,hassas noktayı araştırmak..hakikata ulaşmak..eşyanın üzerindeki perdeyi aralamaktır.Her şeyin bir değil belki binlerce maslahat için yaratılmış olduğunu akıl ve kalb ortaklığıyla ortaya koymaktır.
Kur’an-ı Kerim-de:” Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.”
Hikmet ilmin özü ve hakikatır.
Hikmetin hakikatı ise;Takvadır.
Hadisde:”Re’sul hikmeti mehafetullah”-Hikmetin başı Allah korkusudur.
Takva ise birinci derecede günahlardan kaçınmaktır.İkinci derecede Salih amel işlemektir.Burada nazara verilen sevab işlemekten ziyade,günah işlememektir.Zira günahtan kaçınan ve uzaklaşan bir kimse Allaha ve Allahın razı olduğu şeylere yaklaşır.
“Elbette nefsini temizleyip parlatan kurtulmuştur.”

Felsefe ise;Hikmetin aksine eşyanın zahirine dalar,hakikatı bulamaz hatta bulmaz.Zira hakikatı bulduğu an felsefe yapamayacağını düşünür.
Felsefe karanlıkta bir şeyleri arayıp bulmaya çalışır.
Felsefe marifet düğmesinin ışığına basmadan karanlık odada bir şeyler aramaya çalışır.
Veya körlerin fili tarif edişi gibi,gözünü kapatarak bir tanımlama içerisine girer.
Hikmet kalbi esas alırken,felsefe aklı esas alır hatta kalble barışık değildir.
Felsefeci Konçarov-un deyimiyle:“Felsefe Dinin huzursuz kardeşidir. Din kendi gerçeğini bulur ve huzura kavuşur. Felsefe hiçbir zaman huzura kavuşmaz. Çünkü bulduğu her gerçekten sonra bir soru daha sorar.”
“Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.”
Felsefe tanımında ilmi araştırmak ve sevmekle kalıp,ilmi hakikata basamak yapmaz. Belki eşyaya mana-yı ismiyle bakmayı hedefler.Yani eşyaya sırf eşya olduğu için bakar. Eşyanın yaratılışındaki hikmet,fayda ve maslahatı görmez.
Mesela bir zencinin siyahlığını irdeler,belki bir dane bulacağım diye tavuk gibi toprağı deşeler fakat ondaki ilâhi fırçayı görmez.
Hikmet ise,her şeye mana-yı harfiyle bakar yani yaratıcısını gösteren bir âyet ve alamet olarak değerlendirir.
Felsefe bu özelliğindendir ki;kör ve topal olarak hareket eder.
Önemli olan akıl ve kalbin birleştirilmesidir..barıştırılmasıdır.
Bediüzzamanın ifadesiyle:” Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.”
Felsefe şüphecidir.Önce yara açar sonra tedavi etmeye çalışır.
Nefsi fir’avunlaştırarak,ilâhla eş değerde değerlendirir ve nefse bunu verir.
Fir’avun gibi:” Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.”
Bediüzzaman felsefenin dilini şöyle tanımlar:” “Serseri felsefe lisanı ile…
“Şeytanlaşmış felsefe lisanıyla…..
“Firavunlaşmış felsefe lisanıyla….
“Tuğyan etmiş felsefe lisanıyla…
Felsefenin tanımı kısa ve kısırdır.Mesela insanı tanımlarken;”El İnsanu hayvanun nâtikun”-İnsan konuşan bir hayvandır..yani bir canlıdır.
İlâhiyatta felsefe hocamız içeriye girer girmez tahtaya dönüp bunu yazmıştı.Oradan bir öğrencide kendisine;-Hocam siz hayvan mısınız?dediğinde hocanın yüzü kıpkırmızı olmuş,hiç ses çıkarmamışdı.
Burada o arkadaşın söylediği söz ne kadar sakat ise,felsefenin ve felsefecinin insan tanımı da en az o kadar sakattır.
Böyle külli,okyanus mesabesindeki bir varlık olan insanı bir bardağa sıkıştırmaya çalışmak gibidir.
Büyük zatlar felsefedeki bu zevkten dolayı hayatlarının ilk dönemlerinde felsefeyle iştiğal etmişlerdir.Bediüzzaman ve İmam-ı Gazali bunlardandır.
İslâmın hüccet ve delili olan İmam-ı Gazali hayatının ilk dönemlerinde felsefeyle uğraşmış iken,daha sonra bunu bırakmış ve de –Tehafutu Felasife- yani Felsefenin Tutarsızlığı adlı bir eser yazmıştır.
