REFERANDUMDA KAYBEDEN KİM OLDU?

REFERANDUMDA KAYBEDEN KİM OLDU?
Evvela referandumda kazanan millet oldu.Milletten gasbedilen kişilik, özgürlük,maddi zenginliğin yeterli olmasa da yeniden alınması adımıdır.
Millet meclisinde bulunan ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’sözünün ilk defa bir nebzede olsa gerçekleşmesi için atılan adımdır.
12-Eylül-2010 referandumu tüm engellemelere rağmen % 60’lık bir oy ile milletin iradesinin tecelli etmesidir.Millet bilinçli hareket etmiş,aydın geçinen karanlıktakilerden daha aydın davranmıştır.
Seçimlerde olduğu gibi sahiller yine aynı taassubu,körü körüne parti bağnazlığını tescillemiş oldu.
CHP çok önemli çapta olmasa da kendini muhafaza etmede zorlandı,müzmin muhalef yönünü devam ettirme kararını vermiş oldu.
Milletin kendisine olan güvensizliği,tutarsızlığı,genel başkanın milleti hayır için sandığa gönderirken,kendisine hayır demek nasib olmadı.Müslüman kadınları rahibeye benzeten afişleri ile hem Müslüman ve inançlı insanları her zamanki gibi yaraladı,bir de hristiyan ve rahibelere de bilinçsizce hakaret ettiğinin idrakine varamadı.Çarşaflılara rozet takarken,diğer yandan çarşafları yırtması,yıllardır milletin değerlerini hep göz ardı etmesi,eski genel başkanı Deniz Baykal’ın sekreterini terfi ettirerek milletvekili yapıp daha sonra onunla beraber olan uygunsuz görüntüleri,pkk’lıları affetme vaadleri gibi asırlık gaflar,milletin kendi iradesiyle bu partiyi iktidar yapmayacağını ve sürekli değişime kapalı olduğunu göstermesi bu hastanın asla iyileşmeyeceğini kesin hükme bağlamıştır.
Ancak referandumun kaybedeni MHP olmuştur.Özellikle yönetim kadrosu. Kimlerle durduğuna ve beraber olduğuna bakmadan,eski ve yönetilenlerin hassasiyetini göz önüne almadan sayın Devlet’in derin devletle beraber hareket etmesi önceki yazımızda belirttiğimiz gibi,’Hangi Milliyetçilk’ sözünü doğrulayarak,milliyetçilikle bağdaşmayan bir yola girmiştir.
Bu da yetmemiş gibi verdiği beyanat ondan daha büyük talihsiz ve karanlık bir beyanat olmuştur.
“’Türkiye tehlikelerle dolu karanlık döneme girmiştir. En erken sürede genel seçimlere gidilmeli’ derken ‘Baskı, rüşvet gibi yöntemlerle bu sonuç ortaya çıkmıştır.’ dedi..”
Diğer partilerin durduğu yerler belli idi.Onlar her zamanki gibi yapması gerekeni yaptılar.MHP ise durduğu yer ile yaptığı fiil arasında bir uçurum oluştuğundan kopmalara ve kırılmalara kapı açmış oldu.İş bununla kalmayacak en azından içte kendisini genel bir sorgulama başlayacak,kırılmalar devam edecektir.
MHP’de baş ile ayak birbirine uymamaktadır.Üst altı temsil etmemektedir.
Milletin değerlerinden uzaklaşan bir MHP,yıllardır mücadele ettiği CHP ile ortak hareket eden bir parti görünümü ortaya çıkmaktadır.
-CHP’nin niyeti ve tavrı açıktı.
Berhan Şimşek günah (mı )çıkarıyor.
Minyeli Abdullah filminde baş rol oynayan ve de çok güzel oynayan vekil,
Şimşek’den ‘kavga edin’ emri! / VİDEO
CHP İstanbul İl Başkanı Berhan Şimşek’den şaşırtan sözler. Sanatçı kimliği ile bilinen ünlü sinema oyuncusu Şimşek, teşkilat mensuplarına ‘referandum günü gerekirse kavga edin, nezarette yatın’ talimatı verdi.
Kimide ergenekondan medet ummaya,o gelirse ben bir yerlere gelirim ümitleriyle hareket edildi.Onlarda ortada kaldı.
Kimileri darbelerden ümit besleyerek kabul edilmemesi için gayret gösterdi.
Neden darbe olmuyor?Evvelden ne güzel uyuşturucu taciri Ali Kalkancı, gazinodan devşirme Fadime Şahin ile bu işler bitiriliyordu.
Ya şimdi?Daha fazlası yapılıyor Heronların komutanlarca düşürülme veya koordinatlarını bozma olayı çünkü fazlaca pkk-lı vurulmaktaymış,faili meçhuller, balyoz,darbe senaryoları,kaoslar,andıçlamalar,içten ve dıştan desteklere rağmen eskisi gibi bir türlü olmuyor.
Toplum mu değişti,bizim işlerin mayasında bir bozulma mı var?
Böylece referandumla toplum asaletini gösterdi,Her zaman olduğu gibi bir çok yapılması gerekenlerin mesajını ve sinyallerini vermiş oldu.
Milletimize hayırlı olsun.
MEHMET ÖZÇELİK
13-09-2010




SUN’İ GÜNDEM

SUN’İ GÜNDEM
*1970-lerin alttaki,hem sağdan ve hem de soldan,öğrenci veya halktaki sağcılık solculuk kavgaları şimdilerde yukarıya taşındı.Artık kavga ettirenlerin foyası meydana çıkınca alttakiler çekildi. Şimdi onlar kavganın içine girdi.Hukuktaki kirlenme,bin yıldır islâmın bayraktarlığını yapan ordudaki kirlenme ve kirletme,bürokratların kavgaları ve ayak oyunları çarşaf çarşaf piyasaya çıkmakta, kirli ve toplumu kokutan pis kokularıyla mide bulandırmaktadır.
*İstiklal harbinden önce Bursaya gelen yunan komutanı türbeyi tekmeleyerek: —”Kalk ey Osman!Kavmini kurtar.’
-1.dünya savaşından sonra Fransız general Garo Şama girdiğinde Selahaddinin türbesinde alaycı bir tavırla:”Ey Selahaddin!Haçlı seferleri şimdi bitti,işte biz döndük.’
* Mevlana ne güzel söylemiş;
Bir laf işittiğimde;
Önce Lafa Bakarım Laf mı Diye
Sonra Söyleyene Bakarım Adam mı diye.
Zira biz bir ölür bin diriliriz.
-Şimdi ise sıra İran’daki Alparslanın kabrinde…
*Osmanlı baştan 1.dünya savaşına girmediği halde,almanyanın başaracağını düşünerek,galib devletler arasında yer aldı.Bir diğer sebep ise,balkanlarda ve tarblusgarpta kaybettiklerini geri almaktı.Ancak hiçte düşündüğü gibi olmadı bilakis eldekilerini de düşmanın paylaşım hesabı sonucu kaybetmiş oldu.
İşte sevr anlaşması da böyle başlamış oldu.
Sevrden beri İngiltere bir Ermenistan veya Kürdistan devleti kurmak amacıyla bunları tahrik etti.
Sevr maddi yıkılışımız,Lozan ise manevi yıkılışımız oldu.Biri dışarıdan diğeri ise içeriden yıkma politikası olarak oynanmıştır.
Sevr lozanın kapısını açmıştır.
İngilizlerle imzalanan Mondros anlaşmasıyla da bitişimizi yani vatanı İngiliz, Fransız, İtalya ve yunana teslim etme sözleşmesini imzalamış olduk,aldandık.Düşmana güvendik,ingilizin siyasetine yenik düştük.
Avrupa birliğinin tüm hedefi şurada odaklanmıştı:” “… Ne yapıp edip
İslam devleti olan Osmanlı yıkılmalıdır. Çünkü Osmanlı git gide genişliyor ve bundan
dolayı ortadan kalkması gerekiyor”
Kazım Karabekir, Sevr anlaşmasını imzalayanları vatan haini ilan etmek için verdigi önergede:
“… Vatansız ve vicdansız üç serserinin yine kendileri gibi millet ve vatanla
alakası olmayan birkaç kişi namına sulh muahedesini imza ettiklerini ajansta gördük
mücadele-i milliyemizde daha büyük azim ve iman ile devamını tekiden ahdettiğimizi
arz eyleriz. İstanbul’da teşekkürünü evvelce duyduğumuz şura’yı saltanatta Türkiye’nin
hayat ve mevcudiyetini söndüren bu zulüm muahedesinin imza edilmesine karar veren
esamisi malum eşhasını ve muahede- nameye vaz-ı imza edenlerin hıyanet-i vataniye ile
itham olunması ve hakların hükm-ü gıyabi verilmesini ve bu vatansızların isimlerinin
her yerde lanetle yadedilmesini ilan ve temin olmasını arz ve teklif eylerim”dedi.
Vermis oldugu önerge kabul edilmisti.”
*” Simavi, Sertel’in anılarını MİT’e verdi
Sipahioğlu: Zekeriya Sertel, bana verdiği beyanatta “Ben komünist değilim” demişti
Gökşin Sipahioğlu, kariyerinde önemli bir yer tutan Zekeriya Sertel röportajı için “İçimde yara olarak kaldı.” diyor. Cumhuriyet dönemi Türk siyasi tarihinin en önemli figürlerinden Zekeriya Sertel’in bilinenin aksine komünist olmadığını, Sovyetler ve komünizm ile ilgili olumsuz düşünceler içeren anılarını yazacağını fakat buna fırsat verilmediğini belirterek, “Eğer o röportajlar yayımlansaydı sol yükselişe geçemez, belki de darbelere giden yol açılmazdı.” diyor. Sipahioğlu, kızıyla Rusya’dan kaçtıktan sonra üzerinde tek bir ceketle Paris’e gelen Sertel’le röportajlar yaptığını anlatıyor: “O sırada Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Rusya gezisine ben de Hürriyet adına katılacaktım. Sertel bana Bakü’deki evinin anahtarını verdi; dolaplara sakladığı notları, filmleri, fotoğrafları ve paltosunu getirmemi istedi. Aralarında Nazım Hikmet’in hiç yayımlanmamış fotoğrafları da vardı. Dönüşte dediklerinin hepsini getirip İstanbul’da Erol Simavi’ye teslim ettim, paltosunu ise kendisine götürdüm. Çünkü Sertel, Hürriyet’e Rusya anılarını yazacaktı. O sırada MİT’ten bazı adamlar geldi, sonunda bu anılar yazdırılmadı. Belgeleri, filmleri ve Sertel’in anılarını Erol Simavi o zaman MİT’e verdi. Komünizmin gerçek yüzünü açıklayan bu anılar büyük olay yaratacaktı. Sertel Türkiye’ye gitti, havaalanından çevirip geri gönderdiler. O zaman da Fransa’daki eski komünist arkadaşları çevresine toplanıp onunla alay etti. Sertel bana verdiği beyanatta, ‘Ben komünist değilim.’ demişti. Bence Sertel’i Türkiye’ye sokmayan kafa KGB kafasıydı. Bu olaydan sadece komünistler ve Rusya faydalandı. Türkiye’de aşırı solun yükselmesi o tarihten sonra başladı. Eğer 1969 Türkiye’sinin solcuları Zekeriya Sertel’in SSCB anılarını okuyabilselerdi, Türkiye’de sol yükselmeyecek, onu ezmek için darbelere ihtiyaç kalmayacaktı. Zavallı adamcağız burada gömülü kaldı.”

*İsrailliler Suriye ve iran savaşını ısrarla istemekte ve bir boşluk kollamakta ve başta Amerika ve Avrupa ülkelerini kışkırtmaktadır.Zira o kavgadan daha fazla fırsattan istifade ile yayılmacılığını sürdürmek istemekte,Filistinlileri toptan imha ve sürgüne yollama ortamını oluşturmak istemektedir.İsrail yayılmacılığını kaos ve savaş üzerine bina etmiştir.Ayıplarını ve zulmünü bunlarla örtmeye çalışmaktadır.
Filistini israile teslim eden İngiliz,zulmüyle arşı titreten İsrail,suskunluğuyla zulme şerik olan arap ülkeleri kıyametin kopmasını hızlandırmakta,zilletlerini arttırmaktadır.

*Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâmdır.
İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.
Halk Partisi ise: Hakikaten acip ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı memurlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütün cinâyatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletildiği halde, Demokratlara bir cihette galip hükmündedirler. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acip cinayetlerle ve kendinden olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber bana yapılan muamelelerinden hissettim ki, bir cihette mânen Demokratlara galip geliyorlar. Halbuki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte yani, “Memuriyet, emirlik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.” Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.
Millet Partisi ise: Eğer İttihad-ı İslâmdaki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezc olmuş bir millet olsa, o Demokratın mânâsındadır, dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu frenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevkli ve câzibedar bir hâlet-i ruhiye verdiği için, pek çok zararları ve tehlikeleriyle beraber, zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.
Şimdiki terbiye-i İslâmiyenin za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başına geçerse, ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar, hem hakikî Türklerin, hem hâkimiyet-i İslâmiyenin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar. Çünkü, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-i kerime, ‘dır. Yani, “Birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes’ul olmaz.”
Halbuki, ırkçılık damarıyla, bir adamın cinayetiyle mâsum bir kardeşini, belki de akrabasını, belki de aşiretinin efradını öldürmekte kendini haklı zanneder. O vakit hakikî adalet yapılmadığı gibi, şiddetli bir zulüm de yol bulur. Çünkü “Bir mâsumun hakkı, yüz câniye feda edilmez” diye İslâmiyetin bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mesele-i vataniyedir. Ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir tehlikedir.”( Emirdağ Lâhikası | Kalbe İhtar Edilen İçtimai Hayatımıza Bir Hakikat | 386-7)
-Şu anda bu partilerin zamanımızdaki temsilcileri ise;Akp,Chp,Mhp ve oluşturulacak olan İttihad-ı İslam partisi ve o yönde bir hizmet tarz ve gayreti.
MEHMET ÖZÇELİK
23-10-2010




SONSUZLUK NAMZEDİ İNSAN

SONSUZLUK NAMZEDİ İNSAN
İnsan birinci elden birinci merkez olan emir dairesinin mahsulüdür.
-Ervah kafileleri cesed giymeye sıra beklerken,cesedini çıkaran ruhlar da âla-yı illiyyin ve esfeli safiline geçmek için nöbet beklemektedirler.İkinci cesed elbisesi ruhlar aleminde giyilecektir.
-İnsanda on latifeden biri olan nefsi nâtık,nefsin ruhun gerçek geldiği vatanı taleb etmesidir.
-Hubbül vatani minel iman-,’Vatan sevgisi imandandır.’hadisinin en önemli baktığı yönü ise âhirete bakan,sonsuzluğa yönelen kısmıdır.
-İnsanın Allaha bakan yönü manevi kalbi,dünyaya bakan yönü ise maddi kalbidir.
Bediüzzaman insanın ebediliği ile ilgili olarak;“Ve insanın istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle beka istiyor ve lisanı, hadsiz dualarıyla beka için Hâlıkına yalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen ve mahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratmış iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz ve kâbil değildir. Belki, başka bir ebedî âlemde mes’udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiştir.”

