ZİNANIN KÜÇÜK BİR DÜNYEVİ CEZASI OLAN AİDS

ZİNANIN KÜÇÜK BİR DÜNYEVİ CEZASI OLAN AİDS

          Gençliği ve gençleri tehdit eden aids,yetkililerin ifadelerine göre;”2000 yılında 40 milyon insan aidsli olacak”[1] Bu 40 milyon kayıbla beraber,patlamaya hazır 40 milyon patlayıcı bomba demektir.

            1981’de tesbit edilen aids;ancak dalalet ve sefâhetin ortadan kalkmasıyla önlenir. Yani maddi tedbirlerden ziyade,İslâmın manevi tedbirleriyle çözülebilir.

            Dün Lut kavmini tehdit edip,ortadan kaldıran u bela,bugün dünyayı ve de İslam alemini tehdit etmektedir.

            Çünkü vücuttaki denge bozulmuş,çarklar ters istikamete doğru dönmektedir. Hayat vericilik özelliği,yerini ölüme terk etmiştir. Müsbet değil,menfi tesir bırakmaktadır.

            Aidsin kısaltılmışı;”Acguirer İmmune Deficency Sundrame”Yani; “Kazanılmış bağışıklık yetmezliği belirtileri” yani bağışıklık sistemindeki arızadan dolayı oluşmaktadır.

            Her Cuma hutbelerin sonunda okunan üç emirler;adalet,İhsan,yakınlara yardımda bulunmak. Bununla beraber yasaklanan üç menhiyatın birincisi fuhuşlar yani aids-in ana kaynağıdır. İkincisi;Münkerât yani kötülükler ve üçüncüsü;zulümdür. Netice de hepside aynı yola çıkmaktadır.

            İlâhi bir ceza olarak,ilâhi adalet şöyle gerçekleşir:”Aids virüsü bir noktada kişinin diğer mikroplara karşı direncini meydana getiren T. Lenfositleri tahrib ettiği için,kişi zaman içerisinde mikroplara karşı direncini kaybeder,başka bir insanın üç günde atlatacağı bir hastalık,T. Lenfositleri aids virüsü tarafından tahrib edilmiş bir insanda rahatlıkla ölüm getirir ve asıl ölüm sebebi virüsün kendisinden değil immün sistemi baskılanmış,mikroplara karşı bağışıklama sistemi kaybolmuş insanların bir noktada mikroplara yenik düşmesindendir.”

  1. Lenfositleri konusunda ise:”Lenfositler 20 binin üzerindeki şifreleri belirler ve vücut yapımı şifrelerin dışında olan mikropları rahatlıkla bulup,tahrib edip öldürürler. T. Lenfositler aids virüsü tarafından tahrib edildiğinde artık vücut savunma mekanizmasını kaybeder. Burada şunu söylemek mümkün:Bir insan 20 bin nüfuslu bir kasabada olsa,100 sene boyunca kasabada bulunan 20 bin kişiyi gördüğünde hemen tanıyacak seviyeye gelemez. Ama Allah’ın (CC) takdirine bakınız ki,insanın vücudunda insan kanında dolaşan milyonlarca T. Lenfositlerden birisi,insan vücuduna aid 20 binin üstündeki şifreyi bilir ve 24 saat o şifreyi kontrol eder.”[2]

            Gayrı meşru ilişki ve kan yoluyla geçen bu virüs bu kadar tehlike arz etmekle beraber hava ve su gibi yerlerde de olabilmektedir. Hastalıklı uygun bir zemin bulduğunda da sür’atle çoğalmakta,kişi ve kişileri tehdit etmektedir.

            Dinin emir ve yasaklarından maksad;Din,akıl,nefis,nesil ve malın korunmasıdır. Gayrı meşru ilişkiler ise bu değerleri ortadan kaldırmaktadır.

            “Lut kavminin helâki ile ilgili bahisler 16 ayrı surede ele alınarak”[3] dikkatimiz ısrarla bu durum üzerine çekilmektedir. Ta ki ibret ve ders alına…

            -CEZA KONUSU İSE : Âyet-de:”Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara acımayınız.”[4] Böylece:”Zinaya Had cezası verilmesi belirlenmiştir. Bu,zina eden evli ise recm,yani idam,bekâr ise yüz sopa vurulması şeklindedir. Ancak livatayı bazı İslâm hukukçuları zina saymış,bazıları saymamıştır. Fakat adet edinenlere ta’zir yoluyla ölüm cezası verilebileceği görüşü vardır.”

            “İbni Abbas’dan rivayete göre,Peygamberimiz:”Her kim Lut kavminin yaptığını yaparsa,fail ve mef’ulü (aktif durumda olanı da pasif durumda olanı da) öldürün.”[5]buyurmuştur.

            “Kim de hayvanla cinsel temas da bulunursa onu ve cinsel temas da bulunduğu hayvanı öldürünüz.”[6]

            Meâlindeki hadisler,değil insanla livatayı,hayvanı cinsi obje olarak kullanmayı da ilgiliyi ölüm cezasına çarptırıcı olarak göstermektedir.”

            Kurtubi tefsirindeki bir rivayette:”Hz. Ebubekirin halifeliği zamanında,kendisinden livata yaptığı tesbit edilen bir kişiye ne ceza verileceği sorulmuş,oda ilim şurasını toplamış,Hz. Ali-nin de üyesi bulunduğu bu şurada suçlunun yakılarak öldürülmesine karar verilmiştir.”

            Yakılarak öldürülmesine karar verilmesi şimdiki tıb otoritelerince ibret-âmiz bir karar addedilmelidir. Şimdi ise kireç kuyusuna konularak imha edilmekte,yayılması engellenmeye çalışılmaktadır.

            Tüm güzellikler imanın bir neticesi olarak ortaya çıkarken,tüm kötülükler de küfrün ve sefâhetin bir neticesidir. Haya imandan,hayasızlık imansızlığın bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Putperest Lut kavmi de hayasızlıklarının neticesi olarak hem dünyada yakılarak helak edildiler,hem de cehennemde aynı akibete duçar olacaklardır.

            Hadislerde:”Günahının şer’i haddini çeken adam,ahiretteki cezadan kurtulur.”hükmüyle,”Kime ki,bu dünyada bir günah isabet edip,fakat dünyada cezasını çekerse,elbetteki Allah-u taala o abdini ahirette tekrar azaba düçâr etmekten ekremdir.”[7]

            Özetle:”Olaylar,göstermektedir ki,bizim batının modern ilim ve tekniğine muhtaç olduğumuzdan daha çok,onlar bizim manevi ve ahlaki değerlerimize muhtaçtırlar.”[8]

            “Bir santimetrenin on milyonda biri kadar küçük olan virüsler”hakkında S. Findley:”Aids tekrar be tekrar bize öyle güçlü bir ders verdi ki,biz virüslerin sırlı dünyası hakkında gerçekten çok az malumat sahibiyiz.”der.[9]

            Tayland-da heteraseksüeller (karşı cinse ilgi duyanlar) arasında hızla yayılmaktadır. Sebebi konusunda da:

            “Princeton üniversitesinden bir araştırmacının tesbitine göre,1500 Tayland-lı üzerinde yapılan bir araştırmada onların sık sık fahişelere gidip aids bakımından tehlikeli ilişkide bulundukları anlaşılmıştır.”[10]

            Ünlü fransız dergisi “Paris match” bir çok bunalımlarla beraber aidsin de altında yatan önemli faktörün altmışlı yıllarda başlayan “Dinsiz toplumlar”[11] ın oluşu olarak belirlerler.

            Bundandır ki Bediüzzaman hazretleri eserlerinde sık sık,toplumları tehdit eden iki faktörü:”Küfrü mutlak ve sefâheti mutlaka”olarak belirtir.

            Düne kadar köy enstitülerinde kız ve erkeklerin bazılarının ,bazı yerlerde beraber yatarak bizleri tehdit eden ve kötü neticeler doğuran,memleketimiz bugün;”batıdaki öğrencileri“[12] tehdit etmektedir. Bunu teyiden:

            “Amerika da ;20 yaşın altındaki kızların yüzde 68-i,erkek çocukların da yüzde 86-sı fuhuş bataklığına düşmüştür. Bunca cinsi eğitim ve tavsiyelere rağmen,bu öğrencilerin yarısından daha azı kondom kullanmaktadır.

            Her sene 3 milyon orta okul ve lise çağındaki genç,fuhuştan dolayı zührevi hastalıklara yakalanmaktadır.”

            Aids-den dolayı ölüm döşeğindeki Murti (M.E) nin söylediği duruma düşülmemelidir.:”İnsanlar artık eşinden başkasıyla temasa geçmesin. Beni örnek alsınlar ki böyle hataya düşmesinler.”[13]

            Hakim ve Beyhakiden:”Fuhşun içinde zuhur edip ilan edildiği hiçbir topluluk toktur ki,orada veba ve daha önce hiç görülmemiş hastalıklar yayılmasın.” Aids ve Herpes hastalığı gibi…[14]

            Batının bize ihraç ettiği aids ve buna benzer menfilikler bedel olarak kendisinin zevaliyle sonuçlanacağı gibi,bu ahlaksızlıkları kendilerine idhal edenler de ahlaksızlıklarının bedeli olarak bu hastalığa maruz kalmakla kalmayıp,bir çok noktada çöküş sinyallerini de vereceklerdir.”[15]

            Kayıtlı olan aids-liler büyük tehlike oluşturup korkuturken,diğer yandan kayıt dışı olanların mevcudiyetinin,fuhşun artmasıyla ortaya çıkması,bu hastalığın ancak 3-5 sene içerisinde kendisini göstermesi,batı ülkelerinden turist adıyla kimliği belirli-belirsiz herkesin gelmesi,Rusyanın dağılması ve bavul ticareti yapma adıyla ancak fuhuş yapma amacıyla memleketimize gelerek büyük tehdit oluşturan Nataşaların varlığı,bu konuda devletin yeterli tedbirleri almaması,eğitimin yetersizliğiyle beraber,fuhşa itici yolların açıklığıyla teşviki,ailelerin terbiye konusunda eksikliği ve ihmali,daha bunlar gibi bir çok nefsimizden kaynaklanan eksikliklerdir ki;bu belanın salgın ve yaygın olarak büyümesine sebeb olan zincirin halkalarından birini oluşturmaktadır.[16]

                                                                                  19-4-1996 / MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Zaman gaz.16-8-1992,5-6-1992,18-8-1992,8-4-1993.

[2] Agg.4-8-1992,9-7-1992.

[3] Aids-Fuhş ve Kur’an-ı Kerim ışığında korunma.Doç. A. Coşkun.42,bak.zaman gaz.9-7-1992.

[4] Nur.3.

[5] Ebu Davud . Hudud.29.

[6] Age.30.

[7] Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A. Badıllı.sh.314.

[8] Aids-F. ve K.K.I.Korunma.age.20.

[9] Zaman gaz.21-8-1992.

[10] Agg.21-8-1992.

[11] Türkiye gaz.24-3-1993.

[12] Zaman.3-6-1992.

[13] Zaman.3-6-1992.

[14] Bak. Evrendeki Mu’cize. H. Nurbaki.sh.50, Münziri. Et-Terğib vet Terhib. 4 / 64.

[15] Zaman gaz.28-9-1992.

[16] Bak. Zafer derg.Ocak.1992.sh.12,şubat.1998.sh.10,Sur derg.Kasım.1988,Diyanet dergisi. Eylül.1991.sh.21-35.




2.RAMAZAN SENARYOLARINDAN , TÜRKÇE İBADET VE EZAN

2.RAMAZAN SENARYOLARINDAN , TÜRKÇE İBADET VE EZAN

             Senaryoların ilki 1997 Ramazanın da Fadime ve Müslim ile başlatılmıştı. Müslümanların Ramazanlarını âsûde geçirmelerine gölge düşürülmüştü.

            Artık oyun;Müslümanların manevi dünyalarından uzak durup da cephe almak değil,bizzat içlerine girerek fitne tohumları atmak ve ekmek yolu idi.

            Ve başarılı olundu… Öyle göründü ve gösterildi. Ve bir yıl içerisinde senaristler tekrar eski hallerine bir çok vebal ve nefret yüklenmiş olarak döndüler.

            Artık 1998 Ramazanına hazırdım ve dostlarıma da hazır olmalarını tenbih ediyordum. Bu Ramazanda da yeni bir senaryo ve yeni bir gündemle ortaya çıkacaktı. Ve çıkıldı da…

            Ve şimdiden de söylüyor ve teminat veriyorum ki;1999 yılında ve yine Ramazan ayında değişik bir gündemle bir meselenin çözümü için değil,çok meselelerin gündeme oturması için içerden fitne tohumları bizzat ekilmeye devam edecektir.

            Türkçe ibadet yani namaz olarak ortaya atılan daha doğrusu otoriter olan İslam âlimlerince fetvası verilen bu konunun kîl-ü kâl-leri diğer bir ifadeyle,düşünülüp bütün alternatiflerin ortaya konulup,namaz kılmamayı veya üstün körü namazı geçiştirmeyi engelleyecek bütün yöntemlerin göz önüne serilmesinden sağlıklı ibadeti yapmayı temin içindir. Yoksa ibadet yapmamak için fetva aranmamış. En takva yol tercih edilmiştir.

            Türkçe ibadet yapmaya mesned gösterilen ve İmam-ı Azam Ebu Hanifeye isnad edilen fetva ki;Namazda fatihanın “ Farsça olarak okunabileceği…”

            Zayıf ve şartlı bir kayda bağlanan İmam-ı Azamın;Fatihanın Farsça tercümesinin namazda okunacağı fetvasının imameyn olan talebelerinden İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Yusufa göre de “ Öğreninceye kadar meâlini Farsça olarak okuyabileceğini söylemişlerdir.”[1]

            İmam-ı Azamın diğer imamlara muhalif olarak vermiş olduğu bu fetvasının beş cihette hususi olduğunu söyliyen Bediüzzaman Hazretleri bunları özetle şöyle sıralar:[2]

            1- İslam memleketinden uzak başka   memleketlerde bulunanlar.

            Nitekim İslâmın Dâr-ı harbdeki uygulamasını,dar-ı İslâma teşmil edemeyiz.[3]

            Yani hapisdeki mahpusa veya İslam memleketi olmayan,müslümanların bulunmadığı küfür diyarında helâl olan bir şey haram,haram olan bir şey de helâl olurken,bir Cuma namazının farziyeti kalkarken,bu durumu İslam beldesinde ve hür olan bir insanın kendisine de uygulamaya kalkışması,İslamı yaşamanın değil yaşamamanın,inanmanın değil inanmamanın bir ifadesidir.

            Zira “ Zaruretler haramı helâl kılar.” hakikatı da bazı farzları devre dışı kılmakla,İslâmın namaz,oruç,abdest ve hac gibi bir çok ibadetlerde kolaylığını göstermek de ve Peygamberimizin “ Din kolaylıktır. Din kolaylıktır. Din kolaylıktır.” hadisini de doğrulamış olmaktadır.

            Esas olan fetva değil takva,ruhsat değil azimettir. Yani yapmama ve yapamama yolunda yol bulmak değil,en üstününü yapabilmek ve de yapmaktır.

            Nitekim Adliyede,askeriyede ve eğitimde bir kural olduğu gibi,hepsinin üzerinde olan dinde de aksi düşünülemez. Onda da en mükemmel derecede kurallar mecmuası olarak mevcuttur.

            2- Gerçek ihtiyaca binaendir. Ta ki o insan namazını terketmesin.

            3- Bir rivayette,cennet ehlinin lisanından sayılan Farisi lisanıyla tercümeye mahsustur.

            4- Fatiha ta mahsus olarak cevaz verilmiş;ta fatihayı bilmeyen namazı terketmesin.[4]

            Hadis de;” Cebrail,bana Beytin (Ka’benin)yanında,iki kerre (yani iki gün) imam oldu.” nasıl kılınacağını bütün yönleriyle talim etti.[5]

            Ve yine Hadis de:” Beni namazı kılar gördüğünüz gibi namazı kılınız.”

            Asıl olan Peygamberimizin kıldığı tarzdaki namazdır.

            Gerek ezan,gerekse de namazın;Hadisdeki uygulamanın gerekliliği ve sağlamlılığı;Hadislerinde ayetler gibi sağlamlılığını göstermekte ve onlara uyumunu da zaruri kılmaktadır.[6]

            Hz. Ebu Hüreyre den,anlatıyor:” Rasulullah (S:A:V) buyurdular ki;”Kim Fatiha-i Şerife duasını okumadan namaz kılarsa bilsin ki bu namaz nakıstır,eksiktir.”

            Ebu Hureyre ye:” Biz imamın arkasında bulunuyorsak (Ne yapalım?)”diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “ Yine de içinden oku. Zira ben Rasulullahın şöyle söylediğini işittim:

            “ Allah Taala Hazretleri (Bir Hadisi Kudside) buyurdu ki:” Ben kıraati –Kıraati yüksek sesle yapma,gizli de okuma.-[7] kulumla kendi aramda ikiye böldüm. Yarısı bana aid,yarısı da ona. Kuluma istediği verilmiştir. Kul:

            “ Elhamdulillahi Rabbil Alemin-deyince, Aziz ve Celil olan Allah “Kulum bana hamdetti.”der. “ Errahmanirrahim” deyince, Allah “ Kulum bana sena da bulundu.”der. “ Maliki yevmiddin”deyince,allah “ Kulum beni tebcil ve taziz etti.”der. “ İyyake Na’budu ve iyyake Nestain”deyince,Allah” Bu,benimle kulum arasında bir (Taahhüttür.) Kuluma istediğini verdim.”der. “ İhdinassıratel Müstakim. Sıratellezine En’amte Aleyhim. Ğayril mağdubi aleyhim veleddallin.” dediği zaman:” Bu da kulumundur,kuluma istediği verilmiştir.”buyurur.[8]

            Namazda okunacak olan âyetlerin Kur’an-dan olması gerekir. Meâl ve tefsirler beşerin sözleridir ki,bunu birde bütün mevcut diller için genellediğimizde;Kur’an hangisidir? Hangisiyle kılınacaktır? Yoksa hepsiyle mi?

            Evet,Kur’an hem lafzıyla hem de mânasıyla kur’an-dır. Beşerin karihası ve sözleriyle değil. Bizzat Cebrâil Kur’an-ı Arapça olarak indirmiş,Kur’an-da da öyle buyurulmuştur.[9]

                                                                                                                                         MEHMET ÖZÇELİK        

[1] İslam Ansiklopedisi TDV. 12 / 255.

[2] Bkn.Mektubat.B.S.Nursi.Sh.420.

[3] İslam Ans.age. 8 536,541.

[4] Bkn. Haşiyetü Reddül Muhtar ala ed-Dürrül Muhtar.Şerhu Tenvirul Ebsar. (Arapça) Muhammed Emin.İbni Abidin. 1 / 483.

[5] İslam Tarihi.Mekke Devri.M.Asım Köksal. 5 / 186-188,Sahih-i Buhari muhtasarı.Tecrid-i Sarih Tercümesi.M.Uğur,M.C.Sofuoğlu.2/461.

[6] Bkn.Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları.A.Badıllı.Sh.238,Hadis İlmi.1.Bölüm,İslam Ans.age.15/27-64,12/38-42.

[7] Vela Techer bi Salatike vela Tuhafit biha..İsra.110.

[8] Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan.8/404.

[9] Yusuf.2.




Ş E R İ A T V E D E M O K R A S İ

Ş E R İ A T     V E       D E M O K R A S İ

             Yüzlerce katlı bir binanın önüne,yıkılmaya her an maruz kalabilecek tek katlı bir binanın yanındaki durumu gülünç olacaktır.

            Biri göklerde gezerken,diğeri yerlerde sürünmektedir.

            Bu misal gibi şeriatın yanında da demokrasinin durumu böyledir.

            Demokrasi;insanın sınırlı olan aklının bir mahsulüdür. Şeriat ise;ilahi kaynaklı bir kanunlar mecmuasıdır.

            Demokrasi eğer bir faziletler mecmuası idiyse,bundan önce neredeydi? Evvelden bu kanun yok idi,yeni türedi…

            O halde belli bir zaman sonra özelliğini yitirecek demektir. Demokrasi; şümullü, kapsamlı ve de evrensel değildir.

            Şeriat ise;İslam dini gibi,hatta insanlarında ötesinde cinlerin ve tüm canlı ve nesnelerin hukukunu ihtiva edip,cihan-şümul bir özellik taşır. İlahi boyutludur.

            Nasıl ki;ilimlerin son noktayı belirlemeyip,belirleyemeyip bir sonrakine bir basamak olabiliyorsa,demokrasi de ancak öyle olabilir.

            Şeriat ise;ilahi adalet esaslarını gösterdiğinden ,her şeyin son noktasını belirler. Kesin olan hüküm ve neticeyi söyler.

            Şöyle bir temsil getirecek olursak;Dağ köyünden büyük bir şehre gelen bir insan,belirli tepe ve aşamaları aşması gerekecektir. Bu şahıs,yol olmadığından bir müddet yayan,ondan sonra bulabildiği imkanlar çerçevesinde merkebe binecek,kamyona,bir taksi ve otobüse binerek hedefe varacaktır. Bu bugün uçakla da olabilir,füzeyle de…

            Ortaya konulan;yöntem olarak uygulanan tüm sistem ve kanunlar yukarıda arz ettiğimiz binek misalidir.

            Şeriat ise;zamana göre değişen bir binek olmayıp,zamanlar üstü,son model bir uygulama sistemidir.

            Demokrasi ;istibdada göre veya tek şef döneminde uygulamalara göre,eğer fertlerin katlımı,görüş belirtmelerinden ibaret olarak,ata göre bu taksi taşıtı elbette daha iyidir. Ancak bir füze ile kıyaslanmayacak derecede arada büyük fark ve üstünlük vardır.

            Şeriatla her asırdaki dünyayı idare edebilirken;demokrasiyle,bir asırda,bir dönemde,bir kısım belli insanları,bir ilçe bazındaki bir idare sistemi olabilir.

            Demokrasi;köprüden geçerken atınızı başka bir atla,bindiğiniz atınızla değiştirmekten ibarettir. Ya oda yorulursa? Böylece at değiştirme olayı bitmeyecek,ilâ nihâye devam edecektir.

            Demokrasiyi tüm devletlerde,inançlarıyla,örf,adet gibi bir çok özellikleriyle farklılık arz eden toplumlarda uygulayamayız. Tam ve gerçek bir idareyi,kapsamlı bir şekilde uygulayamazsınız.

            Ancak şeriat;inançları ve tüm özellikleriyle farklı olan her asırdaki,her tabakadaki milletleri rahat ve huzur içerisinde yönetebilirsiniz. Yediden yetmişe herkesi memnun edebilirsiniz.

            Şeriat;adaletin,hakkın ve hikmetin ta kendisidir. Şeriattaki bu gerçeği demokrasi de aramak demek,sonsuz damlayı bir damlaya sığdırmak,sonsuzu sonu ile sonlandırmaya çalışmak,kısaca;yaratıcı ve onun iradesini insanınkiyle kıyaslamaya ve ölçmeye çalışmak gibi bir hezeyandır.

            Şöyle bunalımlı bir asırda insanlara,yorulan ve tükenen bir binek değil,zaman be zaman değiştirilmeye çalışılan ve çalışılacak olan demokrasi gibi bir kanun değil,ilel ebed insanlığı emniyet ve selametle götürecek olan,insanı yaratıp onu şeriat ile proğramlayan ilâhi esaslar olacaktır.

            Beşerin kanunları beşer gibi doğar,yaşar ve belli bir zaman sonra ölür.

            Evet,insanların kanunları insanların ömürleri kadardır. Tıpkı Rusya-daki durum gibi ki;o kadar istibdat ve baskıya rağmen kurucusunun ömrü kadar sürmüş,netice de bir çokları gibi oda yıkılmıştır.

            Demokrasi biraz da kemere benzer. Baskılı ve tek şefli dönemlerde bu kemerin bir tane deliğinden fazla deliği bulunmazken,demokraside kemer ve kayışlara bir delik daha açılmış,iki tane deliği bulunmakta veya delik açma ümidi ile yaşanmaktadır.

            Ancak vücut sürekli büyümekte ve gelişmektedir. Kemer ise aynı kemerdir. Değişen pek o kadar farklı bir şey yoktur.

            Demokrasiyi göğe çıkaranlar,onu bir uç nokta kabul edip,diğerlerini altta görerek değerlendirmektedirler. Yani üstekine ya bakmamakta veya onunla kıyaslama yoluna gitmeyip,gidememektedirler. Ancak bir istibdatla kıyaslandığında tercih edilebilir. Benzerlerine takdim edilebilir.

            Demokraside keyfi uygulama söz konusu iken;şeriatta doğrudan doğruya,Kur’an ve İslâmiyette bulunan hakikatların –daha önce olduğu gibi- hayata yansıtılması ve uygulanmasıdır.

            Böylece demokrasiyle bu milletin biraz daha eğleştirilmesi,geciktirilmesi ve geçiştirilmesini sağlamak üzere yorulan atı bir diğer atla değiştirmedir.

 

                                                                                                                      9-3-1996

                                                                                                          MEHMET ÖZÇELİK

           




İSLÂM HUKUKU

İ S L Â M             H U K U K U

(Not:İçindekiler”sonda)

            Allah’ın indinde hak haktır,küçüğüne ve büyüğüne bakılmaz. Tüm meselelere bu açıdan bakılmış ve değerlendirilmiştir. Kuvvetlinin haklılığı değil,haklının kuvvetliliği esas alınmıştır. Allah’ın Hak isminin tahakkukuna ve yerleştirilmesine çalışılmıştır. Öyle ki; “Doğmamış çocuğun yani ceninin bile hakkı vardır. Mirası sabit tutulur.,düşmesine sebep olan hayattaki bir insanın ki gibi diyet öder.”[1]

            İnsanın sadece hayatta kaldığı dönemle değil,belki;doğumdan önceki dönemden,ölümünden sonraya kadar ki tüm dönemleri kapsar. Yani,anne karnında hayat bulmasından itibaren hukuk başlar. Böylece ;”Allah’ın dinine mensub herhangi bir kişiyle alakalı bir şey olsunda,Allah’ın kitabı Kur’an-da,bunun çözümüne dair bir delil bulunmamış olsun.”[2]

            Aleyh-de ve leh-deki tüm tasarruflar onun için câridir. Ona zarar vermek de aleyh-de hükmü câri kıldığı gibi,miras-dan istifadede de leh-de hüküm geçerlidir.[3]

            “Kanunlar elbiseler gibi olmalı,hizmetine girmesi istenen kimselere uygun olmalı.”[4]

            “Kanunların bittiği yerde zulüm başlar.”[5]

            Zira” Kuvvet Kanunda olmalı,yoksa zulüm tevzi olmuş olur.”[6]yayılır.

            İslâmiyet Edille-i Şer’iyye ile yani Kitap,Sünnet,İcma ve Kıyas ile,hayatta meydana gelecek bütün meselelerin çözümüne ışık tutmuştur. Nitekim Âyette:”Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[7]

            Bu külli özelliğiyle de diğer dinlerin hukuku üzerinde müessir olmuştur.[8]

            Ölçüyü de şu şekilde koymuştur. Peygamberimiz Muaz bin Cebeli Yemendeki Cened-e kadı olarak gönderip ne ile hükmedeceğini sorduğunda:”Kitabullah,Sünneti Rasulillah ve Kendi içtihadım”demiştir.[9]

            İslamiyet bütün asırların hukukunu cem etmiş,ileriye dönük bir düzeydedir. bundan dolayı getirdiği hükümler ya yeni hükümlerdir veya geçmiş-de olanları alarak ta’dil ettiği hükümlerdir. (Kölelik gibi)[10]

            Davud Peygamber zamanında sürü sahibi birisinin ekinlere zarar vermesi üzerine Hz. Davud şu fetvayı verir:” Tahrib edilen ekinin kıymetinin,sürülerin kıymetine denk gelmesinden dolayı sürülerin tarla sahibine verilmesi…Hz. Süleyman ise;Ekin tarlası sürü sahiplerine verilip onu eski haline getirinceye kadar tarlanın bakımını üstlenmeli,bu süre içerisinde de sürüdeki hayvanların sütünden,yününden ve kuzularından tarla sahibi istifade etmelidir.

            Hz. Davud oğlunun bu kararını kendisininkinden daha uygun bulup,kendi görüşünden vazgeçer.[11]

            İslam hukukunun ve Kur’an-ın diğer dinlerden ve hukuklardan farkı:” Eski zaman peygamberleri,ümmetlerine Kur’an gibi izahat vermediklerinin sebebi;o devirler beşeriyetin bedeviyet ve tufûliyet devirleri olmasıdır.;ibtida-i derslerde izah az olur.”[12] ve “ Başka dinlerin icmallerine mukabil İslâmiyet’de tam izahat verilmiş.”[13] Yani” Dünya üzerinde mevcut üç hukuk branşı olan İslâm,Roma ve İngiliz”[14] hukuklarının en şümullüsü,bir çok hususiyet açısından farklı ve imtiyazlı olanı şüphesiz İslâm hukukudur.

            Kur’an:” Diğer dinlerle de münasebet esasını gözetmiş ve ihtimam göstermiştir.”[15]

            Şer’i esasların uygulanmasında (mesela hırsızlık gibi)müslim ve gayri müslim fark etmemektedir. ancak Zımmiler kendi dinlerine göre bir suç işledikleri zaman cezalandırılmalarının patrikler hahambaşılara terk edilmektedir. Para cezalarında da müslümanlara uygulananın yarısı uygulanır. İşte İslâmın âdilane hukuku.[16]

            Zimmiler için geçerli olmayan zorlama;İslâm dinini kabul eden kimse için ;”Dinin icabını yerine getirmeğe mecburdur ve bunun için dinen zorlanır. Mesela-ileride de ifade edeceğimiz üzere- Namaz kılmayan kimsenin –Şafii mezhebine göre tevbe etmezse-cezası idamdır. Hanefi mezhebine göre hapistir. Oruç tutmayan kimse her iki mezhebe göre hapsedilir. içki içen kimseye ceza olarak seksen değnek vurulur.”[17]

            Bu uygulamasıyla;”İhmal,kayırma ve hukukun geciktirilmesini zulüm saymıştır.”[18]

            İslâm hukukunu ağır gören Yahudi ve Hristiyanlar kendilerinde bulunan önceki hukuklarını düşünseler acaba nasıl değerlendirirler. Mesela onlardaki hukukta:

            “ Elli vakit namaz kılmak,mallarının dörtte birini vergi vermek,pislik bulaşan elbiseyi kesmek,vatanlarından sürülüp çıkarılmak,bir çok konuda hemen idam cezası uygulanmak,tevbe etmek için intihar ile yükümlü olmak,bir isyan üzerine hemen ceza verilmek,herhangi bir hata meydana gelirse,helal olan yiyeceklerden bazıları yasak kılınmak gibi hükümler vardı..”[19]

            İslâm hukuku Allah ve Rasulüne bildirildiği hükümlerle tesis edilmiştir. Bir Roma hukukundan alınma değildir. Zira”Roma hukuku laik bir hukuktur. Hukuk kitapları,ilgili kanunlara göre eşhas,eşya ve kaza şeklinde bölümlere ayrılmıştır.

            İslâm hukuku dini bir hukuktur. İbadet,muamelat ve ukubat taksimi de bu karakteri açıkça ortaya koymaktadır.”[20]

            Beşerin hukukunda ise;”Beşer için bir ömrü tabii olduğu gibi,yaptığı kanunlar içinde bir ömrü tabii vardır;onun nihayeti olduğu gibi,bununda nihayeti vardır.”[21]

            Bundan dolayıdır ki;”Evet,nev’i beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki,ruhun manen terakkisini,vicdanın tekamülünü,akıl ve fikrin inkişaf ve terakkisini telkih eden,yani aşılayan,şeriatlardır;vücut veren,tekliftir;hayat veren,Peygamberlerin gönderilmesidir;ilham eden dinlerdir.”[22]

            Çünkü şeriat kanun şeklinde “Külli bir akıl”[23]dır.

            Sava Paşa der:”Hukukçu geçinen bazı asrilerin öteden beri ağızlarında geveledikleri gibi,bende İslâm hukukunun muamelata dair kısmının Roma hukukundan alındığını zannederdim. Fakat sonra İslâm hukukunun kaynakları üzerinde uzun müddet yaptığım ilmi araştırmalar ve derin incelemeler sonucunda gördüm ki,bu büyük hukuk sisteminin Roma hukukundan intikal ettiği hakkındaki mütalaa,çok zayıf bir esasa dayanmakta ve gerçek olmaktan ziyade hayal bulunmaktadır.”[24]der.

            Kur’an-da bulunan hükümler:

            a)Aile,şahıs ve miras münasebetleri ile ilgili olmak üzere yetmiş ayet,  

            b)Borçlara ve eşya hukukuna aid yetmiş ayet,

            c)Muhakeme usulüne dair on ayet,

            d)Ceza hukukunu ilgilendiren otuz ayet,

            e)Esas teşkilat sahasını düzenleyen on ayet,

            f)Devletler umumi ve hususi hukuku ile alakalı yirmi beş ayet,

            g)Maliye ile ilgili on ayet tesbit edilmiştir.”[25]  

            Ve bu Ahkâm ayetlerinin 500 kadar olup“Muhakkik alimler,nesih edilenlerin 5-6 kadar olduğu kanaatındadırlar.[26]

            İslâm her yönüyle insan hak ve hukukunu gözetmiş,insanlara zulmetmeyi menetmiştir. Hadis-i Kudsi-de:” Kullarıma işkence yapmayınız.” Nitekim Peygamber Efendimiz de İslâmdan önce yapılan zulümlere engel olmak üzere kurulan cemiyete dahil olmuştur. Şöyle ki; İslâmdan önce Mekke’de Cürhüm kabilesinden üç Fazıl adındaki kişinin haksızlıklara karşı durmak maksadıyla yemin ederek kurdukları –Fazılların Yemini-adıyla kurulan –Hılful Fudul-cemiyeti. Tarihe karışıp, daha sonra tekrar kurulan bu cemiyete iştirak edenler arasında Peygamberimiz de vardır. Bunun hakkında:” Eğer bir kimse tarafından bu gün bile öyle bir cemiyetin kuruluşu için davet edilsem,davete hemen icabet ederim.”buyurur.[27]

            Bir de eski hukuklarda uygulanan uygulamalarda;”Suç işleyenin ailesi,hatta kabilesi de ceza görürlerdi. Eski Roma ve Atina da vatan hainlerinin çocukları da idam cezasına çarptırılırdı. Bu uygulama anlayışı,Batı medeniyetinde 18. asra kadar devam etmiştir. Fransız ihtilal hükümeti,18. asrın sonuna doğru hala aynı anlayışı uygulama halinde idi.”[28]

            Oysa İslâmiyet-de:”Bir adamın cinayeti ile başkaları mesul olmaz. Hem,bir masum rızası olmadan,bütün insanlara da feda edilmez. Kendi ihtiyarı ile,kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakarlık bir şehadettir ki,o başka meseledir diye,hakiki adaleti beşeriyeyi te’sis ediyor.”[29] Yani:”hiçbir günahkar diğerinin günah yükünü çekmez.”[30]

            “Kur’an-ın düsturları,kanunları ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup,ölüme mahkum değildir. Gençtir,kuvvetlidir.”[31]

            Bediüzzaman Hazretleri Tanin baş yazarı Hüseyin Cahit ve dolayısıyla onun gibi düşünenlere verdiği cevap-da:”….Dünya yüzündeki dinler arasında münhasıran İslâmiyettir ki,kendi mensubları için,hayatın iki safhasında da hükümleri ebedi kıstaslar koymuştur. Münakehât,muamelat ve ukûbatın ihtiva ettiği esaslar haricinde,bir insanın dünya üzerindeki hayat safhasına giren hangi mevzular kalıyor. Bunu hiç düşündünüz mü? Emin olunuz ki yoktur.

            Yalnız yapılacak olan,akıl ve irfanın yolu ve nuru ile,içtihadın vazifesinin yalnız, mahsus olmayan hususata münhasır olmayıp,örf ve adata da müstenid olan,ahkamı mahsusa da dahi,içtihadın vazifesini müdrik olmaktır.

            Ey Hüseyin Cahid Bey! Zatı aliniz,bu şekilde zamanın tagayyürü halinde ahkamın tebeddülü esasını kabul edebilmek cesaretini ve dur-endişliğini göstermiş zihniyet önünde,sadece şükran ve hayranlık hissetmeden nasıl oluyor da,başka dinlerin çaresizlik içinde tutmaya çalıştıkları bedbaht istinad-gahlar üzerinde dolaşıyorsunuz. Bunu izah edebilir misiniz?

            Edemezsiniz,çünkü,sizlerin en büyük hatanız,bizimle hiçbir maddi-manevi münasebeti olmayan menbaları,bizim için kabili tatbik kabul etmeniz,yaşadığımız zamana da bu esasata göre boyanmış renkli camlarla bakmış olmanızdır.”[32] Boyalı kanun…

            Burada olduğu gibi;İslam devletlerindeki ve batının şeriat deyince soğuk ve uzak durup,ya sükut,ya da tenkidin sebebi tıpkı İslâmın zuhuru zamanında;”Mekke hükümetinin (Müslümanlara) bu sert tepkisinin sebebi,devletini tehlikede görmesinden ileri geliyordu. Çünkü Hazret-i Muhammed-in (SAM)tebliğ ettikleri kabul edilse,Mekke devletini idare eden ve insanlar tarafından yapılmış olan kanunların yerini ilahi kanunlar alacaktı ki bu,onların işine gelmiyordu. Zira Hazreti Muhammed (SAM),onların devletinin meşru görüp teşvik ettiği içkiyi,fuhuşu,kumarı,v.s-yi yasaklayacaktı kendi kuracağı devlette…”[33]

            Türklerin hukuk tarihine baktığımızda görürüz ki;”Türkler İslâmiyeti kabul ettikten sonra İslâmı,bir din,bir hukuk sistemi ve hayat tarzı olarak benimsemişlerdir. bu sebeble İslâm hukuku,ahalisinin hemen hemen tümü İslâmiyeti kabul etmiş olan Türk devletlerinde Türk hukuku olarak kabul edilmiştir.”[34]

            İslâmı ve İslâm hukukunu ilk benimseyen Türk devleti Karahanlılar.”dır. “940-1926 yılları arasındaki 986 yıllık dönem için İslam hukuku,bütün müslüman Türklerin hukuk sistemi haline gelmiştir.”[35]

            Türkler bunu Hilafet ile,tüm İslâm alemini İslâmın hukuk şemsiyesi altında toplayarak yapmıştır. “ Osmanlı padişahları,Yavuz Selim’den itibaren hem Sultan ve hem de halifedirler,yani İslâm aleminin reisidirler. Saltanat itibariyle 30 milyonu idare ediyorsa,hilafet itibariyle 300 milyona başkanlık etmektedir. Saltanat kanadını sadaret,hilafet kanadını ise Şeyhul-İslâmlık temsil etmektedir.”[36] ve halifenin görevleri de belirlenmiştir.[37]

            İslâm hukuku ideal manada ilk olarak Peygamber Efendimiz ve dört halife döneminde uygulanmıştır. “Gerçekten Raşid halifeler,hem bir halife hem de dindar bir cumhur-reisi idiler. İslâm hukukunun anladığı manada ideal devlet,sadece raşid halifeler zamanında görülmüştür. Daha sonra zikredilen vasıfları taşıyan ideal bir devlet görülmemiştir. ancak ideal olmasa da Abbasiler,Selçuklular ve Osmanlılarda birer İslâmi devlettirler….

            Osmanlı padişahları olmak üzere,bütün müslüman Türk sultanları,Şer’i şerif denilen hukuk ile kayıtlıdır ve asıl hakimiyet sahibi olan Allah’a ve onun kanunlarına karşı manen de olsa sorumludurlar.”[38]

            Osmanlının 119 maddelik kanunu esasisinin maddelerinden hukuk ile ilgili olarak:”Sekizinci madde=Devlet-i Osmaniye tabiiyyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhebden olur ise olsun bilâ- istisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve iza’a edilir.

            On birinci madde=Devleti Osmaniyenin dini, dini islâmdır. Bu esası vikaye ile beraber asayiş-i halkı ve adab-ı umumiyeyi ihlal etmemek şartiyle memaliki Osmaniyede ma’ruf olan bil-cümle edyanın serbesti-i icrası cemaatı muhtelifeye verilmiş olan imtiyazatı mezhebiyenin ki-mekan cereyanı devletin taht-ı himayetindedir.

            On beşinci madde=Emri tedris serbesttir. Muayyen olan kanuna tebaiyyet şartıle her Osmanlı umumi ve hususi tedrise mezundur.

            On altıncı madde=Bilcümle mektebler devletin tahtı nezaretindedir. tebaa-i Osmaniyenin terbiyesi bir siyak-ı ittihad ve intizam üzere olmak için iktiza eden esbaba teşebbüs olunacak ve milel-i muhtelifenin umur-i i’tikadiyelerine müteallik olan usul-i talimiyeye halel getirilmeyecektir.

            Yirmi üçüncü madde= Yapılacak usul-i muhakeme kanunu hükmünce hiç kimse kanunen mensub olduğu mahkemeden başka bir mahkemeye gitmeye icbar olunamaz.

            Yirmi altıncı madde= işkence ve sair her nevi eziyet kat’iyyen ve külliyen memnudur.

            Seksen üçüncü madde= herkes huzuru mahkemede hukukunu muhafaza için lüzum gördüğü vesait-i meşruayı istimal edebilir.

            Seksen altıncı madde= Mahkemeler her türlü müdahelattan azadedir.

