ÇOCUKLARIN DÜNYASI

ÇOCUKLARIN DÜNYASI

Çocuklar toplumun aynasıdır. Onlar bizim kimliğimiz ve göstergemizdir. Bizim onları nasıl görmüş olmamızla beraber, onlarında bizi nasıl gördükleri ve görmek istedikleri de o kadar önemlidir. Onların dünyalarında nasıl görünüyor ve görünmekteyiz?

Nasıl görüyor ve gösteriyorsak,öylede onların dünyalarında bulunuyoruz.

Toplumun özü ve özetidirler çocuklar.

Çocuklar; dünyalarını temiz tutamamakla beraber, kirlettiğimiz dünyalarına önem vermediğimiz mağdurlardır.

Bir dünya istiyorum;kirsiz,lekesiz,mafyasız,kavgasız.!

Sizler nasıl bir dünya istiyorsunuz?

Bir dünya bekliyorum;akılla kalblerini koparmıyan,kalblerini akıllarına yedirmeyen bir nesil,bir gençlik bekliyorum!

Kendi ayakkabısının bağını görmiyen,insanların boynundaki adeta manevi esaret bağını görürde,onun kısıtlamasına gider mi?

Boynundaki yükün farkına varmıyan o insan,boynunun borcu olan Allaha kulluğu,insanlara hizmeti hiç düşünür mü?

Çocukların dünyası saf ve şeffaf. Al haberi çocuk dan. Onları kendi dünyamıza alarak kirlettik,onların dünyasına da gidemedik. Alemleri dikensiz. Diken olsa da geçici ve de samimi,batmayan cins-den.

Büyüklerin dünyasında başlara taç olan,gönüllere ilaç olan,insanlığa sertaç olan izzetli peygamberin geçtiği yerlere içerisindeki dikenleri yerlere saçıb döken,onun hesabını yapan Ebu Lehebler ve onun odun taşıyıcısı olan kadınları var. Elleri kurusun! Kurudu,kurudular ya!..Şeyy,eksik mi söyledim; Nesilleri kurusun! Kuruyor ya!..

Kimler geldi,kimler geç di bu felek-den

Kalbur ile un elerken deve geç di bu elek-den.

40 metre öteden,40 yılını harcayarak iğnenin deliğinden ipi geçiren bir ipe hayatı bağlı olanlarda geçti, insanlığı kurtarmayı düşünenler de geçti ve bitirmeyi düşünenler de…Bitkiler ve otlar gibi,bitti,gitti..

İşte küçüklere büyükçe bir soru. Sizin ve insanların dünyasında ne var,ne yok? Kendi dünyam ile mukayesemde gördüğüm; Ben de akılla beraber his,rahmet yağmuruyla beraber sis var. Onlar ise sissiz. Bendeki düşünce ve tecrübe,onlardaki saflık ve şeffaflık.

Büyükler gelin küçük ve çocuk olun, onlarda çocuk kalarak büyüklerin yerinde olsunlar!…

03-10-98
MEHMET ÖZÇELİK




GENÇLER VE GENÇLİK

GENÇLER VE GENÇLİK

Akıldan ziyade hissi dinleyen genç ve gençlik;freni patlamış bir araba gibidir.

Gençliğe,gençliğin elinden tutacak bir el,bir el freni gerekmektedir.

Hisleri galeyana geldiğinde onları durduracak bir emniyet kemeri gerekmektedir.

Bu durumda evvela;genci suça yitecek,kötülüklere çekecek sebeblerin ortadan kaldırılması gerekir. Sonra gencin kalbini ve aklını doyurucu iman ve ilim esasları verilmelidir.

Kısaca:”Aklı aydınlatan fen ilimleridir. Kalbi aydınlatan din ilimleridir. İkisinin birleşmesiyle hakikat tecelli eder. Birbirlerinden ayrıldıklarında,birincisinden şüphe,tereddüt ve inkar,ikincisinden taassub tevellüd edecektir.”

Bugün gençlik başı boş bırakılmakla yetinilmeyip,sür’atle o boşluğa itilmektedir.

Gençlik;boşlukta yürümektedir.

Gençlik;boşlukta yüzmektedir.

Gençlik;boşlukta bocalamaktadır.

Bir an evvel bu boşluğun doldurulması,gençliğin istikamete yönlendirilmesi gerekmektedir.

Zarar verici gelişmelerin budanması,dengeli ve ölçülü büyümesi gerekir.

Toplumun her mevkide,en fazla suç oranının işlendiği kesim,gençlerdir ve gençlik dönemidir.

Gençlik,rehbersizlikten kıvranmaktadır. Zira her şey sisli görülmekte,öyle görmekte ve gösterilmektedir.

Bir kılavuz vasıtasıyla bunların ortadan kaldırılmasına ihtiyaç vardır.

Günahın en çok işlendiği dönem,gençlik dönemidir. Tüketimin,tükenmenin,harcamanın ve harcanmanın en sür’atli ve hızlı olduğu dönem,yine gençlik devresidir.

İnsanın gerek dünyasını,gerekse de ahiretini kazanmaya en müsait olduğu dönem,yine gençlik dönemindedir.

O halde çözülmesi gereken esas problem,gencin problemi,gençliğin problemleridir. Zira,ekonomi de onun içindir ve onun iledir. Eğitimi de onun ile olmakta ve oluşmaktadır.

Gençliğini kaybeden bir toplum,sermayesini yitiren bir esnaf gibidir.

Gençleri kaybetmeyelim.. onları kazanalım…

5-6-1996

MEHMET ÖZÇELİK




MÜMTAZ GENÇLER

MÜMTAZ GENÇLER

“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız.”

Yıllarca hasretle bekleyip,yollarını gözlediğimiz bir gençliktir mümtaz gençler. Zira bunların dünyası genç ve dinamik bir dünyadır. Taze bir hayatın,taze insanlarıdır bu mümtaz gençler. Bu dünyaları içerisine girilip gezilecek bir dünyadır mümtaz gençlerin dünyası. Bir sürü sürü halindeki gençler içerisinde mümtazdır bu mümtaz gençlerin hayatı. Mümtaz gençler ve mümtaz gençlik cennete aid bir kavram ve yaşayıştır. Hayatın en verimli döneminde bu mümtaz gençlerin ürünleri de kendileri gibi mümtazdır. Bu mümtaz gençler rasulullahın müjdelemiş olduğu bir gençliktir.

Bu mümtaz gençler önlerinde bulunan bir çok barajları,engelleri,aşamaları,kaleleri,zirveleri ve de berzahları aşan farklı şahsiyetlerdir. Hayat berzahının en zor ve tehlikeli devresini aşan bu insanlar,bundan sonraki devreleri de aşacak olan kişilerdir bunlar.

Bu mümtaz gençler deli-dolu,kanı deli gibi akan delikanlılardan olmayıp,istikamet üzere kanı akıllıca akıp,akıllı ve olgun kişilerdir. Akıllı ve dirayetli olup,nefis ve hislerine kapılmayan istikbal vadeden farklı bir nesildir bu mümtaz şahsiyetler. Bunlar zamanın kendilerini bitirip kişiler olmayıp,kazancını bilen,zamanı yaşatmak,ebedi kılıp sermaye olarak kullanan kimselerdir. Fani olanı baki kılan bir gençliktir,bu mümtaz gençlik…

Değerleri değersiz kılmaz. Değerli şeyleri değerlendirip,değersizlerin kendilerinde değerlendiği,değerlerine sahib, değerli bir şahsiyete sahib kimselerdir.

Gençliğin kıymet ve ehemmiyetinin,kıymetli şeylerde olduğunun şuurunda bir gençliktir bu mümtaz gençlik.

Bugünkü gençliğin yarınki gençlik olmasını arzulayıp,bu uğurda gayret gösterenlerdendir. Gençliğini bitirip,geride bırakan bir genç ve gençlik bitmeye,tükenmeye ve de unutulmaya mahkum bir gençlik olduğunu bilir. Gününü gün eden bir gencin,yarını şimdiden tükenen bir genç olduğu basiretindedir. Onlar için yarınlar mazide kaldığı için tükenen müflis bir gençlik peşinde gitmez.

Mümtaz gençlik,geleceğe hazır bir gençliktir. Geleceği olan,geleceğe ümid bağlayan,sigortalanmış bir gençliktir. Müflis nesil;sigortasız,emniyetsiz,aşı boş,hayatı toz-pembe görüp,is-den,sis-den ve de sefâhetin pisliklerinden önünü göremeyen bir gençliktir. Böyle bir genç ve gençlik dizginleri başkalarının elinde olan mahkum bir gençliktir. Mümtaz genç ise maddeye ve manaya,nefsin desise ve hilelerine ve de nesillere hakim bir gençliktir.

Mümtaz genç için hayatın mana ve hakikatı tam bir hakikat manzumesidir. Hayatın manası hayatın boynuna takılmış birer incidir. Hayat onunla kıymet bulur.

Kıymetli şeylerin müşterileri de çok olur. Onlara çokları talib olur. İşte böyle mümtaz gençlerin önüne çok tuzaklar kurulmuş,başları çok ağrıtılmış,onları asıllarından koparmak uğruna,çok kopuk kopmuşlar seferber olmuşlar. Dünyalarını,olmayıp tükettikleri şahsiyetlerini,her şey ile tek bağlantıları olan hayatlarını da bu uğurda feda dahi etmişler,tıpkı mümtaz şahsiyetlerin fedakarlıkları derecesinde,menfi fedakarlık…

Bu mümtaz şahsiyetlere cennet talib olmuş,ötelerden talebler gelmiş,Allah onların talibi olduğu matlub insanlar olmuşlar.

Bu mümtaz gençlere bir girdaba doğru çekilmektedirler. O girdab ki,zahiren tatlı,hakikatta ise acı bir çıkmaz ve de bir sondur. Küfürden sonra mü’min için en tehlikeli bir yoldur. Aynı zamanda boş bırakılan bir gençliğe sunulan alternatifsiz bir alternatiftir. İradenin,kalb ve vicdan gibi alınan duyguların karşısına dikilen nefis canavarıdır.

Böyle bir gencin dünyaya bakışı ve dünya görüşü kördür ve nefis hesabınadır. Görüş mesafesi kısır ve de kasırdır. İleriyi,ebedi alemi görecek gözden mahrum bırakıldığı gibi,aklın gözüne de perdeler çekilmektedir. İşte sefâhet o perdelerdendir.

İşte mümtaz gençler,hem o göze sahibtirler,hem de öyle perdeleri aşmış,perde ötesi bir kimliğe sahib şahsiyetlerdir.

Gencin bakışı kör ve hissi olduğu gibi,gençliğe ve gence bakışta onun kadar körce bir bakıştır. Körce ve körü körüne bir hayata ve hayvaniyete sevkediştir. Oynayan ve hoplayan ve de zıplayan bir gençlik bekleyenler,sonunda onların oynaklık ve hoppalalıklarından da şikayete hakları olmayacaktır. Çünkü öyle bir nesli kendi istedi ve de elde etti. Hayırlı olsun. Hem üst katta zıplamasına müsaade edeceksin,sonrada şikayette bulunacaksın?

Fakat mümtaz gençlik,kalb ve ruhun cimnastiğiyle tecrübeli,ağırlıklı,her yönüyle sağlıklı bir nesildir. Mesele ve problemlerini bilen,kolaylıkla çözüm yollarına yönelen ve bulan problemsiz kişiliğe sahib kişilerdir. Çareleri tüketen değil,hal çareleri üreten üreticilerdir. Modası geçmişlerle uğraşmaz,yeni moda ve modeller çıkarırlar. Zira sefâhet ve eğlenceler tâa cehalet asrında kalıp bir fayda sağlamayan modası geçmiş modellerdir. Bu modası geçmiş modeller geçmişte geçmiş olan modellerdir. Bunlar üretimi değil,tüketimi arttırdığını bilip,yeni formüller üretirler.

Mümtaz gençler gençleri kendileri gibi mümtaz yollara sevk ederken,kendilerinden geçmiş gençlerde,kendileri gibi seçkin olmayan geçkin yollara yönlendirirler.

Genç de büyük bir potansiyel ve enerji vardır. öyle ki bununla dünyayı bile yerinden oynatırken,evreni lerzeye getirebilir. Bu bir infilak da olabilir,kainat çapında bir tamir ve başarı da olabilir. O halde böyle bir güç yabana atılmamalı,insanlığın sonsuza dek yararına olacak yönde sarf edilmelidir. Bu genç saadete hazırlanmalı,hayra yönlendirilmelidir. Aynı zamanda ruhuna uygun bir eğitim ve terbiye verilmelidir. Allah’ın ve rasulünün gösterdiği terbiye sistemleri ile yetiştirilmelidir.

Mevlâna’nın dediği gibi:”Hamdım. Piştim. yandım.” İşte bu genç bu devrelerden geçirilerek pişirilmelidir. Hamlıktan kurtarılmalıdır. Pişmeden yenilmez,yanmadan olunmaz,olmadan bulunmaz,bulunmadan varılmaz,varmadan hakka kavuşulmaz,hak ile olunmaz. O’nun rü’yeti,O’nun marifeti,O’nun muhabbeti,O’nun rızası ve cenneti elde edilemez. İşte mümtaz genç,bu merhaleleri aşan gençtir.

Mümtaz genci mümtaz kılan,kimliğini bilip,sahib olmasıdır. Kimliksizlik ise belirsizliği,oda şahsiyetsizliği netice verir. Zira bir civciv,civcivliğini koruyarak kaldığı sürece,başkalarına özenip taklide çalışan bir filden daha üstün ve de büyüktür.

Batı kültürüyle yoğrulmuş,kendi eğitiminden ziyade başkalarının eğitimini almış,onların değersizliklerini değer kabul etmiş bir genç de şuna benzer:

Bir tavuk yüz senede ördeği taklid etse,ördek gibi olamaz. Olamadığı gibi kendi yürüyüşünü de unutur. Ne kendi gibi yürür,ne de onlar gibi. Bir berzah karanlığında,bir bocalama içinde bocalamaya başlar. Ne idüğü belirsiz melez,nesli kesik bir kişi ve kişileri temsil ederler.Tıpkı katır gibi… İki ayrı ırktan,bir acib yaratık olarak ortaya çıkar. Hiçbir tarafa mal olamadığı gibi,hiçbir tarafta onu kendi tarafına almaz. Kimliksiz ve vasıfsız bir şey???

Mümtaz genç ihtiyar gibi yaşar,genç gibi ibadet eder. Elli sene sonraki gerçek yüzünü ve çehresini görür. Onun da ötesinde ahiretteki son neticeyi görür ve öyle yürür. geçirdiği yıllara acımaz. Büyük bir oohh çeker. Bâd-ı hevâ geçiren ihtiyarlar gibi aaahh aah demez. Önceki gayret ve çabalar ona onu dedirttirmez. Önceden düşünür ve ona göre yaşar. Önce yaşayıp da sonra düşünme yoluna gitmez. Ekinini ekim zamanı eker,biçim zamanı da biçer. Ekim zamanı oynayıp,keyif edenlere bir yandan gülerken,diğer yandan da acır. İhtiyarlık gençliğin mahsulüdür. Nasıl bir gençlik ekilirse,öylesine de bir ihtiyarlık biçilir,derilir.

Gençlik elbette gidecek. Eğer meşru dairede geçmişse yerine binler lezzet bırakarak gidecek. Eğer ğayrı meşru geçmiş ise,ödenmesi güç hesap ve faturalar geriye bırakaraktan sönüp yok olacaktır.

Evet. Nasıl bir gençliğe talibsiniz? Nasıl bir ihtiyarlık beklemektesiniz? İstikbal vadeden bir gençlik içinde misiniz? Yoksa geleceği karanlık ve meçhullerle dolu bir gençlik hayatı içerisinde misiniz? İhtiyarların sizi nasıl gördüğünü hiç onlara sorup,onların gözleriyle kendinize baktınız mı? Eldeki büyük sermayeler nerede ve nerelerde harcanmaktadır. Harcanmakta mıyız?

“Sizdeki gençlik katiyen gidecek Eğer siz daire-i meşruâda kalmazsanız,bir gün o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada,hem kabirde,hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etmezseniz o gençlik manen baki kalacak ve ebedi bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.

Elhasıl,gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise hem dünyada,hem ahirette binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle su-i istimal ile israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere,taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz;hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisanı halinden gençlik saikasıyla israfat ve su-i istimalden gelen hastalıktan eninler ve eyvahlar işiteceğiniz gibi;hapishanelerden dahi ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla ğayrı meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristandan ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o alemi berzahta –ehli keşfel kubûrun müşahedatıyla ve bütün ehli hakikatın tasdikiyle ve şehadetiyle- ekser azaplar gençlik su-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. Hem nevi insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyeti mutlaka ile esefler,hasretler ile eyvah gençliğimizi bâd-ı hevâ,belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.”diyecekler. Çünkü beş-on senelik gençliğin ğayrı meşru zevki için dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve ahirette cehennem ve sakar belasını çeken adam en acınacak bir halde “Errâdi bid-darari Lâ yunzeru leh” sırrıyla hiç acınmaya müstahak olmaz. Çünkü zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve layık değildir. Cenâb-ı Hak bizi ve sizi bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin,amin”

“Evet,o şirin,güzel gençlik nimetine istikametle,taatte şükretse;hem ziyadeleşir,hem bakileşir,hem lezzetlenir. Yoksa hem belalı olur,hem elemli,gamlı,kabuslu olur,gider. Hem akrabasına,hem vatanına,hem milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeğe sebebiyyet verir.”

Hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatları dairesinde bulunur. Yoksa dünyevi bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesi yedirir on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır.

“O’nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O’nu unutan saraylarda da olsa zindandadır,bedbahttır.”

“Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve ahireti unutup,dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilirmisin neye benzersin? Deve kuşuna…Avcıyı görür,uçamıyor;başını uma sokuyor,ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o,gözünü kum içinde kapamış,görmez.”

“Ey nefsim! Deme:”Zaman değişmiş,asır başkalaşmış,herkes dünyaya dalmış,hayata perestiş eder. Derdi maişetle sarhoştur.” Çünki:Ölüm değişmiyor. Firak,bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Aczi beşeri,fakr-ı insani değişmiyor,ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor,sür’at peyda ediyor.”

Evet,değerli gençler! İhtiyarlık size gelmeden evvel,siz bazen ihtiyarlığa hayâlen dahi olsa gidiniz. Kendinizi birde oradan seyrediniz.

Hadiste buyurulur:”Mûtû Kable en temûtü”,(Ölmeden evvel ölüme hazırlanınız.) Bizde diyoruz ki;ihtiyar olmadan evvel gençliğin kıymetini bilip,ihtiyarlığa öylece hazırlanınız.

Fâni ve geçici bir gençliği,ebedi ve sonsuz bir gençliğe feda etmek ister misiniz? Madem istemek insaniyetin ve aklın bir gereğidir. O halde baki fani olana tercih edilmelidir. Ta ki ebedi neticeler vermiş olsun…

Mümtaz genç! Ebedi ve sonsuz bir hayatta,Allah’ın mümtaz iltifatına mazhar gençtir. Her şeyiyle imtiyazlı bir gençtir,mümtaz genç ve gençler…

14-5-1994

MEHMET ÖZÇELİK




Â İ L E

Â İ L E

Muhabbet üzerine kurulan kainat muhabbet ile başlayıp,yine onunla devam eder ve etmektedir.

Ailenin manevi bir zenbereğidir muhabbet…

Küçük bir manevi cenneti hatırlatan aile,aksi durumda cehennemi bir halete döner.

Ailenin saadeti ve sağlıklı olarak devamı;iman ve sevgi iledir. Onlar üzerinedir,Onların içerisindedir,onlarladır,onlarsız olamaz ve düşünülemez.