Hz. Peygamber’in vahiy kâtiplerinden olan Hanzaletü’l-Üseydî bir gün iyice dolmuştur.İçini boşaltacak,bir yandan da boşalttığını hazmedecek birisini bulmak üzere evinden çıkar.
Adeta çatlayacaktır boşalmazsa.
Tıpkı Hz.Ali gibi ki,o da bazen dolduğunda insanların hazmedememesi veya yanlış tepki vermesini engellemek için kabristana gider,oradakilerle konuşurdu.
Orada yatanlar hiçbir tepki vermez,muhalefet etmez,itiraz etmez,tam bir teslimiyet içerisinde dinlerler.
Bazen içini bir kuyuya boşaltırmış.Demek ki,mezardakiler bile onu hazmetmekte zorlanacaklardı.
Efendimizde bazen hanımı Hz.Âişeye;’Kellimini ya Hümeyrâ,benimle konuş,beni rahatlat demesi gibi.
Veya Bilal-i Habeşiye:” “Erihnâ bi’s-salâti yâ Bilâl/Ya Bilal,bizi namaza çağırarak ferahlat”
Çünkü o zat da buyurur: “Benim Allah ile bir vaktim vardır ki o vakitte bana ne mukarreb bir melek ne de gönderilmiş bir peygamber hiçbiri yanaşamaz.” buyurmuştur.
*Çünkü insan her an değişken bir varlıktır.
Hanzale Hz.Ebubekirle karşılaşır.Hz.Ebubekir halini sorar.
Hanzalenin ilk tepkisi gayet ağır olur;
-Hanzale münafık oldu.
Sebebini ise şöyle anlatır:”Rasulullahın Yanında oturmakta olduğumuz bir gün Hz. Peygamber bizlere cennet ve cehennemden bahsettiler. Öyle ki bunları adeta gözlerimizle gördük. Ancak oradan ayrılıp da evimize, çoluk çocuğumuzun yanına gittiğimizde yine eskisi gibi gülüp oynamaya başladık.”
Hz.Ebubekir bu halin kendisinde de olduğunu söyler. Bunun Üzerine Hz. Peygamber’e giderek durumu anlatırlar.
Rasulullah şöyle buyurur:
“Ey Hanzale Eğer çoluk çocuğunuzun yanında da benim yanımda olduğunuz gibi olabilseydiniz melekler yolda giderken ya da yataklarınızda sizinle musafaha ederlerdi.
Bazen öyle olur,bazen böyle…”
*İnsan çok boyutlu bir varlıktır.6,5 milyarlık alem bu alemde dolaşmaktadır.
İnsan ölümsüz olarak bu dünyada kalsaydı,yine o kendi ben-i içerisinde gelişirdi.
Eğer bu sonsuz boyutlu bir insan,kendisine verilen bunca önem sonucunda tekrar yaratılmamış olsaydı,her şey dahi yaratılmayacak,hiçbir şeyinde bir varlığı ve anlamı olmayacaktı.
Bunca yapılanlar israf olacaktı.
Mesela,bir öğrenci düşününüz ki,üniversiteyi bitirmiş ve profluğa kadar yükselmiş.Sonunda da buna bir üniversitede çöpçülük yapacağı söylense ne olur?
Evvela ona verilen bunca emek boşa gider.
O üniversitedeki verilmesi gereken gerçek makama hakaret olur.
O kişiye,ailesine ve herkese haksızlık ve vicdansızlık yapılmış olur.
Tam bir haram olan israf,haddi aşma gerçekleşmiş olur.
Oysa âli ve yüce olan bir şey,adi ve kıymetsiz olan bir sonuca irca edilemez, düşürülemez.
Kıymetli şeyi basite indirmek basitçe değerlendirmek olur.
Allah ise böyle bir zulüm ve haksızlıktan münezzehtir.
Bu kadar kıymet verdiği ve her şeyi kendisiyle bağladığı bu insanı diriltmemekle, sadece o sonsuz boyutlu insanı değil,tüm varlıkları yokluğa atmış,kıymetsizleştirmiş ve bitirmiş olacaktır.
Emek verip ektiğimiz bir soğanı bile hayvan yese,bir dereceye kadar önemsemeyebiliriz.Bir yere kadar neyse altı üstü bir soğan değil mi,bitki seviyesinden hayvan seviyesine yükseldi deyip teselli bulabiliriz.
İnsan ise ölüp toprağa gömülerek tarla farelerine yem olmak üzere veya gübreye dönüşmesi için basite alınacak bir varlık değildir o.
Soğan gibi aşağı seviyede olmadığından dolayı,bulunduğu vaziyetten daha üstün bir vaziyette değerlendirilecektir.
Yokluğa atılmayacak,ebedi varlık aleminde varlığı ebediyen sürdürülecektir.
Her şeyin varlığı insan ile ayakta dururken,insanın varlığı da ebedi olan Allahın varlığı ile kaim ve ayakta durup,var olmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK
31-12-2010




SOKAK KÜLTÜRÜ

SOKAK KÜLTÜRÜ

Şeytanın hilelerinde de belirtildiği gibi şeytan Allah’tan;
Bana oturacağım bir toplantı yeri ver,dediğinde;
– Toplantı yerin sokak başları ile çarşı ve pazarlardır,buyurur.
Âhirzaman hadislerinde;
“Kadınlar,saçları deve hörgücü gibi ,sokaklarda dolaşacaklar.”buyurulur.
Sokaklarda güller bitmez,belki çabuk solar.
Sokaklar içinde bir çok sırları barındırır.
Sokaklar karanlık ve karanlık işlerle doludur.
Sokaklar her şeyin bulunduğu pazarlardır.
Her önüne gelenin içini ve içindekileri döktüğü yerlerdir.Bazen bit pazarı, bazen it pazarı,bazen bitlerin döküldüğü,bazen lağım ve kanalizasyon, bazen de hasretlerin yeridir.
Hakkında her türlü yazının yazıldığı yerlerdir.
Bir batılı olan Roj sokak üzerine yazdığı yazısının girişinde yazısına şöyle başlar:
“Sokakların gerçek sahipleri
fahişe, sarhoş ve delilere…”

Sokak kültürü..sokak kavgası..sokak çocuğu..sokak jargonu..sokak köpeği..
Sokakta yetişen yabani olur..sokak tüm yabaniliklerin toplandığı ve toplantı yeridir..sokakları ve sokaktakileri seçemeyenleri sokaklar seçer.
Sokaklar toplumların çöplükleridir.Kadınlar orada gıybet eder,birbirlerini çekiştirir,fitne kazanları kaynatılır.Olumsuzlukların fitili sokaklarda tutuşturulur.
Anarşistlerin,fitnecilerin fitne kazanlarını kaynattıkları kaynaklardır.

İsyanlar,darbeler,hırsızlıklar,adam öldürmeler,yan kesicilikler,kavgalar hep sokakta başlar ve sokakların ürünüdür.

Mahalle baskısı sokağın baskısıdır.Sokağa hakim olanlar mahalleye hakim kimselerdir.

Evdeki fısıltıların kulağı sokaklardır.Al haberi sokaktaki çocuktan.

Sokaklar bilgi verir,haber verir,güç verir,belki bir çok maddi imkân verir ancak kültür vermez,seviye vermez,insanlık vermez..kayıplar içerisinde bir şeyler aramak,çöplükte elmas aramaya benzer.

Sokaklar insanları yetiştirmez,bir şeyler katmaz belki tam tersine insandan çok şeyleri alır,almadıkça vermez.

Sokak kültürüyle yetişen insanlar,kaynaktan,ölçüden,dengeden mahrum yetişmiş insanlardır.

Evde sıkılan insanlar kendini dışarı atar..dışarıdan bir şey almak için değil belki içinde bulunan hastalıkları ve sıkıntıları dışarıya boşaltmak içindir.

Sokaklar hayattan çok kesitler aktarırlar..çok tükenen hayat hatıralarını içlerinde barındırırlar.
Dilleri olsa da bir konuşsalar!Nice yüzler kızarır,nice içler kararır,dünyayı gam bulutları çepe çevre sarar.

Toplumların kültürünü öğrenmek için,sokaklara kulak vermek gerektir.
İnsanlar içlerinde bulunanları dışarıya döker ve aktarırlar..küpler içlerindekilerini dışarıya sızdırırlar.

Çok farklı kültürlerde bulunan ayrı ayrı insanların toplandığı yerlerdir sokaklar.Tek kültürlü değil,çok kültürlü sürülmemiş tarlalardır sokaklar.

Kültür sürülmüş,ekilmiş,ilaçlanmış,yontulmuş,budanmış,kabalıktan arındırılmışlığı ifade eder.
Sokaklarda çok odunları bulabilirsiniz ancak o odunlardan yapılmış,kültürü ifade eden vitrinleri bulamazsınız.
Dökülmüş,kırılmış,kullanılıp eskimiş vitrinleri de bulabilirsiniz ancak son model el değmemiş vitrinleri bulamazsınız.

Sokaklar umumidir,hususiliği yoktur.Kendi hususiyetinizi değil,bir bölümünü bulabilirsiniz.

Sokaklar cemaatları değil,ihtilafları ve ihtilaflıları bir araya getirir.Oralarda ihtilaf ruhu hakimdir ve o duyguları beslemeye yönelik uygulamalar vardır.

Sokak kültürü şimdiki kahve kültürüdür,kahveye eleman hazırlar.

Darbeler sokakta başlar..sokaktakilerle başlar..sokaktakiler kullanılarak başarılır..sokaktakiler sokağa çıkma yasağı başlatır..oralara bizler hakimiz diye..sokaklara açılan kapılan kapatılır..boğaz tutulur.

Bana sokağını söyle,sana kim olduğunu söyleyeyim!!!

MEHMET ÖZÇELİK
01-08-2010




RUH

RUH

*Ruhun varlığı öncedir.
*Ruh bir cevherdir,hayvani ruhun da bir cevherlik yönü olduğundandır ki Allah, onların ruhlarını dahi cesedleri gibi yok etmemektedir.
*Her beden senede bir defa değişime mahal olurken,ruhtaki değişim onun kemâlidir yani teâlide eder,tefessüh de eder.
*Ruh bedenin aleminden çok geniştir.O dar sahanın dar kalıplarına mahkum değildir. İnsan ruh cihetiyle ebede uzanmaktadır.Bedenin azaları ruhun mütemmimidirler.
*Beden ruhun eğitim alanı,kontrol ve denge mekanizmasıdır.
*Ruh harici bir vücud giymiş bir kanun olup,organlar onun icra mekanizmasıdır.
Mesela cesedi bir gemiye benzetecek olursak;Beden gemi,nefis buhar kazanı, motor kalb,dümen akıl,din ve kitab pusula,kaptan ise ruhtur.Deniz ise şu uçsuz bucaksız kâinattır..alemlerdir.
*Ruh sebeb ve maddesiz olarak yaratılmıştır.Maddi manevi her türlü gelişim, ruhun bir inkişafıdır.Direkmen birinci elden kudreti ilâhiye ile katışıksız olarak bütünlük içerisinde bölünme özelliği olmadan var olmuştur.
*Ruhta tecezzi olmayıp,ölüme ve dağılmaya mahkum değildir.
*Ruhun seyir alanı geniştir..on sekiz bin alem ve ebedi Cemali ilahi onun seyir alanlarıdır.
*İnsan ruhuyla bütün alemleri gezdiği gibi,bütün alemlerde onun ruhunda seyahat edebilir.Özellikle ruh-u Muhammedi bütün alemlerin enmuzecidir.. fihristesidir.
*Ruhun en büyük gıdası iman-ibadet-ma’rifetullah ve muhabbetullahtır.Ebedi olandan başkası ruhu tatmin etmez.
*En yüce ve yüksek hayat derecesi ruhun hayat derecesidir.Ruhun derecesi en üst derecedir.
*Allahın teveccühü ruhadır..muhatabı ruhtur..yatırımı ruhadır..kâinat bir yana.. ruh o da her bir ruh bir yana..kârlı bir yatırım..riskli bir yatırım..ilâhi bir yatırım.
*İnsan ruhu külliyet kesb etmeye istidatlı olarak yaratılmıştır.
Ruhu mücerred kendisi çerçevesinde değil,tarafı ilâhi yönünden bakıp değerlendirmek gerekir..zira O ezeli ve ebedi zata muhatab olacak,tecellisine ma’kes ve ayna olup,bunu yansıtacak bir kapasitededir.Bu da her yönüyle Allahın kemale doğru çıkan ebedi sıfatlarına eksi yani acz,zaaf,fakr gibi sonsuz noksanlıkları ve ihtiyaçlarıyla gösterme istidadı kesb etmesidir.
Tabiri caizse,Allah artı kutup olarak ebediyete giderken,insan eksi kutbuyla ebediyete kanat açmakta ve çırpmaktadır.
*İnsan noktada olsa..insan bir damlada olsa;kitapları yutmakta,okyanuslar onun topuğuna bile ulaşmamaktadır..noktada kâinat..noktada ebediyet..noktada sonsuzu tanıma,anlama,sevme saklı…
*Göz penceresiyle Basar ismine mazhariyetle sonsuzu görmekte,kulak penceresiyle Semi’ ismine mazhariyetle sonsuzu işitmekte,yere göğe sığmayan Rab,o insanın kalbine sığmakta,aklıyla O’nu düşünmekte,büyük bir cesaret.. lisanıyla Kelâm ismine mazhar olup O’nunla konuşmakta,O’nu anlayıp kendini O’na anlatmakta..konuşması hiç bitmemektedir.
*Ruh karar verme ve irade sıfatının hakim olduğu makamın mahsulüdür.
Meclisten çıkan bir kanun bir güçle,bir yaptırım,bir devlet gücüyle çıkar ve onu uygulayacak bir çok mercilerle varlığını sürdürür.
Ruh da ilâhi hüküm meclisinde aldığı kararla,onu uygulayacak ve hakim kılacak diğer unsurlarıyla bir bütünlük kazanır ve varlığını sürdürür.
Ruh bir kanundur..bir güçtür..sayısız eşyaya hakimdir..hükmünü nüfuz ettirir.
*Tüm sistemlerle donatılmış olan bilgisayar enerjinin gitmesiyle proğramlar kaybolmaktadırlar.Ruh hem enerjiyi hem tüm proğramları içerisinde barındıran ilâhi bir proğramlama sistemidir.
*Bedenin kemali gelişip büyümeyle olduğu gibi,ruhun kemali de incelip latifleşmeyledir.
*Ruhun en önemli özelliği vahdet ve birliğidir.Bir çok cüzlerden oluşmuş değildir. Ruhun birliği ve müstakil oluşudur ki,diğer özelliklerini de kendisi gibi tek bir yere müteveccih olarak birliği sağlamakta,dağılmasını ve ihtilafını engellemektedir.
*Ölmüş olanların görüşmesi ve ölmüş olanlarla görüşmek ruhun ölümsüzlüğünü göstermektedir.Şehidlerin ölmemesi ruha olan ikramı gösterir.
*Ruh ezeli değil,Allahın ebedi kılmasıyla ebede namzettir.