            Doksan birinci madde= Umur-ı mesaiyede hukuku ammeyi vikayeye memur müdde-i umumiler bulunacak ve bunların vezaif ve derecatı kanun ile tayin kılınacaktır.”[39]

            İslâm tarihinde genel hak ve görevleri tesbit eden 622 yılında 47 maddelik ilk yazılı anayasa Hz. peygambere atfedilen Medine Site devleti anayasasıdır.[40]

            “Medine vesikası,Hristiyan,yahudi ve müslümanlara kendi hukuklarını uygulamayı getiren bir sözleşme mahiyetindedir.”,

            “İslâm hukukunda insanlar mensub oldukları dinlerine göre birbirlerinden tefrik olunurlar. Vatan ve millet mefhumları yerine aynı dinin tabiileri demek olan ümmet tabiri esas alınır.”[41]

            Zamanımızda büyük çapta ihtiyacı hissedilen İslam anayasası konusunda 21-24-Ocak-1951 yılında Karaçi’de seyyid Süleyman Nedvi başkanlığında içlerinde büyük İslâm alimi Mevdudi’nin de bulunduğu 31 üyenin İslâm Anayasası ile ilgili tesbit ettikleri prensipler şöyle belirlenmiştir:

            “1)Hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’a aittir.  

            2)Kanunlar,Kur’an ve sünnete dayanmalıdır,bu iki kaynağa muhalif kanunlar yapılamaz.

            3)Devlet;ülke,dil ve soy gibi beşeri esaslar üzerine değil,İslâmın getirdiği ilahi esaslar üzerine kaimdir.

               4)Kitap ve sünnetin emir ve yasaklarını icra;marufu emir ve münkeri nehiy temel esastır.

               5)İslâm kardeşliğini tercih etmek,devletin en önemli görevidir.

               6)Devlet,sınıf ve din farkı gözetmeksizin,zaruri ihtiyaçlarını temin edemeyenlere yardım elini uzatmakla mükelleftir.

               7)Vatandaşlar,fırsat eşitliğine sahiptir ve bütün hak ve hürriyetlerden eşit olarak istifade ederler.

               8)İslâmın müsaade ettiği istisna-i haller dışında,söz konusu haklara tecavüz edilemez ve cezalandırmada da şahsilik prensibi esas alınır.

               9)Meşruiyeti kabul edilen bütün mezheb müntesibleri,mezheb hürriyetinden tam olarak istifade ederler.

            10)Gayr-i müslimler,din ve vicdan hürriyetine sahiptirler;ahval-i şahsiye konusunda isterlerse kendi hukuklarını tatbik edebilirler.

            11)Gayr-i müslimlerle yapılan zimmet andlaşmasına devlet riayet etmekle mükelleftir;7. maddedeki haklardan bunlarda istifade ederler.

            12)Devlet reisinin müslüman,erkek ve diğer aranan şartlara haiz birisi olması gerekir.

            13)Devleti yürütme gücünün başı devlet reisidir;ancak yetkilerinin bir kısmını fertlere yahut kurullara devredebilir.

            14)Devlet reisi,devleti şura usulüne uygun olarak idare etmekle mükelleftir.

            15)Devlet reisi,anayasayı ilga edemez ve istibdad yoluna baş vuramaz.

            16)Devlet başkanını seçme hakkına sahib olanlar,azletme hakkına da sahiptirler.

            17)Devlet reisi,medeni haklar açısından diğer vatandaşlar gibidir;kanun dışına çıkamaz.

            18)Devlet ricali de dahil olmak üzere bütün vatandaşlar için tek kanun vardır;bunları da sadece mahkemeler tatbik eder.

            19)Yargı (kaza) bağımsızdır.

            20)Devlet nizamına aykırı olan,fuhuş ve anarşiyi teşvik eden ve dini tahkir eden yayınlara müsaade edilemez.

            21)Ülkenin vilayet ve eyaletleri,devletin idari üniteleridir;kabile,dil ve soya dayalı ünitelere müsaade edilemez.

            22)Anayasanın hiçbir hükmü,Kur’an ve Sünnete aykırı olarak tefsir edilemez.”[42]

           

           

İSLÂM HUKUKU HAKKINDA BATILILARIN GÖRÜŞLERİ

 

            Evet,garb uleması ve feylesofları itiraf ve ikrar etmişler ki;

            “İslâmiyetin kanunları,yüksek bir tarzda alemin islahına kâfidir.”

            Hem,Külliyet-ül Hukuk kongresinin cemiyetinde,bütün hukukiyyunun toplandığı o kongrede 1927 senesinde onun reisi feylesof üstad Shebel demiş ki;”Muhammedin (SAM) beşeriyete intisabıyla bütün beşeriyet muhakkak iftihar eder. Çünki;o zat ümmi olmasıyla beraber,on üç asır evvel öyle bir şeriat getirmiş ki;biz Avrupalılar iki bin sene sonra onun kıymetine ve hakikatına yetişsek,en mesut,en saadetli oluruz.”

            Bernard Shaw’da:”Din-i Muhammedinin (SAM) en yüksek makamı takdire çıkmasının sebebi;gayet acib ve sağlam bir hayatı temin etmesidir. Bana açılan budur ki;O din;tek,yekta,emsalsiz bir dini ferid olup,bütün muhtelif ayrı ayrı hayatın etvarlarını ve çeşitlerini hazmettiriyor. Yani;islah ve istihale tarzında tasfiye ve terakki ettiriyor. Hem Muhammedin (SAM)dini öyle bir dindir ki,insanın ayrı ayrı bütün milletlerini kendine celb edebilir. Ben görüyorum ve itikad ediyorum ki;beşere vacibdir ki desin:”Muhammed (SAM),insaniyetin halaskarıdır. Ve halaskarlık namı,O’na verilmek lazımdır.” Hem diyor:            “Ben itikad ediyorum ki;Muhammedin misli,yani sîretinde,tarzında bir adam şimdiki yeni aleme reis olsa,hükmetse;bu yeni alemin müşkilâtını halledip,bu yeni karmakarışık alemde müsalemeti umumiyeye ve saadeti hayatın husulüne sebeb olacak. Evet,bu yeni alemin müsalemet ve saadeti hayatiyeye ne kadar şedid ihtiyacı var olduğunu her kes anlar.”[43]

            Meşhur şarkiyatçı Corci Zeydan –Medeniyeti İslâmiye Tarihi- adlı eserinde İslam ve batı hukukunu mukayese yaptığı mesajdır:”İslâmiyet devlet şekline girdiği zaman,müslümanların emirleri (idarecileri,devlet başkanları) ve diğer hükümet reisleri,şahsi haller ve medeni muameleler bakımından halk arasından meydana gelen ihtilafları fasletmek ve memleketin intizamını temin etmek için kanunlar koymaya mecbur olmuşlar. Ve bu hususta Kur’an-ı Kerim ile Hadis-i Şeriflere müracaat etmişlerdir. Onlar,Kur’an ve Sünnet-den çıkardıkları hükümlerden meydana gelen bir kanunla memleketi nizama koymuşlar ve halkın üzerindeki hakimiyetlerini tahkim etmişlerdir.

            Yunanlılar-kısa bir müddetten başka- sair zamanlarda büyük bir devlet teşkil edemediklerinden,kanunlar ile idari,adli ve devlete aid nizamlar koyma hususunda pek ehemmiyetli bir gayret göstermemişler ve fikri faaliyetlerini felsefeye ve teferruata ait şeylere sarf etmişlerdir.

            Romalılara gelince,Arapların memleketlerinin genişlemiş olduğu gibi-bunlarında memleketleri genişlemiş olduğundan ve hakimiyetleri her tarafa yayılmış bulunduğundan,şan ve şöhret sahibi olmuşlar ve kanunlar,nizamlar koymaya mecbur kalmışlardır.

            Bununla beraber, Romalılarda kanunlar ve nizamlar,ancak,bu devletin kuruluşundan birkaç asır sonra,533 senesinde,meşhur kanun koyucusu Jüstinyen zamanında tekemmül edebilmişti.

            Bu kanunlar ve nizamlarda,Latin,Sebins ve Roma’ya tabi olan diğer kavimlerin,zamanın geçmesiyle bir araya gelen ve tevali eden bir takım adet ve inançlarından ibaret idi. Tedricen toplanan bu adetler ve inançlar,Jüstinyen’in zamanında bir kanun olmuştu.

            Müslümanlar ise,kanuni hükümlerini Kur’an-ı Kerim ile Hadis-i Şeriflerden iktibas etmişlerdir.

            Müslümanların-İslâmiyetin zuhurundan itibaren- gerek Kur’an-ı Kerimi,gerekse Hadis-i Şerifleri hıfz ve taallüme ne kadar ehemmiyet verdiklerini daha evvel göstermiş idik. Bundan dolayıdır ki,İslâmiyetin ortaya çıkışından itibaren,iki-üç asır geçmeden,İslâmi kanunlar ve nizamlar,tekâmül mertebesine ulaşmış ve fıkıh ilmi vücuda gelmiştir.

            Fıkıh,dünyanın en yüksek kanuni hükümlerini cami’dir. Müslümanlar nasıl bir şekilde dinlerini tesis ve neşretmişlerse;bunda da öyle bir sür’ate muvaffak olmuşlardı.”[44]

            “1937 senesinde,Lahey’de,ikinci defa olarak toplanan bir hukuk konferansında davetli olarak Cami’ul Ezher’den iki İslâm alimi katılmış ve şu iki meselede mütalaada bulunmuşlardır:

            1)İslâm hukukuna göre,medeni ve cina-i mesuliyetler.

            2)İslâm hukuku ile Roma hukuku arasında bir alaka bulunup bulunmadığı ve “İslâm hukukunun yüksekliği ve toplum hayatını en mükemmel bir şekilde mütekeffil bulunduğu” hakkındaki mütalaaları,bu konferansa katılan Avrupalı temsilcilerinin tamamının takdirlerini kazanmış ve bunun sonucu olarak bu konferansa katılan bütün delegeler,oy birliği ile aşağıdaki maddeleri karar altına almışlardır:

            1)İslâm hukuku(İslâm şeriatı),umumi hukukun (Mukayeseli hukukun) kaynaklarından biridir.         

2)İslâm hukuku canlıdır,tekamüle sâliktir.

3)İslâm hukuku bizatihi kaimdir,başkalarından alınmış değildir.

4)İslâm hukukunda mesuliyet bahsi, (Bu konferansa sunulan birinci konu) konferansın siciline Arapça ile tescil edilecektir. Bu durum,kendisine müracaat edilmek üzere hazırlanan ilmi mecmuada da nazara alınacaktır.

5)Arapça,bu konferansta istimal edilecek ve gelecek devrelerde de buna devam edilmesi tavsiye olunacaktır.”[45]

“Fazilet odur ki düşmanlar dahi onu tasdik etsin.”

Konu ile ilgili ayetlerde:”Gerçekten Allah size,emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitici,her şeyi görücüdür.”[46]

“Hayır;Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümde içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu)tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”[47]

“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik;hainlerden taraf olma!”[48]

“Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliyet idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre,hükümranlığı Allah’dan daha güzel kim vardır?”[49]

“Biz,içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde Tevrat’ı indirdik. Kendilerini (Allah’a) vermiş peygamberler onunla,yahudilere hükmederlerdi. Allah’ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zahidler ve bilginlerde (onunla hükmederlerdi.) Hepsi ona (hak olduğuna) şahitlerdi. (Ey yahudiler ve hakimler) insanlardan korkmayın,benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse (onu tasdik etmezse) işte onlar kafirlerin ta kendileridir.”

“Tevrat’ta onlara şöyle yazdık:Cana can,göze göz,buruna burun,kulağa kulak,dişe diş (karşılık ve cezadır.) Yaralarda kısastır. (Her yaralama misli ile cezalandırılır.) Kim bunu (Kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.”[50]

(Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmetmeyenlere üç noktadan bakılmış:O’nu inkâr manası taşıdığı için “Kâfir”; Allah’ın hükmü adalet,onu zıddı zulüm olduğundan “Zâlim”denilmiştir. 47. âyette ise Allah’ın emrinden çıkış manası göz önüne alınarak “Fâsık “denilecektir.”

“İncil sahipleri,onun içinde Allah’ın indirdiği (hükümler)ile hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.”[51]

“Sonra şöyle dedi:Ey oğullarım! (Mısır’a) hepiniz bir kapıdan girmeyin,ayrı ayrı kapılardan girin. ama Allah’tan (gelecek)hiçbir şeyi sizden savamam. Çünkü hüküm Allah’dan başkasının değildir. Onun için ben yalnız O’na dayandım. Dayananlar yalnız O’na dayansınlar.”[52]

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasulüne davet edildiklerinde ‘İşittik ve itaat ettik’ demek,sadece mü’minlerin söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.”[53]

“Sonra seni din konusunda bir şeriat (ve düzen)sahibi kıldık. sen ona uyabilmeyenlerin isteklerine uyma.”[54]

 

ALLAH ‘ IN   ADALETİ

 

İslâmın adaleti Rasulullahın adaleti,Rasulullahın adaleti Kur’an-ın adaleti,Kur’an-ın adaleti Allah’ın adaletidir. Allah’ın adaletinden yüz çevirip bigane kalmak zulmü ve rezaleti davet etmektir. Allah mutlak âdildir. Hukukta her kese eşit muameleyi,zulmü terk etmeyi emreder.

Adaleti Allah hesabına yapıp,nefis karışmamalı. Zira nefis karışırsa adalet edeyim derken zulmeder. Zalim ve katil olur. Nitekim:”Bir zaman bir hakim,bir hırsızın elini kestiği vakit eseri hiddet gösterdiği için,ona dikkat eden adil amiri onu o vazifeden azletmiş. Çünkü;şeriat namına,kanunu ilahi hesabına kesse idi,nefsi ona acıyacak idi ve kalbi hiddet etmeyip,fakat merhamet de etmeyecek bir tarzda kesecekti. Demek nefsine o hükümden bir hisse çıkardığı için adaletle iş görmemiştir.”[55]

“Beraâtı zimmet asıldır.”,İmkânat vukuat yerinde değerlendirilemez. İnsanlar yorumlara göre cezalandırılamaz,cürmü meşhud yerinde değerlendirilemezler.

Hz. Ali’nin bir yahudiyle,Fatih’in bir yahudi mimarıyla suçlu sandalyesinde sorguya çekilmesi,seçkinle avamın adalet karşısında eşit olması hep İslâmın birer şeref tablolarındandır.[56]

Allah adaleti emreder,[57]adaletle hükmeder.[58]

Peygamber Efendimiz Amr İbnul As’a:” Şayet sen, bütün aklı selimini kullanmak suretiyle adaleti tahakkuk ettirebilirsen on sevab (veya iki ecir)mükafatına nail olursun;şayet yanılacak olursan,bu halde bile bir sadaka sevabını (içtihad ecri olarak) elde edersin.”buyurur.[59]

“Delil göstermek,talebte bulunan yani iddia eden tarafa ve yemin ise kendini müdafaa eden davalıya düşer.”(Buhari)

Şüphelerle hadlerin uygulanmayacağını Peygamberimiz bildirmiştir.[60]

Peygamber Efendimiz vefatına yakın mescide gelerek:” Şayet ben herhangi birinizin sırtına vurmuş isem işte kısas için sırtım;şayet ben herhangi birinize hakarette bulunmuş isem öç almak için işte benim şeref ve haysiyetim,şayet ben herhangi birinizin malını almış isem işte benim mallarım.”ve “yemin ederim ki,kızım Fatıma’da hırsızlık etse ona da Haddi-yani hırsızlık cezasını- uygularım.”buyurarak adaletin müşahhas örneğini hayatı,malı ve evladıyla göstermiş olmaktadır.[61]

Yine Hadis’de:”Tıp ilmini bilmeksizin bir hastayı tedavi edecek kimse mes’ul tutulacaktır.”[62]

Hz. Ömer Mısır valisinin oğlunun kendisini at yarışında geçen Mısır’lı bir Kıpti’yi “ sen bir asilzadeyi nasıl geçersin.”diye dövmesi üzerine cezayı uygular ve şöyle der:”Analarının hür doğurduğu insanları siz ne zamandan beri köle yerine koydunuz.”[63]

İslâmiyetçe hukuki olarak insan her yönüyle korunmuştur.

Adalet timsali Hz. Ömer Abdullah bin Kays’a gönderdiği mektubta şöyle der:”Bismillahirrahmanirrahim,Mü’minlerin emiri ve Allah’ın kulu Ömer’den Abdullah bin Kays’a. Kaza,muhkem farz ve uyulan sünnettir. Şunu bil ki sana bir dava getirildiği zaman tatbiki mümkün olmayan delillerin faydası olmaz. insanlara karşı şahsi münasebetlerinde ve adaletinde eşit muamele yap ki,kuvvetli senin nüfuzundan korksun,zayıf da adaletine sığınsın. Delil göstermek davacıya aittir. İnkar edene yemin etmek düşer.

Bununla beraber,müslümanlar arasında barış yapmak da caizdir. Ancak helalı haram,haramı da helal kılan sulh kötüdür. Bir dava da hüküm verdikten sonra bu hükmün yanlışlığına kanaat getirdiğinde doğruya dönmekte tereddüt etme. Çünkü asıl olan doğruya dönmektir ve bu esas yanlış da devam etmekten daha hayırlıdır. Kur’an ve Sünnet de açık bir hüküm bulamadığın hallerde hüküm vermekte zorluk çekersen önce buna benzer davalar ve örnekler ara ve hali hazırdaki dava ile aralarındaki ortak yanları tesbit et. Ondan sonra Kur’an ve hakka en yakın olduğunu umduğun fikre itimat et ve buna özellikle dikkat et. Hak iddia edenler,bunu isbatlayabilmeleri için delil getirebilecekleri bir mühlet tanı. Bu süre içinde delil getirebilirse lehte,aksi takdirde aleyhte hüküm vermen gerçeğe daha yakın ve şüpheden daha uzak olur.

Müslümanlar,hukuki meselelerde birbirlerine lehte ve aleyhte şahitlik edip,adaletin tecelli etmesine yardımcı olmalıdırlar. ancak sabıkalı olanlar,yalancı şahitliği veya iftirası sabit olanlar ve soyu bilinmeyenler,bu iş için makbul kişiler sayılmazlar. Çünkü Allah,insanların vicdanlarında olanları bilir,şahitlik ve yemin gibi tamamen vicdani faktörlerle adaletin tecellisini sağlar.

Davalara bakarken telaşa,çığırtkanlığa ve tarafların haysiyetini kırıcı davranışlara asla müsaade etme. Çünkü adaletin yerini bulması için sükunet ve ciddiyet şarttır. Hakkın tecelli etmesi ise ilahi adaletin itibar kazanmasına sebeb olur. Bir müslümanın niyeti iyi ise Allah,onun insanlarla olan münasebetlerini islah eder. Ama içi başka dışı başka olursa,Allah ona musibet verir. Bu durumda hakimin görevi Allah’ın rızık ve rahmet hazinelerinin kulları arasında adaletle dağıtılmasını sağlamaktır. Vesselam.”[64]

Hz. Ebubekir’in de Filistine hareket edecek olan komutan Üsâme’ye verdiği talimat da:”Ey insanlar durun! size on tavsiyem var,onları unutmayın: Emanete hıyanet etmeyin,aldatmayın,itimadı kırmayın,kulak-burun kesmeyin,küçük çocukları,ihtiyar erkekleri ve kadınları öldürmeyin. Hurma ağacını,meyve veren ağacı kesmeyin,yakmayın. Gıda için olmadıkça keçi,öküz,deve boğazlamayın. Belki bir manastırda inzivaya çekilmiş insanlara yakın geçersiniz,onları kendi hallerine bırakın. Belki size çeşitli nimetlerden yemekler getiren insanlara rast gelirsiniz,birinden sonra ötekini yediğiniz zaman onların üzerine Allah’ın ismini zikredin ve insanlara rast geleceksiniz ki onların saçlarının biçimi tepelerinin üstünde şeytan yuva yapmış gibi görünür ve tepelerinin üstünde sarığa benzer bir şeyler vardır,onları kılınçlarınızla delin. Allah’ın adıyla yürüyün,Allah sizi mızrak ve taunla mükafatlandırsın.”

Diğer tebliğinde:”Size Allah’tan korkmanızı emrederim. İtaatsizlik etmeyin,hile yapmayın,korkaklık göstermeyin,kiliseleri tahrib etmeyin,hurma ağaçlarını suya boğmayın, ekinleri yakmayın,hayvanlara eza etmeyin,meyva ağaçlarını kesmeyin, ihtiyarları, çocukları, kadınları öldürmeyin.”[65]

 

Ş E R İ A T

 

Hadisde:”Aranızda,Allahın kitabıyla,yani ‘Allahın hükmü ile’ hükmet.”[66]

– Ömer İbnu’l-Hattâb (radıyallahu anh)’dan rivayet edilir ki, şöyle buyurmuştur; “Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere terk edildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (Âyet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.)

– Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: Ebu Cehil mel’un, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e: “Biz seni yalanlamıyoruz, biz senin getirdiğin şeriatı tekzib ediyoruz” dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu ayeti inzal buyurdu: “(Ey Muhammed!) Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz, doğrusu onlar, seni yalancı saymıyorlar, fakat zalimler Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlar. Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımcımız gelene kadar yalanlamalarına ve sıkıştırılmalarına katlandılar…” [67]  

            Cenâb-ı hakkın iki tarzda kanunu vardır:Biri,tabiata koymuş olduğu kanunlar ki bunlar;yer çekimi,ateşin yakma ve suyun kaldırma kanunu gibi kanunlar olup,kainatın ve dünyamızın denge ve düzeni ancak bunların olması ve devamı iledir. Dünyamıza konulan kanunları bir anlık çekmek her şeyin herc-ü merc ve alt-üst olması için yeterli sebeb olur.

            İkincisi ise;insanların şahsi,ailevi,içtima-i yani dünyevi hayatlarının temin ve tanzimi için,ahiret hayatlarının da saadetleri için Allah tarafından vazedilip konulan dinin kanunlarıdır ki,buna da dini terim olarak Şeriat denmektedir.

            Birincisi yani dünyanın ve kainatın dengesi için konulan kanunlar ne derece zaruri ve lüzumlu ise,insanların hayatlarını tanzim eden ikincisi de ondan daha zaruri ve lüzumludur. Zira şeriat her iki hayatın teminatıdır.

            Şeriat;Cenâb-ı hakkın kulları için vazetmiş olduğu dini,dünyevi ahkamın heyeti mecmuasıdır (bütünüdür.)[68]

            “Şeriatın nazarı ise,evvela ve bizzat saadeti uhreviyeye bakar. İkinci derecede ahirete vesile olmak,dolayısıyla-dünyanın saadetine nazar eder.”[69]

            “Şeriat tabiatın tecavüzatına sed çekmekle onu tadil edip nefsi emmareyi terbiye eder.”[70]

            Yani bazı duygularına had konulmayan insanın hareketleri şeriatça tanzim edilir. Nitekim:”İnsandaki kuvve-i şeheviyye (istek,şehvet duygusu),kuvve-i gadabiyye (kızma duygusu),kuvve-i akliyye(düşünme duygusu),sani’ tarafından tahdid edilmediğinden ve insanın cüz-i ihtiyarisiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından,muamelata zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için,cemaatı insaniye,çalışmalarının semerelerini mübadele etmekle adalete muhtaçtır. Lakin her ferdin aklı,adaleti idrakten aciz olduğundan,külli bir akla ihtiyaç vardır ki,fertler,o külli akıldan istifade etsinler. Öyle bir külli akılda ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun,ancak şeriattır.”[71]

            Şeriatın uygulanmasındaki en önemli nokta;şâri’i hakiki yani o şeriat hükümlerini koyan Allah’ı düşündürmektir.[72]

            Ezelden gelip ebede giden[73] ve sebebi saadetimiz bulunan şeriatın alemde tecellisiyle hakiki terakki mümkün olur.

            İslâmın getirdiği hükümlerin diğer hükümlerden farkı ise:”Kur’an,bütün kütüb-ü salifenin güzelliklerini cem etmiş olduğundan,usulde muaddil ve mükemmildir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnız,zaman ve mekanın tagayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan Füruat kısmında müessistir. Bunda akli ve mantiki olmayan bir cihet yoktur. evet,mevasimi erbaada giyecek,yiyecek ve sair ilaçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi,bir şahsın yaşayış devrelerinde talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik,hikmet ve maslahatın iktizası üzerine,ömrü beşerin mertebelerine göre ahkam-ı fer’iyyede tebeddül vardır. Çünkü,fer’i hükümlerden biri,bir zamanda maslahat iken,diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilaç,bir şahsa deva iken şahsı âhere da’ (hastalık)olur. Bu sırdandır ki Kur’an,fer’i hükümlerden bir kısmını neshetmiştir. Yani,vakitleri bitti,nöbet başka hükümlere geldi,diye hükmetmiştir.”[74]

            “Rasulullah (SAM) Efendimizin getirdiği şeriat nesih kabul etmez.. Çünkü o,kendinden evvel gelen ümmetlerin getirdiğini câmi’dir. Hepsini eksiksiz getirdi. ve lüzumu olmayanları da kaldırdı.

            Ayrıca kendine has bir özelliği de vardır ki o,başkalarında yoktur.

            Sonra o,sekizinci semadan,yani,kürsünün bulunduğu kattan nazil oldu. Zira orası tam ve sabit bir makamdır ve zatı ilahi ile kaimdir. Hiçbir halde değişmez.

            İşbu gerekçe iledir ki:Rasulullah (SAM) Efendimizin getirdiği şeriat nesih,yani değişme kabul etmez. Ama diğerleri böyle değildir…Değişirler…şimdiki halleri gibi..”[75]

            Cenâb-ı Hakkın kainata ve dünyamıza koymuş olduğu kanunlar milyonlarca ve milyarlarca yıl geçtiği halde hala tazeliğini korumuş ve eskimemiştir. O zamanda yakan ateş bugünde yakmakta,o zamanki yer çekimi şimdi de çekmekte,ve bunun gibi bütün kanunlar kıyamete kadar da devam edecektir. Kur’an ve ondaki kanun kıyamete kadar bâkidir.

            “Ezmanın tagayyüriyle ahkâmın tagayyürü inkar olunamaz.” Yani,nas ile sabit olmayan ve ahkâmı külliyeden bulunmayan bir kısım cüz-i hükümler,zamanın değişmesiyle değişebilir. Yoksa kat’i naslar ile sabit olan veya zulüm ve i’tisaf gibi memnuiyeti ahkâmı umumiyeden bulunan şeylerde zamanın tagayyürü müessir olamaz.”[76]

            Zaruret gibi durumlar ki onlarda şeriatça belirlenmiş olup;akıl,mal,din,can ve ırz gibi beş esasta yok edici durumlarda geçerlidir.

            Âdem (AS) zamanında gelen bir din veya suhuf ve kitabı kıyamete kadar devam edecek olsa idi;insanlarda bir monotomluk,bir ülfet,bir ilgisizlik,bir gelişmeme durumu olacaktı. Birde bütün asrın insanları aynı kapasitede,aynı kabiliyet ve ilerleme içerisinde olmadığından dinler farklılık arz etmişlerdir. Mevsimlere göre giysi ve ilaçların farklılığı gibi. Ancak bunlar da temelde bir olup sadece füruât da farklılık arz etmektedirler. Mesela:”Eski şeriatlarda,ezcümle Hz. Süleymanın şeriatında timsal bile caizdi,yasak değildi.”[77]

            Ancak”İslâm şeriatı ise,geçmiş de insanları putperestliğe kadar götüren,fayda yerine zarar getiren bu müsaadeyi kaldırmış,canlıların suretlerini yapanları lanetlemiş,onların ahiret te en ağır azaba uğrayacaklarını haber vermiş.”[78]

            Bediüzzaman bu konuda:”Sanemperestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi,sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men’eder. Medeniyet ise,suretleri kendi mehasininden sayıp Kur’an-a muaraza etmek istemiş. Halbuki:Gölgeli gölgesiz suretler,ya bir zulmü mütehaccir veya bir riya-yı mütecessid veya bir hevesi mütecessimdir ki,beşeri zulme ve riyaya ve hevâya,hevesi kamçılayıp teşvik eder………Öyle de:ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverâne bakmak,derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar,tahrib eder.”[79]

            Hâli âlem bu hükmü tasdik etmektedir.

            Ve yine İslâmda emredilmeyip sadece müsaade edilmiş olan teaddüdü zevcat yani dört kadınla evlenme[80] meselesi Hristiyanlıkta yani Hz. İsa bir erkeğin 10 kızla evlenmesini mümkün görmektedir.[81] Hz.Davud’un doksan dokuz hatuna,Hz.Süleyman’ın yetmiş hatuna sahib olması o zamana ait bir hükümdü.[82]

Kitab-ı Mukaddesin,Tevrat’ın bir çok yerinde Şeriat ifadesine rastlamaktayız. Özellikle Tevrat’da”Musa’nın üçüncü kitabı”olan –Levililer-bölümü ve bundan sonrakiler “Çeşitli şer’i hususlar ve tarihi haberlerden”[83]bahsetmektedir.

Âyet’de:”Sizden her birisi için bir şeriat,bir açık yol yaptık.”[84]

“Her milletin şeriatı kendi zamanında has bulunmuştur. Şeriatı İslâmiyenin salif (geçmiş) şeriatları nasih olduğu (hükmünü ortadan,yürürlükten kaldırdığı)hakkında da icma vardır.” [85] 

“Mevrid-i nasda içtihada mesağ yoktur.” Yani;”Hakkında şâri’i mübinin nassı (hükmü) mevcut olan bir meselede artık içtihad zaid ve o nassın hılafına hüküm batıldır.”[86]

“Şer’i hükümlerden biri,diğerine tercih edilip hüküm tercih edilen delile göre verilebilir.”[87]

“İlahi hükümleri yerine getiren peygamber şeriatının hakimleri,mübarek dinin direkleridir.”[88] Onun yıkılması dinin diğer esaslarının da yıkılmasına sebeb olur.

Gizli olan umura,şeriat emarelere,zahire göre hükmeder. Bu hükme göre bir mesele hakkında peygamber hükmetse zahire göre o hüküm geçerlidir. Gerekirse hüküm verdiği sahibini affettirir. ancak bir de işin batını vardır ki,her şeyin faş edilip açıldığı ahiret gününde Cenab-ı hakkın da vereceği bir hüküm vardır ki,bu hüküm Allah’a aid bir hükümdür. Hakikat ortaya çıktığından bu hükümle insanlar muameleye tabi tutulurlar.

Yani şeriatın uygulanmasında bir ameli salih’de varır.” Ameli salih,maddi-manevi hukuku ibada tecavüz etmemekle,hukukullahı bihakkın ifa etmekten ibarettir.”[89]

Bu konuda Bediüzzaman şöyle der:“Din yalnız iman değil,belki ameli salih dahi dinin ikinci cüz’üdür. Acaba katl,zina,sirkat,kumar,şarab gibi hayat-ı içtimaiyyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işleyenleri onlardan men’etmek için yalnız hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kafi gelir mi? O halde;her hanede,belki herkesin yanında daima bir polis,bir hafiye bulunmak lazım gelir ki,serkeş nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler.

İşte Risale-i nur,amel-i salih noktasında,iman canibinden,herkesin başında her vakit bir manevi yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ı ilahiyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.”[90]

İşte şeriat bu mana ve temeli te’sis eder ve de etmektedir.

Böylece “Şeriat,doğrudan doğruya,gölgesiz,perdesiz,sırr-ı ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında hitab-ı ilahinin neticesidir.”[91]

Bediüzzaman maksadını açıklarken:”En büyük maksadım,şeriatın ahkamını tamamen icra ve tatbiktir.”””Terakkimiz,ancak,milliyetimiz olan İslâmiyetin terakkisiyle ve hakaik-i şeriatın tecellisiyledir.”[92]

“Şeriat-ı ğarra da daima icma ve re’yi cumhur,medar-ı fetva olduğu gibi,şimdi de fevza-i ara (fikirde anarşi) için,böyle bir faysala,lüzum-u kat’i vardır.”[93]

Akla düşünme özelliği veren şeriat koyduğu hükümlerle de caydırıcılığını kuvvetlendirmektedir.

“Ahkam-ı şer’iyyeyi tatbik ve tanzim ve icra etmek ve hürriyet-i fikirden neş’et eden manevi anarşiliği kaldırmak için gayet lazımdır ki;ulema-i muhakkikinden bir hey’et-i aliye bulunsun ki,o hey’et umumun emniyetine mazhariyetleriyle ve cumhur-u ulemanın onlara itimadiyle ümmet için bir nevi zımni kefalet ve dava vekili hükmünde olmaları cihetinde icma-ı ümmet hüccetinin sırrına mazhar oluyorlar. O vakit içtihadın neticesi o icma’ ile şer’an düstur olabilir. ve icma’ın tasdik ve sikkesiyle umuma şamil oluyor.”[94]

Zira ;”Şeriatı Muhammedinin (Aleyhissalatu vesselam) muhafazası da itaat iledir.”[95]

“Hürriyet ve meşrutiyet şeriatsız olamaz.”[96]

“Şeriata muhalefet su-i ahlakı netice vermektedir.”[97]

“Evet milleti İslâmiyenin sebeb-i saadeti yalnız yalnız hakaik-i İslamiye ile olabilir. ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadeti dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zir-ü zeber olur. Ahlaksızlık,pis hasletler galebe eder. İş yalancıların,dalkavukların elinde kalır. Size bu hakikatı isbat edecek binler hüccetten bir küçük nümune olarak bu hikayeyi nazar-ı dikkatinize gösteriyorum:

Bir zaman bir adam,bir sahrada,bedeviler içinde ehli hakikat bir zatın evine misafir olur. bakıyor ki,onlar mallarının muhafazasına ehemmiyet vermiyorlar. Hatta ev sahibi evinin köşesinde paraları oralarda açıkta bırakmış. Misafir,hane sahibine dedi:

-Hırsızlıktan korkmuyor musunuz,böyle malınızı köşeye atmışsınız?

Hane sahibi dedi:”Bizde hırsızlık olmaz.”

Misafir dedi:”Biz paralarımızı kasalarımıza koyduğumuz ve kilitlediğimiz halde çok defalar hırsızlık oluyor.”

Hane sahibi demiş:”Biz emri ilahi namına ve adalet-i şer’iyye hesabına hırsızın elini kesiyoruz.”

Misafir dedi:”Öyle ise çoğunuzun bir eli olmamak lazım gelir.”

Hane sahibi dedi:”Ben elli yaşına girdim,bütün ömrümde bir tek el kesildiğini gördüm.”

Misafir taaccüb etti,dedi ki:”Memleketimizde her gün elli adamı hırsızlık ettikleri için hapse sokuyoruz. Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar te’siri olmuyor.”

Hane sahibi dedi:”siz büyük bir hakikatten ve acib ve kuvvetli bir sırdan gaflet etmişsiniz,terk etmişsiniz. onun için adaletin hakikatını kaybediyorsunuz. Maslahat-ı beşeriye yerine adalet perdesi altında garazlar,zalimane ve tarafgirâne cereyanlar müdahele eder,hükümlerin tesirini kırar.”O hakikatın sırrı budur:

Bizde bir hırsız elini başkasının malına uzattığı dakikada hadd-i şer’inin icrasını tahattur eder. Arş-ı ilahiden nazil olan emir hatırına gelir. İmanın hassası ile,kalbin kulağı ile,kelam-ı ezeliden gelen ve”hırsız elinin idamına”hükmeden;”Hırsızlık eden erkek ve kadının,yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah!tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.”[98] Âyetini hissedip işitir gibi iman ve itikadı heyecana ve hissiyat-ı ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafından,vicdanın derin yerlerinden,o sirkat meyelanına hücum gibi bir halet-i ruhiye hasıl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelan parçalanır,çekilir. git gide o meyelan bütün bütün kesilir. Çünki yalnız vehim ve fikir değil,belki manevi kuvveleri –akıl,kalb ve vicdan- birden o hisse,o hevese hücum eder. Hadd-i şer’iyi tahattur ile ulvi zecr ve vicdani bir yasakçı o hissin karşısına çıkar,susturur.

Evet iman kalb de,kafada daimi bir manevi yasakçı bıraktığından fena meyelanlar histen,nefisten çıktıkça’yasaktır’der tard eder,kaçırır.”[99]

“Demek hakiki adalet ve te’sirli ceza odur ki:Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa te’siri yüzden bire iner.”[100]

“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa,maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak;anarşilere,ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silah edecekler..”[101]

Her şeyde ölçü iki şey olmalıdır:1)Şeriata uygunluluk.

2)İhlas.[102]

“Dünya için din feda olunmaz. gebermiş istibdadı muhafaza için,vaktiyle mesail-i şeriat rüşvet verilirdi.”[103]

Her bir insanın hakkı haktır,hiçbir hakka dahi feda edilemez,küçüğüne büyüğüne bakılmaz. “Nasıl ki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan,seninle beraber dokuz masum ile bir cani var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın,ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini,semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta bir tek masum,dokuz cani olsa;yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.”[104]

Âyette:“Doğrusu Allah,ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.”[105]

“Çünkü Allah,kıyamet gününde,ihtilaf etmekte olduğunuz konulara dair aranızda hüküm verecektir.”[106] Ahiret her şeyin faş olduğu bir yerdir.

Bunu te’yiden:”(Ey Muhammed!)Hakkında azab hükmü gerçekleşmiş kimseyi sen mi kurtaracaksın?”[107]Çünkü karar verilmiştir.

Kıl kadar haksızlık etmeyen Allah,[108]en doğru sözlü olandır.[109]

İslam hukukundaki bir çok ana konular Bakara suresinde zikredilmektedir.

Kur’an-ı Kerim-de”Aile hukukuna ait 70 ayet,Medeni hukuka ait 70;Ceza hukukuna ait 30;Muhakeme usulüne ait yaklaşık 13; Anayasa hukukuna ait yaklaşık 10 ayet;Devletler hukukuna ait yaklaşık 25;İktisadi ve mali hükümlere ait ise yaklaşık 10 kadar ayet bulunmak ta..”[110]olduğu ifade edilir.

Kur’an-da gerçek üstünlüğün Takva’ da[111],İnsanların Âdem’den,[112]Veda hutbesinde ve de ayet’ de Âdem’in toprakta olduğu belirtilir.[113]

Hadis’ de; İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler.”[114]buyurulmaktadır.

Buna binaendir ki İslâm hukukunda,insan olmaları yönüyle esirlere İslâm öncesindeki muamelelerden farklı olarak iyi muamele edilir. erkek ve kadın esirler korunurdu.[115]

Mısır’da kurulan “Kölemenler Devleti”İslâm aleminde kölelerin devlet bile olup kurduklarını göstermiştir. Buda 2 asır boyunca devam etmiştir.

İslâm hukuku itibarıyla hüre uygulanan ceza;köleye uygulanmaz. Köleliği göz önünde bulundurularak hafifletilir.

Hadis’ de:”Dostum Cibril bana,köleye yumuşak muamele tavsiye etti,zannettim ki,onun hür olacağı bir zamanı tayin edecek.”

Yahya ibni Said anlatıyor:”Halife Ömer bin Abdulaziz beni,Afrikadaki zekâtı toplamak için gönderdi. Zekâtı topladım,kendilerine dağıtmak için fakirleri davet ettim. Zekâtı kabul eden fakir bulamadım. Çünkü,Ömer bin Abdulaziz,insanları zenginleştirmişti. Bunun üzerine köleler satın aldım,sonra da onları âzad ettim.”[116]

Şeriat Kur’an-de hadd ve sınırlar olarak da zikredilir.[117]

Osmanlılarda ilk defa şer’i usulün tatbiki ikinci padişah sultan Osman zamanında olmuştur. “Kadılar yetiştirecek kaynak bulunmadığından kadı’lar Anadolu,İran,Suriye ve Mısır gibi yerlerden getirilmiştir. I. Murad’ın molla Fahreddin Acemi’yi 130 akçe maaş ile ilk defa fetva görevine tayin etmiştir.”[118]

İlk defa İslâmiyetle çıkan hukuk,[119] Selçuklularda Askeri,mali,şer’i,hukuki ve idari olmak üzere beş kısma ayrılmış,[120] Moğol istilasından sonra (1258) İslam hukuku sistematik olarak,kısaca ve yazılan eserlerden özetleme suretiyle birer hukuk el kitabı haline getirilmiştir.”[121]

Ve yine”Ulül emrin birinci yetkisi,mevcut şer’i hükümleri,uygulamada kolaylık olsun diye,derleyerek kanun haline getirebilmesidir. Zülkadir oğulları döneminde hazırlanan kanunnamelerin çoğu maddeleri,bu manada bir düzenlemedir. Zira hırsızlık,içki içme,yol kesme ve benzeri had suçlarının şer’i hükümlerini kanun maddeleri haline getirmiştir. Osmanlı hukukundaki mecelle ve hukuku aile kanunnamesi de,bu gruba misal olarak verilebilir.”[122]

“Osmanlılarda ahkam-ı şer’iyye ve Kavanin-i örfiyye tabirlerine birlikte rastlamaktayız. Hiçbir şekilde örfi hükümler şer’i hukuka aykırı düşmemiştir.”[123]

“Bizzat bu şer’i hukuk şeriatın belirttiği şekilde Osmanlı devlet teşkilatının kanunnamesinde yer almış,bizzat zina,katl,içki içme,hırsızlık ve iftira gibi suçların cezaları belirlenmiş ve teşvik edici yollar engellenmiş,yasaklanmıştır.”[124]

Ahkâm-ı Şer’iyye,[125] yani dinin hükümleri en mükemmel manada halifelik mekanizmasının işletilmesiyle uygulanmıştır. Bu konuda İbnu Haldun Mukaddimesin de:”İmamet herkesi uhrevi ve sonuç olarak ona raci olan dünyevi maslahat ve menfaatlerinde şer’i görüşün gereğini yerine getirmeye sevk ve mecbur etmektedir. Çünkü şâri’in nazarında dünyevi bütün haller,ahiret menfaatlerine râcidir. Buna göre hilafet,hakikat da dinin korunması ve onun gereğince dünyanın yönetilmesi (siyaseti) hususunda şeriat sahibinin vekâleti (halifeliği) demektir.”der.[126]

Bin yıldır dinin korunması için cesurane,Hz. Ömer’in dediği gibi:”Allah’ın hukukunu muhafazada insanlardan korkmayınız. Fakat insanların hukukunu muhafazada Allah’dan korkunuz.”dediği gibi yapılmış,maddi ve manevi rahmetlere vesile olunmuştur.