İmanın tesiri azim ve büyüktür.[1]

Aileyi ayakta tutan en büyük iman esası;öldükten sonra tekrar beraber olma düşüncesi,o mânevi rabıtayı temin etmektedir.[2]

Bu muhabbetin ve ahirette tekrar beraber olma düşüncesi,beraberliği ve o beraberliğin devamlılığını da sağlamış olacaktır.

İhtiyarların ihtiyarladıkça,ahirete yaklaştıkça dindarlıklarının artmasındaki en önemli faktör;bu ahiretteki beraberlik düşünce ve inancıdır.[3]

Ailedeki bu manevi hat ve bağlar onları ayakta tutarken,bunların gitmesi anne babayı yıktığı gibi,düzensiz çocukların yetişmesine,başarısızlığa kapı açarak,nesilleri etkileyecektir.

Bir kaset gibi,kamera gibi çocuklar yanlış sesler ve görüntülerle dolmuş olacak ve topluma da onları boşaltacaktır.

Aile;[4] nikahla başlar. Nikahta bazı şartlar vardır. Bunlar;

Hanefi:İki şahit.

Şafii: Velinin rızası.

Maliki: İlan,esas demiştir.

Böylece aile bu bağla bağlanır,bu manevi bağın kopmasıyla da kopar.

Ayriyeten Mut’a ile yani geçici bir süre için evlilik ile ilgili olarak;Prof.İ.Canan-ın;”Namus fitnesi Mut’a”adlı kitabında titiz bir araştırma neticesinde ortaya konan husus şudur ki;

-Ehli sünnet ve cemaatın ittifakla kabulü;Mut’a Haramdır.

-Şiiler bunu sırf Hz. Ömer’e muhalefetten (ondan rivayet edildiği sebebiyle) mut’ayı meşru görür,yaparlar.

-Acaba bu insanlar kızları için bunu nasıl düşünmektedirler? Abes görmemekte midirler?

Mut’a;fuhşun meşru kılıf giydirilmeye çalışılan vechesidir.

Mut’a;paralı fuhşun biraz daha uzun süreli olanıdır.

Mut’a;aileyi ve aile mefhumunu bozar.

3 – 6 – 1996 MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak. Şualar. B. Said Nursi.11.şua.8.mesele.sh.226,Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. II / 211, Sözler. B. Said Nursi.32.söz.2. nokta.2.Mebhas.sh.699,644,648-de 3. işaret.

[2] Bak.Şualar.age.9.şua.4.delil.sh.183.

[3] Bak. Kastamonu Lahikası. B. Said Nursi.sh.124.

[4] Bak. Devlet Felsefesi. (aile) S. Mürsel.sh.135, Hadislerle Müslümanlık. M. Yusuf Kandehlevi. 2 / 585(Kadınların savaşı)




BULANIK HAYATIN BULANIK ÇOCUKLARI

BULANIK HAYATIN BULANIK ÇOCUKLARI

Saf ve berrak bir hayattan gelen bu insanlar,bulanık bir su,bulanık bir havayla karşılaştılar. Tuttular,kendilerini hayatın bu bulanıklılığına attılar,daha doğrusu terk ettiler. Çok şeylerini,değer ve kimliklerini terk ettikleri gibi…

İnsanlar onları terk etti,onlarda insanları ve ailelerini… Eller uzatılmadı ki,o ellere uzansınlar,gerçek sahiplerine ulaşsınlar.

Terkedilmiş bölgelerin,metruk insanları oldular.

Hilelerle onlara yaklaşıldı,hayatları tüketilmek üzere.

Boşlukları doldurulmadı. Bilakis boşluklarına boşluklar açıldı. Kapanmaz boşluklar oluştu. Topluma kapatılmaz maddi-manevi yaralar açtı.

Kapatmak isteyenlerin ağızları kapandı,yerleri-yurtlar zan altında bırakılarak kilitler vurulmaya çalışıldı.

Yani;birisinin hayatına kilit vurulurken,diğerlerinin hayat kaynaklarına kilitler vuruldu. Kilitleri kırmak isteyen ellere kelepçeler vuruldu,hayatına son verildi.

Öldüren bu asırda;hem maddi hayata,hem de manevi hayata gem vuruldu. Manen öldürülen insanlar,madden de ölmeye başladı.

Ödüllendirilen bu asırda;öldürenler,ölmeyen ölüler olarak yaşadılar. Harama verilen müsaade ve yetki,helale verilmedi.

Günah illetine tutulanlara –Helal olsun-denildi. Toplumun sırtına binenler alkışlandı,binmeyip de inenler, toplumu sırtlayanlar taşlandı;buda yetmemiş gibi,her türlü eziyetlerle haşlandı.

Onlar bir yandan taşlayıp haşlarken,kader-i İlahi;” Hamdım-Pişdim-Yandım”misali onları pişirdi. Pişkin ve seçkin insanlar kıldı.

Bulanık hayatın bulanık çocuklarının ve insanların her şeyleri de bulanık idi. Her şey toz-pembe görülüyordu.

Bir rüya da gibi..Ama bir gün uyanacak,uyandırılacak idi. Ölmeden evvel uyanmalı,uyandırılmalı idiler.

Onların topluma ihtiyacı olduğu kadar,toplumunda onlara ihtiyacı vardı.

Sarhoşlar güruhu,neden uyanıklar güruhu olmasın? Uyuyanlar ne kadar uyanık olabilir? Bu bulanık kafayla nereye kadar gidilebilir?

Gelin,millet olarak uyuyan sarhoşlarımızı uyandıralım! Ayık insanlar olalım!

Uyur-gezer. Nereyi? Ne kadar? Gerçekleri nasıl sezer? Hayatın kirini ve pasını nasıl süzer?

Ayık gezelim..gerçekleri sezelim..faydalıyı süzelim…

29-10-1997

MEHMET ÖZÇELİK




DEDENİN FERYADI

DEDENİN FERYADI

“Eğer beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi,belalar üzerinize sel gibi yağardı.”

Hayatımızı kendilerinin hayatına feda ettiğimiz,ancak kendi hayatlarını bizim ölümümüze bağlayan evlatlarımız,eğer ölmezlerse kendileri de ihtiyar olacaklardır. Men dakka dukka,yani kim kimin kapısını çalarsa onunda kapısı çalınır. Kaidesince kendi evlatları da kendilerine aynı muameleyi yapacaklardır.

Ben ki aciz ve güçsüz bir insanım. Çocuktan daha çocuk olmama rağmen o çocuğun az bir ağlaması halinde bütün ev halkı onun yardımına ve ihtiyaçlarının teminine koşarken,ben feryad ederimde,kimse yüzüme bile bakmaz. Ölse de bu herif,bizde kurtulsak. Veya malı mülkü bize kalsa da devran sürsek. benim ölümümü isteyip de malıma konarak devran sürmek isteyen bir evlada,evladı da devran değil,feveran ettirir.

Aslında inanıyoruz ki,bizi siz değil ancak rabbimiz memnun eder. Onun davetini beklemekteyiz. Ne zaman ki emri hak vaki olursa,bizde icabet ederiz.

Evin bir parça sıcak ekmeğini bize çok gördüler. Yerleri darmış, geçinemiyorlarmış, beni huzur evine gönderdiler,orada ise huzursuzum. Öyle zannediyorum evladım da huzursuzdur,torunlarım da huzursuzdur. Onlar beni düşünüyorlar mı bilmiyorum ama ben onları düşünmeden edemiyorum. Bayramları değil,her zaman yollarını gözlüyorum.

Torunlarımla bir hizmetçi,bir dadı gibi ilgileniyordum. Şimdi ise çocuklarla kim ilgilenecek,kim onlarla oynayıp,onları güldürecek,hikaye anlatacak,bilmiyorum? Öyle zannediyorum onlarda beni arıyorlardır.

Aaah hanım aah. Sen var iken ne güzel geçinip gidiyorduk. Her ne kadar ufak tefek şeyler oluyorduysa da,bu durumdan o durum binlerce defa daha iyiydi. Eskiden eve gelirlerdi,şimdi buraya beni sormaya kimse gelmiyor. Evladım bile bayramdan bayrama geliyor,geri nasıl gideceğini şaşırıyor. Torunlarımı bile bana çok görüyor,onları bile gelirken getirmiyor.

Bize buda mı reva görülecekti? Bulunduğunuz hayatı biz size hazırladık. İşte sizin bizlere hazırladıklarınız?

Geriye bakıyorum. Birde buna müstahakım,diyorum. Çünkü ihtiyarlığa daha doğrusu ahiret hayatıma bir hazırlık yapmadım. Gençlik geçtikten sonra,kimse bizi yanına almazken bizde camiye ve ibadete koştuk adeta sığındık,sığınmalık bile olamadık. Burada ise kimse bize kötü davranmıyor. Gençliğimde yetiştirmediğim çocuğumun elinden,ihtiyarlığımda çekiyorum. demek bunu böyle ektim,aynısını biçiyorum.

Allahım! İhtiyarlığımızda kimse bize merhamet etmiyor,sen bize merhamet et. Zira sen merhametlilerin en merhametlisisin. Senin merhametin olmasa,bizim halimiz nice olur.

Rabbim sen Kur’an-ın da;-Sana imandan sonra beş mertebe anne-baba hakkının gözetilmesini söyler-,Rasulünde:”Eğer beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi belalar üzerinize sel gibi akardı.”buyurulmasına rağmen,belalar onların değil,bizlerin üzerine sel gibi yağmada…

Bize sahib çıkan,elimizden tutan yok. Biz mi onlara merhamet etmedik,ellerinden tutmadıkta bu kadar bîgâne kaldılar?

Korkarım ki bir gün bir köşede ölürümde kimse duymaz. Ortada kalırım.

Dünya çocuğu,genci ve ihtiyarıyla güzeldir evlatlarım. Bizlere sahib çıkın. Bizleri yitmeyin. Şefkat etmeseniz de ilgilenin. Bizde sizin gibi gençken meğer uyuyormuşuz. Oysa bugün uyanmış durumdayız. Sizler bizim gördüklerimizi görmez ve bilmezsiniz.

Bizler sizin tarihiniz ve geçmişiniziz. Geçmişi olmayan,geçmişine sahib çıkmayan bir milletin geleceği de olmaz. geçmişiniz ve tarihiniz olan biz ihtiyarlara sahib olunuz.

MEHMET ÖZÇELİK




İLGİSİZ ÇOCUKLAR

İLGİSİZ ÇOCUKLAR

Tinerci dedik,sokak ve sahibsiz çocuklar dedik,şimdi de ilgisiz çocuklar diyoruz. Aslında başlık “Saldım çayıra,Mevlam kayıra” olmalı idi. Zira bir çok ailenin ilgisizliğini millet olarak çekmekteyiz.

Hepimiz çocuklarımızdan şikayetçiyiz. Ancak çocuklarımıza neyi, ne kadar verdiğimizi de hiç düşünmemekteyiz! Çocuklarımıza vermediklerimizi,veremediklerimizi onlardan istemekteyiz!

Tinercilerden daha çok tehlikeli olan,adeta potansiyel suçlu olabilecekler toprağın altında,sessizce beklemekteler. Çocuklar ihmalle çok şeyden de mahrum bırakılmaktadır.

Yeni yetişecek nesillerin;fikirleri hür,vicdanları hür,inançlarını söylemekten ve yaşamaktan sıkılmayan dinleri hür nesiller olarak yetiştirilmeleri gerekir. İlim ve irfan sahibi olmalı. Faziletli ve atılımlı olmalı.

Bahçe bahçıvansız,çiçek bakımsız,akçe sahibsiz bırakılmamalı,korunmalıdır.

Fıtrat fıtri olmayan bir şeyi –ister fikir bazında olsun,ister uygulamaya yönelik her hangi bir uygulamada olsun- istifrağ ile,ifrağ eder, def-u hacetle def ve ref ve ihraç eder. Yanlış uygulamalar,batıl ideolojiler de bu kabildendir. Ma’kes bulamaz.

Bu gün Rusya-nın yıkımı,dış da ve iç-de gücünü yitirmesi;fıtrata muhalif bir icraatta bulunmasındandır. Dünya onu kustu.

Dünya fuhşu kusacak.. Dünya içtiği kanı kusacak.. Dünya kendisine uygun olmayan şeyleri dışarıya atacaktır. Er veya geç.

Geç kalanlar düşünmeli,tedbirini almalıdır.

21-11-98

MEHMET ÖZÇELİK




ÇOCUK ÜZERİNE

ÇOCUK ÜZERİNE

Âyetin ifadesiyle:”Çocuklar dünya hayatının süsüdürler.”[1]

Çocuktaki fiziki gelişmeyle beraber şahsiyet de beraberinde gelişir. Öyle ki bu daha çocuk 6 aylıkken kendisini gösterir.

-Anneden kopma,çocuk da bir çok kopukluklara neden olup,kendisini boşlukta hissetme durumları meydana getirir.

Öyle ki bunun kendisi için bir eksiklik olduğu bunalımında olan çocuk,aynı durumun verdiği eksiklikle kendisini şuurlu-şuursuz suçun içinde bulur veya bazılarında kasıtlı olarak,onlardan istifade düşüncesiyle kolayca suça itilirler.

Kendisine bir mesned,bir dayanak bulmayı,çocukluk psikolojisiyle kucaklanmayı istemekte ve beklemektedir. Emin eller tarafından tutulup kollanmayan bu çocuklar,neticede emin bildiği hain ellerde kendisini bulmaktadır.

Zamanla bu olayların kangrenleşmesi sonucu,topluma tedavisi güç yaralar açmaktadır.

-Çocuklar birer çiçektirler. Soldurulmamaları ve dondurulmamaları gerekmektedir.

Çiçeklere gösterilecek ihmal ne gibi bir çöküntüyü netice veriyorsa;aynısı çocuklar için de geçerlidir.

-Çocuk sevgi suyuyla,ilgi sıcaklığı güneşiyle gelişir ve büyür.

Bu eksiklik ise umumi bir eksiklik ve de kayıptır.

Büyük bir insan bile ilgi beklerken hatta ararken,çocuğun hakkı değil midir ilgi?

İnsanda sevgi,çocukta da onu alma duygusu vardır. Bunlar birbirini tamamlamakla tamlanırlar. Aksi durumda eksiktirler.

Sevgi bir irtibat duygusudur. Sevgi koparsa irtibat da kopar. Bu irtibat devam ettirilmelidir.

Yaradılışla beraber İslâmın verdiği bu güzel duyguyu,menfi kimseler,-şeytan dahi gösterse- başarılı olup,kendisine çekmektedir.

Çocuk problemlerini ve keşmekeşliklerini onunla çözer,sevgiyle atar,bertaraf eder. Yoksa kendi bertaraf olur.

İnsanlık kâinatın bir çekirdeği olduğu gibi,çocukta dünya ağacının bir meyvesi olan insanı oluşturur.

Meyveler kurtlanmasın! O halde çekirdeklere iyi bakılsın,iyi olsun. Çekirdekler paralanıp parçalanmasın.

Çekirdek çocuk çekirdek aileyi;çekirdek aile,çekirdek toplumu ve o da çekirdek olan bir dünya ile gerçek insanlığı vermiş olur.

-Bir insan bir yere gittiğinde ne derece ve ne yere kadar uyum sağlamaktadır?

İşte çocuk da,yeni gelmiş olduğu dünyaya karşı,size karşı bir uyumsuzluk içinde ise,bu devam edecek anlamına değildir.

-Acaba biz de ne kadar uyum göstermiştik ve gösterebilmiştik?

Uyumsuzluklar uyumsuzluklarla düzeltilmeye çalışılırsa,katmerli bir uyumsuzluğu netice vermiş olur.

O halde kir,kirle temizlenmemelidir. Yoksa kirin kirliliğini arttırmış oluruz.

-Büyüdüklerinde her hangi bir yönlerinden arızalı olarak yetişmiş olan çocuklar;küçük yaştaki bu eksikliklerin ve ilgisizliklerin bir eseri olarak kendisini gösterecektir.

Bu konuda onlar sürekli cezalandırılma yöntemleriyle düzeltilmeye çalışılmamalıdır.

Zira ceza sevgiden sonra gelir. Ceza;son ve çaresizliğin bir çaresidir.

“Ayinesi iştir kişinin,lafa bakılmaz. Görünür şahsı sureti eserinde.” En güzel usül,nümûne-i imtisal oluşturmaktır. Ona ayine olmaktır.

-Çocuk konusunda,devletin başlı başına bir izleyeceği ve bir politikası olmalıdır. Tâki istikbalinden de emin olunabilsin.

-Çocuk zariftir. Çabuk etkilenir. Fakülte seviyesinde,bakanlık derecesinde onlarla alakalı tedbirler düşünülmeli,şimdiden yöntemleri belirlenmelidir.

-Dünyada en fazla etkilenen ve heder olanlardan biri de;işte bu çocuklardır.

-Dünya hakimiyeti için bir yandan çocukların doğması engellenmekte,bir yandan toplu ölümlere terk edilmekte,bir yandan Kolombiya da olduğu gibi bazılarının sağlıkları uğruna gözleri feda edilmekte,çalınmaktadır.

Her sene dünyada harb gibi,hastalık gibi çeşitli sebeblerle milyonlarca çocuk ölmektedir.

“Nüfus planlaması”oyun ve hileleriyle,gizli raporlarla,milyonlar harcanarak,İslam aleminin artışı engellenirken,ebter olan batı nüfuslarının artışı için her yola baş vurmakta,teşvike çalışmaktadırlar.

ABD’nin 1976’dan beri başlatıp,sadece 1996 yılında bunun için harcadığı para 5.400.000 dolar yani (324 milyar) dır.[2]

Aynı oyun 1994 yılında Mısır da da oynanarak,böylece müslümanların,İslâm aleminin nüfusu kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu konuda batı ısrarla kürtajı da teşvik etmektedir.[3]

Çocuklar doğmasınlar! Bu,çocuklar ölsünler,demektir. Onlar ölsünler mi? Peki,doğmasınlar ile olan farkı nedir?

-Avrupa’da çocuk,aile ve kadın gibi bir meta olup,çocuklar başı boş olmalarının yanında,mal gibi satılmaktadırlar.

-Çin’deki bir çocuk sahibi olma mecburiyeti,neticede bunun 2020 yılında erkeklerin evlenecek kadın bulmakta zorluk çekecekleri istatistikler neticesinde ortaya konulmaktadır.

-Dünya özellikle dinimiz çocuğun doğumunu,sağlıklı büyütülmesini teşvik ederken,maalesef bizde ısrarla kısırlaştırılmaya gidilmektedir. Tedbirlerde kısırca tedbirlerden öteye de gidememektedir. Teşvik bir yana adeta cezalandırılmaktadır.

-D. Gürlek;Osmanlıda çocuğun 5 yaşında mektebe verilip ve bunun 12 yaşına kadar devam ettiğini ifade eder.[4]

-Çocukların başarısızlılıklarını etkileyen faktörlerden birisi de,onların yaramazlıklarıdır.

Bu da onun devamlı kendisini gösterme ve isbat etme duygusundan kaynaklanır.

Ancak neticede buda müsbet yaklaşımlarla telafi edilebilir.

-Çocukların fiziki ve ruhi gelişmelerinde bir proğram takib edilmelidir.

Rast gele,işi oluruna bırakarak,adeta –saldım çayıra,mevlam kayıra- şeklinde gösterilecek bir davranış ve uygulama,çocukta da sürekli bir dengesizliğe yol açacaktır.

Fiziki ve ruhi gelişmelerinde her durumu mümkün mertebe de itibara alınmalıdır.