*“Risale-i Nur’dan Konularına Göre Veciz Sözler”adlı eserimizde Ruh hakkında Risale-i Nurdan süzdüğüm vecizelerde şöyle tanımlanmaktadır ruh:
-RUH:” Hilkat-ı semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh mabudunu doğrudan doğruya bulsun.”(S.12)
Ruhun Rabbiyle irtibatı direkttir.
“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır.”(S.21)
Namaz ruhun gıdası ve onunla beslenir.
“Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.”(S.27,76)
Soyut olan ruh,göz ile somutlaşır..maddeyi soyutlar..her şeyi içinde eritir ve süzer.
“Evet en büyük bir ağacın ruh proğramını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi?”(S.81)
Ruh Allahın koruması altındadır..bizzat Allahın denetimindedir.
“Hayatın zâtı ve cevheri olan ruh…”(S.107)
Ruhsuz hayat,hayatsız beden gibidir.
“Latif ve sabit cevheri olan ruh; Küre-i Arzda gayet kesretli bir surette halkolunuyorlar.”(S.109)
Maddenin aşağıdan yukarıya doğru nasıl ki incelik kalınlık farkı varsa, mananında kendi içerisinde öylece farkları vardır.Tıpkı ışığın inceliği,sesin inceliği, kokunun inceliği,görmenin inceliği,düşüncenin inceliği,hayalin inceliği gibi ki ruh bunlar içerisinde en latif ve ince olanı ve de değişken olmayıp tekamül eden,diğer bir ifadeyle doğuştan getirdiği sermaye,birikimleri neşv-u nemalandırıp islâmiyet suyu ile sulayarak gelişme özelliğine sahiptir.
Nuru Muhammedi ve Ruhu Muhammedi bunların en latifi ve en kemalde olanıdır.
“Ruhların cesedlerine gelmesine misal ise: Gayet muntazam bir ordunun efradı istirahat için her tarafa dağılmış iken, yüksek sadâlı bir boru sesiyle toplanmalarıdır.” (S.112)
İnsanın ölümü,bedenin ölümü olup,ruhun beden kafesinden çıkarak kendi geniş alemine geçişidir.Tekrar gelişi ise daha mükemmel ve müstekar bir surette,kendisine ve cennete layık bir suret alarak vücut elbisesini giymesidir.Giden ruh değil,ceseddir.
“Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem hayydır hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefs-ül emriyesini tamamen tutmuyor.”(S.194)
Hayat ruhtan bir şubedir.Ruhun bir şubesi olan hayat böyle olursa,kim bilir ruh nasıl olur?
Elbette Rabbisine ma’kes ve şayeste.
“Kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.”(S.210)
Beden bir çok kayıtlarla kayıtlıdır.Ruh ise bütün kayıt ve bağlardan azadedir.. seyir ve seyahat alemi geniştir.Öyle ki hayal nereye giderse,akıl nereye varırsa,kalb neyi kavrarsa o kadardır.
“Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.”(S.322)
“Kalbler ancak Allahın zikriyle tatmin olurlar.”âyetinin sırrınca,ruh ve sahib olduğu duygular bu alemin malı olmayıp,buradakilerle de tatmin olmaz,terakki etmez ancak burada da yönlerini ebede döndürmekle gerçek terakkiye ulaşır,aksi takdirde söner gider.Ebu Cehilin pörsümüş ve sönmüş ruhu gibi.
“Ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.” (S.408)
Ruh ebeddden ve ebedi zattan başkasına razı olmaz.Ruhun yarış ve cirit alanı mükemmelliğe yönünü çevirmekle olur.
“Hayat, ruhun ziyasıdır.”(S.507,508)
Onunla bağlantısı kesilse o da söner.
Risalelerde ruh hayatla beraber zikredilmektedir.
Ruh vücudun efendisidir.
“Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona müsahhar kalsın ve tabi olsun. Belki madde, bir mana ile kaimdir. İşte o mana, hayattır, ruhtur.”(S.509)
Madde ruhun hizmetçisidir..onun eli ve ayağıdır..asıl olan ruhtur.Bina içindekiler olmazsa hiçtir.Asıl olan binanın içerisinde yaşayanlardır.
“Maddenin küçülüp inceleşmesi nisbetinde âsâr-ı hayat tezayüd ediyor, nur-u ruh teşeddüd ediyor. Güya madde inceleştikçe, bizim maddiyatımızdan uzaklaştıkça ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi hararet-i ruh, nur-u hayat daha şiddetli tecelli ediyor.”(S.509)
Mevlana deveyi bedene,ruhu da deveciye benzetir.Eğer ruh devecisi beden devesine binip ona hakim olursa,onu kendi dünyasına götürür ve gezdirir.Ancak beden devesi ruh devecisine biner ve hakim olursa onu götüreceği yerlerde otlaklıklardır.
Beden ruh hesabına inceleşir,ruh ona hakim olursa,bedende adeta ruhlaşır.O insan tam bir ruh olur.
Efendimizin gölgesi olmazmış..Efendimiz önünü gördüğü gibi arkasını da görürmüş.Bu bedenin ruh derecesine çıkmasından kaynaklanmaktadır.
“Ruh, kat’iyyen bâkidir.”(S.515,516)
Yunusun dediği gibi;ölen hayvan imiş.
Ruh ölümsüzdür..Allahın ebedi kılmasıyla ebede namzettir.
Bir kelimesini bile havada bırakmayıp onu koruyan insan,o kelimesine nasıl sahib çıkarsa aynen öylede;Allah da kendi kelimesi olan ruha sahib çıkar.
Ruh ve riyah aynı köktendir.Riyah rüzgar demektir.
Cebraile de ruh denilmektedir.
“Tenezzelül melâiketü ver ruh…”Ruh yani Cebrail ve melekler o mübarek kadir gecesinde Rablerinin izniyle inerler…
Bu iniş Cebraille ölmüş kalblere ruh ve hayat vermek için,diğer meleklerle rahmet indirmek için..inerde iner..hayat,ruh ve rahmet yüklü olarak…
Ruh gücü,hızı,ilâhi kelimeyi,Allah ile olan manayı ifade eder.
Bin dört yüz sene önce gelen Kur’an âyetleri veya o zamanlarda söylenen Efendimizin sözleri ölmüş kalbleri hayatlandırıyor,gözlere fer ve yaş oluyor,insanları hislendirip kendi etki alanına alıyor.
Çünkü o söz ruhu taşıyor..o söz ruh olmuş..sahibinin gücünü temsil ediyor.Ruh da ilâhi sözün gücünü ifade etmekte ve taşımaktadır.
Kur’an Hz.İsa-ya Kelimetullah yani Allahın kelimesi ve sözü der.
Hz.İsa kelimesiyle ölüleri diriltir.Ölüler onun sözüyle gözlerini açar,hayata kavuşur.
Öyle ki;acaba o kişi Hz.İsa-nın sözünün gücüyle mi hayatını devam ettirdi..ruhu onun sözüyle şarz mı oldu..ruhuna ruh mu kattı?
O insanı ayağa kaldıran onun ruhu değil,Hz.İsa-nın ruh gibi olan sözüdür.
Cehalet asrı bunun örnekleriyle doludur..kıyamete kadarki insanlar bunun etkisiyle varlıklarını sürdürürler.
“Herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkiyi anlar. Evet herbir ruh, kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedahe aynen bâki kalmıştır. Öyle ise; madem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz.”(S.516-517)
Her sene bir kere vücudunu değiştiren insan,yetmiş yılda yetmiş kere bedenini değiştirdiği halde,ruh da değişme değil,kemal ve terakki yaşanır.
Çocukken inbisat etmemiş olan ruh,büyüdükçe kemale ve kimliğine kavuşur.
“Ruh, binefsihi kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez. Belki cesed, ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası bir derece sabit ve letafetçe ruha münasib bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalîsi vardır. Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misalîsini giyer.”(S.517)
Ruh lokomotif,beden ise vagon mesabesindedir.Vagon lokomotif olmadan yürüyemez iken,lokomotif olan ruh bizatihi çekici bir güce sahiptir.
Eşyanın varlığı ve kıyamı birbirine bağlı iken,ruhun ayakta durması Allah-ın Kayyum ismine istinad etmektedir.
“Ruh ise, tahrib ve inhilale maruz değil. Çünki basittir, vahdeti var. Tahrib ve inhilal ve bozulmak ise; kesret ve terkib edilmiş şeylerin şe’nidir.”(S.517)
Ruhun varlığı içerisinde en büyük öne çıkan özelliği,onun vahdeti,çeşitli unsurlardan bir araya gelmiş ve terkib edilmiş bir varlık olmamasıdır.
Yaygın özelliğe sahib olup,girdiği yere göre de şekil almaktadır.Yaygın ve yaygan bir özelliği vardır.
“Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir. Halbuki en zaîf olan kavanin-i emriye, sebat ve bekaya mazhardırlar.”(S.517-518,K.K.101,İsra.85)
Ruhda diğer kanunlar gibi bir kanun olup ancak kapsamlı ve külliyet kesbetmeye müsaid ve tüm nurani özellikleri içerisinde barındırmaktadır.Hayali değil hakikatı olan bir kanundur.
“Evet şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet insanın cevheri büyüktür. Öyle ise, ebede namzeddir.”(S.525)
Kâinat ruhun topuklarını bile ıslatmamaktadır.Midesinin bir küçük bölümünü bile doldurmamaktadır.
“Ruh, cesed hesabına zaîfleşir. Cesed, ruh hesabına inceleşir.”(S.530,551)
Ruh zayıfladıkça beden ve bedenin arzuları kuvvetleşir,beden zayıfladıkça da ruh ve ruhun şubeleri kuvvetleşir.
“İnsanlar öldükten sonra, ruhları başka makamlara gider. Cesedleri çürüyor.”(S.614)
Cesed ruhun okuludur..kışlasıdır..toprağıdır..emzikçisidir..
“Ruhun manevî güzelliğidir ki; ilim vasıtasıyla san’atında tezahür ediyor.”(S.621,688)
Ruhu doyuran üç şeydir;Marifetullah-Muhabbetullah-Rü’yetullahtır.
Ruhu geliştiren ise ilimdir.Cennetin dördüncü en büyük zevki ilimdir.
Ruhun terakki basamağı ilim ile elde edilir.
“Sabit ve hem daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vasfından gelir.”(S.702)
Allah varlıkları yaratmayı irade eder ve kudret sıfatıyla vücuda çıkartır.Ruh ise özel kanun,irade ve kudretle tek ve son model olarak var olmuştur.
“Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir.”(M.7)
Ruh ölümle hürriyetine kavuşur.Ölüm ruhun hürriyetidir.
“Ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.”(M.51)
Her yeniyi eskiten zaman,zaman üstü olan ruhu eskitememektedir.
“Bütün ruhları haşr-i a’zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşr ü neşrettiği yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır.”(M.249)
Mahşerde ruhlar hesaba çekilir..o da bir anda…Bahardaki haşir gibi.
“Azrail Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mani olmaz, çünki nuranîdir.”(M.351)
Azrail ruh işleriyle görevli bakan,her bir ruhla ayrı ayrı ilgilenmektedir.
“Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi; meydan-ı haşirde sun’î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır.”(M.384)
Diğer varlıkları dünyaya gönderirken onlara münasib giysilerle de donatan Allah,mahşerde de ruhlara fıtri elbise giydirmesi zor değildir.
“Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, makul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.”(M.470)
Sözün kuvveti kanundan gelir.Bir orduya komutanda arş der,yabancı da arş der ancak bir kişiyi bile yerinden oynatamaz.
“Bir ruh-u nuranînin kendi âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da değildir.”(M.471)
Ruhun timsali de ruhun özelliğini taşır.
“Nasılki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zahiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir. Öyle de: İnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir.”(L.16,230,335)
İnsandaki bütün daireler ruh hesabına çalışır..ruh saatini çeviren dakika ve saniye mesabesindedirler.
“Hayatın en müntehab hülâsası ruhtur..”(L.369)
Ruh hayatın özünün özü..damıtılmış halidir.
“Hayvanların ruhları bâki kalacağını.. ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml’i, ve Naka-i Sâlih (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in arasıra istimal için birtek cesedi bulunacağı rivayet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.”(L.370)
Allah sözünü zayi etmemekte,hayvanların ruhunu dahi muhafaza etmektedir. Farklı olan hayvanların ruhuna hürmeten cesedini de muhafaza ile ödüllendirmektedir.
“Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nema bulamazdı.”(İ.İ.164)
Eğitimsiz ve talimsiz kalırdı..tıpkı toprak altına atılmayan tohum gibi.
Ruhlar,ruhlar aleminde büyük riski yüklendiler..kazanç da kıyaslanmayacak, hayal bile edilmeyecek büyüklükte,kayıp da…
“Ruhun bekası, hâsse-i zâtiyedir.”(İ.İ.179)
Ruhun ebediliği ruhun mayasında ve yapısında dercedilmiştir.
“Binaenaleyh ruh, cesed kafesinden çıkarsa necat bulur.”(İ.İ.180)
Dünya mü’minin zindanıdır,beden de ruhun…
“Ruh-u insanî gayr-ı mütenahî ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahî elemlere mahaldir.”(Ms.147)
Ruh Allahın ismi âzamı olan Samed ismine mazhardır.
İhlas suresini Kur’an-ın üçte biri kılan olay birisi Tevhid diğeri ise Samed isminin tecellisidir.
Samed ise;Allah ne kadar muhtaç değilse,insan yanı ruhu insani o derece muhtaçtır.
Karanlığın artışı ışığın parıltısını daha da arttırdığı gibi,insanın Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah karşısında,her şeye olan ihtiyacı onu bu isme ayna kılmıştır. Diğer varlıklar sınırlı şeylere muhtaç iken,insan sonsuz şeylere ihtiyaç duymaktadır.
“Sual: Sa’d-ı Taftazanî, biri hayvanî diğeri insanî olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra, “Mevte maruz kalan yalnız ruh-u hayvanîdir, ruh-u insanî ise mahluk değildir ve onun ile Allah beyninde nisbet ve sebeb yoktur, cesed ile kaim olmayıp müstakill-i bizzâttır” demesinin sebebi ve izahı?
Elcevab: Sa’d-ı Taftazanî’nin (İnsan ruhu,mahluk,yaratılmış değildir.) demesi; sırrıyla, -beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi- ruhun mahiyeti; zîhayat bir kanun-u emr, zîşuur bir âyine-i İsm-i Hayy, zîcevher bir cilve-i Hayat-ı Sermedî olduğundan mec’uldür. Bu cihetle mahluktur denilemez. Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerh-ül Makasıd’da, bütün muhakkikîn-i İslâmın icmaına ve âyât ve ehadîsin nususuna muvafık olarak, “O kanun-u emr, vücud-u haricî giydirilmiş sair mahlukat gibi mahluk ve hâdistir” demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün âsârı şahiddir.” (B.258,St.250,İSRA.85, Meâli:”Sana ruh hakkında soru sorarlar.De ki;Ruh,Rabbimin emir ve işlerindendir. Size,ancak az bir bilgi verilmiştir.”)
Ezeli olan ebedi,ebedi olan ancak ezeli olandır.Ancak insan ezeli olmadığından ebedi olmamakla beraber,ebede namzet bir varlık olup,Allah-ın ebedi kılmasıyla ebediyeti kesbetmektedir.
“İlim ve tefekkür ile kazanılan marifet-i İlâhiyyenin, ruh için kâinat vüs’atinde bir genişlik temin ettiği…”(T.460)
Ruha incelik ve zerafet katan ilim ve tefekkürdür.
“Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir.”(Hş.76)
Ruhun ruhu iman ve marifetullahtır.Ruhların ana server-ları imandır..ana şartel..beslendikleri ana baraj.
“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.”(Hş.135)
Bir savaştaki başarı her ne kadar komutana verilirse de,başarı tüm ordunundur. İnsanın başarısı da sadece ruha mahsus olmayıp,tüm duyguların ortak başarısıdır.
Başarı ve neticeleri başbakan açıklar.Ancak ortak başarı tüm hükümet üyelerinin başarısıdır.
“Evet nihayetsiz semerat-ı rahmete aç olan ruh ve letaif-i beşer, o nihayetsiz semerat-ı rahmete fakr ve ihtiyacını hissettikçe, lezzet-i saadeti tezayüd eder.”(Nik.145)
İnsan ruhu dipsiz bir kuyudur.Çocuğun annesine olan ihtiyacı nisbetinde lezzeti arttığı gibi,ruhun da Rabbisine olan ihtiyacı nisbetinde lezzeti artmaktadır.
“Münteha-i ruh, bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi hayat-ı ezeliyenin tecellisidir ki, lisan-ı tasavvufta hayat-ı sâriye tesmiye ederler.”(Sti.9)
“Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misalin pencerelerinde temaşager bir ruhun gayr-ı mahsur timsalleri de, birer ruh-u mütecessiddir. Havassına mâliktir, onun gayrı değillerdir.”(Sti.93)

*Ruh kendisine üfleyen Rabbisini arıyor..geldiği yeri,hayat bulduğu yeri,nefes aldığı gerçek sahibini arıyor.
“”İşte Kur’ân-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamında, meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakîk bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zâhir bir sûrette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzdan bahsi içinde, hilkat-ı insandan ve insanın sesinden ve sîmâsındaki dekâik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Ma’budunu doğrudan doğruya bulsun.”