Bir uygulama da:”Hazret-i Ömer’in (R.A) tahtı hükmünde,kanun-u adalet-i şer’iyyesini reddetmeyen ve ilişmeyen Yahudilere,nasaraya ilişmiyordular. Demek kabul etmemek,tasdik etmemek idarece bir suç teşkil etmiyor ki;o çeşit muhalifler ve münkirler,en kuvvetli padişahların idaresi ve siyaseti altında bulunmuşlar.”[127]

Konu ile ilgili âyette:”de ki:Rabbimiz (kıyamet günü),hepimizi bir araya toplayacak,sonra aramızda hak ile hükmedecektir. O,en adil hüküm veren,(her şeyi)hakkıyla bilendir.”[128]

Âlûsi,-Ruh-ul Meâni-sinde şöyle der:”Şer’i hükümlere aykırı olmayan usul ile amel edenleri tekfir etmek ise büyük tehlikedir.” Meşrutiyet ve meşveret de böyledir.

Âyette geçen:”Kim Allah’ın indirdiği (hükümler)ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”[129] Buradaki ‘Men lem yehkum’ifadesinden kasdedilenin ‘Men lem yusaddik’ olduğunu söyleyen Bediüzzaman,böylece küfrün ancak inkâr halinde gerçekleşmiş olacağını,uygulamamanın o kişiyi kafir etmeyeceğini belirtmiştir.

Allah âdildir zulmetmez,zulmü emretmez. Dinin hükümlerinde de zulüm aranmaz.

“Allah,hâkimler hâkimi değil midir?”[130]

 

UKÛBAT   CEZALAR

 

Ceza anlamına gelen ukûbatın İslâmi istilahca mânası ise:” insanların medeni bir düzen içinde yaşamalarını,emniyet ve asayişi temin için kurulu düzenleri,yasaları ihlal edenlerin cezalandırılmaları gerekir,(ki) bunlarda ukûbat (cezalar bahsini teşkil eder)”[131].Yani”Gâye-nin (ıslah gibi) temini esastır.”[132]

İslâm hukukuna göre ceza amelin cinsine göre tayin edilir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle:”Amel,cinsi cezadır. Ceza,cinsi ameldir.”

Hukuk insanları cezalandırmak için değil,korumak için vardır. Her hak sahibinin hakkını haksızdan almak için vardır. İlk etapta karşısındakini cezalandırmak için değildir. Bundan dolayı hukuk insanların aleyhinde değil,lehinde kullanılır. Hukuk,suç aramaz,suçsuzun hakkını korur.

İslâm ceza hukukunu tedvin ederken suçluyu cezalandırmayı ne hedef alır,ne de gaye ve amaç addeder. Amaç caydırıcılıktır. Suçun ağırlığı sırf muhatabı o işten tenfir ettirip,nefretini celb ederek,dünyada ömür boyu onun zilletini çekeceğini ve en önemlisi bunun Allah tarafından konulan bir kanun olduğunu düşündürerek manevi yönden oluşturduğu ağırlıkla da sakındırmaktır. Zira Allah’dan ve O’nun yasakladıklarından korkup kaçınmayan bir insanı hiçbir beşeri güç ve kuvvet durduramaz ve engelleyemez.

Şahit olduğum bir olay meseleye biraz ışık tutması açısından manidardır:” Hapishaneye Din dersi vermeye gidiyordum. On iki yaşında hırsızlığa başlayıp on senedir yedi kere girip çıktığı hapishaneye be sefer kendisiyle beraber üç kişiyi daha getirmişti. O gelenlerde itiraflarında arkadaşın yüzünden buraya düştüklerini söyleyip,onu kınadılar.

Uzun boylu konuştuk. meselenin vehametini ve çirkinliği üzerinde durduk. Sonuç da yapmayacaklarını da söylediler.

Haftaya tekrar geldiğimde gardiyan bunların niyetlerini bozduklarını,bir daha yapacaklarını söylemesi üzerine,onlara bunun doğru olup olmadığını sorduğumda;-Evet-deyip devamla;”Hoca! bir yer daha var,orayı da soyacağız,ondan sonra söz,bir daha yapmayacağız. İster başaralım,ister başarmayalım. diyerek geçiştirdiler.

Bu sözlerinde de samimi olmadıklarını söylediğimde ise ona da evet-,dediler. Çünkü bir kere lekelenmiş olduklarını bahane ederek…

Ancak onlar kabre kadar devam edeceklerdir. Çünkü hiçbir caydırıcılığı olmadığı gibi,cazib hali bile bulunmaktadır.

Şeriatta ceza esas olmadığı gibi:”Aleyhine bir delil bulunmadıkça sanık lehine karar verilir.” veya Hadis-de de belirtildiği gibi:”Gücünüz yettiğiniz kadar şüphelerle müslümanlardan suçların cezalarını kaldırınız.”[133]

Nitekim İslâmdan öncede Yusuf Peygambere Züleyha’nın yaptığı zina isnadında hemen cezalandırılma yoluna gidilmemiş,mantıklı bir yol aranarak:”Eğer gömleği önden yırtılmışsa,kadın doğru söylemiştir,bu ise (Yusuf) yalancılardandır.”

“Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa,kadın (Züleyha) yalan söylemiştir. bu ise doğru söyleyenlerdendir.” [134]

Toplumun huzurunu kaçırıp işlenilen suçlara bizzat Peygamberimiz zamanında Kur’an-ın tesbit ettiği şekilde ceza verilerek gelecek asırlara ışık tutulmuştur.

Hz. Ali’den rivayetle Peygamberimiz buyurur:”Mâsiyetin cezası üçtür. Geçim darlığı,sıkıntılardaki zorluk ve kişinin yiyeceğine ancak,Allah’a isyan ederek ulaşması.”[135]

Buna istinaden kendiside mâsiyetin üç halinin olduğuna değinen Gazâli,bunlardan:

1)İslâm devletinin görevi olan,ta’zir ve ceza uygulanacak olan ferdin kendine vereceği zararı engellemek;

2)Fert ve toplumun da engelleyebileceği,kullanmak üzere ferdin yanında şarab bulundurması gibi;

3)İçki içme gibi bir günahın işlenme şüphesi olan bir yerde,zan üzere ceza verilemeyeceğinden va’z ve nasihat yoluyla ikaz edilebilir.

Ancak devamlı günah işlendiği bilinen bir yer ise;mani olmak caizdir.[136]

Âyet ve Hadis’ler ışığında İslâmdan önceki işlenilen suçlar hususunda muaf tutulmuştur.”Kim İslâmın emirlerine güzelce uyarsa,İslam’dan önceki devirde yaptıklarından sorumlu tutulmaz.”[137] Aynı durum şimdi de geçerlidir.

Ceza’da ölçü hususunda ise Kur’an-ı Kerim şu ölçüyü verir:” eğer ceza verecekseniz,size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz,elbette o,sabredenler için daha hayırlıdır.”[138]

İslâm’dan önceki Türk hukukunda:”Anne ve babalarını öldürenler,çarptırıldıkları ceza ve işkence sonucu ölmese bile,işkenceden sonra Pazar başları ve benzeri umumi yerlerde katledilirler.”[139] Göktürklerde ise:”İsyan,vatana ihanet,adam öldürme,zina,bağlı atı çalmak ve ikinci defa hırsızlık yapmanın cezası idamdır.

Hafif suçların cezaları arasında,tazminatla beraber uzun süreli olmayan hafif hapis cezaları da vardır.”[140]

İslâm hukukuna göre her cezayı af yetkisi devlete verilmemiştir. devlet yetkili değildir. İslâm ceza hukukunda devletin hudud ve cinayet cezaları hakkında ne umumi nede hususi af yetkisi yoktur. Sadece Ta’zir suç ve cezalarında af yetkisi vardır.

Kısas ve diyet cezaları şahsi hak olduğundan,hak sahibinin şahsi affıyla düştüğü gibi sulh ile de düşer.”[141]

Nitekim Peygamber Efendimiz Hayber gazasında bir Yahudi kadının pişirip biryân ederek zehir kattığı bir keçiyi Peygamberimize göndermesi neticesinde acele edip bir lokma alan Bişr ibnil Bera’nın zehirin tesirinden ölmesi üzerine Peygamber Efendimiz o kadını buna mukabil öldürtmemiş;kendisi kısası uygulamayıp,Bişr’in veresesine verilmiş,onlar öldürmüşler.[142]

Tazir ise;Had olmayıp;haddin dışında bir te’dibdir.[143]

İslâm hukuku adam öldürme,zina,içki içme,iffete iftira,hırsızlık dışındaki suçların cezasını tayin etmez. Çünkü bu cezaların,zaman ve mekânı değişmesiyle değişikliğe uğraması icab eder. Teşri’ organı bu esasa göre cezaları kanuna bağlayabileceği gibi,kanun bulunmadığında hakim,zaman,yer ve şahsın durumunu göz önüne alarak cezayı takdir edecektir. İslâmın tahdid etmediği ve ulül emre bıraktığı bu cezalara “Ta’zir” ismi verilmektedir.”[144]

Ta’zir konusunda İbni Nüceym:” Dediler ki=Suç işleme anında her müslümanın müdahale hakkı vardır. Fakat suç işlenip bitirildikten sonra ona müdahale hakkı devlet başkanına geçer,halkın yetkisi sona erer.”[145]

Özetle Gazâli şu ölçüyü ortaya koyarak,bunun aşılmaması konusunda şu hükmü belirler;münkeri ortadan kaldırmak,umumun yetkisi dahilinde iken,mesela;

“Münkeri nehyederken,kullanılacak kuvvetin sınırını aşmak cinayettir. Kırılmaksızın dökülmesi kolay iken,içkiyi dökmek için kırdığı içki kabının bedeli,şer’an kırandan alınır ve tazmin etmesi gerekir. Fakat eğer kırmaktan başka bir çıkar yol bulamazsa kırması caizdir.”[146]

Namazı alenen terk edenlerle,bunda ısrar edenlerin,alenen oruç tutmayanların cezası ta’zir olarak belirlenmiştir.[147]

                Uyulacak esaslar ve kanunlar doğrultusunda ta’zir cezaları şunlardır:” 1) İdam cezası. 2)Celd (sopa )cezası. 3)Hapis cezası. 4)Sürgün cezası. 5)Teşhir yani (yalancı şahidi) ta’zir ve teşhir ederler.Hükmü ve öğüt,kınama cezaları. 6)Para cezası. 7)Kürek,pranga,bendlik ve kal’a bendlik cezaları.”[148] Bunlarla beraber “1267 tarihli ceza kanununa göre ta’zir cezası üç değnekten 79 değneğe kadar olarak gösterilmiştir.” [149]

            İlâhi hukuk gerçek hukuktur,beşeri hukuk ise;sun’i hukuktur.

            Cezaları düşüren bazı sebebler vardır ki bunlar özetle şöyledir:Suçlunun ölümü,kısas edilecek uzvun yokluğu,eşkıya ve soyguncunun ciddi tevbesi,Ta’zir cezalarında devletin,kısas ve diyet’de de mağdurun kendisi veya velisinin affıyla sulh,kısasa mirasçı olmak,kısas,diyet ve iffete iftira suç ve cezaların dışındaki diğer had cezalarında ve Hanefi hukukçularına göre Ta’zir cezalarında zaman aşımına uğrama. Zaman aşımı süresi bazılarına göre altı ay olarak belirlenirken,Ebu Hanife’ye göre,zamanın yasama organına bırakılmıştır.[150]

            Tamamen düşmanın istilası altında olan yani dar-ul harbde işlenilen bir suç veya ona verilecek ceza hususunda:”Bütün Hanefi hukukçuları ve dolayısıyla Türk hukukçuları,İslâm ülkesi dışında suç işleyen müslüman veya zimmiye (Anlaşma ile İslâm diyarında yaşaması kabul edilmiş,hayatı hıfzedilen gayr-ı müslim)[151],İslâm hukukunun öngördüğü cezaların uygulanmayacağını,zira bu cezayı uygulayacak yüksek otoritenin bulunmadığını kabul etmektedirler. Ancak uygulanmaması,yapılan fiillerin meşru hale gelmesi demek değildir.”[152]

            Zimmiler konusunda Hz. Ali:” Bizim zimmetimizi kabul etmiş bulunanların kanı bizim kanımız gibidir ve onların diyeti de bizim diyetimiz gibidir.”buyurmaktadır.

            Ayriyeten bunlardan Cizye alındığından dolayı askerlik gibi bir hizmeti de yapmazlar ve yaptırılmaz. Buda onları korumakla beraber çeşitli meslek dallarında ilerlemelerinde önemli rol oynamaktadır.

            Bir de İslâm’da,Kur’an-da cezaları belirtilen suçların haricinde;”Cezası belirtilmemiş olan her suç için hapis cezası uygulanabilir.”[153]

            Yine hadis’de belirtildiği gibi:”İmamın yanılıb ceza kesmesinden,yanılıb affetmesi bana daha sevimli gelir.”Ceza hedef değildir.

            Dünyada bu cezaların uygulanmasıyla ahiretteki durumu hakkında ise:” alimlerin çoğuna göre ise şer’i cezalar asıl olarak dünyada suçun önüne geçmek için konulmuşsa da aynı zamanda,dünyada cezasını çeken bir müslüman hakkında bir cabir olmakta,yani ahirette görmesi gereken cezayı telafi edip onun yerine de geçmiş olmaktadır. Kafir hakkında ise zecri özelliğini korumaktadır. Bir müslümana dünyada ceza uygulanırsa,bu onu ahiret azabından kurtarmaktadır.”[154]

            Büyük Hadis alimi İmam-ı Nevevi’de şöyle der:”Şeriatın zahiri hükümleri,ahirette ceza talebinin düşmesini gerektirmektedir.”[155]

            Hadis-de:” Allah,bir kere affettiği bir şeyi ahirette yeniden söz konusu etmeyecek kadar yüce ve kerimdir. Yine Allah dünyada iken cezalandırdığı bir suça karşı,ahirette tekrar azab etmeyecek kadar kerimdir.[156]

            Hadis-i Kudsi’de:” Günahkarların yalvarış-yakarışları bana,tesbih de bulunanların avazından daha sevimlidir.”[157]

            Cezaların uygulanmasındaki hikmet rahmetin celbine vesile olmaktır. Nitekim Hadis’de:”Yeryüzünde ikame edilen bir haddi şer’i,yer ehli için otuz sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır.”[158]

            Aksi durum azabın celbine vesiledir. Âyet’de:”Yahudilerden kaynaklanan bir zulüm sebebiyledir ki,helal ve hoş şeyleri onlara haram kıldık.”[159]

            Bundandır ki,Hadis’de:” İnsanoğluna bir ağaç çiziği (diken veya kamka batması veya her hangi bir musibet isabet etmesi) veya benzeri (küçük) bir şey (bile),ancak onun günahı sebebiyle isabet eder.”[160]

            Medinelilerin ölçü tartıda eksik tartmaları üzerine Peygamberimiz:” Beş şeye mukabil,beş şey vardır.”dediği ve “Beş şeye mukabil beş şey ne demektir?”denildiğinde,” Bir toplum,ahdini bozarsa,Allah onlara düşmanlarını musallat eder,Allah’ın indirdiği şeylerden başkasıyla hükmederse,o kavimde fakirlik yayılır;fuhuş yaygınlaştığı zaman,ölüm yaygınlaşır;ölçü ve tartıda noksanlaştırdıklarında,bitkiler bitmez ve onlar kıtlıkla baş başa bırakılırlar,zekâtlarını vermezlerse,yağmurları kesilir.”[161]

            Şapka ve Zünnarın küfür alameti olması,[162]onun kendisindeki özelliği olan secdeye gitmeye engel olmasıyla   beraber,benzemeyi reddetmek içindir.

            Menfiliklerin insanda kalıcı bırakmış olduğu izlerden dolayıdır ki;Peygamberimiz Peygamberlikten önce iki kere mâlâyani,bir eğlenceye katılmayı istediği halde ikisinde de uykunun bastırması üzerine uyuyup,sabahlamaya kalmasıyla,korunmuş olmaktadır.[163]

            Müsbet durum imanı arttırdığı gibi,menfi durum da küfrü,kafirin küfrünü ziyade kılmaktadır. Mesela;

            Hadis’de:”Abdestini yenileyen,sanki imanını yenilemiş gibi olur.”[164]

            Ve Ebu Cehil Bedir günü baygın ve hırlar halde iken üzerine çullanan İbni Mes’ud’a şunları söyler:” Arkadaşına (Muhammede) şunu ulaştır;hayatımda ondan daha çok öfkelendiğim-buğzettiğim hiç kimse yoktur. Şu öldüğüm anda da yine en çok öfkelendiğim odur.”bu söz üzerine Peygamberimiz de:

Benim Fir’avunum Musa’nın Fir’avunundan daha şedid. Çünkü onun firavunu (ölürken,boğulurken) “İman ettim.”dediği halde,benim ki,isyanını arttırdı.”buyurmuştur.

Ve Ebu Cehil’in isteği üzerine onun kılıncıyla İbni mes’ud onun başını koparmıştır.[165]

Doğacak Musa’yı doğdurtmamak,doğacaksa öldürmek amacıyla bütün erkek çocuklarını öldürmek Fiar’avn taktiği ve Firavn-ca bir harekettir.

  1. Asırda da gerek Deccalizm ve Süfyanizm-in,gerekse de hukuksuzluğun yöntemi de;gerek doğacak,doğmuş ve yaşayacak Mehdi ve Mehdiliği ortadan kaldırmak,insanların önünü tıkamak,saf dışı etmek için her yola baş vurmak,gayrı meşru yollara insanları sevk etmek;

Toplumda çeteleşmeyi de,mafyalaşmayı da,kanunsuzluk ve huzursuzluğu da arttıracak,çöküşü hızlandıracaktır.

Ancak bu durum bir şeyi engelleyemeyecektir;Musa ve Musa’ların doğumunu…Musa’lar Firavn-lar oldukça olacak ve doğacaktır.

            Bu durum “Çaresizlikte çare”dir. Yani uygulanan bu cezaların çaresinin ve çözümünün uygulanmasından sonra ortaya çıkması demektir. Kangren olmuş bir parmağı kesmekle bileği ve kolu,neticede tüm vücudu kurtarmak mesabesindedir.

            Hz: Ali ile Fatih Sultan Mehmet’in bir yahudi ile,Salahaddin-i Eyyubinin miskin bir Hristiyan ile[166] aynı suçlu sandalyesinde sorgulanmaları; gayr-ı müslim de olsa hakkın korunduğunu ve de asırlar boyunca ibret ve dersin oluşuyla beraber hukuktaki üstünlük sergilenmiş olmaktadır.

            Taberâni’de:”Ebu Bekir’den rivayetle:”Göktekiler ve yerdekiler bir müslümanın öldürülmesinde birlik olsalar,Allah onların hepsini de yüzüstü cehenneme atar.”

            Allah’ın Kur’an-da insanların dünyevi hayatlarının tanzimi için 550’den fazla hukuk ile ilgili ayet indirmesine karşı onunla yetinmeyip,terakki için onun hükmüne muhalif hükümler vazetmek yüceltmez,tedenni ettirir. Nitekim âyet’de:”Allah’a ve Rasulüne karşı gelenler,kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Biz apaçık ayetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azab vardır.”[167]

            Şer’i hükümlerin hikmet cihetleri:Hasra gelmeyecek dünyevi ve uhrevi bir çok hikmet ve faydaları söz konusudur. Cenâb-ı Hakkın emrettiği veya yasakladıklarında hiçbir cihetle abes yoktur. Hepsi bir ve bir çok hikmete mebnidir. Çünkü Kur’an ve içindekiler insanlık için ve onların hayatlarını tanzim etmek için indirilmiştir. Mesela o hikmet yönleri kısaca:

            “1)Kısasın meşru’iyeti,hayatı idame içindir.

            2)Haddi şürbün (içki cezasının) meşruiyeti,aklı muvakkaten olsun selbeden haram içkilerden vikaye (koruma) hikmetine mübtenidir. (dayanır)

            3)Haddi zina,haddi kazif,haddi sirkatin meşruiyetindeki hikmetlerde şahısların ve cemiyetlerin nezahetini muhafaza,şerefini vikaye,hayatını,emvalini siyânet (koruma) gibi şeylerdir.

            4)Keffâretlere gelince bunlar,ibadetle ukûbat cihetini cami bulunmaktadırlar. Bunlar günahları setrederek sevaba vesile olur. Bunlar,nefse,dine tecavüzden insanı zecr eder (sakındırır.)[168]

            Bütün bu cezalar uygulanırken elbette sağlam mesnedler veya senedlere dayandırılır. Bunların başında şahidlik gelir.”Kişilere ceza verilirken şahid olan insanlarda adalet aranır,fısk ise ona manidir. olur olmaz kişinin şehadetiyle kişiler cezalandırılmazlar.

            “Mezheb-i Hanefiyede,ehli zimmeden olan bir kafirin şehadeti makbuldür. Fakat fasık,merdudü-ş Şehadettir. Çünkü,haindir.”[169]

            Bu konuda;insanlar arasında yapılan muamelelerde iki şahit aranır veya bir erkek iki kadın şahit olarak bulundurulur.[170]

            Fasıkın şehadeti kabul edilmeyib,araştırılır.[171]

            Zina isnadında bulunanın dört şahid getirmesi gerekir,aksi takdirde seksen sopa atılır.[172]

            Eşine zina isnadında bulunan kimse ise,dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi,beşinci defa da,eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın la’netinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Ki buna İslam hukukunda “Liân” yani la’netleşme adı verilir. Kadında aynen kocası gibi yaptıktan sonra beşincide, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.[173]

            Namazı terk etmenin hükmü ise;İslâmın imandan sonra en fazla üzerinde durduğu mesele olan namazın kılınmaması halinde ahiretteki cezasının dışında dünyevi cezası vardır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle:” Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merdudtur.” Ruhlar aleminde Allah’ın Rablığını kabul edip,Allah’a söz veren insanın dünyaya gelince o sözünü yerine getirmemesi sözünden dönmek ve bir hıyanettir.

            “Tembelliğinden veya umursamazlığından dolayı kılmayanlar hakkında Hanefi’lerin görüşü:Bu kişi fasık olub,haps edilir ve namazı kılıb tevbe edinceye kadar vücudundan kan akacak şekilde dövülür. Ya tevbe edib namazını kılar yahut hapishanede ölür. Ramazan orucunu terk eden kimse de bunun gibidir. Namaz ile orucun farz olduğunu inkar etmedikçe yahut bunlardan birini hafife almadıkça…öldürülmez.

            Bu konuda anne-babanın örnek olup,çocukların namaza alışmaları[174] ve yedi yaşında onlara namazın öğretilmesi,[175] kılmamaları durumunda tatlı sert bir şekilde kılmaları sağlanmalıdır.

            Delil olarak;Hadis’de:”Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şey sebebiyle helal olur:Zina eden dul,cana karşı can,dinini terk edip cemaâtdan ayrılan kişi(mürted).

            Hanefi dışındaki imamlar ise;bir vakitte olsa,özürsüz olarak namazı terk eden kimse mürted de olduğu gibi,üç gün tevbeye çağrılır. Tevbe etmezse öldürülür.. Mâliki ve Şâfii’lere göre,ceza olarak (hadden) öldürülür,kafir olduğu için öldürülmez.”[176]

            Hadis’de:”Yedi yaşında çocuklarınıza namaz kılmayı emredin. On yaşında namaz kılmamaktan ötürü onları (hafifce) dövün ve yataklarını ayırın.”[177]

            Âyet’de:” Dinde zorlama yoktur.”[178] ifadesi kafirlere şamildir. Yoksa mü’minleri kapsamamaktadır.

            Bundan dolayı bir aile çocuğunu namaz gibi bir ibadete zorlayabilir. Faidesi ise:” Şer’an yedi yaşına gelen bir çocuğa namaz gibi farzlara peder ve valideleri onları alıştırmak için,teşvikkârâne emretmek ve on yaşına girse,şiddetle namaz kıldırmak ve alıştırmak şeriatta var. Demek”Vacib olmadığı halde,nafile neviden yedi yaşından hadd-i büluğa kadar büyükler gibi namaz kılıp oruç tutan çocuklar,mütedeyyin büyükler gibi büyük mükafatı görmek için otuz üç yaşında olacaklar”diye bir kısım tefsir bu noktayı izah etmeden umum çocuklara teşmil etmişler. Has iken âam zannedilmiş.”[179]

            İslam hukuku suç ve cezaları üç ana grupta toplar:”

            1)Had cezaları. Bunlar;iftira,hırsızlık,yol kesme,zina,içki içme ve devlete karşı yapılan isyanlar,irtidad (Bunlar hukukullahı tazammun eder.)

            2)Şahsa karşı işlenen suçlar. Kısas ve Diyet gibi.. Bunlarda hukuku ibadı tazammun eder.

            3)Ta’zir ve siyaset cezaları. Bunlar ûlül emirce tayin edilir. Buda hukuku saltanatı tazammun eder.”[180]

            Bu cezalardan amaçlanan ana gaye ise özetle:”

            1)Dinin muhafazası;mürted olanı katletmekle,

            2)Aklın muhafazası;içki ve uyuşturucu madde kullananlara had cezasının uygulanması,

            3)Nesebin muhafazası;zina suçunu işleyenlere,zina haddinin tatbiki,

            4)Malın muhafazası;hırsızlık yapanlara,hırsızlığın gereği olan had cezasının tatbiki,

            5)İnsan nefsinin vücut organlarının muhafazası ise,kısas hükümlerinin tatbiki ile mümkündür.”[181]

            Yol kesenler ise;öldürülme,asılma,sürgün,el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesidir.[182] Veya yakalanmadan önce tevbe etmeleri halinde mağfirete mazhar olmalarıdır.

            Hadislerden çıkarılan mana doğrultusunda:Cezaların uygulanması Rahmete vesile olduğu gibi,uygulanmaması azabın ve belanın celbine sebeb olmaktadır.[183]

 

H A D D L E R

 

            “Kur’an ve Sünnet’de belirlenmiş,kısas ve diyet dışındaki ceza-i müeyyideleri ifade eden fıkıh terimi”olan hadler;[184]Takdir edilen ceza olup,Allah’u Taalanın hakkıdır.[185] Bu kısas olmaz. Çünkü kısas kula aid bir haktır.[186] Ta’zir ile de farklıdır,[187]aynı değildir.

            Had’de esas Allah’ın koyduğu sınırları aşmamak,[188]aksi takdirde cehennemle beraber zillet verici bir azaba[189] dûçar olmak vardır. Maddi-manevi Allah yolunda mücahede edenlerdir ki,onlar Allah’ın hududunu korurlar.[190]

            Hadler konusunda şefaat ve engellenmesine çalışmak caiz değildir.[191]

            Âyet’de:”Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız bunlara Allah’ın dinini (tatbik) hususunda acıyacağınız tutmasın.”[192]

            Hadisde de:”Had uygulanacak kişiye şefaat ederek haddin uygulanmasını engelleyen kimse Allah’a karşı savaş açmış olur.”[193] Yani haramdır. Fidye ile de değiştirilemez.[194] Çünkü haddi şer’inin tatbiki günahın keffâretidir.[195] Tevbe etsin,etmesin.[196] Çünkü;” Hükümler,hadler günahları affeder.”[197] Yalnız yol kesicilik de tevbe şarttır.[198]

            Haddi,Peygamber Efendimiz bizzat kendileri tatbik etmişlerdir.[199]

            Peygamberimiz haddin hududunun Allah’ın hudud ve hukukunda olmadıkça hiçbir kimseye on değnekten fazla vurulmayacağını belirtir.[200]

            Mesela uygulamada:”İffetli bir mü’min için zina eden bir kadınla evlenmek nasıl uygun değilse,iffetli bir kadının da zâni ve fâsık bir erkekle evlenmesi öyle uygun değildir.”[201]

            Âyet’de:”Zina eden erkek,zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez;zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu,mü’minlere haram kılınmıştır.”[202] Dengi dengine. Ne tamamen hakkını iptal edip atma, ne de başkasının hukukunu heder etme!..

            Bu had cezaları uygulanırken bazı şartlar dahilinde tatbik edilir. Bunlar:

            “1)Hırsızlık cezasının uygulanabilmesi için çalınan malın belli vasıflarda ve miktarda olması ve korunmuş bulunması şarttır.

            2)Sarhoş edici ve uyuşturucu maddeleri kullanma suçunda –şarab dışındaki içkilerde-sarhoş olacak kadar içmiş olmak şarttır.

            3)İffete iftira suçunda iftiraya uğrayan kimsenin muhsan olması şarttır.

            4)Evlilerin zinasında uygulanan recm cezası için zina yapanın muhsan (iffetli ve evlilik içinde birleşmiş bir kimse) olması şarttır.

            5)Cana kıyma suçunda kast ve teâmüde delalet eden aletlerin ve vasıtaların kullanmış olması şarttır.

            Bu şartlar bulunmadığı takdirde had ve kısas yerine daha hafif ve ta’zir nevinden cezalar uygulanacaktır.”[203]

            Ta’zire misal olarak:” Dört şahitle zina yaptığı isbat edilemeyen suçluya,zina haddi tatbik edilmeyecektir. Ancak üç şahitle zina yaptığı isbat edilen suçlu,bütün bütün cezasızda bırakılmayacaktır.”

            İslâm hukukundaki ikinci suç ve cezalarından olan cinayet suçları ise,bunun cezası da kısas veya diyettir. Buda Kur’an ve Sünnet’de belirlenmiştir.

            Üçüncüsü ise;İlk ikisinin dışında kalıp,ûlül emir veya kadılar tarafından takdir edilen suçlardır.[204]

            Yani Ta’zir cezalarında alternatifler olup,takdir hakkı tanınmıştır.[205]

            Gayr-ı müslimin zinadan cezalandırılması hususunda ise;“İslâm hukukunda İslâm ülkesinde yaşayan gayr-ı müslimler de zina fiilini işleseler,şartları ve unsurları tamam olduğu takdirde,hadd-i zina tatbik edilir.”[206]

            İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye göre,az veya çok şarab (hamr) içmek yahut sarhoş edecek kadar içkileri kullanmak,had cezasını gerektiren bir suçdur.” Diğer İslâm hukukçuları ise hepsini aynı hükme tabi kılmışlardır.[207]

            Zorla içirilene bu ceza gerekmemektedir. “Had cezası ise,eksik ve fazla olmadan içki içene sopa ile seksen kırbaç vurmaktır.”[208] Osmanlı bunu tatbik etmiştir.

            Nitekim uyku ve bayılma hali bir eksiklik olup,bu halde iken bir kişi hukukullaha taalluk eden konularda yani zina,zina iftirası ve içkiden sorumlu olmayıp,kul hakkına taalluk eden hırsızlığın sorumluluğu kalkmaz. İkrah ve ameliyat için verilen kimsenin durumuda aynıdır.

            Yine mecnun olan bir kimse cinayetinden sorumlu olmayıp,ancak diyetini öder. Suç işlediği zaman ona had cezası tatbik edilmez.

            Böylece kul hakkıyla ilgili konularda yapılan hata,kısas gibi bedeni cezaları kaldırırken,diyet ve tazmin gibi mali olan cezaları kaldırmamaktadır.[209]

            Kasten öldürmenin dışındaki,diyeti gerektirecek durumlarda mağdur veya taraflarının diyet bedelini almalarında her hangi bir beis,haramlılık yoktur,alabilirler.[210]

            Had cezalarında;emniyetin muhafazası,nizamın tesbiti,ahlakın korunması amaçlanırken,[211] irtidad cezasıyla din muhafaza edilir. Katl ve Kazf suçuna mukabil nefis muhafaza edilir,içki cezası ile akıl korunur,zina cezasıyla nesil,hırsızlık cezasının tatbikiyle de mallar korunmuş olur.”[212]

            İslâmın zuhurundan bu yana bin yıldır uygulanan,uygulama alanına konulan bu müeyyideler ile toplumun ve insanların huzuru temin edilmiştir. Amaç,birinci derecede suçsuz ve masum insanın hakkının korunması ve suçluya tercih edilmesidir. Mesela bir batılının itirafıyla da sabittir ki;kendisinin on dört yıl payitaht olan İstanbul’da kaldığı halde on hırsızlık olayına rastladığını,bunların ise gayr-ı müslimlerce yapılmış olup,yine de o müslüman milletten birisinin bile hırsızlık yaptığına şahit olmadığını itiraf eder. İşte gerçek adalet…

            Yine:” Tarih gösteriyor ki,İslam toplumu şer’i hadleri tatbik ettiği zamanlarda malından,ırzından,nizamından emin olarak huzur içinde yaşamıştır. Hatta nefsini arındırmak,günahının keffâretini ödemek için suçlunun bizzat kendisi,kendine had uygulanması talebinde bulunmuştur…

            Hatta Celd (sırta sopa vurma) gibi bazı hadlerin şer’i usullerine uygun olarak tatbik edilmesi bir çok asi ve günahkara –uzun olsun,kısa olsun- bir zaman hapis karanlıklarında kalmaktan daha kötü değildir. Recm (taşlayarak öldürme) cezasına gelince bu,ırza tecavüz edenlerden toplumun intikam almasını temsil eden ve suçtan caydırıcı,İ’lâmi (tanıtıma yönelik) yolla yapılan bir öldürme olayından ibarettir.”[213]

            Buda mücerred manada değerlendirilmemeli,suçun çirkinliğini,bir hakkın çiğnendiğini,çiğnenecek hakların koruma altında olduğunu düşünerek ve düşündürerek değerlendirilmelidir.

            Hırsızlık suçuna el kesme cezası verildiği halde,bazıların zannettiği gibi,eli kesik insanların çok olması gerekirdi. Oysa durum tam aksinedir. Tarih bunu göstermemiş,ve de şahit olmamıştır.

            Böylece;”Hukukullah sahasına girdiği halde ıskat kabul etmeyen mükellefiyetler de vardır. Bunlara örnek olarak namaz,zekat ve had cezaları gösterilebilir. Had cezalarında devlet başkanına af yetkisi tanınmayışı da (Rasulullahın ve Hz. Ebu Bekir’in uyguladığı) bu anlayışla bağlantılıdır.”[214]

            Böylece Azami şerden sakınmak için,Ehven-i şer ihtiyar olunmuş olur.

            Özetle:”’Had’ ve ‘Ceza’,emr-i ilahi ve adalet-i Rabbaniye namına icra edildiği vakit hem ruh,hem akıl,hem vicdan,hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alakadar olurlar.” Ancak aksi durumda yani;”Emr-i ilahi ile olmadığından,o cezalar da adalet değil. Abdestsiz,kıblesiz namaz kılmak gibi battal olur,bozulur. Demek hakiki adalet ve te’sirli ceza odur ki: Allah’ın emri namıyla olsun. Yoksa te’siri yüzden bire iner.”[215]

            Katli mübah kılan sebebler şunlardır:1)Haksız yere adam öldürmek. 2)İrtidat. 3)Yol kesmek. 4) Halifeye huruc ve isyan. 5)Harbi kafir. 6)Yer yüzünü ifsad.[216]

 

KISAS   VE     ADAM ÖLDÜRME

 

            Kısas:”Teşeffi-i sadr ve ahz-ı intikam için meşru olmuştur.”[217] Yani;” Öldürülmede,azayı yok etmede ve yaralamada kısas emredilmiştir. Böylece ceza,suç cinsinden tayin edilmiş ve eşitlik sağlanmıştır.”[218]

            Kur’an kısasla insanın hayatının muhterem olduğunu göstermiş,”Kısasta sizin için hayat vardır.”[219]ifadesiyle,bir kişinin öldürülmesi emredilirken,bir çok insanın hayatının ortadan kaldırılmasını da engellemiş olmaktadır. Bir çok kabilelerde de uzun boylu süren kan davalarını ortadan kaldırmış olmaktadır.

            İslâmda ilk kısas,” Leys-lerden birinin Huzeylilerden bir adamı haksız yere öldürmesinden dolayı İslamda kısas ile neticelenen ilk kan davası idi.”[220]

            “Kur’an İsrailoğullarındaki” ‘a’za-da kısas’ hükmünün uygulandığını söyler. Hanefilere göre aksine hüküm bulunmadığından kabul edilir.”[221] ve “ Babiller zamanında Hammurabi kanununun 116,210,230. maddelerinde zulmü ifade eden “Öküz için öküz”, “Kız çocuğu için kız çocuğu” kanunları[222] uygulanmıştır.

            Her vicdan sahibi yapmış olduğu kötülüklerden vicdanen muzdarib olur. Hayat boyunca vicdanınca hapsedilir,sıkıntı duyar. Bu durumdur ki;Japonya’da Yakuzalar hata yaptıklarında –özür- olarak parmaklarını keser –Baba- ya sunarlar.[223] Kesik parmaklarıyla tanınan bu insanlar kendi kısaslarını kendileri uygularlar. Böylece “ İslâm hukuku ilkeleri adım olarak şahsi intikam yerine şer’i kısas,kuvvet yerine düzen getirmiştir.”[224]

            Basit şeyler için kısas uygulanmaz. “ Ancak kişinin gözüne vurub görme gücü kaybolursa kısas gerekir. Kulak,burun,dudak,dil,diş,mafsallardan kesilen el,parmak,ayak’da böyledir.”[225]

            Hadis’de:”Kim suda boğarsa biz de onu boğarız ve kim ateşte yakmak şeklinde bir metod takib ederse bizde onu yakarız.”,” Livata suçunu işleyenlerin ikisini de öldürünüz.”buyurulmuştur.

            Bu konuda Şâfii;” Yakanı yakarız,boğanı boğarız. Bunu delili,her şeye misliyle mukabele etmek gerektiğine delalet eden bu naslardır.”[226]der. Âyette:”Kötülüğün karşılığı,ona denk bir kötülüktür. Fakat kim affeder ve durumunu düzeltirse onun ecri Allah’a aittir.”[227]

            Ceza suçun mislidir.[228] Ve bu misillemenin ölçülü olması gerekir.[229]

            Ancak bu misliyet bir iftirada farklılık arz eder. Nitekim Mücahid ve Süddi’den naklen;”Birisi birisine ‘Allah onu rezil rüsvay etsin!’dediğinde,oda ona aynısıyla mukabelede bulunsun. Ama,birisi birisine haddi gerektiren bir iftira attığında,iftira atılana,aynı şeyi söylemek değil,tam aksine,iftira atan kimseye,Allah’ın emrettiği had cezası gerekir.”[230]

            Her şey misliyle yani;” Cezanın,suça göre olacağı da malumdur. Sövmeye,ta’zir;iftiraya,’Hadd’;hırsızlığa el kesme;zinaya,recm;öldürmeye,kısas…ile mukabele edilir. Hatta iki denk kimsenin birbirine sövmesi de,ta’ziri gerektirir. Binaenaleyh,bu kafirlerin suçu,suçların en büyüğü olunca,hiç şüphesiz bunlara en büyük cezayı,yani cehennem ateşini hak etmiş olurlar. Çünkü,bu cehennem ateşi,derin,karanlık,korkunç ve kendisinden kesinlikle kaçışın olamayacağı bir yerdedir.”[231]

            “ Kısas şahitlerin rücu’ eylediklerinde katledilmeleri;beşinci defa hırsızlık suçunu irtikab edenlerin”Tekrar yaparsa onu katlediniz”gibi emirlerin siyaseti şer’iyye olarak değerlendirildiği ifade edilir.”[232]

            Cenâb-ı Hakkın yanında hayat kıymetli olduğundan” Çocuk,ölüm anındaki kimse,öldürdükten sonra deliren ve bu gibi durumlarda da kısas uygulanır. Bu durumlar mani değildir.”[233] Kişinin kendisini müdafaa hakkı da meşru kılınmıştır.[234]

            İslâmiyetteki kolaylıktandır ki;” Hayatın aslı sırf Allah’ın ihsanı olduğu ve kısas da kul hakkından başka birde Allah’ın hakkı bulunduğu cihetle Cenâb-ı Allah,Muhammed üzerine kısası yazarken,bir hafifletme ve rahmet olmak üzere Af ve Diyeti de meşru kılmıştır. Bu affı da,hak sahibi olan öldürülenin varisi ve velisinin eline vermiştir.”[235]

            Hadisde: “Beni İsrail’de kısas vardı, fakat diyet yoktu.”buyurulur.

            Bundandır ki kulun hakkı tehir edilmez. Öyle ki,Kısasda;kul hakkı ile hakkullah yani Allahın hakkı içtima ettiğinde,kulun hakkı tehir edilmez. Mesela,Harem’de kısas durumu halinde ‘Eğer bir kimse o beyte girerse katl-u ğarat gibi şeylerden emin olur.”ayeti karşısında,meşru olan yol,o insanın haremin dışında kısas edilmesidir. Yoksa kul hakkının tehiri caiz değildir.[236]

            Kısas hakkı;”Mesela küçük bir oğulun kısas hakkını,babası alır. Yani;Allah’ın feraiz üzerine miras hakkına sahih kıldığı kimseler,kısas hakkına sahibtirler. Diyet de böyledir.”[237]

            “İki adam bir adamı öldürdüklerinde,ölenin velisi,onlardan birisini affetse;ikincisini kısâsen öldürebilir.

            Şayet bir adam iki adamı öldürdüğünde;öldürülenlerin birisinin birisi af etse;diğerinin velisi onu kısâsen öldürebilir.”[238]

            Deliye ise kısas uygulanmazken,sarhoş olana uygulanır. Uygulanma yeri ve konusunda ise,Hadisde;Camide olmayacağı ve kılınçla olacağı,belirtilir.

