İSLÂMIN GELECEĞİ

İSLÂMIN GELECEĞİ

“Sûre-i Tevbe’de:

«“Allah’ın nurunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar.Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vaz geçmez.”[1] âyetindeki cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle beraber şeddeli “lâmlar” birer “lâm” ve şeddeli “mim” asıl kelimeden olduğundan iki “mim” sayılmak cihetiyle bin üçyüz yirmidört (1324+584=1908-Osmanlının yıkılışı) ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müdhiş bir sû’-i kasd plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti yirmidörtte ilânıyla o plânı akîm bırakmağa çalıştıkları halde, maatteessüf altı-yedi sene sonra,(1914-Birinci dünya savaşı) harb-i umumî neticesinde yine o sû’-i kasd niyetiyle Sevr Muahedesinde (10-Ağustos-1920-Salı) Kur’anın zararına gayet ağır şeraitle kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan bin üçyüz yirmidörde,(1908) tâ otuz dörde,(1918) tâ ellidörde (1938) tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur’anın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resail-in Nur müellifi yirmidörtte (1324) ve Resail-in Nur’un mukaddematı otuzdörtte (1334+584=1918) ve Resail-in Nur’un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirdleri ellidörtte (1354+584=1938) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-ı hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telaşa sevkettiler ve bu itfa sû’-i kasdına karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden bu âyetin mana-yı işarîsi cihetinde bir medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur’ana muhalif haletlerin ekserisi, o sû’-i kasdların ve Sevr Muahedesi gibi gaddarane muahedelerin vahîm neticeleridir. Eğer şeddeli “mim” dahi şeddeli “lâmlar” gibi bir sayılsa, o vakit bin ikiyüz seksendört (1284+584=1868) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeğe niyet ederek on sene sonra (1877-8)Rusları tahrik edip Rus’un doksanüç (1293+584=1877) muharebe-i meş’umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resail-in Nur şakirdleri yerinde Mevlâna Hâlid’in (K.S.) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki; eğer şeddeli “lâmlar” ve “mim” ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi’nin şakirdleri olabilir. Her ne ise… Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. ”Bir damla denize delildir.”sırrıyla kısa kestik.”[2]

“Şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya Kur’anı mekteblerinde en büyük halaskâr bir kitab olarak kabul ettikleri gibi, şimdi erkân-ı İslâmiyenin birincisi olan Ramazan sıyamını tutmak niyetiyle Câmi-ül Ezher’e “Şimalin pek uzun günlerinde bir çare-i tahfifi ve te’hiri yok mu?” diye sormuşlar. Demek Avrupa’nın yalnız o küçük hükûmetleri değil, belki siyaset manası verilmemek için kendini izhar etmeyen eskide büyük ve dünyanın yüksek mevkiini tutmakla beraber, gayet dehşetli bir tarzda dünyanın fena ve fâniliğini dehşetli tokatla o yüksek mertebelerin hiçe indiğini görmekle hakikî teselli, yalnız ve ancak hakaik-i Kur’aniyede bulmasıyla, o küçüklerle manen beraber tahmin edilebilir.

Evet dünyanın mahiyeti anlaşıldıktan sonra, elbette hayat-ı ebediyeden başka beşeriyetin o inkisar-ı hayal yarasını tedavi edecek, Kur’andan başka yoktur.”[3]

Dünyanın her türlü sefahet ve yolu denendikten sonra,gerçek kurtuluş islamiyette olduğu hakkal yakin derecesinde anlaşılacaktır.

Hadisde:” Ravi (r.a.): Ebû Saîd-i Hudrî Şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Çok sürmez (öyle fenâlıklar tahaddüs edecek ki) bir Müslümanın en hayırlı malı -kendi dînini fitnelerden selâmete çıkarmak için- dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar (dan ibâret) olacaktır. ”

Ebu hureyreden rivayet edilen bir hadiste:”İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecekki;insanlar aldıkları (elde ettikleri) şeylerin helalmı yoksa harammı olduğunu önemsemiyecekler.” [4]

“Elbette nev-i beşer, bütün bütün aklını kaybetmezse ve maddî ve manevî bir kıyamet başlarında kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’anın kabulüne çalışan meşhur hatibleri ve din-i hakkı arayan Amerika’nın çok ehemmiyetli dinî cem’iyeti gibi rûy-i zeminin kıt’aları ve hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünki bu hakikat noktasında kat’iyyen Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.”[5]

“İki dehşetli harb-i umumînin ve şiddetli bir istibdad-ı mutlakın zuhuruyla beraber, bu davaya kırkbeş sene sonra şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya gibi küçük devletleri Kur’anı mekteblerinde ders vermek ve kabul etmek ve komünistliğe, dinsizliğe karşı sed olmak için kabul etmeleri ve İngiliz’in mühim hatiblerinin bir kısmı Kur’an’ı İngiliz’e kabul ettirmeye taraftar çıkmaları ve Küre-i Arz’ın şimdiki en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlarına taraftar çıkması ve İslâmiyetle Asya ve Afrika’nın saadet ve sükûnet ve musalaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslâm devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırkbeş sene evvel olan bu müddeayı isbat ediyor, kuvvetli bir şahid olur.”[6]

Kıyametin alametlerinden olan; Hz. Talha ibn-i Mâlik RA’dan rivayet edilen;Arabın helâk olması,Rum’un fethi,[7] ki; Bizanslıların putperest Perslere galib geleceğini bildiren rum suresinin ilk ayetleri(1-4),bunun 3 ile 9 yıl arasında gerçekleşeceğini söylemiştir.620 yılında bildirmiş ve 627-de Aralık ayında,Ninova harabelerinin olduğu yerde yenilgiye uğratmışlardır.Ve hz.Ebubekirin müşriklerle girdiği iddiada peygamberimiz hem yılı,hemde payı arttırmasını söylemiş ve kazanmıştır.Ve bu yer yeryüzünün en edna,aşağı noktası olan”Suriye,Filistin ve şimdiki ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut gölü havzasıdır…..deniz seviyesinden 395 m.aşağıdadır”[8]

Hz. Enes’den rivayetle: “İstanbul’un fethi Kıyamet anında olacaktır.”[9]

Ve Kıyametin 10 büyük alameti,[10] onlardan birisi de Hz.İsanın inişidir. İsanın inişi ve ehli kitabın durumu konusu olup buda,onların içerisinde elbette inananların olduğu ifade edilmektedir.[11]

İsanın kırmızı-beyaz ve murabba,dörtgen tipli olduğu ifade edilir.

Kıyametin alametlerinden olan,güneşin batıdan doğması;-Allah-u a’lem bir manası;İslamın batı dünyasında bir güneş gibi doğarak,tüm dünyaya yayılarak,insanların İslâmiyeti oradan alıp,oradan öğreneceğinin sırlı bir remzidir.

Bugün bunun örneklerini çeşitli demeç ve uygulamalarla görmekteyiz

Bu durumu sezen hasud yahudi dünyasının tıpkı peygamberimizin amcası Ebu talible,Rahib Buheyra’nın tavsiyesi üzerine Şam’a yahudilerin orada bulunup öldürme tehlikesine karşı geri dönmesi gibi,bunu engellemeye çalışmak üzere Kennedy-yi öldürmeleridir.Şöyleki;

ABD Başkanı KENNEDY.İsrail yani yahudiler her türlü maddi imkânı sağlayarak kendilerine yardımda bulunma tepkilerine red cevabı almaları üzerine,kazanması kesin olan Kennedy-nin yardımcısı olan ve daha sonra araları açılan İsrail taraftarı Lyndon B. Johnson ele geçirilir.Ancak bunun Kennedy-nin yerine geçmesi için onun öldürülmesi gereklidir.Çünki;Kennedy hem İsraile,hem onun nükleer proğramına taraftar değildir,hemde Arap dünyası yani İslâm alemiyle irtibat kurmuştur.Öyleki Fransızın boyunduruğu altında olan Cezayirlilere destekde bulunmuştur.Amerikalı yazar,-Son Hüküm- adlı 335 sayfalı,600 dipnotlu eserinde şu hükmü koyar:”Sui kasd bir MOSSAD ürünüdür.”[12]

Bugün bile gerek korkudan,gerek siyasetten gerekse de inanıldığından dolayı ABD’nin İsrail taraflı politikaları izlediği de görülmektedir.Nitekim Bush, “İsrail’in ezilmesine izin vermeyiz” dedi.[13]

Bugünkü Filistinde yapılanlara karşı sessiz kalınması ise;Yahudi politikası ve yılların hesabıdır.

İngiliz ajanı hempher itiraflarında kendilerinin planladıkları şeyin üç yüz sene sonraya göre olup,bugün ise elde ettiklerinin 300 sene önce planlananlar olduğunu söylemekle şuna ışık tutar:

Filistinde yahudilerin yerleşme fikrini ilk olarak 1616-da İngilterede Henry Fınch-in yazdığı kitapla gelişmiştir.Daha sonra 1824 ve 48-de himaye edilmişlerdir.Zamanla bu düşünce genişletilerek; “Süveyşden İzmir körfezi”ne kadar uzanan alanı kapsamıştır.Nihayet 1896’da Avusturyalı bir yahudi gazeteci Theodor Hertzel tarafından yazılan;”Yahudi devleti” adlı kitapla mevcud potansiyelin hareketine başlandı.Ve bir yıl sonra 1897’de 200 delegenin iştirakiyle fikrin alt yapısı atılmış oldu.Her yıl bir yıl arayla 1913 yılına kadar yapılan 11 kongreyle icra alanı genişletildi.Ancak burada Osmanlının müsaadesini almak gerekti.Bu amaçla Sultan II.Abdulhamide yaptıkları cazib tekliflerin neticesiz kalmasıyla,özellikle 1908 meşrutiyetin ilanından sonra İttihad ve Terakki partisinin vesayetinde,I.Dünya savaşı ve daha sonra II:Dünya savaşının açmış olduğu boşluktan istifadeyle yerleşime başladılar.Hemde İngiliz desteği ve askeri gücü sayesinde…[14]

-“Amerika’nın önde gelen eğitim kurumlarından Kuzey Carolina Eyalet Üniversitesinin yeni öğretim yılı öncesi aldığı bir karar, ABD medyasında ‘Günün Haberi’ diye sunuldu. İslâmiyetin ABD halkına tanıtılmasını isteyen üniversite yönetimi, bu yıl kayıt yaptıran 3 bin 500 öğrenciye ‘Kur’ân’ı tanıma’ adlı bir kitap dağıtma kararı aldı. Kur’ân’daki ilk 35 sûrenin çevirisi, anlamı ve İslâmiyetin nasıl doğduğunu anlatan kitap, Ağustos ayında yapılacak oryantasyon (okula alışma) döneminde öğrencilere dağıtılacak.”[15]

-ABD eski Başkanı Bill Clinton’ın 11 Eylül sonrası değerlendirmesine de bakalım: “…Şunu söylememe izin verin, bence dünyanın İslâmdan öğreneceği çok fazla şey var. (…) Amerikalılar üniversiterde ve liselerde İslâmı öğreniyorlar. Benim de kızım lise öğrencisi iken İslâm tarihi dersi almış ve Kur’ân’ın büyük bölümünü okumuştu…”[16]

-Vatikan elçiliğine bağlı,Türkiyedeki Katoliklerin temsilcisi.Dinler arası diyalog,hoş görü,ekümenizm,ibrahimi dinler,4 temel uygulama içerisinde bulunan,Hergün Cevşeni okuduğunu söyleyen Maroviç gibilerin bu durumu bir gelişmedir.

Ancak bu arada yayılmaya çalışılan bir görüşte;Tüm din mensublarının,Hz.Muhammede inanmasada,inanmış ve cennetlik olduğu söylenmeye çalışılıp kabul ettirilmeye çalışılarak mevcudu muhafaza yoluna gidilmektedir.

Adı bile besmele ile anılan Osmanlının yaptığı savaşlar,savaşları engellemek için yapılan savaşlardır.Osmanlının 624 yıllık süresi içerisinde yaptığı savaşların toplamı;bir haçlı sferinden,bir 1.dünya ve 2.dünya savaşlarından,Hiroşimaya ve islam ülkelerine yani 11-Eylül bahanesiyle Afganistan,Bosna,Kosova,Cezayir gibi facialar.Hiçbiriyle kıyaslanamaz.O gitti,bunlar geldi.Oda kasıp kavurarak.Bugün yine Osmanlı ve Osmanlı modeli aranmaktadır.

Değerli Prof.Şener Dilek-in ifadesiyle:”Noktayla başlayan hayat kitabı,noktayla noktalanır. Beşerin hayatı bir Kur’andan çıkıp,dallandı,budaklandı,yine çekirdek olan Kur’ana dönecektir. Çekirdek ağaç olur,meyve verir ve yine toprağa çekirdek olarak düştüğü gibi…Güneş çıktığı yere ,sonunda tekrar dönüp girer..Kaynaktan çıkan su tekrar kaynağa döner..Evveli ömürde Kur’andan çıkan beşerin hayatı,ahiri ömürde tekrar Kur’ana dönecektir.Evvelde besmele,ahirde hamdele dedirtecek..Mesela büyük alimlerden ders görüp,yüksek ilimleri okuyan bir hoca,döner dolaşır bir köye imam olur.Cemaat çocuklarına Kur’an öğretmesini hocaya söylediklerinde hoca;O kadar yüksek ilimleri öğrendik,döndük yine başa,Kur’an öğretiyoruz.Bunun gibi de,Risale-i nrun son hizmeti,tekrar baştaki ilk hizmet tarzına dönecektir.”

Tesbihin başlangıcı ilk asırla başlar,asrı nur ile kapanır,bağlanır,hitama erer.

Peygamberlik zincirini hatmedip mühürleyen Hatemul Enbiya,kendisinden sonra peygamber gelmeyerek,devamını ulema ile devam ettirmiştir.

Ahirzamanda gelecek olan,beklenilen şahısda şimdiye kadar yapılanları hatmedip mühürleyecektir. Her türlü menfiliklere karşı savunulan toplu savunma sistemleri ve uygulamaları ile karşılıkta bulunacaktır.

Tıp kı Dümdarlar gibi ki;”Askerlikte arttaki emniyeti te’minle vazifeli, geriden gelen ve askeri tâkib eden birlik. Ordunun geriden emniyet kuvveti.Mc: Son zamanlarda gelen büyük evliyâullah.”[17]

Bu Dümdarlar askerin geride bıraktığı tüm değerli şeyleri toplaya toplaya gelirler.

Böylece ahirzamanda gelecek olan şahısda,o zamana kadar ulemanın,sülehanın geride bıraktıklarını,değerlerini topyekun kendilerinde ve hizmetlerinde toplarlar.

“Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin fevkinde olarak kendimi o gelecek adam olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette liyakatim yoktur. Fakat o ileride gelecek acib şahsın bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi olduğumu zannediyorum. Ve ondandır ki, sen de yazılan şeylerden o acib kokusunu aldın.”[18]

“Evet «“Ümmetimin alimleri,benî İsrailin peygamberleri gibidirler.”ferman etmiş. Gavs-ı A’zam Şah-ı Geylanî, İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi hem şahsen, hem vazifeten büyük ve hârika zâtlar bu hadîsi, kıymetdar irşadatlarıyla ve eserleriyle fiilen tasdik etmişler. O zamanlar bir cihette ferdiyet zamanı olduğundan hikmet-i Rabbaniye onlar gibi ferîdleri ve kudsî dâhîleri ümmetin imdadına göndermiş. Şimdi ise aynı vazifeye, fakat müşkilâtlı ve dehşetli şerait içinde, bir şahs-ı manevî hükmünde bulunan Risalet-in Nur’u ve sırr-ı tesanüd ile bir ferd-i ferîd manasında olan şakirdlerini bu cemaat zamanında o mühim vazifeye koşturmuş. Bu sırra binaen, benim gibi bir neferin, ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir dümdarlık vazifesi var.”[19]

O Allah ki;Âzer gibi bir putperest ve ölüden,İbrahim peygamber gibi hem kendi diri,hem toplumları dirilten ve hala da diri ve dipdiri varlığını devam ettiren bir peygamberi çıkarmıştır.

Öyle de;Ölmüş bir dünyadan,bitmiş bir batıdan yepyeni bir dünya çıkarmaya kadirdir.

“Ölüden diriyi,diriden de ölüyü O çıkarıyor…”[20]

MEHMET ÖZÇELİK

27-08-2002

[1] Tevbe.32.

[2] Şualar.B.Said Nursi.719-720.

[3] Emirdağ Lahikası.1/241,219.

[4] Mecmuatün minet-Tefasir.Kadı Beyzavi.1/420.

[5] Emirdağ Lahikası.age.1/248,11/141.

[6] Hutbe-i Şamiye.23.

[7] Mecmuatün minet Tefasir.age.3/62.

[8] Kur’an Mu’cizeleri.H.Yahya.69.

[9] Tirmizi, Fiten 58, (2240).

[10] Mecmuatün minet Tefasir.age.2/512

[11] Al-i İmran.199,Mecmuatün minet Tefasir.age.1/507.

[12] Bak.Araştırma Derg.Hziran.2002.sh.32-34.

[13] Yeni Mesaj.28-4-2002,Yeni Şafak.28-4-2002.

[14] Bak.Siyonizm ve Filistin.Filistin davası yayınları.

[15] Sabah, 9 Temmuz 2002,Yeni asya.5-8-2002.F.Çakır.

[16] Araştırma dergisi, Temmuz 2002.

[17] Nur.cd.

[18] Barla Lahikası.B.Said Nursi.283.

[19] Kastamonu Lahikası.B.Said Nursi.7,251,Sikke-i Tasdik-i Gaybi.B.Said Nursi.187.

[20] Rum.19.




İSLÂMİYET VE SİYASET

İSLÂMİYET VE SİYASET

Herkes birinci derecede Allah-a karşı sorumludur. Kimse kendisinden dolayı,bir başkasına karşı sorumlu değildir. Huzuru ilahide çekilecek sorgulamada Allah,Âdil adaletiyle o kulu sorgulamaya tabi tutar. Başkasına karşı hiçbir insanın –kul hakkı,şahitlik ve onunla alakalı bir şeyi olmadıkça-sorumlu değildir ve sorumluluğu da gerekmez.

İslâmiyet bütün ellerin ve dillerin kirinden;güneşin parlak,yüce ve ulaşılamayacak kadar mukaddes olması gibi beridir,uzaktır ve temizdir.

Evet,fertlerin yaptıkları,uzattıkları kirli eller ve diller,kirliliği nisbetinde İslâmiyeti kirlendirmez,ancak kirli gösterir. Bu kirlilik İslâmiyetin kendisinden olmayıp,bakış ve kısır değerlendirmelerden,gözün bozukluğundan,bakılan dürbün,gözlük gibi aletlerin tozlu ve bozukluğundandır.

Siyaset İslâmiyeti yaralamıştır,en azından öyle görünmektedir. Ancak onun yarası bizzat yıpranması değil,onun savunucu ve mensuplarının zor duruma düçâr edilmelerinden dolayıdır.

Dış da,gayri müslimlerin veya ateistlerin İslâmiyeti kirletmeye çalışmaları,güneşe karşı havlayan kelbin durumuna benzer. Nasıl onun havlaması güneşe bir noksanlık getirmezse,müslümanların kendi alemlerindeki eksiklik de hiçbir zaman için İslâmı lekedar etmez. Kusur insanlardadır,İslâmiyette değildir.

Nitekim bir insana karşı Allah razı olsun veya İslâmi meseleleri,ilahi mesajları,İslâm Literatüründe geçen her hangi bir ifadeyi dile getirme halinde insanımızda bir yüz kızarıklığından bir sessizliğe veya gündemi ve sohbeti başka kanala kanalize etmeye çalışma veya gerek eziklikten kurtulmak,gerek suçsuz ve masumluğunu ifade etmek,gerek ben de en az senin kadar biliyorum,temizim ve müslümanım demek gibi mefhumları hatırlatan;

-Benim kalbimde temizdir. Sen benim kalbime bak. Bir iyilik yapan,iyi niyetli olan bir çok namaz kılandan daha üstündür,gibi zoraki müdafaalara girmek,karşıdaki tarafından sorgulanma korkusu ve suçlu,eksiklik pozisyonundan kurtulmaya çalışmanın,hiçbir anlamı yoktur.

Bu kişiyi sorguya çekecek başka bir kişi olmadığı gibi,ne onun böyle bir şeyi beklemesine,nede bu kişinin böyle bir beklenti tevehhüm etmesine hiç mi hiç gerek yoktur.

Herkes müsterih olsun. Müsterih olmayan,ızdırabını duyan kendi kendine muhasebesini yapsın,hesabını başkasına değil,Allah-a versin ve ona vereceğini bilsin.

Her şeyde bir ölçü olup,o ölçüye göre biçildiği gibi,hayatta,düşüncede,yaşayış da bir şablon,bir ölçü elbette gerekeceğine göre;o ölçü ben,sen,o,falan,filan değil,insanların takdiri veya tekdiri değil,Allah-ın uygun görüp,memnun olup,olmamasıdır.

Madem o doğrudur,doğru olanın ta kendisidir. eğer insanlara göre değerlendirilip,ölçülmeye çalışılırsa milyonlarca farklı ölçüler ortaya çıkar. Bir doğru yerine,milyarlarca doğrular türetilmeye,üretilmeye çalışılır.

Düşünülmesi gereken bir husus vardır. İslâmiyetin neresindeyiz? İslâmiyet bizim neremize? Ne kadar? Ne şekilde ise,bizde İslâmiyetin orasında,o kadar ve o şekildeyiz.

İslâmiyet mi bizden uzak,biz mi ondan uzağız?

Bizim kendisinden uzak olduğumuz İslamiyet,uzak kalmakla meseleyi çözümlemiş,iyiliğimizden,iyi niyetimizden dem vurmamız yeterli samimiyet ve ciddiyette olmamıştır. Namaz kılan bir insanın namazda karnını tutamayıp yellenmesi neticesinde;siz benim kalbime bakın,iyi niyetime bakın deyip namazı devam ettirmesi ne kadar samimi ve ciddi olursa;İslâmiyeti yaşamayıp uzak kalmayı,kalbin temizliği,düşüncenin iyiliğiyle dem vurması da böyledir.

Her alandaki proje fiiliyata geçmedikçe,bir anlam ifade etmez. İslâmiyet ilâhi bir projedir. Yaşamak,fiiliyata geçirmek için gönderilmiştir. İnsanlar iradelerini o yönde kullandıkça,irade iyi ve temizdir. Aksi ise boş ve laf-dan ibarettir.

Kaçış neden? Kaçıyor muyuz? Kaçırılıyor muyuz?

Allah ve onun dini olan İslâmiyet alet yapılmayacak,insanların kendilerine uygulamıyacakları kadar yüce,mukaddes ve âlidir. Adeta bir okyanusu bir damlada göstermeğe çalışmak kadar abes,çirkin ve boştur.

İslâmiyeti kendisine basamak ve kullanmaya çalışmak,riyakârlık yapmak demektir ki;buda uzun ömürlü olmaz,bir yerden patlak verip,sırıtır.

İslâmiyet,bayağı ve aşağı bir insanın kendisinde kullanabileceği ve oynayabileceği kadar basit bir din değildir. Bu basite inmek,basitçe değerlendirmek veya olabilirlerle itham etmekten öte geçemez. Muğlak ifadelerle gerçekler,müşahhaslaştırılamaz.

İfade doğru,ölçü yanlış. Yanlışlar ölçü ve baz alınarak,doğrular yanlış gösterilip perdelenemezler. Yanlışlar miyar olmadığı gibi,imkan ve ihtimallerle hakikatlere sağlıklı ulaşılamaz,doğru hüküm ifade etmezler.

Adam namaz kılıyor,müslüman,hacca gitmiş,şöyle şöyle yapıyor! Neden bu adam ölçü alınıp,yanlışlarımıza ölçü yapılıp,doğruları yapmamıza engel gösterilmeye çalışılıyor?