*”Hem hayat, “melâikeye imân” rüknüne dahi bakar, remzen ispat eder. Çünkü, mâdem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyâde intişâr eden ve kıymettarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhânesini gelip geçen kafilelerle şenlendiren zîhayatlardır; ve mâdem küre-i arz bu kadar zîhayatın envâıyla dolmuş ve mütemâdiyen zîhayat envâlarını tecdid ve teksir etmek hikmetiyle, her vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i huveynât oluyor; ve mâdem hayatın süzülmüş en sâfî hulâsası olan şuur ve akıl ve latîf ve sabit cevheri olan ruh, küre-i arzda gayet kesretli bir sûrette halk olunuyorlar, âdetâ küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervâh ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiş. Elbette küre-i arzdan daha latîf, daha nurânî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecrâm-ı semâviye, ölü, câmid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir.”
Varlıklar;cansızlar,bitkiler,hayvanlar ve insanlar diye ayrılırken,insan diğer üç varlığın bir hülasasını oluşturur.Ruh ise bunların en ulvisidir.

*”Ve bilhassa risalet-i muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i kur’ani hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi … şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hulasasıdır ve ruh dahi, hayatın halis ve safi bir cevheri ve … ve manevi hayat-ı muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve ruh-u kainattan süzülmüş hulasatü’l-hulasadır ve risalet-i muhammediye (a.s.m.) dahi; … vahy-i kur’an dahi, hayattar hakaikının şehadetiyle, hayat-ı kainatın ruhudur ve şuur-u kainatın aklıdır.”
Hadis-i Kudsi-de;”Sen olmasaydın sen olmasaydın ben mahlukatı yaratmazdım.” sırrı,kâinatın özü ve ruhu olan Efendimizde odaklanmaktadır.

*”Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı âlem-i ervâh ve ruhâniyât için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha ona münâsip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in’âmâttan istifade etmeye muvâfık ve havâs ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismânî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.”
Bayramlarda her bir insan ve aile farklı renklerdeki giysileriyle arz-ı endam ettikleri,resmi bayramlardaki her kurum kendi formasıyla resmi geçit yaptığı gibi,Bu dünyada bütün ruhların birer resmi geçidi,farklı renk ve güzelliklerini sergiledikleri bir alemdir.

*”Eğer, insan yalnız bir kalbden ibâret olsaydı, bütün mâsivâyı terk, hattâ Esmâ ve Sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenâb-ı Hakkın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat, insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letâifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubûdiyette, hakikat cânibine sevk etmek ile, Sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette; kalp, bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medâr-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırârdır.”
Bir şeker fabrikasının her şeyiyle bütün hedefi şeker olduğu gibi,ruhun öncülüğü ve takdiminde de tüm insanın özellikleriyle birlikte hedefi şükür fabrikası olmaktır.
*de ki: ruh, rabbimin emrindendir. (isra suresi: 85.)

*”Cesed ruh ile kaimdir. öyle ise, ruh onun ile kaim değildir; belki, ruh binefsihi kaim ve hakim olduğundan, cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez. belki, cesed ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. belki ruhun libası, bir derece sabit ve letafetçe ruha münasip bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalisi … eden bir nevi hükm-ü tecrübidir. evet, tek bir ruhun ba’de’l-memat bekası anlaşılsa, şu ruh nevinin külliyetle bekasını istilzam eder. zira fenn-i mantıkça … sonra esaslı bir ciheti bakidir. o esas ise ruhtur. ruh ise, tahrip ve inhilale maruz değil. çünkü, basittir, … nevi bekaya sebebiyet verir. demek, vahdet ve beka, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirayet eder. ruhun fenası, ya tahrip ve inhilal iledir. o tahrip … o nimet-i vücuda pek müştak ve layık olan ruh-u insaniden geri alsın. üçüncü menba: ruh; zihayat, zişuur, nurani vücud-u harici giydirilmiş, cami’, hakikattar, … ve ulvi bir mahiyetle yaratmıştır; her ferddeki hakikat-i ruhiye, yüz binler suret değiştirse, izn-i rabbani ile ölmeyecek, … şahs-ı insaninin hakikat-i zişuuru ve unsur-u zihayatı olan ruhu dahi, Allah’ın emriyle, izniyle ve ibkasıyla, daima bakidir.”
Her şey ruhu netice vermek ve onun bekasını sağlamak amacıyla ona müteveccih olmakta ve oda Rabbisine muhatab olmaktadır.

*”Ruha bir derece müşâbih ve ikisi de âlem-i emrden ve irâdeden geldiklerinden, masdar itibâriyle ruha bir derece muvâfık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o nâmuslara bakılsa görünür ki, eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki, o kanun dâimâ bâkîdir, dâimâ müstemir, sabittir; hiçbir tegayyürât ve inkılâbât, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz. Meselâ, bir incir ağacı ölse, dağılsa, onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâkî kalır.”
Ruh alemdeki yer çekimi kanunu gibi kanunları bir nevi ve en küllisidir.
Yaratıldığı zamandan beri bitki ve canlıları kaybolmadan devam ettiren,-Nuh tufanı da olsa yansa da- onun ruhudur.

*”Cenâb-ı Vâcib-ül Vücûd’un tecelliyat-ı îcâdiyyesini tecdid ve tazelendirmek için her birtek ruhu model gibi ederek, her sene mu’cizât-ı kudretinden taze birer cesed giydirmek ve her birtek kitabdan ayrı ayrı bin muhtelif kitabı, hikmetiyle istinsah etmek ve birtek hakikatı başka başka sûrette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcûdâtların, tâife tâife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hâzırlamak için Fâtır-ı Zülcelâl kudretiyle zerratı tahrik ve tavzif etmiştir.”
Allah yaratma tecellisini ruh modeli üzerinden sürdürmektedir.

*”Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin hakikatçe aynılarıdır; yalnız teşahhusat-ı itibariyede fark var.”
Bitkiler ruhları olmadığından,her sene ağaçlardaki meyvelerin değişmeden aynı gibi varlığını devam ettirmektedir,sadece fark görünen noktadaki hamlık ve dolgunluktadır.

“Fânî, âciz bir hayvan-ı nâtık, zevâl ve firâk sillesini dâimâ yiyen bîçare insana, birden “Ebedî, bâkî bir Cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahmân’ın rahmetinde ve hayal süratinde, ruhun vüs’atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerâna ve cevelâna muvaffak olduğun gibi, saadet-i ebediyede rü’yet-i Cemâline de muvaffak olursun” denildiği vakit, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve sürûru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin.”
Ruhta vüs’at vardır.Ruh genişleyebilir genişleyebildiği kadar.

*”Mütefavit derecede, kuvvet-i İmân nisbetinde ruha bir halet verir. Cesed ruhla mütelezzizdir; ruh vicdanla mütelezziz.
Bir saadet-i acile vicdanda mündericdir, bir firdevs-i manevi kalbinde mündemiçtir; düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı raz.
Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzet ziyade olur, hem de döner ateşi nur, şitası yaz.
Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervaz ü perdaz, olur Şehbaz ü Şehnaz, yelpez namaz ü niyaz.”
Ruhun bu vüs’ati ise,iman nisbetindedir.Zira âhirette hiçbir şey sıfırdan başlamayacaktır.Buradaki gelişim ve açılım nisbetinde,orada ruhun inbisatı gerçekleşecektir.

“Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa, ruhu da vardır.”
*Hayat olan her şeyde kendisine münasib ruh da vardır.

*Hazret Ali’nin rivayetine göre,Hazreti Ömer kendisine şöyle demiştir; “Sana sorarım bir kimse düşün ki kendisinden hiç hayır görmediği halde bu kişiyi sevmektedir. Yine bir kimse düşün ki; kendisinden hiçbir kötülük görmediği halde bu kişiye buğz etmektedir. Senin bununla ilgili bir ilmin var mı?
Cevaben Hazreti Ali; Evet, Rasulullah şöyle buyurmuştu: “Ruhlar ruhlar aleminde bir araya gelirler. Görüşürler ve birbirlerini iyice tetkik ederler. Orada hemhal olanlar bu dünyada da ülfet ederler. Orada birbirini beğenmeyenler bu dünyada da anlaşamazlar.”
Hz.Ali,kendisi ruhlar alemindeki sahneyi hatırladığını ifade ederken,diğer bir mutasavvıf,sağında solunda,önünde arkasında kimlerin bulunduğunu hatırladığını söyler.

Taberânî’in Kebîr’inde İbni Mesud’dan rivayet ettiği bir hadiste de; Rasulullah (s.a.v) şöyle demiştir;
“Ruhlar ruhlar aleminde bir araya gelirler. Birbirleriyle görüşürler ve atların koklaşmaları gibi birbirlerini incelerler. Orada tanışanlar bu dünyada da anlaşırlar. Orada birbirlerini beğenmeyenler burada da anlaşamazlar…”

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ruhlar toplanmış cemaatler (gibidir). Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.”

*Ruh kendisine aid olmayan ariyeten giymiş olduğu beden elbisesini kullanıp eskittikten veya kullanma süresi olan kiralanma sözleşmesi bitmesi üzerine topraktan yapılmış buranın elbisesini burada bırakır,kendi elbisesi olan,kendisi gibi latif elbisesini giyer,geldiği yere,alemine,ebediyete yükselir.Çünkü beden buranın malı iken,ruh buranın malı değildir..buralı değildir..buraya aid değildir..aid olduğu yere yükselir. Beden aşağılığı ve aşağıyı ifade ederken,ruh da yukarıyı,yüce ve yüceliği ifade eder. Bedenini ruh derecesine yükseltenlerin bedenleri de ruh gibi olurken,ruhlarını beden derecesine indirenlerin ruhları da beden derecesinde kalır.İşte cennet ve cehennem..işte insanlık ve hayvanlık farkları..işte esfel-i safilin ve a’la-yı illiyyin sırrı…

*Ruhlar aleminde başlayan ayrışma ve ayrıştırma,ana rahminde de devam ediyor ve akabinde gayrı müslimlerin de içerisinde cevher olan varsa,oradan da hiç hesapta olmayan,olağan üstü bir bahane ile ayrışma ve ayrıştırma devam ediyor.
*Ruh beden olmadan da iş görür,hükmü devam eder.Her şekle girer.Tıpkı Ruh olan Cebrail-in bazen güzel suretli sahabe olan Dıhye suretinde gelmesi gibi.Mesela:
Akşemseddin-in babası Şeyh Hamza aynı zamanda –Kurt Boğan-diye namlanmıştır.Amasyanın Kavak nahiyesinde,ölüp kabre konulduktan sonra bir gün bir kurt gelir,mezarı açıp cesedi yemeğe çalışırken,kabirden bir el çıkıp kurdu boğar.Ertesi sabah halk geldiğinde görür ki,Şeyh Hamza-nın eli dışarıdadır.Kalbi açık bir zat,kurdu öldürdüğünden dolayı elinin yıkanması gerektiğini söyler ve yıkarlar.Yıkadıktan sonra el içeri çekilir.

MEHMET ÖZÇELİK/14-06-2010




SAVAŞTAN KAÇAN KOMUTANLAR

SAVAŞTAN KAÇAN KOMUTANLAR

Savaştan en son kaçması gereken,daha doğrusu hayatı pahasına izzeti gereği kalacak kişi komutan olan şahıstır.
102 emekli ve muvazzaf asker darbeye teşebbüs suçlamasıyla yakalanmalarına karar verilmiş iken,bunlar bir bahane ile,hasta rolüyle adalete ve hukuka teslim olmaktan kaçmaktadırlar.
Madem darbeye teşebbüs belgeleriyle tescil edilip başarısızlığa uğranıldı,o halde zilletle kaçmaktansa,izzetle gidip teslim olmak daha evladır.
Gerçi her ne kadar darbe yapmanın kendisi zillet,aşağı,seviyesiz ve kişiliksiz bir hareket de olsa,bu zillet içinde bir izzet gösterilip hukukun sonucunun beklenmesi daha uygun,seviyeli ve mantıklı olurdu.
Normal bir vatandaş bile böyle bir celb halinde erkekçe gider sonucu bekler, hiçbir iltimasa sahib olmadığını bildiği halde kaçmazdı.
Üst seviyede bir komutan suçlu iken suçu gizlemek için her yola baş vuruyorsa, bu insanla hangi savaşa gidilir?