            Teşri’inin bir çok hikmetleri olan[239] kısasın mana ve anlamı ise;” Kur’an:

            1)Katil ile maktulü kardeş ilan ederek kısas cezasının affını ve sulhü zımmen teşvik etmektedir.

            2) Adam öldürmede af yetkisini tamamen maktulün velilerine tanımaktadır. Devlet başta olmak üzere bu konuda kimsenin af yetkisi yoktur.

            3)Af gerçekleştiği takdirde,katilin öldürdüğü aileyi iktisadi açıdan desteklemesini emretmektedir.

            4)Affedilmediğinden katil kısas yoluyla öldürülürse,buna da hem cemiyet hem de her iki taraf için kan davası yolunun kapatılması ve huzurlu hayatın temini olarak göstermektedir.

            Kısaca İslâm hukukuna göre,kısas cezası kaldırılamaz,devlet tarafından affedilemez. Kaldırılması sağ insanların hayatına kastetmenin müeyyidesini kaldırmak demektir.”[240]

            Musevilikdeki kısasa,Hristiyanlıkdaki Diyete karşı İslâmiyetde;Kısas,Diyet ve af konusunda muhayyer bırakılmıştır.

            Nitekim âyette:”Sizden her biriniz için bir şeriat ve açık yol kıldık.”[241]

            Nasılki:”Vacib taâla Yahudilere her tırnak sahibi sığır ve davardan kesilen hayvanın iç yağını,yahudilerin cinayetlerine bedeli ukubet olarak haram kıldı.”Buradaki haramiyet zararlı oluşundan değil,-emir ve nehiy kabilinden- cürümlerinden bir ceza olarak nimetten mahrumiyet sebebiyledir. [242]

            Böylece kısas;Kasten yapılanlara karşı aynıyla mukabele etmek. Yani sırf kan dökmek ve fitne çıkarmak amacıyla fert veya toplumun hayatına kastetmeye çalışanların hayatına da kısas yoluyla karşılık vermektir. Ta ki toplum hayat bulsun. Şu durumda hayatı tehdit edilen toplumun hayatı,ancak o toplumda kısasın hayat bulmasıyla mümkündür.

            Gayr-ı müslim ihtida etse veya cizye verse (İmam-ı Azama göre cizyenin miktarı:Zengin olanlara 48,orta halli olanlara 24 ve edna (aşağıda) olanlara 12 dirhemdir.) [243]ondan kabul edilir ve onunla musalaha edilir. Ancak müslüman olupda,dinden çıkan bir insanla müsalaha hiçbir cihetle mümkün değildir. Zira o insan bütün duygularıyla tefessüh etmiştir. Islahı mümkün olmadığından,hayatını iki şekilde devam ettirir. Biri: Rüşveti mutlaka. Yani,devamlı her istediğinin yerine getirilmesi ve verilmesi.. İkincisi: Hürriyeti mutlaka. Hiçbir engellemeye gidilmemesi,müsamaha göstermek ve göz yummakla olur.

            Bu insana dinde mürted denir. Din böyle bir insana hiçbir cihetle hayat hakkı tanımamıştır. Çünkü müslüman tereyağı misalidir. Bozuldu mu hiçbir yönüyle istifade edilmez. Zehirdir. Yılan gibi zehirlemekten zevk alır.

            Arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır. Su aynı sudur. Bu durum tamamen yapıdan kaynaklanır. Yapısı bozulduğundan zehirlemekten zevk alır.

            Âyet’de:”De ki:Herkes,kendi mizac ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu,Rabbiniz en iyi bilendir.”[244]

            Gayr-ı müslim ise yoğurt misali olduğundan bozulsa da işe yarar. Bir olan Allah’a inanmasa da bazı güzel hasletleri bulunur. En azından milletinin menfaatını düşünür. Ben ölsem de milletim sağ olsun,der.

            Fakat mürted,anarşist olan bu kişi ise:ben öldükten sonra isterse dünya yıkılsın. Ben susuzluktan öldükten sonra,isterse dünyaya bir daha yağmur gelmesin,yağmasın,der.

            Kur’an böyle bir cezayı koymakla,insanları suç işlemekten caydırır. Mesela:”Hırsız erkek ve kadının ellerini kesiniz”[245]buyurur. Burada hırsızlık bir zaruri,ölümcül bir ihtiyaçdan,mağduriyetten veya normal bir durumdan dolayı bu had cezası uygulanmaz. Bunun ta’zir gibi bir cezası vardır.

            İşin bir de devlete bakan yönüyle her ihtiyacı temin edilmiş,durumu normal olduğu halde,sırf alışkanlıktan veya keyf için,toplumun ahlakını bozmadan kaynaklanan bir sebebten dolayı en son karar olarak uygulanır.

            Terör af ve bağışla önlenemez. Müsamaha ve rüşvet onu durduramaz. Zira aç canavara karşı muhabbet ve şefkat onu durdurmaz,belki iştahını açar. Döner dişinin de kirasını ister.

            Yanlış etmeyelim,yanlış yapmayalım. Ancak şunu bilelim ki;Doğu insanının nabzına uygun şerbet verilmelidir. Ona dini yönden ve maddi açıdan yardımcı olup,dini terbiye ve esası olan Hürmet,merhamet,emniyet,itaat,helal ve haramı bilip haramdan kaçınma duygusunu yerleştirmekle oradaki huzursuzluk ortadan kalkacaktır.

            Bununla beraber bu esasları temin ve yerleştirmek bir başarı sayılırken,buna engel olana da gerekli cezası layık olduğu şekilde verilmelidir. Yoksa öğretmeni,emniyet görevlisini ve masum insanı öldüreni affetmek veya birkaç sene besleyip geri çıkarmak,hatta kaçmasına göz yummak bir şefkat değil,zulümdür. Dolaylı olarak devamını sağlamaktır! Bu ise çözüm değil,çözümü zorlaştırmaktır.

            Çözümün zorluğu şuradan kaynaklanmaktadır: Sineklerle uğraşılmaktadır. Bataklığı kurutma yoluna gidilmemektedir. Oysa bataklık devamlı sinek üretmektedir. Bu işler ilaçlamayla çözülmez. Dış da ve iç deki bataklıkları kurutulmalıdır. Her ne kadar o ilaçları bize satıp kar eden batılıların kaynakları kapansa,hoşlanmasalar da!..

            O halde ya bünye,bünyedeki zarar veren kur-da ve mikroba feda edilecektir? Ve ya kurt ve mikrop bünyenin devamı ve sağlığı için bünyeye feda edilecektir?

            Çözümler köklü olmalıdır. İslâmın getirdiği çözümler ise,köklüdür.

            Hadis’de belirtildiği üzere:”Allah’ın affetmeyeceği suçlardan biri şirk iken,diğeri bir mü’mini kasten öldürmektir. Ve bir müslümanı öldürmenin,dünyanın yok olmasından Allah’a daha önemsiz olduğu”[246]ifade edilir.

            Allah mü’minlerin sıfatını belirtirken;”Haksız yere adam öldürmeyeceklerini[247],kan dökmeyeceklerini[248],intiharda bulunmayacaklarını,[249]fakirlik korkusuyla da olsa evlatlarını öldürmekten sakınmaları gerektiğini[250],aksi takdirde azabının büyük olacağını ifade eder.[251]

            Kasten adam öldürmede[252],kısasa kısas olup (ki Rasulullah zamanında da uygulanmıştır.)[253],aynen öldürülür. Veya öldürülen tarafın sahiblerinin rızası ile Diyet verilir.[254] Rıza olmadığında kısas uygulanır,yaralamada ise Diyet alınır.[255]

            Hayber Gazasında bir yahudi kadınının,bir keçiyi biryân yapıp Peygamber Efendimiz ve sahabilerinin önüne getirdiğinde,şiddetli zehirinden dolayı Bişr ibnil Bera’nın aldığı bir lokmadan vefat etmesi üzerine,Peygamberimiz Zeyneb adındaki o kadını Bişr-in veresesine vermiş,onlar öldürmüşler.[256]

            Mekke’nin fethinden sonra Huneyn savaş günlerinde müfreze de bulunan Muhallim bin Cessame’nin selam veren birini düşman zannedip arkasından vurması üzerine varislerinin diyet istemelerine karşı Peygamberimiz onlara:”Size diyetini vereyim,kısastan vazgeçin.”deyip 100 deveye onları razı etmiş ve Muhallime de:”Selam vereni öldüreni Allah affetmesin,çık git buradan!”deyip kovmuş,kahrından bir hafta içerisinde ölen Muhallim-i toprağa koyduklarında iki sefer toprak cesedi dışarıya fırlatıp,üçüncüsün de gömmüşlerdir.[257]

            İslâmın bu uygulamasına karşı;” Beni İsrailde kısas vardı,fakat diyet yoktu.”[258] Ehli İncil’de afv ile emr olunmuş,bu ümmet ise hem kısas,hem de afv ve erş (diyet) ile hükm olunmuş.[259]

            “Diyet (erkeklerin) ise: 10.000 Dirhem (45 gr. Gümüş),1000 Dinar altın veya 100 devedir. Veya bunların mukabili verilir.

            Kadınların diyeti ise;erkeklerinkinin yarısıdır.

            Abdulmuttalib’in yüz deve diyeti İslam hukukunda yer almıştır.[260]

            Veda Hutbesinde kasıdlı öldürmede kısas,taş ve deynek ile kasda benzer öldürmede de 100 deve (veya muadili) verileceği,buna ziyade etmenin cahiliyet ehlinden olmak olduğu belirtilmiştir.[261]

            Olay özetle;Abdulmuttalib rüyasında zemzem’in yerini görür ve açar. Ancak kimseleri olmadığından Mekke’liler kendilerinin de ona ortak olmaları şartıyla müsaade edeceklerini söylemeleri üzerine yerini belirsiz edip kapayarak Allah’a, kendisine 10 evlat vermesi halinde birini kurban edeceğini vadeder. Duası kabul edilir ve va’dini yerine getirmek üzere Kur’a çeker ve Oğlu Abdullah’a çıkar. Mekke’liler bu hareketin kötü bir örnek olub yapmamasını ve Şam’da bulunan kahin ve bilgin kadına danışmasını söylemeleri üzerine müracaatta kadın;Onlara sorar-Bir insanın sizde diyeti nedir?

            Abdulmuttalib cevaben,10 deve olduğunu söylemesi üzerine kadın;Abdullah ve devenin bir ok-a isimlerinin yazılarak çekilmesini,Abdullah’a çıkması durumunda da onar onar arttırılmasını teklif üzerine bu durum uygulanır.

            Her seferinde Kur’a Abdullaha çıkar,onuncuda da kur’a develere çıkar. Ancak tatmin olmak için üç kere daha çekildiğinde hep develere çıkınca,develer Abdullah karşılığında,onun diyeti olarak kesilir,kurban edilir.

            Ve böylece “ Bir insan diyeti,Kureyşliler ve Araplar arasında 100 deve olarak kabul edilme adeti benimsendi. Rasul-i Ekrem Efendimiz de bu adeti olduğu gibi bırakmıştır.”[262]

            Hadisde de belirtildiği gibi:”El-Kâtilu La Yerisu”-Mirasa konmak niyetiyle bir yakınını öldüren mirastan mahrum bırakılır.-

            “Yani öldüren öldürdüğü kimsenin mirasına varis olamaz. Hanefilere göre ittifakla:” kısas ve keffâret gerektiren öldürmeler (kasten veya kasta benzer ve hata ile öldürmedir.) mirasa engel olup,kısas ve Keffâreti gerektirmeyen öldürmeler ki bunlar;( Haklı olarak öldürme,mazeretli öldürme,ölümüne sebeb olma,mükellef olmayandan sadır olan öldürme şekilleridir.) mirasa engel değildir.”[263]

            -Hucurat 9. ayet’de buyurulduğu üzere:”Savaştan önce esas olan sulhtur.” Bu konuda Cessas eserinde[264] :” Allah taâla savaştan önce hakka daveti emretti. Şayet hakka dönmemekte diretirlerse kendileriyle savaşılır.”

            Mesela:” Savaşta çocuk anne babası ile karşılaşırsa,imkan nisbetinde onları öldürmekten kaçınması gerekir. Ancak onlara kendisini öldürme fırsatını tanıdığında öldüreceklerinden korkması sebebiyle kendini savunması için onlara fırsat vermeyebilir.”[265]

            Anne-babanın hukukunun öneminden dolayı Tirmizi’de rivayet edilen Hadis’de:” Çocuğu (nu öldürmesi ) sebebiyle babaya kısas yapılmaz.” Kısas hakkının sakıt olduğu ifade edilir.[266]

            Suyuti,Cem’ul Cevami’ de,Abdullah ibnu Amr ibnil As-ın rivayetini zikreder:” Benu Müdlic’den birisi oğluna öfkelenmişti. Kılıcını üzerine fırlattı. Bacağından isabet alan çocuk kan kaybederek öldü. adamcağız kabilesinden bir gruba katılarak Hz. Ömer-e kadar gitti. Hz. Ömer:” ey nefsinin düşmanı herif,demek oğlunu öldürdün ha! Eğer Hz. Peygamberin ‘Çocuğu sebebiyle baba kısas edilmez.’ dediğini duymasaydım,seni öldürürdüm,diyetini getir.”dedi. Adam 120-130 deve getirdi.[267]

            Diğer bir rivayette:”- Amr İbnu Şuayb’ın rivâyetine göre: “Beni Müdlic’ten Katâde adında bir adam, oğluna bir kılıç fırlattı. O da bacağına isâbet etti. Yaradan fasılasız kan kaybı oldu ve oğlan öldü. Sürâka İbnu Cu’şum Hz. Ömer (radıyallâhu anh)’e gelip durumu haber verdi. Hz. Ömer: “Kudeyd suyuna yüz yirmi deve hazırla, ben oraya geleceğim” dedi. Ömer (radıyallâhu anh) oraya gelince bu develerden otuz hıkka (dört yaşına giren dişi deve), otuz cezea (beş yaşına girmiş dişi deve) ve kırk halife (hâmile deve) aldı. Ve sordu:   “Maktülün kardeşi nerede?”   “İşte benim!” dedi.   “Al bunları! Zira Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştu: “Katile (ne diyetten, ne mirastan) hiç bir hisse yoktur.”[268]

            Câni hakkında A. Udeh şöyle der:” Cani,cinayeti işlerken görüldüğünde –kim olursa olsun- işledi suç dan kuvvet yoluyla men’edilir. Ve bunu engellemek için gerekli kuvvet kullanılır. İşlenen suç,ister hırsızlık gibi fertlerin hukukuna tecavüz,ister içki içmek ve zina yapmak gibi toplumsal haklara saldırı şeklinde olsun değişmez. Böyle bir savunma “Umumi manada meşru müdafaa hakkı” adını alır.”[269]

            Yani özet bir ifadeyle;” Şeriatın kabul etmediği ve önlemeye imkan verdiği her çeşit fiili ortadan kaldırmak,münkeri değiştirmektir. Bu ister müdafaa,ister başka şekilde olsun.”[270]

            -Her hangi bir “Kasta benzer öldürmede asli ve bedeni olmak üzere iki türlü ceza vardır:

            -Asli ceza;Diyet ve Keffârettir.

            -Bedeli ceza ise; Oruç ve Ta’zirdir.

            -Birde bunlara bağlı olarak (Tebai) ceza vardır ki,bu mirastan ve vasiyetten mahrumiyet cezasıdır.”[271]

            -“Diyet ise,kısasın uygulanamadığı hallerde onun yerine geçmektedir.”[272]

            -Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin uygulamalarından dolayı,”Hatalı öldürmenin”[273] 3 yıla,onlar tarafından tecil edildiğinden dolayı,tecil olunacağı da belirtilir.

            Diyet hususunda hadislerde:” 1876 – Hz. Ali (radıyallâhu anh) demiştir ki: “Şibhu’l âmd’in diyeti üç kısımdır. 33 adet hıkka, 33 adet cezea, 34 adet seniyye-bâzil arası devedir. (Seniyye altı yaşına, bâzil de dokuz yaşına basmış deveye denir.)”   Yine Hz. Ali şunu da rivâyet etmiştir: “Hatâen öldürmede diyet dört kısımdır: 25 hıkka, 25 cezea, 25 bintu lebün, 25 bintu mehâz.” Ebü Dâvud, Diyât 19, (4551, 4553).   AbduIIah İbnu Amr İbni’I-As (radıyallâhu anhümâ)’ın Ebü Dâvud ve Nesâi de merfu olarak kaydedilen bir rivâyetinde şöyle denmiştir: “(Cürüm sırasında) kamçı ve değnek kullanıldığı müddetçe hatâ, Şibhu’l amd’dir.” [274]

       – İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şu ve şu -yâni serçe parmakla baş parmak- diyette eşittirler.”

Tirmizi’nin rivâyetinde şu ziyade mevcuttur: “İki elin parmaklarıyla iki ayağın parmakları da eşittir. Her bir parmağın diyeti on devedir.”  

Nesâ-i’deki ziyâde şöyledir: “Parmaklar hakkında diyet, onar onardır.” [275]

Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Mûzıha olan yaraların diyeti beşer devedir.”[276]

  • Abdullah İbnu Ebi Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni Hazm, babasından naklen anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın İbnu Hazm’a diyetler hakkında yazdığı tâlimatta şu hususlar da vardı: “Nefis için (diyet olarak) yüz deve, burun tamamiyIe koparılacak olursa diyet-i kâmile, me’mûme (denen ve beyin zarına kadar ulaşan yara) için diyetin üçte biri, câife (denen karın veya başın boşluğuna ulaşan yara) için de bunun kadar; göz için elli, ayak için de elli, vücudda bulunan her parmak için on deve, her diş için beş, müzıha (denen ve kemiğe ulaşan yara) için beş deve (lik diyet vardır).” [277]
  • Nesâi’nin bir rivâyetinde şu ibâre yer alır: “Nefis için diyet-i kâmile; burun tamamen koparılmış ise diyet-i kâmile, dil için diyet-i kâmile, iki dudak için diyet-i kâmile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin kamburlaşması) için diyet-i kâmile iki yumurta (husye) için diyet-i kâmile, zeker (erkek tenâsül uzvu) için diyet-i kâmile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin kamburlaşması) için diyet-i kâmile, iki göz için diyet-i kâmile, bir ayak için diyet-i kâmilenin yarısı, me’müme (beyin zarına ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, câife (baş veya karın boşluğuna ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, münekkile (küçük kemik çıkan yara) için on beş deve, el veya ayak parmaklarından her biri için on deve, (her bir) diş için beş deve, müzıha (kemiğe ulaşan yara) için beş deve (diyet olarak verilir). Erkek, kadına karşı öldürülür, altını olanlardan (diyet-i kâmile olarak) bin dinar alınır.”

         – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) hatanın diyetini, köylerde yaşayanlar için dört yüz dinar olarak veya buna denk kıymette gümüş olarak değerlendirir, bunu da develerin fıyatlarını esas alarak tesbit ederdi. (Söz gelimi) develer pahalanınca (diyetin dinar ve dirhem miktarında) yükseltme yapar, develerin kıymeti düşünce de (diyetin dinar ve dirhem miktarında) indirme yapardı. (Hatâen işlenince cinayetlerin diyeti Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında dört yüz dinarla sekiz yüz dinar arasına ulaştı. Bunun gümüş nev’inden muadili sekiz bin dirhem idi. Sığır besleyenlere (diyet olarak) iki yüz sığır hükmetti. Diyetini davar cinsinden vermek isteyene iki bin davara hükmetmiştir. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Diyet, öldürülenin vârisleri arasında yakınlık derecelerine göre, (yani Kur’an’da belirtiIen nisbet üzere, diğer tereke malları gibi) taksim edilir. (Ashâbu’I-feraiz’den) artan olursa asabe (denen akraba)ya geçer.”     Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzuvlar hakkında, daha önce geçtiği şekilde hükmetti.” [278]

         – Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında diyet-i kâmilenin kıymeti sekiz bin dirhem idi. Ehli Kitab’ın diyeti de o gün, Müslümanların diyetinin yarısına denkti. Bu durum Hz. Ömer (radıyallâhu anh)’ın halife olmasına kadar devam etti. Halife olunca bir hutbesinde “Artık deve pahalandı” dedi ve diyeti altın sahiplerine bin dinar, gümüş sahiplerine on iki bin dirhem, sığır sahiplerine iki yüz sığır, davar sahiplerine iki bin koyun, elbise sahiplerine de iki yüz takım elbise olarak tesbit etti. Ehl-i zimmetin diyetini, (Hz. Peygamber devrinde ne idiyse) olduğu gibi bıraktı, hiçbir yükseltme yapmadı.” [279]

       – Ziyâd İbnu Sa’d İbni Dumeyre es-Sülemİ an ebihi an ceddihİ (radıyallâhu anh) -ki bunlar (Sa’d ve Dumeyre) Resülullah (Aleyhisslâtu vesselâm) ile birlikte Huneyn’e katılmışlardı- anlatıyor: “Muhallem İbnu Cessâme el-Leysi, Müslüman olduktan sonra Eşca’ kabilesinden birisini öldürmüştü. Bu, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in hüküm verdiği ilk diyet vak’ası oldu. Uyeyne öldürülen Eşcai’nin katli hususunda ileri geri konuştu. Çünkü (Uyeyne) kendisi de Gatafanlı idi. Akra İbnu Hâbis de Muhallem’in taraftarı (olarak müdâfaa için) konuştu, çünkü o da Hındef’ten idi. Derken (münakaşa ilerledi) sesler yükselmeye başladı, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) müdâhale ederek, “Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin?” diye sordu.   “Hayır! Vallahi harb ve ızdırabtan benim kadınlarıma ulaştırılan, onun kadınlarına ulaşmadıkça kabul etmiyorum!” cevabını verdi. Sonra bağırmalar yükseldi, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) tekrar araya girip: “Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin?” dedi. Uyeyne önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bu hal, Beni Leys’ten üzerinde silâh ve elinde de deriden mâmul bir kalkan bulunan Mukeytil adında birinin kalkıp, “Ey Allahın Resülü! Bunun (Muhallem’in) İslâm’ın başında yaptığı şu cinâyete misal olarak, su içmek üzere havuzun başına koşan koyun sürüsünü gösterebileceğim. Sürünün ilk gelenlerine (öldürülmek veya uzaklaştırılmak üzere taş veya ok) atılır, arkadan gelenler de korkarak kaçarlar. Bugün hüküm koy yarın değiştir!” demesine kadar devam etti.   Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine (Muhallem’e dönüp) hemen şu hükmü verdi.   “Derhal huzurumuzda elli deve vereceksin, elli deve de Medine’ye dönüşümüzde vereceksin!”     Bu vak’a Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın seferlerinin birinde cereyan etmişti. Muhallem uzun boylu, esmer birisi idi, cemaatin kenarında bulunuyordu. O ölümden kurtuluncaya kadar halk oradan ayrılmadı. Resülullah’ın (bu nihâi hükmünden sonra) önüne, iki gözünden de yaşlar akar vaziyette oturdu ve:   “Ey Allah’ın Resülü! Ben size ulaşan cinâyeti işlemiş bulunuyorum. Ben Allah’a tevbe ettim. Sen de benim için ey Allah’ın Resülü, Allah’tan mağrifet dileyiver!” dedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) yüksek sesle:   “Sen onu İslàm’ın başında silahınla mı öldürdün! Allah’ım, Muhallem’i mağrifet etme!” dedi.  

Ebu Seleme şu ilavede bulunur: “Muhallem göz yaşlarını ridasının ucuyla silerek kalktı.”

İbnu İshâk der ki: “Muhallem’in kavmi, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın daha sonra onun için Allah’a istiğfar ediverdiğine inanıyorlardı.” [280]

         – Hilâl İbnu Sirâc İbni Müccâa an ebihi an ceddihi tarikinden anlattığına göre: “(Ceddi Müccâa) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek Beni Zühl kabilesine mensup Benü Sedüs tarafından öldürülmüş olan kardeşinin diyetini taleb etti. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: “Eğer ben bir müşrik için diyete hükmetseydim kardeşin için hükmederdim. Fakat ben sana (diyet değil, bunun yerini tutacak) bir bedel vereyim” dedi ve ona, aleyhissalâtu vesselâm, Beni Zühl müşriklerinden elde edilecek ilk humustan yüz deve vereceğine dâir (senet) yazdı.     (Müccâa bu yüz deveden) bir miktarını almıştı. (Tamamını almadan) Beni Zühl kabilesi Müslüman oldu. Bilâhare Müccâa geri kalan develeri Hz. Ebü Bekr (radıyallâhu anh)’den taleb etmek üzere, ona geldi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın borç senedini gösterdi.     Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) kendisine Yemâme’den gelecek zekâttan ödenmek üzere on iki bin sa’, yani dört bin sa’ buğday, dört bin sa’ arpa, dört bin sa’ hurma yazdı. Resülullah’ın verdiği yazıda (borç senedinde) şunlar yazılıydı: “Bismillahirrahmanirrahim. Bu Peygamber Muhammed (aleyhissalâtu vesselam)’den Beni Süleymli Müccaa İbnu Mürâre’ye (verilmiş bir borç) senedidir. Ben kendisine (öldürülen) kardeşine bedel olarak, Beni Zülh müşriklerinden gelecek ilk humustan yüz deve vereceğim.” [281]

            -Her hangi bir sebeble gebe kadının çocuğu,ceninin ölümüne sebeb olmanın cezası 500 dirhem gümüş veya onun muadilidir. (Bir dirhem 4,5 gramdır.) Çocuk sağ doğar sonra ölürse tam diyet gerekir.”[282]

            Mecnun;Her ne kadar mükellef değilse de,telef ettiği malı öder,tazmin eder. Had tatbik edilmese de,öldürmeden dolayı diyet verir. Buda hukukun muhteremliğini,üstünlüğünü gösterir.

            Nevm ve İğma;yani uyku ve bayılma halinde de hafıza kaybolduğundan had gibi cezalardan mazurdur.

            Ancak kul hakkına taalluk etmede buda cünun gibi tazmin ettirilir. Yani,zina,hamr ve zina iftirası cezası kalkar,hırsızlık da tazmin ettirilir.

            Peygamberimiz elin diyetinin 50 deve,parmağın diyetinin ise 10 deve olduğunu belirtmiş,buda ulemaca kabul edilip,elin diyetinin tam diyetin yarısı olduğunu ifade etmişlerdir.[283]

            Diyetin özellikle develerden verilmesinin sebebi ise,o zamandaki kıymetinden ileri gelmektedir.

            Köleye karşı hür kısâsen öldürülmemesi,köle sahibine tazminin vacib olmasından,kısasında vacib olmaması sebebiyledir.[284]

            Köle,hürriyeti alındığından sahib oldukları şeyler de hüre göre yarıdır. “Köleler,Hanefi hukukçulara göre en fazla iki cariye ile evlenebilirler. Yani onlarda birden fazla evliliğin sınırı,ikidir. Maliki hukukçular,tıpkı hür erkekler gibi dört cariye veya hür kadınla evlenebileceklerini kayd etmektedirler.”[285]

            “Kısas köle üzerindeki mülkiyet ve zevce üzerindeki nikah hakları (ndan dolayı) ıskatı karşılığında bedel alınabilir.”[286]

            İslâm hukukunda caiz ve mübah olan iskat-ı cenin,iskat-ı salat,iskat-ı savm gibi;” Maktulün yakınlarının katili kısastan affetmesi [287],diyete dönüşmesi veya onunla affetmesi yakınlarına verilen mendub haklardandır.[288]

            Nitekim Yaşlı ve iyileşme ümidi kalmayanın üzerinden orucun ıskat olması[289],onu da ödeyememesi durumunda da Hadis’de de belirtildiği ve uygulandığı üzere ondanda ıskatı gerçekleşir. Hayız da oruç ıskat olmaz,kazası gerekirken,namaz sakıt olur,buda İslâmın kolaylıklarındandır.

            Mükreh yani zor altında bir işi yapan konusunda Şâfii;” Kısasın uygulanması gerekir.”der.[290]

            Kasten öldürmenin dışında bir de kasta benzer öldürme vardır ki bunda da üç türlü ceza uygulanır. Bunlar:

            1)Diyet ve keffârettir. Bilerek öldürmeden farkı; ödemeye süre tanınır. Ödeme kolaylığı sağlanır. Kefareti;köle azad veya iki ay oruç tutmak.[291]

            2)Öldürdüğü şahsın mirasından veya vasiyetinden mahrum bırakma.

            3)Ûlül emrin vereceği ta’zir cezaları ki idam bile olur.”[292]

            Öldürmenin çeşitlerinden olan[293] hatâen öldürmede,kasta benzer adam öldürme gibi ceza ile cezalandırılır. [294]

            İntihar ise cehennemi netice veren[295],dinin yasakladığı büyük günahlardandır.

            Hadis’de:” Öldürenin öldürülmesini,tutanın da tutulmasını (ölmesi için)- yani kendi fiili gibi hapsedilir.”buyurulmaktadır.

            Hz. Ali’de “ Maktûlü tutarak kâtile yardımcı olan kimse,ölünceye dek hapishane de tutuklanır.”[296]

            Netice olarak özetle:

            1)Mü’minlerin kanını akıtmak ateşte ebedi kalmayı icab ettiren büyük günahlardandır.

            2)Yanlışlıkla adam öldürmede kısas yok,keffâret ve diyet vardır.

            3)Öldürülen kişilerin yakınları katili affederlerse diyet düşer. Fakat kâtilin keffâret vermesi lazımdır.

            4)Keffâret,mü’min bir köleyi azad etmek,köle azad edemediği takdirde hiç ara vermeden iki ay oruç tutmaktır.

            5)Yalnız şüphe için adam öldürmek caiz değildir.”[297]

            “Din yalnız iman değil,belki amel-i salih dahi dinin ikinci cüz’üdür. Acaba katl,zina,kumar,şarab gibi hayat-ı içtimaiyyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işleyenleri onlardan menetmek için,yalnız hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kafi gelir mi? o halde;her hanede,belki herkesin yanında daima bir polis,bir hafiye bulunmak lazım gelir ki,serkeş nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler.”[298]

            Bu durum yeterli ve mümkün olmayacağına göre,herkesin başında maddi değil manevi ir yasakçı bırakmak,Cenâb-ı hakkın dünyevi koyduğu kanunu düşünüb Allah’ın gazabını,şer’i ilahiyi ve cehennem cezasını hatırlamakla ancak o iş den vazgeçilir ve terk edilir.

            Yıkım ve başkasına tesir etmesi açısından küfür ve dalaletin ve adam öldürmeye verilecek ceza hususunda Bediüzzaman Hazretleri şöyle izah getirir:                                          ”SUAL:Kısa zamandaki küfre mukabil,hadsiz bir zaman cehennemde hapis nasıl adalet olur?

            ELCEVAB: Sene,üç yüz altmış beş gün hesabıyla,bir dakikada katl,yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakika hapis iktizası kanunu adalet iken;bir dakika küfür,bin katl hükmünde olduğundan,yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam,kanun-u adaletle,Elli yedi trilyon iki yüz bir milyar iki yüz milyon sene beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstahak olur.

            Elbette –Hâlidine fiha ebeda.-‘ Onlar (kâfirler) orada (cehennemde) ebedi kalıcıdırlar.’ adalet-i ilahi ile vech-i muvâfakatı bundan anlaşılıyor. Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki;Katl ve küfür,tahrib ve tecavüz olduğu için,gayre te’sirat yapar. Bir dakika da katl,laâkal,zahiri adede göre,on beş sene maktulün hayatını selbeder,onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür,bin bir esma-i ilâhiyeyi inkar ve nukuşlarını tezyif ve kainatın hukukuna tecavüz ve kemalâtını inkar ve hadsiz delâil-i vahdaniyeti tekzib ve şehadetlerini reddetmek olduğundan…kâfiri,bin seneden ziyade esfel-i safiline atar –Hâlidine- de hapseder.”[299]

 

S E K R     –       S A R H O Ş L U K

 

            İçkinin haramlılığı Kur’an-da sabittir. [300]

            Hadislerde ise:-Allah’a ve ahiret gününe inanan,hamr içmesin. Allah’a ve ahirete inanan içki içilen sofraya oturmasın.

            -Hamr içen,puta tapan gibidir.

            -Hamr içen,Lat ve Uzza’ya tapan gibidir.

            -Hamr içenin kalbinden iman nuru çıkar.

            -Şarab içenin kırk gün namazı kabul olmaz,tevbe etmeden ölürse kafir olarak ölür.

            -Sarhoşluk sebebiyle bir kere namazını kaçıran,sanki dünya ve dünyada mevcut olan şeyler kadar malını kaybetmiş gibi zarara uğrar.

            -Ümmetim beş şeyi helal addederek benimserse tarumar olur:Birbirlerine lanet okurlarsa,içkilere dalarlarsa,ipek giyerlerse,çalgıcı dansöz edinirlerse,erkekler erkeklerle,kadınlar da kadınlarla iktifa ederlerse.[301]

            -“Ümmetim hamra başka bir ad takarak onu içecektir.”[302]

            -“İçki bütün kötülüklerin anasıdır.” Hadislerinde belirtilen kötü neticelerinden dolayıdır ki yasaklanmış ve kullanılması hukuken cezayı gerektirmiştir.

            Peygamberimiz içki içeni bizzat cezalandırmışlardır. Nitekim içki içen biri getirildiğinde ona vurmalarını,cezalandırmalarını söyler. Ebu Hureyre der ki;bizden bazıları eliyle,bazısı ayakkabısıyla ve elbisesiyle (vururdu).

            -Adam giderken arkasından –Allah cezanı versin,Allah la’net etsin-dediklerinde;Peygamberimiz onları bundan sakındırmıştır.[303]

            Çünki cezalar günahlara keffarettirler.

            Ubade b.Samit (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Bir toplulukta Allah Resulü ile beraber iken O şöyle dedi: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, zina etmemek, hırsızlık yapmamak, meşru bir sebep olmaksızın Allah’ın yasakladığı canı öldürmemek üzere bana biat ediniz. İçinizden sözünde duran olursa onun mükâfatını Allah verecektir. Bir kimse bunlardan birini işleyip bu dünyada bir cezaya çarptırılırsa bu ceza onun bu şuçla kazandığı günahın kefaretidir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı iş gizli kaldığı için dünyada cezaya uğramayan kişinin işi Allah’a kalır; Allah isterse onu affeder, dilerse azap eder.”

            Enes b. Malik (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber’e (a.s.) şarap içmiş bir kimse getirildi. Peygamber ona iki hurma değneği ile kırk defa vurdurdu.

            Hz. Ebubekir’de Peygamberimizi takib etmiş ve içki içenlere 40 sopa vurmuştur. Hz. Ali’de aynısını uygulamış,Hz. Ömer ise 80’e çıkarmıştır. Ancak hepside sünnete uygundur.[304]

            “İçki içme suçunun cezası,eksik ve fazla olmadan içki içene sopa ile seksen kırbaç vurmaktır. Bunda ise aranacak olan iki erkek şahidin şehadeti suçlunun ikrarı ve sarhoşluk hali ile isbat edilir.”[305]

            Hanefi fakihlerine göre sarhoş olan kimse yapmış olduğu her şeyden hukuki olarak sorumlu olup,sarhoşluk hali suçu düşürmeyip,ayık olan kişi gibi cezaya çarptırılır.[306]

            İçkinin satılması da caiz değil,haramdır. Bir şeye sebeb olan onu yapan gibidir,kaidesince;içki içme neticesinde işlenilen kötülükten ona sebeb olan da ortaktır. Hatta çalan ve telef eden için tazminat bile söz konusu değildir. Çünkü satma işi fısk-ı fücurdur. açıkça yapılan bir günahtır.

            Gayr-ı müslimlerin birbirine gizli satmaları ise (domuz gibi) caizdir.[307]

            Bununla beraber domuz gerçek de;İslamiyet de olduğu gibi Yahudilik ve Hristiyanlık da da yasaklanmıştır.[308]

            Hadis’de:” Bir şey ki,onun içilmesi haram kılınmıştır,onun satılması ve bahasını yemek de haram kılınmıştır.” ve “Hamrı içen kimseye celd ediniz.” Zina haddi içkiden,içki de kazif (iftira) den daha şiddetlidir.[309]

            İçki içenlerin tevbeleri durumunda önceki hallerinden kendilerine günah yoktur.[310]

 

S İ R K A T –   H I R S I Z L I K

 

            Hicretin 6. yılında yasaklanan hırsızlık konusunda Rabbimiz:” Hırsızlık eden erkek ve kadının,yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’dan (başkalarına) bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.”

            Kim (bu) haksız davranıştan sonra tevbe eder ve düzeltirse şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[311]

            Hikmet ve İzzet cezalandırmayı gerektirir iken,mağfiret ve rahmet’de onların tevbe etmeleri halinde tevbelerinin kabulünü gerektirmektedir.

            Hırsızlık cezasının ağır bir şekilde uygulanmasındaki sebeb;toplumu daha fazla rahatsız ve huzursuz edecek durumdan muhafaza içindir. Zira kangren olmuş bir parmak kesilmezse el kesilir,el kesilmezse kol kesilir,kol kesilmezse beden ve tüm vücudu kaplar ki buda parmağa bedel vücudun kaybıdır.

            Vücudun organlarını teşkil eden toplumun refahı için Cenâb-ı Hakkın şefkatinden ve rahmetinden daha öte bir şefkate bürünmek,parmağın kesilmesini hazmedememek,bir ferde karşı topluma en büyük merhametsizlik etmek demektir.

            Hırsızlık cezasının uygulanmasında dinin temel bir uzvu yok etmek değil,bilakis ıslah hedeflenmektedir.

            “Hırsızın elinin kesilmesi hiç de merhametsizlik olmayıp,hikmete uygundur.”[312]

            Her durumda el kesilmesi söz konusu değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı,1400 senedir binlerce eli kesik kimsenin olması gerekirdi ki durum ma’kûse olup,öyle olmadığını göstermektedir. Bir iki taneyi geçmemektedir.

            14 yıl İstanbul’da kaldığını 10 hırsızlık olayından yakalanan 10 kişinin de Osmanlının kendi tebaasından ve halkından olmayıp,Hristiyan,Yahudi ve Ermeni asıllı kimseler tarafından yapıldığını söyleyen bir batılının,İslâmı uygulayan Osmanlıdaki adaletin ne derece adil olduğunu söylemesi,meselemize ışık tutmaktadır. Oysa şimdiye mukayese edecek olursak,hiçbir gün yoktur ki hırsızlık olayı olmasın,hapishaneler onlarsız kalmasın!..

            Buda göstermektedir ki,beşerin kanunları ancak beşerin ömrü kadardır.[313]

            El kesmenin sebebleri [314] vardır. Evvela devlet onun ihtiyacını temin edecektir. Bostan,bağ ve dışarıda açıkta olan bir şeyin çalınması veya kıtlık gibi durumlar,[315] açlık gibi sebebler,[316] umuma aid olduğundan,kendisi de o umum içinde dahil olduğundan dolayı beyti- malden çalan kimseler cezalandırılmazlar.[317]

            Hadis de de:”İhtiyaç sahibi olmak kaydıyla,eteğine almaksızın,sadece yiyene bir şey gerekmez.”[318]

            Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah, bir yumurta yada bir ip çaldığı için eli kesilen şu hırsıza lânet etsin.”

            Hz. Aişe’nin (r.ah.) anlattığına göre:Hz. Peygamber (a.s.) değeri çeyrek dinar ve daha fazla olan bir mal çaldığında hırsızın elini keserdi.”

            Yan kesici de hırsız kategorisinde değerlendirilir ve eli kesilir. Kefen soyma da ise bu durum uygulanmaz.”[319]

            Hz. Ömer;insanların zaruret veya ihtiyaca maruz kalacağını göz önünde bulundurarak bir kaht (kıtlık ) senesinde Hadd-i Sirkati tatbik etmemiştir.

            Ve;fi’li sirkatin bihakkın ceza ve nekâl olan haddi mucib bir cürüm olması için hem nisabın hem hırzın (korunmanın)şart olması lazım gelir.

            Ve fukaha süneni Nebeviyyeye nazaran bunun Rubu’ dinar ile bir dinar veya on dirhem beyninde (arasında) deveran ettiğinde de ittifak etmişler,Şâfii gibi kimisi asgariyi,İmam-ı azam gibi kimisi de a’zamiyi ihtiyar eylemişlerdir ki şüpheden tamamen salim olan da budur.

            Bu konuda merhum H. Yazır şu görüş de bulunur:”acaba on dirhemden ziyade bir mikdar kabulüne imkan yok mudur? Biz buna vardır cevabını vermek istiyoruz ve mikdarı nisabın bu iki had arasında deveranı mücmeûn aleyh olduğuna kail olmuyoruz. Mademki aslı mikdar meselesi müctehedun fihdir.”diyerek zamanın göz önünde bulundurulacağını ifade eder.[320]

            Had cezasının keyfiyeti[321] ve verildiği durumlar:

            “1)Malın gizli olarak alınmasıdır. Dolayısıyla malın muhafaza altında bulunması gerekir.

            2) Alınan malın menkul olması (taşınabilir),şer’an değerli mal kabul edilmesi,malın korunma altına alınmış olması ve çalınan malın 10 dirhem ( 45 gram gümüş ) miktarında veya değerinde olması gerekir.

3) Çalınan şeyin başkasının malı olmasıdır. devlete aid malların çalınması had cezasını gerektirmez,belki ta’zir cezası ile cezalandırılır.

4)Ceza-i kasıddır.

Buda iki şahidin şehadeti ve suçlunun ikrarı ile sabit olur.

Bu yolla sabit olmayıp veya biri eksik olursa ta’zir cezası gerekir.