-İhmalin faturası da,topluma büyük bir ödeme zorluğu getirmiştir. Nitekim Unesko tarafından 1994’de,dünyadaki çocukların durumu ile ilgili raporda:

“Bugün dünyada 30 milyonu aşkın çocuk sokaklarda yaşamaktadır;7 milyon çocuk mülteci statüsünde bulunmakta,en az 50 milyon çocuk güvenliksiz ortamlarda çalışmakta,100 milyonu aşkını ilk öğretimden yoksun ve 150 milyon civarında çocuk da beslenme yetersizliğiyle baş başa bulunmaktadır.”der.

-Yiyecek konusunda çocuğa ısrarla yemek yedirme yoluna gidilmemelidir. Çocuktaki inad,onun inadını daha da arttırıp,fayda yerine zarar verecektir.

Her yiyen sağlıklı,yemiyen sağlıksız anlamına gelmemelidir.

Kısaca;ölçülü ve dengeli olunmalıdır.

Çocuklardaki oluşan deprasyonun çeşitli sebebleri göze çarpmaktadır. Bunlar;

-Gündüz seyrettiği veya kendisine anlatılan masalların zihninde yer etmesiyle,gece sakin bir zeminde depreşmesidir.

-Çocuğu susturmaya veya dediğini yaptırmaya çalışırken öcülerle korkutarak,onda sevgiden önce nefret ve korkunun gelişmesine sebeb olunmaktadır.

Bu durum onun korkuyla büyümesine,saldırgan bir tutum ve ruh haletine sahib olmasını netice verecektir.

Bu menfi duygu depreştikçe,menfilikler de kendiliğinden depreşecektir.

-Çocuklar sevgiyle büyütülmelidir. Bir tanıdığımız vardı. Bu kişi üç-dört yaşlarındaki çocuğuna,cenneti tüm güzellikleriyle anlatır. Bunu hayran hayran dinleyen çocuk dayanamayıp;-arabası da olan babasına dönerek-

-Baba,haydi o zaman bizde cennete gidelim.

Daha sonra baba çocuğuna oraya ne zaman ve nasıl gidileceğini anlatarak teskin eder.

Bu olayı duymuştuk. İki sene kadar sonra çocuk,babasıyla yanımıza geldiğinde çocuğa;

-Haydi,beraber cennete gidelim,dediğimizde o çocuk bize;

-Şimdi gidilmeyeceğini,ikna olmuş bir şekilde anlatmaya başladı.

-Evet,çocuk kaçırılmamalı. Belki o güzelliklere doğru teşvik edilmelidir.

-Ruhta meydana gelen bu korku duygusu,çocuktaki bir dengesizliğin neticesi ve ilerideki bir olumsuzluğun belirti ve habercisidir.

Bediüzzamanın ifadesiyle:”Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır.”

-“Batıl şeyleri iyice tasvir,safi zihinleri idlaldir.”bozmaktır.

-Şiddet ve şiddetli rüyalar ise;güzel görmemenin veya göstermemenin,kötü şeyleri tasvir etmenin,güzel düşünmemenin ve düşündürmemenin ve neticede hayattan lezzet yerine elem almayı netice vermektedir.

Çocuğa devamlı müsbet,yapıcı ve güzel şeylerin tasviri yapılmalıdır.

-Cennet,cehennemi şeyleri kabul etmez,reddeder.

-Bir gün Peygamber Efendimize sorulmuştu:”Ya Rasulallah! Kim cennete girecek?

-Allah rasulü ise:”Peygamber cennetliktir. Şehid cennetliktir. Çocukken ölen cennetliktir. Diri diri gömülen çocuk cennetliktir.”(Ebu Davud)

-Çocuklar korku ve şiddet filimlerinden de sakındırılmalıdırlar. Bununla yetinmeyip o çocuk tv. ile değil,anne-baba terbiyesiyle yetiştirilmelidir.

Çocuk kimin terbiyesiyle yetiştirilirse,onun malı olur. Başkası –anne ve babası bile olsa-hak dava edemezler.-

-Çocuğun yetiştirilmesinde en büyük faktörlerden biri de;arkadaş seçimidir. Atasözünde ne güzel belirtilmiş:”Bana arkadaşını söyle,sana kim olduğunu söyliyeyim.”

Çocuğun iyi bir arkadaş seçimi,kişiliğinin oluşmasında da büyük tesir icra eder.

Buda onun ailesine ve topluma uyum sağlamasını sağlar.

-Çocuk eğitimle gelişir. Verilecek iyi bir eğitim,iyi bir çocuk,iyi bir çocuk da iyi bir nesil ve gelecek demektir.

Eğitim çocuğa sevdirerek verilmeli ikna edilip,tatmin edilmelidir.

Çocuğa faydalı ve lüzumlu şeyler öğretilerek hafızasının gelişmesine yardımcı olunmalıdır. Aksi takdirde bilgisiz bir bilgi hamalı olmuş olur.

“Çalışmayan demir paslanır.” Zeka ve hafızanın gelişmesi,çalışmasıyla ilgilidir.

Çocuk konusunda İbni Cerir:”Çocuk,ebeveyni yanında emanettir. Onun tertemiz kalbi nakış ve suretten başı berrak ve soyut bir cevherdir. Bu mübarek kalb,kendisine öğretilecek her şeye kabiliyetlidir. Neye meylettirilirse ona meyleder. Kendisine hayırlı ve güzel şeyler öğretilirse hayır üzerine büyür. Dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşur. Anne ve babası sevabına ortak olurlar. Eğer şerre atılır,bu doğrultuda yetiştirilirse şaki olup dünyada da,ahirette de helak olur. Günah da onun terbiyesiyle mükellef olanındır. Çünki onun velisi sorumludur.”[5]

-Çocuğun yetiştirilmesi ona anlatılacak güzel hikayelerle olduğu gibi,zihninin gelişmesinde yardımcı olacak eğitici ve düşündürücü oyuncaklarla da takviye edilebilir. Yani çocuk eğitilerek öğretilmelidir. Meseleleri kavrıyamıyan çocuk,böylece oyun ile bilgilendirilmiş ve kabul ettirilmiş olacaktır.

-Çocuğun maddi ve manevi gelişimi anne karnından itibaren başlar. Mesela;

Hadisde:”O nutfe o rahimde yerleşti mi Allah,o nutfe ile Hz. Âdem arasındaki bütün soyunu o nutfenin başında hazır eder (de,o bunlardan birisinin şeklini alır.)”[6]

-Çocuğun gelişmesinde özellikle 0-6- yaş arasında verilenler veya çocuğun aldıklarının büyük ve silinmez etkileri vardır.

Nitekim kendimizden pay biçebiliriz. Öyle ki zihnimizde iz bırakmış olan bir olayı,hayatımız boyunca kolay kolay unutmaz ve unutamayız.

O dönemde öğrenilenler,hafıza arşivlerinin taze olması,mermere kazınmış gibi sağlamlılık gösterir.

-Onlara kıymet verilmeli,sevginin yanında saygıda kusur etmemelidir.

Hadisde:”Çocuğunuza,Muhammed adını koyduğunuzda,ona değer veriniz ve oturduğunuz mecliste ona yer açın.”[7]

Çocuğun yetişmesinde anne-baba kadar,belki daha fazla diyebileceğimiz bir faktörde okuldur.

Böyle bir yükü yüklenmeden önce çocuk o eğitime hazırlandırılmalıdır..Fiziken hazır haldeki durumu göz önünde bulundurulduğu gibi,ruhen o münasib ve müsaid hale getirilmelidir.

-Çocuğun fiziki olarak yetişmesinin de,ruhi olgunluğuna etkisi vardır. Aynı zamanda bir sünnet olan “Kaylûle” [8] yani;kuşluk ve öğle uykusunun,herkesin olduğu gibi hasseten çocukların dinlenmesine ve dikkatlerinin dağılmamasına ve zayıflamamasına sebeb olmakta,dinçlik sağlamaktadır.

Açlığa karşı ağızdaki salgılama gibi öğle vakti,öğleden sonra vücutta uykuya karşı öyle bir salgı salgıladığı bugün tıbben de tesbit edilmiş durumdadır.

-Bugün çocukların dengesizleşmesinde ve bozulmasında menfi görev yapan medyanın büyük rolü vardır.

Görüntülü ve resimli medya bu saf ve temiz kalbleri,tâ ruhun derinliklerine kadar hançerlemektedir.

Bugün medya;kadını yuvası olan evinden alıp kopardığı gibi,çocukları da o cennet yuvasından uçurmuş ve kaçırmıştır. Problemli çocukların meydana gelmesine zemin hazırlamıştır.

-Çocuğu sarmalayarak boğan o kadar sebebler teşekkül etmiştir ki;bunun izalesi,mesuliyetini hisseden ve hissedecek olan büyük bir himmet ve gayret sahibi toplum ile mümkün olacaktır.

Ancak bahane hazırdır;kendi problemlerini çözemediklerini,maişet derdinin boylarını aştığını ve onlarla uğraştığını söyleyen bir toplumda,iş fertlere kalmış olmakta,gönüllü erlerin ve fedailerin geç de olsa hizmetleriyle yerine getirilebilir.

-Habersiz olan büyüyen çocuğun durumunu,onun sorumluğunu üstlenen kimse daha fazla görmektedir. Daha fazla da dikkat etmesi gerekmektedir.

Zira;her şeyinde kendisini anne ve basının kucağına atmaktadır. Problem büyüdüğünde toplumun ve neticede devletin kucağına atmaktadır.

-İlk yapılacak iş;çocukta manevi bir kontrol mekanizmasını oluşturmaktır. Muhasebesini yapacak ve yapabilecek bir duygunun yerleştirilmesine çalışmak lazımdır.

Bununda temelini;iman ve inanç duygusunu harekete getirip,ibadet şuurunun onda yerleşmesini sağlamaktır. Zira bunlar kötülüklere karşı bir dizgin,bir fren görevini görecektir

Belki haklı olarak,siz bir gölge gibi onun arkasında olamazsınız. Fakat Cenâb-ı Hakkın onu her yerde ve her zaman gördüğü inancı,omuzunda iyilik ve kötülüklerini yazan –Kirâmen Katibin- melekleri tarafından her şeyinin yazılıb,hesaba çekilerek,mükafat ve cezaya çarptırılmak üzere ahiret diye bir alemin varlığı inanç ve şuurunu yerleştirdiğinizde,bu onun için de,sizin için de bir teminat olacaktır.

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyat da kördür,görmez.” Her şey madde ölçülü ve madde orantılı değildir.

-Zamanında ibadete alıştırılmayan ve namaza başlamayan bir çocuğun büyüdüğünde bir gayr-ı müslimin,müslüman olması kadar zorlaşacağını söyleyen Bediüzzaman;[9]onların namaza alıştırılmaları gerektiğini belirtir.

Çocuk;terbiye ve tedris süzgecinden geçirilmelidir.[10]

-Anlatılmaktadır;İdam edilmek üzere olan şahsa son istek ve arzusu sorulur. Oda annesini ister ve annesine hitaben,dilini öpmek isteğinde olduğunu belirtir.

Ağlayan ve üzüntülü olan anne,hiç olmazsa son anda çocuğunu memnun etme düşüncesiyle dilini uzatır.

Öpmek üzere olan çocuk,birden annesinin dilini ısırarak koparır ve tükürür.

Annenin feryadı bir netice vermez. Artık anne dilsiz kalmıştır.

İdamlık çocuğa,neden bunu annesine yaptığının nedeni sorulduğunda cevaben şöyle der;

-Ben küçükken,komşudan yumurta çalsam,annem beni engellemez,tersine;-aferin benim oğluma,der. Beni engelleme yerine teşvik ederdi. Her yaptığım yanlışlık da böyle davranırdı. İşte bu idamlığa ben onun dilinin cezası olarak gelmiş ve çıkmış olmaktayım.

Bana çektirdiğinin karşılığını,dilinin acısıyla bu dünyada çeksin,der.

-Yine anlatıldığı üzere;Evladı tarafından dayak yeyip,süründürülen baba bu duruma güler. Sinirlenip de evlat vurdukça,baba yine gülmeye devam eder. Hiddeti artıp,bir yandan da vuran evlad sebebini sorduğunda,cevaben baba;

-Evladım! Ben de babama aynen senin bana yaptığın gibi yapmış,bu ağacın altına kadar sürüyüp atmıştım,der. Ve vurması halinde de hakkını kendisine helal edeceğini de söyler. Ve bu durum evladı düşündürür.

-Ben de böyle bir duruma şahit olan birisini dinlemiş ve o kimsenin hala kendi mahallelerinde yaşamakta olduğunu da söylemişti ki;nitekim herkes buna benzer olaylara hayatında değişik şekillerde vakıf olmuştur. İbret alına…

-Elbette evladın da anne babaya karşı yapması gereken sorumluluklar vardır.

-Fahreddin-i Râzi-ye göre;İsra 23.24. ayetin açıklamasında,evladın anne babaya karşı mükellefiyeti beş şekilde tasnif edilir:

1)Onlara –öf- bile dememek.

2)Azarlamamak.

3)Hoş söz söylemek.

4)Onlara acımak.

5)Onlara dua etmek.[11]

Ana babanın çocuklar üzerinde bir çok hakları olup,peygamber lisanıyla;onların ihtiyacını karşılamanın Allah yolunda savaşmayla eş anlamda zikredilmiştir.[12]

Bediüzzamanın ifadesiyle:”Anne babasını rencide eden insan,insan bozması bir canavardır.”

-Dininden dönme ve dine aykırı gibi bir durum olmadıkça evlad anne-babasına itaatte kusur etmemelidir. Nitekim:

-“Sa’d bin Ebi Vakkas’ın müslüman olmasından hoşlanmayan annesi,oğlunun kendisine olan sevgisini de düşünerek;

-Dininden dönmedikçe yemek yemiyeceğini söyleyib,üç gün böyle devam etmesine karşı Hz. Sa’d şöyle demiştir:

“Vallahi ana! İyi bil ki,senin yüz canın olsa da onlar birer birer çıksa ben yine o peygamberin dinini bırakmam.

Bunun üzerine Ankebut suresinin 8. ayeti indi.Bunda:”Ana-babaya iyilik tavsiye edilmekle beraber,şayet onlar,çocuklarını Allah’a şerik koşturmaya kalkışır ve uğraşırlarsa,bu yolda kendilerine asla itaat edilmemesi gerektiğine….açıklandı.”

Sa’d ibni ebi Vakkas’ın kardeşi Amir’in de müslüman olması,annesini artık çileden çıkarmış ve şöyle söyletmişti:”Hz. Sa’d annesi ile kardeşinin başına halkın toplandığını görüb sebebini sorduğunda;”Şu anan,kardeşin Âmir’in yakasına yapıştı. Tuttuğu dini bırakmadıkça,hurma ağacının altında gölgelenmemeye,yeyip içmemeye and içti.”dediler. Hz. Sa’d annesinin yanına vararak;”Vallahi,ey ana! Cehennem ateşi durağın oluncaya kadar sakın gölgeleneyim,yeyip içeyim deme!”dedi.[13]

Hadis-de:”Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra babası onu;yahudi,nasrani ve müşrik yapar.”[14]

İbni Abbas’dan;Kafirlerin çocuklarının cennetlik olduğu da[15] rivayet edilir.

-Çocukların eğitimlerinde hadisler[16] ölçü alınmalı,yahudilik ve hristiyanlıkta olmayıp,İslâmiyette olan farklı bir özelliği ki;rivayetleri Rasulullaha dayandırmalı,[17]sohbetlerde hadis ve sünnet kelimeleri geçmeli,[18]sahabeyi övüp,onlardan ve hayatlarından[19] bahisler açmalı,Peygamberlerin hayatlarını anlatmalı,büyük zatların hayatları anlatılıp ibret almaları sağlanmalı,onların çocukları nazara verilerek,onlar gibi büyüklüğe adım atmaları sağlanmalıdır.

Aksi takdirde çocukların nazarlarını başka alanlara çevirip,onlarla meşgul olmalarına sebeb olmak tıpkı Hz. Ömer zamanındaki kadının aç olan çocuklarını susturmak için taş kaynatmasına benzeyecektir. Ve insanların durumlarını araştıran Hz. Ömer onları bu durumdan kurtardığı gibi bize de bir Hz. Ömer gerekecektir ki,bu insanları ve çocukları böyle eğlence ve aldatmacalardan kurtarsın. Tükenen nesiller yerine,tükenmeyen nesiller yer almış olsun…

3-6-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Kehf.46.

[2] Bak.Zaman gaz.8-1-1996.

[3] Bak. Zafer dergisi.Ağustos.1992.sh.23,agd.Eylül.1998.sh.14.

[4] Zaman gaz.10-9-1994.

[5] Aile Eğitimi. 1 / 156.

[6] Müsned.3 / 297,Tefsir-i Kebir. F. Razi. Terc. heyet. 22 / 549.

[7] Kenzul Ummal,T.Kebir.age. 23 / 221.

[8] Lem’alar.B Said Nursi.256.

[9] Emirdağ Lahikası. II / 66.

[10] Teğabün.14-15,Bakara.187,25,Tahrim.6, Emirdağ Lahikası.age. II / 41,(Birincisi),64,102,212,252,66(Rabian), Kastamonu Lahikası. B. Said Nursi.252, Mektubat. Agy.17.mektub, Şualar. B.Said Nursi.333,Lem’alar.age.277.

[11] Kur’an-ı Kerim-de adab-ı muaşeret. Doç. Z. Duman.141.

[12] Bak. Büyük sevablar. C. Yıldırım. 288,293,Bak.Kütüb-ü sitte.age. 2 / 485.

[13] İslam Tarihi. Mekke Devri. M. Asım Köksal. 1 / 181.

[14] Tirmizi. 4 / 447.

[15] Muhtasar Tefsir-i İbni Kesir. (Arapça) 3 / 606.

[16] Ma’ruf ve Münker. S. C. el-Amra. Terc.M. İslamoğlu.278,Kütüb-ü sitte.age. 1 / 495-496.

[17] Kütüb-ü Sitte.age. 1 / 499-500.

[18] Age. 1 / 491.

[19] Age. 1 / 518,522.




YIKILAN HAYAL VE ÂİLELER

YIKILAN HAYAL VE ÂİLELER

Evlenmeden önce düşünmüş ve evlenenlere benim için gizli olan noktalarını sormuştum.

Gerçi âilede yetişmiş,âileyi müsbet ve menfi olarak gözlemlemiştim. Ancak ne kadar yeterliydi?

Olaya birde başkasının gözü ve gözlüğüyle bakmak,özellikle bir öğretmen arkadaşa âilenin ve evliliğin zor ve güzel taraflarının ne olduğunu sormuştum.

Kolay demedi. Ancak bu âile hayatının yorucu durumu içerisinde çocuğunun kendisine gelerek-babacığım- deyip kucağına atlamasının,kendisi için büyük bir rahatlık olduğunu söylemişti. Âile yoruyor,rahatlatıcı durumlar o zorluğu gideriyordu.

Bu ise beni biraz daha ümidlendirmiş ve bir nebze olsun adım atmak için cesaretlendirmişti. Çünki gerek ben gereksede evlenecek olan kız,hiç tanımadığı,huyunu bilmediği bir insanla ömür boyu arkadaşlık yapacaktı. Elbet bu durum kolay değildi. Ancak yeterki,uyum ve anlayış olsundu.

Bu durum bana şu iki olayı hatırlatmıştı:

-Dünyada şöhret bulan,milyonlarca kasedi,milyonlarca alkışlayanı,trilyonları olan bir bayan sanatçının intihar etmeden önce yazmış olduğu not,ibretâmiz idi. Benim içinde düşünülebilirdi,bir baba olarak.Notta şu tek cümleyi söylüyordu:

“Eğer anne olsaydım,intihar etmeyi düşünmezdim.”

Âdeta şu mesajı veriyordu;Evlenmemek intihar etmektir.

Evlenen bahre düşer,evlad olursa ğark olur.