*Nereden nereye?
Dört kıtada ila-yı kelimetullah için at koşturan bir Osmanlının yerinde,bu gün kendi halkını potansiyel suçlu gören,onları fişleyen,İstanbulun üstüne çökmekten söz eden,kaos ortamını hazırlamak amacıyla,yunanistanla savaş ortamını oluşturmak için kendi uçağımızı dahi düşürmekten söz eden,Fatih camiine bir Cuma günü bomba koyan,üç yüz kişilik bir öğrenci grubunun oluşturulduğu deniz müzesini havaya uçurmaktan söz eden,üst düzey amiral ve subay seviyesindeki kişilerin konuşmalarında pkk-lardan bizim adamlar diye bahsederek,heronların çokça adamlarımızı vurmasından söz edip düşürmeli veya koordinatlarını değiştirmeden bahseden bir asker grubunu içinde barındırıp ciddi olarak üzerine gitmeyen,askerin en üst seviyesinde yani genel kurmay başkanı olan kişinin Mekkeyi değil de Yahudilerin Kâbesi mesabesinde olan ağlama duvarında el açıp dua etmesi,oğlunun pkk-lı birisiyle beraber olup poz vermesi,demokratik olarak seçilen hükumetleri hazmetmeyip alet olup veya ortamını hazırlayark onu yıkma ve başarısız kılma yoluna giden,faili meçhul olayların yine bu askerler tarafından yapılması şüphe götürmemektedir ki,ordunun 1960-dan beri sicili pek temiz görünmemekte, güvenini sürekli kaybetmektedir.
İçerisinde ergenekondan soruşturulan bir çok insanların bir türlü üzerine gitmeyip,ses kayıtlarıyla yapılan tesbitde de görüldüğü gibi,karartmaya gidilmekte, sümen altı etmeye teşebbüs edilmekte,hukuka müdahale edilmektedir.
Bu öyle hazin bir durumdur ki;Afrikanın en ücra küçük bir devletiyle savaşa girip de bir çok şehid vermekle kalmayıp,yenik olarak dönmekten daha kötü bir haldir.
Yenik düşmek; ergenekonun savunuculuğunu yapmak,cunta oluşturup sahib olmak,darbeye teşebbüs etmekten milyonlarca defa daha izzetli ve seviyeli bir durumdur.
Ordu bir an evvel bağırsaklarını temizlemeli,vücuduna dağılan ve yayılan bu pislik ve virüslerden arınmalıdır.Bu bedenden kurtulup ruhunu kurtarmalıdır.
Sinek küçük ama mide bulandırmakta,virüs bir iken yüzlerce proğramı devre dışı bırakmakta olduğundan,bu olumsuzluklar azınlık bile olsa bünyeyi sarsmakta ve sarmaktadır.Antivürüs oluşturulmakta,antivürüsleri devre dışı bırakanlara müsaade edilmemelidir.
Halk her şeyin farkındadır.Kendileriyle konuştuğumuz yaşlı kimseler bile dönen dolaplardan haberdardırlar ve basiretli bir şekilde sabırla beklemeyi yeğlemektedirler.. hukuka saygılıdırlar,yeter ki hukuk ve hukuka müdahale edenler onlara o saygı ve anlayışı göstersinler…

*Türkiye-nin kuruluşundan bu yana toplumun dna-sı ve dokusu değişmiş, hafızası silinmiştir.Bunun sürmesi için de sürekli kendisine gelmesi engellenmektedir.
Hafıza-i beşer nisyanla maluldur,gerçeği sürdürülmeye çalışılmaktadır. Hatırladığında da üstü çeşitli provakatif olaylarla örtülmeye çalışılmaktadır.
Sadece Türkiye değil,dünya uyanıyor,gerçeği anlıyor ve hatırlıyor.Hantal ve kayıplı bir nesil gidiyor,cevval ve kazanmayı düşünen bir nesil geliyor.
Ey ayak bağları olanlar,gelen neslin kapısında durmayınız,kabir sizi bekliyor…

MEHMET ÖZÇELİK
28-07-2010




TÜRKİYE KABUĞUNU KIRIYOR

TÜRKİYE KABUĞUNU KIRIYOR
Türkiye bir asırdır hapsolduğu kabuğunu içten kırmaya çalışıyor.Darbelerin kapattığı kapılar,korkuların uzaklaştırdığı insanlar,içi doldurulmayan ucube rejim senaryoları,ne idüğü belirsiz lastik gibi her tarafa çekilse de özellikle din dışı alana çekilen laiklik tartışmaları,uygun ortamda düşünmeyi engelleyen kaoslar,dar kalıplar ve kısır zihniyet düşünceleri yerini;konuşmaya,anlaşmaya,dinlemeye,proje üretmeye,fikir egzersizine,müsamahaya,diyaloğa,başkasını tanımaya,hakkını gözetmeye bırakmaktadır.
Hazımsız,kısır,seviyeden uzak kimseler istemese de…
Türkiye’de ortamın sükuneti istenilmemekte,sürekli karıştırılmaya çalışılmaktadır.
Adeta nasıl kaos oluşturulur,düşüncesi canlı tutulmaya çalışılmaktadır.
Suyun akışını tersine çevirerek,çelme takarak,takos koyarak ,korkutarak, suçlayarak,bağırarak,seviyesizleştirerek,üst perdeden emrederek,bilinir görünerek bu kaos devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Dillerin kırıcı olmadan,haksızlık etmeden konuşulmadığı yerde,kaba kuvvet ve şiddet konuşacaktır.
Bugünlerde konuşulan Türkiye’nin özerkliği konusu;fiili durumun sözlü halidir.
Bundan kasıt yerinde yönetim ise tercih edilen bir durumdur.
Aslında sağlıklı zeminde ve sağlıklı olmayan kimseler tarafından yapılmayan konuşmalar sağlıklı sonuçları da aldırmamaktadır.
Doğru hedefe yanlış araçla gitmeye çalışma amacını göstermektedir.
Zira ortada sıkan bir kalıp var.Bundan kurtulma çabaları yanlış araçların devreye konulmasıyla gidişi engelleyen tercihler bulunmaktadır.
Atatürk rejiminden Marksist bir rejime,Türk milliyetçilik ve ırkçılığından kürt milliyet ve ırkçılığına,manevi baskılı bir idareden maneviyatsız bir yönetime,tek şef yönetiminden,tek apo ahtapotuna geçme çabaları görülmektedir.
Değişimin oluşumu,kirli ve kirlenmiş insanlarla doğru neticeler elde edilemez.
Doğunun probleminin çözümü,doğunun insanıyla olur.Yoksa pkk terörizmine dayalı kimselerle olamaz ve sağlıklı bir sonuç alınamaz.
Şimdiye kadarki problem konuşmamaktan ve konuşamamaktan kaynaklanmıştı, şimdi ise kasıtlı olarak çözümsüzlüğü netice veren konuşmalar problem yapılmaktadır.
İnsanlar kendilerini ifade etmelidirler.İfade edecek ortam sağlanmalıdır.
Yüz yıllık yanlışları düzeltelim derken,yeni bir yüz yıllık yanlışların temeli pkk ve onun uzantıları tarafından atılması ile olmamalıdır.
*Büyük düşünmeli büyük hedefler kurularak konulmalıdır.Şöyle ki;
Osmanlı 624 senelik idaresinde gayrı müslim her milletin içerisinde memnuniyetle yaşayacağı ortamı hazırlamış,hatta gayr-ı Müslimlerin mahkemelerini kurmasına bile müsaade etmiştir. Mesela;
Farzı muhal olarak,İngiltere sular altında kalma durumu içerisinde olacağından yüz binlerce kişi bize katılmayı istese,arap ülkelerinden yüz binlerce insan burada yaşamayı hatta Suriye Türkiye’ye katılmayı düşünse,Türk cumhuriyetleri Türkiye’nin çatısı altında yaşamaya karar verse,kısaca bir çok devlet ve millet bizim büyük gelişmemizden dolayı bize bağlanma teklifinde bulunsa,nasıl bir idare yöntemi uygulanacaktır?
Bir asırdır kısır döngü ve kavganın sebebi olacak olan ilk tepkileri duyar gibiyim;aman,batıdan gelsin ama arap ülkelerinden gelmesin!
İşte Türkiye’nin kısır,seviyeden uzak,çağın gerisinde olup kaosu oluşturan insanlar! bunlardır.
Aynı zamanda buradaki kısır ve bir asırdır tartışılan kısır bir rejimi aynen oralara da uygulamaya çalıştığımızda,bu kavgaları onlara da taşımış oluruz.
Az olsun benim olsun,kısır düşüncesi,kendisini bile aşamamış insanların işidir.
Gerçek yönetim bütün insanları kendi yaşayışları ve inanışları içerisinde, başkalarına zarar vermeden haklarının gözetilerek yönetildiği bir idaredir.
*Türkiye’nin kozmik odası aralandı,kara kutusunun yeri bilindi,açma teşebbüsünde bulunulmaktadır.Ancak açılan kapıdan küflü,sert ve yakıcı kokular gelmektedir.
Görülmektedir ki,uzun bir sürede bu kokuşmuşluklar konuşulacaktır.
MEHMET ÖZÇELİK
21-12-2010




VARLIKLARIN GÖZDESİ İNSAN

VARLIKLARIN GÖZDESİ İNSAN
İnsan gelmeden önce de gündemdeydi,geldikten sonra da her an gündemdedir. Gündelik veya hayat içerisinde en çok zamanı ramazan oluşturur.O da en fazla iki aydır.İnsan yılın her saniyesinde gündemdedir.
İnsanı gündemden çıkarttığınız zaman her şey anlamsızlaşır ve de gündemden kalkarlar.Dört büyük meleğin birinci gündem maddeleri ve hatta olmamasında olmayacakları madde insandır.
İnsan olmazsa Azrail,insan olmazsa Cebrail,Mikail ve İsrafil anlamsızlaşacak, gündemleri ve görevleri olmayacaktır.
İnsan gelmeden önce:”Düşün ki, Rabbin meleklere: «Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.» dediği vakit, «Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?» dediler. «Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!» buyurdu.”
Tanınmadığından yaratılmasına talib olunmadı.O zaman konuşulurken hala insan gündemin birinci ve en büyük maddesi olaraktan konuşulmaya devam edilmektedir.
Her şey doğrudan veya dolaylı olarak insanla alakadardır.
*İnsandaki zahiren tehlikeli görülen duygular aslında insanı tahrik edip yücelten,önünü açarak terakkisine sebeb olmaktadırlar.
Meleklerde olmayan,sürekli aşağılanan nefis,insanın ruhunu taşımakta,şu dünya çölünde yani kâinat yolculuğunda yayan gitmeyip bineklik etmektedir.
Özellikle hiçbir varlıkta olmayan şu üç duygu ve özelliklerine gelince;
1-Şeheviyye duygusu:İstek duygusu olup,bunun sınırı yoktur.
Bir temsil ile anlatacak olursak;her şeyi hazır olan bir füzenin ateşleyicisi mesabesindedir.O ateşleyici olmadığı takdirde ne kadar mükemmelde olsa,yerinde sayacaktır.
2-Gadabiyye duygusu:Kızma,hiddet,şiddet duygusu.
Buda füzenin enerjisi,aküsü,onu taşıyan yakıtıdır.
3-Akliyye duygusu:Düşünme,planlama,temyiz etme,yönlendirme duygusu.
Buda füzenin proğramı mesabesindedir.O proğrama göre çalışır.Veya gemilerdeki pusula mesabesindedir.
Allah nefis,hırs,korku gibi duyguları hayatı monotomluktan kurtararak, dengelemek amacıyla göndermiştir. *
Tüm mesele onların kullanımıyla farklılık arzetmektedir.
İnsanın cinlerden farkı,onlarda sadece ağırlıkla akıl duygusu ön planda iken, insan adeta üç motorlu bir araç gibi onların önüne geçmektedir.
Melekler ise böyle motordan mahrum olduklarından makamları sabittir.
*İnsanın ezeli ve ebedi olan Allah’la irtibatı kalble oluşturulmuştur.O’nu anlaması akılla,tanıması diğer duygularla oluşturulmuştur.
Kalb uydu gibi sürekli dönerek bütün alemlerle bir iletişim içerisine girmektedir. Bütün alemlerden de sinyaller almaktadır.Gücü ve kapsam alanı nisbetinde oraya sinyaller göndermektedir.Oraya giden hatlar açık olup,gitme imkânına da sahiptir.
Böyle bir numara kullanılmıyor veya kullanılmamaktadır ve de ulaşılamamaktadır,denilmesin…
*Âdeme âdem gerektir âdem etsin âdemi
Âdem âdem olmayınca netsin âdem âdemi. (Ziya Paşa)
*Hepimiz kardeşiz..biriz..birdeyiz.
Her şeyin aslına bakılırsa bir olduğu ve birden çıktığı görülecektir.
Mesele Hz Âdem cennette yalnız idi.Birden eşi yanında hazır oldu ve sonunda insanlık çoğaldı.Hepsi -bir-den oldu.Filmi geriye doğru sarar gibi sardığımızda yine hepsi -bir-e gidecektir.Çünkü -bir-den gelen -bir-e gider.
Diğer hayvanlar ve bitkilerle ağaçlar da öyledirler.
“Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah’tır. O, eşini kucaklayıp sarılınca (ona yaklaşınca), eşi hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden Rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: “Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız.”
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”
Hadiste, “Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır.” buyurulmuştur.
İblis (malum suçundan dolayı) Cennet’ ten çıkarıldıktan sonra, Âdem (a.s) Cennete yerleştirilir. Kendisiyle teselli olacağı bir eşi olmaksızın, yalnız başına bir müddet orada dolaşır. Bir ara uykuya dalıp uyanınca başucunda, Allah’ın, kaburga kemiğinden yarattığı bir kadın görür. “Sen nesin?” diye sorar. Kadın: “bir kadın” diye cevap verir. Daha sonra kadına niçin yaratıldığını sorar. Kadın, “benimle teselli olman için” diye cevap verir. Bu arada melekler onları görür ve Âdem’in bilgisini ölçmek için kadının kim olduğunu sorarlar. Âdem (a.s), onun Havva olduğunu söyler. Neden O’na bu ismi verdiğini sorduklarında; “çünkü o, canlı bir şeyden yaratıldı” diye cevap verir.
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”
İnsan en son model ve en mükemmel bir varlıktır.
MEHMET ÖZÇELİK
04-10-2010




NELER TARTIŞILIP REFERANDUMA SUNULMALI ?