Şer’i usulle tesbit edilen hırsızlığın birincisinde malın tazmin edilmesi söz konusu olup,ikincisin de;el kesme cezası vardır. Birinci hırsızlık da sağ eli bilekten kesilir. İkincide sol ayağı topuktan kesilir,üçüncü de ise tevbe edinceye kadar hapsedilir.”[322]

Cezanın Nisabı;altın veya Gümüş yani Dinar ve Dirhem cinsinden olarak belirlenirken,hadislerdeki farklı rivayet ve uygulamalardan dolayı farklı görüşleri de ortaya çıkarmaktadır.

Hanefi ve Zeyd-lilere göre;çalınan malın değerinin en az bir dinar (4,25 gram altın),yada 10 dirhem (yaklaşık 30 –veya 45-gram gümüş) olması gerekir. bu miktardan daha az değerde olan bir malın çalınmasından dolayı had cezası uygulanmaz.

Delil olarak peygamberimizin “10 dirhemden aşağısında el kesilmez”gibi muhtelif hadisler delil gösterilmiştir.[323]

Hükmi olarak ifade edildiğinde:”hukuken sabit olan bir hırsızlık suçunun biri bedeni,diğeri mali olmak üzere iki temel sonucu (hükmü) vardır. Bedeni hükmü hırsıza el kesme cezasının uygulanması. Mali sonuç ise çalınan şeyin iadesi yada zararın tazmin edilmesidir.”[324]

Bazı durumlarda cezanın,bazı şartlara bağlı olarak düşmesi söz konusu olsa da,bunların kesinliği ve sabitliliği olmaması halinde devreye girdiğini görmekteyiz. her birini genişçe izahla beraber kısaca şu başlıklarda ele alınmaktadır:a)Şüphe   b)Zaman aşımı.   c)Mülkiyet iddiası.   d)Çalıntının nisabının eksilmesi.   e)kesme mahallinin yok olması   f)Tevbe.   g)Af [325]

Osmanlıda bu durum;hem şer’i hem de örfi olarak gerçekleşmiştir. [326]

Bu şer’i uygulamanın yani “Kat’ı yed” in örnekleri vardır ve uygulanmıştır.[327]

Deve çalan bir adam Hz. Ali’ye iki defa çaldığını söyler,Hz. Ali adamı af için yol arar. ateş yakılıp kasap getirilmesini söyledikten sonra tekrar sorduğunda adam –hayır- cevabını vermesi üzerine affeder ve bu duruma cevaben:” İkrarı ile onu cezalandıracaktım,inkarı ile serbest bıraktım.”der ve şu hadiseyi anlatır:

“Rasulullaha hırsızlık yapmış bir adam getirildi. Adamın elini kestirdikten sonra,Peygamberimiz ağladı. Ben niçin ağladığını sorunca:”Nasıl ağlamayayım,sizin içinizde ümmetimin eli kesiliyor.”diye cevap verdi. Oradakiler,o halde affedeydiniz,dediklerinde:”Allah Tealanın kitabında bildirdiği cezaları affeden,kötü bir devlet adamıdır. Siz işi kadıya aksettirmeden aranızda sulh yapmaya bakın.”buyurdular.”[328]

Bu cezalar uygulanırken zengin-fakir gibi her hangi bir tefrik söz konusu değildir. Nitekim yahudi ustasının elini kesmesinden dolayı Fatih Sultan Mehmed’inde elinin kesilmesine karar verilmesi,ancak davacının vazgeçmesiyle umuma uygulanan bir uygulamayla cezanın paraya çevrilmesi,Peygamberimizin de suç işleme durumunda:”Kızım Fatıma dahi olsa elini keserim.”uygularım buyurması,adaleti simgelemektedir.

Hadis’de:” Bizden önceki ümmetlerin helak oluş sebebi,şerefli ve üstün olanı bırakıp,zaif olanı cezalandırmalarıdır.”[329]buyurur.

Hak hakdır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Hatta adli hükümleri ihtiva eden “Mecelle” de:” Birinin ayağı kayıb da düşerek âhar’ın (başkasının) malını itlaf (telef ve zayi) etse zâmin olur (öder).”[330]

Ve yine :” Gâsıb eğer mal-ı mağsubu (zorla alınan malı) ismi değişecek surette tağyir ederse zâmin olur ve ol mal kendine kalır.

Mesela,mağsub buğday olup da ğâsıb onu un ederse zâmin olup ve onun malı olur. Nitekim bir kimse diğerinin buğdayını ğasb ile kendi tarlasına zer’ etse (ekse) buğdayı zâmin olup mahsul kendisinin olur.”[331]

Muhakkak ki âdil olan Allah,adaleti emreder.[332]

Yakub Peygamberin şeriatına göre hırsızın cezası;çaldığı kimsenin yanında mal sahibine bir sene köle olarak hizmet ettirilirdi.

Mısır kanunlarında ise sopa vurulur ve çaldığı malın iki misli ödetilirdi.[333]

Adıyaman’ın değerli büyüklerinden merhum Mahmud Allahverdi bir sohbetinde,Hakimlerden birisiyle arasında geçen şöyle bir hatırayı nakletmişti:

Hakim kendisine;Mahmut,bu el kesme meselesi,bu zamanda pek uygulanamaz,kabul edilemez,der.

Meselenin pek detayına girilmez. Aradan bir müddet sonra,izne giden hakim döndüğünde evinin soyulduğunu görünce püskürür.

Merhum M. Allahverdi’de geçmiş olsuna gider.

Hakim:Mahmut bu hırsızları yakalayıp öldüreceksin,parça parça edeceksin. Çünki yirmi yıldan fazladır,biriktirip de aldığım eşyalarımı almış,çalmışlar.

Merhumda taşı gediğine koyar. Sayın Hakim bey!Allah öldürmeyi değil,el kesmeyi emrediyor. Siz el kesmeyi kabul etmezken,şimdi acı çektirerek onları öldürmek gerektiğini söylüyorsunuz!

Ve Hâkime de susmak düşer…

İşte ibret…İşte hikmet…

Birde;bu duruma düşülmeden önce hırsızın zaruri ihtiyacı göz önünde bulundurulup,çaldığı şeyin zaruriyattan,kendisi için hayati bir mesele olup olmamasından kaynaklanmışsa,bu durumda el kesme cezası bahis mevzuu değildir.

İkincisi;mahkemeye intikal etmeden hırsızın tevbe ederek malı iade etmesi,bazı içtihadlara göre mal sahibinin affetmesi,ceza hükmünden önce hırsızın çaldığı mala,meşru yoldan malik olması gibi sebeblerle ceza (had) düşmektedir.[334]

Hapis cezası caydırıcı olmak bir yana,teşvik edici rol oynamaktadır. Çünkü;hırsız kışa doğru geçirebileceği bir yer olan, kendisince de rahat ve uygun gördüğü hapse girmek için 5-6- aylık bir suç işlemekte,dışarıda harcayacağı masraftan,gideceği yerinin olmamasından kendisini kurtarmış oluyor ve öylede düşünüyor.

Bununla kalmayıb çıktığında nereleri,nasıl ve kimlerle soyup,büyük bir soygun planı da yapıyor.

Sonuç o ki;-İnsanlar cehaletten kurtarılıp eğitim ile bilgilendirilerek,devlet çapında zaruri ihtiyaçları temin edilmelidir.

-İkinci olarak;bir caydırıcılık eseri olarak,el kesme gibi bir ceza ile son bir çare olarak caydırma yolunu göstermelidir ki,müessir olsun.

 

KAT ’ I   TARİK   –     YOL KESME

 

Buna sirkati Kübra,büyük hırsızlık denilmiştir.[335] sebebi ise;zulmü,cürmü ve cinayetinin büyük ve umumi olmasındandır.

Burada kula tecavüz olduğu gibi,Allah ve Rasulüne savaş açmış olmaktadır.

Âyet’de:”Allah ve Rasulüne karşı savaşanların ve yer yüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya acımadan öldürülmeleri,ya asılmaları,yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi,yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır.. Onlar için ahirette de büyük azab vardır.

Ancak siz,kendilerini yenib ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna;biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[336]

Burada şu şekillerde ceza uygulanır:Yalnız öldürmüş mal almamışlarsa öldürülürler. Bu öldürme kısas değil,hadd’dir. Bu durumda velice af’da söz konusu olmaz. Burada Allah emrine isyan söz konusu olmaktadır.

Yalnız mal almış öldürmemişlerse sağ elleriyle sol ayakları çaprazlama kesilir.

Hem mal almış hem de öldürmüşlerse;Ebu Hanife’ye göre hakim dört şeyle muhayyerdir:İsterse ellerini,ayaklarını çaprazlama keser ve öldürür;isterse ellerini,ayaklarını çaprazlama keser ve asar;isterse kesmez,asar;isterse kesmez,öldürür.

İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed yani imameyne göre asılır ve öldürülür. Elleri,ayakları kesilmezler.

Ebu Hanife’ye göre hem kesme,hem öldürme uygulanırsa bu,bir suça iki ceza uygulama değildir. Burada kesme ve öldürme tek cezadır.

Mal almamış,öldürmemiş,sadece korkutmuşlarsa,tevbe edinceye dek hapsedilirler.”[337]

 

 

Z   İ   N   A

 

Ahlaki,Dini,içtima-i ve ailevi zararlarından[338] dolayı, Rabbimiz insanları böyle bir hayasızlıktan ve kötü yoldan sakındırmaktadır.[339]

Zina suçunu işleyen dünyada da ahirette de cezasını bulur.[340] Suç tebeyyün edinceye kadar hapis ve tahkire maruz bırakılırlar.[341]

Zina da dört şahid aranır.[342] Başka davalarda aranmamasındaki sebeb ise;” Allah Teala burada,kullarının suçlarını örtmek istiyor ve ahlaksızlığın duyulub yayılmasına razı olmuyor. Bundan dolayı biri diğerine zina isnadında bulunur da iddiasını 4 şahitle isbat edemezse kendisine iftira cezası olarak 80 deynek ,evli bir Cariye ve Köleye ise hürün yarısı olan 40 deynek vurulur ve ebediyyen şahitliği kabul edilmez.” Tevbeleri halinde daha onlara eziyet edilmez.[343]

Nitekim Peygamberimizin eşi Hz.Aişe’ye yapılan iftira ve İfk olayında olduğu gibi…[344]

Kazf;yani temiz ve iffetli bir kadına leke sürecek iftirada bulunma durumunda,zina suçunda aranan şartlar aynen bunda da aranır.

Kazf,icma ile büyük günahlardan,kebâirdendir.[345]

Kazfın çirkinliği konusunda Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:”Gıybetin en fena ve en şeni’i ve en zalimane kısmı,kazf-ı Muhsanat nevidir. Yani gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan,bir erkek veya kadın hakkında zina isnad etmek;en şeni’ bir günahı kebâir ve en zalimane bir cinayettir,hayat-ı içtimaiyeyi ehli imanı zehirlendirir bir hıyanettir,mesut bir ailenin hayatını mahveden bir gadrdir. Evet Sure-i Nur bu hakikatı o kadar şiddetle göstermiş ki,vicdan sahibini titretiyor ve tüylerini ürpertiyor.

“Onu duyduğunuzda,” Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşa! Bu,çok büyük bir iftiradır”demeli değil miydiniz!”[346]

“Şiddetle ferman ediyor ve diyor ki:Gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen merdudüş-şehadettir. Ebedi şehadetlerini kabul etmeyiniz. Çünkü yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki,gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir. Kur’an-ı Hakim bu şartı koşturmakla,böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz (konuşmayınız),bu kapıyı kapayınız demektir.”[347]

İmam-ı Malik,Şafi-i,Ahmed bin Hanbel’e göre yalancı şahidin cezası:”Yalancı şahidin ta’zir edilmesi ve insanları bundan sakındırmak için ilan edilip halk arasında duyurulması (teşhir) dır.”der.[348]

Karısının zina ettiğini iddia eden koca şahid getiremediği takdirde İslam hukukundaki Lian uygulaması tatbik edilir. Yani kadın ve erkek dört defa yeminden sonra beşinci de;- eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin ve gazabını üzerlerine olmasını- söylerler. Böylece erkek iftira,kadında zina cezasından kurtulmuş olurlar.[349]

Aslında baş da böyle bir iftiraya karşı hüsn-ü zan-da bulunulması gerekirdi. [350]

Zinada bulunan kimseye gelince;Eğer bu kişi bekar bir kişi olup zina etmişse Had cezası uygulanır,yani yüz sopa vurulur. Eğer evli bir erkek ve kadın zina etmişse bu durumda recm cezası uygulanır.[351]

Birden fazla zinada tek zina haddi uygulanır. Önceden celd ile had uygulanıb,bir daha zinada bulunana ise tekrar had uygulanır. Çünkü birincisinden intibaha gelmemiştir.[352]

Değişik suç durumunda ise;hem zina,hem öldürme,hem de yaralama ise,kısas cezası uygulanır.[353]

Hükmün yerine getirilip,şefkat edilmekten kaçınılması gerekir.[354] Çünkü Allah’ın rahmet ve merhametinden fazla merhamet,merhamet değildir.

Devletin burada affetme yetkisi yoktur. Zira mağdur edilip kendisine tecavüz edilen kadındır,tecavüz edilen devlet değildir ki affetsin ve affedebilsin! Gözetilmesi gereken mağdurun hakkıdır.

Ve bizzat Peygamberimiz bu recm cezasını hayatta iken uygulamıştır.[355]

Hz. Ali’den:” Rasulullahın evli olarak zina eden kimseyi recm ettikten sonra üzerine namaz kıldığını,mirasını da mirasçılarına verdiğini bilirsiniz. Katili öldürtmüş mirasını ehline paylaştırmıştır;hırsızlık edenin eli kesilmiş,zina eden bekâra celde (yüz sopa) uygulanmış ama,Fey’ den (Pay) paylarına düşen de verilmiştir. Onlarda müslüman kadınları nikahlamışlardır. Rasulullah onlara suçlarının cezasını vermiş,Allah’ın hukukunu tatbik etmiştir. Ama İslâmdaki paylarından onları men etmemiş,adlarını müslümanlıktan çıkarmamıştır.”[356]

Böylece akla uygun olan İslâm ve kanunları,insanların yani her asırda 5-6 milyar farklı insanların hevâ ve heveslerine göre ve akılları üzerine oturtulmamış,o akılları da ihata eden külli akıl üzerine oturtulmuştur.

Tarihde recm hadisesi çok nadir olmuştur. Naima Tarihi 1091’de İstanbul’da bir recimden bahseder.[357]

Gayrı müslimlerin zina yapması halinde recm cezası değil,sopa yani kırbaç cezası uygulanır.[358]

1584 – Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Yahudilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: “Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafıfletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O’nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: “Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvalar(la amel ettik, hevamıza uymadık) deriz” dediler.Mescidde ashabıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek: “- Ey Ebü’1-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?” dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak:   “-Hz. Musa (aleyhisselâm)’ya kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zina yapacak olursa bunun Tevrat’taki hükmü nedir?” diye sordu.”- Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır.”-Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır- Râvi devamla der ki: “Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayıp) susmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: “Madem ki sen bize Allah’ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): “Biz Tevrat’ta recm emrini görüyoruz” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):”- Allah’ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?” diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi:”- Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mani olup:”- Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamımızın recmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!” dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezayı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.(Bu açıklama üzerine) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):   “- Ben Tevrat’taki âyetle hükmediyorum!” dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Zührî (rahimehullah) der ki: “Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur:”Şüphesiz ki Tevrat’ı biz indirdik. Ki onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini (Allah’a) teslim etmiş olan (İsrail) peygamberleri, Yahudilere ait (dâvalarda) onunla hükmederlerdi…”[359] Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlardan biri idi.”[360]

Recm için İmam-ı Azam Ebu Hanife müslüman şartını şart koşarken,Şâfii ve Ebu Yusuf şart görmezler.[361]

İmam-ı Şâfii:” Kâfirler de şeriatın hükümlerinden mesuldürler.”der.[362]

Müslümanla Hristiyanın zinası durumunda Hz. Ali şöyle der:”Müslümana İslâm hukukunun,hristiyana da kendi hukuklarının tatbik edileceği”ni söylemiştir.[363]

Recmedilen şahıs ölünce yıkanır,kefenlenir,cenaze namazı kılınır ve gömülür. Peygamberimiz Maiz hakkında:” Ona da ölülerinize yaptığınız gibi muamele edin.”buyurmuştur.[364]

Böylece İslâm hukukunda kime,nasıl ve ne şekilde uygulanacağı,hikmeti,zina eden erkeğin zina eden kadınla nikahlanıb evlenebileceği,[365]zina iftirasına verilecek ceza,[366]zina şahitliğinin keyfiyeti,[367]kazfın cezası,[368]ve şahitliklerinin ebediyen kabul edilmemesi,Liân la beraber[369] bir çok meselelerde zikredilmektedir.

Böylece bekâr olup da zina eden erkek veya kadın kendileri gibi denkleriyle evlendirilirler. Âyet’de:” Zina eden erkek,zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez;zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu,mü’minlere haram kılınmıştır.”[370]

Zina cürmünün büyüklüğündendir ki;her şey kısas dahi velisinin affıyla diyete çevrilip diyetle affa kabil olduğu halde,zina affa kabil değil,recim uygulanır. Onun için sakınmak lazımdır.[371]

Nezaret yani harama bakmak tasavvurâtı,onu düşünmeyi,tasavvurât tekellümatı,tekellümat fiiliyatı ve büyük günah olan zina gibi halatın vuku bulmasına sebeb olur.

Kadınları yapmış oldukları bu hayasızlıkları dışında boşamamak,boşandığında ise uygun bir şekilde onları salmak,onları iddetleri içinde boşayıp,iddetleri de sayılarak,adil iki şahidin huzurunda ve öncülüğünde bunları yapmak gerekir.[372]

Ve bu iddetleri içerisindeki sürede uygun bir yerde oturtup,hamile ise doğumuna kadar bekletilecek ve ücret karşılığı çocuğu emzirtecektir.[373]

Âyette:”Onun (çocuğun) bu taşınışı (Hamileliği) ve sütten kesilmesi otuz aydır.”[374]

Buna binaen bir zâniye için Hz. Ömer altı ayda doğum yapan bu kadının recmedilmesini emrederken,Hz. Ali recmedilemeyeceğini,Hz. Osman da böyle yapmaya niyetlendiğinde,İbni Abbas yukarıdaki ayeti kendisine okur.[375]

Özetle:Üç türlü ceza vardır:1)celde (sopa cezası)

2)Sürgün ve Hapis.

3)Recm,taşlayarak öldürme.

“Bekâr erkek veya kadın zina suçunu işlediğinde iki ceza ile cezalandırılır:1)Celde yani 100 sopa cezasıdır.

2)Hapis cezasıdır. Hapis cezası temel olarak bir senedir.

Zina suçunu işleyen şahıs muhsan ise recm cezası tatbik edilecek. Yani suçlu taşlanarak öldürülecektir.

Muhsan;evli,tam ehliyetli ve müslüman şahıs anlamınadır.

Müslüman olmayanlara recm cezası değil,sopa cezası uygulanacaktır. Sopadan gaye kırbaçtır. Kırbacın kuru,demirli ve düğümlü olmaması gerekir. Vücudun çeşitli yerlerine vurulur. Baş ve yüz gibi tehlikeli yerlere vurulmaz.

Zina suçu üç şekilde sabit olur. Birincisi,tam ehliyetli,müslüman,erkek ve dürüst dört şahidin bizzat gördüklerini beyan etmeleriyle sabit olur ki,bu çok zor bir yoldur. Ayrıca zaman aşımına da uğramaması şarttır.

ikincisi;Zina edenin,dört defa zina suçunu ikrar etmesidir.

Üçüncüsü;karinelerdir. Evli olmayan bir kadının gebe kalması ile de zina suçu sabit olur.”[376]

Hadis’de:” Bir gün adalet ile hükmetmek altmış senelik ibadetten hayırlıdır.”buyurulmaktadır.

“Recmedilen kimse recmedilmekle günahının keffâretini ödemektedir.”[377]

-Recm,Tevrat’da da vardır.[378]

-İlahi azabı gerektirecek olan LİVATA ve Homoseksüellik ise;bir hayasızlık ,beyinsizlik ve sınırı aşma olup,[379]cezayı gerektirmektedir,[380]öldürülür.

Zinanın hükmü ki evlinin recmedilip,bekara yüz deynek vurularak cezalandırılması ve bir yıllığına sürgün edilmesini ifade eden imam-ı Şafii,Livatada da geçerli olduğunu söyler.[381]

Ebu Hanife ise Livata da Ta’zir cezasının verileceğini ifade eder.[382]

İmam-ı Bağavi der:” Livata cezası hakkında alimler arasında ihtilaf vardır. Said bin el-Müseyyeb,Ata bin Ebi Rebah,el-Hasan,Katade,neha-i,Sevri,Evza-i ve İmam-ı Şâfii-nin görüşlerine göre bu işi yapan kimseye zina cezası verilir. Yani eğer evli ise taşlanmak suretiyle öldürülür. eğer evli değilse yüz deynek vurulur. Bu görüş Ebu Yusuf ve Muhammed bin Hasan’dan da rivayet edilmiştir.

Bu görüşe göre İmam-ı Şâfii nezdinde kendisi ile bu iş yapılan kimseye de-ister erkek olsun ister kadın,ister evli olsun ister olmasın- yüz deynek vurulur. ve bir sene de sürgün edilir.

Bazı alimlerin görüşüne göre,livata içerisinde bulunan bir kimse –ister evli olsun,ister evlenmemiş olsun- recm edilir.

İmam-ı Şâfii-nin diğer bir kavline göre ise,bu suçtan dolayı,yapan da yapılan da öldürülür. el-Hafız demiştir ki:”Livata fiilinde bulunan kimseler dört halife tarafından ateşle yakılmışlardır. Halifeler şunlardır: Hz. Ebu Bekir,Hz. Ali,Abdullah bin Zübeyr ve Hüşşam bin Abdulmelik (RA)”

İbni Abbas’dan rivayet edilen Hadis’de:” Lut kavminin amelini yapan kimselere rastladığınız zaman faili de (yapanı da) mef’ul-ü bih’i de (yapılanı da) öldürünüz.”[383]

Mut’a yapmak durumunda ise;Rasulullah hayber günü Mut’ayı yasakladı.[384] “Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin.”[385]âyetini-Hanefi mezhebine göre-hadis neshetmiştir.Şafii ise;Hadisin âyeti neshetmediğini ancak bunun Mü’minun suresinde olan;”Ve onlarki iffetlerini korurlar;ancak eşleri ve ellerinin sahib olduğu(cariyeleri)hariç.(Bunlarla ilişkilerden dolayı)kınanmış değilllerdir.”[386]ve;”Ey Peygamber!Kadınları boşamak istediğiniz zaman onları iddetleri içinde boşayın ve iddetide sayın.”[387]

İmamı Şafii der:”İslamda Mut’anın dışında helal olup sonra haram,sonra helal sonra haram olan bir şey bilmiyorum.”der.Âyette:”(Harb esiri olarak) sahib olduğunuz cariyeler müstesna,evli kadınlar(la evlenmeniz)de size haram kılındı.Allahın size emri budur.Bunlardan başkasını,namuslu ve zina etmemek üzere mallarınızla(mehirlerini vererek)istemeniz size helal kılındı.”[388]neshetmiştir.

İbni Abbasa Mut’anın sefihlik mi,nikah mı olduğunu soran Ammare;ne sefihlik,nede nikah olmadığını,Mut’a olduğunu söylemiştir.Mut’a,icmaen haramdır.Salim bin Abdullah bin Ömerden rivayet edildiki;ömer bin Hattab minbere çıktı,Allaha hamd edip,sena etti,sonra dedi;Bazılarına ne oluyorki,bu Mut’a nikahını yapıyorlar?Muhakkakkki Allahın rasulü onu yasakladı.Bunu yapan bir kimseyi bulursam,onu taşla recmederim.”ve dedi,Mut’a;nikah ve talak ve iddet ve mirası ortadan kaldırdı.”[389]

 

Z I H A R

 

Zıhar: Yani:”Sen bana, anamın sırtı gibisin”denilmesi konusunda âyeti kerime de:”İçinizden hanımlarına Zıhar yapanların hanımları,onların anaları değildir. Onların anaları,kendilerini doğuranlardan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar,kesinlikle çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Allah,muhakkak çok affeden ve bağışlayandır.

Kadınlardan zıhar ile ayrılmak isteyib de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.

(Buna imkân) bulamayan kimse,hanımıyla temas etmeden önce ard arda iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen,altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah’a ve Rasulüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azab vardır.”[390]

Bu âyetle zıhara üç keffâret hükmü getirilmiş olmaktadır.[391]

Şâfii ve Hanefiye göre:” Aynı mecliste olmaması ve bu tekrar ile te’kidin kasdedil memesi durumunda her zıhar için bir keffâret gerekir. Aynı meclis de ve Te’kid gayesiyle tekrar edilen zıharlar içinse,tek keffâret gerekir.”demişlerdir.

Âyette:”Allah sizi,yeminlerinizdeki ‘Lağv’den dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi,kalblerinizin azmettiği yeminler yüzünden hesaba çeker. Bunun da keffâreti,on yoksulu doyurmaktır.”[392]

Bazı alimler:”Eğer koca,keffâret ödemeden önce,hanımıyla cinsi münasebette bulunursa,ona iki keffâret gerekir.”denilse de;İmam-ı Malik,Ebu Hanife,Şâfii,Süfyan es-Sevri, İmam-ı Ahmed ve İshak bin Rahuye-ye göre ise:”.. ona ancak tek bir keffâret gerekir.”[393]demişlerdir.

Keffâret konusunda alimler ayrıca:”Kişi sadece keffâretler içinde zıhar keffâretinden ötürü zorlanır ve (gerekirse) haps olur. Çünkü keffâreti eda etmemek,kadına zarar vermek ve onun hakkını yerine getirmekten kaçınmaktır.”[394]

Hapislede keffareti yerine getirmezse darbedilir.[395]

Yukarıdaki âyette keffâretin ölçüsü;

”…Ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek,yahut onları giydirmek,yahut da bir köle azad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor;umulur ki şükredersiniz!”[396]

Eğer o kimse,bir yoksulu,altmış defa yedirse,İmam Şâfiiye göre bu,keffâret olarak kifayet etmez;Ebu Hanife-ye göre ise kifâyet eder.”[397]

 

 

M   Ü   R   T   E   D

 

Mürted;müslüman olduğu halde İslâmiyeti terk edip,dinden çıkan kimseye verilen addır.

Kur’an-ı Kerim-de:”Kim imanı küfre değişirse,şüphesiz dümdüz yoldan sapmış olur.”

“Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse,onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de geçersiz sayılmıştır. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.”

“İman edip sonra inkar edenleri,sonra da inkârlarını arttıranlarını Allah ne bağışlayacak ne de onları doğru yola iletecektir.”[398]

Mürted olan erkeğe müslüman olması için müsaade tanınır,reddetmesi halinde öldürülür. Kadın ise müslüman oluncaya kadar hapse mahkum edilir.[399]

Sirin:” En çok mürted olanlar,hava-i insanlardır.”der ve şu âyeti delil getirir:” Âyetlerimiz hakkında alay yollu söz edenleri gördüğünüz zaman kendilerinden yüz çevir,yanlarına oturma;ta ki Kur’an-dan başka bir söze dalalar.”[400]

Mürtedin çocuk ve aileleri konusunda ise:”Cihad,dini de olsa,kafirlerin çoluk çocuklarının vaziyetleri aynıdır. Ganimet olabilir;müslümanlar,onları kendi mülküne dahil edebilir. Fakat İslâm dairesinde birisi dinsiz olsa,çoluk çocuğuna hiçbir cihetle temellük edilmez;hukukuna müdahale edilmez. Çünkü o masumlar,İslamiyet rabıtasıyla dinsiz pederine değil,belki İslâmiyetle ve cemaat-ı İslâmiye ile bağlıdır. Fakat,kâfirin çocukları,gerçi ehl-i necattırlar;fakat hukukta,hayatta pederlerine tabi ve alakadar olmasından,cihad darbesinde o masumlar memluk ve esir olabilirler.”[401]

“Bir müslüman bir hakikat-ı imaniyeyi inkar etse,küfrü mutlaka düşer. Çünkü,başka dinlerin icmallerine mukabil İslâmiyette tam izahat verilmiş. Rükünler birbiriyle zincirlenmiş, Muhammed Aleyhissalatu vesselamı tanımayan,tasdik etmeyen bir müslüman,Allah’ı da (sıfatıyla) daha tanımaz ve ahireti bilmez. Bir müslümanın imanı o kadar kuvvetli ve sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki,inkârda hiçbir özür kalmıyor. Adeta akıl kabulde mecbur oluyor.”[402]

Bundan dolayıdır ki İslâmiyetden çıkan bir insan başka hiçbir dini kabul etmez. Tam bir ateist ve dinsiz olur. Yılan gibi zehirlemekten zevk alan bir anarşist olur ki,hiçbir hak ve hukuk dinlemez ve had altına alınmaz. Öldürmekten zevk alır. Rüşveti mutlaka veya istibdattan başka bir şekilde idare edilmezler. Ya her istediği verilecek ki ,istekler bitmez veya tam bir baskı ile önlerine sed çekilecektir. Bunlarda köksüz çarelerdir.

Bundandır ki İslâmiyet mürtede yani anarşiste hiçbir hayat hakkı tanımamıştır…

 

                       

K   E   F   F      R   E   T

 

Keffâret;dini bir suçu affettirmek amacı ve ümidi ile Allah rızası yolunda bir şey vermek veya oruç tutmaktır…[403]

İslâmiyet ve onun meseleleri,Allah ve O’nun rahmet ve hidayet kapıları ümitsizlik değil,ümid kapısıdır. Zira O’nun rahmetinden ümid kesilmez. kendisini inkar edip küfredene kapıları kapatmayan Allah,mü’min kullarının işledikleri günahlardan dolayı da af ve mağfiretine mazhar kılacaktır.

Hadis-i Kudsi’de:”Rahmetim ğazabımı geçmiştir.” buyurulmaktadır. Cenâb-ı Hakkın rahmeti muhittir,her tarafı kuşatmıştır. Kullarının günahlarından da daha şümullü ve kapsamlıdır.,onu da kuşatır.

Keffâret de bir ibadet özelliği de bulunmaktadır. Bundan dolayı keffâret:” Ceza ile ibadet arasında bir şey olup beş kısma ayrılır:

1)Yemin bozmadan,

2)Hacda ihramlıyken tıraş olmadan,

3)Zıhar keffâreti

4)Keffâreti Savm,

5)Hatâen adam öldürmenin keffâreti…(Bunda fidye olarak[404] mü’min köle azad edilir veya iki ay muttasılan oruç tutulur.)[405]

Din;yapılan yanlışları affetmek için bir bedeli de gerektiren af müessesesini ikame etmiştir.

Kasten çocuk düşürmenin cinayetle beraber,buna sebeb olmanın da durumu,maddi tazminatı ödemektir.[406]

Keffâretler çözüm yollarıdır. Nitekim Eyyub Peygamber hastalığı halinde kendisine hizmette kusur eden hanımına,iyileşmesi halinde yüz deynek vuracağı yeminine karşı,yüz sapı bir araya getirerek vurmuş ve de yeminini yerine getirmiştir.[407]

Yemin keffâreti ayetle sabittir.[408]” Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunu da keffâreti,ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek,yahut onları giydirmek,yahut da bir köle âzad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor;umulur ki şükredersiniz!”[409]

“Yemin edilen şey ya bir şeyi yapmak veya terk etmektir. Bunlardan her biri de ya ma’siyet üzere bir yemin veya bir vacib üzeredir.

Mesela anne-babasıyla konuşmamak üzere veya birini öldürmek üzere günah bir şey hakkında yemin etse ehven olanı tercih eder,keffâret verir.”[410]

Hadis de de:”Bir yemin edip de başkasının ondan hayırlı olduğunu görürsen hayırlı olanı yap ve yemininin kefâretini öde.”[411]buyurulmaktadır.

Nezr,adak keffâreti,hadiste belirtildiği üzere,yemin keffâretidir.[412]

İhramlının keffâreti ise,fakiri doyurmak veya oruçtur.[413]

Orucun keffâreti;peşpeşe 61 gün oruç tutmaktır.[414]

Zıhar keffâreti;orucun keffâreti gibidir.[415]

Şaşkın olanın yapacağı keffâret;Köle azad,yetimi doyurmak,yoksula bakmaktır.[416]

Hanımın hayız ve nifası halinde cinsi münasebette bulunmakla büyük günah işlemiş olan kimse bu durumda tevbe ve istiğfarda bulunarak,keffâret verir.

Keffâret ise Hadis’de belirtildiği üzere:”Aybaşı olduğu halde erkek hanımına yaklaşacak olursa,eğer kan kırmızı ise (ilk geldiği sıralar ise) bir dinar,sarı ise,(kesilmesine yakın ise) yarım dinar tasadduk etsin.”[417]

(Bir Dinar,bir miskal,4 gram ağırlığında bulunan altın sikkedir.)

Müsned’de:”-İnsanları hüzünlendiren sıkıntıların günahlarına keffâret olacağı… ve Allah’ın musibetler sebebiyle yaş döken gözleri,hüzünlenen kalbleri azaba uğratmayacağı,[418]zikredilmektedir.

İslâmiyet,hukuktaki göstermiş olduğu adaleti ile,[419] sosyal hayatı,dünya ve ahiret hayatını teminat altına almış,toplumda huzuru temin edecek beş unsur olan Hürmet,Merhamet,Emniyet,İtaat,Helal ve Haramı bilip haramdan kaçınmayı tesis etmiştir.

Böylece ilâhi iradeyi kanun şeklinde tesbit etmiş olmakta ve tecelli etmektedir.

 

                       

V A S İ Y E T

 

Kişinin babası,anası ve yakın akrabası için Vasiyet de bulunması bir haktır.[420]

Bu durumda iki şahid bulundurmalı,[421] Eşleri için:”Senesine kadar evlerinden çıkarılmaksızın kendilerine yetecek bir malı vasiyet”etmeli,[422] Eğer çocuk yoksa yarısı eşlere,bir çocuğu varsa dörtte birisi ona verilmelidir.

Çocuklar varsa sekizde birdir,çocuk ve baba yok da diğer vereseler,erkek ve kız kardeşleri varsa her birine terekenin altıda biridir.

Kardeşler daha çok ise,üç de birini aralarında taksim ederler…[423]

Vasiyetler, borçlar verildikten sonradır.

Ara bulan için bir vebal olmayıp,[424] ölenin vasiyetini değiştirmek bir vebaldir.[425]

 

 

M   İ   R   A   S

 

Ashab-ı Ferâiz-den olan Miras ve hisseleri;[426] Yüce Allah’ın kitabı veya Rasulünün sünneti yahut icma ile takdir ve tayin edilmiş bulunan kimselere vermektir.[427]               İslâmdan   önce kadın mirastan mahrum bırakılırdı.[428]

Miras da akraba asıldır.[429]

Haktan ayrılmadan [430] akraba,öksüz ve yetim ve onların hakları gözetilmeli[431] ,erkek ve kadın hak sahibi olup,[432]kadınlara zorlama yapılmadan[433] belirlenen taksimat doğrultusunda [434] verilmelidir.

Hadis’de zikredilip de Kur’an-da takdir olunan hisseler şöyledir:”Nısıf (Yarım), Rubu’ (dörtte bir), Sümün (sekizde bir), Sülüsan (üçte iki), Sülüs (üçte bir), Südüs (altıda bir) dir.[435]

Taksimde erkeğe iki kadın payı. Hepsi kadın ve ikiden fazla ise,mirasın üç de ikisi.

Bir kadın ise mirasın yarısı olan,geriye ana-baba ve çocuklar bırakmış ise ana-babanın her birine altıda bir.

Çocuk yok ise ve ana baba kalmışsa,ananın payı üç de birdir. Ölenin kardeşleri varsa altıda bir ananındır.

Bütün bunlar borçlar ödendikten sonra verilir.[436]

Çocuğu olmayıp kız kardeşi olan ölürse,bıraktığı malın yarısı o kızındır.

Çocuğu olmayan kız kardeş ölürse,erkek ona varis olur.

Ölenin iki kız kardeşi varsa üç de iki onlarındır.

Erkek ve kız olurlarsa erkeğin,iki kız hissesidir.[437]

Türk hukuku anne-babaya pay ayırmazken Kur’an altıda bir pay ayırır.[438]

Kadının mali mükellefiyeti,erkeğin yükümlülüğünden az olduğundan,erkeğin miras da yarısını almaktadır.[439]

 

                                              

M   E   H   İ   R

 

Boşanan kadınların hakları verilmeli,[440] rızaları gözetilmelidir.[441]

Evlenecek olanlar temas etmeden önce boşarlarsa mehrin yarısını vermelidirler.[442]

Hadislerde ise;Ukbe İbn-i Âmir radiya’llâhu anh’den Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in:Îfâ etmeniz îcâb eden şartlardan evlâ olanı, halâllığı taleb edilen kadının (mehir) şartıdır] buyurduğu rivâyet edilmiştir.

“Nikâhların en hayırlısı en kolayıdır.”[443]

            İbni Ömer demiştirki;”Boşanan her kadının bir istifade (tazminat) hakkı vardır.Bu tazminattan,kendisine mehir tayin edildiği halde,temas vaki olmadan boşanan hariçtir.Böyle bir kadın,kendisi için tesbit edilen mehrin yarısını alır.”[444]

İbnül Müseyyeb anlatıyor:”Hz.Ömer:”Nikâhta perdeler indirildimi mehir vacib olur.”diye hükmetti.[445]

İbni Abbas anlatıyor:”Hz.Ali,Fatımayı nikâhlayınca,hemen gerdek yapmak istedi.Rasulullah(SAM)ise,mehir olarak bir şeyler verinceye kadar buna mâni oldu.Hz.Ali:”Benim verecek birşeyim yok.”demişti.

Rasulullah:”Ona zırhını ver.”buyurdu.Hz.Ali (bu maksadla) zırhını verdi,sonrada gerdek yaptı.”[446]

Ukbe ibnu Âmir anlatıyor:”Rasulullah (SAM)buyurdularki:”Yerine getirilmiye en ziyade layık olan şart,ferçleri helal kılmak üzere kabul ettiğiniz şartlardır.”[447]      

 

                                               E   M   Z   İ   R   M   E

 

Kur’an,sünnet ve fukahaca süt emme süresi iki yıldır.[448]

.Hadis’de:”Süt hükmü,ancak çocuk iki yaşını dolduruncaya kadar ki zamanda tesbit edilir.”[449]

İki yıl olduğu konusunda fetva verilmekle beraber;Cevhere’de 2,5 yıl olarak ifade edilmektedir.[450]

Peygamberimizin iki yaşını doldurmadan ölen oğlu İbrahim için:” onun cennet de bir süt annesi var,geri kalan sütünü emzirecek (böylece iki yıla) tamamlayacaktır.”(Müslim)

Kadınlar emzirmek mecburiyetinde olmayıp,bir ücret karşılığında emzirir veya başkasına emzirtilir.[451]

Süt annelerin nikahı ise haramdır.[452]

Süt annenin asaleti göz önünde bulundurulup,Hadis’de belirtildiği üzere;Facir kadınlar,zinakâr ve ahmak kadınlara emzirtilmemelidir.[453]

“Çocuğun ana rahmindeki gelişmesi,annenin kanıyladır. rahimde çocuğu geliştiren kan,çocuğun doğumuyla hemen süte dönüşür. Çocuğun bünyesini oluşturan parçalara o süt,daha uygundur. Dünyaya gelen çocuğun gelişmesi oranında,anne sütü de gelişir…

…Süt,çocuğun ahlak,huy ve karakteri üzerinde etki yapar. mesela yalancı bir kadının sütünü emen bir çocuğun,yalancı olması büyük ölçüde imkan dahilindedir.”[454]

Mama fabrikalarının yahudilerin elinde olmuş olması,aleyh de propağandalara sebeb olmaktadır.

Ateistler;”Anne sütünün demiri eksiktir.” derler,oysa bebeklerde kan,ilk altı ay boyunca karaciğerde yapılır. Ve bu ilk altı ay ile iki yılda karaciğerde demir depo edilmiştir.

Demir olsaydı bebeğin bağırsağını zedeleyip,sindirim sistemini ömür boyu perişan etmiş olacaktı.

Yahudilerin altı aydan sonra mama verilmelidir,sözleri kurdukları mama fabrikalarının işlemesi içindir. Çünkü iki yaşından sonra çocuğa mama gereksizdir. Çünkü çocuk artık yemek yemektedir.

“Anne sütünde temel beslenme açısından lazım olan şeker,yağ,fosfor ve vitaminlerin tümü mevcuttur. Ve bebeği ilk altı ayda tüm mikroplu hastalıklardan koruyan bağışıklık maddeleri olan Antikârlar vardır.

Yetişkinlerde kan kemik iliğinde yapılırken,çocuklarda karaciğerinde,daha anne rahminde iken demir depo edilmiştir.”[455]

Bu ruh ve beden sağlığı için gereklidir.

Anne açısından da meme kanseri olmasını engeller.

 

                       

                   C   U   M   A

 

Farz olan Cuma namazı[456],Şafii-de kırk kişi imamın arkasında Fatiha’yı okuma şartı aranmakta,Mezheb-i A’zamı takliden de sünnet olarak kılınmaktadır.[457]

Alış-veriş ve benzeri icare,sulh,sanat ve başka işlerle meşgul olup Cuma namazından geri kalmak cumhura göre haramdır. Bu haramlık,hatibin önünde ezan okumaya başlandığı zamana mahsustur. Bu ayetçe sabittir:

“Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu,ezan okunduğu zaman Allah’ı zikretmeye koşun,alış verişi bırakın.”[458]

”Bir şeyin hürmetini beyandan sonra vârid olan emrin ibâha için olduğu,ulemâyı usuliyece mukarrerdir.”[459]Nitekim Cuma namazı esnasında alışverişin haram olmasından sonraki mübahiyeti gibi…

Âyetin nüzulü ile alakalı rivayette: Dıhye b. Halife el-Kelbi’nin müslüman olmadan önce bir Cuma vakti Şam-dan mal getirdiğinde;hutbeyi dinlemekte olan sahabiler terk edip dışarı çıkınca,içlerinden bir kısmının (12,8,40 kişi)kalması üzerine Peygamberimiz:

“Eğer bu kalanlarda olmasaydı tepelerine taş yağdırılırdı.”(Mukatil-den..)