Sen kenarı bahri tut,evlenme sultanlık budur.

Tut ki kazara evlendin,sabredip artık otur.

Bir beladır başında sus,söylenme insanlık budur.(Tahirul Mevlevi)

Evlenmekle sultanlığı terk mi etmiş olacaktım? Ama birde âdet vardı. Her doğanın ölmesi gibi,her yaşayanında bir evlenmesi söz konusu idi.

O halde bu evlenilecek aday,kalbe mukabil bir kalb olmalıydı.

Durum hem erkek hemde kadın açısından değerlendirilmeli.

Hadisde:”Cennet annelerin ayakları altındadır.”buyurulmakta.Mantık oyunu demeden önce,birde şöyle düşünülmeli;”Cennet kızların değil,annelerin ayakları altındadır.”

-Aday Okumuş mu Olmalıydı?

Denk olmalıydı. Bu denklikte ne güzellik,ne zenginlik,ne neseb değil,din-ahlak ve diyanet noktasında bir denklik taşımalıydı.

Kadının erkekten aşağıda olması,bazı olumsuzlukları gemlemede rol oynar.

Bu adayın okumamış olması anlamına değildir.

Okumamışın ne derece yetiştirildiğine bağlıdır. Zira bir zamanlar,hâlada geçerli olmakta,kız çocukları okutulmazken yetiştirilmesi yapılmıyorsa,problem olacaktır. Bundan dolayı bazı büyükler evlenecek adaylara,okumamış olmayı tavsiye ederlerdi. Buda bir nevi elde kalan inançlı kimselerin çocuklarının iyi kimseleri gitmesini sağlamayı amaçlamakta idi. Terside mümkün. Âile iyi olmayan kız çocuklarının iyi birisine gitmesini sağlamak amacıyla her türlü iyi yönü gösterebilirler.

Önemli olanın anlayışlı,inançlı ve ahlaklı bir hanım,okumamış olanına tercih edilirken,okumamış,ahlaklı ve inançlı olanda,okumuş,ahlaki özelliği olmayana tercih edilir.

Âile ferdleri dünyanın kazanılmasında destekçi ve yardımcı olmaları göz önünde bulundurulur iken,âhiret hayatını berbad etmemeleri,kazanmalarıda göz ardı edilmemelidir.

Hadiste:“Kim kadınla güzelliği için evlenirse Allah onu rezil eder. Zenginlik için olanı fakir eder. Nesebi için olanı alçaltır. Dini için olanı huzurlu eder.”

-Çalışan Kadın Tercih Edilmeli mi?

Evvela kişi bunu kendi çocuğunu okutma,neyi,nasıl okutma ve çalıştırma düşüncesinde olup olmama,tercih edip etmeme yönüyle düşünmelidir.

Çalışan kadının gerek kendisi açısından,özellikle çocuğuyla ilgili ve terbiyesi açısından büyük riskleri vardır.

Göndereceği en iyi kreş kendisi kadar ilgilenemeyecektir. Bu aynı zamanda bir yük getirecek veya bir bakıcı tutacaktır. Kendisi memure olması hasebiyle giyimindeki farklılıklar ve giderler ayrı bir masraf çıkartacaktır.

Bu farklı gelir,farklı gider ve harcamalara sebeb olduğundan pekte maddi açıdan önemli bir faydası olmayacaktır.

Çalışan ve çalıştırılan hiçbir kadın için kimse memnun değildir. Zoraki olarak götürmektedir.

Evini,kocasını ve çocuğunu ihmalde işin cabası olacaktır.

-Öğretmenin Tecrübesi…

Kendisi görüşme usulüyle ve konuşarak evlenen bir öğretmen hanım,öğretmenler odasında evlenme ile ilgili bir konuşma esnasında önce şaşırdığım,sonrada hoşuma gidip takdir ettiğim şu görüşünü dile getirmişti;

6 yaşında olan çocuğunun,evlenme çağına geldiğinde,oğlunun bizzat kendisinin bularak evlenmesine karşı olduğunu,anne olarak kendisinin arayıp bulmak suretiyle evlendireceğini söylemişti.

Buna gerekçe olarakta;Çocuğunun sağlıklı düşünerek bir tercih yapamayacağını,his duygusuyla hareket edeceğini,bununda ilerisi için uygun olmayacağını söyledi.

Evet. Erkek galeyanda olan nefsini tatmin için karşısındakinde gerekli özellikleri aramayacağı,hissi davranacağı âşikârdır. Bu kadın içinde geçerlidir.

Nitekim uzun süren nişan süresinde tarafların birbirleriyle olan içli dışlı görüşmeleri,neticede ayrılmalara dönüşecektir.

-İlk geceden sonra başlayan âile içi münakaşalar;hep tarafların karşısındakinde aradığını,bulamama hayal kırıklığıdır.

Önceden aranmayan özellikler,sonradan bulunulmaya çalışılmaktadır.

Umduğunu bulamamıştır.

Toz pembe olan hayat ve âiledeki kapalılık ve tozluk ve pembelik gitmiş,yerini yersiz münakaşalar almıştır.

Aşk üzerine kurulan âile hayatında,aşk gitmiş yerini münakaşa almıştır.

Oysa aşkın yanına birde şefkat oturtturulmalıdır ki,devam etsin.

Şefkat ve merhametten mahrum bir âile hayatı,kadın için,öldürücü zehirli bir hayattır.

Hürmet ve saygıdan yoksun âile hayatıda erkek için,çekilmez bir yuvadır.

Âilenin devamı bu iki duygu olan Hürmet ve Merhamet üzerine oturtturulmalıdır.

-Münakaşa…

Âiledeki münakaşanın ana sebebi;iletişimsizliktir ki;itişmelere sebeb olur. Buda tarafların birbirlerini anlamama,anlayamama,anlatamama veya anlamak istememelerinden kaynaklanır.

Münakaşanın en büyük zararı;âile içerisinde büyüyen çocuklaradır. Âile huzursuz olurken,onun büyük fatura ve bedelini çocuklar ödemektedir. Ya huysuz olur veya psikolojik dengesizlikler onlarda görülmeye başlar. En azından zihinde kalan fotoğraflar bir gün depreşir.

Bir ömür boyu etkisi –şuurlu veya şuursuz olarak – onlarda görülür.

Uyumsuz aile,uyumsuz doku gibi ve doku nakli gibidir.İstenmeyen ve birbirlerini istemeyen aile ferdleride birbirlerinin uyumsuz dokuları mesabesindedirler.

-Boşanma…

İngiliz ajan Hempher Müslüman-Türk milletinin yıkımının,bu milletin âile hayatının çökertilmesiyle mümkün olacağını söylemektedir ki,doğrudur.

Âile küçük bir toplum,toplum büyük bir âiledir.

İlâhiyatçı olan müdürümüz Hukukuda bitirmek üzere iken,ne yapacağı kendisine sorulduğunda;Boşanma davalarına bakacağını söylemişti. Özellikle İzmir gibi yerlerde bu durumun dahada çoğunlukta olduğunu ifade etmişti.

Mesela Halis Toprak adındaki bir iş adamının,boşamış olduğu hanımına trilyonları vererek avukat ücreti olarak verilecek paranında payı azımsanmayacak kadar büyüktür.

Kronikleşmesini önlemek amacıyla;Allahın boşanmayı helal görüp,fazla kızmış olduğu bir olaydır,boşanma…

Taraflar mümkün mertebe emanetine aldığı kişiyi,emin olarak korumalı,başka alternatifin olmadığı en son noktada öyleki ölümü tercih etmeye,düşünmeye götürecek durum halinde boşanmayı seçmelidir.

Allahın en fazla kızdığı bir helaldır boşanma. Çaresizliğin en son çaresi olarak varılacak son çaredir boşanma…

Cahiliye döneminde talak bilinir mi?diye İbni Abbasa sorulduğunda cevaben;Evet,bilinirdi. Bain olarak üç talak vardı,diyerek Beni Kays bin Sa’lebelerden Aşâ-nın bu husustaki beyitlerini okudu.[1]

Batı dünyasında âile hayatı çökük olduğundan dolayı,elbise değiştirir gibi kadın değiştirilmektedir. Burada harcanan ise kadındır. Birde çocuğun olduğunu düşündüğümüzde,ömür boyu onun sıkıntısınıda yüklenmiş olacaktır.

Bu kadar sıkıntılarına rağmen,bizdeki ömür boyu bir kadınla yetinmeye hayret etmektedirler. Oysa hayret edilecek,âilesiz bir hayatın hayat olarak devam ettirilmeye çalışılmasıdır.

Kopuk hayatın,kopuk insanları…

Bugün içinde bulunan toplumumuzda aynı noktaya itilmektedir.

O halde sonunda düşüneceğimiz noktaları,başlangıçta düşünüp,ona göre tercih yapmalıyız.

Her yola baş vurduktan sonra kısmete rıza göstermeli. Hayatı bir okul gibi geliştirerek sürdürmelidir.

İman-ibadet-ahlak içerisinde devam eden bir âile hayatı;cennet hayatıdır.

Âyette:”Kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yarattık.”

Eşler birbirlerinin huzur kaynağıdırlar,öyle de olmalı ve kalmalıdırlar. Zira hayat âile olarak başlar,öylede devam edip,öyle son bulur. Cennet hayatıda âile hayatı ile devam eder.

-Kadının Sadakati…

Bir dostumun dükkanında bulunurken,Almanyada çalışan bir bay ve bayan karı-koca gelmişlerdi. Aralarındaki samimiyetten dolayı o dostum,seçim zamanı olduğundan erkeği ikna edemeyeceğini anlayınca kadına dönmüş ve şöyle demişti;Bacı,kocanın verdiği o partiye verme. Kadın ise;o hangisine verirse,bende ona veririm. O cehennemede gitse,bende onunla beraber giderim. Hayret etmiş ve hayran kalmıştım. Çünki tam bir sadakat ve emniyet duyuyordu. Âile için ise bu en büyük bir şarttı.

Buradaki yanlışta ısrardan ziyade,kocasına olan bağlılığını simgelemiş olmasıydı.

Sadakat ve Emniyet. Birbirlerine bağlı ve güven duyan bir âile,kopmaz ve koparılamaz bir âiledir.

-Kadın Evini Sevmeli…

Kadının gözü ve hevesi dışarıda olmamalıdır. Evini seven kadın,evinde olanlarıda,âilesinide sevecektir.

Evini seven kişi,evine bağlı kalacaktır. Bu aynı zamanda erkek içinde geçerlidir. Evini sevmeyen erkek,huzuru başka yerlerde arayacak,soğukluk ve kopukluk baş gösterecektir.

Süslenirkende evine göre değil,dışarıdakileri göz önünde bulundurarak süslenecektir.

Nitekim Beyin biri karısına bir elbiselik almak ister. Ancak bir türlü beğenemez. Gider davulcunun yanına. Ona şuradan karısı için bir elbiselik beğenmesini söyler. Davulcu şaşırır. Ben senin hanımının neyi seveceğini ne bileyim,der.

Adam ise;Karım elbise alırken benim için almıyor,sizin karşınızda nasıl bir elbiseyle oynayacağını düşünerek alıyor. Yani kendini bana değilde,size beğendirmek için aldığından,elbiseyide sen benden daha iyi bilirsin deyip ona seçtiriyor.

Kadın ibadetini olabildiği kadarıyla yapmalı. Zira onların hizmeti ve onlara hizmet eksiktir. Kadın hayızlı iken camiye giremez,kâbeyi tavaf edemez,ancak tavaf ederken hayız durumu olsa;tavaf eder,sonra kurban keserek,kabulü için dua eder.

-Kadın Sorumsuz mu?

Olur olmaz,ceviz kabuğunu doldurmaz meselelerden münakaşa mı çıkarıyor? Sizi anlamıyor,anlıyamıyor,anlamak mı istemiyor? Gücünüzün üzerinde isteklerde bulunup,sizi zora hatta ğayrı meşru kazançlara mı sevkediyor? Evinize bakmıyor,yemek yapımında ihmal gösterip,malınıza sahiblik etmiyor mu? Zamanlı zamansız yatıp,istediği zaman kalkıp ileri asıyormu? Öğlene kadar uyuyor,gidişinizden,çocuklarınızın aç olarak okula gitmesinden rahatsız olmayıp,sorumsuzluk mu yapıyor? Siz dış işleriyle ilgilenirken,o iç işleriyle ilgilenmiyor mu? Çocukların sadece midesini düşünürken,eğitim ve terbiyelerini ihmal mi ediyor? Âilenize gerekli saygıyı göstermiyor,çocuklarınızla ilgilenmiyor mu? Evinize geldiğinizde gerekli sıcaklığı ve tebessümü görmüyor,senin tabirinle dır-dır larla mı,şikâyetlerle mi karşılaşıyorsun?

Veya sayamadığım,senin bildiğin bazı olumsuzluklar mı var?

Veya bütün bu durumlar senden kaynaklanıyor da,sen mi sorumsuz davranıyorsun?

Evine sahib olmuyor,ilgilenmiyor,zamanlı zamansız geliyor,evi otel ve lokanta olarak mı kullanıyorsun? Çocukların ve hanımınla ilgilenmiyor musun? Onların yetişmesinde ne gibi bir katkıda bulunuyorsun? Başkasıyla ilgilendiğin kadar çocuklarınla ilgileniyor musun?

-Başkalarıyla İlgilendiğimiz Kadar….

Sürekli büyüklerle yapılan istişarelerde aynı konu bir çok defa gündeme gelirdi. Başkalarının çocuklarıyla ilgilendiğimiz kadar,kendi çocuklarımızla ilgileniyormuyuz? Başkalarıyla ilgilenmek için onları arayıp bulmaya gerek yok,işte evinde ve elinin altında;kendi evladın.

Herkes bundan muzdarip,herkes bunun çözülmesini ve hayata geçirilmesini arzu etmektedir. Ancak eksiklikler devam etmektedir. Bazen gerçekleri dile getirerek,bazende nefsi müdafaada bulunarak. Marangozun kapısı olmaz,terzinin elbisesi yırtık olur,ayakkabı tamircisinin ayakkabısı tamire muhtaçtır,öğretmenin kalemi olmaz,vs.vs…

Bende bir gün oğlumun başarısızlığından dolayı okula gitmiş,şunu söylemiştim. Ben her yıl binlerce talebe ile uğraşıyorum,bana ağır gelmiyor. Ancak bir çocuk bana ağır geliyor. Kendi çocuğum…

Adıyamanın eşrafından merhum Mahmut Allahverdi abimiz,ölene kadar durmadı,ölüm onu ancak durdurabildi. İnsanlarla,gençlerle ilgilenmekten,çocuklarıyla ilgilenmeye vakit bulamazdı. Çocuklarıda bundan şikâyetçiydi.

Tâ bizi ziyaret için Yozgat / Yerköye gelmiş,ogün doğan çocuğumuzun isminide kurmuştu. Acaba âile içi durumu nasıldı?

Bu amaçla oğlu Feyziye sordum. Oda içini dökerek şöyle anlatmıştı;Babam bizimle pek ilgilenmezdi,zaten evdede pek kalmazdı ki… Dışarıdan arayan bile onu evde bulamayacaklarını bildiklerinden dolayı gece 1030-dan sonra veya sabah namazı esnasında ararlardı. Başka türlü bulamazlardı.

Nitekim bir gün kızmış ve babama çıkışarak;Baba bir gün olsun seni evde doğru dürüst göremiyoruz. Başkaları seni bizden daha çok görüp,istifade ediyor. Nedir bu? Başkalarıyla ilgileniyor,bizimle ilgilenmiyorsun? Talebelerin bile para ihtiyacını karşılıyor,bize vermiyorsun?

Sertte olsa soru haklı ve meşru hakkı idi Feyzinin… Ancak cevab ise ondan geri değildi.Haklısın deyip,devam etmişti;

-Allahım!Eğer benim için ne yaptın diye beni hesaba çekersen;işte evladımı kendime isyan ettirecek derecede senin rızan için çalıştım ve koşturdum.

Cevab doğru ve mantıklı olsada,yeterli değildi. Üstün bir fedakârlık ruhunun bir yansıması idi.

Çünki kişi birinci derecede elinin altındakilerden sorumlu idi.

Hadiste:”Hepiniz çobansınız. Hepiniz raiyyetinizden,güttüklerinizden sorumlusunuz.”

Ancak bu sözü merhum değilde,başkası söylemiş olsa idi,sorumluluktan ve vicdan azabından kurtulmak için söylenilmiş olduğuna inanacaktım. Bu ise onun samimiyetinden şüphe etmeyi mümkün kılmaz.

Âile ferdler tarafından bir bütün olarak düşünülmeli,bütünlüğü korunmalıdır. Cüzlerden meydana gelen bir kül ve bütün olsada,parçalara ayrılmayan bir bütün olarak telakki edilmelidir.

-Erkek Evin Direği,Kadın Erkeğin Direği…

Hz. Haticenin öldüğü yıla –Hüzün yılı- denilmektedir. Peygamberimizin hayatındaki tek hüzün yılı,hanımı Hz. Haticenin öldüğü yıldır. Peygamberimizi ayakta tutan her ne kadar kendi şahsiyeti isede,maddi ve mânevi hayatının her safhasında yıkılmayıp ayakta kalmasında,hayatına ümid olmada hanımı Hz. Haticenin büyük desteği olmuştur. Hedefe varmada onun payı büyüktür. Peygamberliğin ilk anında telaşını gidermiş,herkes inkâr ederken ilk inanan o olmuş,madden desteklemiş ve ona güç vermiştir. Peygamberimizde onu kadınlar içerisinde farklı kadın olarak değerlendirmiştir.

Erkeğin ayakta kalabilmesi,kadının ayakta tutabilmesine bağlıdır.

Kadın bir erkeği azizde eder,zelilde…

Hadiste:”Kişinin takvadan sonra en hayırlı işi saliha hanımdır. Ki ona baktığında rahatlar. İyi bir halef olur.”

“Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer” (Tevfik Fikret) kadın üreten bir varlık.erkek dal,kadın çiçek. Çiçek dalla kâim,dal çiçeksiz zalim,ne varlık olur nede çalım. Birbirini tamamlayan iki satır,ikisi bir cümle. Bağışlayın,biri at ise,diğeri semer. Biri gaz,diğeri fener.

-Evlenecek Aday…

Akrabamdan bir genç,bocalama devresi içerisinde idi. Okul-iş-evlenme kıskacında yorulmuştu. Âdeta herkesten kaçıyordu. Banada o kaçışla geldi. Netleşen değil,bocalayan bir görünümü vardı.

Evlilik konusunda sordu.

Bende kendisine Kur’an-Hadis ve İslâm bilginlerinin hep tavsiye edici ve teşvik edici olduklarını,hayattan örneklerle açıkladıktan sonra;

Son olarakta bütün bunlarla beraber birçok zorluk ve sorumluluklarınında bunu takiben başladığını anlattım.

Deniz sakin görünmekle beraber,derin ve derinden akmaktadır.

Âilede iki farklı dünyanın insanları,birbirlerini tamamlamak amacıyla bir araya gelmişlerdir. Fırtına ve dalgalarıda o nisbette büyük ve derindir.

Bir batılınında yabana atılmayacak olan şu görüşünü naklettim:”Evlenmek ahmaklıktır. Evlenmemek en büyük ahmaklıktır.”

“Şerri kalil için,hayrı kesir kabul edilir,terkedilmez.”

Âile hayatında problem oluşturulmayıp,çözülmeli. Gelenek ve göreneklerle âile yük altına sokulmamalıdır.

Farklı güzellikler farkedilmelidir. Medeni kadının inceliği ve nezaketi,köylü kadının fedakârlığı,erkenden kalkıp işlerin üstesinden gelişi,kiminin becerikliliği,farklı insanlardaki bu güzellikler tesbit edilip bir araya gelmelidir.