NELER TARTIŞILIP REFERANDUMA SUNULMALI ?
1-Rejim tartışılmalı.
İçi boş bir ifade,rejim.Annenin çocuğunu öcü ile korkutması gibi,rejim birilerinin elinde öcü olarak harcanılmak ve bitirilmek istenilenler için kullanılan bir öcüdür.
Milleti arkasına almayan zillete mahkumdur.Millet içinde itibarı ve desteği olmayanların sığındığı kör ve kısır bir sığınak.
Dünyada en iyi yönetim biçim cumhuriyettir.Yani milletin katılımının olduğu bir yönetim biçimi.
Şimdiye kadar ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’sözü hiç uygulanmadı, uygulamaya çalışanlar asıldı veya öldürüldü.Hile ve tehditlerle engellendi.
Bu konunun içi doldurularak çözülmeli veya millete sunulmalıdır.
2-Ayasofya’nın açılması tartışılmalı.
Fethin sembolü olan Ayasofya,kapanmasıyla zilletin simgesi haline gelmiştir.
Fatih’in vakfın şartnamesinde belirttiği gibi,kapatılması halinde bütün mahlukatın laneti üzerine olsun,ifadesiyle lanetlendik.
Lanetten kurtulmamızın şartı,ayasofyanın asli görevi olan ibadete açılmasıdır.
Ayasofyayı açmak,ikinci bir fetih ve Fatih olmaktır.Masonluğun belinin kırılması,dıştan ve içten bizi bağlayan bağlardan kurtulmak demektir.
Ya açılmalı veya referanduma bir an evvel sunulmalıdır.
3-Atatürk ve Koruma kanunu tartışılmalı.
İnsanlık tarihi boyunca her türlü zulüm olmuş,muhalifler ortadan kaldırılmıştır ancak kimse ölümünden sonra kanunla korunmamıştır.
Atatürk kullanılarak sadece bu millete yapılan zulümler göz önünde bulundurularak değerlendirilecek olsa cürüm olarak yeter de artar bile.
Atatürkün yaptığı devrimlere ve işlere bakınız;hep milletin manevi değerleri ve inançlarının aleyhinde olan uygulamalarda bulunulmuştur.Dili değiştirilmiş,hilafet kaldırılmış,hala tartışılan laiklik getirilmiş,medreseler-tekke ve zaviyeler kaldırılmış,bin yıllık tarih silinmiş,geçmişe aid her şeyin üzerine sünger çekilmiştir.
Ekonomiye ve maddi gelişime yönelik uygulamalar pek bulunmamakta, görülmemekte ve hatırlanmamaktadır.Hep kıtlık ve fakirlik yaşanmıştır.
Ondandır ki;insanların zihninde onu yerleştirmek ve tanıtmak amacıyla,milleti gölgeleyip devre dışı bırakarak,’Vatan kurtaran kahraman’ etiketini yapıştırma mecburiyetini hissetmektedirler.
Bu konuda milleti yüz sene öncesine götürüp hala o zamanın şartlarına mahkum etmek,milletin mahkumu olmaya ve zillete düçar olmaya mahkum olmayı kabul etmek demektir.
Atatürk hasenatı ve seyyiatıyla masaya yatırılsın.Neden onu koruma kanunuyla koruma mecburiyeti hissedilmektedir.?Bir şeyler mi var?
-Bizler yıllardır problemlerin çevresinde dolaştık ve dolaştırıldık.Hiç merkezine inmedik,indirilmedik,engellendik,yasaklandık.Koruma kanunlarıyla duvarlar örüldü.
Bir asırdır maneviyattan uzak ve uzaklaştırılmış bir nesil yetişti ve zorla yetiştirildi. Yetiştirmek için her türlü haçlı zihniyetine rahmet okutacak uygulamalar yapıldı.Lozanda alınan kararlar gibi…Okunmalı,dehşeti görmelidir.
Bu gün bir referandum için ne zorluklar çıkarılıyor.Acaba o gün inkilaplar yapılırken hangi şey millete danışıldı?Neden Osmanlıdan kalma birinci meclisin temsilcileri devre dışı bırakıldı?
Atatürk yanlış yaptı.Tahrib değil tashih ve tamir yapmalıydı.Yapmadı, yapamadı, yapmak istemedi.Demokrasiyi uygulamadı,tek adam’lığın ötesine geçmedi. Muhaliflerini devre dışı bıraktı.Muhalefete tahammül göstermedi.Sultanlardan daha sultanlığa soyundu.
-Türkiye cumhuriyeti kurulurken toplumun genleriyle oynandı.Genleri değiştirilmeye başlanarak farklı genlerin aşılanmasına gidildi.
Atatürkü koruma kanunu kaldırılmalı veya referanduma sunulmalıdır.
Atatürke atfedilen veya yanlış olarak yürürlüğe konulan uygulamalar kaldırılmalıdır. Uygun olan veya milletin tasvibinden geçmiş olanlar yürürlükte kalmalıdır.
Milletin Atatürkü aşmasına adeta müsaade edilmemekte,mengene içerisinde sıkıştırılmaktadır.
4-Tarih tartışılmalı.
Türkiye’de öğretilen tarih kısır bir tarihtir.Kısırlaştırılmış,tornadan çıkmış insanlar yetiştirmeye yönelik bir tarihtir.Gizlenen,üstü örtülen,gerektiğinde yalan söyleyen tarihtir.Geçmişi silen,hafızaları silen,silinmiş hafızalara zorla yerleştirilmeye çalışılan tarihtir.
Gizli belgeler yayınlanmalı.Tarih eksiğiyle güzelliğiyle bizim tarihimizdir. Güzellikler alınmalı,yanlışlıklar düzeltilmelidir.
Acaba bir asırlık Türkiye tarihi tüm yönleriyle açılmış olsa kim neye ne kadar sahip çıkacaktır?
5-laiklik tartışılmalı.
Laiklik azınlığa verilen bir hak olarak gösterilirken,maalesef bir asırdır çoğunluk azınlığa feda edilmiş,elinden her türlü haklar alınmıştır.
Laiklik azınlığın yaşama haklarını vermek değil,çoğunluğun değerlerini terk etme vesilesi olarak uygulanmıştır,o da zorla ve zorbalıklarla.
Atatürk ilk kominist partisini neden kurdurmuştur?Laiklikle bir ilgisi var mıdır?
Bu millet asırlardır her milletle iç içe yaşamıştır.Problem halkta değil,halkı yönetenlerden kaynaklanmıştır.
Laiklik bir asırdır adeta dinsizlik olarak uygulanmıştır.Sadece dinin terk edilmesi yönünde değil,dinsizliğin kabulü yönünde kullanılmıştır.
Yıpranmış ve yalama olan bu ifade kaldırılmalı veya referanduma sunulmalıdır.
6-İrtica tartışılmalı.
İrticada laikliğin kırk yamalı bir bohçasıdır.İstenilenleri harcamak için kullanılan bir yafta.
Veya dini tedrisatı engelleyenlerin,halkın başka yönde bu ihtiyacını gidermesine engel olmak için kullandıkları bir ceza-i yöntemdir.
7-Hilafet tartışılmalı.
Bu gün sadece Türkiye değil,tüm islâm dünyası başsız olarak dolaşmaktadır. İslâm dünyasının manevi temsilciliğini yapacak bir merci olmadığından farklı farklı sesler çıkmakta,hristiyanlık dünyası kiminle muhatap olacağını bilememektedir.
İslâm dünyasının manevi temsilciliğini üstlenmede Türkiye böyle bir öncülüğü halka sunmalı ve uygulamalıdır.
8-Okullarda Arapça-Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif derslerinin konulması konuşulmalı.
” Arapça 22 Orta Doğu ülkesinde 200 milyona yakın bir nüfus tarafından konuşulan bir dildir. Ayrıca 24 Arap olmayan Müslüman ülkede 1 milyara yakın bir nüfus tarafından kullanılan bir dildir. Petrol üretimi ve petrokimya endüstrileri sebebiyle dünyanın ilgisi birçok Arap ülkesinin ekonomileri üzerindedir. Uluslararası ticaret, politika bilimi, uluslararası hukuk ve kültür tarihi öğrencileri, Arapça öğrenerek çok şey kazanabilirler. Antik arkeoloji ve Mısır’daki piramitler, sfenksler gibi tarihi eserler ve Arapça’nın edebi yoğunluğu, Arapça öğreniminin önemini artıran öğelerdir. “
Böyle maddi-manevi bir zenginliği görmeyerek,tarihi bağları koparmak, değerlerimizden uzaklaşmak,bu değerlerin kaynağından uzaklaştırılmak ile olur.
O halde bu millet bu değerlerinin kaynağıyla buluşturulmalı,okullarda Arapça-Kur’an-ı Kerim ve Hadis dersleri okutulmalıdır.
Milli eğitim bunu yapmaktan aciz ise,millete sunulmalıdır.
9-Zararlı kurumlar ve içecekler yasaklanmalıdır.
Gençliğin her yönüyle fuhuş yuvalarından korunması için tedbirler alınmalıdır. Zararlı içecek ve uyuşturuculardan ağır cezalarla sakındırılmalıdır.
10-Okullar özelleştirilmeli.Tevhid-i Tedrisat kaldırılmalı.
Eğitimde yenilenmek için Sağlık bakanlığı güzel bir örnek sergilemiştir.Milli eğitim kendisini aşamamaktadır.Yıllardır kamburluğu –deve misal-devam etmektedir. Yapılan tedbirler geçici pansuman tedbirleridir.
Eğitimin içine toplum çekilmeli,sahiplenmesi sağlanmalıdır.Her alanda denetim çerçevesinde özelleştirmelerin önü açılmalıdır.Tek tip insan yetiştirmekten vaz geçilmelidir. Kabiliyetlere göre insanlar değerlendirilmelidir.Kaplumbağa yürüyüşünden milli eğitim kurtarılmalıdır.Bunun önündeki en büyük engelde tevhid-i tedrisattır.
Kısırlaştırma yöntemini ya milli eğitim kaldırmalı veya millete sunulmalıdır.
11-İdam kabul edilmeli.
En büyük hak insan hakkıdır.
İdam edileceğini bilen insan kolay kolay öldürmez.Öldürmeye tevessül etmez.
İslâmda cezada esas olan,suç işleyeni cezalandırmak değil,suç işlenen kişinin hakkını korumak ve almaktır.
Ceza vermekten önce,suç işlemeyi engellemek ve zorlaştırmak gerektir.
Mesela;Cezalar arttırılmalı.Adam öldürme, tecavüz,hırsızlık,kapkaççılık, rüşvet,tiner, faili meçhuller,ya bu suçları işlememek için alternatif imkanlar sağlansın veya bu suçları işleyenler bir karşılığını görsünler.
Değerli büyüğümüz Rahmetli Mahmut Allahverdi ağabey anlatmıştı:
El kesmeyi aklına sığıştıramayan bir savcı,daha sonra hırsızlar tarafından evi soyulunca bu hırsızlığı yapanların mutlaka öldürülmeleri gerektiğini söylediğini ancak kendisine önceki sözü hatırlatıldığında da,şefkatine sığdırmadığı el kesmenin ötesine de geçerek,şefkatsizliğini daha öte götürmüş,mutlaka öldürülmelerini istemişti.
Buna gerekçe olarak da kendisinin 25 yıl boyunca bir çok yeri gezerek kazandığını,bir başkasının bir anda götürmesine bağlamıştı.
Bende hapishaneye ders vermeye gittiğimde 26 yaşında yedi defa hapse girmiş çıkmış, sekizinci defa yine hapse gelerek arkasına üç kişi takarak gelen bir genç,daha ilk haftasında dışarı çıkınca soyacakları marketin planını yapmakta idiler.
Cezalar caydırıcı olmalı,idam cezası gerekirse referanduma sunulmalıdır.
12-Devlet dairelerinde gravat kaldırılmalı veya serbest bırakılmalıdır.
Bir asırdır kısır döngüler içerisinde döndürülmekteyiz.Birilerini zengin etmek için,bir çoklarının fakir kalmasına göz yummaktayız.
Yıllarca kocaman güya eğitim görmüş adamlar gravat uğruna eğitimi sekteye uğratmaktan kaçınmamıştır.
Devlet yönetimi samimiyetini resmiyetinin önüne geçirmelidir.
Devlet daireleri samimi değil resmidir.Artık samimiliğe geçmelidir.
-İtibar gravata mı yoksa şahsa mı?
-Yaz kıyafet genelgesinde 15-mayıs-15 haziran döneminde amirin odasına girerken önceden bulundurulacak olan gravat ve ceketle girilecek..Hala despotluktan azalma olsa da kurtulma yok..kalıntısı mevcut..çünkü hala kalıntılar ve kırpıntılar var.
Referanduma gerek kalmadan kolayca kaldırılabilir.Kaldırılmalıdır.Olmuyorsa referandumlara dahil edilmelidir.
13-Askerin vesayeti kaldırılmalı.
Asker sınıra çekilmeli.Devletten ve milletten elini çekmelidir.Siyasetten uzak görevini yapmalı.Ömür boyu sıkıntıları anlatılan bir kurum olmaktan çıkarılmalıdır.
-Yaş toplantılarındaki münakaşalar,toplu istifa restleri göstermiştir ki,toplum artık normalleşme yoluna giriyor demektir..Bu normalleşmenin bir görüntüsüdür. Onların memnuniyetsizliği demek,milletin memnuniyeti demektir zira aksi takdirde milletin şimdiye kadar memnun olmadığı durumun sürdürülmesi demektir.
Onların memnun olmama göstergeleri,milletin memnun olacağının bir göstergesidir.
Ordudan irtica bahanesiyle sorgusuz sualsiz apar topar atanlar,en ağır terör örgütü üyesi ile sorgulananları,dokuz defa müebbed hapse mahkum edilenleri,camiyi bombalayıp,balyoz planı hazırlayan 102 kişiyi ordu evlerinde himaye ederek,gerçek niyetlerini,kimliklerini,samimiyetlerini,hukuksuzluklarını,keyfiliklerini bir daha göstermiş oldular.
-Önde Pkk arkada Heron!Gelde bu işi bitir!
-Ordunun kendini toparlama,itibarını düzeltme zaman ve fırsatı yeni genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarıyla bu imkan doğmuştur.
Artık ordu üzerine olumsuz yazılar yazılmasın,yazdırılmasın..Şaibeler ortadan kalksın,özellikle cunta ekibi tasfiye edilsin.
Pkk en büyük desteği himaye ve strateji olarak içten almaktadır.Dışarıda arandığı gibi,içteki bağlantıları da ortadan kaldırılsın.
Baas jitem tarzı ortaklığa son verilsin,jandarma dipçikle anılmasın.Orduya yeni bir soluk ve yeni bir düzen kazandırılsın.
Gerekirse referanduma gidilsin.
14-Başörtüsü-Türban özgürlüğü konusunda referanduma gidilsin.
Problem olmayan,takanla takmayanın problem yapmadığı bu mesele birileri tarafından ısrarla problem haline getirilmeye ve toplumda kaos ortamının oluşunu sağlamak için gündemde tutulmaktadır.
Yukarıda temelde olan meselelere çözüm getirilmesi halinde bu çözümde direkmen ortadan kalkacaktır.
Madem bu durum yukarıda çözülmüyor,halka gidilsin,referanduma sunulsun.
MEHMET ÖZÇELİK
03-10-2010




İŞTE MISIR

İŞTE MISIR
Mısır tarihi ve köklü bir kent.Yusuf Peygamberin şehri,Musa peygambere beşiklik yapmış,faziletli alimler yetiştirmiş,çok devletlere analık yapmış,Fir’avunlar kenti olarak tanınmaktadır.
“Mısır İslamın zekî bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.”
İngiliz siyasetinin şekillendirdiği Mısır,İngiliz siyasal bilgiler fakültesinden siyaset dersini almış,şimdi ders vermekte,dersini uygulayaraktan deri değiştirmektedir.
Bir asır önce şekillenen dünyanın domino taşları devrilmektedir.Avrupa’nın yukardan inme,despot idareleri teker teker çatırdayıp yıkılmaktadır.
Bunun en büyük bedelini ve acısını bizler çektik.Mısırı da biliriz,Tunus’u ve diğer arap ülkelerini de çok iyi biliriz.
Halkla yöneticilerin birbirine uygun ve uyumlu olmadığı,kopuk yaşadığı yönetim sistemleri.
Allah’dan temenni edip dua edelim ki pahalıya satmasın,ucuz atlatsın, başlarından kolay atsınlar.
Mısır deri değiştiriyor,biz derimizi değiştirdik,şimdiler de eski ve eskimiş elbiselerimizi üzerimizden atıyoruz.
Bir asır önce dikilen elbiseler dar gelmekte,yırtılıp yamanmakta ancak yama da tutmamaktadır.
Lokomotif çalışınca vagonlarda çalışmaya başladı.
Türkiye lokomotiftir. Türkiye’nin elinin kolunun öncelikle bağlanıp susturulması, İslâm dünyasının susturulmasına ve durdurulmasına yöneliktir.
Ordu Abbasilerden beridir bin yıllık şerefini,cuntacılara alet olup 1960-70-80-97 ve devamında kirlettiği elbisesini ve bu şerefi polise devretmiştir.
Dolayısıyla millet yere atılan değerlerini kaldırmış,millet ayağa kalkmıştır.Bu asil milletin ayağa kalkması,çok milletlere de emsal oluşturmuştur.
Bayrak düştüğü yerden kalkmıştır.
Sıra diğer bayrakların ve bayraktarların kalkmasındadır.
Yüz asır önceki projeler iflas etmiş,geriye zulüm ve göz yaşı bırakmıştır.
Sıra İslâmın en şanlı döneminin projelerinin devreye girmesindedir.Bunun içerisinde hristiyan devletleri de dahildir.
Bir asır önce Avrupa’ya hamile olan biz ve İslam dünyası yoruma gerek kalmayan kopuk bir nesil doğurdu ve yetiştirdi.
Avrupa’dan damızlık getirme bile teklif edildi,bu memleketi domuzluk haline getirmek için.
Bugün ise o kopuk insanlardan değerlerine bağlı insanlar çıkmıştır.Döküntüleri saymazsak azımsanacak bir durum değildir.
Bediüzzamanın dediği ‘Nesli Cedid’,Âkif’in söylediği ‘Âsım’ın Nesli’ gecikmeli de olsa gelmektedir.
Fir’avunlar dönemi kapanıyor,Musa’lar dönemi açılıyor.
Fir’avunların kucağında yetişen Musa’lar artık iş başında.
“Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, islamın sadası olacaktır!”
MEHMET ÖZÇELİK
01-02-2011