Kur’an-da;Peygamberimizde bizim için güzel örnekler olduğunu söylerken,o zat bunları yapmıyor muydu? Ve de emretmiyor muydu? Ve de gerekmez mi? Ve de bir çok mükemmel zat-lar aynı yolda değil mi? Neden illa,ısrarla o yanlış üzerine parmak basarak doğru insanlar töhmet altında bırakılıyor? Doğrunun üstü örtülüyor? Ya tam bir cehalet,ya hıyanet,ya da cinayet…

Adamın biri lokantanın önünde durup yemek kokularını koklamakta iken bunu gören lokantacı yemek parasını isteyince,adam cebinden bozuk paraları şıkılatır ve cebine koyar. Lokantacı,versene,deyince adam da;Ben yemek yemedim,kokusunu aldım. Sen de paranın kendisini değil,şıkırtısını almış oldun.

Ona,bedel ödemesi için onu yemesi gerekirdi. Bizlerde İslâmiyeti yemiyor,kokluyoruz. Onun için de pek bir bedel ödemiyoruz. Ödeme ihtiyacını da duymuyoruz.

Siyaset İslâmiyete basamak olmalı,onun yerine geçmemeli,gölge olmamalıdır.

Bu zamanda da en uygunu,gölge etme,başka ihsan istemez.

İslâmiyet Allah-ın dinidir. Onu kendisi indirdiği gibi,koruyacak olanda yine kendisidir. Ancak burada insana düşen;yaratılışının da bir gayesi olan,ona hizmet ve o hizmette bir hisse sahibi olmasıdır.

Bediüzzaman-ın dediği gibi; Siyaset şeytanı melek,meleği de şeytan gösterir. Taraftarlık cihetiyle,taraftarının elinde batılda olsa ona taraftar olur,müdafaa eder. Muhalifinin elinde Hak-da olsa,muhalefet cihetiyle ona muhalefet eder,aleyhinde olur. Hem muhalifinin,hem de onun elindeki hakkın aleyhinde olup,kabul etmez.

Hak odur ki;Hakkı kimin elinde görürse almak ve o hakka taraftar olmaktır.

Bu gün memleketimizde ve de dünyada görünen odur ki;muhalifine her konuda muhalefet etmek. Buda gadabı ilahiyi celbe sebeb olduğu gibi,iki milyar müslümanı rencide etmekte,geçmişi inkar edip,geleceği karartmaya sebeb olmaktadır.

Siyaset;birilerinin menfaatına basmaktır. İslâamiyet ise,menfaatlar ve siyasetler üstü bir hakikattır. Hiçbir hakikat ona feda edilmez ve alet yapılmaz.

Siyaset;birilerini memnun etmek için,bazılarını da üzmektir. İslâmiyet tüm insanlığı kucaklamaktadır. annenin tüm evlatlarını birbirinden tefrik etmeksizin şefkat sinesine basması gibidir.

Şu zamandaki siyaset,ifrattır. İslâmiyet ise,vasattır. Vasatı muhafaza etmek,İslâmiyeti korumaktır.

Özellikle,Bediüzzzaman-ında belirttiği gibi:” Asker neferâtı,siyasete karışmaz;yeniçeriler şahittir.”[1] Eğer karıştırılırsa,karışır. İstibdat ve ihtilaller baş gösterir. Bu durumda konuşulması gerekenler,konuşulmaz olur. Bu durum da Türkiye dili olup,konuşmayanların memleketi olur. Dilsiz toplum! Dilsiz ve belirsiz devlet!

Laiklik alet edilip,bununla ya İslâmiyete bir kulp takıp onunla tanıtılmaya çalışılır veya onu İslâmiyete kulp yaparak onunla yürütmeyi sürdürmek amaçlanmış olur.

Bu hasta asır olan 20. asır,asırların özeti olup,demokrasinin başındaki Demoklesin kılıncı gibi durmakta,adeta –keserim ha- demeye çalışılmaktadır. Bu da milleti ve devleti parçalamaya çalışanların ekmeğine yağ sürmektedir.

Nitekim,baba evladına tavsiyesinde der;Bir köyde bulunan altı güçlü-kuvvetli,zengin kardeşi kasd ederek:

Evladım sen de onlar gibi olmaya çalış. Eğer onlar gibi olamazsan,onları kendin gibi yapmaya çalış.

Bizim durumumuzda buna benzemektedir. Bizim gibi olamayanlar veya bizim kendilerinden ileri olacağımızı düşünenler,bizleri kendilerinden daha aşağı duruma düşürmeye çalışmaktadırlar.

İslâma darbe vurmak,rahat eleştirebilmek,kaypak bir zemine oturup ve de İslâmiyeti oraya da oturtturarak,İslâmiyet için söylenilecek her şeyi söyleyebilmek… Bir yandan İslâmiyeti devre dışı bırakabilmek için meydanı iflas etmiş değişik ideolojilerin,etrafı toz-duman haline getirebilmek için meydanı açmak,başkasına hayat hakkı tanımamak.. Bir yandan da aynı ifade ile inanç ehlini iç-den vurmak demek olan inanç,fıkıh,içtihat ve çoğu halledilmiş meseleleri tekrar problem yapmak..

Sonuç da ikisini birleştirip,son darbeyi vurmak ve tasfiye yönüne girmek. Laiklik,Atatürkçülükle kalkanın arkasına sığınırken aynı ifadelerle muğlak,yuvarlak laflarla –kahrolsun Şeriat-derken,bir gaf yapıp,toplumu da o büyük gafının içerisine çekmek.

Cımbızla çekilen laflara demogojiyi de ekleyerek ortaya bir acûbe çıkarmaktır.

İşte bu gün siyasetle yapılan,yapılmak istenen,yapılmaya devam edilen oyun budur.

Siyasal din lafları da edilirken iş hukukun siyasallaştırılmasına,toplumun ve bazı kesimlerin siyasallaştırılmasına,siyasi bir entrika olarak yitilmektedir.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tarihçe-i Hayat.65.




İSLÂMDA RÖNESANS VE REFORM YOKTUR

İSLÂMDA RÖNESANS VE REFORM YOKTUR

Son din olan İslâmiyet değişmek için değil,değiştirmek,insanları zamana ve hakikata dönüştürmek için gönderilmiştir.

Değişmeye ihtiyacı olmayan İslâmiyet,son ve ilahi kaynaklıdır.

Sürekli bir şekilde değişen,bir nebzede olsa istifade edecekleri,kutsal bildikleri muharref kitaplarına kadar değiştiren batı;içimize atmaya çalıştıkları –Rönesans- ifadesiyle de,İslâmiyeti kendilerine,kendilerini muhafazadan mahrum kitap ve dinlerine benzetmeye çalışmaktadırlar.

Değişmeyi ifade eden Rönesans;sürekli değişmeyi ve dönüşmeyi gerektirir. Bu değişme zaman be zaman devreye girdiği gibi,insanlara göre de farklılık arz eder. Yani;her asırda insanlar sayısınca,her insanı ayrı ayrı memnun edecek kuralların konulmasını gerektirecektir. Bu da fıtrat ve mantığa ve o dinin mükemmelliğine zıt bir durumdur.

İslâmiyet asırları kuşatacak ve kucaklayacak bir yüksekliğe ve mantığa,bir şefkat ve merhamete sahib evrensel,cihanşümul bir dindir.

İslâmiyet ve onun kanunları ezelden geldiğinden elbette ebede gidecektir. İnsanların kanunları ise;insanlar gibi fani olup,zevale ve bitmeye mahkumdur. Her ne kadar,sürekli değiştirilse de…

Nitekim,insanları istibdatla idare etmeye çalışan Rusya ve Çin dahi,neticede birden bire yıkıma maruz ve mahkum olmuştur.

İlahi irade ile insanın iradesi,elbetteki mukayeseye girmez. Onun gibi de;insanın ortaya koyduğu adaleti oluşturacak ve tesis edecek kavramlar ile,ilahi esaslar arasındaki fark,ezel ile ebed arasındaki fark ve mesafe gibidir.

Bunların içerisinde adalet esasına bakacak olursak;Adalet, Allahın âdil isminin bir tecelli ve görüntüsüdür. Onun karşısında Fir’avn ve Nemrut yok olub gittiği gibi, Âdil isminin tecellisi olan Hak ve Adalet karşısında şimdiye kadar hiçbir zalim duramamış,bundan sonrada duramıyacaktır.

Allah adaletinin gereği eşit muamele eder. Yani,zalime zalimliğine yakışır ve müstehak olduğu şekliyle cezalandırırken,mazluma da layık olduğu mükafatını zatına yakışır şekliyle verir.

Adalet mekanizması,gayet hassas bir mekanizmadır. En küçük hata ve ihmali kabul etmez. Her kesin üzerinde olması gerekir ki;adil olsun ve hükmetsin.

Nasıl ki;yetmiş yıl öncesinin fakir,zaif,harbten çıkmış,teknolojisi olmayan dönemin insanları ile,şimdiki zamanın ve zeminin insanlarının farklılığı içerisinde,onları memnun edecek bir adalet sistemi sadece maddi maddelerle değil,manevi ağırlıklı olmalı.

İlâhi adaletin dışında hiçbir adalet sistemi;insanların aklına,ruhuna,vicdan ve kalbine köklü bir şekilde,kök salarak nüfuz edemez. Nüfuz edemeyince de,tesirini icra edemez. Neticede adaletteki müessiriyet ortadan kalkar,yerini zulüm ve anarşi alır. Kanunlar caydırıcı olduğu nisbette müessiriyetini icra ederler.

Allahın sürekli bir şekilde kontrolü altında olup,ona iman ve itaat eden bir fert,bir aile ve bir toplum;sürekli bir şekilde kendilerinin,bir kontrol mekanizması altında olduğuna inanır ve ona göre davranarak;sevimli,istekli ve ibadeti netice verecek bir mecburiyet hisseder.

Böyle bir kanunun teşekkülünde de en büyük rol;siyasiler kadar,belki onlardan daha fazla olarak ulemaya düşer. Prof.A.Akgündüz bir tesbitinde:” Osmanlı kanunnamelerinin kanuni devrinde zirveye ve kemale yükseldiği ve II. Selim devrinden itibaren ise,inişe geçtiğidir. Bunda başta Padişahların ve devlet adamlarının rollerinin olması yanında,Kanunnamelerin asıl mimarı olan alimlerin ve nişancıların da büyük rolü vardır.”[1]

Hadiste:” Hakimler hüküm saatinde bıçaksız boğazlananların azabını çekerler.”buyurulur.

10-9-1996 MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yeni Asya gazt.9-4-1994.




FERTTEN CEMİYETE İSLÂMİYET

FERTTEN CEMİYETE İSLÂMİYET

İslamiyet;selamet,emniyet ve huzurdur. Eğer bir kişi,aile ve toplumda huzursuzluk varsa,huzur demek olan İslâmiyete karşı ortada bir eksiklik var demektir. Kendimizi test etmeliyiz. Nerede hata etmekteyiz? Hatamız nerede ve nede?

Allah indinde din İslâmiyettir. İnsanların neresinde? İnsanlar onun neresine?

İslamiyet evrenseldir. Hayatın her kademesine yansımaktadır. Doğan güneşin bazı yerleri aydınlatmaması,girmemesi düşünülemiyeceği gibi,İslâmiyetin de hayatın bazı kademelerinde kalıb bir kısmına girmemesi de düşünülemez. Kusur girende değil,girmesini istemiyen ve ya engel olandadır.

İslâmiyetin de içtima-i alana yansıyan bir çok yönü vardır. Gerek tesettürde,gerek faiz konusunda.

Fuhuş ve sefâhetleri engellemede de amildir. Yani İslamiyet sadece ahiret dini değil,dünya hayatının temininde de vardır. O bir hayat dinidir. Hayat verir,hayatı korur.

Huzur dini olan İslamiyet den uzak olmak,belalara davetiye çıkarmaktır. İslamiyet insan için ve insanlık için vardır. Hukuk ve kanunlarda insanlar içindir. Yoksa insanlar kanunlar için olmayıp,ona feda edilmezler.

İslâmiyeti anlamanın iki yolu vardır:1) Kendisinden önceki ile sonraki durumun mukayesesi.

2)İnsanların geleceklerine dair kazandırdıkları. hayata getirdikleri.

Bununla beraber elbette ki hayattan götürdüklerinin ve kendisini de her vesile ile götürmeye çalışacağı ve bunun entrikalarının kurulacağı da bir vakıadır. Menfilik de hesabı olanların müsbetin gelmesiyle kaybettiklerini kazanmak,hesaplarını koruma amaçlarını gerçekleştirmeye çalışılacaktır. Bu, hayatın bir gerçeğidir.

İslâmiyetin amacı şerde kaybedenlere hayırda kazandırmaktır. İnsanların manen müflis olması,problemin artmasına sebeb olmaktadır. Alt yapının olmaması,üst yapının yapılmasını geciktirmekte ve engel olmaktadır. Çünki altta ve altında kalmaktadırlar.

Her ne vesile ile olursa olsun,hayattan tecrid edilmeye çalışılan İslâmiyetin toplayıcı,bütünleyici çerçevesinde yer alınmasıyla bütünlük korunacak ve sağlanacaktır.

İslâmiyet “ Ve lâ teziru vâziretün vizre uhrâ”[1] sırrıyla,bir kişinin hatasıyla bir başkasının,yakınının günahkâr olamıyacağı gerçeği,bir kişinin hayatının dahi ne derece kutsal olduğunu ifade eder.

Nitekim bir gemide dokuz masum bir caninin bulunması durumunda o gemi hiçbir suretle batırılamıyacağı gibi,,dokuz cani bir masum dahi olsa ,o bir kişinin rızası olmadıkça adalet gereği o gemi batırılamaz.

Evet,hak haktır. Küçüğüne,büyüğüne bakılmaz. Kimin için olursa olsun. Ve her insan suçu sabit olmadıkça masumdur.

Gerçekler göz ardı edilip görülmezse kronikleşme başlar. Memleketimizin de bazı gerçekleri vardır. Görülmeli ve çaresi de aranmalıdır.

Devlet millet için vardır. devlet bir çarı,bir şemsiyedir. Altındakileri korumak ve kollamakla yükümlüdür.

Halk iç içe,birbirine yakın olduğundan pek önemli anlaşmazlıkları söz konusu olmuyor. Olsa da oturarak meseleyi fikir teatisinde bulunarak çözüm yoluna gidiyorlar.

Devlet denilen bu müessesenin de halkına yakın ve açık olmasıyla gerginlik yerini yumuşaklığa bırakacaktır. Vatandaşına suçlu gözüyle değil,suçsuz gözüyle bakmalıdır. Zira imkânat ayrıdır,vukuat ayrıdır. Her kes suç işleyebilir düşüncesiyle insanlar cezalandırılamazlar. Hukuk;yorumlara göre,yapabilirlere göre uygulama içerisine giremez

Toplumda gereği olmadan mürteci,irtica,aşırı dinci gibi ifadelerle insanları manen rencide etmek yarayı kapatmaz,belki kapanmaz hale getirir. bir öğretmen arkadaşın dediği gibi; Ben aşırı dinciyim. Arkadaş aşırı fenci,falan aşırı. fizikçi,filan aşırı kimyacı,vs.. Elbette bu işin geriliği ve cıvıklığı olmaz.

Dinin literatüründe böyle ayırıcı kavramlar yerine ;müttaki,salih,sefih gibi kavramlar ile tesbit edilmektedir. şimdiki kavramlar ise;kutuplaşmalara yol açmaktadır.

İslâm ruhumuzdur. Kur’an aklımız. Hz. Muhammed (sam) rehberimizdir. Din,parçalarımızdan oluşan bir bütünümüzdür. Bunlar olmazsa,mahvoluruz. Ancak onlarla varız.

En önemli çözüm;tekli ve toklu çözümdür. toplumun bilinçlendirilmesi. Topluma seviye kazandırılmasıdır.

Meselelerin sokağa yitilerek değil de,sokaktan içeriye çekilerek fikir platformunda,ehlilerince konuşularak çözüme kavuşturulmalıdır.

Olur-olmaz her kesin konuşması,ya otoriter olanları susturur veya sesinin duyurulmaması gibi zor bir duruma itilir.

Yıllardır kadınları yuvalarından çıkarmak için çok uğraşıldı. Tenkid edildi. Cahil kalıyorlar,denildi. Şimdi ise yuvalarından uçurulan o insanların bir kısmı sefâhetin kucağına,az bir kısmı başarıya,bir kısmıda değerlerini muhafazaya çalışırken engel olundu. Bu sefer tekrar yuvalarına döndürülmeye çalışıldı. Tesettürlüsün,denildi. Erkeklerle iç-içe değilsin,gibi fıtratına zıt noktalara sevk edildi.

Bu insanlara,baştan,yuvalarından çıkmadan,çıkarılmadan,adeta mutlak serbestiyet olmadan önce ruhlarına ve hayatlarına uygun bir zemin hazırlanabilirdi. Onlara yazık edildi ve de edilmektedir.

İnsanlar sağlıklı sularla beslenmeyib,vanalar,kaynaklar kapatılırsa,her kes kendi başına su çıkartmaya çalışır ki,buda sağlıksız bir sonuca sebeb olur.

İnsanların dinlerini sağlıklı ve yeterli kaynaklardan öğrenmeleri sağlanmalı,yardımcı olunmalıdır.

Dişi ağrıyan dişçiye,hasta hastahaneye,gıda için markete,et için kasaba,her bir ihtiyaç için bir yere müracaat edilmektedir. Çünki yeri bellidir.

Ancak yüzde doksan dokuzu müslüman olan bu insanlar nereye gidecekler? İlahiyata mı? Kaç da kaçı? hepsini gönderebilir misiniz?

Müftülüğe mi? Oysa müftülük dini bilgilerin verilmesinden ziyade,resmi işlerin yürütüldüğü,isteyene fetvanın verildiği yerdir.

Okullarda verilen din dersleri mi? Ne kadar yeterli? Göstermelik!

Hasılı,bu insanlara yeterli dini bilgi sunulamamaktadır. İnsanlar öğrenmekte yetersiz kalmaktadırlar.

Aile bu konuda yeterli olmadığından,yeterli bilgiyi verememekte,baştan savıp,ölçü olamamaktadır.

Buda ölçüsüz ve yetersiz bir gelişmeyi ve büyük bir boşluğu doğurmaktadır.

Gerçek de İman ve İslâm herkes de vardır. Sadece küfür ve gafletle üzeri örtülmektedir. Veya gizlenib saklanarak faaliyet alanı daralmakta ve daraltılmaktadır.

İman edenin ve intibaha gelenin durumu;onun açığa çıkması,çıkarılması ve faaliyet sahasına girmiş olmasındandır.

12-06-99
MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.164,İsra.15,Fatır.18,Zümer.7,Necm.38.




İ S L Â M C I L I K

İ S L Â M C I L I K

“Cılık” ekiyle adlandırılan İslâm ile,İslâmiyet değil,belli bir grup ve bir kısım müslüman tasvir edilmektedir.

Amaçda;Müslümanı islâm seviyesine çıkarmak değil,İslâmiyeti o müslümanın seviyesine indirerek,o aşağı seviyede göstermeye çalışmaktır.

İslâmiyetin önüne geçemiyen batı dünyası her vesile ile İslâmiyeti karalama yoluna gitmiştir.

Müslümanı terörist göstermeye çalışarak,İslâmiyetle özdeşleştirmeye çalışmıştır.

Müslümanı kol ve baş kesen,zorba bir insan göstermeye çalışarak bu özelliğini İslâmiyetten almış göstermektedir.

Müslümanların cehaleti,İslâmı Temsil rolünü üstlenememeleri,sefih bir hayat içerisine girmeleride onların bu menfi olarak göstermelerinde vitrin rolünü oynamaktadır. Vitrini kirli ve görünümsüz olan dükkana pek kimse talib olmaz. Herkes tahkik ehli değildir.

Bilhassa bu durum gayrı müslimlerin İslâmiyete girmelerini geciktirmekte önemli rol oynamaktadır. Birinci amaç müslümanı ve İslâmiyeti kötülemek görülse bile,gerçek amaç kendi mensublarını korumak,müslüman olmalarını engellemektir.

Nitekim İslâma karşı hedefler içerisinde;

1)Aleyhinde yapılan menfi propağandalar ile onu dejenere etmek.

2)İslâmı ve müslümanları kontrol altında tutarak,zayıflatma yoluna gitmek. Bunuda İslâm memleketlerinde uygulanan baskıcı,yaşamayı engelleyen uygulamalar ile önünü tıkamak. Aşırı dinci ifadeleriyle belli bir noktada tutmaya çalışarak,kontrol edilebilirliğini sağlamaya çalışmak.

3)Ellerinden bulunan zenginlik kaynaklarından faydalanmalarını engelleyip,ezilmelerini sağlamak. Tüm dünyada bulunan fakir müslümanları göstererek,İslâmı fakirlikle eş değerde göstermeye çalışmak. Bir zamanlar müslümanlar okumamış ve fakir olarak gösterilirken;daha sonra bu durumların aşılması üzerine ya görevlerine son verilmeye veya o noktaya gelmesine mani olunmuştur. Bir yandanda yeşil sermaye sözleriyle büyümeleri engellenmiştir.

4)İmha etmek plânlarını uygulamış ve girişimlerde bulunmuşlardır. Bosna-Hersek,Cezayir,Filistin,Keşmir,Tunus,Çeçenya,Endonezya,Tayland,Filipinler,Burma,Sudan gibi İslâm devletlerinde imha hareketlerine girişilmiş,müdahale edilmemiştir.

Girişenler ise;Sırp,Hindu,Rus,İngiliz,A.B.D,Fransız,İsrail gibi ülkeler…[1]

Çünki bunlar bazı ortak noktalarda birleşmekte idiler. Mesela:”İsraillilerin siyon yıldızı,Hindular tarafından kutsal sayılıyordu. Bu ayrıntı,aralarındaki bağı dahada güçlendirmekteydi. -Araştırmada- Yahudi lobisiyle Hindular,özelliklede Keşmirdeki müslüman katliamının baş sorumlusu olan Radikam Hindu örgütleri arasında tam bir –ittifak- oluşturulduğu belirtiliyordu.[2]

Kudüs İbrani üniversitesinden Israel Shahak:”İsrail,İslâmi düşmana karşı girişilecek olan savaşta batının öncülüğünü yapmak hedefindedir.”[3] sözüyle bunu teyid etmektedir.

Bu amaçla Lıoyd George 1917 yılındaki konuşmasında:”Sırplar her zaman Avrupa medeniyetini doğudan (İslâm dünyasından) gelen saldırılara karşı korumak için ellerinden geleni yapmışlardır.” Ve bunuda bu –Kapının Bekçileri- kabul etmişlerdir,kendilerince İslâmi bir tehdide karşı…[4]

İslâmcılık;göz yummacılık,köşe kapmacılık gibi bir oyun değildir. Bu ifadeylede basite indirilmeye çalışılmaktadır.

İslâmiyet;selm ve selâmet,emniyet ve huzur dini olup,beşeriyetin aklı,kalbi ve ruhudur.

İslâmiyet cüz-ü değil,küllü ve umumu aydınlatan bir güneştir.

Bediüzzamanın ifadesiyle:” Eğer biz İslâmiyeti ef’alimizle yaşamış olsaydık,sair dinlerin mensubları fevc fevc İslâmiyete gireceklerdi.”

Eğer bu gün islâmiyete girilmemekle kalmayıp,her türlü karalama yoluna gidiliyorsa,bu müslümanların Temsil ve Tebliğ rolünü üstlenememelerinden kaynaklanmaktadır.

İslâm dünyasıyla beraber batı dünyası bu eksikliğini ve günahını anlayacak,islâmiyete tarziye vererek günahlarına keffâret olmak üzere islâmiyete sahib çıkacaktır.

Buda hadisin işaret ettiği:”Bedeel islâmu ğariben feseyeûdü ğariben”-İslâmiyet ğarib,acib,harika ve eşsiz olarak doğdu ve öylede (ahirzamanda) geri dönecektir.-

İlk zamandaki harikalık,insanlığın son deminde tüm imkânlarıyla beraber şahlanacaktır.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.Makaleler.3-H.Yahya.sh.45-46.

[2] Age.35.

[3] Age.143.

[4] Bak.age.9.




BİRLİĞİN DÜŞMANI IRKÇILIK

BİRLİĞİN DÜŞMANI IRKÇILIK

Milliyet,ümmet;aralarında din,dil ve tarih birliği olan topluluktaki haldir.