-Düğün Merasimi…

Düğün merasimleri her iki tarafın anlayışı ve anlayışlılığıyla gerçekleştirilmelidir.

İslâmi usullere göre düğünler yapılmalıdır.

Nişanlanan bir öğretmen arkadaşımız bir gün düşünceli ve sıkıntılı görünüyordu. Sebebini sorduğumuzda ilk sözü şu olmuştu;Evlenmekten vaz geçeceğim.

Sebebini ise şöyle anlatıyordu; Yozgat / Akdağmadeninin köyü olan köyümüzde bir âdet vardır. Dindar olsun olmasın,namaz kılsın kılmasın mutlaka düğünler içkili yapılır. Ben ise bunu engelliyemiyorum. Ondan dolayı vaz geçeceğim,demişti.

Bizde kendisine yardımcı olmak amacıyla,niyetini bozmamasını söyleyerek bir gün öncesinden bir münibüsle köylerine vardık. Babası ve amcalarını toplayarak ikna ettik. Veya öyle görünmüşlerdi.

Ve arkadaş evlendi. Sonradan içki içilip içilmediğini sorduğumuzda,gizlice içilmiş olduğunu söyledi.

-Yozgat / Yerköy ilçesiki on binin üzerinde mâneviyatı olan bir yerdir. Buradada bir arkadaş mevlitli ve yemekli bir düğün tertib ettiğinde,bir konuşma yapan ilçe müftüsü şu tesbitte bulunmuştu:-Arkadaşımızınki mevlidli yapılan düğünlerimizin 71.cisidir.

Düğün yapacak kişi ayağını yorganına göre uzatmalı. Eşyayı zaruri olan ihtiyaçlar sıralaması içerisinde tedarik ederek,zamana yaymalıdır.

İyisini alıp,tekrar değiştirme durumuna girmemelidir.

Düğün günü akraba ve dostlar çağrılıp,mevlid ve sohbet yapılmalı,bir yemek vererek fazla israftan kaçınmalıdır.

Bilenlerle istişare etmeli,yardımcı olunmalıdır. Bilinmelidirki,evlenen ile ev yapana Allah yardım eder. Allah yardımcısı olsun.

Evlenen kimseye dost ve yakınları hediye ve yardımda bulunmalı ancak mesela Kırşehirde gördüğüm açık arttırmalı bir usulle,falan şu kadar verdi,filan bu kadar verdi,başka….gibi ifadelerle bazılarının mahcub olabilecekleride düşünülmelidir.

-Bir Hatıra…

Bediüzzamanın talebelerinden Doktor sadullah Nutku’ya,meslek hayatında en ibretli bulduğu bir hatırasını anlatması istenildiğinde şöyle der:

Bir gün muayene için yaşlı bir kadın getirmişlerdi. Muayene esnasında kadın aniden ölmüştü. Artık yapacak bir şey yoktu. O sırada kadının beyi;

Zaten pekte hoşnut değildim. Devamlı dır-dır ederdi,diye şikâyetlerde bulundu.

Birden ölmüş olan kadın yattığı yerden doğrularak;Hayır,yalan söylüyor. Bana az mı çektirdi,deyip geri düşmüştü

Hepimiz bu olaya çok şaşırmıştık.

Acaba bizler nasılız? Hangi durumdayız? Giderken nasıl gideceğiz? Hoşnud olarak mı?

-Bediüzzaman hazretlerine kardeşi Abdulmecid Efendi,kendisinden on yaş büyük olmasına rağmen,kadınlara ilgi duymamasının sebebini sorup,acaba o duygu sende yokmu?dediğinde Bediüzzaman;

Ben şimdi evlensem 20 kadınla evlenebilirim. Ben mahfuzum. Yatağada girsem,hizmetin kudsiyeti bana onu düşündürmüyor,der.

-Bediüzzaman hazretleri talebeleriyle birlikte bir mezardan geçerken,yeni gömülmüş bir mezarın başında durur ve talebelerine gitmelerini söyler. Kendisinden iki yaş büyük olan Molla Rasulün dışında hepsi gider.

Tefekküre dalar ve bir ara tebessüm eder. Ayrıldıkları sırada Molla rasul ısrarla tebessümünün sebebini sorduğunda,Bediüzzaman şöyle izah eder:

Bu yeni konulmuş bir kadın mezarı idi. Kadın ipe boncuk saplarken ölmüş olup,kabrindede ipe boncuk saplamakla meşguldü. Öyleki,kıyamet kopacağı zaman diyecekki;Allah ,Allah. Nede çabuk kıyamet koptu. Daha ipe boncuğumu saplamadım.

Hadiste:”Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz,nasıl ölürseniz öylede dirilirsiniz.”buyurulur.

Âile hayatımız nasıl?Nasıl yaşamaktayız? İpe boncuk saplamakla mı?Yoksa boncukları tesbih yapıp çekerek,alemleri tesbih tanesi gibi tefekkür ederek mi?

Âhirette –inşaallah- tekrar beraber olacağımız âilemizde güzel hatıraları hatırlayacak hatıralar bırakmalı,orada mahcub olmamalıyız. Mahcub olacak durumlara düşmemeliyiz.

-Çocuklarımızla Nasılız?

Önce yaşantımız ile onlara örnek olmalıyız.

Orta birdeki oğlumun derslerle ilgisizliğini anket yaparak öğrenmek istediğimde;başarısızlığının sebeblerinden biri olarak sürekli,ısrarla çalış demem,çalışmasını istemem idi.

İlgisizlik menfi tesir yaptığı gibi,ısrarda olumsuz izler bırakıyordu.

Çocuklarımız biz değil,kendileridirler. Kendileri olmalıdırlar. Kendileri olmalarına yardımcı olmalıyız.

Bazen çocuklarımızla çocuk olmalı,bazende büyüklüğümüzü hatırlatmalıyız.

Bilindiği üzere,Bir gün peygamberimiz torunlarını öpüp sevdiği bir sırada sahabenin birisi kendisinin on çocuğu olduğu halde hiç birini öpmediğini söyleyince peygamberimiz cevaben;

-Allah senin kalbinden şefkati çıkarmışsa ben ne yapayım.

-Kendimizi her şeyden evvel evladlarımıza kabul ettirmeliyiz.

-Çocukların yetişmesi için başka uygun yerlere göndermeli.

-Şefkat su-i istimal edilmemeli. Yani şefkatten dolayı sırf çocuğun uykusunun kaçmaması veya yorulmaması için sabah namazına kaldırmamazlık etmemeli.

“bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?”[2]

-Hissi durumlardan kaçınılmalı.

-Çocukları yaşlarına göre değerlendirmeli. Nitekim İmamı Âzam zamanında 8 yaşındaki alim bir çocuk acıktığında ağlayıp yiyecek isterken,alimliğinide alim olarak yürütür.

Hitabı duruma göre yapmalı. Yaşa ve zamana göre tavır almalıdır. Nitekim İbni Sina çocukken oyun oynadığında bundaki büyüklüğü sezen ferasetli bir ihtiyar;Sen büyük adam olacaksın. Sana oyun yakışır mı?sorusuna cevaben;Her yaşın bir yakışığı vardır,der.

-Kişi çocuğuna verdiğini isteyebilir,vermediğini değil.

-Çocukların beşte bir keyfi hevesatlarına müsaade etmek gerekirken,meşru ve helal daire içerisinde olmasına dikkat edilmelidir.

-Sinema ve tiyatro gibi eğlenceler,birer şaraptır,sarhoş eder.

-Kişi evladını seviyor gibi değil,sevdiğini aynen göstermeli. Nitekim Efendimiz:”Bir kimseyi sevdiğinizde ona –Sizi seviyorum.-deyin,der.

-Çocuğunu terbiye eden,haliyle ve kaliyle örnek olmalıdır.

-Anne ve baba uyum içerisinde bulunmalıdır.

-Evde tezekkür ve sohbette bulunulmalıdır.

-Çocuğun kimlerle gezdiğine bakmalı,dikkat edilmelidir.

-Hataları yüze vurmadan,ölçülü tedip etmek.

-Kabiliyetlerine göre davranıp,teşvik etmek.

-Çocuğun zahmetsiz büyümesi engellenmelidir. Hayatı tanımalıdır.

-Hayata atılacakları zaman;onlara içtima-i ve hayatın siyaseti dersi verilmelidir.

-Yalan ve ölçüsüz olmamalı.Mesela;peygamberimiz savaş için yer tesbitinde tanımayıp gören birisi;Ne aradıklarını sorduğunda ona cevaben:”Nahnu min Irak.Yani;-Biz Irakdanız.- İki mânayada gelir;Irak şehrinden de olur,uzaktan anlamınada gelir. Böylece yalan söylenilmemiş olunur. Söylenilmeyecek bir şey bile olsa,yalan olmamalıdır.

-Kur’anda:”Onlar onu (Muhammedi) evladlarını bildikleri gibi bilirler.”[3]buyurulur. O halde baba evladını biliyormu? Nasıl ve ne kadar biliyor? Burada onlar sorumluluktan evladlarını bile bilmiyorlar. Veya o derece evladlarını biliyorlarki,seni de o kadar bilip inat ve cehaletlerinden kabul etmiyorlar. Veya evladlarını bile bilip sorumluluklarını yerine getirmiyorlarki,seni bilip sana olan vazifelerini yerine getirsinler!

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Heysemi.Mecmauz-Zevaid. 6 / 303-310, 9 / 278-284,Bak.Talak.1,İslam Tarihi.A.Köksal.Medine Devri.5/184.

[2] Emirdağ Lahikası.B.Said Nursi. 1 / 40.

[3] Bakara.146,En’am.20.




NASIL BİR AİLE İSTİYORSUNUZ ?

NASIL BİR AİLE İSTİYORSUNUZ ?

2005 yılında 7.sınıflarda yani yaşları 12 olan öğrenciler üzerinde Aile üzerine bir anket yaptım.Üç sınıf toplam 120 kadar öğrenci.Bunların iki sınıfı köyden gelip pansiyonda kalan köy çocukları,bir sınıf ise şehirde kalan şehir çocukları idi.

Verecekleri cevabda isterlerse rahat yazabilmeleri için isimlerini yazmayabileceklerini de özellikle belirttim.

Sormuş olduğum aşağıdaki 5 sorudan ortak olarak aldığım temel cevablar ise şöyledir.

S-1) Nasıl bir âile istiyorsunuz?

C-1) –Saygılı.

-Hoşgörülü.

-Soran.

-Yardım eden.

-Anlaşan.

-Borçsuz.

-Sıkıntısız.

-Huzurlu.

-Kavgasız.

-Pikniğe giden.

-Düzenli.

-Tertipli.

-Namaz kılan.

-Bizlere bakan.

-Mutlu.

-Yanlışları düzelten.

-Terbiyeli.

-Kızmayan.

-Hep beraber oturup konuşan.

-Hep beraber namaz kılıp Kur’an okuyan.

-Beni Anlayıp,haksız çıkarmayan.

-Cinsiyet ayrımı yapmayan.

-Küçük sorunlarla birbirlerini kırmayan.

-Çocuklarıyla ilgilenen.

-Dedikodu edilmeyen bir âile.

-Aferinler ile ödüllendiren.

-Yanlışları düzeltip,benimle konuşan.

-Sorunları çocuklara duyurmadan çözen.

-Okuldan dönüşte sevgiyle karşılayan.

-Dışarıdaki problemleri eve taşımayan bir âile istiyoruz…

S-2) Âilede gördüğünüz olumsuzluklar,problemler ve bunların sizce çözüm yolları nelerdir?

C-2) –Gürültü-Patırtı-Bağırma-Anlaşmazlık-Kavga-Tartışma-

-Sigara içilmesi.

-Alkol kullanılması.

-Gereksiz konuşmalar yapılması ve bağırıp kalb kırılması.

-Suçlayıp,küfür edilerek dövülmesi.

-Sevgi-Saygının azlığı.

-Sabırla hareket edilmemesi.

-Borçdan dolayı kavga edilmesi.

-Küs olunması.

-Babamın kötü arkadaşlarıyla kumar oynaması.

-Hırsını başkasından çıkarma.

-TV seyretme kavgası.

-Bir yere gidip-gitmeme kavgası.

-Özür dilememe.

-kızılma ve kavga edilmede annenin evden ayrılması ve ayrılma durumunda annenin önceden eve gelmesi.

-Âilelerde borçlanmanın verdiği bir sıkıntı var.

-Anne kızının okumasını isterken,baba okumamasını istemeden dolayı kavga edilmesi.

-Sigara ve alkol kullanılması.

-Annenin rahatsız olmasından dolayı okumanın engellenmesi.

-Bir evde birkaç ailenin olmasından dolayı problemlerin yaşanması

-Dövmeden ve dövüşmeden konuşmalı.

-Âilevi problemler dersleri etkilemektedir.

-Psikolojiyi bozmaktadır.

-Babamın annanemi sevmesini istiyorum.

-Âilemiz bizin,bizde onların sözlerini dinlemeliyiz.

-Mecbur kaldığımda yalana başvuruyorum.

S-3) Kendi âilenizden beklediğiniz ve beklemediğiniz şeyler nelerdir?

C-3) –Sevgi.

-Saygı.

-Güler yüz.

-Anlayış.

-Övme olsun.

-Arkadaş gibi davransın.

-Çocuğunu dövmesin.

-Kötü söz söylemesin.

-Hatayı yüzüne vurmasın.

S-4) Siz bir âile kurmak isteseydiniz,nasıl bir aile kurar ve nelere dikkat ederdiniz?

C-4) –Herşeyi birbirimiz ile paylaşır.

-İşi ve evi iyi olan.

-Birbirine sadık.

-Dinini bilen.

-Kötülüğe düşmeyen.

-İyi huylu bir eş.

-2-3 çocuk.

-Abuk-sabuk konuşmayan.

-Babası gibi bağırıp,çağırıp,döven değil,konuşup anlaşan bir kişi.

-Namazlı,niyazlı,huzurlu.

-Fakir olup mutlu olmayı,zengin olup mutsuz olmaya tercih edip,köyde ağalara çocuklarını çalıştırmayan.

-Bayan,evlenecek kocasının namazlı,dinine bağlı bir kişi olmasına dikkat etmeli.

-Erkekte;dürüst,namuslu,terbiyeli kimse olmasını istemelidir.

-Tartışan ailelerin çocukları problemli olmaktadır.Problemsiz bir aile kurmalı.

S-5) Âile-Çocuk-Anne-Baba konusunda genel teklifleriniz nelerdir?

C-5) –Âilelerimiz bizi düşünsün ve dinlesinler.

-Abilerimiz sigara içmesinler.

-Yalnız başına kararlar alınmasın.

-Küçük konular büyütülmesin.

-Kardeşlerimiz olsun.

Özetle:Öğrenciler bazı olumsuzlukları söyleyip saymalarına rağmen,yine de âilelerine olan güven,sevgi ve övgülerini dile getirmektedirler.

Her şeye rağmen…….. sevmektedirler…..

En çok dile getirip üzerinde durdukları problem ise;âilelerin gereksiz ve önemsiz meselelerden dolayı kavga ve münakaşa ederek,birbirlerini kırmalarıdır.

Özellikle kurmak istedikleri aile ortamının,bulundukları ortamla aynı olmasını istememektedirler.

Ayriyeten eğitim ve okul ile ilgili olarak verdikleri cevab ve isteklerde;-Tüm köylere okul olmalı..Yatılıda okumak..Meslek sahibi olmak..derslerde hikaye anlatılmalı..Şaka yapılmalı..açık ve net anlatılmalı..

Dünyada savaşlar olmasın,çocuklar aç kalıp ölmesin..Hırsızlık olmasın..depremler olmasın..Kardeşçe yaşansın..Fakirlere yardım edilsin..Köylere okul,su ve evler yapılsın..Aids-e çare bulunsun..Müslüman ülkelere olan saldırılar dursun..Üniversite sınavı kaldırılsın..

Mehmet ÖZÇELİK

08-06-2006




İ N S A N – KADIN – AİLE

İ N S A N – KADIN – AİLE

İnsan yaratılıştan sorumlu bir varlıktır.”İnsan başıboş bırakılacağını mı zanneder.”Yani insan,ipi boğazına sarılıp istediği yerde otlamak üzere başıboş bırakılmış bir varlık değildir.

İnsan başıboş değil,önemli bir vazife ile vazifelendirilerek bu dünyaya gönderilmiştir.Bunlar;kendine,ailesine,topluma,Allah’a karşı sorumluluklar olarak ele alınabilir.Sorumluluk bir kişinin değil,insanlığın sorumluluğu.Başlı başına insanlık kapısından giren herkes o sorumluluğu otomatikman yüklenmiş durumdadır.

Cenab-ı Hakkın yerlere,göklere ve dağlara yükleyipte kaçındıkları,tahammül edemedikleri bir yükü yüklenen varlıktır insan.

Problemler sorumlu olmaktan değil,sorumluluğunu yapmamaktan kaynaklanır.Farklı sorumlulukta olan insanların sorumlu oldukları alandaki sorumluluklarını yerine getirmemekten kaynaklanır.

İnsanlar sorumluluklarını yüklendikleri ölçüde mükafat ve cezaya çarptırılmaktadırlar.

Ortaya çıkan tüm güzellikler sorumluluğu yerine getirmenin bir sonucudur.Tıpkı kurtlu meyve gibi,ortaya çıkan tüm virüs ve mikroplar da sorumsuzluğun ürünüdür.

Tüm hak ve hukuklar,cezalar sorumluluğun yerine getirilmesi içindir.En bedevi kavimler dahi sorumluluğun gereği olarak kurallara göre hareket ederler.

İnsanlar Allahn huzuruna bu sorumluluk içerisinde varacaklardır.

Sorumluluklar Kur’an-da sıkça dile getirilmektedir.

Tıpkı islamın beş temel esası gibi şu beş sebebin yerine getirilmesi için bu sorumluluk ve yasaklar konulmuştur:

-Günah,gıybet gibi yasaklarla Dinin,

-İçki ve uyuşturucunun yasaklanmasıyla Aklın,

-İntiharın yasaklanmasıyla Canın,

-Zinanın yasaklanmasıyla Neslin,

-Hırsızlık ve rüşvetin yasaklanmasıyla Malın korunması amaçlanmıştır.

Temel uçağa binmiş gidiyormuş.Herkesde bir telaş ve gayret.Dursun duramamış ve sormuş;

-Temel sen niye bir şeyler yapmıyorsun?diye sorduğunda Temel;

-Uçak senin midur da,ne yapacaksın?der.

Sorumluluğu yerine getirmemek dünya uçağının dahi düşmesine neden olabikir.

Hadis ve Kur’an-da aşırıya gidenlerin ateş ehli oldukları bildirilmektedir.[1]

Büreyde (ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Allah,Âdemi cennetten çıkardığı zaman,ona cennet meyvelerinden azık verdi.Ona her şeyin sanatını öğretti.Bu (yediğiniz) meyveleriniz cennet meyvelerindendir,ne var ki değişmiştir.O (cennet meyvesi) ise değişmez.”[2]

-Ömer (ra)dan:

“Süleymanoğullarından bir bedevi (iri) bir keler avlayıp yenine koyarak Peygamber sallallahu aleyhi ve selemle geldi ve şöyle dedi:

‘Ey Muhammed!Hiçbir kadın senden daha yalancıve kusurlu bir çocuk doğurmamıştır.Eğer Arapların benim için amma da aceleciymiş demesinden çekinmeseydim,seni öldürürdüm.Hem de hemen.’

Ömer dayanamadı ve şöyle dedi:’Ey Allah resulü!Bırak da şunun boynunu vurayım.’Bunun üzerine Allah resulü sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurdu:

“Yumuşak huylu insanın nerdeyse peygamber olmaya aday olduğunu bilmiyor musun?”