MİLLİYETÇİLİK VE UNSURİYET

MİLLİYETÇİLİK VE UNSURİYET
Savi tefsirinde En’am suresinin 1.2. ayetinin tefsirinde şöyle der:’İnsanoğlunun renklerindeki farklılık,topraklarının farklılığından,huylarının farklılığı da sularının farklılığındandır.’der.
*Veda hutbesinde Peygamberimiz;”Hepiniz ademdensiniz,adem ise topraktandır.” (Ebu Davud, Tirmizi)
*Âyette:” Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”
İslâmiyet üstünlüğü ırkta değil,Takva dediğimiz günah kirlerinden uzaklığı nisbetinde değerlendirmektedir.
*1789 fransız ihtilalinden sonra dünyada milliyetçilik yayıldı.Türkiye’deki durumda bundan fazlasıyla nasibini aldı.
*Hz.Nuh insanlığın ikinci atasıdır.Oğulları kendisine inanmayıp boğulan Kenan,Ham(Afrikalılar bunun soyundan),Sam (Araplar bunun soyundan),Yafes (Türkleri de bunun soyundan) gelmiştir.
Nuhun Peygamber oğlu Kenan için,o benim oğlumdu sözüne Allah,o senin oğlun değildir,demesi.
Böylece iman bağının kopması,neseb bağını da koparmaktadır.
*Kur’an-ı Kerim-de da 10 yerde İbrahim milleti olarak geçer.’Fettebiu millete ibrahime hanifen.’-Allah’ı bir olarak kabul eden İbrahim milletine tabi ol.’
*Mesnevide üç inek olayı anlatılmaktadır;Siyah-sarı-benekli.
Bunlarla arkadaş olan kurt aralarındaki farklılıkları öne sürerek onları önce birbirinden ayırarak paralar ve parçalar.Zira üçünü birden ortadan kaldırması güçtür.
Rusyanın bir zamanlar sürdürdğü politika gibi;Böl,parçala,yut.
*Hacda bir beyaz vatandaş siyah olan zenciye bakarak garipser.Bunun farkına varan zenci o kişiye şöyle bir cevap verir;
-Beyefendi,acaba boyayı mı beğenmediniz yoksa boyacıyı mı?
Her iki durumda da beğenmemek mümkün değildir.
*Efendimiz;’El-İslâmiyyetü cebbetil asabiyyetel cahiliyye’,-İslâmiyyet cahiliyet döneminde güdülen ırkçılığı kesmiştir.-Zira ırkçılık,kanser gibidir.
*Bu Anadolu da çok ırklar,muhaceretler olduğundan,kesin bir ırkı belirlemek güçtür.Hiç bir insan kesin olarak kendisinin şu ırktan olduğunu iddia edemez.
*Türkler milletinin fazileti tartışılmaz.Herşeyden önce onu Kur’an övmüştür.İstanbulun fethi hadisiyle rasulullah övmüştür.
Âyette:” Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” İfadesiyle övülmesi.
*Yavuz Sultan Selim şiirinde;
İhtilâf ü tefrika endişesi,

Kûşe-i kabrimde hattâ bikarar eyler beni;

İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni..
Kanuni-de;
Saltanat dedikleri bir cihân kavgasıdır.
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.
İnsan yaratılışı icabı kendi milletini sevmesi gayet normal ve de hizmet etmesi için gerekli bir durumdur.Problem bunu hiçbir fark gözetmeksizin öne çıkarmak,üstünlük sebebi olarak değerlendirmektedir.
Milletimiz İslâmiyettir.Bu bize kâfi ve vâfidir.Bütün ehli imanı kucaklamak demektir.
Dünyada nerede bir Türk varsa müslümandır,Müslüman olmayan Türk dahi Türk değildir.Bulgarlar ve Macarlar gibi.
Emeviler bu konuda bir nebze emevi ırkını öne sürmekle hezimete girdiler,Türklerin İslâmiyete girişine geciktirdiler.
Zaten Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi.
Zira; Onların saltanatı, unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetin gaddarane bir düsturu olan: “Milletin selâmeti için herşey feda edilir.”düsturu idi.
Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var; gafletkârane bir lezzet var; şeametli bir kuvvet var.
Şu müsbet fikr-i milliyet İslâmiyet’e hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı.. yerine geçmemeli. Çünki İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor.
Milliyetçilik konusunda güzel tesbitlerde bulunan Bediüzzaman özellikle;“Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!”(M.324)
“Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu İslâmiyet, aklı Kur’an ve imandır.”(T.86,97)

MEHMET ÖZÇELİK
25-01-2011




ÖLDÜREN KALEMLER

ÖLDÜREN KALEMLER
*Allahın ilk yarattığı şey kalemdir.Sonra kelâmı kalem yazdı.
Kalem ve kelâm toplanmak ve toparlanmak içindir.
Gerçek sohbet,ruhun dağınıklığını ve de dağınık ruhları toplar,bir araya getirir.
Kulak,göz ve dil,ortak hareket edip aklı yanıltmamalı,kalbi dağıtmamalıdır.Her şeyin ilk kapısı,girişi,başlangıcı kulakla başlar ve onu da söz tetikler.Kalem belgeler.
Her şeyden önce söz vardı.Söz özü,gözü ve kulağı oluşturdu.Dil onlara tercüman oldu.Kalb de bilge ve danışmanlık yaptı.
Hepsi birden ruh efendisine hizmet ettiler veya hezimette bulundular.

*”Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle denemeden geçirmişti. O da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e) : “Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım” demişti. (İbrahim) “Ya soyumdan olanlar?” deyince (Allah:) “Zalimler benim ahdime erişemez” demişti.”
Kelâm ve kalem imtihan içindi.Kelâm ve kalemle sınandık,döküldük,yükseldik.

*Hulagu Bağdatın teslim edilmesi halinde hiç kan dökmeyeceğini söyler ve öyle de yapar.Herkesi diri diri kuyuya doldurur.
Bağdatlılardan bilge birini kendilerini göndermelerini ister.Genç yaştaki Hadidi-yi gönderirler.Oda giderken yanında bir deve-keçi ve bülbül götürür.
Hulagunun huzuruna vardığında;
-Bula bula senin gibi bir çocuğu mu buldular,der.
-Hadidi ise;Eğer büyüklerle konuşacaksan işte deve getirdim.
Sakallı istiyorsan işte keçi.
Güzel konuşanı istiyorsan işte bülbül.
Ben ise evet insan kıtlığında alim oldum,diyerek cevab verir.

*Söz ola kese savaşı /Söz ola kestire başı.
Kalemin gücü süreklidir.O kalemin ve yazdığının ne olduğuna bakmalı.Olduruyor mu yoksa öldürüyor mu?
Eşkıya kalemşörler,bunlar silahşörlerden daha tehlikelidirler.
Bunlar bir milletin geleceğini bitirirler,Sadece kendilerini değil,soylarını da keser,kuruturlar.
Zira arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır.
Bünye ister istemez sürekli zehir üretmektedir.Şuna benzer;
Bir tilkiyle yılan arkadaş olmuşlar.Önlerine bir nehir gelmiş,karşıya geçmek gerek.Tilki sırtına alacağını söyler ve sırtlar.
Nehrin ortasına geldiklerinde yılan tilkiye;
-Tilki kardeş,dayanamıyorum,yapım gereği sokmam gerekiyor.
Tilki bakar ki iş ciddidir.Tamam,der.Bende beni öldürecek kimsenin öldürürken yüzünü görmek istiyorum.Son bir kerede olsa yüzünü göster,der.
Yılan razı olur ve kafasını tilkiye doğru uzatır.
Kurnaz tilki önceden kurduğu planını uygulamak üzere yılanın kafasını ısırıp koparır.
Biri zehirini,diğeri kurnazlığını ortaya koyar.
Adı yazar,akıttığı ise dağdaki eşkiyadan daha öldürücü bir zehir.
Dağdakiler göstermeliktir.Çünkü onlar bir kısım kalemşörler tarafından beslenmektedir.
Silahşörlerde bu kalemşörlere meydan açmaktadır.
Rahmetlik dedem derdi;evvelden eşkıya dağda idi,şimdi şehre indi.
Dağdaki eşkiyanın çözümü,şehirdedir.
Kişinin değeri ne yazdığı iledir.
Bu milletin son asırdaki bitirilişi hem yazma ve yazarlarla oldu.Dirilişi de onunla olacaktır.
Kur’an-da Rabbimiz:” Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”
Yazan kişinin müslim veya gayrı Müslim,Salih veya fasık olması yazdığına farklı anlam kazandırıyor.Biri islah ederken,öbürü ifsad ediyor.
06-03-2011
MEHMET ÖZÇELİK




ÖRTÜLÜ TERÖR

ÖRTÜLÜ TERÖR
Dünyadaki gelişim ile Türkiye’deki gelişim veya diğer adıyla geliştirmeme politikaları aynı seyirde ilerlemektedir.
Türkiye’nin bir yandan özgürlük ve ekonomik gelişmeleri sürekli dinamitlenirken, bir yandan da belki de en önemlisi,geçmiş darbelerle yüzleşmesi, cumhuriyetin kurulmasına kadar uzanan sürede dönen gizli entrikaların açığa çıkması engellenmekte ve sürekli nazarlar başka noktalara çekilmektedir.
Türkiye’de özellikle 1990-dan sonra yapılan faili meçhul olaylar ve entrikalar, darbeye giden yolda oluşturulan kaoslar,maddi ve manevi gelişmeyi engellemek ve kendi kendini sorgulamaktan vaz geçirmeye çalışmaktır..
1946-60-70-80-91-den 2002-ye uzanan gizli oluşumlar,özellikle askeriyenin içerisinde bulunup gücü elinde tutan cunta ekibi kaosu oluşturup,pkk ile irtibat kurup,İsrail ile dirsek ve destek teması kurarak bir kısım hukuki bağlantılarını sürdürüp,istediği siyasi partiyi getirme çabaları,aynı zamanda sahip olunan bir iktidar mücadelesi ve de sahip olunanları terk etmeyip sürdürme faaliyetleridir.
Olayların iç yüzünün daha iyi görünmesi için,olan olaylardan sonra kimin ekmeğine yağ sürüldüğü noktasından bakılırsa,daha net görülür.
Bazen sağ kesimdeki bir kişi sol kesimdekine vurdurulurken,bazen de kendisini duyurmak,bayraklaştırıp sloganlaştırmak amacıyla kendi içindekini bile öldürmektedir.
Türkiye’de halkın iktidarının kısır bir alanda sürdürülmesi yönünde her türlü yola baş vurulmaktadır.
Bunun çözümünde atılacak en büyük adım,ordunun tamamen siyasetten tecrid edilmesi ile mümkündür.Ordu siyasetin içinde olduğu sürece,Türkiye’de problemler bitmez.
İkinci olarak hukuk çıkarıldığı rayına yani hukukun içine baskılardan ve siyasetten uzak bir ortama çekilmelidir.
Bilinmektedir ki, yüksek yargı ideolojik bir kamplaşma içerisindedir.
Tüm menfi oluşumlar kendilerine bu iki kurumdan destekçi aramakta ve bulmaktadırlar.
Bugün belgeleriyle de ortaya çıkmıştır ki pkk başta İsrail tarafından desteklenmekte,Amerika’nın gizli eliyle yönlendirilmektedir.
M.Feyzi Efendi der:”Anarşinin kökü dışarıdadır,Ebu cehil karpuzuna benzer.Dışardan beslendiği kaynaklar kesilirse,memleket içindeki kolları da kendiliğinden kuruyacaktır.”
Her gelişim döneminde çıkarılan bir olayla birilerini memnun edecek kanunlar çıkarılması alışıla gelen uygulamalar haline getirilmiştir.
Tıpkı Atatürkü koruma kanunu çıkarmak için,heykellerini yıkmak ve yıktırmak yoluyla bunu yapmaya mecbur bırakılma çalışılmaları gibi.
*Millet olarak,-Acaba kandırılıyor muyuz?Kandırıldık mı?-sorusuna cevap arıyoruz.Neden söylenenlerle yapılanlar birbirini tutmuyor?Şöyle ki,bir asır öncesine gidecek olursak,hilafeti kaldıran Atatürk,onun için şu senakâr sözlerde bulunur;
”1923 yılında Ankara’da Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü’nce bastırılan “Hilâfet ve Millî Hâkimiyet” başlıklı bir derlemeden alınmıştır.
“Size ve sizin vasıtanızla bütün Müslümanlara diyebilirim ki, Hilafet’e her zaman olduğu gibi, dinen pek sıkı merbut [bağlı] olduğumuz gibi icap ederse onun müdafaası için son damla kanımızı dökmeğe her zaman hazırız.”
“Hilafet uğruna kanımızın son damlasına kadar savaşırız.” diyen Paşa, sözlerine şüyle devam ediyor:
“Türk milleti İslamiyet’in kılıcı olmakla müftehirdir [övünür].
…“Bütün Türk milleti diyorum, yalnız fert değil. Fert yerine yekvücut bütün bir milletin Hilafet’i müdafii [savunucusu] olması müreccah [tercihe şayan] değil midir?.. Asırlardan beri Hilafet’in mücahidi olan Türk milleti yekvücut olarak onu müdafaada devam edecektir. Hilafetin kuvvetini kaybeyleyeceği korkusu tamamiyle esassız ve nâbecâdır [yersizdir].
.. “Türk teşkilât-ı esâsiyesinde [anayasasında] bütün kuvvâ-i tedâfuiyyenin [savunma kuvvetlerinin] Hilafet uğrunda istimali [kullanılması] vardır. Böylece Hilafe’ti maddî vesâitten [vasıtalardan] mahrum bıraktığımız nasıl iddia olunabilir? Hilafet Türkiye’dedir ve Türkiye’ye istinâd eder [sırtını dayar]. Hukuk-ı Hilâfet masundur [Hilafet’in hakları güvence altındadır] ve onun müdafaası için bütün Türk milleti kanını dökmeye hazırdır.
.. “Biz sizinle aynı aile efradındanız [fertlerindeniz]. Sizin teveccüh, muhabbet ve müzâheret-i maddiyenizi [maddî açıdan kol kanat germenizi] isteriz.”
Tıpkı bugünlerde de ;-Benim babamda hocaydı,müftüydü,ben de müslümanım-deyip büyük zarar veren veya bilinçsiz hareket eden insanlar gibi…
Sebep şu muydu?Bir gücü ortadan kaldırmak veya kaldırmak isteyenlere alet olmak mıdır?
” 31 Mart hadisesinin tertipçileri arasında bulunan şair ve filozof Rıza Tevfik’in bu meş’um hadisenin ardında İngiliz parmağı olduğunu itiraf edip, ihtilal hadisesinden sonra İngiliz konsolosluğuna gittiğinde çok soğuk bir şekilde karşılandığını ve o zaman bunun sebebini anlayamayan Rıza Tevfik’in çok sonraları Londra’ya uğrayıp bunun sebebini o dönemin İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Lord Nikılsın’a sorduğunda bu İngiliz’in çok ibretli bir şekilde “Rıza Tevfik Bey, Biz bilhassa Hindistan’da İslam ülkelerini idaremiz altına alabilmek için milyarlarca altın harcadık ama başarılı olamadık. Halbuki Sultan Abdülhamid, her yıl bir ‘Selam-ı Şahane’, bir de ‘Hafız Osman hattı Kur’an-ı Kerim’ gönderiyor ve bütün İslam ümmetini, hududsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyor. Biz bu ihtilalle siz jön Türkler’den hilafet kuvvetinin ortadan kaldırılmasını bekledik ve aldandık. İşte bundan dolayı siz soğuk karşılandınız?” cevabını vermektedir.
Ya da oyuna geldiğimizin şuurunda mı değiliz?Deşifre mi edemiyoruz?Nitekim;
“Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu’da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi’nin Sultan Abdülhamid’e gelip, küstahça: “Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?” diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakan’ın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek: “Filan gün, filan saatte Karadeniz’in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz.” cevabını verdiğini… Sultan Abdülhamid’in bu muazzam istihbarat gücü karşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını…”görmekteyiz.
Birileri sinsice ve de ileriye dönük planlarını uygularken,birileri de mal-şan-makam ile satın alınarak piyon olarak kullanılmakta,bazen de bozuk para gibi harcanıp,bir çapıt gibi atılmaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
25-01-2011