Diğer bir rivayette:”Eğer bu geri kalanlarda,evvelkilere (gidenlere) tabi olsalardı,şu vadi,onlar üzerine ateş olur cayır cayır yanardı.”buyurulmaktadır. (Hasan-ı Basri-den)

Mukatil;”Onlar bu işi üç kez yaptılar.”der.[460]

Allah alım-satımı helal kıldığı[461] halde,Cuma saatinde yani ezan,hutbe,farz kılınma anlarında bu alış ve satış haram kılınmaktadır.

Hadis’de:”Melekler Cuma günü camilerin kapılarında hazır bulunurlar ve (girenlerin) adlarını yazarlar,imam minbere çıkınca,bu sahifeler dürülür,kapatılır.”[462]

 

                                              

H   İ   S   B   E

 

İslâm’de Hisbe müessesesi ki bu;”İslâmi kaidelerin tatbikini kontrol ile vazifeli teşkilattır.”[463]

Emniyet görevi olan içtima-i bu müessese farz-ı kifâye olarak sayılmıştır.[464]

Rasulullah’ın ve Hz. Ömer’in bu konuda kadın muhtesibleri görevlendirmelerinden dolayı caiz görülmüştür.

Her türlü düzeni sağlamak amaçlanır. Amaç emr-i bil ma’ruf nehy-i ani’l münkeri sağlamaktır.[465]

Savcı ve sorgu hakimi konumundadır ve görevler belirlenmiştir..[466]

Resmi statü itibariyle Vali ve kadılardan sonra gelirler.[467]

İçki gibi zararlı şeylerin engellenmesinden,bütün ahlaki kuralları temin eder. Müslim-gayr-ı müslim,ibadet gibi konuların ilgi alanını oluşturur.

Her türlü ihlalleri engeller,düzeni temin eder.

Bunun Abbasilerden önce Büveyhilerce uygulanmaya konulduğu belirtilir.[468]

Bu müessese İslam aleminde xıx. yüzyılın sonu ile xx. yüzyılın başlarında ilga edilmiştir.[469]

Osmanlı da:”(Ağustos-Eylül-1826)(yılında) çıkarılan İhtisab ağalığı Nizamnamesindeki uygulamalardan biri de:” Dini ve ahlaki görevleri,namaz kılmayanları ve oruç tutmayanları mahalle imamları vasıtasıyla belirleyip bunlara tenbih de bulunmak,dinlemeyenleri ve bu davranışları sürdürenleri kadının huzuruna çıkararak suçu sabit görülenlere takdir edilen cezayı uygulamak şeklinde belirtilmiştir.”[470]

Bu uygulama gayr-ı müslimler için değildir.

 

                                                                                              5 – 5 – 2000-

                                                                                  MEHMET       ÖZÇELİK

 

                            İÇİNDEKİLER

İslâm Hukuku                                                                       1

İslâm Hukuku Hakkında Batılıların Görüşleri          7

Allahın Adaleti                                                                      10

Şeriat                                                                                    12

Ukûbat – Cezalar                                                                  20

Haddler                                                                                 28

Kısas ve Adam Öldürme                                                      31

Sekr – Sarhoşluk                                                                  43

Sirkat – Hırsızlık                                                                  45

Kat’ı Tarik – Yol Kesme                                                      49

Zina                                                                                       49

Zıhar                                                                                     55

Mürted                                                                                  56

Keffâret                                                                                57

Vasiyet                                                                                  59

Miras                                                                                    60

Mehir                                                                                    61

Rada’ – Emzirme                                                                 61

Cuma                                                                                    62

Hisbe                                                                                     63

İçindekiler                                                                            64

        

[1] İslam Hukuku. Osman Keskioğlu. sh.173.

[2] Bkn. Yeni Ümit.Sayı.20,bkn. Er-Risale.sh.20.

[3] Bkn. İslam Hukuku. Doç. H. Karaman. 2 / 23-24.

[4] Clarence Darrow.

[5] William Pitt.

[6] Bkn. Mektubat B. Said Nursi. 445,Sözler. B. S. Nursi,647,652-656.

[7] En’am.38.

[8] Bkn. İslam Medeniyeti Tarihi. Prof. M. Fuat Köprülü.sh.285-286,312.

[9] İslam Tarihi. Medine Devri. M. Asım Köksal. 10 / 36.

[10] Bilinmeyen Osmanlı. Prof.Ahmet Akgündüz.313-314.

[11] Bkn.Enbiya.78-79.

[12] Tarihçe-i Hayat. B. Said Nursi.sh.368.

[13] Şualar. B. Said Nursi.sh.9. Mesele,2. Nokta.sh.242.

[14] Hilal derg.Aralık.1962.sh.8.

[15] İslam Peygamberi. Prof. Muhammed Hamidullah. 2 / 905.

[16] Bkn. Türk Hukuk Tarihi. Halil Cin, Ahmed Akgündüz. 2 / 323,322.

[17] Günümüz Meselelerine fetvalar. H. Günenç. 2 / 19,Bak.Hülasatül Beyan. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi. 5 / 1958.

[18] Geniş tafsilat için bakn. Age. 1 / 358-359,Bkn. Tefsir-i Kebir Tercümesi. Fahreddin-i Razi. Terc. Heyet. 8 / 101.

[19] Hak Dini Kur’an Dili. Elmalılı Hamdi Yazır. sadelş. Heyet. 2 / 280,bakn. Kitab-ı Mukaddes. Tevrat. Sayılar. Bap.5.sh.137-138, Mecmuatün minet Tefasir.(Arapça-Kadı Beyzavi-Hazin.Nesefi-İbni Abbas)).1/452-453.

[20] İslam Hukuku. Hayrettin Karaman.sh.84.

[21] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi. 128,117.

[22] Age.186.

[23] Age.93.

[24] Türk-İslam Hukuk Tarihi. age. 1 / 106.

[25] İslam Hukuku. H. Karaman. 1 / 113,bkn. İslam Ansiklopedisi. TDV. 1 / 551,İslam Kültür Atlası. İ.R ve L.L. Faruki.terc.301.

[26] Son ilahi kitab Kur’an-ı Kerim.O.Keskioğlu.sh.11.

[27] İslam Tarihi-Mekke Devri-Asım Köksal. 93—96, İslam Adliye teşkilatı. Dr. F. Atar.sh.30,İslam Peygamberi. age. 1 / 52, İbni Esir. 2 / 42.

[28] Devlet Felsefesi. Safa Mürsel.542.

[29] Beyanat ve Tenvirler. B.S.Nursi.62-63,Fıkhi Tesbitler. Ahmet Ersöz.28.

[30] En’am.164,Fatır.18,Necm.38.

[31] Sözler. B. Said Nursi.429.

[32] Devlet Felsefesi.age.482.

[33] Medine Dönemi ve Cihad. Doç. İhsan Süreyya Sırma. 14.

[34] Türk Hukuk Tarihi. age. 1 / 3,7,70, Bkn. Doğuştan Günümüze İslam Tarihi. Redaktör;Prof. H. D. Yıldız.(Heyet) 12 / 390-408.

[35] Türk-İslam hukuk tarihi. age. 1 / 89.

[36] İslam Anayasası. Doç. Ahmet Akgündüz. 54.

[37] Age.29.

[38] Age.13.

[39] Age.88-103.

[40] Age.37,İslam Peygamberi. age.( Arapça aslıyla beraber) 1 / 202-210,Büyük İslam Tarihi. age.(Heyet), 1 / 263-279,İslam Tarihi. Medine devri . M. A. Köksal. 1 / 174-178.

[41] Bilinmeyen Osmanlı. 354.

[42] İslam Anayasası. Doç. A. Akgündüz.110-112.

[43] Mektubat. B. Said Nursi. 197.

[44] Feteva-yı Hindiyye. (Heyet) 15 / 151.

[45] Age. 15 / 153-154.

[46] Nisa.58.

[47] Nisa.65.

[48] Nisa.105.

[49] Maide.50.

[50] Maide.44-45.

[51] Maide.47,bak. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi. –TDV-(Heyet)sh.114,İbni Kesir Muhtasarı (Arapça) 1 / 520.

[52] Yusuf.67.

[53] Nur.51.

[54] Casiye.18.

[55] Mektubat. B. Said Nursi. 248, Fıkhi Tesbitler.A. Ersöz.12.

[56] Bkn. İslamda Fazilet Yarışı. M. Dikmen.41,45-46,52,54,56,Bkn. Hadislerle müslümanlık. M. Y. Kandehlevi. Terc. Heyet. 1 / 232-233.

[57] A’raf.29,Nahl.90,Rahman.7,Hadid.25.

[58]   Mü’min.20.

[59] İslam Peygamberi. age. 2 / 921, Riyazüs-Salihin. Terc. 3 / 354,Hadis.no.1888,Ma’ruf ve Münker. S. C. el-Amra.Terc.M.İslamoğlu.273, (Buhari ve Müslim-den)

[60] Bkn. Tefekkür Hazinesi. Prof. T. Cevheri. Terc. A. Sönmez. 276.

[61] Bkn. İslamda Fazilet Yarışı. M. Dikmen. 52-53,55-56.

[62]İslam Peygamberi. Age. 2 / 939,807.

[63] İslam Hukuku. H. Karaman.22,Bkn. Hadislerle Müslümanlık. age. 2 / 602,725,825.

[64] Büyük İslam Tarihi. age. 2 / 176-178,Bkn. Yeni Asya gazt.21-2-1994.

[65] İslam Hukuku.age.26-27,Bkn. Komutanı Yezid b. Ebu Süfyan’a yazdığı aynı mealdeki mektubu için;Hak Dini Kur’an Dili. E.H. Yazır. sadl. Heyet. 2 / 34.

[66] (İbni Kuteybe.Bak.Tefsir-i Kebir. F.Razi.Terc.Heyet. 20 / 454.

[67] Enam.32-34.

[68] Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. Ömer Nasuhi Bilmen. 1 / 14,Fetevayı Hindiyye. age. 15 / 71 ,Yeni Lugat. Abdullah Yeğin.656.. ,Bak.Mesnevi-i Nuriye.age.74,131,136.

[69] Sözler. B. Said Nursi.451,Muhakemat. B.S.Nursi.141.

[70] Age.455.

[71] İşarat-ül İ’caz.B.Said Nursi.93,Muhakemat.age.125,Devlet Felsefesi. Safa Mürsel.475-476.

[72] Bkn.Muhakemat.age.29.

[73] Tarihçe-i Hayat.B. Said Nursi.53, Hutbe-i Şamiye. B. Said Nursi.85.

[74] İşarat-ül İ’caz. age.53-54,Bkn. Devlet Felsefesi.age.485-486,Sözler. age. (27.söz hatime)454.

[75] Veliler Ansiklopedisi. (Tabakat-ül Kübra)İmam Şa’rani. 3 / 868.

[76] Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. age. 1 / 267.

[77] İslam Tarihi (Medine Devri) age. 1 / 304, Sebe’.13,Bak.Hülasat-ül Beyan.age. 11 / 4494.

[78] Age. 1 / 304,

[79] Sözler.age.381.

[80] Nisa.3-4-,Ahzab.50,Bkn.Sözler.age.380.

[81] Kitab-ı Mukaddes. Meta incili.25:1-12’de,Hilal Dergisi.Aralık.1962,sh.10.

[82] Hülasat-ül Beyan.K.M.Vehbi Efendi. 12 / 4782-4784,4797.Bak.Sad suresi.23-24.

[83] Kitab-ı Mukaddes.Age.Tevrat.sh.98, Bkn. Dinler Tarihi. E. Saraçoğlu. 187,Tefsir-i Kebir.age. 6 / 227.

[84] Maide.48,Hac.67,Şura.13,21,Casiye.18.

[85] Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. age. 1 / 195.

[86] Age. 1 / 259.

[87] Fetevay-ı Hindiyye. age. 15 / 124.

[88] Koçi Bey Risalesi. Sadl. Z. Danışman. 103.

[89] Mesnevi-i Nuriye. B. Said Nursi.112.

[90] Şualar.240.

[91] Mektubat. B. Said Nursi.422-423.

[92] Tarihçe-i Hayat.age.64,69,60-63.

[93] Sünuhat. B. Said Nursi.39, Bkn. Fitne ve Melahim konusunda,İslam Ansiklopedisi.(TDV) 13 / 149-154,156-159.

[94] Emirdağ lahikası. B. Said Nursi II / 163.

[95] Hutbe-i Şamiye.age.104,121.

[96] Age.74,97.

[97] Age.28,96.

[98] Maide.38,bakn.Maide.39.

[99] Hutbe-i Şamiye.age.75-77.

[100] Age78-79.

[101] Age.79.

[102] Bkn. İbni Kesir. (Arapça) 1 / 107.

[103] Hutbe-i Şamiye.Age.86,89.

[104] Mektubat.age.242-243.

[105] Zümer.3,46.

[106] Hac.69.

[107] Zümer.19.

[108] Nisa.77,124.

[109] Nisa.87.

[110] İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler. Prof. S. Armağan,Yeni Asya gazt.18-Şubat-9-Mart –1994-arası.

[111] Bkn.Hucurat.13.

[112]   Bkn. Nisa.1.

[113] Fatır.11.

[114] Yeni Asya gazt.19-2-1994,Bkn. Ahmed bin. Hanbel. 5 / 411.

[115] Bkn. İslam Ansiklopedisi. (İSAM) 11 / 382-389.

[116] Yeni Asya gazt,2-3-1994.

[117] Bakara.187,229-230,Nisa.13-14,Tevbe.63,97,112,Mücadele.4-5,20,22,Talak.1,

[118] Türk Hukuk Tarihi. age. 1 / 109.

[119] İktibaslar. Ahmet Coşkun.253.

[120] Age.257.

[121] Türk Hukuk Tarihi. age. 1 / 109.

[122] Türk-İslam hukuk Tarihi. 1 / 193.

[123] Büyük İslam tarihi.(Heyet)age. 12 / 391.

[124] Age. 12 / 393-408.

[125] İslam Ansiklopedisi. (TDV)age. 1 / 551,557,Yeni Rehber ansiklopedisi (Türkiye gazt. 1 / 252.

[126] İslam Fıkhı Ansiklopedisi. Zuhayli. 8 / 393-394.

[127] Kastamonu Lahikası. B. Said Nursi.242.

[128] Sebe’.26.

[129] Maide.44.

[130] Tin.8.

[131] Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku. Osman Keskioğlu. 15,bak. İslam Ansiklopedisi.(TDV) 7 / 469-482, 13 / 25.

[132] İslam Hukuku.H.Karaman.238,bkn. Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. Terc. Prof. İ. Canan. 6 / 206.

[133] Tirmizi.Hudud.2.

[134] Yusuf.26-27.

[135] Tefsir-i Kebir. age. 16 / 72, Bkn. Bilinmeyen Osmanlı. 366.

[136] Bkn. Ma’ruf ve Münker.S. C. el-Amra. Terc. M. İslamoğlu. 258.

[137] Türk hukuk tarihi. age. 1 / 255.

[138] Nahl.126.

[139] Türk Hukuk Tarihi. age. 1 / 35.

[140] Age. 1 / 43.

[141] İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları. Doç. M. O. Akşit.60,Bkn. Osmanlı Devleti Tarihi.(Heyet)age. 2 / 383.

[142] Mektubat. age. 125.

[143] Fetevayı Hindiyye. age. 4 / 75.

[144] İslam Hukuku.H.Karaman.20-21.

[145] Ma’ruf ve Münker.age.258.

[146] Age.260.

[147] Bkn. İslam Ansiklopedisi. (İSAM) 19 / 246.

[148] Geniş bilgi için bakn. Türk Hukuk Tarihi. 1 / 279-281.

[149] İslam hukuku.O.keskioğlu.269.

[150] Bkn. Türk-İslam Hukuk Tarihi. age. 1 / 316-317.

[151] Yeni Lugat. A. yeğin. 793.

[152] Türk-İslam Hukuk tarihi. age. 1 / 307, 2 / 349.

[153] Fetvalar (3) Halil Günenç. 179.

[154] İslam Fıkhı Ansiklopedisi. age. 7 / 457.

[155] Age. 8 / 51.

[156] Tefsir-i Kebir.5 / 16, 9 / 461,Tirmizi. İman.

[157] Age. 23 / 291.

[158] İstilahatı Fıkhiyye Kamusu. age. 3 / 258.

[159] Nisa. 16.

[160] Müsned,Tefsir-i Kebir. 6 / 261, 19 / 460.

[161] Tefsir-i Kebir. 22 / 563.

[162] Bkn. Dini Müceddidler. Şeyhulislam Mustafa Sabri. 214.

[163] Tefsir-i Kebir. 23 / 219.

[164] Age. 21 / 467.

[165] Age. 23 / 271.

[166] Tarihçe-i Hayat. B. Said Nursi.76.

[167] Mücadele.5.

[168] Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. age. 1 / 206-207.

[169] Lem’alar. B. Said Nursi.117.

[170] Bakara.282.

[171] Hucurat.6.

[172] Nur.4-5.

[173] Nur.6-9.

[174] Ta-Ha.132.

[175] Ebu Davud. Salat. 26, Tirmizi. Mevakit. 182, İlam Ans.-İSAM- 19 / 251.

[176] İslam Fıkhı Ansiklopedisi. age. 1 / 388.

[177] Age. 1 / 443.

[178] Bakara.256.

[179] Emirdağ Lahikası. age. 2 / 65-66.

[180] Bkn. Osmanlı Kanunnameleri. Doç. A. Akgündüz. 1 / 44,108,286,Bkn. İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk A. Udeh. Terc. Akif Nuri. 3 / 211.

[181] Tefekkür Hazinesi. Prof. T. Cevheri. 269-270.

[182] Age.270,Maide.33-34,Hud.105-106,108.

[183] Bak.Feyizler.(II) M.Özdağ.sh.366.

[184] İslam Ansiklopedisi.-TDV- 14 / 547-551.

[185] Fetevay-ı Hindiyye. age. 4 / 5, El-İhtiyar. A. bin Mahmud bin Mevdud.(Arapça) 4 / 79,Tac. Şeyh Mansur Ali Nasif. (Arapça) 3 / 3-38, Et-Terğib vet-Terhib. Münziri. (Arapça) 3 / 223-311, Zad-ul Mead. İbni Kayyım Cevzi. 5 / 129-175, İslam Hukuku. O. Keskioğlu. 258, Tecrid-i Sarih (Arapça) 2 / 151-152, Damad. (Arapça) 2 / 582-600, El-LÜ’lü-ü vel Mercan (Arapça) 2 / 45-51, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. Cezeri. 7. cilt. (Sadece Hadlere aiddir.)

[186] Hidaye. Merğiyani. (Arapça) 2 / 94.

[187] Bkn. Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. age. 3 / 326-328.

[188] Bakara.187,229, Talak.1, Maide.87.

[189] Nisa.14.

[190] Tevbe.112.

[191] Bkn. İbni Abidin. (Arapça) 4 / 3.

[192] Nur.2. bkn.Fatır.2,44.

[193] Ahkam Tefsiri. Terc. M. T. 2 / 81, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 6 / 295-310.

[194] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 6 / 243.

[195] Age. 6 / 238.

[196] İstilahatı Fıkhiyye Kamusu. age. 3 / 191.

[197] Mesnevi-i Nuriye.age.71.

[198] İstilahat-ı Fıkhiyye Kamusu. age. 3 / 191.

[199] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 6 / 235.

[200] Sahih-i Buhari Tercemesi. 12 /259.

[201] Ahkam Tefsir-i Tercümesi. age. 2 / 92.

[202] Nur.3.

[203] İslam Hukuku. H. Karaman. 1 / 330-331, Bkn. Hidaye (Arapça) age. 2 / 96.

[204] Bkn. Bilinmeyen Osmanlı.80,89.

[205] Bkn.Age.89.

[206] Age.155.

[207] Bkn.. age. 58.

[208] Age. 58.

[209] Bak.Nisa.92.

[210] Bak. Fetvalar. A. Şahin. 23-24.

[211] Kütüb-ü Sitte Muht. age. 6 / 206.

[212] Age. 6 / 182, 8 / 159.

[213] İslam Fıkhı ans. Zuhayli. 7 / 323-324.

[214] İslam Ans. age.(İSAM) 19 / 139.

[215] Hutbe-i Şamiye. age. 78-79.

[216] Bak.Hülasat-ülBeyan.K.M.Vehbi Efendi. 3 / 1206.N

[217] Usul-i Fıkıh Dersleri. Büyük Haydar Efendi. 493.

[218] İslam Hukuku Metedolojisi. Prof. M. Ebu Zehra. çevr. Doç. A. Şener. 86, şura.40-43, Nahl.126, Hacc.22,60, Mümtahine. 1, Bakara.178-179,194, Maide.45,Bkn. Safvetüt Tefasir. M.A. Sabuni. Terc. Doç S. Gümüş,Dr.N.Yılmaz.91.

[219] Bakara.179, Sözler. B. S. Nursi,418 (2.ışık),469 (2. nokta), Bediüzzaman Said Nursi (Tarihçe) Abdulkadir Badıllı. 1 / 286-287,Tefsir-i Kebir Terc. (Heyet). age. 4 / 279, 8 / 231-256, Ahkam Tefsir-i (Arapça) Sabuni. 1 / 168, tercümesi. age. 1 / 136, Zad-ul Mead. age. 5 / 130-175, Hukuk Tarihi. age. 1 / 315-317, İstilahat-ı Fıkhiyye Kamusu. age. 3 / 88-99, İslam Hukuku. O. Keskioğlu. 264-269, Hak Dini Kur’an Dili. age. (Heyet) 3 / 48-51,249.

[220] İslam Tarihi. Asım Köksal. 9 / 450.

[221] Türk Hukuk Tarihi. age. 1 / 129, Maide. 45, Kitab-ı Mukaddes. Tevrat. Levililer. Bab.24,cümle.17.

[222] İslam Peygamberi. M. Hamidullah. 2 / 923-924.

[223] Bkn. Zaman gazt. 20-1-1993.

[224] İslam Hukuku. H. Karaman. 116.

[225] Fetevayı Hindiyye. age. 12 / 482-500.

[226] Tefsir-i Kebir.age. 19 / 471.

[227] Şura.40.

[228] İbni Kesir. (Arapça) 1 / 155.

[229] Bakara.178-179,190,194,Maide.45,Tevbe.36,Nahl.126,Hac.22,60,Şura.40-41,43,46,Haşr.11.

[230] Tefsir-i Kebir. age. 19 / 473.

[231] Age. 23 / 317.

[232] Osmanlı Kanunnameleri. age. 1 / 104.

[233] Fetevayı Hindiyye. age. 12 / 465-466.

[234] Bakara. 190,194, Tevbe.36, Haşir.11, Nahl. 126,Hacc.60.

[235] Hak Dini Kur’an Dili. age. (Heyet). 1 / 499 ve bakn. 1 / 496-498,500-503.

[236] Bak.Al-i İmran.97,Hülasat-ül Beyan.age. 2 / 672-673.

[237] Fetevayı Hindiyye. age. 12 / 476.

[238] Age. 12 / 480.

[239] Ahkam Tefsiri. age. (Arapça), 1 / 184,Tercümesi. age. M.T. 1 / 149-150.

[240] Belgeler. Doç. A. Akgündüz. 1 / 81-82.

[241] Maide.48.

[242] Bak.Hülasat-ül Beyan. K.M.Vehbi Efendi. En’am suresi. 4 / 2915, 4 / 1552,Nahl.18.

[243] Bak.age. 3 / 1992.

[244] İsra.84.

[245] Maide.38.

[246] Tac (Arapça. M. A. Nasif. 3 / 4.

[247] Furkan.68.

[248] Bakara.84.

[249] Nisa.29-30,32.

[250] En’am.151, İsra.31.

[251] Maide.33, Furkan.68-69.

[252] Bakara.178, Nisa.92-93, Maide.32, En’am.151,İsra.33, Hukuk Tarihi.age. 1 / 325-330,334-336, Fetevayı Hindiyye.age. 12 / 458-463, Türk-İslam Hukuk Tarihi.age. 1 / 325-328, Terhib-Terğib.age.(Arapça) 3 / 329.

[253] Tac. age. (Arapça) 4 / 8,Sahih-i Buhari terc. 7 / 329.

[254] Damad (Arapça)age. 2 / 637, İbni Abidin age. (Arapça) 6 / 573,Kütüb-ü Sitte Muht. age. 7 / 144-166.

[255] İslam Hukuku. O. keskioğlu. 259, Bkn. İslam Ansiklopedisi.-İsam. 8 / 14-15,24,Bkn.İsra.33.

[256] Mektubat. B. Said Nursi. 124.12.işaret.1.Misal.

[257] Bkn.Zaman gazt. Sohbetler. A. Şahin.31-1-2000.

[258] Kütüb-ü Sitte Muht. 7 / 169,Bkn. Maide.45.

[259] İbni Kesir. (Arapça) 1 / 156.

[260] İslam Tarihi. Medine Dönemi. A. Köksal. 4 / 47.

[261] Bak.El-Beyan Vet-Tebyin. 2 / 15,Akdul Ferid. 2 / 13,İ’cazul Kur’an.111,Şerhu ibni Ebil Hadid. 1 / 41,Tarihut Taberi. 3 / 168,El-Kâmil Li İbnil Esir. 2 / 146,Sireti ibni Hişam. 2 / 39.

[262] Peygamberimizin Hayatı. Salih Suruç. 1 / 26-37.

[263] İslam Fıkhı Ansiklopedisi. age. 10 / 330-331.

[264] Ahkam-ul Kur’an. M. Sabuni. age. 3 / 493.

[265] Ma’ruf ve Münker. S.C. El-Amra.terc.M.İslamoğlu. 281,bakn. Ahkam-ul Kur’an. age. 2 / 339, el-Bahr-ur Raik. 5 / 78.

[266] Ma’ruf ve Münker.age.281.

[267] Hz. Peygamberin sünnetinde Terbiye. Doç. İ. Canan. 286.

[268] Mürşid.CD.1898 – Muvatta, Ukül 10, (2, 867).

[269] Ma’ruf ve Münker. Bkn. age. 255.

[270] Age.257.

[271] İslam ceza Hukuku ve beşeri Hukuk. Abdulkadir Udeh. Terc. Akif Nuri. 3 / 5.

[272] Age. 3 / 5.

[273] Bkn. Age. 3 / 24.

[274] Mürşid.CD.H.No.1876. Ebü Dâvud, Diyât 19, 20, (4547; 4565); Nesâi, Kasâme 42 (8, 40); İbnu Mâce, Diyât 5, (2627).

[275] Age.1888. Buhâri, Diyât 20, Tirmizi, Diyât 4, (1391,1392); Ebu Dâvud, Diyât 20, (4558); Nesâi, Kasâme 42, (8, 56,57).

[276] Age.1889. .” Tirmizi, Diyât 3, (1390); Ebu Dâvud, Diyât 20, (4566); Nesâi, Kasâme 43, (8, 57).

[277] Age.1890. Muvatta, Ukül 1, (2, 849); Nesâi, Kasâme 44, (8, 57, 60).

[278] Age.1891. Ebu Dâvud, Diyât 20, (4564); Nesâi, Kasâme 30, (8, 42, 43).

[279] Age.1895. Ebü Dâvud, Diyât 18, (4542).

[280] Age.1896. Ebü Dâvud, Diyât 8, (4503).

[281] Age.1901. Ebü Davud, Harac 20, (2990).

[282] Osmanlı Kanunnameleri. age. 1 / 122, İslam Tarihi. Medine Dönemi. A. Köksal.age. 4 / 47. Diyet için geniş olarak bakn. İslam Ans. TDV. 9 / 473-479.

[283] Sahih-i Buhari terc. 12 / 268.

[284] Bkn. Tefsir-i Kebir. age. 19 / 471-472.

[285] Bilinmeyen Osmanlı. 317.

[286] İslam Ans.-İsam. 19 / 139.

[287] Bakara.178,Maide.45.

[288] İslam Ans.age. 19 / 137-138.

[289] Bakara.184.

[290] Tefsir-i Kebir. age. 19 / 471.

[291] Nisa.92, Büyük İslam İlmihali. Ö. N. Bilmen. 306.

[292] Türk Hukuk Tarihi. age. 1 / 273- 274.

[293] Ahkam Tefsiri Tercümesi. age. 1 / 428, 430-435.

[294] Türk hukuk Tarihi. age. 1 / 274.

[295] Nisa.29-32.

[296] Zad-ul Mead. K. Cevzi. Çevr. M. Erdoğan. 5 / 130-131.

[297] Ahkam Tefsiri Terc. 1 / 438,(Arapçası), 1 / 505.

[298] Şualar.Bediüzzaman.140.

[299] Lem’alar.Bediüzzaman.262,77,İşarat-ül İ’caz. Bediüzzaman. 88-89, Bkn.Nisa.169,Cin.23,Beyyine.6.

[300] Bakara.219,Nisa.43,Maide.90-91.

[301] Kütüb-ü Sitte terc.age. 8 / 169.

[302] Age. 6 / 280, 8 / 164.

[303] Tecrid-i Sarih (Arapça). Abdullatif . 2 / 150,Sahih-i Buhari Tercümesi. age. 12 / 251-252, 7 / 113.

[304] Zad-ul Mead. 5 / 161-162, Hidaye (Arapça) Merğiyani. 2 / 111.

[305] Türk Hukuk Tarihi. age. 1 / 267,Türk-İslam Hukuk Tarihi. age. 1 / 320, Osmanlı Kanunnameleri. age. 1 / 111,Damad. (Mecma-ul Enhur fi Şerhi Mültekal Ebhur) (Arapça) 1 / 609,İslam Tarihi. Medine Dönemi. age. 4 / 114-115, Terğib-Terhib. (Arapça). 3 / 223, Kütüb-ü Sitte Terc. 6 / 279-291, Zad-ul Mead. 5 / 161, İslam Fıkhı Kamusu. 3 / 250-258,El-Lü’lü-ü vel Mercan (Arapça) 2 / 49.

[306] Fetevayı Hindiyye. 12 / 290,Usul-i Fıkıh Dersleri. age. 500,İslam Hukuku Metedolojisi. M.E. Zehra. 295, Sözler. Bediüzzaman. 451, Türk Hukuk Tarihi. 2 / 19-20,İslam Hukuku. H. Karaman. 2 / 111-112.

[307] Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. Cezeri. Terc. H. Ege. 7 / 47.

[308] İlmihal. İSAM. II / 43-45.

[309] Dört mezhebin fıkıh kitabı. Age. 7 / 54.

[310] Bkn. Maide.93.

[311] Maide.138-139, Bkn. Ahkam Tefsiri Terc. 1 / 489-492, Hidaye (Arapça) 2 / 118, Kütüb-ü Sitte Terc. 6 / 259, Zad-ul Mead. 5 / 161, Hukuk Tarihi. 1 / 321-322, İslam Fıkhı Kamusu. 3 / 260-286, Tecrid-i Sarih (Arapça) 2 / 151, Damad. (Arapça). 1 / 621-637, Hak Dini Kur’an Dili. (Heyet). 3 / 235,Safvet-üt Tefasir. Muhammed Ali es-Sabuni. Terc. Doç. Sadreddin Gümüş,Dr. Nedim Yılmaz. 2 / 97-98, Bkn. İslam Ans. TDV. 17 / 327-372.

[312] Büyük Günahlar. Celal Yıldırım. 1 / 63.

[313] İşarat-ül İ’caz. Bediüzzaman. 128.

[314] Zafer dergisi. Aralık .1992,sh.28, Bkn. Tefsir-i kebir Terc. (Heyet) 9 / 57-69.

[315] Fetvalar. H. Günenç. 1 / 230.

[316] İslam Hukuku. H.K. 1 / 220.

[317] Hidaye. (Arapça) 2 / 122.

[318] Kütüb-ü Sitte Muht. 6 / 267.

[319] İslam Hukuku. O. Keskioğlu. 262.

[320] Bkn. Hak Dini Kur’an Dili. 3 / 1673-1674.

[321] Damad. (Arapça) 1 / 631, Sahih-i Buhari Terc. 12 / 254-256, Ahkam Tefsiri Terc. 1 / 480, (Arapçası), 1 / 545-558, İslam Ans. TDV. 17 / 385.

[322] Osmanlı Kanunnameleri. 1 / 111-112.

[323] Bkn. İslam Ans. TDV. 17 / 388.

[324] Age. 17 / 390.

[325] Age. 17 / 391-392.

[326] Age. 17 / 394.

[327] Age. 17 / 394-395.

[328] Hadislerle Müslümanlık. M. Y. Kandehlevi. 3 / 1026.

[329] El-Lü’lü-ü vel Mercan (Arapça)age. 2 / 45-46.

[330] Mecelle. Ali Himmet Berki. Madde. 913.

[331] Age.Madde.899.

[332] Nahl.90.

[333] Bkn. Yusuf suresi.75,Kur’an-ı Kerim ve Türkçe açıklamalı Tercümesi.(Heyet)

[334] Bkn. Kur’an-ı Kerim ve açıklamalı meali.TDV.Maide.38-39,sh.113.

[335] İstilahat-ı Fıkhiyye Kamusu. 3 / 288.

[336] Maide. 33 – 34.

[337] İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları. Doç. M. C. Akşit. 54, İbni Abidin (Arapça) 4 / 113-115.

[338] Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı. Cezeri. age. 7 / 88.

[339] İsra.32, Nur.30-31,Furkan.68.

[340] Furkan.68-69.

[341] Nisa.15-16.

[342] Nisa.15.

[343] İslam Muhakeme Hukuku. Dr. A. Bayındır.163,Nur.4-6,9,13,19,23-26, Ahkam Tefsiri Terc. 2 / 97-107,Safvet-üt Tefasir. age. 2 / 103, 4 / 215, Osmanlı Kanunnameleri. 1 / 110, el-İhtiyar. (Arapça). 4 / 93,Nisa.25,Nur.33.

[344] Nur.11-20.

[345] Ahzab.58, İbni Abidin (Arapça) 4 / 43.

[346] Nur.16,23,Nisa.109-113,114.

[347] Barla Lahikası. Bediüzzaman. 281.

[348] Fıkhıs Sünne. S. Sabık. Terc. T. Tekin. 3 / 242.

[349] Nur.6-9, Ahkam Tefsir-i Terc. 2 / 116-125,135-148, Kütüb-ü Sitte Muht. 6 / 256, Zad-ul Mead. 5 / 443-473.

[350] Nur.12.

[351] Nur.2-3,Nisa.15-16, Türk-İslam Hukuk Tarihi. 1 / 317-318, Terğib-Terhib. (Arapça) 3 / 223.

[352] İslam Fıkhı Kamusu. 3 / 221.

[353] Türk Hukuk Tarihi. 1 / 262-263.

[354] Maide.44, İbni Kesir. (Arapça). 1 / 520, Tefsir-i Mevahib. (Osmanlıca) 1 / 195-196, İslam Tarihi. Medine Devri. age. 4 / 213-219.

[355] Sahih-i Buhari Terc. 8 / 137-139, Kütüb-ü Sitte Muht. 6 / 208-252, el- Lü’lü-ü vel Mercan (Arapça). 2 / 46, Ahkam Tefsir-i Terc. 2 / 63-89, Zad-ul Mead. 5 / 147-161, Hukuk Tarihi. 1 / 317-319, 3 / 197.

[356] Nehcü’l Belağa. çevr. 161.

[357] Naima Tarihi. 6 / 173, bkn. İslam Hukuku. O. Keskioğlu. 261.

[358] Türk Hukuk Tarihi. 1 / 265-266.

[359] Maide.44,bak.Maide.13,41,Nisa.46,Mecmuatün minet Tefasir.(Arapça) 1/475;2/90,92.

[360] Ebu Davud.Hudud.26.(4450-4451),Mürşid.2.CD.

[361] Tefsir-i Kebir. age. 16 / 499-501.

[362] Age. 23 / 444.

[363] Osmanlı Devleti Tarihi.(Heyet) 2 / 421.

[364] İslam Fıkhı Ansiklopedisi. 7 / 364.

[365] Bkn. Tefsir-i Kebir. 16 / 502-519.

[366] Age. 16 / 520-530.

[367] Age. 16 / 531-533.

[368] Age. 16 / 533-541.

[369] Age. 16 / 541-556.

[370] Nur.3,26,Maide.5.

[371] Mü’minun.6-7,Mearic.29-31,Nur.30-31.

[372] Talak.1-3.

[373] Talak.4-6.Boşanmış kadınlar iddeti üç ay hali (Bakara.228,231,Talak.4),Kocaları ölenlerin 4 ay 10 gün (Bakara.234)Hamile olanların iddeti doğumla sona erer,(Talak.4,Ahkam Tefsir-i. 1 / 296,Kütüb-ü Sitte. 12 / 33-40),İddet süresinde eski kocasından başka kimse ile evlenemez ve teklif dahi edilemez.(Türk Hukuk Tarihi. 2 / 103)Müslüman erkekden ayrılan gayrı müslim kadın da müslüman gibidir Zimmiden ayrılan gayr-ı müslim ise kendi dini-milli hukukuna göredir.(T.H.Tarihi. 2 / 328.)İ’la denilen kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay bekler,-müddet içinde dönmeyib-boşamaya niyet ederlerse boşarlar,belli müddet içinde yeminini bozarlarsa keffaret öderler.(Bakara.226-227,K. K. ve T .Meali.-Heyet. İSAM-sh.35,zad-ul mead. 5 / 433.)

[374] Ahkaf.15.

[375] Bak.Tefsir-i Kebir.age. 20 / 26.

[376] Osmanlı Kanunnameleri. 1 / 109.

[377] Hadislerle Müslümanlık. M. Y. Kandehlevi. 3 / 1014.

[378] Hülasat-ül Beyan.K.M.Vehbi Efendi. 2 / 569.

[379] Neml.54-55, A’raf.80-82, Ankebut.28-29, Şuara.165-166.

[380] Nisa.16, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali. Dr. A. Özek Başk. sh.79.

[381] Tefsir-i Kebir. 16 / 481-487.

[382] Age. 16 / 485,488-498.

[383] Ebu Davud, Tirmizi.

[384] Mecmuatün Minet-Tefasir.(Kadı Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Abbas)(Arapça).2/50.Bak.Mürşid.Cd.3-2.Hadis No.1613.

[385] Nisa.24.

[386] Mü’minun.5-6,bak.Ahzab.28,Mearic.29-31.

[387] Talak.1.

[388] Nisa.24.

[389] Mecmuatün minet-Tefasir.age.2/50.

[390] Mücadele.2-4.

[391] Bak. Ahzab.4, Bak Sure-i Mücadele, Hülasatül Beyan.K.M.Vehbi Efendi. 11 / 4383.

[392] Maide.89.

[393] Tefsir-i Kebir. 21 / 351,364.

[394] Age. 21 / 365.

[395] Hülasatül Beyan.age. 14 / 5801-5806.

[396] Maide.89.

[397] Tefsir-i Kebir. 21 / 367.

[398] Bakara.108,217,Nisa.137, Bkn. İstilahatı Fıkhiyye Kamusu. 4 / 5-24, İslam Hukuku. H. Karaman. 116-118, İbni abidin (Arapça) 6 / 527-568,Tefsir-i Kebir. 21 / 554,556.

[399] Osmanlı Kanunnameleri. 1 / 113.

[400] En’am.68, Fıkhı Ekber. İmam-ı Azam. Ali Kari Şerhi. Terc. Y. V. Yavuz. 427.

[401] Tarihçe-i Hayat. Bediüzzaman. 415.

[402] Şualar. Bediüzzaman. 203.

[403] Yeni Lugat.A.yeğin.328.

[404] Kütüb-ü Sitte Muht. 6 / 103-106,Maide.1.

[405] İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları. age. 55.

[406] İlmihal. İSAM: II / 137,14-20.

[407] Bkn.Sad.44.

[408] Bkn. Tahrim. 2, Büyük İslam İlmihali. Ö.N. Bilmen. 306-309, Ahkam Tefsir-i Terc. 1 / 252, 2 / 10-11, İslam Fıkhı ansiklopedisi. Zuhayli. 3 / 210, Fıkıs Sünne. 3 / 173, Fetevayı Hindiyye. 3 / 459, Bkn. Tefsir-i Kebir. 1 / xxxxvıı.

[409] Maide.89.

[410] İbni Abidin (Arapça).(Haşiyetü reddul Muhtar) 3 / 728.

[411] İslam Fıkhı Ans. 4 / 306-307.

[412] Fıkhıs Sünne. 3 / 182.

[413] Maide.95,Büyük İslam İlmihali.age.306.

[414] Age.304,Kütüb-ü Sitte Muht. 9 / 527, İslam Fıkhı Ans. (orucun fidyesi) 3 / 212,(esirin fidyesi)Enfal.67-69,Muhammed.4.

[415] B.İ.İlmihali.age.306,Mücadele.1-4,İstilahati Fıkhiyye Kamusu. 2 / 318, Ahkam Tefsir-i Terc. 2 / 427-433, Zad-ul Mead. 3 / 413-418.

[416] Beled.11-16.

[417] İslam İlmihali. Mehmet Dikmen. 207,İstilahatı Fıkhiyye Kamusu. 4 / 358, Ahkam Tefsiri (Arapça). 1 / 299-300,Tercümesi. 1 / 243, Bakara.222.