Sonra adama sordu:

“Ey bedevi!Meclisimde saygısızlık edip bu asılsız sözü neden söyledin?”

‘Lat ve Uzaya yemin ederim ki,şu keler sana iman etmedikçe ben de sana iman etmem.’

Bunun üzerine Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem kelere sordu:

“Ey keler!Kime tapıyorsun?”Keler fasih bir arapçayla:

‘Lebbeyk ve sa’deyk ya rasulallah!Ben,semada arşı,yerde saltanatı,denizde yolu,cennette rahmeti,cehennemde azabı bulunan Allah’a ibadet ederim.’

“Peki ben kimim?”

‘Sen alemlerin rabbi olan Allah’ın resulüsün.Peygamberlerin sonuncususun.Seni doğrulayan kurtulur;seni yalanlayan mahvolur’diye cevab verdi.

Bunun üzerine bedevi büyük bir aşk ve heyecanla:”Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.SenAllah’ın hak peygamberisin.Vallahi sana geldiğimde yeryüzünde en nefret ettiğim kimse sen idin.Ama şimdi seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum.Kıllarımla,derimle,içimle,dışımla,gizlim ve açığımla sana inandım.’Hadis devam ediyor.

Onda ayrıca şöyle geçmektedir:”O,bunu kendi kavminden bin kişiye anlattı,hepsi de gelip Müslüman oldular.”[3]

ÂİLE

-Nadre b.Eksem radıyallahu anhdan:Dedi ki:

“Kızlar(bâkire) diye bir kadınla evlendim,zifafa girdiğimde hamile olduğunu anladım.Peygamber sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Fercinden faydalandığın için mehir vereceksin.Çocuk(doğduğunda)senin kölen olur.”

Sonra bizi ayırdı ve şöyle dedi:

“Doğumdan sonra ona şer’i cezayı uygulayın.”[4]

-Ümmü Atiye (ra.ha)dan:

“Bir kadın,Medine’deki kızları sünnet ederdi.Peygamber sallallahu aleyhi ve selem şöyle dedi:”Derin kesme,çünkü bu,kadın için daha zevk verici,koca için daha makbuldür.”[5]

-Rezin’in lafzı:

“Kızları sünnet ederken üstten kes,derin kesme.Zira bu,yüz için daha aydınlık,koca için de daha haz vericidir.”[6]

-Ali (ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Âdem’den beri annem babam beni doğuruncaya kadar hep nikahtan (meşru ilişkiden) geldim,sifahtan (zinadan)değil.”[7]

[8]-İbni Abbas (ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Ben cahiliye hayasızlığından değil,İslam nikahı gibi bir nikah (meşru evlilik) ile dünyaya geldim.”

İbni Ömer (ra)dan:

“O halde tarlanıza nasıl isterseniz öyle gelin.”(Bakara.223)(Yani meşru yoldan olmak kaydıyla) kişi hanımı ile arka taraftan da cinsi ilişkide bulunabilir.

El-Humeydi dübür ile fercin kasdedildiğini söylemiştir.[9]

-İmam Malik:

Bana ulaştığına göre Hz.Ali Allah’ın:”Karıkocanın aralarının açılmasından korkarsanız,erkeğin ailesinden bir hakem,kadının ailesinden de bir hakem gönderin.Eğer bunlar ıslah etmek isterlerse,Allah da onların aralarını buldurur.Çünki Allah,alimdir,Habirdir.”buyruğunda(Nisa.35) geçen iki hakem hakkında şöyle dedi:”Allah,bu iki hakeme hem ayırma ve hem de birleştirme yetkisi vermiştir.”[10]

-Öncekilerin yolunun takib edileceği,öyle ki onlar annelerine yaklaşmış iseler,bunlarda yaklaşacaklar…[11]

-Ayette:”Kocası hakkında seninle tartışanın sözünü Allah duymuştur.”[12]

-Âişe (r.anha)dan: ( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Bu ümmetin sonunda,yere batış,maymun ve domuza çevriliş ve taşlanma vukua gelecektir.”

Dedim ki:”Ey Allah Resulü!İçimizde Salih insanlar bulunurken helak mı olacağız?”

“Evet.Zina çoğalınca”buyurdu.[13]

Hukuken hayvanlar annelerine,insanlar babalarına tabidirler.

Aile;farklılıkların ortaklıklarından ibarettir.Mıknatısın çekme ve itmedeki dengesi,eşyayıda dengede tutacaktır.Ailedeki ortaklıklar farklılıklardan daha farklı ve çoktur.

Gençlik;his ile değil,danışma ve soruşturarak aklı esas almalıdır.Hiisine mağlub olan bir genç,hayatada mağlub düşer.

Çocuk;İlgi,sevgi ve alakaya muhtaç,çiçek gibi bakım isteyen hassas bir varlıktır.Ona verilemyen ondan istenilmez ve alınmaz.

Evlilik;geçici dünya hayatı itibariyle düşünülmemelidir.Ebedi ahiret hayatında da beraber olunulacağı düşünülerek aile hayatı değerlendirilmelidir.

Boşanma;tek çare değil,en son çaredir.Çaresizliklerin bittiği noktadan itibaren başlar.

Aile kavgaları müzminleştirilmemelidir.Taşların oturuması için sürtünme ve aşınmanın olması kaçınılmaz bir gerçektir.Anlayış çerçevesinde sürdürülmelidir.

Cennetten çıkartan fuhuş,haram meyveden yemeleriyle fıtri libasları çıkmış,çıplak kalmışlardır.Fuhuş,hayasızlık,sefahet cennete girmeye mani,cennettende ihraca sebebtir.

Kur’anda aile ve kadın ile alakalı olarak buyurulmaktadır:

“Ve ey Adem, zevcenler birlikte cennete yerleşin, dilediğiniz yerden yiyin şu ağaca yaklaşıp da zalimlerden olmayın!” dedi.

“Derken şeytan, kendilerine örtülmüş olan ayıp yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve: “Rabbiniz size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti.” dedi.

Ve: “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim.” diye ikisine de yemin etti.

Bu şekilde onları kandırıp sarktırdı. Bunun üzerine o ağacın meyvesini tattıklarında, ikisine de ayıp yerleri açılıverdi ve üzerlerini üst üste cennet yapraklarıyla yamamaya başladılar. Rableri onlara: “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, haberiniz olsun bu şeytan size açık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.

Onlar: “Rabbimiz, biz kendimize zulmettik; eğer Sen bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen kesinlikle hüsrana uğrayanlardan oluruz.” dediler.

Allah: “Kiminiz kiminize düşman olarak ininiz! Size bir süreye kadar yeryüzünde yerleşmek ve bir nasip almak var kaderinizde.” buyurdu.

Ey Adem oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek ve süs olacak giysi indirdik; fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır. İşte bu, Allah’ın ayetlerindendir. Gerek ki, düşünüp ibret alırlar.

Ey Adem oğulları, şeytan nasıl ki, anne-babanızı çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennetten çıkardıysa sakın sizi de belaya uğratmasın! Çünkü o ve yandaşları sizleri, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yönden görürler. Biz, o şeytanları imana gelmeyenlerin dostları kılmışızdır.

Onlar bir edepsizlik yaptıkları zaman da: “Atalarımızı böyle bulduk ve bize bunu Allah emretti.” derler. De ki: “Allah, edepsizliği emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”

De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her mescitte yüzleriniz doğru tutun ve O’na dininizde samimi olarak ibadet edin! Sizi ilkin O yarattığı gibi yine O’na döneceksiniz.

O, bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmına da sapıklık hak oldu. Çünkü onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları dost edindiler. Bir de kendilerini doğru yolda sanırlar.

Ey Adem oğulları, her mescide gittiğinizde süzünüzü tutunun, yiyin, için; ancak israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez.

De ki: “Allah’ın kulları için yarattığı zineti ve temiz hoş rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Onlar, kıyamet gününde sadece kendilerinin olmak üzere, dünya hayatında iman edenler içindir.” İşte bu şekilde ayetleri, ilim sahibi olanlar için ayrıntılarıyla açıklıyoruz.

De ki: “Rabbim, ancak açık, gizli bütün hayasızlıkları, her türlü günahı, haksız yere isyanı ve Allah’a, hiçbir zaman bir delil indirmediği herhangi birşeyi ortak koşmanızı ve Allah’a bilmediğiniz şeyler yakıştırmanızı yasakladı.”[14]

“Hanım gerçekten ona niyetini kurmuştu, eğer Rabbinin açık delilini görmeseydi o da ona kurmuş gitmişti. Biz ondan kötülüğü ve fuhuşu uzaklaştıralım diye, böyle oldu. Gerçekten o, Bizim ihlasa mazhar edilmiş has kullarımızdandır.”[15]

“Allah size evlerinizden bir huzur ve dinlenme yeri yaptı. Hayvanların derilerinden gerek yolculuğunuzda ve gerekse konaklama zamanlarınızda kolayca taşıyacağınız hafif evler (çadırlar v.s.) ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (giyinecek, kuşanacak, serilecek ve döşenecek) bir eşya ve ticaret malı yaptı.

Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler yaptı; size dağlardan siperler yaptı; sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve sizi savaşta koruyacak giysiler yaptı. Böylece O, samimi müslüman olasınız diye, üzerinizde olan nimetin! tamamlayacaktır.”[16]

“İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar; orada altın bileziklerle süslenecekler; ince ve kalın ipeklerden yeşil elbiseler giyecekler; tahtlar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel mükafat, ne güzel kurultay!”[17]

“Şüphesiz Allah iman edip yararlı iş işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altın bilezikler ve inciler takınacaklar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.”[18]

“Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir.”[19]

“İnce ve kalın ipekten elbiseler giyerek karşı karşıya (otururlar).”[20]

“Üstlerinde ince ipekten ve kalın atlastan yem yeşil elbiseler vardır; gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz bir içki sunmaktadır.”[21]

“Nikah ümidi kalmayan oturmuş kadınların, bir zinet ile gösterişe çıkmamaları şartıyla çarşaflarını bırakmalarında kendilerine bir günah yoktur; ancak iffet adabınca sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, herşeyi bitendir.”[22]

“Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu, onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah, çok bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.”[23]

“Ve o dişiyi (Meryem’ i) de ki, o namusunu korudu da kendisine ruhumuzdan üfledik ve kendisiyle oğlunu alemlere bir mucize yaptık.”[24]

“Bir de iffetini pek sağlam korumuş olan Imran kızı Meryem’i (misal verdi). Biz ona ruhumuzdan üfledik; o, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve içtenlikle itaat edenlerdendi.”[25]

“Onlar ki, ırzlarını korurlar.”[26]

“Ve onlar ki, apışlarını (ırzlarını) korurlar.”[27]

“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını (apışlarını) korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Muhakkak Allah, bütün yaptıklarından haberdardır.

Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar; zinetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü’minler, hepiniz Allah’a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.”[28]

“Bütün müslüman erkekler, müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, doğruluk yapan erkekler, doğruluk yapan kadınlar, sabreden erkekler sabreden kadınlar, mütevazi erkekler, mütevazi kadınlar, zekat veren erkekler, zekat veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı Çok anan erkekler ve kadınlar yok mu, işte bunlara Allah bir bağışlama ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.”[29]

“Eğer karı, koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem onun tarafından, bir hakem de bunun tarafından gönderin, bunlar gerçekten barıştırmak isterlerse Allah aralarındaki dargınlık yerine geçim verir, şüphesiz ki Allah bir alîm, habîr bulunuyor.”[30]

“Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Halbuki şehvetlerine uyanlar ise, sizin doğru yoldan büyük bir meyl ile sapmanızı istiyorlar.”[31]

“Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki “Gayya” vadisini boylayacaklardır.)”[32]

“Haberiniz olsun ki Allah, size adaleti, iyi davranmayı ve yakınlara yardımda bulunmayı emrediyor; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklıyor; dinleyip anlayıp futasınız diye size öğüt veriyor.”[33]

“Müminler arasında edepsizce sözlerin yayılmasını arzu edenler için dünyada ve ahirette acı bir azap vardır. Allah, onları bilir, siz bilemezsiniz.”[34]

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, şunu bilsin ki o, edepsizlikleri ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkmazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.”[35]

“Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.”[36]

AŞK VE VUSLAT:Sevgiliye,maşuka,okyanusa,fasl’dan asl’a,bütün koşturmacalar vüsul içindir.Usulsüzlükler vüsulü engellemektedir.Aşıkla maşukun birleşmesinden taaşşuk hasıl olur.

Vuslatta aşk biter.Ondandırki bazı aşıklar maşukuna ulaşmak istememişlerdir.Tıpkı Veysel Karaninin iki adım öteye mescide gitse rasulullaha kavuşabileceği halde,bir hal,bir aşam,bir alem olan onun aşkıyla ömür boyu yanmayı kabul etmiştir.Kavuşmuş olsa o aşk ateşi sönecek,yanmayacak.

Cemil Tokpınar-ın Ömür Boyu Aşk-ı,Halit Ertuğrul-un Kendini arayan adam- kitabının baskısının yüzü geçmiş olması,Gerçeğin ve Gerçek itirafın hayata gerçek olarak yansıtılmasından kaynaklanır.Şimdiye kadar mecazi aşk ve kullanılan kadın portreleri sergilendi,gerçekler yansıtılmadı,kendini kaybeden adam,kadını kaybettiren roller oynandı ve gerçekleştirilmesi için de her yol denendi.Bu da ruha ruh hali olmadı,insanlık kalmadı,kalb dolmadı ve doymadı.Aşk kirletildi

Yazarlarımız da ya yaşadıkları veya kalblerine yansıyan gerçekleri gerçek hayattan bir kesit olarak yansıttılar.

Ayrıca Dr.R.Carlson’un”Huzurlu olmak istiyorsanız ufak şeyleri dert edinmeyin.”kitabı da Amerika’da 5.7 milyon satmıştır.

Mecazi aşk,hakiki aşk.

” Kesretin mebdei vahdettir, müntehası da vahdettir. Bu bir düstur-u fıtrattır.

” Hayat-ı hakikiye ancak âlem-i âhiretin hayatıdır. Hem o âlem ayn-ı hayattır. Hiçbir zerresi mevat değildir. Demek dünyamız da bir hayvandır.”[37]

” Hayra olduğu gibi, şerre dahi insanın kabiliyeti nâmütenahî gibidir.”[38]

“Herşeyin bir nokta-i kemali ve o noktaya bir meyli var. Muzaaf meyil, ihtiyaç; muzaaf ihtiyaç, aşk; muzaaf aşk, incizabdır. Mahiyat-ı mümkinatın mutlaka kemali, mutlak vücuddur. Hususî kemali, istidadatını bilfiile çıkaran has vücuddur.”[39]

Hakiki ve gerçek aşk,kalbin kendisiyle tatmin olup doyum bulduğu aşk,ilahi aşktır.Saf ve berraktır.Ancak mecazi aşkın olduğu gibi,hakiki aşkında bir bedeli vardır.

Ailede kadın;kendi ailesine yani anne babasına,özellikle annesine bağlı olmalı ancak bağımlı olmamalıdır.Onsuz bir şey yapamama gibi durum içerisine girmemeli ve kendi çocuklarını da o yönde yetiştirmemelidir.Zira bu durum ailede belirsizlik ve kararsızlıklara neden olacaktır.

Taraflar birbirlerini her noktada ve zihninde tasarlaması veya başkalarının söylemesiyle her şeyi bilen kişi olarak görmemeli.Bu durum hayal kırıklığına neden olabileceği gibi,kendisini tamamlamaya da engel teşkil edecektir.

Ailedeki en büyük kopukluk tarafların birbirlerini anlamamaları,anlamak istememeleri,anlıyamamalarından veya birbirlerine altta kalmamak amacıyla söz yetiştirmeye çalışmalarından kaynaklanmaktadır.Böyle bir hal de ailede çocuklarda bile özellikle annelerinin susmasını,olayı şişirmemesini isteyerek çözüme katkıda bulunurlar.

Ailedeki taşlar yerli yerine oturtulmalıdır.Taşların uyumlu olmaması veya yerine oturmaması sürtüşmeyi daha da arttırmakta,kaynaşma olmadığından uzlaşmayı da engellemektedir.Sürtüşme ve tartışmalardan aşınmalar oluşmakta,bu da aile binasının suvalarının dökülmesine,çatlaklıkların oluşmasına neden olmaktadır.

Oturmamış aile de,oturmamış bir bina gibidir.Oturmaya başladıkça belirli yerlerde veya zayıf olan yerlerde tabiatı gereği çatlak ve yarıklar oluşmaya başlamaktadır.Bu kaçınılmazdır.Ancak önemli olan bunu asgari düzeyde bırakmalıdır.

Aynı özellikte olmayan taşların bile birbirleriyle kaynaşıp boşluklar bırakmaması ya güç,bazen de imkansız bir hal alıyor.

Kaynaşmayı engelleyen en büyük âmil ise;maddi ve arizi sebebler olmayıp,köklü ve ruhi,manevi sebeblerdir.Bunlar kalıcı bir etki bırakıp,kopukluklara ve kopmalara kadar götürür.Sonradan olan arizi sebebler ise,telafisiyle beraber kapanmakta ve unutulmaktadır.

Kadının Cuma,bayram namazı,hayız halinde iken oruçtan kaza ile,namazdan ise tam muaf tutulması Allah’ın onlara olan bir ikram ve afiyetidir.Tıpkı hazırlığı okumadan bir üst sınıfa geçen bir öğrencinin bir yıl atlayıp hazırlıktan muaf tutulması gibidir.Zira hayız bir eziyettir.Bu halde iken namaz ve oruçtan muaf tutulmamış olması halinde bu da ikinci bir eziyet olacaktı.Böylece bu muafiyet o eziyeti kaldırmış olmaktadır.

Kadınların dinin bazı emir ve yasaklarından muaf tutulmaları bir eksiklik ve düşüklük değil belki onlar için bir farklılık ve yüceliktir.Kadına erkeğin yaptığı her şeyi yaptırmak onları korumamak ve onlara büyük bir eziyet vermektir.

Eşitlik,eşit olma uğruna erkeğin taşıdığı 60 kiloluk bir torbayı kadına da taşıtmak bu onun için bir eziyettir.

Kadının makamı kadınlık ve anneliktir.Bu da küçük bir makam değildir.Makamları doğuran bir makam.

AŞK

SEVGİ, insan tabiatının zevk aldığı bir şeye meyletmesidir. Bunun kuvvetli

şekline AŞK denir. Aşık sevdiğine karşı aşırı derecede şefkatli olur ve

malını-mülkünü onun yolunda harcar.

Hz.Yusuf’a olan aşkı ile dillere destan Zülayha buna açık bir misaldir.

Gerçekten Züleyha, aşkı yüzünden malını-mülkünü, hatta güzelliğini bile

kaybetti. Kendisi, yetmiş deve yükü inci ve cevhere sahipti. O paha biçilmez

gerdanlıkları Hz.Yusuf’a olan aşkı yolunda sarfetti. Her kim ‘Ben bugün

Yusuf’u gördüm’ dese, ona değerli gerdanlıklardan bir tanesini verirdi.

Böylece vere vere hiçbirşeyi kalmadı. Herşeyi ‘Yusuf’ diye çağırırdı. O’na

olan ifrat derecesindeki aşkı yüzünden ‘Yusuf’ kelimesinden başka herşeyi

unutmuştu. Başını göğe kaldırdığı zaman yıldızlarda, ‘Yusuf’ ismini yazılı

görürdü. Gene anlatıldığına göre Züleyha imana gelip Hz.Yusuf ile

evlendikten sonra artık O’ndan uzak durmaya ve ibadet için tenhalara

çekilmeye başladı. Artık bu aşkı o aşkın gerçek sahibi Allah’a dönmüştü.