Millet olarak;”Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu;İslamiyet,aklı Kur’an ve İmandır.”[1]

“Fikri milliyet,hürriyetin pederidir.”[2]

“Zira hürriyet,milliyeti gösterdi. Milliyet sadefinde olan İslamiyetin cevheri nuranisi tecelliye başladı.”[3]

Aynı zamanda;Kimin himmeti milleti ise o tek başıyla bir millettir. Ben ölsem de milletim sağ olsun,düşüncesinde mezc olma,yoğrulma inancı.

Irk;Nesil,zürriyet,sülale,soy ve kök…

Kavm;Bir peygambere bağlı ve tabi insan topluluğu,aynı zamanda millet…

Kavmiyetçilik;Bir kavmin hususiyetleri. İslamiyetin men ettiği soy-sop üstünlüğü ileri sürerek kendi kavminden olmayanlardan ayrılmak ve onları hakir görmek,asabiyeti cahiliye,cahiliye döneminde uygulanan kendi kavmini üstün görme…

Kişilerin ırki taraf tutma neticede diğer insanları da bir anarşi ve ihtilale kadar vardırır. Anarşinin en büyük silahı ırkçılıktır. İslâmın ise reddettiği ırk değil,ırkçılıktır. Bölgecilik,particilik,sınıf farkı gibi ayrıntılar ırkçılığın hep aynı uzantısıdır. Zira,aynı temel esaslara inanan insanların ayrılması,aralarında tefrika tohumunun ekilmesi söz konusudur.

Başlangıç itibarıyla insanlar Adem ve Havva’dan olmak itibariyle birdirler. Veda hutbesinde belirtildiği gibi:”Hepiniz Adem’densiniz,Adem ise topraktandır.” O halde aslı toprak olan insanların birbirlerine tefâhura,üstünlüğe hakkı yoktur. Üstünlük ancak Takvâ’da,Allah’dan korkma nisbetindedir.[4]

Diğer bir çok âyette de bu mana ifade edilmektedir.[5]

Râzi;Din ve iman dışında herhangi bir farklılık sebebiyle bir müslümanın,ğayrı müslim bir kimseyle bile olsa istihza edip ona karşı böbürlenmeye kalkmasının caiz olmıyacağını,kafir olsun,mü’min olsun bütün insanların iman ve küfür haricinde,övünülen şeylerde müşterek olduklarını belirtir.

Kur’anın:”Bütün mü’minler kardeştir.”[6] hakikatı,ırkçılığı temelinden yıkar. Zira kardeşler aynı anne ve babanın birer evladları olduklarından bir üstünlük durumu olmayıp,ancak fazilet cihetinden imtiyaz ve farklılık görülecektir.

Kur’an-da yapılan hitablar,ırklara göre değil,iman eden ve etmeyene göredir. Bir ırk ayrımı yapılmamıştır. Irkçılık yahudinin mesleğidir ve değiştirilmiş Tevrat’ın hükmü olup:”Allah’ın insan olarak sadece yahudileri yaratmış olduğu,onun dışındakilerin hayvan olduğuna”itikad edilir.

İnsanları cinslerine göre seçme ve ayırma kasabta geçerlidir. Temel ruhtur. Ruhta ırk yoktur. ırkçılık ancak ruhsuzların işidir.

Ahirette insanların ayırımı da ırk üzerine değildir. İman-Küfür üzerinedir. Cennetin tabakaları da ırklara göre ayrılmamıştır.

Peygamberimizin:”Mü’minler birbirlerine destek veren bir binanın taşları gibidirler veya bir vücudun azaları gibidirler.”Sırrı da bize şunu ifade eder ki;elbette o taşların ve organların birbirleriyle uğraşmaları,üstünlük taslamaları yıkılmalarına sebeb olacaktır. Merdivenin ilk basamağı, son basamağı ayakta tuttuğundan,ayak da başı taşımış olmasından dolayı birbirine köstek değil,destek olup,umumi gayeye doğru hareketlerinde birbirlerini takviye edeceklerdir.

İstila,sürgün,savaş,zulüm ve katliamların temelinde ırkçılık yatar. Alman ırkının hakimiyeti düşüncesidir ki;Hitleri zalim,mazlum,kadın,ihtiyar,çocuk demeden dünyayı ateşe verip yakma düşüncesi ırkçılığın meyvesidir.

1789’da Fransız ihtilali ile ortaya çıkıp,müslümanların içine atılan bu sari illet,illetliliğini hala devam ettirmekte ve devam edeceğe de benzemektedir.

Saddam’ı mazlumların âhına kulak vermeden zulme iten en büyük sebeb ırkçılık,yani kendi zihninde tasarladığı Arap ırkçılığı ve hakimiyetidir.

Hele hele dünyayı bir ev haline getiren terakki asrında ırkçılık en büyük seddir ilerlemenin önünde…

Kur’an kan bağını değil,iman bağını esas alır. Nitekim;Hicretin 5. yılında Beni Mustalikle yapılan savaşta galib olduktan sonra dönüş de,Müreysi kuyusunda su sırası yüzünden Hz. Ömer’in ücretle tuttuğu seyisi Cehcah bin Mesud ile baş münafık Abdullah bin Übeyy’in arkadaşı Sinan bin Veber münakaşaya tutuşunca Cehcah Sinan’a vurur,Sinan;yetişin ey Ensar cemaatı,Cehcah’da;Yetişin ey Muhacir! diye seslenince müslümanlar birbirine girecek duruma gelirler.

Bunu duyup olay yerine gelen Rasulullah kızarak;”Bırakın şu cahiliyet davasını,bölücülük iddiasını! Çünkü o kötü bir adettir. Mü’minleri bölen kimse,cahiliyet davası güttüğünden cehenneme atılır.”buyurdu. Oruç tutsa,namaz kılsa da mı? denilince:”Evet,oruç tutsa,namaz kılsa,müslüman olduğunu söylese de…”buyurdu.

Bu durum münafıklar için,özellikle Abdullah bin Ubey için bulunmaz bir tezgahtı. Nitekim oda tezgahını kurdu. Ensara;Siz azaldınız,onlarsa çoğaldılar. Vallahi Medine’ye bir dönelim,izzetli v kuvvetli olan,zelil ve zayıf olanı muhakkak oradan sürüp çıkaracaktır.

Bunu duyan Hazreç gençlerinden Zeyd bin Erkam-da;vallahi kavmin içinde zelil,kalil ve menfur olan sensin. Hz. Muhammed ise Allah tarafından aziz kılınmıştır,diye cevab verdi. Ve durumu Peygamber Efendimize iletti. Bu durumdan Medine uzun müddet çalkalandı. Hz. Ömer rasulullahdan izin isteyib onu öldürmek istediğinde Peygamberimiz;Hayır ya Ömer,bu dediğin olmaz. İşin iç yüzünü bilmiyenler:”Muhammed ashabını öldürüyor.” diye konuşmaya başlarlar. Hal nice olur? Asıl fitne bundan sonra başlar.” demiştir.

Hatta İbni Übey’in oğlu Abdullah babasının bu çirkin sözlerini duyunca,Rasulullaha gelerek;”Ya Rasulallah,sana dediklerinden dolayı babamı öldürtmeyi düşünüyorsan,onu öldürmeyi bana emret. Olur ki başkası öldürürse ona tahammül edemem.” Peygamberimiz bu sözlerden memnun olup:”Hayır,merak etme. Babana karşı yumuşak davranırız. Aramızda yaşadıkça da ona iyi arkadaşlık ederiz.”buyurdu. Daha sonra inen ayetler Abdullah bin Ubey ve arkadaşlarının islâm aleyhine olan sinsi davranışları açıkça belirtiliyordu.

İşte ırkçılığın açtığı vahim netice.. İki tarafın kendi taraflarını çağırıp etrafı bulandırmaları…

Peygamber Efendimiz,ümmetimin helak olması üç şeyden ileri gelecektir:

1)Kaderiye (Kaderi inkar edenler)

2)Unsuriyet. (Kendi ırkının üstünlüğünü kabul etme.)

3)Dini meselelerin rivayetinde gevşeklik,laubalilik)(Mu’cemus Sağir.)

-“Irkçı bizden değildir.”

-“Irkçı cehenneme iki dizi üzerine sürünür,oruç tutsa,namaz kılsa da.”(Hadis)

-“Kavmiyetçilikte bulunan cahiliye ölümü üzere ölmüştür.”(Hadis)

-“Arabın Arab olmayana üstünlüğü yoktur.”(Hadis)

Şeytanın Adem’e secde etmemesinde bir derece ırkçılık,yani ona karşı üstünlük vardır. İnsanın üstünlük taslayışı zenginlikten değil (zira o kesbidir.),nesebtendir.

Ancak birinin kavmini sevmesinde bir sılayı rahim (akrabalar arasında ağlılık,ziyaret,yakınlaşma) vardır. Ancak nehyedilen,zulme ve adaletsizliğe,kayırma,hakir görmeye alet edilen sevgidir.

Hadisde:”Kim haksızlıkla kavmine yardım ederse,kuyuya düşüp,kurtarılmak için (beyhude yere) kuyruğundan çekilen deveye benzer.” Yani abesle iştiğaldir.

Körü körüne ecdadla iftiharda yasaklanmıştır. Nitekim ayette:”Çoğunluk olma iddianız sizi o kadar meşğul etti ki,mezardakileri ziyaretle oradakileri de sayacak kadar oldunuz.”[7]

Nüfusun çokluğu ile övünenler tenkid edilir.

Lenin,Marx,Stalin gibi keferelerin kabirlerini yaparak övünmeleri de bu kabildendir.

Türklerle övünürken Moğolları ve Macarları çıkarmadan onları da katarak övünmek ırkçılıktır,zulümlerine ortaklıktır.

Uhud savaşında Rasulullah,cengaver olan Kuzman ez- Zaferi için;-Falan kişi cehennemliktir.-buyurmuştur. Bir çok kişiyi vurub-geçiren Kuzman daha sonra yaralanıp atından düşünce,bunu gören Katâde İnbu Nûman ona.”Sana şehâdet mübarek olsun.” Buna cevaben:”Vallahi bu cengi din için yapmadım,kavmimin şerefi için yaptım.”der. Ve sonra da yaralarının ızdırabına dayanamıyarak intihar eder.[8]

Zira Allah’ın ismini yüceltmek için yapsaydı ölümü sevecek ve şehidlik mertebesine ulaşacaktı. Ancak yapılan iş kavminin ismini yüceltmek olduğundan hayat ve ölüm onun için anlamsız olmaktadır.

Peygamberimiz:”El-İslâmiyetü Cebbetil Asabiyyetel Cahiliyyete”(İslamiyet cahiliyet döneminde güdülen ırkçılığı kökünden kesmiştir.”buyurub,bunu da şöyle uygulamıştır: Kölesi Zeydi Kureyş’in önde gelenlerinden,itibarlı olan Hz.Zeyneb’e vermesi… Ve oğlu Üsame’yi (evlatlığı) orduya kumandan tayin etmesi.. İran asıllı Selman,Bizans asıllı Süheyb,Habeş asıllı Bilâle müstesna yer vermesi,hükmünü teyid eder.

Hz.Ömer’den;Mekke’ye kimi halef kıldın?diyen valiye, kölelerden –azadlı- İbnu Evzâ’yı demiştir.

Ömer ibnu Abdulaziz;devletçe tahsis edilen ödeneklerde –yiyecek-giyecek,nakit ve diğer çeşit ikramlarda- Arap ve Mevâli (azad edilmiş köleler) arasında tam bir eşitlik vazeder.

Toynbee:”Garbın kavmiyetçilik mikrobu ile ortaya çıkan siyasi hastalık (kavmiyetçilik) İslâmiyetin temeli olan insanların kardeşliği prensibi ile tedavi edilebilir.” Ve”Müslümanlar arasında ırkçılığın kaldırılması İslâmın kalıcı ahlaki başarılarından birisi. Günümüzde bu İslâmi özelliği yaygınlaştırmak zorundayız. Çünkü tarih kayıdları her ne kadar ırkçılığın çoğalan insan ırkları arasında bir istisna olduğunu gösteriyorsa da bu gün ırkçılığın bu denli kabul görmesi bir felaket sayılmalı,ki bu daha çok son 400 yıl içinde batılı güçler arasındaki yarışmada,yeryüzünün paylaşılması konusunda aslan payını alan ülkeler tarafından körüklenmekte…”[9]

Yazar izdeki yükselişine şöyle işaret eder:”1922’den beri Türkler İslâmi inceliklerle alay etmek için ellerinden geleni yaptılar,yinede,Türkleri küstah olarak anons eden diğer müslümanlar arasında bile saygınlıkları arttı. İşte bu yüzden bugün Türklerin oldukça kararlı yürüdükleri milliyetçilik yolunda yarın diğer müslümanların aynı şekilde yürümesi mümkün gözüküyor.

….Gerçekte,milliyetçilik müslümanların içine düştükleri bir oyun;müslümanların büyük bir çoğunluğu için milliyetçiliğin kaçınılmaz bir sonucu,batı dünyasının proleter kalabalığı içinde erimek olacaktır.

Ondokuzuncu yılın ilk çeyreğinde,halifelik ünvanını Topkapı sarayının sandık odasında bulan Sultan Abdulhamid,onu kendi kişiliğinde”Panislâmcı” duyguyu canlandırmak için kullandı. 1922’den sonra M. Kemal ve arkadaşları yeniden diriltilen bu halifelik müessesesini kendi radikal “Herodian” cı siyasal görüşlerine aykırı bularak,önce halifeliği laik bir kurum getirdiler ve sonra tamamiyle ortadan kaldırdılar. Türkiyedeki bu hareket diğer müslümanları üzdü ve 1926’da Kahire’de tarihsel islâmi bu kurumu, çağın şartlarına uydurma yollarını araştırmak üzere bir konferans düzenlemeye zorladı. Bu konferansın kayıdlarını incelediğinizde,halifeliğin öldüğüne inanacaksınız. Bunun en büyük sebebi elbette ki”Panislâmizmin “uykuda olması..”[10]

Irkçılık tehlikesine karşı tek çarenin İslam ve onun kurumlarının işlettirilmesiyle ortadan kaldırılacağını ifade eden yazar şöyle der:”Panislamizm uykudadır,ne var ki batılılaşmış dünyanın proleter kalabalığı batı sömürgeciliğine karşı ayaklanıp,anti batıcı bir hareket oluşturursa,uyuyan devin uyanabileceğini hesaba katmak zorundayız. Bu çağrının,İslâmın militan ruhunu,kış uykusuna yatmış gibi görünüyorsa da uyandırıp zafer dolu bir çağa yöneltmede,hesab edemediğimiz etkinlikleri olabilir. Geçmişte İslâm,doğulu bir toplumu batı saldırısına karşı çok güzel ayaklandırmıştı. Peygamberin ilk takibçileri zamanında İslâm,Suriye ve Mısırı bin yıldır ellerinde tutan Helen egemenliğinden kurtarmıştı. Zengi,Selahaddini Eyyubi ve Memlukler zamanında İslam,haçlı seferlerine ve Moğol istilasına karşı durdu. Eğer insanlığın bu günkü durumu bir “IRK” savaşına yol açacaksa,İslam,tarihi görevini yapmak üzere bir kere daha çağrılmalıdır. Dileyelim ki böyle bir savaş çıkmaz.”[11]

Bizdeki batıl batıcıların kulakları çınlasın. Kendi değerlerini ve hastalıklarının reçetesinin İslâmiyet olduğunu bir batılı kadar da anlamaktan mahrum,bigane ve ilgisiz!

Yine bu yazar ırkçılık tehlikesine İslâmın tek çare olacağını söyler ve İslâm tehlikesini de bertaraf etmek için ikide yol gösterir:”1)İçkinin halk tabakasına yaygınlaştırılması. 2)Irkçı düşüncelerin müslüman milletlere sokulması.[12] Yani Toynbee batı için tehlikenin ne dindar mutaassıb ne de laik batıcıdan gelmeyip,”İstanbul hamalları” ve Mısır fellahları diye diye nitelediği halk tabakasından geleceğini söyler. Yine Toynbee’ye göre,İslam bu iki iblisi reddederek kendini korumuştur.

Mutaassıb bir hristiyan olan bu yazar,bir yandan batıya ışık yakarken diğer yandan da reçetesinin ne olduğunu belirterek ona baş vurulacağı alternatifi de gösterir. Mü’min olmayan bir müslim sıfatıyla hal çaresini de göstermekten ve onu uygulamaktan başka çarenin olmadığını da ifade eder.

Garaudy’de şöyle der:”Fakat her şey batı tarafından sokulan çok kötü bir hastalığın pençesine yakalanmış durumda;ırkçılık üçüncü dünya ülkelerinin ırkçılığı,sömürgeciliğin ulaştığı bir zaferdir. Tipik misali şu:milliyetçilik teorisi asla müslümanlar tarafından geliştirilmedi. Baas partisini kuran teorisyen Michel Eflak adlı bir hristiyandı. Sizin ülkenizde Pantürkizmi icad eden bir yahudiydi,hem de padişahın yakınına sokulan bir yahudi;Van Berri. İşte üstesinden gelmek zorunda olduğumuz hususlar:ırkçılığa karşı mücadele ve güney-güney alışverişinin temini. Diğer yanda,askeri zaferlerine rağmen güçlüklerle karşı karşıya bulunan ABD.”[13]

Kur’an-ın da ifade ettiği gibi,insanların dişi ve erkek,cemaat ve kabileler halinde ayrı ayrı yaratılmalarındaki sebeb,birbirlerini tanımak,toplum hayatına âid mesele ve bağlantıları bilmek ve birbirine yardım etmektir. Yoksa birbirlerine düşmanlık için değildir.[14]

Hele böyle bir zamanda,yani bolşeviklik (Koministlik ve dinsizlik) ve sosyalistliğin her tarafı istila ettiği bir zamanda karşısında mukavemet edecek ancak ve ancak İslamiyet ve onun esaslarıdır.

Prof. M. Kemal Öke araştırmalarında İngilizlerin açıkça belgelerinde:”Alemi İslâma milliyetçilik perdesi altında bu ırkçılık tohumlarını biz attık.”Ve işte alemi İslâmın durumu. Türk ve Arab arasındaki uçurum. Ve Arabların bölük-pörçük düşmüş oldukları vaziyetler.. Yek ve tek vücud halindeki Osmanlıyı yıkan sebeb ırkçılıktır.

Irkçılığın modası batıda ikinci cihan savaşından bu yana geçmiş olmasına rağmen, bizde varlığı hala devam etmekte,körüklenmektedir. Bizdeki ırkçılıkta batılı müsteşriklerin büyük rolü olmuştur. Planlı olarak bir kısmı Türkçü,bir kısmı Arab ve Farsçı ve yaptıkları şey Hz. Ali’nin dediği gibi:”Batıla alet edilen doğru söz.”

Irkçılığın en büyük amili dinden uzaklaşmadır. Oysa Hz. Nuh oğlu Kenan’ın kendisine uymayıp,sular yükselip boğulunca:”Ya Rabbi,o benim ailemdendir,oğlumdur”demesi üzerine Allah;Hayır,o senin oğlun değildir.”[15] demekle,İman bağının kopuşu, irsi bağında kopmasına sebeb oluyor. İslam hukukunda,böyle inanmayan bir evlad babasından Miras alamaz. Hak taleb edemez. Birleştirici ırk veya aynı kökten olma değil,iman birliğidir.

Türk düşmanlığının gerek içte ve gerekse dıştaki tek sebebi;tarihinde göstermiş olduğu rolüdür yani-İ’la-yı kelimetullah- Allah’ın yüce ismini duyurma,ilan etme davasındandır. İngiliz araştırıcı Bernard Lewis bunu şöyle açıklar:Osmanlı imparatorluğu,kurulduğu andan yıkıldığı ana kadar,İslâm imanının neşrine,hakimiyetinin ilerlemesine ve düşmanlara karşıda müdafaasına kendini adamış bulunan bir devlet idi.”

Türk milleti kendi milliyetini İslâmiyetle mezcetmiş bir millet olduğundan Kur’anca övülmüştür.”Ey İnananlar! Aranızda dininden kim dönerse bilsinki,Allah,sevdiği ve onların onu sevdiği,inananlara karşı alçak gönüllü,inkarcılara karşı güçlü,Allah yolunda cihad eden,yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir. Bu,Allah’ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.”[16]

Nerede bir Türk varsa müslümandır,müslüman olmayan Türk,Türk de değildir. Macarlar ve Bulgarlar gibi.

Türklerin yapmış oldukları bütün hizmetler,kendi milliyetlerine değil,İslamiyet defterine ve hesabına geçmiştir.

Avrupayı taklid edip,milliyet uğruna mukaddesatı terketmek şuna benzer ki:Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez! Bir ihtiyar hocaya tango bir kadın elbisesi giydirilmediği gibi,körü körüne taklid dahi,çok defa maskaralık olur.

Zira Avrupayı ayakta tutan fen ve felsefe ise;Asyayı ayakta tutan din ve diyanettir. Hem ne vakit müslümanlar,dine ciddi sahib olmuşlarsa,o zamana nisbeten yüksek terakki etmişlerdir. Buna şahid,Avrupanın en büyük üstadı,Endülüs İslâm devletidir.

Hem ne vakit dine karşı lakayd vaziyeti almışlar,perişan vaziyete düşerek alçalmışlardır.

Şu memleketimiz eski zamandan beri çok göçlere maruz olduğundan,diğer kavimlerden gelib yerleşmişlerdir. Bu durumda menfi milliyeti iddia etmek manasız ve hem pek zararlıdır.

Türk milleti Avrupanın ejderhalarına karşı hayatını ve varlığını devam ettirmesi dininden gelen “Ölürsem şehid,öldürsem gaziyim.” düşüncesi olup,bunun yerine elbette başka bir şey gösterib,böyle bir fedakarlık yaptıramaz. Kişi kendi milletinin kıymet ve değerini düşürmemek,faydalı şeylerde bulunmak için milletini sevebilir. Buda müsbet milliyettir. Yani dini milliyetine değil,milliyetini dine hizmetçi kılmaktır.

Emevilerin bir parça ırkçılığa girmeleri İslâmın yayılmasını engellemiş,duraklama dönemi yaşatmıştır.Türklerin İslâmiyete girmelerini geciktirmiştir.

Gerçek huzurun imanda olduğunu,günahlardan kaçınmakla gerçekleşib,ırkçılıkla eski cahiliyet dönemindeki ateşin yakılması olduğu hususu ayette şöyle belirtilir:”İnkar edenler,gönüllerindeki cahiliye çağının asabiyet ateşini ateşlendirdiklerinde,Allah,peygamberine ve inananlara huzur indirdi;onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar,bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah,her şeyi bilmektedir.” [17]

İnsanların ırk ve kabile bağında bir birliğe karşı,din bağında bin birlik bağları vardır. Çünkü yaratıcıları bir,rezzakları bir,peygamberleri bir,kıbleleri bir,kitapları bir,vatanları bir.Bir,Bir,binler kadar bir bir…

İslâmiyet inançda Tevhid dini olduğu gibi,yaşayışta da insanların birliğini ister.

Vatan birliğinden önce gerekli olan,iman birliğidir.

İslâmdan önceki peygamberlerin ümmeti milli (bir kavim),bir ümmet iken,Nitekim:”Ey Muhammed,doğruya yönelmiş olan ve Allah’a eş koşanlardan olmıyan İbrahim’in dinine uyarız,de.”[18] Peygamberimizin ümmeti bütün insanlığı içine almıştır.Ayette.”Şüphesiz ben Allah’ım,benden başka ilah yoktur,bana kulluk et;beni anmak için namaz kıl.”[19]

Hadisde:”El Küfrü milletün vahidetün.”(Küfür ise tek bir millettir.)

Gayrı müslimleri bağlayan bağ vatan ve millet bağıdır. Mesela Din Mehmet ise,milliyet de onun parçalarıdır.

Milliyet;bir toplum yılbaşını kutlarken,diğeri milli adet,örf ve inancından dolayı Mevlidi kutlar.

Ölmüş adetler canlandırılamaz. Fakat canlı adetler rahatlıkla öldürülebilir. Yani batının teknik ve teknolojisini alırken,onun küfür ve adetlerini almamakla değerler korunur.

Bir frenk illeti olan kavmiyetçilik de zalimane bir düsturdur ki:”Milletin selameti için her şey feda edilir.” Böylece Emevilerin Hz. Hasan ve Hüseyine giriştikleri milliyet davasında hem diğer milletlere zarar verildi,hem de hadisdeki:”Müslüman olduktan sonra Habeşli bir köle ile Kureyşli bir efendi arasında fark yoktur.”esası çiğnenmiş oldu.