[418] VI , 157,Buhari,Cenaiz,45,merda,1i Müslim.cenaiz.12,Birr.52,İslam ans. İSAM. 19 / 73.

[419] Bkn. İslam Peygamberi. M. Hamidullah. (Terc) 1 / 917-939.

[420] Bakara.180,Nisa.9.

[421] Maide.106-107,109.

[422] Bakara.240.

[423] Nisa.12,Bakara.240.

[424] Bakara.182.

[425] Bakara.181, Bkn. Hukuk Tarihi. 2 / 125.

[426]Bkn. İslam Fıkhı Ans. Zuhayli. 10 / 316 vd, Bkn. İslam Hukuku. Doç. H. Karaman. 2 / 157,Sözler. B. Said Nursi.381,3.esas,Mektubat.B.Said Nursi.37-38.

[427] Geniş bili için bkn. Fetevayı Hindiyye. 14 / 418-466,Hukuk Tarihi. 2 / 129-155, İstilahat-ı Fıkhiyye Kamusu. 5 / 207, İslam Hukuku.O. Keskioğlu. 229- 242, İslam Hukuku. H.Karaman.113-116.

[428] İslam Hukuku. H. Karaman. 10, Müslümanların Medeniyete Hizmetleri. T. Mevlevi. 306.

[429] Ahzab.6.

[430] Fecr.19.

[431] Nisa.2-3,6,8-9,127.

[432] Nisa.7,33,127.

[433] Nisa.19.

[434] Türk Hukuk Tarihi. 2 / 123-137, İslam Hukuku. H. Karaman. 2 / 185-205,Nisa.11-13,176.

[435] Bkn. Sahih-i Buhari Tercümesi. 12 / 245-246.

[436] Nisa.11,bkn. 12,33.

[437] Nisa.176.

[438] Bkn. Fıkhi Tesbitler. A. ersöz. 16.

[439] Bkn.age.17.

[440] Bakara.229,Nisa.20-21, Bkn. İslam Hukuku. Doç. H. Karaman. 2 / 95.

[441] Nisa.4,24-25.

[442] Bakara.237, Bkn. Ahkam Tefsiri. 1 / 381, Kütüb-ü Sitte Muht. 10 / 257, Zad-ul Mead. 5 / 279, Hukuk Tarihi. 2 / 95, İstilahat-ı Fıkhiyye Kamusu. 2 / 115.

[443] Ebu Davud.Nikâh.32.(2117)

[444] Muvatta.Talak.45.(2,573)

[445] Muvatta.Nikâh.12.(2,5285)

[446] Ebu Davud.Nikâh.36.(2525-2526),Nesa-i.Nikâh.76.(6,129)

[447] Buhari.Nikâh.52,Şürut.6,Müslim.Nikâh.63.(1418),Ebu Davud.Nikâh.63.(2139),Tirmizi.Nikâh.31.(1127),Nesa-i.Nikâh.42.(6,92-93)

[448] Bakara.233,Ahkaf.15, Allah ve Modern İlim. 2 / 187, Hukuk Tarihi. 2 / 123-124, El-Lü’lü-ü vel Mercan. (Arapça), 1 / 237.

[449] Ahkam Tefsir-i Terc. 1 / 288, Arapçası. 1 / 354,Sabuni.

[450] Haşiyetü Reddül Muhtar. (Arapça)İbni Abidin. 3 / 209.

[451] Talak.6.

[452] Nisa.23.

[453] Bkn. zaman gazt.28-2-1991.

[454] Ahkam Tefsiri Terc. M.T. 1 / 291.

[455] Kur’n-ı Kerim-den Ayet-ler ve İlmi Gerçekler. Haluk Nur Baki. 326.

[456] Cuma.9-11,Bkn. İstilahatı Fıkhiyye Kamusu. 2 / 365-408, İslam Ans. İSAM- 8 / 85-89, Zuhr-u Ahir hakkında Merakul Ervah ve Tahtavi’de bilgi olup,kılınmaması konusunda:” Zuhr-u ahirin kılınmaması,kılındığında ya Cum’a-nın kabul olmadığı veya zuhr-u ahirinde farz olduğu düşünülebileceğinden “kaynaklanmaktadır. Zuhru ahir olarak kılınabileceği gibi,yerine kaza namazı da kılınabilir.

[457] Bkn. Emirdağ Lahikası. Bediüzzaman Said Nursi. 1 / 48,Denizli ve Emirdağ Lahikaları. Bediüzzaman. 1 / 42,Hutbe hakkında,Sözler.B.S.Nursi.27.söz.483,Mesnevi-i Nuriye.B.S.Nursi.91,Beşincisi.

[458] Cuma.9-11,İslam Fıkhı Ans. 2 / 369.

[459] Hülasatül Beyan.M.Vehbi Efendi. 14 / 5923.

[460] Tefsir-i Kebir. 21 / 490.

[461] Bakara.275.

[462] -Buhari-Müslim,Tefsir-i kebir. 23 / 31.

[463] Tefsir-i Kebir. 16 / 28, Bkn. İslam Kültür Atlası. İ.R. ve L.L. Faruki.Terc.177.

[464] Bkn. İslam Ans.-İSAM- 18 / 133.

[465] Age. 18 / 134.

[466] Age. 18 / 134.

[467] Age. 18 / 137.

[468] Age. 18 / 140.

[469] Age. 18 / 141.

[470] Age. 18 / 144.




İRTİCASIZ ET KEBABI

İRTİCASIZ       ET       KEBABI

             (Bazı üst kesimlerin irticacı dükkanlardan,irticacı et kebapçılarından alış-veriş yapmayı engelleme yoluna gitme çalışmalarından dolayı bu yazı yazılmıştır. Bu senaryo gerçek hayat dan alınmıştır…

            -Öfff… kaç gündür açlıktan öleceğim. Bir türlü bir etli kebap yiyemedim. Gerçi et kebabı lokantası piyasa da çok da,,irticasızından pek yok.

            -Yaa beyim. Ne günlere kaldık..ne olacak benim halim? Bizim hanım 70 yaşında. Hep dışarıda yemek yediğimizden,bazen sabah kahvaltısını bile,evde biraz bir şeyler atıştırıp,bir-iki simitle geçiştirdikten sonra,öğlen yemeğini akşamla birlikte yurt dışında,Amerika’da falan yiyoruz.

            Ama gel gör ki;memleketimizde bir türlü irticasız bir kebab yiyemedik,gitti. Bu gidişle de pek bir şey yiyemeyeceğiz her halde…

            (Bu düşünce içerisinde dalgın dalgın yürürken,arkadaşı Ramiz’le karşılaşır. Kısa bir batı usulü selamsız kelamdan sonra, başlar onunla dertleşmeye…)

            Ooo Ramiz bey!İyi ki seninle karşılaştık. Sana çok önemli bir şeyden soracağım.

            Acaba,irticasız bir et kebabı lokantasının bulunduğu yer biliyor musun? Çünki kaç gündür dolana dolana ayaklarımda dolamıya çıktı,şişti. Ve her gezdiğim yerde;-Dolana ay dolana,dolana şiş dolana-yı söyler oldum.. Aaa canım nerdeyse açlıktan öleceğim,nerdeyse kaçıracağım haa. bir türlü irticasız bir et lokantası bulamadım ya huu.

            Hatta Ramiz bey! Şunu da söyleyeyim;bir yer iyi diye gittiğimde tam içeriye adımımı atacaktım ki,baktım kapının hemen üstünde irtica durmasın mı! Besmele mi ne? Öyle bişi işte,bir şeyler yazıyordu. Hani o Arabların kullandıkları yazıdan.

            Ben de bilmem ya!..Çünki bilirsem,ben de irticanın içine girmiş olurum. Onun için böyle şeylerle hiç ilgilenmem.

            Her ne ise.. İşte oraya girmeden çıktım..

            Şeyy. Ramiz bey,ne kadar ilginç değil mi?

            Arkadaşlar arasında bile birbirimize kızdığımız da ;irticacı lokantaya düşesin,emi,der olduk.

            Ayrıca bir et lokantası daha öğütlemişler,anımsatmışlardı! Oraya Amerikalılar,Ruslar ve Japonlar da geldiklerinde gidiyorlarmış. Elbette o dostlarımız oraya gidiyorlarsa,demek ki orası irticasızdır.

            Ne bileyim yavv. Ben de kalkıp o lokantaya gitmeyeyim mi! Kapısında irtica yoktu. Ama içeriye girdiğimde hafifçe burnuma irtica kokusu da gelmedi değil yani! Bilirsin ya,ben bu konularda çok hassasımdır.

            Neyse içeriye girmiş,oturmuştum. Merhaba,Mösyö,diye yaklaşan papyonlu, bıyıksız, tam olmasa da irticasız birine benziyordu. Gene de içim tam rahat değildi. Acaba gelecek olan kebap gerçekten tam irticasız mı idi? Gerçi o Amerikan ve rus yoldaşlarımız bana güven veriyordu,ancak tam da yeterli değildi. Başka konularda olmasa da bu konuda biz onlardan daha ileriyiz.

            Ben bu düşünceler içerisinde iken fazla dayanamadım. Karnımın sancısından çok,aklımın sancısı beni rahat bırakmadı. Kalktım et yapılan yere gittim. Bir de ne göreyim? Aman Allahım! Şey yani… Beni de zorla irticaya sokuyorlar bu adamlar. Töbe,tööbe.. Neyse bi kere ağzımdan çıktı

            Baktım,içeride yine o Arabların kullandıkları yazıdan olmasın mı? Altında da maşallah,gibi bir şeyler yazıyordu. Gerçi bunları ben bilmemde,babamda bir zamanlar irticacıymış,demek ki bana da biraz ondan bulaşmış.

            Tabiya,daha durur muyum orda. Hemen fırladığım gibi doğru nefesi dışarıda aldım. Havasızlıktan boğulsam bile havasını almadım. Hiç yer miyim! Yiyeyim ki,ondan sonra üç gün karın sancısı mı çekeyim!

            Hem nazar gibi bi şey değmesin diye yapacaksan,kocaman bir nal oraya tak. Hem benim gibide nallanmamış olur. Değil mi yani?

            Hem müslümanlıksa ,bende müslümanım! Hem bayramlarda-bazen kaçırsam, akşamdan biraz çok kaçırmış olmadan dolayı gitmediğim olsa da-bayramlarda namaza giderim. Hem de her haltı ,şeyy yani,kafayı da çekerim. Bizde müslümanız canım!

            Sen bakma,böylede müslümanlık mı olur,diyenlere!

            Hem benim babamın dedesi müftüymüş. Ondan başka mahallede kimse olmayınca,tüm mahalle onun yanına gelirlermiş. Hep oda gelenlere bişiler söylermiş. Ondan dolayı orada ona müftü derlermiş.

            Yav Ramiz bey! Bazen düşünüyorum da;irticasız bir yer bulmak için uzaya mı gitsem? Ama bu adamlar oraya da gelirler! Onların olmadığı yer yok ki. Bazen ölmeyi bile düşünüyorum! Ölümden de çok korkmuş olmama rağmen! Ancak oraya da geliyorlar. Toprağa koyarken bile,irticaca şeyler söylüyorlar. Bende şaşırdım kaldım. Oysa Mozarttan bir şeyler,İnek Şabanın filmindeki müzikten koysalar ya.

            Bunun çaresini sen bilir misin,diyeceğim;senin isminde bile irtica kokuyor. Ondan dolayı onunda pek faydası olmaz.

            Yav Ramiz bey! Bir şey daha söyliyeyim de,biliyorum seni çok beklettim,yordum. Ama neyliyeyim,çok dertliyim. Belki derdimi döktükçe rahatlarım diye. Her ne kadar irticasız kebap yiyememenin rahatsızlığı varsa da;

            İşte yine böyle bir gün,irticasız kebap bulurum düşüncesiyle,kalktım Amerika’ya gittim. Onların lokantalarından birine girdim. Baktım,pek irtica yok.kokusu da pek yoktu diyebilirim. Ama kardeşim,dünyada da huzur yok ki…

            Tam böyle oturmuş,kebap gibi bişiler beklerken,birde ne göreyim! Tahmin et bakalım?

            (Ramiz bey)-Dayın!

            Bilemedin. Amcan mı?

            Bilemedin. Hoca mı?

            Bilemedin. Oğlun mu?

            Hiç birini de bilemedin.

            Papaz dı,papaz. Şöyle siyah,kara çarşaf gibi bişiler başına ve üstüne geçirmiş,içeriye giriyordu.. Ne yapayım,birden şaşırdım işte.

            Hemen kalkıp çıkayım dedim. Fakat bu sefer Amerika’lılar hakkımızda yanlış düşünürler diye kalkmadım.

            O yemeği yiyene kadar öldüm dirildim,öldüm dirildim. Ve bir haftadır da,onun sancısını çekiyorum.

            He hee,oğlun dedin de,aklıma geldi. Bizim oğlan ,benim gibi olmasa da,gününü gün eden cinsten. Zaten haftada bir görüşürüz kendisiyle. Oda para almak için benim yanıma gelir.

            Son günlerde onda da bir değişiklik gördüm. Eve bir kaset getirmişti. Onu da arkadaşı vermiş. Bir çalınca,bende çanlar çalmaya başladı. Beynim zonk zonk etti.

Kasette-Vallah,vallah,diye bişeyler söyleniyordu.                                                Ramiz bey)-Allah,Allah,bu nasıl sevmek,olmasın..                                                                    -Evet,evet,öyle bir şey. Demek sana da bulaşmış.                                                                   Bizim oğlana iyi bir kızdım,azarladım. Bir daha evde böyle kaset görmiyeceğim,yoksa bir daha benden para –mara isteme!

Hatta kasedi kıracaktım,çocuklar elimi tuttu. Başkasının,geri götüreceğiz,dediler de bıraktım. Yoksa parçalayacaktım.

            Ne bu yahu.. Ben irticadan kaçıyorum,irtica benim peşime düşüyor. Sanki beni takip ediyor. Gene de bunun çaresi nedir,Ramiz bey,sen söyle?

Biraz sabırla içini çekip,tebessüm eden Ramiz bey söze başlar)

-Bu konuda yapılacak en güzel şey,anlaşma yoluna gitmektir. Ortak noktalarda birleşmek. Tavuk gibi münakaşa yapmak,karşıyı suçlu görmek,suçlamak amacıyla toprağı eşeleyip,toprağın diplerinde çıkabilecek bir taneye yapışmak olmamalı,görünen binlerce ortak noktalarda birleşerek barışmak,kucaklaşmak,anlaşmak ve anlayış göstermek olmalıdır.

                        Zira,seninde söylediğin gibi,hepimiz müslümanız. O halde münakaşa niye? Yüzde 99-u müslümanız,diyoruz da neden yüzde 99-da birleşip,anlaşmıyor,yüzde bir de taşkala ediyor,kavga çıkarıyoruz.

-Onlar çıkarıyor,Ramiz bey.

-Oysa hepimizin Rabbi bir..Peygamberi bir..Kitabı bir..Dini bir..Kıblesi bir..İnancı bir..İbadeti bir..Memleketi,vatanı bir..Tarihi-kültürü-vs-bir.bir yüzlerce,binlerce birlik noktalarımız mevcut.

Birbirimizi,belki buna da irtica diyeceksin amma-cürmü meşhud- yani suçlu koltuğuna oturtup,başlangıçta suçlu olarak değerlendirince,sorgulamalarda hep o yönde olacaktır.

-İmkanatı vukuat yerinde değerlendirip,yapabilir hesabıyla yapmış gibi cezalandırmaya gidecek,haksızlığa da kapı açmış olacağız.

Sözün özü;Hürmet,Merhamet,Şefkat,Emniyet,Hak ve Adalet çerçevesi içerisinde hareket etmeliyiz.

Hay ağzına sağlık Ramiz bey,aslında ben de öyle düşünüyordum. Keşke herkes senin gibi düşünse?

_Aslında çoğunluk doğruyu düşünmekte,ancak yanlış yoldan gitmektedir. Oysa doğru hedefe yanlış yoldan varılmaz.

Hadi eyvallah.

Eyvallah….

                                                                                                          19-6-1997

                                                                                              MEHMET     ÖZÇELİK




İRTİCA – LAİKLİK

İRTİCA   –     LAİKLİK

             Balık eti yemeyince kuduran ancak yeyincede yemekten kuduran bir sahil köyünde yaşayan bir kısım insanlar;kısa bir müddet de olsa balık yiyememenin vermiş olduğu kudurmuşlukla,bir türlü tek-tük yiyebildikleri balıklardan çokça avlayabilmek için çare düşünürler. Ve kendilerince çareyi denize zehir dökmekte bulurlar. Bu durum öncekine göre sayılabilir az bir farklılıkla değişiklik görülse de yeterli değildir.

            Yeterli çareyi elde edebilme düşüncesiyle denizin içerisine sur örmeye çalışırlar. Bununda ilk günlerde faydasını görürler. Ancak aynı fayda fazla olarak ve devam ederek görülmemektedir. Büyük dalgaların surlarda açtıkları gedikler,balıkların kaçmasına,surların dökülüp yıkılmasına kadar gider. Buda son ve tek çözüm yolu olmamıştır.

            Kabaran iştahların vermiş olduğu doyumsuzluk onları çılgına çevirir. Gece rüyalarına,gündüz sohbetlerine girer. Zaten gündemlerinden de hiç çıkmaz ya… Bütün hayalleri,düşünceleri tek nokta üzerine teksif ve tahsis edilmiş,öyle ki adeta onun için yaratılmış,onun için varlar.

            Nerdeyse çareler tükenir,iştahları tükenmez. Dışarıdan çareler umarlar,elçiler gönderirler,elçiler getirtirler,her türlü protokolü denerler… Öyle ki desteklerde tümüyle tükenmesine rağmen,istek ve hevesleri bir türlü tükenme bilmez.

            Bu tükenmişlikte onlar için en basit ve adi bir fikir dahi aliler sırasına geçer. Neticede şöyle bir fikirde kabul görür;Bundan sonra deniz durulmayacak,büyük dalgalar oluşturacağız. Her ne vakit bize balık lazım olursa;hemen el birliğiyle,bulacağımız ve yapacağımız aletlerle denizi dalgalandıracağız.

            Büyük dalgaların sahillere vurduğu büyüklü-küçüklü balık ve sâirelerle hayatımızı sürdüreceğiz.

            Ve bu uygulama ilk etapta yorucuda olsa hoşlarına gider ve pekte memnun olurlar.

            Bu temsil gibi de;Dalgalandırılan toplumlar da,dalgalı denizler gibidir.

            Birilerine balık lazım olunca toplumu dalgalandırıyor;alevi-sünni,sağcı-solcu,mürteci-laik,aşırı dinci-aşırı dinci olmayan,şeriatçı-şeriatçı olmayan gibi;avlamaya ve avlanmaya müsait oltalar kullanımıyla yakalanmaya çalışılıyor.

            Tâ ki oluşturulan bu dalgaların dışarı fırlatıp attıkları kolay avlanabilsin,rahat alınabilsin.

            Toplumun tümüne sahip olmak elbet güçtür. Büyük fazilet ister. Yoksa geçici kalır. Ancak az bir kısmına sahib olmada azda olsa bir rezalet, tahrib nevinden olduğundan kolaydır.

            Yüzde doksan dokuzu müslüman dediğimiz memleketimizde de irtica yaygaraları ile,ayyuka çıkarılan dalgalar ile insanımız mânen etki altında bırakılarak boğdurulmakta,boğdurulmaya çalışılmaktadır.

            Böyle bir yanlışlık sadece o dönemde yaşayan insanlara mahsus kalıp,toprağa gömülmeyecek,bu durumun tekrar depreşmesine neden olmasıyla;bir yandan geçmişteki bu kötü örnekler hali hazırdaki insanlara da atfedilecek,bir yandan da bu manevi baskı strese,stres kavgaya,kavgayı devam ettirecek tüm malzemelerde ortaya dökülecektir.

            Belki de bir ömür ve bir asır;yo deydiydu,deymeduydu-larla kayıp olarak sürüp gidecektir.

            Pis kokusu tüm zamanları saracak,rahatsız edecektir. asırlar sonra bile;aslında deymişti,yok canım deymemişti aslında-larla,ne demek deymemişti,bal gibi de deymişti,münakaşaları devam edecek,bir yandan da büyük yaralar açacaktır.

            Bu gün irtica,laiklik ve başörtüsü meselesini dalgalandıranlar da;yarınki utanmayı,başka yanlışlıkları doğurmayı ve bunun sürdürülebileceğini de düşünebilmelidirler.

            En azından provakatörlere zemin hazırlamamalıdırlar.

            İyilik yapılmıyorsa da;hiç olmazsa kötülük yapılmamalıdır.

            Kötülük yapılmıyorsa da;onun kadar bir fazilet,geçmişte yapılan yanlışları ortaya çıkarmamaktır.

  1. yüzyılda doğrulara yanlışlar ve yanlışlıklar kullanılarak gidilmektedir. buda iki şekilde uygulanmaktadır. Birisi;bizatihi yanlışı doğru bilerek o hedefe doğru yönelir ve gayesine ulaşmak için her gayr-ı meşru şeyi meşru addederek hareket eder. Böyle bir hal tüyleri ürpertecek bir sonucu doğurur.

            Diğeri ise;yanlışı yanlış bilir,ancak onu vesile bilip,onun vesileliğiyle doğru sonuca varmayı düşünür. Ancak bu da ve bunda da bazı yanlışlıklara kapı açar,çok farklılıkları da hayata getirir,hayata geçer.

            Bunda araziye uyma durumu söz konusu olur. ne öyle olsun,ne de böyle.. Dostlar alış-verişte görsün. İlim adamı,fikir adamı da olsa gerçekleri söylemeyerek,etrafı küstürmeden,muğlak ifadelerle ya geçiştirmeye çalışır veya susar,konuşmaz.

            Ehli olmayanların konuşmasıyla da ehliyetsiz bir toplum çıkar ki;buda kazaları,manen ve madden ölümleri arttırır.

            Laikliğin Hz. İsa’nın şu sözünden alındığı söylenmektedir:”Sezarınkileri Sezara,Tanrınınkileri de Tanrıya verin.”

            Bu yanlış uygulamadır ki;bu gün Kur’an bülbülleri ötmemektedir. Çünki kartalların,akbabaların hışmına uğradı. Allah’a havale ediyoruz. Onlar mı? şey… kına yaksınlar! Kına gönderenler çok olursa,her taraflarına yaksınlar o müsebbibleri. Eskiden nitekim dedeleri de yapmış,o da yasaklamıştı.

            Oysa bilinmelidir ki;Allah bu dini bir fâcir adamla da kuvvetlendirir.[1]      

            -Türkiyede siyasete bu gibi bahanelerle tüm toplum çekilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’de bir Cezayir ve Suriye durumuna dönüştürülmesi için uğraşılmaktadır.

            Bu ve bunun gibi noktalarda güzel olan husus;halkın böyle bir probleminin olmamasıdır. Birbirleriyle olan her çeşit bağlantılarını-komşu-meslektaş-esnaflık,vs-şekliyle de geçmişten günümüze devam ettirmektedirler.

            Öyle ki bunu asırlarca dahi gayr-ı müslimlere göstermiş,tahammül etmiş ve de içimizde barındırmışızdır.

            Bu noktada onlarla bile böyle bir birlik olayı söz konusu olurken;kendimize sormamız gerekir;Nedir bizdeki bu durum?..

            -1980 öncesinin kusurlarıyla beraber bir güzel özelliği;şimdiki gereksiz tartışmaların yerine fikir hakimdi. Kaba kuvvetle meseleyi çözmeye çalışanlarla beraber,fikir erbabı,düşüncelerini ortaya koyuyor,mesleklerini fikirle savunuyordu. Fikri olan kazanıyor,kaba olan kaba kuvvete baş vuruyordu. Konuşan fikirdi,fikir konuşuyordu.

            Düşünen,tahlil eden bir insandan kolay kolay zarar gelmez. Batılda fikir sahibi olup,samimi olan,hakka döndüğünde aynı fikir hareketini ve samimiyetini devam ettirmektedir. islâmdan önceki Ömer’in celadeti,İslâmdan sonra da adil bir şekilde devam etmiştir. Fikir alanındaki eski ateist ve materyalist Garoudy,İslâmı kabul ettikten sonrada aynı kaliteyi muhafaza etmiştir.

            Yani müslüman olmadan önce düşünen bir kafaya sahib olan bu Garoudy,İslâmiyeti kabulden sonra da dünya çapında düşüncesindeki imtiyazını göstermiş,kendisini burada da kabul ettirmiştir. yeter ki samimiyet ve araştırma azmi olsun!

            1980’den sonra ise;sular ılıdı,denizler duruldu,bazen bulandırıldı,hayat zahiren normal bir seyre girdi veya öyle göründü.

            Ancak burada da insanın,had ve sınır konulmayan şu üç duygusu işlettirilmeye başlandı. Akıldan ziyade his ve heves yerini aldı.

1)Şeheviye duygusu. Aşırı istek ve şehvet. Öyle ki dünyayı yutsa tok olmayacak derece de bir istek,helal-haram demeyip çırpma ve çalma ve de elde etme hırsı                    

           Ve şehveti galeyana getirilen bu insanın hevâ ve hevesini ve nefsini memnun etmek için,tüm gayr-ı meşru yollar denenmeye başlandı. Sefâhet ve rezalet uğruna her şey feda edildi. Tüm değerler rüşvet verildi.

            Verilenlerin yerini alınanlar doldurmadığı gibi,açtığı boşluklarla da çok şeyleri de beraberinde götürdü ve bitirdi.

            Dünyayı alma uğruna verilen ahiret ve düşüncesi gittiği gibi,dünyada elde edilemedi. Adeta Avrupa sefâheti aynıyla ve de katmerli olarak yaşanıldı ve yaşatılmaya çalışıldı.

            2)Gadab ve kızma duygusu. İnsandaki sınır tanımayan kızma duygusu da;kin,nefret,öfke,anarşi,öldürme,fitne ve provakasyonlar ile kızıştırıldı. Bunun uğruna cepheler oluştu. Sun’i gündemler ihdas edildi,fırkalara ayrıldı.

            Nefret ve kin ile şarz olan bu insanlar,stres ve şiddetlerle deşarz oldular. Gadabı uğruna bir nesilde böylece doldu,dolduruldu ve neticede soldu…

3)Fikir ve düşünce duygusu. Menfilikte her yolu ve fikri deneyen beşer,bütün bütün ümitsizlik içerisinde kalmamak üzere fikir sahasında da bir çok gelişime imza atmaya başladı.                        

Artık yapabildiğini düşünme değil,düşündüğünü yapabilme yoluna girdi.

Fikirden mahrum olanlar geri kaldı. Fikir üretenler fikrinin ve de hayallerinin bile ulaştığı yere varmaya çalıştılar.

            Dünya bu platforma girdi. Dünyayı odasına getirip,küçülttü. Bizde olan fikir ve onun mevcudiyetine rağmen,yol alınamaması;günlük meseleler ve gereksiz tartışmalarla zaman kaybedilmesine yol açıyor.

            Silkinip kendine gelme ve hız ile çok mesafeler kat edilebilir.

            Siyasette,idare ve idarecilikte,devlette ve de toplumda ölçü ve ölçülülük hakim olmalıdır. Bu da devletin halkını,halkın devletini,milletin birbirini karşısına almakla veya alıcı uygulamalara girerek değil de,yanına almasıyla mümkün olur.

            Tüm İslam devletlerine bakıldığında halk ile idarecileri arasında bir farklılığın ve neticede bir kopukluğun olduğu görülür.

            Buda hepsine yukarıdan inme bir rejimle,idare edenle edilenler arasında bir boşluğun gerçekleştirilmesindendir.

            Üstten baskı ve susturmayla halk sindirilmiştir.

            Asırlardır halk,inançlarına gem ve zincir vurmaya çalışanlara karşı bir tepki gösterme mecburiyeti ve gayreti içerisine girmiştir.

            Ancak olayın ikinci ve en önemli aşaması ve başlangıcı bundan sonra başlamıştır. İşte örnekleri;

            -Mısırda yukarıdan inmeye,yine yukarıdan karşı koymaya çalışan merhum Seyyid Kutup’la beraber 40 bin ihvan-ı müslimin de şehid edilmiştir.

            -Cezayirde de aynı uygulamayı görmekteyiz. Hunharca zulümlere maruz bırakılan halk ve FIS teşkilatı çeşitli sinsi bahane ve ithamlarla imha edilmiştir.

            -Suriye de ise azınlık ve azınlığın hakimiyeti olan Nuseyrilerin yani Baas partisinin hakimiyetini kurma uğruna 1963 ve 1966 da yaptıkları darbede orduda ve partide önemli noktaları ele geçirerek 1982’de“Hama Katliamı”nı gerçekleştirdi. Brynjar Lia “Müslüman kardeşlerin Doğuşu”adlı kitabında”Hama 40 küsur yıldan sonra,Modern orta doğu tarihinde İslam’a karşı en vahşi,büyük çaplı katliama sahne olmuştur.”der. Hama tam bir harabeye döndürülüyordu. Hafız Esad zulmü üzerine diğerleri gibi tahtını sabitleştirmeye çalışıyordu.    

           Emekli MİT mensubu Mahir Kaynak’ın 9-Mart cuntacıları olan; İlhan Selçuk,Doğan Avcıoğlu,Cemal Madanoğlu,Uğur Mumcu,Hasan Cemal,Uluç Gürkan-ın yapacakları Suriye tipi bir –Baas hareketi-ni önceden içlerine sızıp haber vermesi ve deşifre etmesi ile akim kalmıştır.[2]

            -Bosna-Hersek,Türk cumhuriyetleri hep aynı senaryo,plan ve uygulamaya konulan oyunlar içerisinde…

            Bir yanda dövmek için ağlayan ve bahane arayanlar,diğer yandan zulme maruz kalan ve zulme göğüs germe çabasında olan mazlumlar…

            Ancak Türkiye de Bediüzzamanın ölçüsünün,hizmetinin müsbet esaslar üzerine bina edilmesi,yukarıdan inme değil;uzlaşma,alttan ve temelden yetişme ve yetiştirme,köksüzlere ve köksüzlüklere karşı köklü bir gelişme içerisine girişi,birkaç asırdır küs olan kalb ve aklı barıştırması onu hizmette muvaffak eden sebeblerdendi. O da tüm baskı ve hapislere rağmen…

            Özetle;ya her bir İslâm devletine bir Bediüzzaman gerek veyahut da Onun hizmet tarzı…

            Hizmette siyaset ölçü olmadığı gibi;ihtilaf ve kopuklukları daha da zedeleyici,ihlas,samimiyet,tesanüd ve ittihada vesile olacak olan güzel duyguları kaldırıp,yerine kötü duyguların yerleşmesine sebeb olacaktır.

            İnsanlar birbirlerini siyasetleri ile sevecek veya nefret edecektir.

            Bediüzaman;”Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.”,’şeytandan kaçar gibi siyasetten de kaçması”nın sebebi,siyaset ve politikanın meleği şeytan,şeytanı da melek göstermesindendir.

            Şerif Mardin-in deyimiyle;”Türkiye de uygulanan laiklik anlayışı felsefi gelişmeye engeldir.”

            Doku uyuşmazlığı vardır. Vücuda uyuşmuyor,uyuşmuyor. Vücut onu ifrağ ve istifrağla atıyor.

            Devletin marksist bir kuşatma altında olduğunu söyleyen Durmuş Hocaoğlu[3] bu tesbitini şöyle açıklar:”Evrensel kominizmin çöküşünden sonra işsiz kalan ve bir baltaya sap olamayan ‘yerli’ marksistlerin istihdamı problemi ve devletin içten zapt edilmesi.”

            Bu problem ise,sadece kavga öğretmektedir. Yıllarını ve her şeylerini verdikleri ideolojilerinin çökmüş olması onlarda da bir çöküntüye sebeb olmaktadır. bunun boşluğunu da kavga ve anarşi ile doldurmaya çalışacaklardır. Veya kendilerine gündelik sermayelerle avunulacak senaryo projeleri üretmek gerekecektir.

            Hocaoğlu bu gün Türkiye de”Ekmek teknelerini”kaybetmiş olan marksistlerin “siyasi Alevilik”,”siyasi kürtçülük” ve Atatürkçülük gibi kavramlara sığınarak adeta iş aramakta olduklarını belirtir.[4]

            devletin idaresinde bulunan herkesin müslüman olmasına rağmen,müslümanların devleti ele geçirme yaygarası,sırf hürriyetlerin kısıtlanmasıyla beraber,hıncını kusma ve yıpratma faaliyetidir.

            Bediüzzamanın her konudaki üstün tesbiti burada da kendini göstermektedir. O devamlı İslâmı siyasetin dışında ve üstünde tutmuş,hizmetini devletle odaklaştırarak yapmamıştır. Onlardan tecrit edilmiş,tartışma götürmeyecek iman merkezine insanları çekmiştir.

            Nitekim dini,İslâmi siyasetin içine çekenler yıllardır hem zarar görmüşler,hem de zarar vermişlerdir.

            Adeta menfi insanlara kozlar verilerek,elde edilenler de kaybedilmiştir.

            İslâma hizmet,siyasete hizmetten önce gelir.

                                                                                  24-6-2000

                                                                       MEHMET ÖZÇELİK

 

 

[1] İmam-ı rabbani ve İslam .Mevdudi.terc.H.Karaman.154,Bak.Sözler.B.Said.Nursi.442,Laiklik için bak.Din-Devlet ilişkileri. H.H. Ceylan. 2 / 20(Takrir-i sükun),154-200.ve devamı.

[2] Bak.zaman gaz.14-6-2000.N.Gönültaş.

[3] Bak.agg.4-7-1999.

[4] Agg.4-7-1999.




İRTİCASIZ KEBAB

İRTİCASIZ       KEBAB

 Bu gün döne döne başım döndü. Bir türlü irticasız bir döner,bir kebab bulamadık.

Şeyy… Şuradan irticasız yerinden bir döner verir misin,evladım!. İrticasız tarafından olsun haaa…

İsteğiniz,isteğimizdir efendim. Ancak bizim müşterilerimiz devamlı acılı yerinden yerler de.. Siz neden acaba acısız yerinden istersiniz? Bir rahatsızlığınız falan mı var?

İrticasız diyorum,irticasızz. Acısız değil,ir-ti-ca-sız,oldu mu?

Hah hah haaa..

…………………

Noluyor yavv. Giderim ha!..

Aman efendim..

Ben senin nereden efendin oluyorum,ya hu .?

Müşterilerimiz,velinimetimizdir. Lütfen arkadaşlar. Gülmeyi keser misiniz..

Ne dedin,ne dedin? Burda da mı veli var yoksa? Desene bu gidişle gözümüz açık gidecek. Bir türlü irticasız kebab yiyemeyeceğe benziyor..

Yaa.. Rahmetlik böyleydi işte.. Sekerat anında sürekli sayıklıyordu. Kulak verdiler; İrticasız kebab..irticasız kebab,diyordu. Allah amelince rahmet etsin.

Cenaze namazı da “Allah-u Ekber” denilerek kılınmıştı.

Doğarken de,yaşarken de ve ölürken de bir türlü irticasız olamadı. Onun için rahmetlinin gözü hiç kapanmadı. Açık kaldı. Gözü açık gitti.                                                                                         YALNIZ         KALDIM

Evvelden ne kadar güzeldi. Nerde o eski günler.. Artık kimse bana iltifat etmiyor. Yalnız kaldım. Peyami Safa-nın “Yalnızız” larını oynuyorum.

Ne güzel kızdırıp-kızdırıp temcid pilavı gibi irtica,tesettür,laiklik,mürteci kozlarını oynuyordum. Artık oynayamıyoruz. Bu gidişle oynatacağız,gibi..

Şimdi sadece yılda bir gün ,irtica günlerinde davullarla,zurnalarla oynak havası,şeyy yani;oyun havası eşliğinde bir kere çağrılıyorum! Nasıl yani! Yeter mi hiç? Evvelden her gün gündemdeydim. Şimdi ise,yılda bir…

Bunu arttırmak,arttırmanın yollarını aramak lazım. Yoksa bize yer yok,iflas ederiz.Başka da sermayemiz yok ki!

Süleymancısına çürük domates atıp,onları kızdırmak,kızartmak istiyorduk. Böylece yollar bize açılıyordu. Onların bana attıkları sağlam domatesler,biraz kesat veriyordu ya neyse artık.

Aklı kalbi dört dörtlük çalışan nurculara laf atıyordum. Attığım dikenler gül olarak bana iade ediliyordu. Bu durum dikenlerin sayısını otomatikmen azaltıyordu. İşimize yaramıyordu. Attıklarının üstüne şöööyle güzelce bir yatıyordum.

Tarikatçısını kötülüyordum. Beni çarptılar her halde. Kör kütürüm oldum.

İşte yalnız başıma kaldım şimdi. Benimkiler beni ziyaret etmiyorlar. Ben kötülediklerimin duasını bekliyorum.                                                                                   14-3-1999

                                                                                  MEHMET ÖZÇELİK




İRTİCA YAYGARASININ ALTINDAKİLER

İRTİCA YAYGARASININ ALTINDAKİLER

 İrtica,kötü bir simge,menfur bir maske olarak ortada dolaşmaktadır. Canı sıkılan belli birkaç kesim,temcid pilavı gibi kızdırıp kızdırıp milletin önüne sunmaktadır. Hem taşlamak,hem haşlamak,hem de bazı şeyleri tasarlayıp yapmak için..

Harp taktiklerinden birisi de düşmanın nazarını başka yöne çevirip,diğer taraftan kaçma ve kaçırma senaryolarındandır. Türkiyede de belli başlı aşağıdaki işlerin yapımında irtica,nazarı çevirtmek için bir çok defa kullanılmıştır.

Kumarhanelerin kapanması gündeme geldiğinde hemen irtica hort diye hortlatılmakta,meçhul bir hedef tahtası gösterilmektedir.

Susurluk,çeteler meselesi ve dosyaları gündeme geldiğinde köşesinde bekletilen irtica gün yüzüne çıkarılır ve yine malum olan hedef,meçhulleşir.

Sol kadrolaşmaların gerçekleşmesini ört-bas etmek için-bak işte geliyor,gelmekte,gelecek-yaygaralarıyla,çocuğu öcü korkusuyla korkutma misali,bu gürültüde köşeyi dönme gürültü koparmacasının sahne oyunudur irtica.

Büyük sermaye patronlarının –içte de,dışta da-menfaatlerini zedeleyici hareket ve uygulamaların kalkanıdır irtica.

Ellerinden alınacak ve çıkacak olan ve imkanın ve susturmanın susturucu suçlayıcısı,dokunulmazlığına bürünme unsurunun bir parçasıdır irtica.

Aman cıs,yanar haa.

Dış ve iç karıştırmaların bir düğmesidir. Ortam hazırlandığında,irtica düğmesine basılarak sinyal verilir,faaliyete geçilir,daha doğrusu geçirilir.

Eroin ve esrar kaçakçılığında da paravana olarak kullanılır. Dayak atan bir insanın masum rolüne bürünüp suçsuz görünmek amacıyla bağırması,ağlayıp sızlaması gibi. Ancak bunu yapanlar gülmektedirler,oda kıs kıs.. Zira insaflı ve haklı adam toplumun menfaatını kendi menfaatına tercih edip,öyle oyunlara girmez. Bu oyunu seçen ve bu yolla kavşağı dönmeye çalışan,bir yavşak oyunudur.

PKK-mı?elbet. Oda devlet ile milleti karşı karşıya getirip,özellikle milletin içerisinden dindar olan saf doğu insanının içerisinden eleman bulma oyun ve senaryolarıdır. Bütünü koparamayan çakalların,parçalara ayırarak parçalama taktikleridir. Doğrudan ve açıkça oynanamayan hile ve dalavere yolu ile dolaylı oynanan oyunun adıdır irtica.

Ancak işin garip tarafı,PKK-nın kendi lehine çevirip kullandığı bu durumu,idareci durumunda olanların kendi lehine kullanıp çevirmek bir yana,kendi aleyhine onların lehine ve kucağına atıcı kısır bir uygulama ve politikanın adıdır irtica..

Adam düşünüyordu,nasıl dalavere yapabilirim diye? Dayak oğlanı var ya? İşte sana irtica! Her şeyi yap! Adını irtica koyarsın! Zaten bahane hazır! İrtica her şeyi bastıracak hınçta!

Öbürüde düşünüyordu,nasıl yardım edebilirim,kurtarabilirim diye. Onun için bu suç oluyor,hapse atılıyordu. Çünki irtica olabilirdi,onun kokusuna benziyordu!

Oysa toplum bu hınç ve stresten irtica ile değil,irtica toz-dumanını sindirerek kardeşlik,iman-inanç-Kur’an-Din birliği ve ortak noktaların merkez kılınması ile kurtulabilir.

Mesele gemiyi batırmak değil,sağ-selamet karaya oturtturmadan sahile ulaştırmaktır. Gemi batarsa sadece biz değil,her şeyimiz,değerlerimiz,tarihimiz ve de geleceğimiz biter,batar ve kapanır.

                                                                                                          31-08-1998

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK




HUKUKÇU MU ?

HUKUKÇU   MU ?

             Hukukçu olsaydım;vurup almaz,hak sahibinin hakkını bile alırken vurmazdım. Hisle değil mantıkla hareket ederdim.

            Kimseye savaş açmaz,savaşa girmez,savaşı körüklemez,sulhu ve ıslahı tercih ederdim. Avcı değil,savcı olurdum.

            Vurmayı amaçlamaz,meselelerin üzerinde durmayı,doğruları bulmayı hedeflerdim.

            Babamda olsa hukuktaki tarafsızlığımı haktan tarafa kullanır,onu bayraklaştırırdım.

            Kanun..mantık..vicdan…üçgeni içerisinde hakkı korur,haksızı korkuturdum.

            Haksızlık haksızlıktır. Kim ve kimden olursa olsun,her ne şekilde bulunursa bulunsun.