Öyle ki Hz.Yusuf O’nu gece davet etse, o gündüze atar, gündüz davet etse

geceye atar ve şöyle derdi:

-Ey Yusuf, ben seni Allah’ı tanımadan önce sevmiştim. Fakat O’nu tanıdıktan

sonra gerçekte O’na ait olan sevgiden, BAŞKASINA KALMADI. Allah’a olan bu

sevgime başkasını ortak edemem!!!

Gene Leyla ile Mecnun hikayesi meşhurdur. Mecnuna sorarlar:

-İsmin nedir_

-Leyla!

Birgün derler ki:

Leyla ölmedi mi?

-Hayır Leyla benim kalbimdedir, ölmedi. Ben Leylayım.

Mecnun birgün Leylasının evinin önüne gider ve semaya doğru bakar. Kendisine

derler ki:

-Ey Mecnun! Semaya bakma, Leylanın penceresine bak belki onu görürsün.

-Gölgesi Leyla’nın evine düşen Yıldız bana kafidir!

Hz.Hallac-ı Mansur’u 18 gün hapsederler. Bir ara İmam-ı Şibli yanına gelir,

sorar:

-Ey Mansur, sevgi-muhabbet nedir?

-Bugün sorma yarın sor!

Ertesi gün olur, Hallac’ı katletmek üzere zindandan çıkarırlar ve bir

meydana götürürler. Mansur tam bu sırada yetişen Şibli’ye şöyle seslenir:

-Ey Şibli, SEVGİ-MUHABBET EVVELİ YANMAK, SONRASI KATLOLUNMAKTIR!!!

Mansur’a sormuşlar:

-Sen kimsin?

Cevap vermiş:

-Ben HAKK’ım ! (bizim gibi manen aşk sarhoşu olmayan bahtsızlar için sümme

haşa)

İşte bu sözün üzerine katledilmişti. Meselenin açıklanması şudur:

Hallac, öyle bir mertebeye yükselmişti ki, O’nun nazarında Allah’tan başka

her varlık yok olmaya mahkum ve batıl idi. Gerçek varlık yalnız ALLAH=HAKK

idi. İşte bu kadar yüksek bir mertebeye çıkmış olan Hallac, yalnız Allah’ın

bir ismi olan HAKK=Mevcut kelimesini biliyor, kendi ismini dahi

hatırlamıyordu. Onun için kendisine tevcih edilen soruya böyle cevap

verebildi.

Denir ki; Hakiki sevgi-muhabet üç şeyle belli olur:

1-Seven, sevdiğinin sözünü başkalarının sözüne tercih eder,

2-Seven sevdiğinin sohbetini başkalarının sohbetine tercih eder,

3-Seven sevdiğini memnun etmeyi, başkalarını memnu etmeye tercih eder.

Bir alime sorulur:

-Aşık kimdir ve hali nedir?

Cevap verir:

-İnsanlarla az haşır-neşir olur. Rabbi ile daha çok başbaşa kalır. Görünüşü

sessizdir, fakat devamlı tefekkür halindedir. Baktığı zaman görmez,

çağrıldığı zaman işitmez, konuşulduğu zaman anlamaz. Başına bir felaket

gelse üzülmez. Aç kalsa açlık hissetmez. Görünüşü pejmurdedir. Allah’dan

başkasından korkmaz. Tenhalarda Allah’a münacaat eder. Dünyalık yüzünden

ehli dünya ile çekişmez.

Bir gün Hz.İsa (aleyhisselam), bahçe sulamakta olan bir delikanlıya rast

gelir. Delikanlı, Hz.İsa’ya ‘Sevgisinden kendisine zerre miktarı vermesi

için, Rabbinden istekte bulunmasını’ söyler. Hz.İsa zerre miktarı Allah

sevgisine dayanamayacağını söyleyince ‘o halde zerrenin yarısını versin!’

der. Bunun üzerine Hz.İsa ‘Ya Rabbi bu delikanlıya zerrenin yarısı kadar

sevginder ver!’ der ve geçer gider.Bir müddet sonra gene aynı yere gelince o

delikanlıyı sora. Halk:

-O delirdi, dağa çıktı. Der.

Hz.İsa o genci kendine göstermesi için Allah’a dua eder ve dağda bir kayanın

üstünde semaya yönelmiş olarak bulur. Selam verir fakat genç selamı almaz..

Bunun üzerine:

-Ben İsa’yım diye seslenir.

Fakat Allah Hz.İsa’ay vahiy yoluyla buyurur ki:

-Ey İsa, kalbinde zerrenin yarısı kadar BENİM sevgim bulunan kimse

insanların sözünü nasıl işitir? İzzetim ve celalim hakkı için söylerim, eğer

o delikanlıyı testere ile kessen bunun farkına varmaz.

Kim üç şeyi iddia eder, üç şeyden kendini temizlemazse, o aldanmıştır:

1-Allah’ın koyduğu ahlak esaslarına uymanın zevkliliğini söyler, fakat

dünya sevgisini bırakmazsa,

2-Amelleri sırf Allah için yapmayı sevdiğini söyler, fakat insanların da

kendisine tazim etmesinden hoşlanırsa,

3-Allah’ı sevdiğini söyler, fakat nefsini terbiye etmezse,

O kimse aldanmıştır.

Hz.Peygamberimiz (sallallahütealaaleyhivessellem) buyurur ki:

Ümmetimin üzerine öyle bir zaman gelir ki beş şeyi severler, beş şeyi

unuturlar:

1-Dünyayı severler, ahireti unuturlar.

2-Malı-mülkü severler, sonunda hesap vereceklerini unuturlar.

3-Halkı severler, Hakk’I (Allah’I) unuturlar.

4-Günahı işlerler, kötü huylarını iyi huya çevirmeyi ve tevbeyi unuturlar.

5-Saraylarda, köşklerde yaşamayı severler, kabri unuturlar.

Hz.Mansur İbni Ammar, bir gence verdiği öğütte şunları söyler:

-Delikanlı gençliğin seni aldatmasın! Nice gençler vardır ki, tevbeyi

geciktirir; kötü huylarını iyi huya çevirmez, uzun emellere dalar; ölümü

unutur ve şöyle der ‘Yarın-öbürgün tevbe eder, kötü huylarımdan vazgeçerim!’

. Fakat o böylece gaflet içinde oyalanırken aniden ölüm meleği geliverir,

kendini mezar çukurunda bulur. Artık orada ne mal, ne evlat, ne hizmetçi ve

ne de ana-baba oan fayda vermez. Nitekim Allah buyurur:

-O günde ki, ne mal fayda verir, ne de oğullar.

-Meğer ki Allah’a tamamen salim bir kalb ile gelenler ola!”[40]

Allahım! Bize ölmeden önce tevbe etmek ve kötü huylarımızı terketmek nasip

eyle! Bizi gafletten uyandır! Resullerin en hayırlısı Peygamberimiz Hz.

Muhammed (sallallahü teala aleyhi ve ssellem) ‘in şefaatine nail eyle!

Müminin bariz vasfı odur ki, her an her saat ve her gün kötü huylardan

sıyrılmaya çalışır. Geçmişte işlediği günahlardan dolayı nedamet duyar.

Dünyalık için ihtirasa kapılmaz, faydasız ve füzuli şeylerle asla meşgul

olmaz, Allah’a olan vazifelerini ihlasla yapar, riya ve gösterişten sakınır.

Rivayete göre, Hz.Musa (aleyhisselam) zamanındaki firavunun karısı Asiye

imanını saklıyordu. Firavun duruma muttali olunca, karısına işkence

yapılmasını emretti ve her türlü işkenceyi yaptılar. Firavun karısına

‘dininden dön!’ dedi, fakat o dönmedi. Bu sefer sopalar getirterek vücudunun

muhtelif yerlerine değnekle vurdurdu ve ‘dininden dön!’ dedi. Asiye şu

cevabı verdi:

-Sen benim nefsime hükmedebilirsin, kalbim ise Allah’ın muhafazasındadır.

Beni kessen, Bu Allah’a olan sevgimi artttırmaktan başka bir şeye yaramaz.

O sırada oradan Hz.Musa (aleyhisselam) geçmekteydi. Asiye dedi ki:

-Ey Musa, Rabbim benden razı mı, değil mi, haber ver!

Hz.Musa da şu cevabı verdi:

-Ey Asiye, göklerde melekler seni iştiyakla bekliyorlar. Allah da seninle

övünüyor. Ne dilersen dile kabul edilecektir!

Asiye dedi ki:

-Allah, iman edenlere de firavunun karısını bir misal olarak irad etti. O

vakit (bu kadın) : ‘Ey Rabbim, bana yanında, cennetin içinde bir ev yap.

Beni firavundan ve onun fena amel ve hareketlerinden kurtar. Beni o zalimler

topluluğundan selamete çıkar!’ demişti. (Tahrim suresi, ayet:11)

Asiyenin böyle dua etmesi bize; mihnet-meşakkat ve musibet anında Allah’a

sığınmak ve kurtuluşu O’ndan istemek gerektiğini gösteriyor.

Aşk deyince Mevlana akla gelir.Onun engin ve zengin aşkı adeta bir okyanusu,okyanusda yüzmeyi hatırlatır.Ona göre aşk sevgiyle,sevgiliyle yanmak ve onun dışındakileri de yakmaktır.

Aşk bir gönül hastalığıdır.

Meczubun birisi Beyazid-i Bestami Hazretlerine hastalıkların ilacını şöyle tarif eder:

-“Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır…Kalb havanından tevhid tokmağı ile döv,insan eleğinden geçir,göz yaşıyla yoğur,aşk fırınında pişir..Akşam-sabah bol miktarda ye…O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz.”dedi.

Sevgi,muhabbet ve aşk.Sevgi,insan fıtratında mevcut bir duygudur.Aşk ise bunun keskin halidir.Bugün ise aşk içi boşaltılmış ve kendisi de kirletilmiştir.Mecrasından çıkartılan aşk sadece mecazi olup gerçek aşkı ifade etmediğinden uzun sürmemektedir.gerçek aşk daimi olan aşktır.sadece maşukunu görüp,onun dışındaki yerlerde aramamak ve aranmamaktır.Aşıkıyla aynı noktaya bakmaktır,aynı şeyleri görmektir tıpkı iki göz,tek görme.

Aşk bir kor ateş olup onu ele almak bir marifet olduğu gibi,ondan daha büyük olan marifet ise onu elde taşımak ve sürdürmektir.Bir şeyi yüklenmek ayrıdır,onu taşımak daha da ayrıdır.

Aşkta maşuk ateşlemektedir.Onun hakikatı ateşleyip onda fiziki yapısının ötesinde kendisini ateşleyen hakikatı görmektir.

Sevgi ve aşk böyle olur;yani kadının kocasına olan bu derece bağlılığı gibi ki,beni yıllardır kendime getirmek üzere sarsmaktadır.Aman Allahım!O ne büyük bir fedakarlık ve bağlılıktı.

Seçimlerin yakın olduğu bir gündü.Bir dostumun dükkanında oturmuş sohbet etmekteydik.İçeriye kısa boylu bir kadın ve kocası girdiler.Yıllardır Almanyaya çalışmak için gitmiş,orda kalmışlar.Tatil için ilçeye gelmişlerdi.Dükkan sahibi dostum biraz tanışmışlıktan,biraz da nazından dolayı,kocasından ümidi olmadığı için hanımına dönerek sol bir partiye oy vermemesini söylemişti.Bu seferlik de olsa diğerine vermesini kendisinden istemişti.

Kadın kocasına olan sadakatini yanlışta olsa şöyle göstermişti:”Kocam cehenneme de gitse,ben de onunla beraber oraya giderim.”

Sevgi ve bağlılık cehennemin yakıcı halini bile cennete çevirmişti.

Aşk yanmaktır.Yanmayan yakamaz.Yakmayan aydınlatamaz.

Taptuk mu büyük,Yunus mu?Neden Taptuk Yunus olmuyor?Yoksa Yunus yetiştirenlerden mi olarak kalmak istiyor?

Aşık maşukunda,maşukuyla olan ve maşukunda kaybolandır.İki cesedli bir ruh gibi.Onsuz olmayan ve onunla var olandır.

Allah habibini sevmiş,Süleyman Çelebinin ifadesiyle;Ben sana aşık olmuşam…

Aşk bir bedel ister,çok bedelleri almadan vermez.Allah habibini sevmenin uğruna tabiri caizse mahlukatın bunca sıkıntısına katlanmıştır.Tıpkı Azer gibi birine sulbünden gelecek olan Hz.İbrahim,İsmail,Hz.Muhamed hatırına göz yummuştur.Bu gibi hakikatlar uğruna Allah Azerlere de Fir’avunlara da müsaade ediyor.

Sokrat talebelerine mutlaka evlenmelerini tavsiye der.Eğer anlaşırlarsa mutlu olacaklarını,anlaşmazlarsa feylesof olacaklarnı söyler.

Kur’an ve Hadislerde de sürekli evlilik tavsiye edilmektedir.

En kötü ihtimalle bir filozofun dediği gibi;evlenmek ahmaklık,evlenmemek ise en büyük ahmaklıktır der.

Mehmet ÖZÇELİK

27-01-2004

[1] C-4-7199-.Bak.Mü’min.43,Zümer.53) Büyük Hadis Külliyati (Cem’ul Fevaid-Rudani)den:

[2] C/5-8315-

[3] -8469.

[4] C/2–4246.Büyük Hadis Külliyati (Cem’ul Fevaid)den:

[5] C/3—5917.

[6] -5918.

[7] -6353.

[8] -6354.

[9] C/4–6812-6818 (arası).

[10] -6889.

[11] -6965-6.

[12] -7262.Mücadele.1.

[13] C/5—9909.

[14] A’raf.19.

[15] Yusuf.24.

[16] Nahl.80-81.

[17] Kehf.31.

[18] Hac.23.

[19] Fatır.33.

[20] Duhan.53.

[21] Tahrim.21.

[22] Nur.60.

[23] Ahzab.59.

[24] Enbiya.91.

[25] Tahrim.12.

[26] Mü’minun.5.

[27] Mearic.29.

[28] Nur.30-31.

[29] Ahzab.35.

[30] Nisa.35.

[31] Nisa.27.

[32] Meryem.59.

[33] Nahl.90.

[34] Nur.19.

[35] Nur.21.

[36] Ankebut.45.

[37] Sünuhat.Bediüzzaman.8.

[38] Age.11.

[39] Age.19.

[40] Şuara:88,89.




MUTLU VE KUTLU NİKÂH

MUTLU VE KUTLU NİKÂH
Değerli insan Zeynal Abidin Kıymaz Beyle 1993 yılında Burdur-da Bedelli askerde 2 aylık bir beraberliğimiz vardı.
Askerlik tarihinde görülmemiş bir uygulamaya sayesinde şahit olduk.
Askerliğimizin sonu bayrama denk geliyordu.Sağ olsunlar kendisinin Ankara ile bağlantı kurup devreye girmesiyle 15 gün önceden terhis olma imkanını sağlama çabası içerisine girdi.Bu durUmu komutanlara söyleyip,15 gün önceden terhis olacağımızı söylediğimizde,tepkileri hemen yüzlerinden belli oluyordu ve komutan şunu söylemişti;
-Siz ne diyorsunuz ya hu.Yarım saat önce bile sizi gönderemeyiz.”demişti. Kendisinin çaba ve yol göstermesiyle yüzlerce dilekçe Ankaraya göndererek, hemen hemen evli olan çoğunun bayramı çocukları ve aileleri ile geçirmelerini taleb eden dilekçeler netice vermiş ve 15 gün önceden terhis olmuştuk.
O zaman olan bizim ve bir çoklarının mutluluğumuzda,şimdi daha güzel bir mutluluğu dün yani 19-08-2009-da kendileri değerli kızlarının nikâhı ile yaşadı.
İki değerli insan olan Zeynal Abidin Kıymaz’ın kızı ile,Mevlüt Gürkan Beylerin oğullarının mutlu ve kutlu nikâhlarına bizleri de duacı olmamız amacıyla davet ettiler.
İki değerli yeğenime tekrar her iki hayatta mutluluklar dileyerek,orada söylediğim ve temenni ettiklerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum.
-Hz.Ali’nin evlenmek için harekete geçtiğini duyan Peygamber Efendimiz devreye girerek Hz.Ali-ye şu mealde beyanda bulunuyor:
Ya Ali,Hz.Fatıma senin için,Sende onun içinsin.
Yani o olmasaydı sen olmazdın,sen olmasaydın o olmazdı.
Bu iki kardeşimizin de böylece birbirlerini tamamlayıcı olmasını temenni ederiz.
Hepimizin evinin kapısında şöyle bir levhanın olması gerekir:
Sevgi ve saygı…
Özellikle beyden eşe sevgi,eşden beye saygı.Bu ailenin devamı için bir maya oluşturmaktadır.
Allah bu nikâhı hem kendilerine hem de ailelerine mübarek eylesin. Allah’ın rızasına uygun bir hayat geçirmelerini temenni ederim.
Evlilik bu dünya hayatına münhasır kalmamalı.Ebedi hayatta da beraber olacaklarını düşünerek birbirlerine maddi ve manevi destek olmalıdırlar.
Her büyük erkeğin arkasında mutlaka bir kadın,bir eş vardır.
Efendimize ilk vahiy geldiğinde heyecana düşmüş,eşi Hz.Hatice ise kendisine;
Ya Muhammed,Allah seni mahcub etmez,yolda bırakmaz.”der,en büyük destekçisi olur.
Bu düşünce ile hem her iki kardeşim için mutlu ve kutlu bir aile içerisinde hayatlarının devamını,hem de iki değerli insan;Zeynal Abidin Kıymaz ve Mevlüt Gürkan Beylerin çocuklarının mutlulukları içerisinde,mutluluklarının artarak devamını dilerim..tebrik ederim.
“Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için ayetler vardır.”