Özellikle,çeşitli özellikteki insanları içinde barındıran Türkiye için bu tam bir illettir. Oysa zamanımız ideolojiler devridir. İdeolojiler çarpışırken,ırkı esas almak,düşmanı bırakıp kendiyle uğraşmaktır.

O halde her şeyde olduğu gibi bunda da yapılacak iş vasatı,orta yolu yani istikameti takib edip,Kur’an ve hadisin ışığında hareket etmek gerekir;yoksa”Bir kimsenin cahiliye adetince kavim ve kabilesine intisab ederek onlardan yardım taleb ettiğini duyacak olursanız ona:”Babanın bilmem nesini ısır,deyiniz.”(Başka rivayette-Bunu açık açık söylemeyiniz-de denilmiştir.)

“Her kim övünmek ve şereflenmek kastıyla kafir olan atalarından dokuz tanesini kendisine nisbet ederse,cehennemde onların onuncusu olur.”

Ve böyle kimseler:”Pisliği yuvarlayan mayıs böceğinden daha değersiz olurlar.”Hakikatına mâsadak olur.

Seyfullah namıyla bilinen,İslâmın bahadır bir evladı Halid bin Velid’in yalancı peygamber Müseylimeye karşı;Muhacir-Ensar ve diğer kabileleri ayrı ayrı ayırmasındaki sebeb,sebat etmelerini sağlamak içindir. Bunda da netice başarıyla sonuçlanmıştır.

Nurettin Topçu der:”Ziya Gökalp’in milliyetçiliği dört devredir:1)Soycu olarak işe başladı. 2)Şaman dinini isteyip,sonra İslamlığı kabul etti. Ancak buda Arabın İslamlığından ayrı Türk dili ile.. 3) Hayatın zaruretlerinden dolayı İslamlığı kabul etti. 4)Sadece dilde Türkçü,Kemalistti.

Kendisi Kürt asıllı olan Ziya Gökalp,ateist olan Abdullah Cevdet’in tesiriyle çeşitli bocalamalardan sonra Türkçülük akımını İslâmla beraber mezcettirmeyip,mücerred olarak milliyetçilik akımını sürdürmüş,Atatürke fikir babalığı yaparak ölümüyle de onu ağlatmıştır.

Batıda millet anlayışı farklıdır. Fransızlar kültür,Almanlar ırk esasına,İsviçreliler vatan,Romanyalılar dil,Avusturya Almanları mezheb esasına dayanır. ABD: devletlerinde tabiiyyet,Çinde kültür,Batı Asya ile Kuzey Afrikadaki Arab aleminde dil esasına dayanır.

Bizdeki anayasanın 88. ve 54. maddesinde de olduğu gibi,vatandaşlıktır. Buda Halk partisi döneminde kanunlaşmıştır. Askeriyede ise;ırk esası takib edilmiştir. Bizde 1932’den beri milli eğitimde dil ve ırk esasları ile izah edilmiştir. Bizdeki milliyet meyilsiz yani beynelmilel milliyetçileriz. Hepsi de bizde var,İslâmınki ise yok..

“Müslüman kişi,diğer müslüman kişinin (rengi,dili,doğum yeri,içtima-i durumu,cinsiyeti ne olursa olsun) kardeştir. Öyle ise ona zulmedemez,ihanet edemez,aldatamaz,yardım isteğini cevabsız bırakamaz,tahkirde edemez.-Allah sizlerin cesedlerinize,mallarınıza bakmaz,fakat kalblerinize ve amellerinize bakar.-kalbini göstererek- takva şuradadır,takva şuradadır. Kişinin kötü sayılması için müslüman kardeşini tahkir edip horlaması kafidir. Bir müslümanın kanı,malı ve ırzı diğer bir müslümana haramdır.”[20]

Bediüzzaman Milliyet konusunda:”Asrın veba ve belası olan ırkçılık konusunda tatmin edici tavsiye ve reçetelerde bulunmuştur. Bilhassa tarihten gelen büyük şerefe sahib Türk milletine –Dikkat –demiştir.

Milliyetçiliğin,insanların nefsî nefsî demelerine sebeb olup,menfaatı esas aldığını,oysa bir ekmeği yemek için çok ellere muhtaç,bunca eller nasıl defedilir milliyetçilikle…[21]

Şarkı kalkındıracak olan milliyet duygusu olmayıp,din duyusudur.[22]

Belli bir milliyeti tutmak,diğer unsurları reddetmek olup,onları rencide eder. Bir buçuk milyar kardeşi bırakıp,200 milyon kardeşi kabul etmeyi netice verir. Bu ise vatana,hükümete,dindar siyasilere ve Türklere büyük bir tehlikedir. Ve öyle yapanlar da hakiki Türk değillerdir.[23]

Irkçılık esas olduğunda adalet ve hak takib edilmediğinden zulüm olur. Emeviler gibi.[24]

Bu bir frenk illeti ve öldürücü bir zehir hükmündedir.[25]

“Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabâil-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin ısırmaması için, müdhiş yılanlara arka çevirip, sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle; büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara veya cenub tarafındaki dindaşlara adavet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehaliki ile beraber; o cenub efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenubdan gelen Kur’an nuru var, İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.”[26]

Bid’akarların işi olan bu milliyetçilik,hamiyet dava eden sarhoşların işidir.[27]

Dikkat ettim,bana zulmeden,eziyet veren ve ta’ciz eden kimselerin hakiki Türk olmadıklarını anladım.”[28]

Bediüzzaman Şeyh Said isyanına katılmak isteyenlere şu cevabı verir:”Türk milleti tarihde İslâmın reisliğini en iyi şekilde yapmıştır. Şimdiden sonra da,yine İslâmın reisliğini onlar deruhte edecektir.”[29]

Bediüzzaman Şeyh Said’e yazıb (Bu mektub İstiklal mahkemeleri dosyalarının içinde Şeyh Said’in dosyasında mevcuttur.) gönderdiği mektubda:”Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünki Türk-Kürd birdir. Kardeştir. Türk milleti bin senedir İslâmiyete bayraktarlık etmiştir. Dini uğrunda milyonlarca şehid vermiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafiilerin torunlarına –Türk milletine- kılınç çekilmez. Ve ben de çekemem.”[30] diyerek hem onların davet mektubunu reddeder,hem de vazgeçmelerini onlara hatırlatır.[31]

Tarihçi Mikosch,Şehy Said isyanının sebebini şöyle açıklar:”Hilafete dokunulmadığı sürece Kürdler sakin durdular. Hilafetin kovulması ve İslâmi kurumlara karşı yasalar çıkarılması,Türkiye Cumhuriyetinin din düşmanı ve tanrı tanımaz bir hükümet olarak gösterilmesine kolayca imkan verdi,buda Kürtleri isyana sürükledi.”[32]

Osmanlıya bağlılığını her vesile ile göstermiştir. Nitekim İstanbulun işgalinde de Doğu ve Güney Doğudaki meşayih,ulema,ümera ve rüesanın,işgal komutanlılığına uzun bir telgraf çekerek –İstanbul için başımızı veririz.- demişlerdir.[33]

Bediüzzamanın küçük kardeşi Molla Abdulmecid Efendi der:”Tarihçe malumdur ki;Kürdistanı Osmanlı Türk devletine ilhak etmeye muvaffak olan İdris-i Bitlisidir. Türk milletinden çok kimseleri dalaletten kurtaran da Said-i Bitlisidir. Said’de tarihe geçecektir.”[34]

Yavuz Sultan Selim’e gönderdiği mektubla da bu bağlılığını belgelemiştir.[35] Ve Yavuz Sultan Selim’in büyük Çaldıran seferindeki fütuhatçı ordusunda Kürt unsuru özellikle göze çarpmaktaydı.[36]

Unsuriyet fikrini hortlatmakla hem cahiliye adeti canlandırılıyor,hem de fitne uyandırılıyor.[37]

Bediüzzaman:”Emin olunuz ki biz Kürtler başkasına benzemiyoruz,yakinen biliriz ki;içtima-i hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neşet eder.”[38]

Bundan dolayı Kürt devleti fikrinin akim ve neticesiz olduğunu bildirir.

Eşref Edip nakleder:”Yine bir vakit,Mevlanzâde Rıfat namında birisi Kürdistan devleti kurmak fikriyle,Kürt Teali cemiyeti kurmuştu. Bu cemiyetin reisliğine Bediüzzamanı getirmek için yaptıkları teklife:”Yaptığınız milleti parçalamaktır. Millete ihanettir. ben sizin cemiyetinize giremem.”diye şiddetli bir surette reddetmiştir. Bu red mektubu halen hayatta bulunan Konsolidçi Asaf namıyla maruf ihtiyar bir gazetecidedir.” Ve devamla:

“Ezcümle mütareke devrinde Kürt teali cemiyetinin reisi Abdulkadirin;kendisini kavmiyetçiliğe yönelen faaliyetlerine iştiraklerine davete karşı,merhum Said-i Nursi şu cevabı vermiştir:”Allah-u zülcelâl hazretleri Kur’an-ı Kerim-de:”öyle bir kavim getireceğim ki;Onlar Allah’ı sever,Allah’da onları sever.”buyurmuştur. Ben bu beyanı ilahi karşısında düşündüm,bu kavmin Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve dört yüz elli milyon hakiki müslüman kardeş bedeline birkaç akılsız,kavmiyetçi kimselerin peşinden gitmem.”şeklinde yazmıştır.

Ve Rıfat beye:”Rıfat Bey! Kürdistan teşkil etmek değil,Osmanlı imparatorluğunu ihya edelim. Bunu kabul edersen,canımı bile feda ederek çalışırım.”diyordu.[39]

Böyle bir iş doğuda Kürtçülük faaliyetlerine girip,bunu da Türkçülük perdesi altına girerek yapan Ziya Gökalp gibi mülhid ve inkarcıların yapacağını söyler ve der:”Bu temsilin mealiyle (İkinci sözün) mühim bir mecliste,Ankara’da otuz sene evvel Ziya Gökalp gibi müthiş bir mülhid,şakk-ı şefe etmiyecek (ağız açmıyacak) derecede ilzam oldu.”[40]

Ortadoğunun karışmasında İsrailin yeri ve rolü ne ise,başta Türkiye ve Türk devletleri arasında Ermeninin yeri ve rolü odur. Ve o rolünü oynamak için doğu karakolluğunu ele geçirmesi gerekir. Yeni olmayan bu doğu meselesi yine ermeninin tavassutuyla bir asır öncede vardı. Ancak şimdiki gibi ilgisiz ve bilgisiz geç kalınmış ve bütün bütün sahibsiz değillerdi. Bir yandan Bediüzzaman uyarırken,diğer yandan Abdulhamidin usta siyaseti ve doğudaki şeyh ve ağaların ağırlığı o halkı tahrik edemiyor,ağızlarının payını alıyorlardı.

İşte Sebilürreşad’daki Bediüzzamanın yazısı:”Bağus Nübar ile Şerih paşa (Ermeniye alet olup,Boş herif-de denilir.) arasında akd edilen mukaveleye en müskit ve beliğ cevab Vilayatı Şarkiyyede Kürt aşairi rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürtler camia-i İslamiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler mutlaka makasıdı mahsusa tahtında hareket eden ve kürtlük namına söz söylemeye selahiyattar olmayan beş-on kişiden ibarettir.

Kürtler,İslamiyet nam ve şerefini i’la için beş yüz bin kişi feda etmişler ve makamı hilafete olan sadakatlarını isar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid etmişlerdir. Mahut muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince,Ermeniler vilayatı şarkiyyede ekalli kalil derecesinde bulundukları için asla bir ekseriyet teminine ve ne kemiyeten ne de keyfiyeten şarki anadoluda iddiayı temellüke muvaffak olamıyacaklarını son zamanlarda anladılar. Maksadlarına kürtler namına hareket ettiklerini iddia eden Şerif Paşayı alet etmeyi müsait ve muvafık buldular. Bu surette kürt ve ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarki anadoludaki iftirak amali mevki-i fiile çıkmış olacaktı. İşte bu gaye ile mahut beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu. Ermenilerin maksadı kürtleri aldatmaktan başka bir şey olamaz.[41] Çünki ileride kürtlerin kemiyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkar edemeseler bile keyfiyeten yani ilmen,irfanen kendilerinden dun (aşağı) oldukları bahanesiyle kürtleri bir milleti tabia haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise aklı başında hiçbir kürt taraftar değildir. Zaten kürtler bu beyannameye yalnız sözle değil bilfiil muhalif olduklarını isbat ediyorlar.

Kürtlük davası pek manasız bir iddiadır. Çünki her şeyden evvel müslümandırlar. Hem de salahiyeti diniyeyi taassub derecesinde isal eden hakiki müslümanlardan,binaenaleyh ermenilerde aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi onları bir dakika bile isbat edemez.

İslam,uhuvveti İslâmiyeye münafi olan kavmiyet davasını meneder. Esasen bu tarihe ait bir şeydir. Kürtlerin asıl ve nesilleri ne olursa olsun İslâmdan iftiraka vicdanı millileri asla müsait değildir. Bununla beraber kürtlerin arap kavmi necibi ile ırken alakadar bulunduğu hakaiki tarihiyedendir.

İslâmiyet her hangi bir ırkın diğer bir unsuru İslâm aleyhine olarak menfi surette intibah hasıl etmesini kabul etmez. Binaenaleyh kürtleri müslümanlıktan ayırmak istiyenler esasatı islâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat onlarda kimlerdir? Bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişiden ibaret Hakiki kürtler kimseyi kendilerine vekil-i müdafi’ olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve kürtlük namına söz söyliyecek ancak meclisi mebusanı Osmanideki mebuslar olabilir.

Kürdistana verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürtler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler. Eğer kürtlerin serbesti-i inkişafını düşünmek lazım gelirse bunu Bağus Nübarla,Şerif paşa değil,devleti âliyye düşünür. Hülasa;Kürtler bu hususta kimsenin tavassut ve müdahalesine muhtaç değildir.

Seyyid Abdulkadir efendinin beyanatı malumesine gelince bu hususta şimdilik bir şey söyliyemem. Bununla beraber bu beyanatın tahrif edilip edilmediğini bilmiyorum.”[42]

Türklere bu kadar sadakat gösteren bu milletin haklı olarak o Türk milletinden de bazı istekleri olacak veya onlara verilecektir.Zira bu verme netice itibariyle yine kendimizedir. Çünki bu devletin; biri aklı ise,diğeri bedenidir. Bu Konuda da Bediüzzaman:

“Millet-i Osmaniye meyanında mühim bir unsur teşkil eden kürdistan ahalisinin ahval,hükümetçe malum ise de,hizmeti mukaddese-i ilmiyeye dair bazı metalibatı arz etmeye müsaade dilerim. Şu cihanı medeniyette ve şu asrı terakki ve müsabakatta sair ihvan gibi yek-ahenk terakki olmak için,hizmeti hükümetle”Kürdistanın kasaba ve kurasında mekteb tesis ve inşa buyurulmuş olduğu aynı şükran ile meşhud ise de,bundan yalınız lisanı Türkiye aşina etfal istifade ediyor. Lisana aşina olmayan evladı ekrad,yalınız medarisi ilmiyeyi ma’deni kemalat bilmeleri ve mekteb muallimlerinin lisanı mahalliye ademi vukufiyetleri cihetiyle maariften mahrum kalmaktadır. Bu ise;vahşeti,keşmekeşi,dolayısıyla garbın şematetini (şımarıklığını) davet ediyor. Hem de ahalinin ve taklid hal-i ibtidasında kalmaları cihetiyle evham ve şükukun tesiratına hedef oluyor. Eskiden beri her bir vechiyle ekradın madununda bulunanlar,bugün onların hal-i tevkufda (geri kalma9 kalmalarından istifade ediliyor.Bu ise ehli hamiyeti düşündürüyor. Ve bu üç nokta kürtler için istikbalde BİR DARBE-İ MÜDHİŞE hazırlıyor. Gibi ehli basireti dağ-dar etmiştir.

Bunun çaresi:Nümune-i imtisal ve sebebi teşvik ve terğib olmak için,kürdistanın nikatı muhtelifesinde (Değişik yerlerinde);Biri:Ertuşi aşairi merkezi olan “Beyt-üş şebab” cihetinde…

Diğeri;Motkan,Belkan,Sason vasatında…

Biri de:Sipkan ve Haydaran vasatı olan nefsi –Van- da medrese nam-ı me’lufuyla,ulumu diniye ve fünunu lazime ile beraber-hiç olmazsa ellişer talebe bulunmak ve oraca medarı maişetleri hükümeti seniyece tesviye edilmek (düzenlenmek) üzere üç dar-ut ta’lim te’sis edilmelidir. Bazı medarisin dahi ihyası maddi-manevi kürdistanın hayatı istikbaliyesini temin eden esbab-ı mühimmesindendir. Bununla maarifin temeli teessüs eder. Ve bu mebde-i teessüsden ittihad takarrur edecek,ihtilafı dahiliyeden dolayı mahvolan kuvve-i cesime-i hükümetin eline vermekle,harice sarfettirilmek için hakkıyla müstahakkı adalet ve kabili medeniyet oldukları gibi.. Cevheri fıtrilerini göstereceklerdir.”[43]

Bediüzzaman bütün ısrarlarında,şarkın cehaletten kurtarılması,başkaların onların bu cehaletinden istifade etmemeleri için anlayacakları bir dilde istifadelerine çalışmaktır. Marifet onların Türkçeyi öğrenip kürtçeyi öğrenmemelerinde değil,belki kürtçeyle beraber Türkçeyi öğrenmelerine çalışmaktadır. Lisan hususunda:Arapça Vacib,Türkçe Lâzım ve Kürtçenin câiz olduğunu ifade eder.

Maddi-manevi talebelerine el açarak üniversitenin Mısır’daki –el Ezher- gibi İslâm alemine hitab edecek bir külliyyenin açılması,şimdiki anarşiye harcanılan paraların yarısı bile bu iş için harcanması hem şimdi,hem de istikbal için ir teminat olacak ve o mazlum halkın müzminleşmiş hastalığına çare ve reçete olacaktır.

Öyle ya..Hasta kim? Doğu mu,batı mı? Bu konuda Bediüzzaman hazretleri.”Ben Kürdistan dağlarında büyümüş idim. merkezi hilafeti güzel tahayyül ediyordum. Vakta bundan yedi-sekiz ay (1908) mukaddem (önce) dersaadete geldim. Gördüm ki;İstanbul tavahhuş ve tenafuru kulub sebebiyle,medeni libasını giymiş vahşi bir adama benzerdi. Şimdi ittihadı milli sebebiyle,medeni adam,fakat yarı medeni ve yarı vahşi libasında bize arzı dîdar ediyor.

Evvel,kürdistanda fenalığın sebebi,kürdistan uzvu hastalanmış zannediyordum. Vakta ki,hasta olan İstanbulu gördüm;nabzını tuttum,teşrih ettim,anladım ki;kalbdeki hastalıktır her tarafa sirayet eder. Tedavisine çalıştım,bir divanelikle taltif edildim.”[44]

O mazlum kalabalıklı insanlara fen verilmeli,ta ki akılları aydınlansın,fitneye alet olmasın. Ve din ve din ilimleri verilmeli,ta ki şüphe ve tereddütten kurtulup,hamiyetkâr bir insan olsun. Samimi düşündüğümüz zaman bu iki hastalılarına da devletçe el atılmış olmayıp,ancak ferd ve cemaatların Allah için yaptıkları hizmetler orayı ayakta tutmaktadır Allah korusun,hele bir çekilse ve çektirilseler,o zaman seyreyleyin gümbürtüyü… Çakallar saracak sürüyü…

11-10-1992

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Münazarat B.Said Nursi.60,Bak. Bakara.130,135,Al-i İmran.95,Nisa.125.

[2] Age.26.

[3] Age.28.

[4] Hucurat.13.

[5] Mu’cemul Müfehres. M. Fuad Abdulbaki.761.Adem’in yaratılışı için bak.Nehcül Belağa.B.Işık,M.V.Taylan,F.Bozgöz.37.

[6] Hucurat.10.

[7] Tekasür.1-2.

[8] Bak Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan. 4 / 264.

[9] Medeniyet Yargılanıyor.sh.195.

[10] Age.199.

[11] Age.201.

[12] B.Said Nursi.Panel.68.

[13] Zaman Gazt.17-6-1991.

[14] Bak.Hucurat.13.

[15] Hud.45-46.

[16] Maide.54.

[17] Fetih.26.

[18] Bakara.135.

[19] Taha.14.

[20] Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan. 4 / 271.

[21] Bak.Tarihçe-i Hayat.sh.90.

[22] Age.92,Emirdağ Lahikası.B.Said Nursi. 2 / 242.

[23] Emirdağ Lahikası. 2 / 232-233,Mektubat.B.Said Nursi.393.

[24] Mektubat.51,Emirdağ L. 2 / 195.

[25] Mektubat.59,403.

[26] Age.299.

[27] Age.410-411.

[28] Bediüzzaman Said Nursi. Abdulkadir Badıllı. 1 / 499.

[29] Age. 1 / 550.

[30] Age. 1 / 530.

[31] Age. 1 / 524.

[32] Zaman gazt.9-3-1992.

[33] Agg.9-3-1992.

[34] B.Said Nursi.age. 1 / 41.

[35] Zaman gaz.9-2-1992.

[36] B.Said Nursi. 1 / 499, Zaman gazt.30-6-1992.

[37] Age. 1 / 211.

[38] Age. 1 / 211.

[39] Age. 1 / 542,548.

[40] Age. 1 / 272-273,434.

[41] Bak.Age. 1 / 418,217.

[42] Zaman Gazt.7-2-1992.

[43] Asar-ı Bediiyye. (Osmanlıca) A.Badıllı.sh.367,B.Said Nursi.A.Badıllı.age. 1 / 147-148.

[44] A.Bediiyye. 354,B.Said Nursi.age. 1 / 149.




FİTNE – NEFİS – HAYÂ

FİTNE – NEFİS – HAYÂ

Âyet’de:”Her can ölümü tadıcıdır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de,şer ile de deniyoruz. (Nihayet yine) ancak bize döndürüleceksiniz.”[1]

Bir imtihan demek olan fitne ile insan sürekli bir şekilde imtihan edilmektedir. Bu bazen iyiliklerle,bazen de kötülüklerle tecelli eder,kendini gösterir.

Anarşi manasına fitne konusunda Kur’an:”Fitne katilden beterdir.”[2] buyurulur.

İnsanın en hassas noktalarından birisi de onun malı ve evladıdır. Bu imtihan ağır bir imtihandır. Âyet’de:”Bilin ki mallarınız da,evlatlarınız da birer imtihandır,(asıl) büyük mükafat ise şüphesiz Allah katındadır.”[3]

İmtihanın büyüklüğü, neticesinin de büyüklüğünü gerektirmektedir. Sevab cihetiyle büyük mükafatla karşı karşıya olduğu gibi,günah cihetiyle de durum öyledir. Zira;

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o,içinizden yalınız zulüm edenlere çatmaz. (Umuma şamildir.) Hem bilin ki Allah,şüphesiz azabı çetin olandır.”[4]

Evet,insan için toplumda bulunan ve olan her şey bir fitne ve bir imtihan vesilesidir. Nitekim:

“Musa dedi:”Ey kavmim,eğer siz (gerçekten) Allah’a iman ettiyseniz O’na (ihlas ile) teslim olmuş müslümanlar iseniz artık ancak O’na güvenip dayanın.”

Onlar da şöyle dediler:”Biz yalınız Allah’a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz,bizi o zalimler güruhuna bir fitne (mevzuu) yapma.”[5]

İnsan için en büyük fitne şeytanın fitnesidir.

“O,size ancak kötülüğü,hayasızlığı ve Allaha karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”[6]

Hayasızlık onun en büyük fitnelerindendir.