İbnü Rüşd-de onun bu eserine;-Tehafutu tehafutu felasife-yani Felsefenin tutarsızlığının tutarsızlığı adıyla bir tenkidde bulunmuştur.
Bu gün bir çocuğa bile âhiret konusunda sorsanız,tatmin edici olmasa da,tenkid edici olmayan bir cevabı alırsınız.
Oysa koca İbni Sina gibi bir dahi,âhiret konusunda; –
Yani –Haşir akli mikyas ve ölçülerle ölçülmez.”deyip pes etmiştir.
Koca Eflatun âhiret ifadesinin yerine geçecek,kendisince ürettiği bir İdeler Alemi ile âhireti tanımlamaya gitmiştir.Yani tam bilemediği âhiret alemini hissettiği şekilde ifade etmeye çalışmıştır.

-Bir önemli anekdotu anlatmakta yarar vardır:
1982-83 Eğitim ve Öğretim yılında Türkiye-deki tüm İslâm Enstitüleri ve Erzurum-daki İslâmi İlimler Ankara-daki İlâhiyata tabi olarak hepsi İlâhiyat oldu.İsmi yükseldi ancak kalitesi düştü.Felsefe ağırlıklı oldu.
Öğretim görevlilerinin rütbeleri yükseldi, şimdi hepsi profesör oldu.Fakat seviyede önemli çapta düşüş oluştu.
Bu arada İslâmın kabul ettiği hikmet ise verilmedi..felsefenin yerine ikame edilmedi.Böylece tefekkür edip takvada bulunan bir kişi olarak değil,adeta dinler tarihi öğrenmiş ve de öğretmeye çalışan bir eleman olarak yetiştirildi.
Bir de Liselerde okutulan dersler öğrencilerde şüpheden başka vereceği ruha ruh olacak,hayata hayat katacak bir ders değildir.
Nitekim Kenan Evren bile Lise 1.sınıf kitabını tenkid etmiş,İslâmiyetle ilgisinin olmadığını belirtmişti.
Girdiğim felsefe derslerinde kelâmı işliyor,Allahın marifeti açısından dersi anlatıyordum.
Eğer liselerdeki felsefe öğretmenleri manevi yeterliliği yoksa,derin bir bilgiye ve sorumluluğa sahip değilse,vereceği bir şey olmadığı gibi,alacağı çok şeyler vardır.

Bediüzzaman felsefeyi şöyle özetliyor:
”Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müdhiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır.”
“Ehl-i felsefe istib’ad ile inkâra gider.”
“ Sual: Eğer dense: Neden en çok misalleri çiçekten ve çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?
Elcevab: Çünki onlar hem mu’cizat-ı kudretin en antikaları, en hârikaları, en nazeninleridirler. Hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.”
“Amma ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise; huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatın yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin hurufatına “mana-yı harfî” ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken; öyle etmeyip “mana-yı ismî” ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış”a bedel, “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip, kendisine müştekî eder. Evet dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir…”
“Felsefenin hâlis bir tilmizi, bir firavundur. Fakat menfaati için en hasis şeye ibadet eden bir firavun-u zelildir. Her menfaatli şeyi kendine “Rab” tanır. Hem o dinsiz şakird, mütemerrid ve muanniddir. Fakat bir lezzet için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Şeytan gibi şahısların, bir menfaat-ı hasise için ayağını öpmekle zillet gösterir denî bir muanniddir. Hem o dinsiz şakird, cebbar bir mağrurdur. Fakat kalbinde nokta-i istinad bulmadığı için zâtında gayet acz ile âciz bir cebbar-ı hodfüruştur. Hem o şakird, menfaatperest hodendiştir ki; gaye-i himmeti, nefs ve batnın ve fercin hevesatını tatmin ve menfaat-ı şahsiyesini, bazı menfaat-ı kavmiye içinde arayan dessas bir hodgâmdır.”
“Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’aniyenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler:Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, “kuvvet” kabul eder. Hedefi, “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı, “cidal” tanır. Cemaatlerin rabıtasını, “unsuriyet, menfî milliyeti” tutar. Semeratı ise”hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hacat-ı beşeriyeyi tezyid”dir. Halbuki kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatın şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür… İşte bu hikmettendir ki, beşerin saadeti selb olmuştur.”(Sözler 132)
“Kur’andadır hak hikmet, isbat ederim, muhalif felsefeyi beş paraya saymam.”(Sözler 206)
“Eğer desen: “Acaba neden Kur’an-ı Hakîm felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesaili mücmel bırakır, bazısını nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avamı taciz edip yormayacak bir suret-i basitane-i zahiranede söylüyor?