İTTİHAT VE TERAKKİ MAHSULÜ

İTTİHAT VE TERAKKİ MAHSULÜ
“İttihatçıların o kadar azm ü sebat ve fedakârlıklariyle; hattâ, İslâmın şu intibahına da sebeb oldukları halde, bir kısmı dinde lâubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler.”
Cumhuriyetin çocukları ittihatçıların dinde zayıf olanların mahsulatı olup, şimdikilerde cumhuriyetteki dine cephe alanların ürünüdürler.
Her anne kendi yavrusunu doğurur ve doğurduğuyla övünür.
Şimdiki Chp ittihatçıların dindeki zayıf kısmının kuvvetli,kemikleşmiş,inatlaşmış ve bir türlü değişmez kısmıdır.
*Chp izm-ler partisidir,ana parti değil.Ne olduğu belli olmayan azınlıkları temsil eden bir partidir.Komin-izm,sosyal-izm,marks-izm,darwin-izm,Yahudi-izm,hristiyan-izm,mason-izm.
Çoğunluğa karşı azınlığı temsil eden bir parti.
*Atatürk mü daha demokrat yoksa Menderes mi?
İnönü mü daha özgürlükçü yoksa Menderes mi?
Tek partili sistemi kim kurmuştur?
Tek parti ve tek şef dönemini kim sürdürmüştür?
Atatürk ittihatçıların içerisindeki dini zayıf bu muhalifleri de yanına çekerek yıkımı kolaylaştırmıştır.
Cumhuriyet yapım ve proje üzerine kurulmuş bir devlet olmaktan ziyade,yıkım üzerine kurulmuş bir devlet olmuştur.
Geçmişe aid olan ne varsa hepsinin yıkımından yeni bir şeylerin yapımına pek vakit bulunamamıştır!
1950-ye kadar bu durum böyle devam etmiş.
1960-dan sonra yine eski despot ve kısır bir hale dönüştürülmüş ve ancak 2002-den sonra bir çok badireler atlatılarak normal seyrine girmiştir.
300 senede yapılamayacak tahripler yapılmıştır.
*Türkiye Sav ve Baykal-ın kurbanı oldu..Chp bunlara kurban edildiği gibi.Zira sürekli toplumu gerdi.İrtica,şeriat,Alevilik,rejim tehditleriyle darbelere zemin hazırlayacak kadar gerildi ha gerildi.
Ordunun,Hsyk,Yargıtay,Danıştay,Anayasa mahkemesi toplumu gerecek kararlar aldı.Oralarda düzelmeler olur,normal seyrine girmeye çalışırken adeta bayrağı Ysk aldı.Bilinçsizce ve hesap edilmeden değişik kararlar alarak toplumu tahrik etti.
Türkiye yerli yerine otururken bu sefer Ysk adeta meclisin görevini üstlenmiş gibi,kanuni bir karar da alsa,bunu kanunsuz yapıp,önceden alması gereken tedbiri almamış oldu.
*Ordudaki cunta ekibinin kullandığı psikolojik harekat,toplumun psikolojisini bozdu.İrtica yaygaralarıyla doldurdu.Kaos oluşturdu.
*1982 anayasası kaosa,zorluk ve zorbalıklara,arbelere zemin hazırlayan bir anayasadır.
Tay-larla bu durum teminat altına alınmış,cumhurbaşkanlığı destekli,üniversite köstekli,cübbeli şakşakçılar davetlisi olarak tam bir şebeke oluşturulmuştur.
1960 anayasasından beride böyle devam ettirilmektedir.
*Ortaya bu menfiliklerin neticesi olarak;Eline sahip olmayan Bdp,Diline sahip olmayan Chp,Beline sahip olmayan Mhp çıkmıştır.
*Pkk-nın silahlı saldırısını meşru bir müdafaa veya kürt halkının hakkını koruma olarak gören bir insan,bir parti bu toplumun değerlerinden uzak,bu milletin değerlerini taşımayan,tefessüh etmiş bir kişi olabilir ancak.
*Şu tezata bakar mısınız!
Adıyaman-ın eşrafından merhum Abdulkadir Kayır abi müftülük elemanı olarak devamlı hapishaneye ders vermeye gider.
Bir seferinde de Ulu camide Risale-i Nurları okumaktan dolayı,ayakkabılarıyla camiye giren jandarmaların tutuklamasıyla her zamanki ders vermeye gittiği zamandan erkenden gidince mahpuslar şaşkınlıkla sorarlar;
-Hayrola abi,bugün neden erken geldin?
Cumhuriyet hep bu kötü hatıralarla anılacak,tıpkı haçlıların anıları gibi…
* Osmanlı ordusunun silahlarının elinden alındığı , düşman filolarının Çanakkale Boğazı’ nı aşıp İstanbul’a dayandığı felaketli bir dönemde halife sıfatıyla Osmanlı tahtına oturan Sultan Vahdeddin’in, Osmanlı askeri olarak, şahsını korumak için bırakılmış olan biricik taburu Ayasofya Camii’ ne göndererek:
“Aziz İstanbul’un fethinin sembolü olan Ayasofya’ya çan takmak isteyenlere ateş ediniz!… ” emrini verdiği halde,bu gün çok rahat kapısına zincir vurulmuştur.
Çan takanlarla bunu yapanlar arasındaki fark nedir?
* Yazmış olduğu”Ayasofya”. isimli şiiri yüzünden tutuklanarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Osman Yüksel Serdengeçti’ nin kendini müdafaa ederken:
“Müddei umumi(savcı) tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Ayasofya`nın tekrar cami haline getirilmesinde benim ne gibi hususi maksadım ve menfaatim olabilir? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim, yoksa imamı mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. Böyle bir yazıyı yazdığımdan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanıyorum .” diye hayıflanarak verdiği cevabı,sorumuza cevaptır.
*Çevik Bir ve aynı düşüncedeki silah arkadaşları,cunta ekibi şu anki Suriye-nin durumunu düşünsünler ve Türkiye-yi nereye götürdüklerini anlasınlar.
Eğer ordudaki cunta ekibinin hedefi tutsaydı bugün Türkiye Suriye-den daha vahim bir duruma giderdi.
*Resmi tarih,resmi din samimi olan tarih ve dinden uzak bulunmaktadır.
Her rejim kendini kabul ettirip devam ettirmek için,öncekini bitirmek ve örtmek ister.Bu ise imparatorluk gibi büyüme özelliği olmayan kabile devletlerinin yapısıdır.
Türkiye cumhuriyeti de kurulurken kabile devlet olarak temeli atıldı,Geçmişe ait sahiplenmesi gereken ne varsa hepsini yaktı,hafızalardan sildi,yeni hafızalı nesiller yetiştirdi.Tarihçilerde bu amaçla ve hedefle yetiştirildi.
Her resmi kutlamalarda geçmiş kötülendi,başarı yapılanlarla değil,geçmişin kötülenmesiyle başarı olarak gösterilmeye çalışıldı.
Alternatif tarih okuyan,rejimin öğütemediği tarihçiler ise,ne suya ne de sabuna dokunmadı.Tarih kirli kaldı.Tarih ve tarihçi gerçekleri ortaya koymadı.Sızıntılar ve fısıltılarla idare edildi.
Resmi tarih gerçek tarih değildir.Resmi tarihçi de gerçek tarihçi değildir. Müsaade edildiği oranda tarihçidir.
Tarihimizle ve bir kısım tarihçimizle hala kavgalıyız ve kavgadayız.
Az bir geçmişe heves,yönelme ve sahiplenmede içten ve dıştan ve özellikle daha hevesli olan iç zurnacılar hemen devreye girerek,yeni Osmanlı hortladı,yeni Osmanlılar geliyor,gibi öcü olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Oysa eski hal muhal,ya yeni hal veya izmihlal.
Geçmişin güzelliklerini alarak geleceğe o birikim ve tecrübe ile yürümek gerektir.
*Bize ne oldu?
Bitkilerle bile anlaşırken,hayvanlarla bile anlaşamamaktayız.
Hayvanlarla bile anlaşırken,insanlarla anlaşamaz olduk.
İnsanlarla bile iyi anlaşırken,Müslümanlarla anlaşamaz olduk.
Müslümanlarla gayet iyi anlaşırken,akrabalarla,komşularla anlaşamaz olduk.
Onlarla bile iyi anlaşırken,ailelerimizle,çocuklarımızla anlaşamaz olduk.
Onlarla bile gayet iyi anlaşırken,kendimizle anlaşamaz hale geldik.
Hayvanlara,bitkilere,canlılara yardım ederken,kendimize bile gayretmez,hayretmez olduk.
MEHMET ÖZÇELİK
26-06-2011




KIRK YILLIK KÂNİ

KIRK YILLIK KÂNİ
Allah Allah,kaderin şu tecellisine bakın ki;chp bir asra yakındır bu memleketteki inançlı insanları hep irana gidin dedi,irana benzemekle kınadı.
Oysa bu kınama,saldırı ve iddia çok az ve mevzii,bir tutarlılığı olmayıp,geçersiz bir dava idi.
Şimdi ise ana muhalefet partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tesettürlü kızlarımızın iran usulü giymelerini tavsiye ederek adeta iranı buraya getirmeye çalışıyor ve onu emsal gösteriyor.
Nasıl giyineceği konusunda onlara saygı göstermiyor.
Tesettürlü kızlara iran modeli tarzı örtünmeleri halinde müsaade ederek,kabul edip onay vereceklerini söylemektedir.
Tamamen samimiyet ve dürüstlükten uzak bir tavır.
Canım,hiç kırk yıllık Kâni,olur mu Yani!
Zihniyet değişmedikçe geçici vitrinin değişmesi hiçbir şeyi değiştirmez.
Zira mal aynı mal!Vitrindeki içerdekinin aynısıdır.
Onun gibi de,zihniyet aynı zihniyet.Bu da göstermektedir ki,ılımlılık ve uyumluluk namına her kim gelirse gelsin,temelde ve düşüncede milletin değerleri esas alınıp hakaret edilmedikçe problem olma ve problem yapmaya devam edecektir.
Harç öyle atılmış!
Hiç unutmam,yirmi yıl kadar önce gözden muayene olmak için hastanede sıra bekliyorum.Benden önce altmış yaşları civarında bir köylü içeri girdi.Kapı açık, içerideki konuşma ve bağırtı net duyuluyordu.
Doktor vatandaşa şapkasını çıkarmasını söylüyor,o kişi ise çıkarmayacağını ısrarla belirtiyordu.
Tam yarım saate yakın bu münakaşa sürdü.Doktor şapkayı çıkarmadan muayene edemeyeceğini söyleyip istemeyerek de olsa çıkarmaya ikna edip muayene etti.
Ben içeri girdiğimde ise doktor bitmişti.Morali sıfıra inmişti.Bu halde beni sağlıklı muayene etmesi güçtü.
Havayı yumuşatmak için şöyle bir latife yaptım;
-Doktor bey,bu şapka bu başa geçene kadar nice kelleler gitti,biliyor musunuz?
Elbette onun oradan çıkması da öyle kolay olmayacaktır.
Doktor tebessüm edip,rahatlamıştı.
-‘Men Dakka dukka’’Kim kimin kapısını çalarsa,onun kapısı da çalınır’
-Bir kimseyi kınayan aynısıyla kendiside kınanmadıkça ölmezmiş.
Hiç belli olmaz.Bakarsın bu insanlar iranı bile buraya getirmekle kalmaz,hilafeti bile götürdüğü gibi getirebilir…
Ayasofyayı kapattığı gibi açabilir.
Rusya gibi,ateizmi pazarlarken şimdilerde İslam dünyasına girme çabası göstermektedir.
Bakarsın İslam birliği kurulmasını bile ana muhalefet tavsiye edebilir!
Kapattığı medrese,tekke ve zaviyeleri tekrar açabilir!
Bakarsın dünyaya islamı pazarlayıp,bizleri bile bu konuda pasif görebilir!
İki sebepten;Biri daha ileri gitmeyip hiç olmazsa eskisiyle kanaat etmek,ikincisi ise;Hadis-i Kudside buyurulur:”Allah dilerse bu dini bir facir eliyle de güçlendirir.”
Mevla görelim ne eyler,ne eylerse güzel eyler.
Kaderin cilvesi.
Şu anda İstanbul Üniversitesinde şapkayla derse giren bir çocuğu dışarı atan öğretim görevlisinin bu tavrına karşı yök başkanı tavrını koyarak kimsenin örtüsünden dolayı da atılamayacağını kesin olarak ortaya koydu.
Bunu takib eden durumda Adıyaman üniversitesi gibi zaten yasak olmayan tesettür konusunda insani,hukuki,dini,seviyeli bir adım atılmış oldu.Şimdilik bu mesele kalkmış görünüyor.
Kaosu oluşturanların manevi baskısının fos çıkması,toplumun asliyetine dönmesine sebep olmuştur.
Asalet asil insanlarla ve asil davranışlarla olur.
Göründü ve bilindi,kimmiş asil…
MEHMET ÖZÇELİK
07-10-2010