“Ey iman edenler,şeytanın adımları ardınca gitmeyin. Kim şeytanın adımlarına (yollarına) uyarsa şüphesiz ki o,kötülüğü ve gayr-ı meşru-u emreder.”[7]

Oysa”Allah hiçbir zaman kötülüğü emretmez.”[8]

Ve”Şüphesiz ki Allah adaleti,iyiliği,akrabaya vermeyi emreder. Taşkın kötülük (ler)m den,münkerden,zulüm ve zorbalıkdan nehyeder. Size (bu suretle) öğüt verir ki iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız.”[9]

Haya ile hayasızlık arasındaki en büyük sed ve hayasızlığa düşmekteki engel;Allahı anmaktır. Bu da namazdadır. Zira;

“Namaz edebsizlikten ve akıl ve şeriata uymayan her şeyden alı koyar.”[10]

Evet. Fahişeliğin ve fuhşiyatın reçetesi,Allahı hatırlamakta ve ona inanmaktadır. İşte onlar;

“Çirkin bir günah işledikleri,yahut nefislerine zulmettikleri vakit Allahı hatırlayarak hemen günahlarının yargılanmasını isteyenlerdir.”[11]

Buna rağmen hala bunu terk etmeyenlere gelince;

“Kötü sözlerin iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?) Dünyada da,ahirette de onlar için pek acıklı bir azab vardır. (Onları) Allah bilir,siz bilmezsiniz.”[12]

Büyük günahlar,zina ve benzerleri gibi”Kötülüklerin açığına da,gizlisine de yaklaşmayın.”[13]

Evet haya,imandandır. Özellikle bir toplumdan hayanın kalkması,toplumun bir yıkımıdır. Aile hayatını bir cennet hayatı haline getiren,elbette hayadır. Kadının en büyük zineti ve örtüsü hayasıdır. Haya elbette erkek için de gereklidir ve geçerlidir. Zira haya duygusuna sahib olmayan bir insan,başkalarının da kendisi gibi olmasını isteyecek ve o yolda çalışacaktır.

İşte bütün bu sebeblerden dolayıdır ki örtü;İslâmi bir üniformadır.

Özetle;Hz. Eyyub ve onun gibi tüm peygamberlerini imtihan eden Allah,elbette bizleri de bundan hariç tutmayacak,bizlerinde hayatı imtihanla devam edecektir.

Dağına göre kar veren Allah,insanına göre de imtihana tabi tutmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Enbiya.35,Al-i İmran.185,Ankebut.57.

[2] Bakara.191,217.

[3] Enfal.28.

[4] Enfal.25.

[5] Yunus.84-85.

[6] Bakara.169.

[7] Nur.21,Bakara.268.

[8] A’raf.28.

[9] Nahl.90.

[10] Ankebut.45,Akıl ve nefsin mahiyeti için bak.Arzdan arşa mi’raç. 1 / 53.

[11] Al-i İmran.135.

[12] Nur.19.

[13] En’am.151,Necm.32, bak. Hak dini Kur’an dili. E. H. Yazır. 3 / 2089.




HALİFELERİMİZ

HALİFELERİMİZ

Hilafet;geçmişin vazifesini geleceğe aktarma,geleceğe köprü görevi yapıp,irtibatı kurma makamı…

Hz. Ebu Bekir,Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali,işte bu dört halife Peygamberimizin (SAM) madden ve manen görevini ve şahsiyetini omuzlamış kimselerdir.

Dünyevi cihetle bir yandan akrabalık kurulmuş,maddi bir bağlılık sağlanmış,bir yönüyle de manevi yönden arkalarında Peygamberimizin (SAM) müzaheretini bulmuşlardır.

Hz. Ebu Bekir;çocukluktan beri Peygamberimizin (SAM) samimi arkadaşı olmuştur. Peygamberliğiyle beraber ilk iman eden ve devamlı maiyetinde olma şerefine nail olmuştur. İlk safın tek insanı olma özelliğini sonuna kadar korumuştur.

Bunlarla beraber kızı Hz. Âişe’yi Efendimize vermekle ona kayınpeder olma sıfatına layık olmuştur. Kızı ile de Peygamberimizin –manevi alemi gibi- maddi alemine de girmiş olmaktadır.

Hadis-de:”Ebu Bekre ilişmeyin,onu kendi haline bırakın;çünkü o,nübüvvetin tamamlayıcısıdır.”[1]

Hz. Ömer’de kızı Esma’yı Efendimizin ailesi kılmakla,o da o şerefi elde etmekteydi. O da maddi-manevi Efendimize intisab ediyordu. Hem dünyada,hem de ukbâda kopmazcasına…

Peygamberimiz Hz. Hafsa’ya bir sır olarak;kendisinden sonra Ebu Bekir ve Ömer’in ümmetinin işini deruhte edeceklerini müjdeler.[2]

Hz. Osman’ın durumu ise daha da farklıydı. Efendimizin gözünün nuru olan iki kızıyla evleniyor,zinnureyn lakabına hak kazanıyordu.

Ve Efendimiz Hz. Osman için daha da olsa severek onları da vereceğini söylüyordu.

Ve Hz. Ali;Peygamberimizin biricik kızı,kendi nesli,-o da ne üstün bir nesil- onunla devam edecek olan Hz. Fatıma ile evleniyor,Allah tarafından pak ve temiz kılınmış[3] olan iki nurlu torun,Seyyidler ve Şerifler neslinin başı oluyordu.

Âl-i Beyt ve Ehl-i Beyt olan korunmuş kimseler oluyorlardı.

Aynı zamanda Hz. Ali bizzat Peygamberimizin eliyle ve evinde yetişiyor ve yetiştiriliyordu. Bizzat ilahi vahiy sahnesine şahit oluyordu. Peygamberimiz Allah tarafından terbiye edilip yoğrulurken,[4]Hz. Ali de bizzat küçüklükten beri Peygamberimizin terbiye sisteminde eğitiliyordu.

Böylece her dört sahabe de asırları kendileri biçimlendirirken,onları da madden ve manen Efendimiz şekillendiriyordu.

Ayette:”Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar (Hz. Ebu Bekir gibi) da kafirlere karşı çetin (Hz. Ömer gibi) kendi aralarında merhametlidirler. (Hz. Osman gibi) Onları rüku-a varırken,secde ederken görürsün. (Hz. Ali gibi) Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu,onların Tevrattaki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir;”Onlar filizini yarıp çıkarmış,gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış,gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu,ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat va’d etmiştir.”

Netice itibariyle bu ilk dört halife ve sahabelerde İslam ağacının birer çekirdek,tohum ve tanesi olarak filizlenip çoğalmasına temel teşkil etmişlerdir.

Genelde ise sahabe olmaları cihetiyle;birinci saftakilerin üstünlüğü,Efendimiz onlara konuşuyor,onlar o manevi sohbetin tesiriyle yükseliyorlar. Bize ise asırlar perdesi arkasından okuyor. Onlar yerdeki yıldızlardır. Bizler yolumuzu onlarla,bu yüce ışıklarla biliyor ve buluyoruz.

15-5-1993

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Terc. Heyet. 19 / 188.

[2] Age. 21 / 551-552,555.

[3] Ahzab.33.

[4] Necm.4,Kehf.110,Enbiya.45,108,En’am.19,Sad.70,Fussilet.6,Şura.51




FERTTEN CEMİYETE İSLÂMİYET

FERTTEN CEMİYETE İSLÂMİYET

İslamiyet;selamet,emniyet ve huzurdur. Eğer bir kişi,aile ve toplumda huzursuzluk varsa,huzur demek olan İslâmiyete karşı ortada bir eksiklik var demektir. Kendimizi test etmeliyiz. Nerede hata etmekteyiz? Hatamız nerede ve nede?

Allah indinde din İslâmiyettir. İnsanların neresinde? İnsanlar onun neresine?

İslamiyet evrenseldir. Hayatın her kademesine yansımaktadır. Doğan güneşin bazı yerleri aydınlatmaması,girmemesi düşünülemiyeceği gibi,İslâmiyetin de hayatın bazı kademelerinde kalıb bir kısmına girmemesi de düşünülemez. Kusur girende değil,girmesini istemiyen ve ya engel olandadır.

İslâmiyetin de içtima-i alana yansıyan bir çok yönü vardır. Gerek tesettürde,gerek faiz konusunda.

Fuhuş ve sefâhetleri engellemede de amildir. Yani İslamiyet sadece ahiret dini değil,dünya hayatının temininde de vardır. O bir hayat dinidir. Hayat verir,hayatı korur.

Huzur dini olan İslamiyet den uzak olmak,belalara davetiye çıkarmaktır. İslamiyet insan için ve insanlık için vardır. Hukuk ve kanunlarda insanlar içindir. Yoksa insanlar kanunlar için olmayıp,ona feda edilmezler.

İslâmiyeti anlamanın iki yolu vardır:1) Kendisinden önceki ile sonraki durumun mukayesesi.

2)İnsanların geleceklerine dair kazandırdıkları. hayata getirdikleri.

Bununla beraber elbette ki hayattan götürdüklerinin ve kendisini de her vesile ile götürmeye çalışacağı ve bunun entrikalarının kurulacağı da bir vakıadır. Menfilik de hesabı olanların müsbetin gelmesiyle kaybettiklerini kazanmak,hesaplarını koruma amaçlarını gerçekleştirmeye çalışılacaktır. Bu, hayatın bir gerçeğidir.

İslâmiyetin amacı şerde kaybedenlere hayırda kazandırmaktır. İnsanların manen müflis olması,problemin artmasına sebeb olmaktadır. Alt yapının olmaması,üst yapının yapılmasını geciktirmekte ve engel olmaktadır. Çünki altta ve altında kalmaktadırlar.

Her ne vesile ile olursa olsun,hayattan tecrid edilmeye çalışılan İslâmiyetin toplayıcı,bütünleyici çerçevesinde yer alınmasıyla bütünlük korunacak ve sağlanacaktır.

İslâmiyet “ Ve lâ teziru vâziretün vizre uhrâ”[1] sırrıyla,bir kişinin hatasıyla bir başkasının,yakınının günahkâr olamıyacağı gerçeği,bir kişinin hayatının dahi ne derece kutsal olduğunu ifade eder.

Nitekim bir gemide dokuz masum bir caninin bulunması durumunda o gemi hiçbir suretle batırılamıyacağı gibi,,dokuz cani bir masum dahi olsa ,o bir kişinin rızası olmadıkça adalet gereği o gemi batırılamaz.

Evet,hak haktır. Küçüğüne,büyüğüne bakılmaz. Kimin için olursa olsun. Ve her insan suçu sabit olmadıkça masumdur.

Gerçekler göz ardı edilip görülmezse kronikleşme başlar. Memleketimizin de bazı gerçekleri vardır. Görülmeli ve çaresi de aranmalıdır.

Devlet millet için vardır. devlet bir çarı,bir şemsiyedir. Altındakileri korumak ve kollamakla yükümlüdür.

Halk iç içe,birbirine yakın olduğundan pek önemli anlaşmazlıkları söz konusu olmuyor. Olsa da oturarak meseleyi fikir teatisinde bulunarak çözüm yoluna gidiyorlar.

Devlet denilen bu müessesenin de halkına yakın ve açık olmasıyla gerginlik yerini yumuşaklığa bırakacaktır. Vatandaşına suçlu gözüyle değil,suçsuz gözüyle bakmalıdır. Zira imkânat ayrıdır,vukuat ayrıdır. Her kes suç işleyebilir düşüncesiyle insanlar cezalandırılamazlar. Hukuk;yorumlara göre,yapabilirlere göre uygulama içerisine giremez

Toplumda gereği olmadan mürteci,irtica,aşırı dinci gibi ifadelerle insanları manen rencide etmek yarayı kapatmaz,belki kapanmaz hale getirir. bir öğretmen arkadaşın dediği gibi; Ben aşırı dinciyim. Arkadaş aşırı fenci,falan aşırı. fizikçi,filan aşırı kimyacı,vs.. Elbette bu işin geriliği ve cıvıklığı olmaz.

Dinin literatüründe böyle ayırıcı kavramlar yerine ;müttaki,salih,sefih gibi kavramlar ile tesbit edilmektedir. şimdiki kavramlar ise;kutuplaşmalara yol açmaktadır.

İslâm ruhumuzdur. Kur’an aklımız. Hz. Muhammed (sam) rehberimizdir. Din,parçalarımızdan oluşan bir bütünümüzdür. Bunlar olmazsa,mahvoluruz. Ancak onlarla varız.

En önemli çözüm;tekli ve toklu çözümdür. toplumun bilinçlendirilmesi. Topluma seviye kazandırılmasıdır.

Meselelerin sokağa yitilerek değil de,sokaktan içeriye çekilerek fikir platformunda,ehlilerince konuşularak çözüme kavuşturulmalıdır.

Olur-olmaz her kesin konuşması,ya otoriter olanları susturur veya sesinin duyurulmaması gibi zor bir duruma itilir.

Yıllardır kadınları yuvalarından çıkarmak için çok uğraşıldı. Tenkid edildi. Cahil kalıyorlar,denildi. Şimdi ise yuvalarından uçurulan o insanların bir kısmı sefâhetin kucağına,az bir kısmı başarıya,bir kısmıda değerlerini muhafazaya çalışırken engel olundu. Bu sefer tekrar yuvalarına döndürülmeye çalışıldı. Tesettürlüsün,denildi. Erkeklerle iç-içe değilsin,gibi fıtratına zıt noktalara sevk edildi.

Bu insanlara,baştan,yuvalarından çıkmadan,çıkarılmadan,adeta mutlak serbestiyet olmadan önce ruhlarına ve hayatlarına uygun bir zemin hazırlanabilirdi. Onlara yazık edildi ve de edilmektedir.

İnsanlar sağlıklı sularla beslenmeyib,vanalar,kaynaklar kapatılırsa,her kes kendi başına su çıkartmaya çalışır ki,buda sağlıksız bir sonuca sebeb olur.

İnsanların dinlerini sağlıklı ve yeterli kaynaklardan öğrenmeleri sağlanmalı,yardımcı olunmalıdır.

Dişi ağrıyan dişçiye,hasta hastahaneye,gıda için markete,et için kasaba,her bir ihtiyaç için bir yere müracaat edilmektedir. Çünki yeri bellidir.

Ancak yüzde doksan dokuzu müslüman olan bu insanlar nereye gidecekler? İlahiyata mı? Kaç da kaçı? hepsini gönderebilir misiniz?

Müftülüğe mi? Oysa müftülük dini bilgilerin verilmesinden ziyade,resmi işlerin yürütüldüğü,isteyene fetvanın verildiği yerdir.

Okullarda verilen din dersleri mi? Ne kadar yeterli? Göstermelik!

Hasılı,bu insanlara yeterli dini bilgi sunulamamaktadır. İnsanlar öğrenmekte yetersiz kalmaktadırlar.

Aile bu konuda yeterli olmadığından,yeterli bilgiyi verememekte,baştan savıp,ölçü olamamaktadır.

Buda ölçüsüz ve yetersiz bir gelişmeyi ve büyük bir boşluğu doğurmaktadır.

Gerçek de İman ve İslâm herkes de vardır. Sadece küfür ve gafletle üzeri örtülmektedir. Veya gizlenib saklanarak faaliyet alanı daralmakta ve daraltılmaktadır.

İman edenin ve intibaha gelenin durumu;onun açığa çıkması,çıkarılması ve faaliyet sahasına girmiş olmasındandır.

12-06-99
MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.164,İsra.15,Fatır.18,Zümer.7,Necm.38.




ÇEVRE TEMİZLİĞİ

Ç E V R E T E M İ Z L İ Ğ İ

Ö N S Ö Z

İnsanlık gün-be gün bir ilerleme,maddi ve manevi bir olgunluk içerisinde oluşu,çeşitli önemli meselelerin de ortaya çıkmasında zemin hazırlamış oluyor. Bu durum da ferdi değil toplumsal olarak Çevre temizliğinin de bundan payını almış olması ve bu husustaki girişimler geç bile olsa isabetli kararlardır.

Böyle bir çağda dünyanın ve insanın pislik içerisinde yüzmesi,bu medeni seviyede her tarafın kirli,her yerin pislik içerisinde olması elbetteki akıl alacak bir iş değildir.

“Çevre sorunları” olarak literatüre yerleşmiş bulunan ve çevremizdeki her çeşit pislik ve kirliliği içine alan bu problem,yalnız insanlığı tehdit etmekle kalmamakta,çevremizdeki ince,hassa ve planlı sistemin normal çalışmasına da mani olmaktadır.[1]

Kur’an-ı Kerim-in ifadesiyle:”Göklerde ve yerde ne varsa,hepsini size verdi.(Emanet olarak,yerli yerinde kullanmak üzere) Şüphe yok ki,bunda iyi düşünecek kimseler için ibretler vardır.”[2]

Zira tabiatta bir bozukluk olmayıp,bir denge vardır.”İşte çevir gözünü,bir çatlak görebilir misin? Sonra gözünü bir daha bir daha çevir,bak. Nihayet gözün bir kusur bulamayıp yorgun ve çaresiz geri döner.”[3]

Böylece tabiat kusursuz ve intizamlı…İnsan kirletmedikçe…

Özellikle Hava-kara-deniz üçlüsü,insanda korkuya yakın bir hayranlık uyandıracak kadar mükemmel bir denge meydana getirir. Hava-su insan için hayat kaynağı. İnsan hiç hayat kaynağını tahrib eder mi?[4]

Su devamlı atmosfere okyanus sularından taşınıp hidrolojik bir dolaşım içerisinde arıtılarak tatlı suya dönüşür.[5] Böylece gökten bir ölçüye göre indirilir.”[6]

Amerikalı bir bilim adamı olan R.L.Heilbroner 100 kadar ilim adamının çevre ile ilgili yaptıkları araştırmaları şöyle özetler:”Eğer sosyal ve fiziki ilimlerle uğraşan bir grup ilim adamının hesapları doğru ise,nüfus artışı ve ekonomik gelişmenin bugünkü hızlarıyla devam etmesi halinde,hayatı destekleyen çevremizin felce uğrayarak,bazı alanlarda kitle halinde ölümlere,diğerlerinde endüstriyel çöküntüye ve hemen hemen her yerde hayatın büyük ölçüde kısalmasına sebeb olması için sadece 50 yıl yetecektir.[7]

“Allah tevbe eden ve temizlenenleri sever.”[8] ayetiyle günah kirlerinden tevbe ederek temizlenen ve kendisini,hanesini ve çevresini temiz tutanları sever.
* Tabiattaki her şey insan için,ya insan?

Evet,ya insan? Onları elbette ki yersiz kullanmak,tabiatın o güzel ve dengeli düzenini bozmak,tabiat ve çevreyi kirletmek için değildir.

Tabiat kendi fıtri düzeniyle güzeldir.

Tabiat ve çevre dengeli işleyen pilli bir saat gibidir. İnsana düşen,burada o dengenin devamını sağlamak ve imarını yapmaktır.

Tabiat ve çevre insan için var,elbette insan da çevreyi kirletmek için değildir.

* Kirlenmemek için kirletmeyin !

Kirlenmemek istiyorsak –ki en güzel bir arzudur.- kirletmemek gerek. İnsan yaratılıştan güzeldir. Güzele de layık tek varlıktır. Her insan oturduğu,bulunduğu yerin temiz olmasını sever. İşte insan bir haftada kendisini,bir ayda da evini ve çevresini temizlemediğinde kirlenecektir.

· · Temizlikte çare çevre temizliğidir .

İnsan madde ve manadan oluşan bir varlıktır. Ruhunu ihmal edemiyeceği gibi,bedeni ve çevresini de ihmal edemez. Ruhunu temizleyen iman,ibadet ve güzellikler olduğu gibi,bedenini de çeşitli kirlerden temizlemekle ruh-beden bütünlüğü oluşacaktır.

İnsan her zaman yeşil,temiz ve ırmakların aktığı,meyveli ağaçlar ve üzerinde ötüşen kuşların bulunduğu bir mekanı her zaman arzu eder. Boş anlarını böyle yerlerde geçirmeyi arzu eder. Bunların varlığı yeterli çare olmayıp,varlığı kadar devamı da önemlidir. Aksi takdirde orası bir bahçe değil,bir mezbeleye dönecektir.

O halde çevre temizliği, temizlikte çaredir

* Temizlik İmandandır . Temizlik imanın yarısıdır.[9] Temizlik imanın ana umdesini oluşturur. Temizliğin maddi yönü,görünen kirlerden temizlenmek,manevi yönü ise,görünmeyen kirlerden arınmaktır.

Manevi yönden temiz olmak,iman yönünden olgun olmak olduğundan,o sorumlulukla her fert temizliği kendisi için bir vecibe sayacak ve ona ihtimam gösterecektir.

Allah’a karşı sorumluluğunu idrak eden kişi,kendisine ve çevresine karşı da bunu ifa edecektir.

Temizliğin imandan olduğunu anlayabilmek için her asra ayna olan Asrı Saadet ve öncesi cehalet asrına bakmak kafidir. Zira İslâmın gelmesi ile insanlar hem madde de hem de ahlakta insanca yaşayıp,insanlara rehberlik yapmışlardır.

Kur’an-ı Kerim-in ikinci inen ayetinin kişi ve çevre temizliğiyle ilgili oluşu,[10] İslâmiyetin insan ve çevre temizliğine vermiş olduğu önemi göstermektedir. Nitekim ayette:”Ey örtüye bürünen,kalk da uyar. Rabbinin büyüklüğünü an. Elbiseni temiz tutmaya devam et. Murdar şeyleri de bırakmaya devam göster.”[11]

O halde iç ve dış temizliğine itina göstermek,hem imanın yarısı,hem de büyük sevablardan biridir.

Sokağını,çevresini temiz tutmayan,evindeki kirli sularını sokağa akıtan,yol üzerine,ağaç altlarına küçük ve büyük abdest bozan kimselerin peygamber dili ile lanetlendiğini düşünecek olursak,Rasulullah Efendimizin buna ne kadar önem verdiğini rahatlıkla anlarız.

Kur’an-da iç ve dış temizliği yönünden arınanların Allah tarafından sevildiği ve böyle bir temizliğe devam edilmesi [12],ayrıca Allah’ın bizleri temizlemek,çevre güzellik ve nezafetine kavuşturmak için gökten yağmur indirdiği,[13] gelen ziyaretçilere Kabe’nin tertemiz tutulmasının gereği açıklanmaktadır.

Böylece İslâm dini,abdest ve gusül doğrultusunda temizliği farz kılmış ve ilahi sevginin ancak imanla temizliği kendinde birleştirip Mü’minlere yöneleceğini haber vermiştir.

Temizlik konusunda kırka yakın hadis rivayet edilmiştir. Kur’an-ı Kerim-de ise –Taharet,temizlenmek- kökünden bir çok defa zikredilmiştir.[14]

Bunların içinde Müddessir,A’raf ve Neml surelerindeki âyetler Mekke’de,diğerleri ise Medine’de nazil olmuştur.[15]

Bir ismi de Kuddüs yani kusur ve noksanlıklardan müberra olan en mukaddes,hiç eksiği olmayan,pak,temiz [16] olan Allah,elbette temizdir ve temizlenenleri sever.

Cennet bir setir manasından zemini görülmez,gayet girift ağaçlarla mestûr (örtülmüş) bahçe ve bostan diye isimlendirilmiş.[17] Bundan dolayı Cenab-ı Hak Kur’an-da cenneti tavsif ederken insan fıtratına en güzel gelecek şekilde bir çevreyi cennet ehline şöyle tarif eder:”Orada suları bozulmayan nehirler,tadı değişmeyen süt nehirleri,içenlere lezzet veren şurub nehirleri ve saflaştırılmış bal nehirleri,yine onlar için orada bütün meyvalar ve Rablerinden mağfiret vardır.”[18]

Böylece burada insan için en orijinal taze,öz ve münasib olanın bozulmayan,özelliği değişmeyen,lezzet verip nefret ve acı vermeyen,saflığını koruyup bulanık olmayan,meyvelerin bulunduğu ve netice olarak Allah’ın rızası ile olan bir hayatın gerçek bir hayat olduğu da ifade edilmiş olmaktadır.

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim-de:”Yer yüzünü biz yapıp döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz.”[19]

İnsan evvela evini,sonra da yatacağı yeri temiz tutar. Nitekim atasözünden de anlaşılacağı üzere:”Arslan yattığı yerden belli olur.” Böylece bütün yer yüzü ve çevre insanlar için bir yataktır. İnsan toplumsal bir varlık olduğuna göre kendi yatağını koruduğu gibi,toplumun yatağını da yani çevreyi de kirletmemek ve korumakla mükelleftir.