MEHMET ÖZÇELİK
19-08-2009




TESETTÜRDE LİYAKAT

TESETTÜRDE LİYAKAT
Notlarım arasına aldığım tesettürde liyakat konusunu işlemek üzere bekletiyordum.Ancak bir bayan yazarın hem de tesettürlü ve hem de İslami bir gazetedeki yazısı üzerine yazmak için öne aldım.
Geçmişten günümüze,uzun mücadeleler ve yıpranmalar sonucu belli bir mesafe alınmış,ancak kendisiyle beraber bazı problemleri de beraberinde getirmişti.
Farziyetiyle beraber modanın ağırlığı,cazibeliği,çevrenin etkisi ölçüsüzlükleri de beraberinde getirmişti.
Adını vermeyeceğim memleketin birisinde başları örtülü olan bayanlar,eteklerinin kısalığını önemsemiyorlardı.
Bu durum azımsanacak bir düzeyde değil,adeta bir gelenek halinde idi.
Tesettür kadın için gerekli olduğu kadar,erkek içinde gözünün tesettürü ve örtülmesi en az o kadar önemli idi.
Fuhşiyatı engellemek için vazedilen tesettürün,kirlenmeye sebeb olacak derecede yanlış örtünmelerin önüne geçilmesi,toplumun o cihette bilinçlendirilmesi gerektir.
Bu bir ihtiyaçtır.
*-Bir yazar;”Kızıma başını örtmesini asla söylemedim…….
….Bir kaç hafta sonra kızım başını örtmek istediğini söyledi. Bu habere sevineceğimi zannediyordu büyük ihtimal.
…Başını örtmesine izin vermeyeceğimi söyleyince küçük çapta bir şok yaşadı.
Başını örtemeden önce vücut dilinin tesettüre bürünmesi gerektiğini anlattım. Başı açık olduğu halde vücut dili tesettürü içselleştirmiş kişileri değişik vesilelerle dikkatine sundum ve namaz konusunda titizlik kazanıncaya kadar başını örtmesine izin vermeyeceğimi söyledim.
Namazın farz olmadığı yaştaydı. Kıldığı namaz ailenin bütün fertleri için sevinç kaynağı idi. Sabah namazı için en erken kalkandı. Ev ahalisini namazınızı kıldınız mı diye sorgulayandı. Onun bu halleri hepimizin ortak heyecanı idi ne ki bunu ona hiç hissettirmedik.
Aileler kızlarının başını örtmesiyle birlikte hem muhitlerinin baskısından kurtulduklarını düşündüler hem de 90 cm’lik kumaş parçasının her türlü ontolojik sorunu halledeceğine inandılar.”
Tezat değil mi?
Kapanması için ısrar ve tavsiyede bulunmayan,kapanmaması için ısrar ediyor!
Kuruntu ney?
-Alt yapısını yapmadan içten gelen fıtri isteği durdurmak ve frenlemek.
Herhalde Efendimizin 7 yaş tavsiyesini düşünmemiş olsa gerek.
Maalesef ifrat her zaman tefriti doğuruyor.
Belki birilerinin ölçüsüz örtünmedeki tavırları veya üstü örterken dafi’ olması gereken örtünün calib olması tenkid edilirken,yazar kendi ölçüsüzlüğünü ölçü olarak sunuyor.
Örtünmede sınırı aşan,ölçüsüz olan elbette uygulamalar var.
Ancak mecelle hukuku gereği;-Yanlış emsal olmaz.-
Yazar yanlışları kendi yanlışlığı ve yetersizliğiyle düzeltmeye çalışmaktadır.
-İzin vermeme-hissettirmeme-kumaş parçası-ifadeleri yersiz ve seviyesiz ifadelerdir.
-Ben de kızlarıma örtünmelerini dayatmadım,örtünecekleri ortamı hazırladım.
7.sınıfta örtündüklerinde itiraz etmedim,hissettirdim,bayrak –parçası!- olduğunu söyledim.
-Maalesef dün soldan gelen şeytan,ortam değişikliğinden dolayı sağdan gelmektedir.
Tekrar söylüyorum;örtünmenin değil,örtünmenin nasıl ve sağlıklı olması konusunda ölçü konulabilir ve düzeltilmesi gereken noktalar söylenebilir.
-Hz. Peygamber (asm.)’in, “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
-“O halde (Habibim) sen yüzünü bir muvahhid olarak dine yönelt. Allah’ın insanları yaratmasında esas aldığı o fıtrata uygun hareket et.”
Fıtratları kirletmeyin,bozmayın,bir şey yapmasanız bile…
-Toplumun bahara girdiği bir dönemde fırtınalar estirmek,çiçekleri soldurur.
Varsa ayrık otları onlar temizlenmeli,çiçekler incitilmemeli,doğmalarına engel olunmamalıdır.
Fıtrat konuşursa,susmalı,susturmamalı.
Hissederse,hislenmeli,hissizlendirmemeli.
Basite irca etmemeli,sembollendirmeli.
Yanlışlar emsal alınmamalı,doğrular emsal ve örnek gösterilmelidir.
-İmamı Azam Ebu Hanife-ye adamın birisi oğlunu getirip,kendi terbiyesinde yetiştirmesini söyler.
İmam yaşının kaç olduğunu sorar.
Adam da 3,5 yaşında olduğunu söyler.
İmam ise,kabul edemeyeceğini,eğer 3 yaşına kadar getirseydi,kabul edeceğini söyler.
Ağaç yaşken eğilir,engellenme olmazsa?
Çocuklara sevdirilmeli,bilinçlendirilmeli,ortam hazırlandırılmalıdır.
Yoksa geç olabilir,kurtlar kapabilir!!!
Kurtlara yardımcı olmamalıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
25-10-2014




SEVGİ-ANNE ŞEFKATİ VE KÜRTAJ

SEVGİ-ANNE ŞEFKATİ VE KÜRTAJ
*Hz.Alinin:”Kur’an besmelede,besmele ba harfinde,ba harfi de altındaki noktadadır.”der.
Sırrı ise; Kur’an-da Allah lafzı;ötre olarak;980,esre olarak 1125,üstün olarak 592 ve toplam; 2697 defa en çok geçen kelimelerdendir.
Allah-elihe kökünden;şefkat,sevgi manasınadır.
Rahman ve Rahim aynı kökten,sevgi ve şefkat manasınadır.
Rahman rızık veren manasıyla beraber,daha çok dünyada,rahim ise daha çok âhirette tecelli edecektir.
*Ana rahmine bir damla su olarak düşmesi Alak olarak isimlendirilir.
Alak iki manaya gelir;1-Ana cidarına,duvarına yapışma ve asılma.
2-Alaka ve ilgi manasınadır.
İnsan bir alaka ve ilgi,anne babanın sevgisiyle var olur.
-Ana rahmi,rahmı mader.Rahim Allahın isimlerindendir.Anne karnına ana rahmi veya rahmi mader denilmiş zira Allahın rahmetinin en fazla tecelli ettiği,hayata mazhar olunduğu yerdir.
*Güzel adetlerimizden olan sılayı rahim,akraba bağlılıklarının sürdürülmesi de rahmi sürdürmek olarak isimlendirilmiş.Yani aynı ana karnından dünyaya gelenlerin birbirleriyle olan iletişimlerini sürdürmeleri demektir.
*Varlıkların yaratılışı sevgi üzerinedir.
*Efendimiz buyurur;“Evvelu mâ halakallâhu nûri
– Evvelu mâ halakallâhu cevhereten”
-Allahın ilk yarattığı şey benim nurumdur veya bir cevherdir.
O cevher ise maddenin aslıdır.
Fizikteki Big-Bang- büyük patlama o ilk nurun açılımıyla gerçekleşmiştir.
Zira o zat Habibullahtır.Allahın sevdiği zattır.
“Sen olmasaydın,sen olmasaydın alemi yaratmazdım”hadisi kudsisi bu manayı açıklar.
-Bütün İlâhî isimler ilk defa nur-u Muhammedî’de tecelli etmişler. Meselâ, onda Muhyi isminin tecellisi var ve o nur hayat sahibi. Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa onda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir. O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir. Ama, bütün hayat çeşitleriyle Resulûllah Efendimizin (asm) o pâk ve münezzeh ruhu arasında bir ilişki kurmaya kalkışmanın da yanlışlığı ortadadır.
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl!
*İbrahim peygamberin lakabı,Ebu Rahimdir yani şefkat ve sevgi babası.O halilullahtır,Allahın dostu ve sevdiği.
*Habbe-hububat yani tohum,muhabbet ve sevgi kökünden türetilmiş olup,muhabbetin maddi şekle girmiş halidir.Sevgi ve muhabbet manasınadır.
Bedenimizi devam ettiren şeye habbe yani muhabbet manasına bu ismi vermişiz.
Habbe olan muhabbetle bedenimizi devam ettirmekteyiz.
*Yaratılışın ilk tohumu muhabbettir.Kâinat muhabbet üzerine bina edilmiştir.
*İnsan kelime anlamı yöneyle iki manaya gelir:1-Nisyan kökünden unutan anlamınadır.Yani Ruhlar aleminde Rabbisine vermiş olduğu sözü unutmuştur.
2-Üns,enis ve ünsiyetten gelir.Kendisiyle alışılan,uyumlu,sevimli varlık manasınadır.
*Sevgisi büyük olanın hazmı da büyük olur.
Sevgisiz insanlar hazımsız insanlardır.
Hazımsızlık ise yenilen şeylerden değil,yiyenden ve midesinden kaynaklanır.
*Mevlana-nın;Bâza bâza her an ki çi hesti bâza-Gel gel her ne olursan ol yine gel,deyip tüm insanlığı kuşatması,onun Vedud ,sevgi ve aşk ismine olan mazhariyetindendir.
*Anlatılır;Kayseri-de bir inek çalan şahıs pişman olup sahibini bulamayınca tavsiye üzerine Nevşehir-de bulunan Hacı Bektaş-ı Veliye çalıntı olduğunu söyleyerek kabul etmesini söyler.
O kabul etmez ve Konya-da bulunan Mevlana-ya götürmesini söyler.
Mevlana kabul edince o kişi bunun çalıntı olup neden Hacı Bektaş kabul etmemişken kabul ettiklerini sorunca Mevlana;
-Bir yerde bir leş olunca oraya kargalar hemen üşüşür,işte biz öyleyiz.Şahin ise tenezzül etmez.Hacı Bektaş ise şahin gibidir,der.
Merakını yenemeyip Hacı Bektaş-a vararak Mevlana-nın alıp kendilerinin neden almamalarının sebebini sorunca Hacı Bektaş cevaben;
-Bir okyanusa bir leş düşse,okyanus onu eritir,bir zararda vermez.Mevlana da okyanus gibi olup,ona bir zarar vermez.Biz ise göl gibi olup en küçük bir şey düşse hemen bulanır.Ondan kabul etmedik.
Büyükler kavga insanı değil,sevgi ve yücelik insanıdırlar.
*Atomların bile arasındaki cazibe muhabbetten ileri gelir.
*Peygamberleri başarılı kılan sevgiyi takip etmeleri,firavun gibiler ise kin ve nefreti sürdürmeleridir.
Âyette:”Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet.”
*Toprak ana.Her şey o ananın kucağına sığınır.Orada hayat bulur,sıcaklık bulur.
*İnsanlar niçin dünyayı çok sever?diye sorulduğunda şu cevap verilmiştir;
-İnsanlar dünyanın çocuklarıdır.Çocukta ise yaratılış itibarı ile ana sevgisi vardır.
Toprak ana..İlk yaratılış ondan,hayatı devam ettiren her şey ondan,öldükten sonra dönüştüğümüz şey yine odur.
*Yumurta bile sıcaklıkla civciv oluyor,hayat buluyor.
*Anne şefkati muhabbetle öne çıkar.
*Ailenin temeli muhabbet ve hürmet üzerinedir.
*Kızlar zayıftır ancak anneler kuvvetlidir.
*1989 yılında meşhur bir sanatçının her şeyi varken intihar etmeden bıraktığı son not düşündürücüdür;
‘Eğer anne olsaydım intihar etmeyi düşünmezdim.’
Annelik insanı hayata bağlayan en kuvvetli bağdır.
*Anne kendisi için değil,başkası için,yaratılışa annelik yapması için var edilmiştir.
*Annenin rızası elde edilmelidir.
Efendimizin israiloğulları zamanındaki anlattığı mağarada kalan üç kişinin güzelliklerini vesile ederken,üçüncü kişinin annesine yaptığı iyilik hürmetine kurtarılmalarını istemeleri üzerine mağaranın kapısı açılmıştır.
*Beyazıd-ı Bestami Hazretleri şöyle der:
-Halk bulunduğum mertebeye beni erdiren hususla ilgili olarak değişik yorumlar yapıyorlar. Ne o, ne bu? Ben neye erdimse “annemin rızasını” kazandığım için erdim.
*Şefkat su-i istimal edilmemeli.Dünya hayatını kurtarmaya çalışırken,ebedi hayatının kurtarılmasında anne ihmal etmemelidir.
*Sevgiyi temsil eden Güneşle,şiddeti ve nefreti ifade eden rüzgar mücadelesi sonucunda güneş adeta kişiyi mestetmiş,etkili olmuştur.
*Mevlana;Hamdım-Piştim-Yandım der.Muhabbet insanı hamlıktan kurtarıp pişirir.
*Kürtaj diyanetinde fetvasıyla cinayettir.
Çocuk anne karnında 24-25 günde tamamen teşekkül etmektedir.
Efendimizin hadisinde ise; insanın oluşumu üç kırkta tam teşekkül edip,120 günden sonra ona ruh üflenir.
-Kişi vücut benimdir,istediğimi yapabilirim,diyemez.
Çünkü ne kendisine ne de çocuğa o organları kendi vermemiş,bir yerden de almış değildir.
İstediğimi yaparım diyen kişi ne kendisine ne de karnındaki çocuğa gerçek sahip değildir.Zira o duyguları ona ve kendisine kendisi vermemiş ve takmamıştır.Kontrolü de elinde değildir.
Benim deyip kolunu kesemezsin.Zira hürriyet odur ki;Kişinin ne kendine ne de başkasına zarar vermesin.
*Cehalet asrındakilerin kızlarını diri diri gömüşünü anlatan Kur’an;’Ve izel mev’udetü suilet,bi eyyi zenbin kutilet.’
-Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman’
-Yamyamların hep çirkin hareketlerinden bahsettik.Meğer medeni geçinen insanlar kendi çocuklarını dişleriyle parçalar gibi daha doğmadan öldürmekte ve de işin en acibi okumuş ve aydın geçinen doktorlarında bu cinayete ortak olmalarıdır.
*-Japonyada ve Çinde -40-50- dolar karşılığında kadınlar hamile kalıp 4-5 aylıkken cenini lokantalara satarak,müşterilere sipariş etmektedirler.
Tam bir vahşet örneği.
-Anne karnındaki çocuğun feryadına kulak vermeli.
-Akrep kadar da olsa şefkat göstermelidir.
Bu durum çocuğu değil,annenin şefkatini öldürmektir.
*Âyette:”Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”
MEHMET ÖZÇELİK
08-06-2012




MASUM VE MAZLUM ÇOCUKLAR

MASUM VE MAZLUM ÇOCUKLAR
Çocuklar hem masum ve günahsızdırlar ve hem de en çok zulme uğramış kimselerdir.
Onun korunması için anneye tam bir şefkat verilmiş,ruhunu evladının ruhuna feda etmektedir.
Anneye verilen bu şefkat evladı korumak içindir.
– Osmanlıda sıbyanlara,ana okulu çocuklarına armut hoşafı içirilirdi.Armut hoşafı haramları vücuttan atmaktadır.
-“ Yeni doğmuş bebeğin topuk iziyle annenin parmak izinin aynı olduğu ifade edilir.
İlâhi koruma.İlahi tedbir.Anne ve evlad bağı…
-O gıda kadar şefkate de muhtaçtır.İşte bir tesbit;
-“ Çalışan kadının çocuğu;
Bugün de beni kime bırakacaksın?
Neden çalışıyorsun?
Niye beni başkasına bırakıyorsun?
Telefon edip;Hala işin bitmedi mi?Ne zaman geleceksin?
Annem beni sevmiyor.
Anne gelince de;her türlü hırçınlığı yapıp,olur olmaz şeylerden ağlıyor, bağırıp, sızlanıyor.
Her yönüyle anne şefkatinin eksikliğini hissedip,onu başka şeylerle dolduramadığından boşluğunu olumsuz yönlerle gösteriyor.”
-Tarihin akışı altında ezilenler yine onlar olmuşlardır.
Toplu iki büyük cinayet olan Fir’avun döneminde erkekler öldürülmüş kızlar bırakılmış, (Fir’avunu devirecek Musa doğmasın ve olmasın diye),
Diğeri de cahiliye döneminde kız çocukları diri diri gömülmüştür.(Erkeğe vermekten âr ettiklerinden.Oysa kendi anneleri,eşleri,kız kardeşleri birer kızdırlar.)
Hadiste: “Eğer yeryüzünde Allah’ın rükû eden kulları, süt emen sabiîler, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap yağdırır ve sizi helak ederdi.”
-Çocuklar savunmasız pozisyondadırlar.
-Çocukların 4-11 yaşları çok önemli ve hassastır.
-Batı ve dünyanın bazı yerlerinde insanlar yemekten dolayı fazla şişmanlıktan şikayet edip,onu eritmek amacıyla trilyonları harcarken,Afrika-da çocuklar açlıktan ölmekte ve 7 milyon çocuk ise açlık tehdidi altında yaşamaktadır.
-Çocuk taciz ve öldürmeleri tarih boyunca devam ede gelmiştir.
-Dünden bugüne Suriye,Bosna,Afganistan,Mısır gibi bir çok ülkelerde çocuklar savaştan mağdur olarak,en fazla etkilenenlerden olmuşlardır.
-Manen ölme ve öldürülmeleri de bunun vahşicesidir.
Bu başlı başına bir konu ve üzerinde durulması gereken bir husustur.
Nitekim Bosna savaşı sırasında binlerce Müslüman çocuk İngilizler tarafından alınmış ve Müslümanlara karşı kullanmak üzere hristiyan yapılıp kullanılmıştır.
-İsrail 14 yılda 1407 çocuğu öldürdü.
-Gazze de ,Filistin de,sahillerde,hastanelerde,okullarda öldürülen çocuklar tam bir soy kırımına uğramış,Yahudiler bunu kutlu bir bayram olarak kutlamışlardır.
-Pkk özellikle çocukları devlete karşı kullanmış,onları dağa çıkarmış,terörist çocuklar oluşturmuştur.
-Dünyada 2013 yılında 4 bin çocuk terörist gruplar tarafından silah altına alınmıştır.
-2004-den bu yana 848 papaz çocuk istismarı sebebiyle meslekten men edildi.
-İrlanda da bir kilise bahçesinde 796 cesed bulundu.
-” Katolik Kilisesi’ndeki her 50 din adamından birinin ‘çocuk istismarcısı’ olduğunu söyleyen Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Franciscus, İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği röportajda dünya genelindeki yaklaşık 414 bin Katolik din adamından 8 bini ‘pedofili hastası’ olduğunu ifade etti.
Papa Francis de La Repubblica gazetesine verdiği röportajda şu ifadeleri kullandı:
“Bu yüzde 2’sinin arasında rahipler, piskoposlar ve kardinaller de var. Diğerleri de biliyor ama susuyorlar. Bir sebep göstermeden cezalandırıyorlar. Bu gidişatın kesinlikle hoş görülemez olduğunu düşünüyorum.”
La Repubblica’nın din adamlarının evlenmesi konusundaki bir sorusunu Papa, “Evlenme yasağı İsa’nin ölümünden 900 yıl sonra benimsendi. Doğu Katolik Kilisesi rahiplerine evlenme izni verdi” sözleriyle yanıtladı.”
– Son 10 yılda 2 milyon çocuk savaşlarda öldü. 4.5 milyon ise yaralandı.
-Çocuk aldırmalar,kürtaj ise başlı başına bir vahşet örneğidir.
-Hollanda da Müslüman ailelerin 6 bine yakın çocuğu,eş cinsel ailelerin bakımına verilmiştir.
-Dünyada 5,5 milyon çocuk,çocuk işçi olarak çalışıyor.
-Çocukların bunca zulme uğramaları,onlara bu zulmü yapanların hakkıyla cezalandırılmamalarından ileri gelmektedir.
-İslâmda esas olan câniye ceza vermek değil,mazlumun hakkını korumak ve zalimden hakkını almaktır.
-Özellikle kasden adam öldürmede uygulanır.
Bu durum Tevratta da vardır.
İslâmdan önce ise bu durum zayıfa uygulanıyor,güçlü olan para ödüyordu.
-Tarafların rızası neticesinde bugünde olduğu gibi cezalar paraya çevrilebilir.
100 deve,bin dinar altın,on veya on iki bin dirhem gümüş,200 sığır,2 bin koyun vs…
-Af tavsiye edilmiş,benimsenmiştir.
Mesela;islâmiyet -zina yapmayın-,demez.Zinaya yaklaşmayın –diyerek tedbir alır,olmadan önler.
-Osmanlıda en büyük ceza bağy cezasıdır.Devlete baş kaldırı…
-İslâmda evlinin zina etmesi ve kasıdlı öldürmesi idamı gerektirir.
-“Bunun için İsrailoğullarına şöyle yazdık: ‘Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur’. And olsun ki, onlara belgelerle peygamberlerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde taşkınlık edenler oldu.”
Dünyadaki bu zulümlerden en fazla ve en ağır pay alan bu çocukların korunması için;ağır müeyyideler konulmalı,tedbirler alınmalıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
30-08-2014