Cevaben deriz ki: Felsefe, hakikatın yolunu şaşırmış onun için….
Kur’an-ı Hakîm şu kâinattan bahsediyor, tâ zât ve sıfât ve esma-i İlahiyeyi bildirsin. Yani bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın.” (Sözler 243),Mektubat.205,Mesnevi-i Nuriye.232.
İşte diyanet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum suretini alıp, şirk ve dalalet zulümatını etrafına dağıtır. Hattâ kuvve-i akliye dalında; Dehriyyun, Maddiyyun, Tabiiyyun meyvelerini, beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gazabiye dalında; Nemrudları, Firavunları, Şeddadları beşerin başına atmış. Ve kuvve-i şeheviye-i behimiye dalında; âliheleri, sanemleri ve uluhiyet dava edenleri semere vermiş, yetiştirmiş. O şecere-i zakkumun menşei ile silsile-i nübüvvetin ki bir şecere-i tûbâ-i ubudiyet hükmünde bulunan o silsilenin, küre-i zeminin bağında mübarek dalları: Kuvve-i akliye dalında enbiya ve mürselîn ve evliya ve sıddıkîn meyvelerini yetiştirdiği gibi.. kuvve-i dafia dalında âdil hâkimleri, melek gibi melikler meyvesini veren ve kuvve-i cazibe dalında hüsn-ü sîret ve ismetli cemal-i suret ve sehavet ve keremnamdarlar meyvesini yetiştiren ve beşer nasıl şu kâinatın en mükemmel bir meyvesi olduğunu gösteren o şecerenin menşei ile beraber ene’nin iki cihetindedir. O iki şecereye menşe’ ve medar, esaslı bir çekirdek olarak ene’nin iki vechini beyan edeceğiz. Şöyle ki:
Ene’nin bir vechini nübüvvet tutmuş gidiyor; diğer vechini felsefe tutmuş geliyor.
Evet Nemrudları, Firavunları yetiştiren ve dayelik edip emziren, eski Mısır ve Babil’in ya sihir derecesine çıkmış veyahut hususî olduğu için etrafında sihir telakki edilen eski felsefeleri olduğu gibi; âliheleri eski Yunan kafasında yerleştiren ve esnamı tevlid eden felsefe-i tabiiye bataklığıdır. Evet tabiatın perdesi ile Allah’ın nurunu görmeyen insan, herşeye bir uluhiyet verip kendi başına musallat eder.”
“İşte felsefenin şu esasat-ı fasidesinden ve netaic-i vahîmesindendir ki: İslâm hükemasından İbn-i Sina ve Farabî gibi dâhîler, şaşaa-i suriyesine meftun olup, o mesleğe aldanıp, o mesleğe girdiklerinden; âdi bir mü’min derecesini ancak kazanabilmişler. Hattâ İmam-ı Gazalî gibi bir Hüccet-ül İslâm, onlara o dereceyi de vermemiş.”
“Said Nursî, Eski Said tabir ettiği gençliğinde felsefede çok ileri gitmiştir. Garbın Sokrat’ı, Eflatun’u, Aristo’su gibi hakikatlı feylesofları ve şarkın İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farabî gibi dâhî hükemalarından felsefe ve hikmette Kur’an-ı Hakîm’in feyziyle çok ileri geçmiş ve Kur’andan başka halâskâr ve hakikî rehber olmadığını dava etmiş ve Risale-i Nur eserlerinde isbat etmiştir. Bu hakikatlarda şübhesi olan olursa, Üstad âhirete teşrif etmeden bizzât şübhesini izale edebilir.”
“Ta’likat namındaki te’lifatı, Mantık’ta bir şaheserdir. Hem mümtaz ve hakperest ve hakikatbîn bir dâhîdir, hem Kur’anla barışık müstakim felsefenin hakikatperver bir feylesofudur, hem nazirsiz bir sosyolog içtimaiyatçı) ve bir psikolog (ruhiyatçı) ve bir pedagog (terbiyeci)dur, hem daima hakikat terennüm etmiş ve eden, yüksek ve emsalsiz ve dâhî bir müellif ve edibdir.”
MEHMET ÖZÇELİK
25-06-2010