Her insan kendisine yararı olup,kendisiyle faydalandığı şeyi korumak ihtiyacını hisseder. Madem her vesile ile tabiattan istifade etmekteyiz,o nisbette korumak da bir vecibe olmaktadır.

Tıbbı Nebevi de belirtildiği üzere,bütün hastalıkların ana kaynağı kirlilik ve mikropların çoğalmasıdır. Nitekim Hadis’lerde:”Allah’ın müslüman üzerindeki haklarından biri de,o müslümanın bütün başını ve vücudunu yıkamak suretiyle her yedi günde bir gusül etmesidir.”

“Ellerinde et ve yağ kokusu eseri olduğu halde yatan bir kimse,hastalığa mübtela olur ve hayvanlar ve haşarattan bir zarara uğrarsa,kendinden başkasını kınamasın.”

“Yemeğin hayrı yemekten önce ve sonra elleri yıkamaktır.”

“Uykudan uyandığınızda ellerinizi üç kere yıkamadıkça başka bir kab içine sokmayın. Çünkü ellerinizin nerelerde gecelemiş olduğunu bilemezsiniz.”

“Dişlerinizi misvaklayınız. Zira bu hal temizliktendir. Temizlik ise imana yöneltir. İman da sahibi ile cennettedir.”

“Saçlarınızı,sakallarını parmaklarınızla hilalleyin.(Tarayın) Kılların arasını ve diplerini temiz tutmaya çalışın. Tırnaklarınızı da kesin. Çünkü şeytan her halde etle tırnak arasına girip orada faaliyet gösterir. Burada özellikle tırnakların kesilmesi emredilmekle,mikropların tırnakla et arasında barındığı,bilhassa kolibasilinin orada kümelendiğini öğrenmekteyiz.[20]

Ağız temizliği hem solunum,hem solunum yolu,hem de sindirim sistemi hastalıklarını önler. Bu konuda Peygamber Efendimiz:”Eğer ümmetimi zora koşmayacağımı bilseydim,her abdest aldıklarında dişlerini fırçalamalarını (Misvaklamalarını) emrederdim.”[21] buyurmakla,bu işin devamlı yapılması zor da olsa netice itibariyle kolay ve faydalı olacağı belirtilmektedir.

Akşemseddin de (1389-1459) –Maddetül Hayat- ‘Hayatın Maddesi’ adlı Tıb kitabında:”Hastalıkların insanlarda teker teker ortaya çıktığını sanmak hatalıdır. Hastalık insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülemiyecek kadar küçük,lakin canlı tohumlar vasıtasıyla olur.” Böylece hem mikrobun tarifini,hem de her türlü hastalığın,kirliliğin doğurduğu gözle görülemiyecek kadar küçük canlıların yaptığını da keşfetmiş olmaktadır.[22]

Çevre toplumların aynasıdır. Çevre insanların kalb ibresini ayarlar. Çevrenin kirliliği ruhların da kirlenmesine sebebtir. Nasıl olmalı? Çimentolar arasında çimenler fışkırmalı… Ağaç boyları gökdelenleri geçmeli.. gemiler balık bolluğundan karaya oturmuş gibi olmalı deniz ortasında… Ve neticede kan gelecek yüzüne insanların,yanaklar pembe pembe…Her şey ilki gibi olmalı..Bozduklarımız düzelmeli…[23]

o Gök mavi,deniz masmavi,kara yemyeşil olmalı. Özellikle evlerin bazı zamanlarda –sabah gibi- havalandırılması veya kekik gibi kokularla havasının düzeltilmesi,mikroplu havanın teneffüs edilmesini de engellemiş olur. Ancak dezenfeksiyonla beraber itinalı bir temizlik örneğini ecdadın da gösterdiği gibi ve daha da tekniki bir şekilde göstermek icab eder. Şöyle ki;Napolyon 1798’de Akka kalesini muhasara ettiği zaman ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca düşmanı olan Müslüman-Türklerden yardım dilenmek zorunda kalmıştı. O zamanki bir Fransız,eserinde şöyle yazılmaktadır. Türkler ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş,nur yüzlü kimselerdi. Evvela dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve sabun ile uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular. Ve sağlamların kabil olduğu kadar onlara yanaşmamasını tenbih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. En nihayet tekrar ellerini yıkadılar.

o Hastaların bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak ve tekrar dua ederek ve bizden hiçbir ücret veya hediye kabul etmeden yanımızdan ayrıldılar.”

o Buradan çıkarılacak olan ise;dezenfeksiyon yapmak,mikroplu havayı yok etmek için öd ağacı vs. kullanmak,düşmanına sağlık,şifa ve temizlik konularında yardım etmek,ondan gerekirse ücret taleb etmemek,bulaşıcılık anlayışının çok iyi idrak edilmesi,karantina işlemleri,antibiyotiğin bulunmadığı dönemlerde iyi bir tedavi yapılması,mikroba karşı korunma tedbirleri,hijyenik işlemler ve temizlik anlayışları bu günkü tıbbın takdir edeceği hususlardır.[24]

o Galinos adamlarına şöyle dermiş:Üç şeyden sakının,dört şeye de sıkıca sarılırsanız doktora ihtiyacınız kalmaz:Tozdan,dumandan ve pis kokudan sakınınız. Yağlı ete (iç yağı),güzel kokuya,tatlıya devam ediniz. Ve sık sık hamama gidiniz. Doyduktan sonra daha fazla yemeyiniz.[25]

o Kur’an-ı Kerim-de hıfzıssıhha açısından da önemli olan örtünmeden[26] ,elbise temizliğinden,[27] yeter derecede istirahat etmekten,[28] iyi bir beslenmeden,[29] kötü ve bozulmuş yiyeceklerin yenilmemesinden,[30] bitkisel yiyecekler ve bunların faydalarından,[31] iyi ve kötü içecekle [32] ve mutlak zararından ötürü içkinin kesin olarak yasaklanmasından,[33] beslenme ile tedavi,[34] genel sağlık kurallarından olan ölülerin gömülmesi [35] gibi konularla,[36] leş,kan gibi yasaklananlar,[37] namaz kılınamıyacak haller-sarhoşluk ve cünüblük,[38] bütün organların özellikle insanın en fazla kirlendiği organları olan -el-yüz-ayak gibi- su ile yıkanıp,olmadığında teyemmümün ancak temiz bir toprakla olacağı [39] belirtilmektedir.[40] fuhuş ve zinadan uzaklaşılması ise emredilmektedir.[41]

§ Klikman (1965) deride yaşayan canlıları yer küre üzerinde yaşayan canlılara benzetmiş ve bir insanın vücudundaki mikrobların sayı ve çeşitlilikte dünyanın nüfusundan çok daha fazla olduğunu belirtmiştir. İnsan vücudu bu mikrobların zararından korunmak için yıkanmalı,ağız,vücut,ev ve çevre temizliği,yolların,okul,cami,hastahane gibi yerlerin temizliği,gerekli olmadıkça köpek beslememek,sünnetsiz erkeklerle evlenen kadınlarda rahim kanserinin olmasından sünnete riayet etmek,tırnak kesmek,atıcılık,yüzme ve güreş gibi sporlarla,sağlık ve temizlik uygulamaları ile tıbbın koruyucu üstünlüğü görülmüş olur.[42] Bütün bunlar da Kanuni’nin şu sözünü hatırlatmaktadır:

Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

Peygamber Efendimiz de Allah’dan afiyet dileyip ümmetine de emretmiş,insanların çoğunun da bundan gafil olduğuna dikkat çekmiştir.[43]

İslâmiyetin yasakladığı yasaklara bakıldığında ve de emirlerinde gerek maddi,gerekse manevi olarak insandan başlayıp topluma ve çevreye doğru girift olarak bir temizlik sistemini ortaya koyduğunu görürüz. Bunun da temeli İslâmiyetin Tevhid dini olduğundan insanları iman,ahlak,kültür değerleri bakımından bir birlik içerisinde yetiştirip gerçek yasakçıyı kalbe yerleştirmiştir. Muhitin manevi bakımdan kirlenmesi de böylece engellenmiş olmaktadır.

Mesela ders vermeye gittiğim hapishanede mahpuslardan biri:”Biz artık hırsızlık damgasını yemişiz. Çevremizde hırsız olarak bilinmekteyiz. Onun için yapmasak da yapmış gibi görülürüz.”diye kendisi için meşru bir bahane uydurmaya çalışmıştı. Oysa dünya demek onun memleketi,sadece o kirli muhit ve arkadaş çevresi olmadığı gibi,daha münasib ve temiz,değişik bir çevreye giderek kendisi için bir düzgün hayat seçebilir.

Buda gösteriyor ki;İbni Haldun’un dediği gibi:”İnsan tabiatının ve mizacının değil,kendisini saran muhitin ve bu muhitten kazandığı alışkanlıkların kültürün ve yaşayışın çocuğudur.”

Nitekim geçmiş ümmetlerin içinde yüz kişiyi öldürüp tevbe yolu arayan azgın bir katilin nasihatçı bir alime gelip affedileceği hakkındaki sorusuna alimin verdiği cevabı Peygamber efendimiz şöyle nakleder:”Seninle tevben arasına kim girebilir. Ancak yaşamakta olduğun o kötü köyden çıkacaksın. Falanca köye gideceksin. Orada Allah’a ibadet eden (iyi ve dürüst) insanlar var.Onlarla sen de ibadet et. Artık bir daha kendi beldene dönme,zira orası kötü bir yerdir.”[44]

· Çevre temizliği sadakadır.

· İnsanların çevreyi temiz tutmaları Peygamber Efendimizin ifadesiyle sadaka vermeye denk tutulmuştur. Nitekim:”kim insanlara eziyet (eza) verici bir şeyi yoldan atarsa sadakadır.” Bunun kapsamı ise gayet geniştir. Bunlar:Yoldaki bir dikenden,evdeki bacadan çıkan kirlere,hayvan pisliğinden atılan her türlü çöpe ve onların üzerine konan sineklerin rahatsız ediciliğine,arabanın eksozundan gürültüsüne kadar,bağırtıdan kavgaya,kötü görünümlü olmadan edebe aykırı giyime kadar,tükürmeden yol kazımı,inşaat artıkları,maddi ve manevi hoşa gitmeyip rahatsız eden her şey bu kapsam içerisinde dahildir. Her şeyin bir kapasitesi vardır. Binlerce insanın kirlettiği bir beldeyi birkaç kişiden temizlenmiş beklemek biraz abes ve zor olacaktır. O halde bir yeri nasıl görmek istiyorsak,öyle de bırakmalıyız. her kesin kendi kapısının önünün temizlemesi halinde çöpçülere de ihtiyaç kalmıyacaktır. Pis suların akmış olduğu bir yerde hayatın sürdürülmesi zor olacaktır. Zira bu gibi yerlerde mikrobların büyümeleri sırasında enzim denilen bazı maddeler çıkarırlar. Bunlar sudaki pis ve zararlı maddeleri ayrıştırır. Böylece akarsular ve denizler aşırı derecede kirlenmekten kurtulur. Nehir ve denizlere fabrikadan akıtılan pis sular ve diğer artık maddelerin çoğunluğu ile bu ayrıştırma olmayacak,zehirli maddelerle kirlenecek,kıyı ve körfezler fena kokudan geçilmeyecektir. Neticelerde bu sularda yaşayan balıkların vücutlarında zehirli maddeler birikir ve bir çoğu da ölür. Bu balıkları yiyen insanlar da çeşitli hastalıklar ve zehirlenmeler görülür.Arıtma tesislerinde arıtma ve temizlik ile,pislik içinde boğulma engellenmiş olur.

Temiz ve düzenli okulda,öğrenciler eğitim ve öğrenimi zevkle yaparlar. Okulun ve çevrenin pisliğinden dolayı salgın hastalıklar doğabilir. Bu yüzden başarısızlığa uğrayan öğrencilerde olabilir. Okulun temizliği,öneminin anlatılması,iyi yönde örnek olup,çöp tenekesinin konularak,sınıfın havalandırılması,ekmeklerin yerlere dökülmemesi,yağmurlu havalarda çamurların içerilere taşınmaması daha sağlıklı bir eğitimin bu temizlik çerçevesi içerisinde daha verimli olacağı görülecektir.

Çevre temizliği için en uygun yatırım ağaç dikme ve yeşilliklerdir. Başlangıcından beri dünyadaki varlıklar havanın oksijenini alıp,karbondioksit salarak havayı kirletmiş olsalardı ve bunun dışında bir ameliye olmasaydı,zamanla havanın içindeki oksijen miktarı tükenecek ve yer yüzündeki yaratıklar nefes alamıyacak duruma geleceklerdi. Ama yüce yaratıcı bizi yeryüzüne yerleştirdiği gibi,kloroform adı verilen özümleme ameliyesi ile oksijenin tükenmesini önleyen değişik bir ameliyeyi var ederek,hayatın devamını sağlamıştır. Şöyle ki;bitkiler havadaki karbondioksidi alırlar,güneş ışığının etkisiyle saf oksijeni ayırarak tekrar havaya verirler. İçindeki karbonu da biriktirirler. Bu karbonun bitki kökünün teşekkülünde sakkarizasyon ameliyesinde (işinde),gelişmesinde kullanılır. Şüphesiz ki bu özümleme olayı yaratıcının fevkalade büyük mu’cizelerinden biridir. [45]

* İnsan ve Temizlik Peygamber Efendimiz:”Kim ki evinde Allah’ın bereketini artırmasını istiyorsa,yemek hazırlandığı ve kaldırıldığı zaman abdest alsın,(ellerini yıkasın)”[46] Derinin temizliği de çok mühimdir. Çünkü insan vücudu mikroplara karşı öldürücüdür. Fakat pis deride bu güç azaldığı gibi,ölüde 15 dakika sonra kaybolur.[47] Bundan dolayı Hz. Peygamber en az haftada bir defa yıkanmayı lüzumlu görmüştür. Bütün bu temizlikler arasında diş temizliği de önemli bir yer tutar. Zira kirli,çürük ve eksik dişler neticesinde insanda bademcik,nezle,mide ve barsak hastalıklarının sebebi olabilir.[48] Dişlerin temizlenmesi için misvak,fırça veya parmak ile ovalamak faydadan hali değildir. Misvak kullanan şahsın tükürüğü ile,fırça ve macun kullanan şahsın tükrüğünün mikroskobik muayenesini yapan diş tabibi Beşir Akınal şöyle diyor:”Diş tababeti okulunda asistanlığım zamanında merhum hocam Prof. Ziya Cemal beyle yaptığımız incelemede,misvağın diş etlerini katılaştırmada ve beslenmede fırçadan çok üstün olduğu,hatta mikroplar üzerinde etkisi dolayısıyla da ağız sıhhati bakımından çok faydalı olduğu anlaşılmıştır.”

Hadis alimlerinden İmam-ı Nevevi (V.1277):Misvaktan başka şeylerle dişi temizlemek de,misvaklamanın yerini tutabilir.[49] Zira burada önemli olanın temizleme işleminin yapılmış olmasıdır. Bir İslam alimi olan İbni Kayyım,vebanın belirtisi olarak koltuk altının temizlenmemesi,kulak arkası ve yumuşak etlerde siyahlık veya solgunluktur,der. [50] Çevre Kirliliği ve Kanser.

Çevre kirliliğinin açtığı bir çok zararlardan ve hastalıklardan biri de kanserdir. Özellikle teknoloji bazı problemlerimizi hallederken,yeni ve ciddi problemlerde doğurmaktadır. İşte böylece kansere yataklık eden amillerin arasında yer alan kirli hava bu problemlerden birini oluşturmaktadır.

Kirli havanın doğrudan kanser hücresi doğurma ihtimali azdır. ancak kirli hava kemik iliği için bir zehir teşkil eder ve kansere yataklık yapan tesir de bu noktada gizlidir.[51]

Böyle bir durum da alınacak bir tedbir de,bahçemizde,evimizde,balkonumuzda hatta yatak odamızda,büyük yapraklı bitki ve çiçekler bulundurmak,istirahat,günlük gezi ve yıllık seyahatlerimde daima en iyi havalı yerleri seçmek. Günlük hayatımızdan basit bir örnek;Kapalı havalı bir kahvede oturmak yerine,bir parkta yahut bahçede oturmayı tercih etmek.[52] Tabiatın temizlikçileri.

Tabiata baktığımızda Cenab-ı Hakkın koymuş olduğu sistem içerisinde devamlı bir temizlenme işleminin olduğunu görürüz. Bunlar: Rüzgarların esmesiyle toz toprağın ortadan kalkıp,arkasından yağmur yağmasıyla etrafın yatışarak temizlendiğini görürüz. Bir yandan gübre böcekleri gübre yiyerek yer yüzünü temiz tutmak için çalıştırılıyorlar.[53] Sanki tabiattaki hayvanların hepsi doğuştan vücut bakımı temizlik bilgileri ile proğramlanmıştır.

Kedi vücudunu,tüylerini yalamakla temizler.

Pis sayılan porsuk bile ininde sık sık temizlik yapar,aynı yeri tuvalet olarak kullanmaz.

Tilki temizlenmek için ağzına aldığı bir dal ile yavaş yavaş suya girer. Neticede postundaki pireler boğulmamak için dalın üzerine sıçrar ve tilki bunu ağzından atarak temizlenmiş olur.

Filler hortumlarını temizlenmek,duş yapmak için kullanırlar.

Hemen hemen bütün kuşlar suya girerek yıkanır ve kuyruk çevresinde olan yağ guddeleri ile yağlanır. Yuvaları da böyle temizdir. Yavru kuş yapmasa bile anne gagasıyla bunları toplar ve temizler.

Bazı balıklar ağzını ve dişlerini temizletmek üzere diğer balıkların ağızlarının içine kadar girmesine müsaade ederler.[54] 1 hektarlık alanı kontrol eden 300 bin karınca yaklaşık 93,6 ton besin tüketip,bunların 56,2 tonunun zararlı böcekler oluşturmaktadır. Ve bir kısım karıncalar da 3 milyon yengeci öldürüp yedikleri,böylece ormanların doğal koruyucuları olduklarını da göstermiş olmaktadırlar.[55]

O halde insan da tabiatı,çevresini ve kendisini çirkin etmemeli,çirkin yapmamalı ve çirkin olmamalıdır. Tabiat devamlı işleyen bir fabrika gibidir. Pisliklerle,süprüntülerle kirleniyorlar ve kokuşmuş maddeler her tarafında birikiyorlar. Eğer pek çok dikkatle bakılıp temizlenmezse içinde durulmaz,insan onda boğulur. Ve yine,eğer o temizlik işlemi olmasaydı hayvanların yüz bin çeşitleri yer yüzünde boğulacaklardı. Yer yüzündeki bütün hayvanların cenazeleri ve bitkilerin döküntüleri kara ve denizleri öyle kirleteceklerdi ki,belki bir kuş bile kolaylıkla kanadını oynatamıyacaktı. Cenâb-ı Hak tarafından öyle temizlenmektedir ki,kirlilikten sevimsiz gibi olan dünya,temizliğinden sevimli hal alıyor. Bütün bunlar denizlerin temizlikçileriyle temizlenmekte, çünkü bir balığın bir milyon yumurta yapması çoklukla olup,denizin yüzünü kaplayarak temizlenmemesi halinde sevimsiz olacaktı.

Yine temizlikçi kartallar kilometrelerce mesafeden leşlerin kokusunu alır ve temizler.

Karıncalar geride kalan ufak tefek artıkları toplamakla temizlik işlemine katkıda bulunur. Mesela arslan, yabani atları kovalarken ve onları kasıtlı olarak koştururken geride kalan ve hastalıklı olan avını yakalayarak yemekle,o hayvanın temizlenmesini ve onda bulunan hastalığın diğerlerine geçmesini de önlemiş olur.

Bir yandan kanadını temizleyip,bir tarafında zehir,diğer tarafında ise panzehir bulunan sineklerin dünyayı devamlı surette temizlemeleri,temiz tutmaları…

İşte dünyada görülen denge ve dengeli temizlenme…

Kaşlar bir an boş durmadan gözleri temizlemekte…

Bedendeki alyuvarlar,bedenin hücrelerini temizledikleri gibi,nefes dahi o kanı temizler. İşte temiz olup temizliği ve temizlenenleri seven Allah’ın insandaki harika temizlik işlemi… Bir yandan maddi olarak temizlerken,diğer yandan gönderdiği kitaplarıyla onu kin,düşmanlık,kötü düşünce,topluma zarar verme gibi,kötü duygu ve ahlaklardan temizler…

O halde insanların sevgisini kazanmak isteyen kendisini ve çevresini temiz tutsun. Allah’ın sevgi ve rızasını dahi kazanmak isteyen yine kendisini ve çevresini temiz tutsun. Maddi-manevi,görünen-görünmeyen kirlerden kendisini arındırsın..

İşte gerçek ve olgun insan,ancak temiz insandır.

S o n S ö z :

ABD’de uzman Henry Still şöyle der:”Kara,su ve havayı kirletmek ve başka yollardan tahrib etmekle böcekten balığa kadar binlerce cinsin hayat zincirine müdahale ediyoruz. Topraktaki küçücük bir ağaç veya bir hektar ot,yüzlerce değişik hayvan ve bitkiye gıda ve barınak ve tekrar mahsul verebilecek bir çevre temin edebilir. Bunlar ot yiyen hayvanlardan kuşlara,böceklere ve nihayet ölü madde ile beslenip bunun esas hayat zincirine tekrar dönmesi için kimyevi madde olarak icad eden bakterilere kadar uzanır.[56]

Böylece zincirin halkalarında sadece biz bulunup fayda ve zarar gören biz değiliz.

Peygamber Efendimizin:”Kıyamet kopacağında elinizde bir fidan varsa onu dikin.”sözü,aynı zamanda ormanların da,tabii çevrenin korunmasında,atmosfer ile toprak arasındaki münasebetlerin düzenlenmesinde önemli rolün olduğunu ifade eder.[57]

İsmail Hami Danişmend’in 1961 yılında yayınlanan –Garb menbalarına göre eski Türk seciyye ve ahlakı-adlı eserinde,ellinin üzerinde batı kaynağına dayanarak incelediğine göre,eskiden atalarımızın çevre temizliğine ne kadar ehemmiyet verdiklerini şöyle sıralar: -Eski Türk hayatında hayır işleri yalnız insanları değil,hayvanları ve bitkileri de içine alır. Bunun içindir ki,hayvan hastaneleri ve ağaçlara su vermek için vakıflar kurulmuştur.

-Eski Türk temizliğinin temeli,İslâmın temizliği imandan saymasındandır.

-Eski Türklerin inanışına göre maddi temizlik aynı zamanda,manevi temizlik demektir. -Günde beş vakit abdest almak suretiyle yüz,eller,ayaklar ve ağız devamlı olarak temizlenir.

-Haftada üç-dört defa hamama gidilerek yıkanılır.

-Tırnaklar,kıllar,saçlar muntazaman kesilir.

-Yemeklerden önce ve sonra ağız ve eller yıkanır. Gül suyu gibi kokular sürülür.

-Bütün Türk evleri çok temizdir. Evlere ayakkabı ile girilmez. Hayvan ve kuş sokulmaz. -Köylerde bile hamam vardır.

-Avrupa’da sokaklar umumi hela olarak kullanılırken,Türkiye’de ayrıca umumi helalar yaptırılmıştır. -Evlere sokulmayan sokak köpeklerini beslemek için vasiyetnamelere maddeler konduktan başka,vakfiyeler de yapılmıştır. Fırıncılarla kasaplara her hafta veya her ay,köpekler için muayyen bir para verip et ve ekmek dağıttırmak adeti de vardı.

-Yavrulayan köpekler için sokaklara küçük kulübeler yaptırılırdı.

-Leyleklerle kırlangıçların yuvalarına hürmet edilir ve evlerin damlarında barınmaları hayra alamet sayılırdı. -Büyük binalar yapılırken kuşlar için de yuva inşa edilirdi.

-Hububat nakledilirken üstüne üşüşüp yiyen kuş sürülerine dokunulmazdı.

-Eski Türkler avcılıktan nefret ederlerdi.

-Hayvanları korumak için kanunlar çıkarılmıştır.

-Ağaçların hatta verimsiz ağaçların bile sulanması için vakıflar kurulmuştur.

-Ev yapılan arsalarda ağaçlar varsa,onlar için damlarda açıklık bırakılır,böylece kesilmeleri önlenmiş olurdu. -Netice olarak:Avrupa yazarları,Türk’lerdeki yüksek ahlak ve karakterin sebebi olarak Kur’an-ı Kerim-i göstermişlerdir.[58] Osmanlı devleti 1539’da temizlikle görevli,çöplük subaşılarına temizlik nizamnamesi doğrultusunda temizlik uygulamasını 11 madde sıralamaktadır.[59]

Çevre ile ilgi li olarak Fatih Sultan Mehmed vasiyetnamesinde:”Ben ki İstanbul Fatihi Abdu-aciz Fatih Sultan Mehmet bizatihi alun terimle kazanmış olduğum akçelerimle satun aldığım İstanbulun taşlık mevkiinde kain ve malumul hudut olan beş dükkanımı,aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki:Bu gayrı menkulatımdan elde olunacak nemalarla,İstanbulun her sokağında ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler,bu sokaklara tükürenlerin tükrükleri üzerine bu tozu dökeler ki,yevmiye 20-şer akçe alsunlar. Ayrıca 10 cerrah,10 tabib ve 3’de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belli günlerinde İstanbula çıkalar,bila-istisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise ve şifası orada mümkün ise,şifayab olalar,değil ise kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin,darul acezeye kaldırılarak orada salah buldurulalar.

Maazallah her hangi bir gıda maddesi buhranı da vaki olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum 100 silah ehli erbaba verile,bunlar ki hayvanat-ı vahşiyelerin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda Balkonlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.”[60] 10-10-1991 / MEHMET ÖZÇELİK

[1] Çevre Kirliliği.Taşkın Tuna.sh.13.

[2] Casiye.13.

[3] Mülk.3-4.

[4] Etrafımızdaki Hava.T.Tuna.sh.30.

[5] Age.sh.30.

[6] Zuhruf.11.

[7] Çevre Kirliliği.age.sh.21.

[8] Bakara.222.

[9] Müslim Taharet. I.(1-203-223.

[10] Müddessir.4.

[11] Müddessir.1-5.

[12] Bakara.222.

[13] Enfal.11.

[14] Ayetler:Bakara.22,125,222,232,Al-i İmran.15,42,55,Tevbe.103-104,108,Maide.6,41,Enfal.11,Ahzab.33,53,Hac.26,Müddessir.4,A’raf.82,Neml.56,Furkan.48,İnsan.21,Hud.78, Mücadele.12,Nisa.57,Abese.14,Beyyine.2,Vakıa.79.

[15] Büyük Sevablar.C.Yıldırım.sh.35-36,Mu’cemul Müfehres Li Elfazil Kur’an-il Kerim. Muhammed Fuad Abdulbaki.sh.428-429.

[16] Yeni Lugat Abdullah Yeğin.sh342.

[17] Hak Dini Kur’an Dili.E.H.Yazır. 1 / 274.

[18] Muhammed.15,Daha geniş bilgi için .Ahiret Ahvali.Mehmet Özçelik (Tez)sh.94-101.

[19] Zariyat.48.

[20] İbadetin getirdikleri. Saffet Senih.sh.78-79.

[21] İmam Malik ve Şafii rivayeti. Bak.250. Hadis. sh.151.

[22] Müslüman İlim öncüleri ansiklopedisi. Ş.Döğen.sh.19.

[23] Bak.Zafer dergisi.sayı.167.sh.17.

[24] Sızıntı dergisi.1988.Kasım.sh.410-411.

[25] Zad-ul Mead.İbni Kayyım el-Cevziyye. Terc.M.Erdoğan. 5 / 123.

[26] Nahl.5,80-81,Taha.171,Nur.30,58,İnsan.12,21.

[27] Müddessir.4.

[28] A’raf.4,Yunus.68,İnsan.26.

[29] Bakara.57,Fatır.13,Tur.22.

[30] En’am.146-147,Hucurat.12.

[31] Bakara.61,En’am.100,Nahl.67,Tin.1.

[32] Bakara.249,Fatır.13,Muhammed.15,17,Hakka.37.

[33] Bakara.219,Maide.90-91.

[34] Nahl.68.

[35] Abese.21.

[36] Kur’an- Kerim ve modern ilimler.C.Kırca.sh.175-176,Bak.Kur’an-ı Kerim ve hadislerde tıb.M.Denizkuşları..sh.57.

[37] Maide.3.

[38] Nisa.43.

[39] Maide.6.

[40] Allah ve modern ilim.A.Nevfel. 2 / 194.

[41] En’am.151,İsra.17,32.

[42] Zafer dergisi.1990.sh.12-14,Dr.A. el Padah.Terc.Z.Örsdemir.

[43] Hz.Peygamberi sünnetinde terbiye.İ.Canan.235,Tirmizi.Müslim,İbni Mace,Davud.

[44] Altınoluk dergisi.Haziran.1987.sh.8. Buhari.Müslim.

[45] Bak.Allah ve Kainat.Dr.M.C.Fendi.Terc.A.Bingöl.sh.168.

[46] Tirmizi.Et’ıme.39,K.K.ve H. Tıb.age.sh.61.

[47] K.K.ve H.Tıb.age.sh.63.

[48] Age.45,23,66.

[49] Age.sh.68.

[50] Age.95.

[51] Kanser.Dr.H.Nurbaki.sh.50-51.

[52] Age.79-80.

[53] Dur ve Düşün.C.Suavi.sh.27.

[54] Age.sh.45,Bak.Harikalar ans.sh.195.

[55] Bak.zaman gaz.3-5-1999.

[56] Çevre Kirliliği.age.sh.sh.30.

[57] Age.53.90-92.

[58] Belgeler gerçekleri konuşuyor. Doç. Ahmet Akgündüz.

[59] Age.3, bak Türkiye gazt. M. Kemal Öke.24-Mart.1991.

[60] Zafer derg.1988.




HANİFEN MÜSLİMEN

HANİFEN MÜSLİMEN

-BAKARA:”135. Ve dediler ki: Yahudi veya Hırıstiyan olunuz ki hidayete ermiş olasınız. De ki: Biz hânif olarak İbrahim’in milletine tâbi bulunmaktayız. O müşriklerden değildir.

-ÂL-İ İMRAN:”67. Şüphe yok ki İbrahim, ne yahudî idi, ne de hıristiyan idi. Fakat o Hânif idi, müslüman idi; müşriklerden de olmamıştı.

95. De ki: Allah Teâlâ doğru söylemiştir. Artık hanîf olan İbrahim milletine tabi olunuz. Ve o asla müşriklerden olmamıştır

-NİSA:” 135. Ey imân edenler!. Adaletle hakkiyle kaim. Allah için şahit kimseler olunuz. İsterse kendi şahıslarınızın veya ana-babanızın veya en yakınlarınızın aleyhine olsun, ister zengin veya fakir bulunsun. Çünki Allah Teâlâ onlara daha yakındır. Artık haktan dönerek nefse tâbi olmayınız. Ve eğer dilinizi eğer bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah Teâlâ işlediğiniz şeyden hakkıyle haberdardır.

-EN’AM:” 79. Ben muhakkak bir hânif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaradana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

161. De ki, şüphe yok ki Rab’bim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine. İbrahim’in hânif olan dinine hidâyet buyurdu. Ve o ortak koşanlardan olmuş değildi.

-YUNUS.” 105. Ve yüzünü İslâmiyet’te sâbit (Hanif) olarak dine doğrult ve müşriklerden olma.

-NAHL:”120. Muhakkak ki İbrahim, -başlıca- bir ümmet idi. Allah’a itaat ediyordu, batıldan uzak idi ve müşriklerden olmuş değildi.

123. Sonra sana vahyettik ki, İbrahim’in dinine doğru yola yönelerek tâbi ol. Ve -O- asla müşriklerden olmadı.

RUM:”30. Artık yüzünü çevirerek -nezih bir müvehhit olarak- dine” Allah’ın yaradışına tut ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaradışı için değişiklik yoktur. İşte müstakîm olan din o’dur. Velâkin insanların çokları bilmezler.

-HAC:” 31. Adil kimseler olduğunuz. Allah için ortak koşmamış bulunduğunuz halde -o fenalıklardan kaçınınız- ve her kim Allah’a ortak koşarsa artık o sanki gökten düşmüşte kendisini kuşlar kapışmıştır veya onu rüzgâr uzak bir yere atıvermiştir, gibi bulunur.

-BEYYİNE:”5. Halbuki, onlar emr olunmadılar, ancak dini O’na has kılarak, hanifler olarak ibadet etsinler ve namazı dosdoğru kılsınlar ve zekâtı versinler -diye emrolunmuşlardır.- Ve işte en doğru din de budur.

21-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK




İSLÂMIN TERÖRE BAKIŞI

İSLÂMIN TERÖRE BAKIŞI

İnsanlık tarihi boyunca hep inanan insanlar mağdur olmuş,mazlum ve masum pozisyonunda kalmışlardır.İslam tarihi hakeza…

Bediüzzaman hazretleri bu zamanda üç menfi cereyanı nazara verir; Kominizm, Anarşi,Masonluk.

Ancak bu üç muzır hastalığın kalkmasıyla dünyada ve toplumlarda huzurun olabileceğine işaret etmektedir.

Terörün kaynağını çürüten islamın en büyük düşmanı fesat ve anarşidir.İslam teröre ne kadar düşmansa,terörde islamdan o kadar uzaktır ve barışık değildir.Terörle barışık olan islamla küsdür.İslamdan küsmüş ve soğumuş bir insan terörle barışıktır.

Terör kazandırmaz kaybettirir.

İslamiyet isyanı değil itaatı emreder.”Kur’an’ın Tercümanı” lakaplı İbn Abbas,şu ayetin (Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”[1] kötü niyetlilerin istismarına alet edildiğini görünce, “emir sahipleri” ibaresini “bilgi sahipleri” diye açıklamıştı. Bunun anlamı, itaatin meşruiyetinin “güç ve servete” değil, “bilgiye” dayalı olmasıydı. “[2]

Bu konuda da gerekli ölçüyü koymuştur.

-6036-Ümmü Seleme (ra.ha)dan:

“Başınıza bir takım idareciler geçecek;onları tanıyıp itirazda bulunacaksınız. Yaptıklarından hoşlanmayan aklanır;onların yaptıklarına itirazda bulunan kurtulur.Ana hoşnut olup tabi olan…”Dediler ki:”Onlarla savaşmayalım mı?”

“Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır.”Yani kalpten çirkin görürse,kalpten kabul etmezse,demektir bu.”

-6037-İbni Abas(ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Kim emirinde hoşlanmadığı bir husus görürse sabretsin.Çünkü cemaattan bir karış olsun ayrılan cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”

-6047-İbni Ömer(ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Ümmetim sapıklık üzere bir araya gelmez.Onun için cemaattan ayrılmayın!Zira Allah’ın kudret eli cemaat üzerindedir.”

-6051-İbni Mes’ud (ra)dan:

“O,Velid b.Ukbe’nin gidişatını kabul etmediklerinde onlara şöyle dedi:”Sabredin,zira imamınızın elli yıl zulmetmesi,bir aylık (siyasi) karışıklıktan daha iyidir.”

-6059-Ebu Hureyre(ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Emirlerin yanına kesinlikle girme!Mutlaka girmek zorunda kalırsan sünnetimi çiğneme!Onun kılıcından da kamçısından da korkma,onlara Allah’dan korkmalarını emret!”

-6062- Ebu Hureyre(ra)dan:

( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Ahir zamanda zalim valiler,fasık vezirler,hain hakimler,yalancı fakihler olacaktır.Sizlerden bu zaman ayetişenler onlardan hiçbir görev kabul etmesin!Ne zekat toplayıcı,ne yönetici,ne de zabıta olsun.”[3]

Bir insanın hayatının kaybı değil,kazancı müslümanı sevindirir ve kazandırır.İslamiyet kaybetmeyi değil,kazanmayı hedeflemiştir.Nitekim ”Peygamberimiz buyurur: “Ya Ali, senin elinle bir adamın Müslüman olması, kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır”[4]

Bu konuda hadislerde:

-2825-İbni Mes’ud radıyallahu anhdan:

(Allah rasulu sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Müslüman olsun,kâfir olsun,herhangi bir kimse bir iyilikte bulunursa mutlaka karşılığını görür.”Dedik ki:

“Ey Allah resulü!Müslümanı anladık amma kâfirin karşılığı ne olacaktır?”

“O,bir sadaka verirse,bir akraba ziyaretinde bulunursa Allah ona dünyada hem mal,hem de evlad verir.Âhirette vereceği azab da asıl azabtan aşağı olur.”buyurdu,sonra şu ayeti okudu:”Firavun ailesini,azabın şiddetlisine sokun!”[5]

İslamiyet insan canına kıyma konusunda gayet sert bir tavır alır.

“Bir müminin diğer bir mümini öldürmesi caiz olmaz, meğer ki yanlışlıkla ola. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, mümin bir köle azad etmesi ve ölenin mirasçılarına teslim edilecek bir diyet vermesi lazım gelir, meğer ki mirasçılar o diyeti sadaka olarak bağışlamış olalar. Eğer öldürülen -kendi mümin olmakla beraber- size düşman bir kavimden ise, o zaman öldürenin bir esir azad etmesi gerekir. Şayet kendileriyle aranızda bir antlaşma bulunan bir kavimden ise, mirasçılarına teslim edilecek bir diyet vermek ve mümin bir köle azad etmek icap eder. Bunlara gücü yetmeyen, Allah tarafından tevbesinin kabul edilmesi için, ardı ardına iki ay oruç tutmalıdır. Allah, herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.”[6]

“Bunun için İsrailoğullarına kitapta şunu bildirmiş idik: “Her kim bir kişiyi, bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” Andolsun ki, peygamberlerimiz onlara apaçık delillerle geldiler de sonra içlerinden bir çoğu, bütün bunların arkasından hala yeryüzünde bozgunculuk ve cinayette çizgiyi aşmaktadırlar.”[7]

-5197-Ebu Hureyre ve Ebu Said (ra)dan:( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Eğer gök ehli ile yer ehli birleşip bir mümini öldürürlerse,Allah hepsini ateşte yüzüstü süründürür.”

-5273-İbni Mes’ud (ra)dan: ( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“Hata ile öldürülenin diyeti,yirmi hıka,(dört yaşına girmiş dişi deve)yirmi ceze’a,(beş yaşına girmiş dişi deve)yirmi bint lebûn,(üç yaşına girmiş dişi deve)dır.”

-5275-Diğer rivayet:”Hata olarak öldürülenin diyeti dört cins deveden:Yirmi beş hıka,yirmi beş ceze’a,yirmi beş bint lebûn,yirmi beş bin mahâd(olarak yüz devedir)”

-5305- Ebu Hureyre (ra)dan:( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem ölen cenin için,bir köle,ya da bir cariye,ya da bir at ya da bir katır gurresine hükmetti.”[8]

Esas olan Allahın birliği olan tevhidin ifade edilmesidir.İnsanlar iman ve inançlarına göre değerlendirilirler.Bu konuda;[9]

-Ayette:”Şüphesiz iman edenler,Yahudiler,hristiyanlar ve sabilerden Allaha,ahiret gününe iman edenler ve Salih amel işleyenlerin Rableri katında ecirleri vardır.Onlar için bir korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.”[10]

“Bu ayet;Selman el Farisinin,Hz.Peygambere,Musul kilisesinde birlikte bulunduğu”Namaz kılan,oruç tutan ve Hz.Muhammedin geleceğine şahitlik eden”hristiyan arkadaşlarının ahiretteki durumunu sormasıdır. Hz.Peygamberin, onların ateşte olduklarını bildirmesi üzerine Selman çok üzülmüş ve bu olay üzerine yukarıdaki ayet inmiştir.”[11] “Yahudiler:”Uzeyir,Allahın oğludur”dediler.Hristiyanlar da:”Mesih(İsa9 Allahın oğludur”dediler.Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir.Onlar(bununla) daha önce inkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar.Allah onları kahretsin!Nasıl da (haktan batıla) döndürülüyorlar!”

“Tevratın toplanması:Yahudiler tevratla amel etmeyi bırakıp,peygamberlerini öldürmeye başlayınca,esaret yıllarında Tevrat ve içinde saklandığı tabut ortadan kaldırılmıştı.Böylece bizzat Hz.Musaya verilen levhaların orijinali yok olmuştu.Bundan sonra Yahudi din adamları,belleklerinde kalan kimi ayetleri parça parça yazmışlardı. İsrailoğullarının babil esareti sırasında iyi bir yazıcı olan Uzeyir (Azrâ),yüz yıllık ölümden sonra,[12]Allah’a dua ve niyazla,kimi şifahi,kimi de yazılı rivayetleri bir araya toplayarak,Tevratı yeniden ortaya çıkarmıştır.Bu yüzden israiloğulları;Üzeyir e büyük bir saygı duymuşlar ve bu saygı çok ileri götürülerek,ona”Alah’ın oğlu”demeye başlamışlardır.Onlar böyle-ce,daha sonra hristiyanlara da bu konuda bir kapı açmışlardı.”[13]

Bunlar hakkında hadis ve islami hükümlerde belirtilen hükümler şöyledir:

20-Ebu Hureyre radıyallahu anhdan:

(Allah rasulu sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Muhammedin nefsi elinde olana yemin ederim ki,Yahudi olsun,hristiyan olsun bu ümmetten beni duyup da getirdiğim kitaba iman etmeden ölen kimse mutlaka cehennemlik olur.”

-63-Enes radıyallahu anhdan:

(Allah rasulu sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Allah’ın arşın altında yemyeşil zebercedden bir levhası vardır ki içinde:”Ben Allahım.Benden başka hiçbir ilah yoktur.Ben merhamet edenlerin en merhametlisiyim!Üç yüz on küsur ahlak yarattım.”La ilahe illallah(Allahtan başka hiçbir ilah yoktur) şehadetiyle her kim onlardan birini yaparsa cennete girer”yazılıdır.”[14]

-3911-İbn Abbas radıyallahu anhdan:

“Ona hristiyan Arapların kestikleri (Hayvanlar) hakkında sordular.Yenmesinde herhangi bir sakınca bulunmadığını söyledi.Ve şu ayeti okudu.”İçinizden kim onlarla dostluk kurarsa,o onlardandır.”[15]

-5525-İbni Ömer (ra)dan:

“Peygamber sallallahu aleyhi ve selemle Tebük’te hristiyan mamulü peynir getirildi,besmele çekerek onu bıçakla kesti.”[16]

Bir Müslüman islami eksikliğinden dolayı teröre bulaşabilir.Fakat elbetteki bu onun eksikliğinden ve kusurundan kaynaklanıp islama maledilemez.Nasılki bir hristiyanın ferdi olarak yaptığı bir şey hristiyanlığa değilde kendisine mal ediliyorsa,müslümanın kendisi Müslüman,ameli gayrı Müslim olabilir.Tıpkı her gayrı müslimin amelinin de gayrı Müslim olması gerekmediği bazen Müslim sıfatını taşıması da mümkinattandır.

İslam aleminde çeşitli zamanlarda yapılan yanlışlıklar olmuştur. Nitekim; ”Arabistandaki Tekfir liderinden geri dönüş.Suudi Arabistandaki et-Tekfir vel Hicre grubunun lideri önceki akşam (2003-Kasım) Suudi televizyonun 1.kanalına çıkarak geçmişteki aşırı fikir ve fetvalarından döndüğünü ve tevbe ettiğini açıkladı.Riyaddaki saldırıların arkasında olduğu belirtilen Arabistandaki Tekfir grubunun önde gelen liderlerinden Şeyh bin Hızır el-Hızır,Müslüman yöneticilere karşı şiddet kullanarak baş kaldırılması düşüncesinden vaz geçtiğini açıkladı.Şeyh Hızır,Riyadaki el-Mahya sitesine ve Mekkeye düzenlenen saldırıları işittiğinde ağladığını ancak bunları durduracak gücünün bulunmadığını söylediğini belirtti.hızır,Suudi yöneticilerin ve polisinin öldürülmesi gerektiğine dair fetvalardan da ‘rücu’ ettiğini bildirdi.”Görüşlerimden etkilenen gençlerin yaptıkları beni çok üzdü.”diyen Şeyh Hızır,bu tür saldırılarının düzenlemesinin kesinlikle islami olmadığını ve gençlere bir an önce bu yoldan vaz geçmelerini önerdi.(Yeni Şafak) “

İslamiyet her konuda vasatı emreder.İfrat ve Tefritten şiddetle nehyeder.Hadisde:”İşlerin hayırlısı vasat ve orta olanıdır.”buyurulur.

1970 ve öncesinde süren bir asırlık dönemde batı için en büyük düşman Rusya ve Kominizm olarak benimsenmiş ve hedef olarak gösterilmişti.İkibinli yıllardan itibaren,Yeni Dünya Düzeni içerisinde,diğer bir ifadeyle 11 Eylül 2001 İkiz kulelerin yıkılmasıyla açılan yedi dönemde İslam,islami terör ve düşman olarak İslam alemi seçilmiş oldu.Bu amaçla da Üsame bin ladin ve Saddam piyon olarak seçildi,günah keçisi olan bu insanlar sebebiyle İslam memleketlerine vurulmaya başlandı ve vurulmaya da bahaneler ile devam edilecektir.

Burada mesele üzüm yemek olmayıp bağcı dövmektir.Hristiyanlık dünyasında islama olan teveccühü durdurmak,hiç olamzsa yavaşlatmak amacıyla güven,huzur ve barış dini olan islamın başına terör ifadesini eklemek suretiyle lekelemeye çalışılmaktadır.

Peygamberimiz zamanından bu yana Müslümanlar sürekli kendileriyle savaşılan taraf,Müslümanlar ise müdafaada bulunan taraf olmuşlardır.Kendileriyle savaşılmadıkça savaşılmamıştır.İlk büyük savaş olan Bedir,Uhud,hendek savaşlarında Müslümanlar kendileri üzerine savaşılan tarafda kalmış,daha sonraki ikiyüz elli yıllık sürecek olan haçlı seferleriyle Müslümanlar hep batının istilasına maruz kalan taraf olmuşlardır.

Bu zamanda da terörden en fazla zarar gören Müslümanlardır.Terörü besleyen ise batıdır.Bediüzzamanın tesbitiyle vazifemiz müsbettir.Dünyadaki süren gelen bu karışıklıklar duracak olsa,insanların teveccühü islama dönecek,yönelecektir.Kazanan Müslüman ve İslam alemi olacaktır.

Mehmet ÖZÇELİK

18-12-2003

[1] Nisa.59.

[2] Yeni Şafak.21-2-2003.Sami Hocaoğlu.Nisa.59.

[3] C/3-Büyük Hadis Külliyati (Cem’ul Fevaid-Rudani-)den…

[4] (Buhari, K. Cihad, hadis 2783,2847, Fezail’üs-sahabe hadis 3498, el-meğazi 3973 Müslim, Fezail’üs-Sahabe hadis 2406)

[5] C/2-**Büyük Hadis Külliyati (Cem’ul Fevaid)den… Mümin.40/6.

[6] Nisa.92.

[7] Maide.32.

[8] C/3-Büyük Hadis Külliyati (Cem’ul Fevaid-Rudani-)den…

[9] İnsanlığa Son Çağrı.Prof.H.Döndüren.C/1-23.

[10] Bakara.62.

[11] Bak.age.29,Maide.69,Tevbe.30.

[12] Bk.Bakara.259.

[13] Age.333.

[14] Büyük Hadis Külliyati (Cem’ul Fevaid)den:C / 1.

[15]Age.C.2.Maide,5/51.

[16] Age.C.3.




HUKUKUN DİBE VURDUĞU AN

HUKUKUN DİBE VURDUĞU AN
İki yıla yakındır hukuku yakın takibe almıştım. Şunu gördüm;nasıl ki 2000 yılında Türkiye asrın en büyük ekonomik krizini yaşadı,2007-den itibaren itibaren asrın en dehşet çetesi ergenekon gün yüzüne çıktı,şimdi ise Türkiyenin en insan hakları ihlallerinin yaşandığı hukukla karşı karşıyayız.
Türkiyede hukuk dibe vurmuştur.Hayali ve sanal rejim muhafızlığı uğruna insanlar ve insanlık harcanmaktadır.
Türkiyedeki hukuk bu milleti temsil etmemektedir.
Avrupa insan haklarından sürekli ceza alan bir hukuk,eskisi gibi Şeriatın kestiği parmak acımaz sözünün tarihe karıştığı,sığınılan ve hakların taleb edildiği bir kurum olmaktan ziyade,korkulan,düşülmemesi için her türlü zararın göze alındığı,aman bir de onunla mı uğraşacağım,tedirginliğiyle hukuka başvurulmayan hukuksuzlukların sürdüğü bir hukuk sistemi içerisinde bulunmaktayız.
Hukuk gücünü milletden,meclisden değil,kendisinden üretmektedir.Zira meclisin 411 oyla aldığı kararı 11 kişi meclisin üzerindeki bir hakimiyetle milletin rağmına ve kendi keyfine! Göre almıştır.
Eğer hukuk kendine güveniyorsa;kendisini bir millete sorsun bakalım,kaçta kaçı memnun ve güvenmektedir.
Yök-ün eğitimin içerisinde olan bir kurum olarak,katsayı hukuksuzluğunu gidermek amacıyla aldığı kararı,eğitimden anlamayan zira bir eğitim kurumu olmayan Danıştay hukukun rağmına,milletin ve masum çocukların sesine kulak vermeksizin,dünya gidişatını görmeden aldığı karar,dibe vurmuş hukuku bir daha dibe vurmuş oldu.
28 şubatın kalıntıları hala devam etmektedir.Danıştayın kararı sadece Çevik bir-i memnun edecektir.Milleti ve eğitim camiasını kalbden yaralamıştır.
At sahibine göre kişnermiş.Danıştay kime göre bu kararı almıştır?
Toplumda ve hukuk camiasında çığ gibi yayılan bir tepki mevcuttur.Bütün bunlar,milletin hassasiyeti,meslek liselilerin mağduriyeti göz ardı edilemez.
Dünyada mesleki okullara yöneliş hızla artarken,bizde tam ters orantılı olarak geriye tepmektedir.
Zaten kör ve topal yürüyen eğitim bu kat sayı darbesiyle belden de olmuştur.
Hep eğitim deveye benzetilmiştir.Deveye sormuşlar,neden boynun eğri?
Deve ise;Nerem doğru ki!demiş
Eğitimin önündeki en büyük engel yine kendisidir.Yani Tevhid-i Tedrisat kanunu,eğitim birliği eğitimi hantal kılıp,sağlıkta oluşan güzel açılım ve gelişim gibi gelişmelere engel olmaktadır.Milleti eğitimin içine çekmeyib,azınlığın çoğunluğa hakimiyeti zoraki sürdürülmektedir.
Bu eğitim sistemi,gelişen bu milleti taşımamaktadır.Danıştayın aldığı karar eğitimin çöküşünü daha da hızlandıracaktır.
Genel liseler aspirin gibi,her derde deva,hiç bir derdi de tedavi etmemektedir.Meslek liseler ise toplama ve başarısız öğrencilerle doldurulmaya çalışılarak,ferdi gayretlerin dışında öss-de sıfır çeken öğrencilerin sayısı otuz binlerden yukarılara doğru çekilmiş olmaktadır.
Bu hukuk bu milleti taşıyamamakta derdine derman olamamaktadır.
Hükümetin her şeyden önce ilk atması gereken adım,hukukta düzenlemeye gitmek olacaktır.Yoksa ağzıyla kuşta tutsa,o kuşu ağzından geri alırlar.
Nitekim ergenekon sürecinde görülen aksamalar,aslında hukukun ve hukuksal boşlukların aksamalarıdır.
Allah böyle hukuku….
Islah etsin….
40 yıl önceki babamın hukuktan çektiği ile bugün hukuktan çeken ben ve oğlumun durumunu varın siz kıyas edin.Şiire dökmüştüm;
HUKUK İLE GUGUK

Etmeyin,acıyın,kıymayın bize.
Babamın halini arz edeyim size.
Babamın babasının arsası vardı
Çıktı biri,dedi;bu bana babamdan kaldı.

Başladı dava gel-gitle.
Pek alâkası yok bitmekle.
Dosyalar doluyor,kapanıyor.
Geceler gündüzleri kovalıyor.

Babamın öz malı,nasıl olur?
Bir başkasına mal olur?
Köylerden geliyor mahkemeye.
Bilmem;mahkeme mi,yoksa hapishane?

Beş sene,on sene bitmedi.
Bu nasıl mahkeme,bitirmedi.
Olsun mu herkes başkasına sahip?
Peki bu devlet,mahkeme kime sahip?

Bıktım,usandım,vaz geçeceğim.
Vazgeçip nerdeyse delireceğim.
Şahit çok,herkes lehimizde.
Netice yok,çünkü biri aleyhimizde.

Delil,şahit,hep bizden yana.
Peki bu mahkeme kimden yana.
Bir türlü vermiyor karar.
Aleyhimize de olsa,olmaz böyle zarar.

Kaç kere geldiler,baktılar yerimize.
Gene de hiçbir şey geçmedi elimize.
Yük üzerine yük oldu belimize
Mezardaki dedem gülmede halimize.

Hâkim Beg! Acaba hâla gelecem mi?
İnsan bir kere ölür,girer mezara.
Ben yine mezara girecem mi?
Adâlet mülkün temeli,diyecem mi?

Vallâhi hakim beg,bu mal benim.
Eğer onunsa vercem,etsin yemin.
Şahitlerde söylemişti demin,o benim.
Hiçbir şeyi olmayan,olur mu emin?

Kaç dane hâkim değişdi.
Bizim iş ise değişmedi.
Babam gitti,bende gideceğim.
Bu işi oğluma devredeceğim!

Acaba oda kazanır mı?
Yoksa benim gibi kazıklanır mı?
Bu tarla babamı götürdü,beni de götürecek.
Benden sonra oğlumu da öğüdecek.

Bu iş süreceh mi,yoksa sileceh mi?
Çoğumuzu silecek,ne kadar sürecek?
Bu iş bitmeyecek,bitirecek.
Kimleri bitirecek,kimleri götürecek?

Olacak mı ne,olacak mı ne?
Hâkim bana baktı,verecek mi ne?
Ohh. Mahkeme bitecek,biz de bittik.
Bir değil yüz gittik,ne elde ettik?

Yine hâkim değişti,ne olacak şimdi?
Bu ne diyecek,bahacah mı imdi?
Ayağıma karasular indi.
Bizim iş tam bir filimdi..

Dosyalar doldu,sürdü yıllar.
Okunması ise,aldı aylar.
Karalar,karalar üstüne karalar.
Bunca yıl o kadar harcadım paralar.

Bu hâkim beg,kaldı çokça.
Dinledi bizi,bol bolca.
Dosyalar tozlandı,yıllar boyunca.
Ya ondadır,ya bunda,olunca…

Eeh. Helal malmış,düştü bize.
Geçti tapumuz elimize.
Mütaide verdik,geçtik evimize.
Başınızı ağrıttık,selâm hepinize…
Mehmet ÖZÇELİK
26-11-2009




İSLÂM DÜNYASINDA DİNİ AKIMLAR

İSLÂM DÜNYASINDA DİNİ AKIMLAR

 *İlahiyat camiasında farklı olma hastalığı mevcut.Bu uğurda yanlışlıklar,farklı olduğu için kabul edilmekte ve kabul ettirilmektedir.

Dini camiada farklılıklar,farklı merkezlerden beslenmelerden kaynaklanmaktadır.

Sadece Kur’an var,o bize yeter diyerek,ğayrını inkâr ve reddedenler,aslında Kuranı ve Kurandan esasları değil,kendi yorumlarını insanlara kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

Bazen Mu’tezile gibi aklını ön plana çıkararak,-aklım almıyor-,-aklıma sığmıyorum-der.

Oysa o aklın,akıl olması gerekir.

Zaten senin aklın yetecek olmuş olsa bu kadar tahşidata,eserler vermeye gerek kalmazdı.

            Hadiste;”Şunu iyi biliniz ki bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size: ‘Sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter.’ diyeceği günler yakındır…”[1]

 

*Rabbimizde;”Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.”[2]

Tıpkı ben demiyorum,Allah böyle diyor,diyerek,Allah-a yalan isnadda bulunanlar gibi.

 

*Mevlana Mu’tezile hakkında:”Mezheb-i i’tizal his gözünün mezhebidir.Akıl gözü visalde olan (gerçek) sünnidir.Mutezileler hislerinin maskarası olmuşlardır.Dışı Sünni görünse de (gerçekte) sapıklıktadır.Kim ki,histe kalmıştır, (gerçekte)o, mutezilidir. Her ne kadar sünniyim dese de,cahildir.(farkında değildir.)”[3]

*”Ehli olmayana ilim öğretmek eşkiyanın eline silah vermek gibidir.”(Mehmet Feyzi Efendi.)

Bu gün ilâhiyat camiasını bekleyen bir tehlikede,yeterli bir birikime sahip olmama veya bir kazanım olan imam hatiplerle beraber,liselerden de ilahiyatlara geçen insanların durumudur.

Şahsi gayretler içerisinde ve istikametini koruyan için mesele olmaz ancak bu kişilerin hızla kendilerini telafi etmeleri,fetva makamında bulundukları için fetvalarında dikkatli ve hassas davranmalıdırlar.

 

*Yök ilk defa denilecek şekilde ilahiyatlardan felsefeyi kaldırarak isabetli kararda bulundu ancak baskılar neticesinde geri adım attı.

İlahiyatlardaki felsefenin yerine konulacak olan hikmet dersleri veya meslek derslerinin ağırlaştırılması ve yoğunlaşması gerekirken,hala batıdan akan kanalizasyonlara ışık tutulmaktadır.

 

*Bu zamanda bazı ilahiyatçıların ifrat çıkışlarının en önemli sebebi;H.3.asırda islama giren gayrı Müslimlerin eski birikintileri ile beraber girmeleri sebebiyle,İslam alimlerinin bu tehlikeyi sezerek,adeta yangın ve selden bir şeyleri kurtarmak amacıyla gösterdikleri çaba neticesinde İslami ilimlerin temeli atılır.

Şimdi de yıllardır yıpranmış olan bu binayı yıkarak veya diğer adıyla reform düşüncesiyle yeniden inşa etme düşüncesi oluşturulmaktadır.

Tüm çalışmaları devre dışı bırakarak yeniden sadece Kur’an-ı Kerim-i referans alıp tekrar baştan başlama düşüncesinin tezahürüdür.

 

*Dünyada on bin kadar din bulunmaktadır.

Bu durum insanın doğuştan getirdiği inancının bir gereğidir.

Zira din hayatın hayatı,hem nuru hem esasıdır.

Hayatın temelinde din vardır.

Problem ise hayatın devamında dinin sürdürülememesindendir.

Mesela;Moon tarikatı CIA tarafından desteklenmektedir.[4]

Bu bazen insanları İslâmiyetten uzaklaştırmak için ihdas edilip, yaygınlaştırılmaya çalışılırken,bir kısmı korku ve sevgiden,ondan görmüş olduğu faydadan dolayı sürdürülmektedir.

*Mısır,Suriye gibi diğer İslam ülkelerindeki yerlerde de farklı inanç ve yaşantılar sürdürülmektedir.

Bu ülkelerin durumları bizlerin geçmişteki durumlarımıza benzemektedir.

Bizde de bir asırdır kapatılan dinin musluğu ile toplum adeta susuz bırakılmış, sağlıksız sularla beslenilmiş,toplumun kalbi insanlık tarihinde görülmeyen bir vahşet ve cehalet içerisinde bırakılmıştır.

Dini amaçla iki-üç kişinin bir araya gelmesi suç sayılmış,dini kitaplar yakılmış, satılmış, atılmış,bin dört yüz yıllık inanç akamete uğratılmıştır.

Mısırdan gelen dil bölümü öğretim görevlisine Mısırı sorduğumuzda; Kıptilerin,cemaatların çatışması,bizdeki çatışmalarla benzerlik arzettiğini gördük.

Dinde bozulmaya giden dünyanın,diğer cephesinde de mezhepler ve ırklar yoluyla ayrıştırılmaya tabi tutulmaktadır.

 

*Ortadoğu da bu bozulmanın unsuru Alevilik olarak projelendirilmektedir.

Alevilerin bir fıkıh,kelam gibi kitap ve çalışmaları var mı?

Hayatlarında ibadetlerin yeri nedir?

Yoksa siyasetle gerçek mecrasından saptırılmış mıdır?

Bir televizyon Programında ” Diyanet Alevi köylerimize cami yapmasın biz Köyümüze cami istemiyoruz,namaz kılmıyoruz çünkü biz Müslüman DEĞİLİZ ! “

Diğer ifadesinde ise; “Sünni kesim, Sünni kardeşlerimiz Tanrı ile buluşmalarını ‘cami’ dediğimiz bir mekanda daha rahat sağlayabiliyorlarsa ona fevkalade saygı duymak gerekirdi. Alevi kesim eğer cemevlerinde müzik eşliğinde, saz eşliğinde kadın-erkek bir arada Kur’an-ı Kerim ayetlerini terenmüm etmeyi, icra etmeyi benimsiyorlarsa o şekilde Tanrı’nın huzuruna çıkmayı yeğ tutuyorlarsa onlara da aynı saygının gösterilmesi gerekir. Bunun Türkiye’de mutlaka sosyal barışın sağlanması, dış müdahalenin önlenmesi açısından vazgeçilmez bir hareket, eylem olarak gerçekleştirilmesi gerektiğine inandık.”

*Alevi Bektaşi Fedarasyonu Genel Başkanı Ali Balkız. “Aleviler Mustafa Kemal Atatürk’ü büyük kurtarıcı olarak görürler. Alevilik inancında reankarnasyon vardır. İnsan ölmez, başka bir canlının bedeninde yeniden dünyaya gelir.
Aleviler, ‘Hazreti Ali, Mustafa Kemal Atatürk olarak zuhur etti, geldi’ diye inanırlar. ‘Bizi ancak böyle biri zulümden kurtarabilir’ derler. Aleviler Atatürk’ü mitleştirmişlerdir.

            Reenkarnasyon Hindularda ve bir kısım Yahudilerde bulunmaktadır.

           Acaba aleviler Yahudilere mi katılmak isteniyor?

Ahiret inancı inkâr ediliyor.

*Ve yine özellikle kasıtlı olarak Alevilik Hz.Ali-ye değil,ondan öncesine bağlandırılmaya çalışılarak,Hz.Ali-nin manevi hakimiyet ve nüfuzunu da ortadan kaldırmak amaçlanıyor.

Bir yandan alevi kesimin islamiyetten istifadesi engellenirken,diğer yandan da yanlış inançlara yönlendirilmektedirler.

 

*Bu gün darbeden yargılanan bir komutan gibi,askeriyede de yıllarca dine baskı yapıldı.

*Darbeden yargılanan komutanlardan biri;inanca ve namaza baskı yaptığı her yönüyle bilinip tescil edilmişken bunu inkâr edip,eli sopalı olanların tehdit olduğunu söylemektedir.

            O halde onlarla uğraşsana!Neden ordudaki ve bulunduğun yerdeki insanları rencide edip ve onları namaz kıldığı için hapse attırıyor,yasaklayarak tüm Türkiye’ye darbe plânı neyin bahanesi yapıyorsun?

*Ecdat hafızlara bile abdestsiz dokunmamış.Ayağını kıbleye ve Medineye uzatmamış.

Dini taşa kazımış,sanata ruh katmış.Dini ihya etmiş,ihya olmuş.

 

*Bu asırda kuruyan bahçedeki çiçeklere Bediüzzaman ve Süleyman Efendi gibi şahsiyetler damıtmalı sistemle su vererek yaşatmıştır.

 

*Fir’avn Kur’an-ı Kerim-de müsriflerden olarak bahsedilir.” Firavun ve ileri gelenlerinin kötülük yapmaları korkusu ile kavminin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ’ya iman etmedi. Çünkü Firavun, o yerde zorba bir kişi idi. O, gerçekten aşırı gidenlerdendi.”

 

İçinde bulunduğumuz bu asır Müsrif ve müsriflerin olduğu bir asırdır.

 Akıp giden zaman içinde bir kafesteyim,

Her türlü amelde çok ahesteyim,

Kabrim beni bekliyorken dünyalık hevesteyim,

Uyandır artık ya Rab! Belki son nefesteyim…!Mevlana…

MEHMET ÖZÇELİK

23-02-2014

[1] Ebu Davud, Sünnet, 6, İmare 33; Tirmizi, İlim 10.

[2] Nahl.116.

[3] Feyizler. Musa Özdağ.II/194.

[4] Bak.Memleket benim değil.Necmi Naz..sh.123-150.Dönme olan Muhammed Yahya ABD-li olup,Y.Nuri Öztürk-ün yüksek lisans öğrencisi olup,bu öğrencininde -moon olup-,özellikle Öztürkle ilgilenmesi ibretâmizdir.(Age.137-138.




T E K F İ R

T E K F İ R

             Tekfir;bir insanı küfürle vasıflandırmaktır. Bununla ilgili olarak;

            İbni Abbas-a göre;1)Kim Allah’ın indirdiğini inkar ederse,o kafirdir.

            2)Kim de onu (İndirileni) ikrar eder,onunla hükmetmezse o zalim,fâsıktır.[1]

            Âyet-i Kerimede:”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse;onlar kâfirlerdir.”[2]

            Bu ayeti kerimenin tefsir ve yorumunda bir çok müfessirlerle beraber Bediüzzaman Said Nursi şöyle beyan eder:Âyetteki”Men lem yehkum” bil mâ’na;”Men lem yusaddik” anlamınadır.Yani,Hükmetmeyenden kasıd,Tasdik etmeyen mânasınadır.[3]

            İmanın mahalli kalbdir,ameller ve organlar değildir. Kişinin küfrünü gerektirecek her hangi bir inkar durumu yoksa,amellerdeki eksiklik küfrün alameti değildir.

            Red ve inkar durumu söz konusu olmadıkça,tasdik esastır.[4]

            “Kim Allah’ın Tevratta beyan ettiği;Muhammedin sıfatlarını ve recm ayetini beyan edip kabul etmezse kafir olur.”[5]

            İkrime şöyle demektedir:Hak Taalanın”Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse…” ifadesi,hem kalbi,hem de lisanıyla inkar edenleri içine almaktadır. Kalbiyle onun,Allah’ın hükmü olduğunu bilip,sonra da lisanıyla onun Allah’ın hükmü olduğunu ikrar edip de,buna zıd olan şeyleri yapan kimseye gelince,oda Allah’ın indirdiğiyle hükmetmiş;ama onu bil-fiil yapmamış olur.

            Binaenaleyh,böyle bir kimsenin bu ayetin hükmüne dahil olması gerekmez.”Sahih olan cevab budur.”[6]

            Kelâmcılar ve müfessirler;Haricilerin ortaya attığı bu şüpheye,yukarıdaki sahih olan cevabı vermişlerdir.”[7]

            Evet,”Kimse”Tekfir memuru”değildir.”[8] Allah tarafından bu görevle görevlendirilmiş değildir. Allah’ı kendi hevâ ve hevesine,hesabına göre konuşturmaya da hakkı yoktur.

            “Kim bir adamı;kâfir,diye çağırırsa veya Allah’ın düşmanı, diye seslenirse,o kimse de (dediği gibi) olmazsa,(söz) kendi üstüne döner.”[9]

            Hadislerde:”Müslüman adam,(din) kardeşine:Ey kâfir,dediği zaman bu (sıfat) ikisinden birine dönmüş olur. Eğer dediği gibi ise (mesele yok) Değilse,küfür onun üzerine dönmüş olur.”[10]

            “Kim müslüman bir adama küfür ile seslenirse ya da ey Allah’ın düşmanı derse,o adamda böyle değilse herhalde o küfür söyleyene döner.”[11]

            “Bir adam bir adama küfür isnad edecek olursa,herhalde bu ikisinden birine dönmüş olur. İsnad edilen adam cidden böyle ise (mesele yok),değilse ona isnad etmekte olan adam kendisi kâfir olur.”[12]

            “Kim kendini bir şey ile öldürür (intihar eder)se onunla (kıyamet günü) azab edilir. Kişi sahibi bulunmadığı bir şeyi adasa,adak yapmış sayılmaz. Mü’mine lanet okumak onu öldürmek gibidir. kim bir mü’mine küfür isnad ederse onu öldürmüş gibi olur. Kim de kendini bir aletle boğazlayıb intihar ederse,kıyamet günü o şey ile azab edilir.”[13]

            “Âdem kendi (din) kardeşine “Ey kâfir” dediğinde,bu onu öldürmesi gibidir.”[14]

            E.H.Yazır tefsirinde Küfür konusunda:”Ehli kitaba müşrik denmez. Hakiki müşrik de hakikaten tevhide ve dini İslâma kâfir olanlar,yani mü’min olmayan gayrı müslimlerdir.”[15] diyerek,olur olmaz her önüne geleni küfür ile ithama kalkmak,dini hassasiyetinin ve vukûfiyetinin yitirilmesi demektir.

            “Evet,inkâr etmemek başkadır,iman etmek bütün bütün başkadır.”[16]

            “Haccac-ı Zalim,Yezid ve Velid gibi heriflere ilmi kelâmın büyük allamesi olan Sadeddin-i Taftazani,”Yezide lanet caizdir.”demiş;fakat lanet vacibdir dememiş. Hayırdır ve sevabı vardır dememiş. Çünki,hem Kur’an-ı,hem peygamberi,hem bütün sahabelerin kudsi sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan meydanda gezenler pek çoktur. şer’an bir adam,hiç mel’unları hatıra getirmeyip lanet etmese,hiçbir zararı yok. Çünki;zem ve lanet ise,medih ve muhabbet gibi değil;onlar,ameli salih de dahil olamaz. Eğer zarar varsa daha fena…”[17]

            “Madem,zemmetmemek ve tekfir etmemek de bir emr-i şer’i yok,fakat zemde ve tekfirde hükmü şer’i var. Zem ve tekfir,eğer haksız olsa,büyük zararı var;eğer haklı ise,hiç hayır ve sevab yok. Çünki tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek,tekfir etmemekte hiç bir hükm-ü şer’i yok,hiç zararı da yok.”[18]

            Bununla beraber:”Seyyid Şerif Cürcani”gibi ehli sünnet ve cemaatin allameleri demiler:”Gerçi Yezid ve Velid,zalim ve gaddar ve fâcirdirler;fakat sekerâtta imansız gittikleri gaybidir. Ve kat’i bir derecede bilinmediği için,o şahısların Nass-ı kat’i ve Delil-i kat’i bulunmadığı vakit,imanla gitmesi ihtimali ve tevbe etmek ihtimali olduğundan,öyle hususi şahsa lanet edilmez. Belki”La’netullahi alez-zalimine vel münâfikin.”gibi umumi bir unvan ile lanet câiz olabilir. yoksa zararlı,lüzumsuzdur.”diye”Sa’deddin-i Taftazaniye”mukabele etmişler.”[19]

            Buna binaen tekfir edilecekler de kıyas edilmeli,ifrat ve tefritten kaçınılarak ölçülü hareketde bulunulmalıdır.

 

                                                                                                          1-11-1995

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Bak. İbni Kesir Muhtasarı.(Arapça) 1 / 520.

[2] Maide.44.

[3] Bak.Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A. Badıllı.668, Asar-ı Bediiyye.S. Nursi. Derleyen.A. Badıllı.128,Münazarat. B. S. Nursi.75, Müslim. 3 / 1470,Müstedrek-ül Hakim. 2 / 313,(İmamı-ı Zehebi Sahih demiştir.)

[4] Bak. Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. Sadl.Heyet. 3 / 249-252.

[5] Mecmuat-ün minet-Tefasir. Kadı Beyzavi. (Arapça) 2 / 292-295.

[6] Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Tercüme.Heyet. 9 / 87,81-94.

[7] Age. 9 / 86.

[8] Fetvalar. Halil Gönenç. 2 / 12.

[9] Riyazus-Salihin. İmam-ı Nevevi.1015.

[10] Buhari-Müslim-Ebu Davud-Tirmizi-İbni Ömer-den.)

[11] Buhari-Müslim.

[12] İbni Hibban.

[13] Buhari.Müslim.ebu Davud.Tirmizi.Nesa-i.

[14] Bezzar.

[15] Age. 2 / 770,bak.age. 3 / 2110.

[16] Emirdağ Lahikası. B. S. Nursi. 1 / 203.

[17] Age. 1 / 204.

[18] Age. 1 / 205.

[19] Age. 1 / 206,Münazarat.B.S.Nursi.24-34.