            Hukuku illa bir yanlışı bulmak –tabiri caizse;öküz altında buzağı aramak-amacıyla değil,doğruyu korumak,onu zedelememek yönünde ele alırdım.

            Zira her insan masumdur,suçu sabit olmadıkça. Başta suçlu kabul edilip,soruşturma yoluna gidilirse doğruyu bulmak değil,yanlışları bulmak yönünde yönlenilmiş,kendi haklılığını başkalarının yanlışını ortaya çıkarmada göstermiş olur.

            Yaa.. ben size dememiş miydim! Haklıymışım değil mi! aslında belliydi!

            O halde şimdiye kadar neredeydin? Ne yapıyordun?

            Duyuna kalmış,hak iddia edilemese de ben yapacağım! demek de hukuku zedeler.

            Hukuk çökerse meydanı haksızlık ve haksızlar almış olur.

            Hukuk metne göre hukuktur,yoruma göre değildir. Ben böyle anlıyorum,bana göre bu budur,ifadeleri hukuk değil yorumdur,geçerli değildir.

            Aslına bakarsanız,haksız mıyım yani?

            -Hiçbir kanun milletin yaşayışını ve düşüncesini kısıtlama yönünde çıkarılamaz. Yani,acaba bu insanlar neleri yapmamalı değil de,daha neleri yapabilecekleri yönünde kanunlar çıkarılmalı. Yaptıktan sonra cezalandırmaktansa,yapmadan önce tedbirleri alınmalıdır.

            Kanunlar insanlar için vardır. İnsanlar kanunlar için değil…

            Kanunlar insanlara göre düzenlenir,yaşamamalarını yasaklayıcı olarak değil,belki yaşamalarını sağlayıcı yönde çıkarılmalı…

            Milletleri cezalandırma yönünde değil,onları faydalandırma yönünde hürriyet alanını gayra zarar vermedikçe genişletmeli,daraltmamalıdır.

            Milletin bütün istek ve yaşayışları göz önünde bulundurularak,bunun teminat altına alınması sağlanmalı.

            Kanunlar suç arama,cezalandırma yönünde lastik gibi kullanılmaya çalışılırsa,despot ve zulümlü bir uygulamaya kapı açılmış olur.

            O halde insanların ne yapmamaları yönünde değil,neleri yapacakları yönünde millete taraf olarak hareket edilmeli,cephe alınmamalıdır.

Suç sabit olmadıkça kimse -cürmü meşhud- değildir…

Etin kokma durumu olursa tuzla önlem alınabilir.Ya tuzda kokarsa?

                                                                                                                      30-07-1999  

                                                                                                          MEHMET     ÖZÇELİK




D E M O K R A S İ

D   E   M   O   K   R   A   S   İ

          Milletin vücuduna göre,şu zamanda dikilen terziliğin diğer bir adıdır Demokrasi. Büyümekte olan çocuğa biçilip,dikilmeye çalışılan bir elbisedir Demokrasi. Ancak çocuk aynı kalmamakta,büyümektedir. Elbise o endama ne kadar,o bünyeye ne derece uygun gelecektir? Bu millete çok elbise giydirilmiş ve giymiştir.! Daha doğrusu uydurulmuş! Bir arayış içerisinde olan dünyada aynı durumdadır.

            İstikbal karanlıktan ve tünelden nura çıkmaktadır. Nesil ise nurlu bir nesil. Âsım’ın nesli. Bir çok hakikata hamiledir.

            Beşer eliyle yapılan ve kurulan esas ve kanunlar,en fazla beşer kadar bir ömre sahiptir. Bütün istibdadı uygulamasına rağmen Rusya bunun örneğidir. Ancak yetmiş yıl ayakta durabilmiş ve sonuç da yıkılmıştır.

            Türkiye. Evet,Türkiye. Kurulduğundan bu yana dört defa ihtilal geçirmiş. Bu bir memnuniyetsizliğin ifadesi değil midir? Bu idare herkesi memnun ediyorsa,bu ihtilal neyin nesi? İhtilal milleti memnun etmek ise,millet neden memnun edilmiyor? Eksiklik millet de mi,yoksa idarede mi? Millet feryad ediyor ve ettiriliyor. Kimse kendisini sıkan bir şey olmadan feryad etmez. Çünkü bu millete giydirilen elbise bu bünyeye uygun değildir.

            1925’den 1950’ye kadar tek parti sisteminin çarkları işlemiştir. Tek şefin dediği olmuş,sıkıştığı anda orduyu davet etmiştir. Ama hayret! Bir gün önce kanlar akarken,ihtilalle bir gün sonra memleket gül gülistana dönmüş. Masumların canını yakan südü bozuk süt dökmüşler,kediye dönmüşler. Memleket ise,70 yıl boyunca yerinde saymış.

            Nihayet bir çok bocalama,düşüp kalkmalardan sonra,millet iki koltuk değneğiyle ayakta. Bunların adı demokrasi ve insan hakları.

            1961 darbesini CHP-Ordu iş birliğiyle gerçekleştirirken;Doğan Avcıoğluna kapılarak 12- Mart-1971 Muhtırasının mimarı olan Muhsin Batur Paşa bunun çözüm olmadığını söylese de,kendi önünü açmış,1974-80 yılları arasında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından kontenjan adayı seçilmiş,12-Eylül-1980’de CHP’den cumhurbaşkanı adayı gösterilmiş ancak kazanamamıştır.

            12- Martın aktörlerinden sola allerji duyan Turgut Sunalp Paşa,Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk için;-Deli-diye bahseder,bunu te’yiden;-İnan inan doktor raporu bile var:Deli bir adam yıllarca bu ülkede Cumhurbaşkanlığı yaptı”der.[1]

            Yani;Adnan Menderes’in 1950-54,Süleyman Demirel’in 1965-69,Turgut Özal’ın 1983-87 dönemleri kesikliğe uğramadan devam etseydi,Türkiye’nin şekli çok değişirdi. Ya ihtilal,yada laiklik ve İrtica senaryolarıyla hep sekteye uğratılmıştır.

            Çünkü demokrasi var.

            1859’dan 1997’ye kadar 250 parti kurulmuştur,Demokrasi uğruna.

            Demokrasi umuma serbestiyet ve hürriyet. Yani daha önce yoktu. Bundan sonra yasaklar yasaklanacak. Kimler yasaklayacak? Elbette yasakları koyanlar. Onların devamları,hatta onların aynı düşüncedeki çocukları. Öyleyse bu demokraside de yine onlar gibi düşünmeye ve onlar gibi yaşamaya mecbur ve mahkumuz.

            Sakın,demokrasi uyanan,kendine gelen,İslâmiyetin emirleri doğrultusunda yaşamak isteyen bir neslin önüne konulan bir barikat olmasın?

            Eğer demokraside halkın,çoğunluğun idaresi söz konusu ise;bizdeki dini ihtiyaçları temine vurulan engel ve çengeller neyin nesi? Cezayir’deki çoğunluğun seçtiği partiye yapılan ihtilal neden kaynaklanıyor? Buna karşı demokrasiye yönelen devletler buna karşı neden sessiz ve suskun?

            Yoksa buna karşı susup tasdik etmekle,kendileri için de aynı şeyin geçerli olduğunu mu söylemektedirler? Eğer öyleyse,demokrasi de kimdir söz sahibi? Azınlıklar mı,çoğunluklar mı? İdare edenler mi,idare edilenler mi? Yani kanunlar mı milletler için,yoksa milletler mi kanunlar içindir? Eğer kanunlar milletlere göre biçimlendirilmeyecekse,bunun adına demokrasi değil,kişilerin keyfi hakimiyeti,despot ve istibdat denilir. Bu ise başta Rusya olmak üzere bir çok devletlere dar geldi ve yırtıldı ve yırtılmaya da mahkumdur.

            Eğer böyle değilse;demokrasi nedir? Gerçek fazilet midir? Elbette hayır. Ayrı ayrı özelliklerde olan insanları memnun etmekten acizdir. Zira kaynayan dünyada herkes feryat etmektedir. Demokrasinin hepsini susturmaya ne sesi,ne de nefesi yetmez. Ancak buda bir hevestir. Geçene kadar.

            Demokrasi;geciktirilmeli olarak fazilete ve hakikate giden bir vasıta ve köprü olabilir. Aç ve susuz bir millete memedir. Müzmin hastalıklara giriftar olmuş insanlığa bir ağrı kesici ve teskin edicidir. Yani susturucudur. Meşru gösterilen kılıflar içerisinde susturma yöntemidir. Karanlıkta kalmış toplumlara güneş çıkıncaya kadar mum ışığıyla iktifa etme usulüdür. Kendini ve her şeyini kaybetmiş beşere geçici bir tesellidir.

            Hakiki fazilet ve hidayet ancak İslâmiyettedir. Ve İslâmiyetle olabilir. Bir kişinin hakkını dahi umuma feda etmez. Zira Cenâb-ı Hakkın yanında hak haktır,küçüğüne,büyüğüne bakılmaz. Kur’an-ın ifadesiyle:”Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.”[2]

            Hakkın hatırı alidir,hiçbir hatıra feda edilmez. Asrı saadet bunun en güzel bir örneğidir. İnsanlar saadeti İslâmiyette bulmuşlardır.

            İslamiyet,Cenâb-ı Hak tarafından insanların beden,ruh,kalb ve vicdanlarına göre ölçülmüş ve biçilmiş bir esas,bir kaftandır. Demokrasi ise,aciz ve nakıs beşerin kendi kapasite ve marifetlerince diktiği,yırtılmaya ve çürümeye mahkum bir elbisedir. Düzdükleri bir düzmecedir.

            “İslâmiyet güneş gibidir. Üflemekle sönmez. Gündüz gibidir,göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gündüzü gece yapar.”

 

                                                                                                          16-2-1992

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Kendisiyle röportaj yapan M. Ünal’da. Zaman Gazt.eki.5-9-1999.

[2] En’am.164,İsra.15,Fatır.18,Zümer.7,Necm.38.




AZİMET – RUHSAT – ZARÛRET

AZİMET   –   RUHSAT   –   ZARÛRET

             Azimet;kesin karar ve niyet.

            Fıkıh terimi olarak;Kulların özürleri göz önüne alınmaksızın üzerlerine önceden farz kılınan fiil”[1]lere verilen addır.

            Yani asıl ve genel olan bir hüküm olup umumu ilgilendiren,her mükellefin uymak zorunda kaldığı esastır.[2]

            Zira Allah-ın hükmü asıldır.

            Âyette:” Rabbinin sözü,doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir,bilendir.”[3]

            Azimet ve ruhsat konusunda İmam-ı Şa’rani:”Dine muhatab olan insanlar bedenen ve îmânen ya güçlü veya zayıftırlar. Din,güçlü olanlara azimet,zayıf olanlara ise ruhsatla hükmeder. Mesela,ezanın abdestli okunmasıyla ilgili rivayet,azimeti,abdestsiz okunabileceği şeklindeki rivayet ise ruhsatı bildirir.”

            “Allah’u Taala azimetlerini yapanı sevdiği gibi,ruhsatlarını işleyeni de sever.”[4]

            Takva ve üstünlük azimettedir.

            Nitekim hak ve hakikatı söylemek her zaman için geçerli olan bir azimettir. Ancak tehlike gibi bir duruma maruz kalınması halinde susmak ise;ruhsattır.[5]

            Hadiste belirtildiği üzere müşrikler tarafından ölümle tehdit edilen iki kişiden birisinin dıştan kabul edip affedilmesine karşı,öbürünün ise reddetmesi üzerine öldürülmesinden dolayı Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:” O,şehitlerin en üstünü ve cennet de benim arkadaşımdır.”[6]

            Bu mazhariyete azimeti tercih neticesinde ulaşmıştır.

            Azimet takvadır,Ruhsat ise fetvadır.

            Fetva;devamlı takvayı törpülemektedir.

            Fetva;”Hz. Ömer-in Medine-de yedi hukukçuyu bir araya getirerek kurmuş olduğu heyet Medine kadısı dahil herkesin serbestçe başvurarak hukuki problemlerini hallettikleri bir merci idi.”[7]  

            Bir şeyi en iyi yapmayı değil de,çıkış ve yapmama,bazen bu yapamama gibi bir eksiklikten dolayı çıkış kapısı aramadır.

            Netice de fetva;eksiklerin ve eksikliklerin başlangıcıdır.

            İstenilen dışında bir tali yol,bazen bir çıkış,bazen de bir kaçış yolu açmak ve açmaya çalışmaktır.

            Gedikler gediklere sebeb olur ve onları büyütür. Böylece fetvalar ve ruhsatlarla uğraşmaktan takvalara vakit kalmaz. Yanlışları düzeltmekten,doğrular doğru olarak yaşanmaz.

            Takva da ise;”Menhiyat ve günahlardan içtinab etmek;ve amel-i salih,emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.”[8]

            Böylece takvada;istenilen bir günaha keffâret ve tevbe gibi bir çıkış yolu aramak değil,o günahı işlememek esas alınır.

            Müsamaha ve ruhsatlarla değil de azimetle hareket etmek gerektiğini söyleyen Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:” Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umuru diniye de müsamaha veya teşebbühle medenilere yanaşmayın. Çünki,aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı te’min edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz,veya dalalete düşer boğulursunuz.”[9]

            Zira nefis avukat gibi kendini savunur,nefsine fetva çıkarır.

            “ Laubaliler azimetlerle ikaz edilir.”[10]Bediüzzaman sebebini ise şöyle izah eder:” İslâmiyetin müsellematını tamamen imtisal ettiği cihetle bihakkın daire-i dahiline girmiş zatta;meylü-t tevsi’,meylüt tekemmüldür. Lakaydlık ile hariç de sayılan zatta,meylü-t tevsi (Genişletme meyli ve isteği) meylüt tahribdir. Fırtına ve zelzele zamanında;değil içtihad kapısını açmak,belki pencerelerini de kapatmak maslahattır. Laubaliler ruhsatlarla okşanılmaz;azimetlerle,şiddetle ikaz edilir.”[11]

 

                                                           R U H S A T

            Ruhsat;Kolaylık,müsaade anlamınadır.

            Usul-ü fıkıhta;kulların özürlerine binaen kendilerine kolaylık olmak üzere,ikinci derecede meşru kılınan şey.”[12]

            Yapılması caiz yani müsaade edilip,zorluğu kaldırmayı amaçlar.

            Ruhsat hususidir. Fertlere bakıp,umumu bağlamaz.

            Bunun bir çok sebebleri olup,mesela,zaruret,meşakkat,güçlük,özürlü olmak,tehlike gibi durumlar bunlardandır.

            Âyet-de:” kim iman ettikten sonra Allah-ı inkar ederse –Kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkara)zorlanan başka- fakat kim kalbini kafirliğe açarsa,Allah-ın gazabı bunlaradır.;onlar için büyük bir azap vardır.”[13]

            “Rivayet olunduğuna göre Kureyş kafirleri,Ammar ile babası Yâsir ve anası Sümeyye-yi,zorla dinlerinden döndürmeye kalkıştılar. Onlar bunu kabul etmeyince,Sümeyye-nin iki ayağını iki deveye bağlayıp ters istikamette çektirerek parçaladılar. Yâsir-ide şehit ettiler. İslam da ilk şehitler bunlardır. Ammar ise,onların işkencelerine dayanamıyarak,diliyle onların istedikleri şekilde inkar etti. Durum Rasulullah-a (S.A.M) bildirilince “ Ammar başından ayağına kadar imanla doludur. İman onun etine,kanına karışmıştır.” buyurduktan sonra Ammar’a:”Seni yine zorlarlarsa,istediklerini söyle.”dedi. Bu durum,zorlama karşısında sadece dille inkar etmenin caiz olduğuna bir delildir.”[14]

            Yâsir ve Sümeyye-nin durumu azimet,Ammar-ın durumu ise bir ruhsattır.

            Mezheblerin ortaya çıkmasının bir hikmeti de;ruhsatın neticesidir.[15]

            “ Evet,hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için,zaruret derecesinde olmak şartıyla bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer’iyye var;fakat,yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez,ruhsat yoktur. Halbuki bu asır,o damarı insaniyi o derece şırınga etmiş ki;küçük bir ihtiyaç ve adi bir zarar-ı dünyevi yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terkeder.”[16]

            Böylece anlaşılmaktadır ki;asıl mesele terketme,yapmama veya yapamama gibi bir tehlikeye karşı en asğari şartta,kişinin o ameli yapmasını sağlamaktır.

            Ruhsat;hiç olmamaya karşı,asğari düzeydir.

            Nitekim aç ve ihtiyaç sahibi bir kimse “zaruret bahanesiyle,dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan”[17]ve ruhsat verilemez.

            Ramazanda yolcu olan birisinin orucu bozması bir ruhsat,tutması ise bir azimettir.

            Ancak savaş durumu böyle değildir. Nitekim “Hz. Peygamber (S. A. M) düşmanlarına yaklaştıkları vakit sahabeye” Doğrusu düşmanınıza yaklaştınız. Orucu yemek size daha çok güç katar.”buyurdu.

            Bu bir ruhsattı.

            Sonra bir başka yere konakladılar “Doğrusu siz düşmanınıza hücum etmek üzeresiniz. Orucu yemek size daha çok güç katar. Orucunuzu yeyin.”buyurdu.

            Bu ise bir azimettir.

            Sahabi:”Bu emir üzerine orucu bozduk.”diyor.[18]

            Zira âyette:” Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın.”[19] buyurulmuştur.

            Oruçtaki hasta ve yolcu olan insana daha sonra tutmak üzere gösterilen ruhsat ve müsaade dinin kolaylığından ve kolaylaştırıcılığından kaynaklanmaktadır.[20]

            Gerek oruçta,gerekse de namazların kasredilmesindeki hikmet,bunlarda meşakkat bulunmasından,illeti ise seferiliktendir.[21]

            İbn-i Mes’ud-dan rivayette:” Cariyeye cezanın yarısı uygulanır,ama ona ruhsatın yarısı verilmez.”denilmiştir.[22]

            Yas tutma konusunda:” Koca için yas tutmak bir azimet (Yapılması gereken vazife,vacib),başkaları için yas tutmak ise bir ruhsattır.(izindir)”[23]

            Dar-ı harpte bazı şeylere müsaade edilmiş iken,-genel olarak faiz gibi-bundan hareketle orada hırsızlık yapmak veya kendi memleketinde de onları uygulamaya kalkışmak,o işleri meşru kılmaz.[24]

            İzzettin bin Abdisselam,maslahatları vacib,mendub ve mübah diye üçe ayırır.

            Vacibi de kendi arasında derecelere ayırdıktan sonra;”Bir vacib-de maslahat kuvvetli olursa,vaciblik derecesi de yüksek ve kuvvetli olur. Mesela;şari’ oruç keffâretinde köle âzad etmeyi başa almıştır;çünki bundaki menfaat daha büyüktür. İki ay ard arda oruç tutmayı ikinci dereceye koymuştur;çünkü bu ceza olma bakımından daha ağır ve daha faydalıdır. Bunlara gücü yetmeyen kimse için altmış fakiri doyurma keffâretini üçüncü dereceye almıştır;çünkü bu,ramazanda tutulması gereken bir günlük oruç için yapılacak tevbenin en güzel şekli olup asıl olarak oruca itibar edilmiş demektir.” ve

            “Maslahat derecesi göz önüne alınarak,bir vacibin başka bir vacib üzerine takdim edilişine dair şu misalleri”zikreder.

            “ Boğulmakta olan insanları kurtarmanın namazlara tercih edildiği sabittir;çünkü boğulmakta olan masum insanları kurtarmak,Allah katında daha faziletlidir. Burada önce boğulan kimseyi kurtarmak,sonra da namazı kaza etmek gibi iki maslahatı birlikte korumakda mümkündür. Namazı vaktinde kılamamış olmanın,bir müslümanı ölümden kurtarmaya denk olmadığı malumdur.”[25]ve hakeza.

            İkincisi:” Şâri’ tarafından kulların ıslahı için mendub kılınan maslahatlar.”[26]

            Üçüncüsü ise:” Mübah olan bir şey,ya bir maslahatı celbetmekte,yahutta bir mefsedeti defetmektedir.”ve

            “Mübah olan şeylerin dayandığı maslahatlar,dünyevi hususlardır ve bir kısmı diğer bir kısımdan daha büyük ve daha faydalı olabilir. Bunlar için bir ecir yoktur;fakat bir kimse,yarım hurma yiyerek nefsine dünyevi bir maslahat sağlamak suretiyle iyilik etmiş olabilir.”

            “Vacib veya mendub olan hususlardaki maslahatlar şahsi değildir.” fakire taalluk eden zekat ve sadaka gibi…

            Maslahat mu’teber olmalıdır.

            Mesela;” kendi ihtiyacını gidermek için başkasının malını yiyen kimsenin ileri sürdüğü maslahat mu’teber değildir;çünki başkasına verdiği zarar,kendisine sağladığı menfaattan daha şiddetlidir.”[27]

            “ O,din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.”[28]

            “ Allah,sizin için kolaylık ister,zorluk istemez.”[29]

           

                                                           Z A R Ù R E T

            “ Zaruret,yasak bir şeyi yapmadığı takdirde helaki veya helake yaklaşmayı gerekli kılan şeydir.”[30]

            Burada esas olan zaruretin zaruri,ciddi ve ölümü netice verecek durumda bir mecburiyetin olması gerekir.

            Mesela;” Bir tabib,doktorluk noktasında bir nâ-mahremin en nâ-mahrem uzvuna bakar ve zaruret olduğu vakit ona gösterilir. Hilaf-ı edeb denilmez. Belki,edeb-i tıb,öyle iktiza eder,denilir. Fakat o tabib,recûliyet unvaniyle yahut vâiz ismiyle yahut hoca sıfatıyla o nâ-mahremlere bakamaz. Ona gösterilmesini edeb fetva veremez. Ve o cihette ona göstermek,hayasızlıktır.”[31]

            Mecelle Madde 21-de:” Zaruretler memnu’ olan şeyleri mübah kılar.”[32]

            Elbette buda madde 1254-de de belirtildiği gibi; ‘Mübah ile herkes intifa’ edebilir. fakat saire zarar vermemekle meşruttur (şartlıdır.)”[33]

            Madde 22-de:” Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur.”[34]

            Böylece é Zaruret,teklifin kalkmasını gerektirmektedir.”[35]

            “Zaruret,eğer haram yoluyla olmamış ise,haramı helâl etmiye sebebiyet verir. Yoksa,su-i ihtiyarıyla,ğayr-i meşru sebeblerle zaruret olmuş ise,haramı helal edemez,ruhsatlı ahkamlara medar olamaz,özür teşkil edemez. Mesela;bir adam su-i ihtiyariyle,haram bir tarzda kendini sarhoş etse;tasarrufatı,ulema-i şeriatça aleyhinde caridir,mazur sayılmaz. Tatlik etse (boşasa),talakı vaki’ olur. Bir cinayet etse,ceza görür. Fakat su-i ihtiyariyle olmazsa,talak vaki’ olmaz,ceza da görmez. Hem mesela,bir içki mübtelası,zaruret derecesinde mübtela olsa da,diyemez ki:”zarurettir,bana helaldir.”

            İşte şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları mübtela eden bir beliyye-i amme suretine giren çok umurlar vardır ki;su-i ihtiyardan,gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd ettiklerinden;ruhsatlı ahkamlara medar olup,haramı helal etmeye medar olamazlar. Halbuki;şu zamanın ehli içtihadı,o zaruratı,ahkam-ı şer’iyyeye medar yaptıklarından,içtihatları arziyedir,hevesidir,felsefidir,semavi olamaz,şer’i değil. Halbuki;semavat ve arzın hâlıkının ahkam-ı ilahiyyesinde tasarruf ve ibâdının ibâdatına müdahale ve o hâlıkın izni manevisi olmazsa;o tasarruf,o müdahale merduttur.”[36]

            Âyette:”Kim,gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (Haram etlerden yiyebilir.) Çünki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[37]

            Burada darda kalma şartı esas olub,kişi muztar durumda olmalıdır.

            Muztarlık şartını ayet:”Kimseye saldırmamak ve haddi geçmemek.” şartına bağlamaktadır.”[38]

            Yani kişi hayatını kurtaracak ve doymayacak kadar yiyebilir.[39]

            Nitekim Ahmed bin Hanbel ve Şafii-de zaruret halinde maslahatı da göz önünde bulunduraraktan hüküm de vermişlerdir.[40]

            İnsanların bazı şeyleri kendilerine mübah saymaya çalışmaları,haram olan o şeye-içki gibi- başka ad takmalarındandır ki; Hadis-de:” Ümmetimden bir takım türediler,şarabı içerlerde ona şarabtan başka bir ad takarlar.”buyurulduğu gibi..[41]

            Bir şeydeki Helal ve Haramiyet o şeyin kendisinden ziyade emir ve nehye bakar. Emirle ibâhe,nehiyle harâmiyet tahakkuk eder.[42] Zaruret de ara devrede haramı helal eder. Helal haram olurken,haramda helal olmaktadır.

            Bazı maslahatlardan dolayı yalana verilen ruhsat gibi ki,bu konuda Bediüzzaman Hazretleri:” Evet,kat’i ve zaruri bir maslahat için bir mesağ-ı şer’i vardır. Fakat hakikate bakılırsa,maslahat dedikleri şey batıl bir özürdür. Zira usul-ü şeriatta takarrur ettiği vechile,mazbut ve miktarı muayyen olmıyan bir şey hükümlere illet ve medar olamaz;çünkü miktarı bir had altına alınmadığından su-i istimale uğrar. maahaza bir şeyin zararı menfaatına galebe ederse,o şey mensuh ve gayr-ı muteber olur. Maslahat,o şeyi terketmekte olur.Evet,alemde görünen bu kadar inkilablar ve karışıklıklar,zararın özür telakki edilen maslahata galebe etmesine bir şahittir. Fakat kinaye veya ta’riz suretiyle yani gayr-i sarih bir kelime ile söylenilen yalan,kizbden sayılmaz.”[43]

            Her doğruyu söylemenin doğru olmadığına delil,Hadisde de belirtildiği üzere Hz. İbrahim-in üç yerde söylediği yalan:

            1)Ben hastayım.[44]diyerek diğerleriyle beraber kıra çıkmaması,geri kalması.

            2)Putları kimin kırdığını kendisine sorduklarında putların içerisindeki büyük putu göstererek;”Hayır,bu işi onların şu büyüğü yaptı.”demesi..

            3)Sâre için Mısır kralına:”Bu kız kardeşimdir.”deyişi.”[45]           

            İslâmiyet de hüküm değişmez. Değişen şahıslar ve onların halleridir. Seferde namazın kasredilmesi,zararlı olmasına rağmen ölmeyecek kadar domuz eti yenmesidir müreccih,muztar olan şahsa bırakılmış bir tercih hakkıdır.[46]

            “Şimdi,malda ve rızıkta hileler ile,su-i istimal ile,rüşvetle çok haram karıştığı”[47]için kaçınılması gerekir.

            Bazı insanların Hutbenin Türkçe okunması zaruretine karşı Bediüzzaman şu izahı getirmektedir:”Cum’ada hutbe-i arabiye,zaruriyat-ı ihtar,müsellematı tezkir,maal kifâye olur onun tarzı tezkiri.”[48] Yani her kes anlar ki:”Herkese ve bana ma’lum olan imanın rükünlerini ve İslâmiyetin umdelerini hatib ve hafız ihtar ediyor ve ders veriyor,okuyor.”der;kalbinde onlara karşı bir iştiyak hasıl olur. Acaba kainatta hangi tabirat var ki,arş-ı azamdan gelen Kur’an-ı Hakimin İ’cazkarane ,müfehhimane ihtarlarına,tezkirlerine,teşviklerine mukabil gelebilsin!”[49]

            Namaz ve ezan için de durum böyledir. Yani kişi zaruret deyip,namazını Türkçe veya başka dille okuyamaz. Çünki:”Namazda insanların kelamından hiçbir şey uygun olmaz. Çünki namaz ancak tesbih,tekbir ve Kur’an okumadan ibarettir.”[50]

            O ulvi ve mukaddes manaların yerini beşerin kelamı tutamaz ve ifade edemez.

            Ve “ Kendine müslüman diyen bir adam,dünyanın bir menfaatı için,bir günde elli kelime Frengi lugatından taallüm ettiği halde;elli sene de ve her günde elli defa tekrar ettiği Sübhanallah,Elhamdülillah ve Lâilâhe İllallah ve Allah-u Ekber gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse,elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle hayvanlar için,bu kelimâtı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler! Onları tehcir ve tağyir etmek,bütün mezar taşlarını hakketmektir;bu tahkire karşı titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu aleyhlerine döndürmektir.”[51]

            Ve ayrıca:” Şafii mezhebi ile Hanefi mezhebinden bir kavle göre;zaruret olmadığı halde birkaç yerde Cuma namazı kılınırsa ilk Cuma namazı sahih,diğerleri ise sahih değildir.”denilmiştir.[52]

            Zuhr-u ahir konusunda;gerek Peygamberimizin döneminde,gerekse ilk dönemlerde bu namaz bulunmayıp,gelişmeler ve bir çok farklı yerlerde Cuma namazının kılınma zaruretinden,birisinin sahih olup,diğerlerininkinin batıl olma tehlikesine karşı ihtiyaten kılınmış olmaktadır. Ancak İmam Muhammed-e göre farklı yerlerde kılınması caiz görülmüştür. Fetva da bu merkezdedir.

            Ferdi anlamda;Zuhr-u ahir nafile nevinden düşünülür ve değerlendirilirken,diğer taraftanda;yerine geçip kılınabilecek olan kaza namazlarının kılınabilmesi de uygulanacak güzel uygulamalardandır.

            Ayriyeten;cepheden kaçmak büyük günahlardan sayıldığı halde;zaruret durumu bunu mübah kılmaktadır.[53]

            Şa’rani-nin ifadesiyle:Peygamberimiz Kur’an-ın icmallerini,müçtehidlerde sünnetin icmallerini tafsil etmişlerdir. Aksi takdirde mücmel olarak kalacaklardı.”der.[54]

            Özetle;azimet esas olup,takva ve rızayı ilahiye muvafık harekettir.

            Ruhsat ise;özürlü amel olup,geriden takib eden,eksik iştir.

            Zaruret ise;tercih edici birisinin ilk ikisinden birisini seçme durumunda olan şahsın durumudur ki;daha tehlikeli durumdan kurtulmak amacıyla serbest bırakılma durumudur.

            “Allah kolaylık diler,zorluk dilemez.” Meâlen hadiste ki mana da konuyu özetlemektedir:”Ümmetimden yanılma,unutma ve zor altında yapmanın hükmü kaldırılmıştır.[55]

            Cebri,zoraki yaptırılan şeyler ve unutma neticesinde hasıl olan işler,iğlak,zorlama neticesindeki boşamalarda geçerli değildir.

 

                                                           28-12-1998   MEHMET   ÖZÇELİK

                                                                                             

[1] İslam Hukuku Metodolojisi. Fıkıh Usulü. Prof. M. Ebu Zehra. Çevr. Doç. A. Şener.Sh.354.

[2] Age.49,Bkn. Azimet ve Ruhsat için. İlmihal. İSAM. 1 / 178.

[3] En’am.115.

[4] İçtihat nedir.M.Kırkıncı.sh.47.

[5] Bkn.Al-i İmran.28.

[6] İslam Hukuku Metd.age.50.

[7] Osmanlı Devleti Tarihi.(Heyet) 2 / 411.

[8] Kastamonu Lahikası. B. S. Nursi. 136.

[9] Mesnevi-i Nuriye. B. S. Nursi.115.

10- Mektubat.agy.478.

[11] Mektubat.age.450, Hakikat Çekirdekleri.103.

[12] İslam Hukuku Metd. 363.

[13] Nahl.106.

[14] Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali. (TDVY) Mütr. Sh.278, İslam Huk. Metd.age.50, Bkn. Günümüz Meselelerine Fetvalar. H. Günenç. II / 9-10.

[15] Bkn. Sözler. B. S. Nursi.454-455.

[16] Kastamonu Lahk. age. 97.

[17] Age.130, Zaruret ve Ruhsat için Bkn. Barla Lahikası. B. S. Nursi.290-291, Mektubat. agy. Hakikat Çekirdekleri.103,111

[18] Bkn. Zad-ul Mead. İbn-i Kayyım el-Cevziyye. 2 / 70-71.

[19] Enfal.60.

[20] Bkn. Safvetü-t Tefasir. M. Ali Sabuni. Mütr. S. Gümüş, Dr. N. Yılmaz. 1 / 225.

[21] Sözler.age.451.

[22] Bkn. Zad-ul Mead. age. 6 / 236-237.

[23] Age. 6 / 275.

[24] Bkn. Günümüz Meselelerine Fetvalar. age. I / 240.

[25] İslam Huk. Metd.age.320.

[26] Age. 320.

[27] İslam Huk. Metd. age. 321.

[28] Hacc.78.

[29] Bakara.185.

[30] Günümüz Mesl. Fetv. age.3 / 156, Bkn. İslam İlmihali. M. Dikmen.590-591.

[31] Lem’alar. B. S. Nursi. 49.

[32] Age. Ali Himmet berki. 21,Bkn. Risale-i Nur-un Kutsi Kaynakları. A. Badıllı.344-345, Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. Ö. N. Bilmen, 1 / 261-262, İslam Fıkhı Ansk.Prof.V. Zuhayli. 4 / 326-341.

[33] Age.256.

[34] Age.21.

[35] İslam Huk. Metd.age.231,509, Bkn. İslam Hukuku. Doç. H. Karaman. 40.

[36] Sözler. age. 451-452, bkn. Devlet Felsefesi. S. Mürsel. 497-498, R. Nur-dan Fıkhi Tesbitler. A. Ersöz. 28, İslam Hukuku. Doç. H. Karaman.age. 2 / 111.

[37] Maide.3, En’am.119,145, Nahl.115, Bakara.173.

[38] Ta-ha.82, Bkn. Kua’an-ı Kerim-in Ahkam Tefsiri. Mütr. M. Taşkesenlioğlu. 126.

[39] Age.131-132.

[40] Bkn. İslam Hukukunda İçtihat. H. Karaman.154, İslam Hukuk Tarihi. H. Karaman.91.

[41] Sahih-i Buhari Muhtasarı. Tecrid-i Sarih terc. Mütr. ve Şarihi. DİB. yay. 12 / 45-46.

[42] Ba.En’am.118-119,121.

[43] İşarat-ül İ’caz. B. S. Nursi.91.

[44] Saffat.89.

[45] Tefsir-i Kebir. F. Razi. Mütr. 16 / 167,Bkn. Sözler. age.651-652.

[46] Osmanlıca Lem’alar. B. S. Nursi. 171-172.

[47] Emirdağ Lahikası. B. S. Nursi. I / 26.

[48] Sözler. age. 683, Bkn. Mesnevi-i Nuriye. age. 83.

[49] Age.452.

[50] Müsned. V / 447-448,Nesa-i.Sehv.20, Bkn. Müslim. Mesacid. 35, Ebu Davud. Salat.174, İlmihal. İSAM. I / 264.

[51] Mektubat.age. 406.

[52] Günümüz Mesl. Fetvalar.age. 3 / 55.

[53] Bkn. Kur’an-ı Kerimin ahkam Tefsiri. age. 40-41.

[54] Bak.İçtihad nedir.M.kırkıncı.sh.8.

[55] İslam Hukuku.age. 2 / 111, Bkn. İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk. A. Udeh. terc. A. Nuri. 4 / 253.




KUR’AN-I KERİME ABDESTSİZ EL SÜRME CAİZ DEĞİLDİR.

KUR’AN-I KERİME ABDESTSİZ EL SÜRME CAİZ DEĞİLDİR.

 

Bir konu hakkında herkes,bazı şeyler söyleyebilir. Ancak bu her söylenenin doğru olduğunu veya kabul göstermesi gerekeceğini gerektirmez.

Bir şey ki;kabulü ammeye mazhar ise;o şey mu’teberdir. Efendimiz(SAM):”Ümmetim dalalet üzerine birleşmez.”hakikatıyla bunu izah eder.

Şer’i delillerden olan icma’da dinin temel delillerinden biridir. Mesela mecliste bir mesele tartışılırken o görüş ekseriyet tarafından kabul edilirse,artık o görüş tüm Türkiye’ye malolmuş ve kabul görmüş demektir. Hükmü de onun üzerinedir. Diğerlerin ortaya attıkları görüşler,bir görüşten öte bir mana ifade etmemektedir.

Aynen bunun gibi de;Vakı’a suresinin 79. ayeti de bu kabildendir. Âyette:”Ona tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez.” Bu hüküm islam alimlerinin;milyonda biri hariç olsa bile,umumunca:”Kur’an-a abdestsiz ve cünüb halinde iken el süremez.”hakikatı zahirdir.

Konunun daha iyi anlaşılması için bu konuda yapılan rivayetleri zikredelim:

“Hasan Basri Çantay tefsirinde:”Levh-i mahfuza cismani bulaşıklardan temizlenmiş olanlardan başkası muttali’ olamaz. Ona muttali’ olan yalnız meleklerdir. Yahud Kur’an-a hadeslerden tamamen temizlenmiş olanlardan başkası el süremez. Bu tefsire göre”La yemessühü” nehy manasına bir nefiydir. Yani”El sürmesin.” demektir. Yahud mana şudur.”Kur’an-ı küfürden temizlenmemiş olanlar istemezler.”[1]

“Âyet mana itibariyle bir şeyi yasaklamaktadır.

-Bir çok alimler;Bu Kur’an-a abdestli olmayan kişiler el süremez,derken;diğer bazı alimler de:”Kitaptan maksad levhi mahfuzdur. Buna göre de ayetin manası:”Levhi mahfuza temiz olanlardan başkası el süremez.”olur. Buradaki temiz olanlar ise meleklerdir.

Delil olarak da:”O (Allah indinde) çok şerefli,kadri yüce,tertemiz sahifelerdedir. Kıymetli,sevgili,takva sahibi katiblerin elleriyle (yazılmıştır)[2] Buna göre temiz olanlar meleklerdir.

Kur’an hürmet ve tazim gereği abdestsiz ele alınmaz. Bu fukahanın icmaıyla sabittir.

Bir de bir kısım alimler,yalnız öğretmek ve öğrenmek kasdıyla ele alınmasında bir beis görmemişler. Ancak gerek fetva,gerek takva abdestsiz ele alınmamasını gerektirir.

Böylece abdestsiz,cünüb kimselerle ay hali gören ve loğusa kadınların Kur’an-ı ellerine alması haramdır. Hüküm budur.

Kur’an-a göre;mademki kitabı temiz olan meleklerin tutabildiğini haber verdiğine göre;bizdeki Kur’an-da,levhi mahfuzda yazılan kitabın aynısı olduğuna göre onu tutanların da mutlaka abdestli olmaları farzdır.

Bu ayet hakkında farklı farklı görüşlerin olması Kur’an-ın ve ayetlerinin zenginliğini gösterir.

Bazı alimlerde,bunun âyetle değil de,Peygamberimizin (SAM) sünnetiyle sabit olduğunu söylerler. Bu konuda şöyle akli ve nakli deliller getirirler:

1)Bu ayet Mekke’de nazil olduğundan fıkhi meselelerle ilgili olmayıp,iman ve itikadla alakalıdır.

2)Âyet de emir değil,bir şeyi haber vermektedir. Kur’an-a- abdestsiz temas edilemiyeceği haberini bildirmektedir.

Özetle;Rasulullahın sünneti de Kur’an-ı abdestli olarak ele almanın farz olduğunu bildirir.

İbni Hibban ashabı sünenin tesbit ve rivayet ettiklerine göre Rasulullah(SAM),Yemen halkına yazdığı mektubda:”Kur’an-ı ancak abdestli kimseler eline alabilir.”buyurmuştur.

Fukahanın cumhuru (Ebu Hanife-Malik-Şafii) da böyle hükmetmişlerdir. Sahabilerin çoğu da çocuklarına Kur’an-ı ellerine alacakları zaman abdest almalarını emrederlerdi.

Kur’an-a abdestsiz dokunulamaz,hükmü,itiraz kabul etmeyen hükümlerdendir. Kur’an,Sünnet ve İcma’ ile sabittir. Çünkü;Edille-i Şer’iyye,dini delil ve kaynaklar dört olup,burada üçüyle sabit olmuştur. Oysa biriyle bile sabit olsa hakikattır.[3]

Hz. Rasulullahın Amr ibnu Hazm’a yazdığı mektub da:”Kur’an-a sadece temiz olanlar dokunsun-emri de vardı. Buradaki bu mektub sahabeye yazılıyor,onlara söyleniyor,müşrikler dokunmasın,demiyor.

Hz. Ömer’in müslüman oluşuyla ilgili rivayette:”Hz. Ömer kız kardeşine:”Şu okumakta olduğunuz yazıyı bana verin”dediği zaman kız kardeşi:”sen kirlisin,ona sadece temizler dokunur,kalk yıkan,der. Oda kalkar yıkanır ve sonrada Kur’an parçasını alır.[4]

Bu âyetteki:”Nefy,Nehy (yasaklama) manasındadır. Yani taharetsiz kirli eller ona dokunmasın,ancak maddi ve manevi pislikten;hubüsü hadesten taharetle temizlenmiş imanlı,abdestli kimseler temas etsin.”[5]

Bazı alimlerin bir beis olmayıp,kılıflı bir halde bile tutmayı mekruh görmesiyle beraber,fıkhen mushafa dokunmak yani temas cünüb için,abdestsiz için caiz değildir.

Cünüb için ayriyeten Kur’an-ı okuması caiz değildir. Bu konuda Peygamberimiz:”Cünüb ve hayızlı Kur’an-dan bir şey okumasın.”(Tirmizi-Ebu Davud)

Tahavi ise bazı âyetlerin okunmasının ise caiz olduğunu söyler.

Özetle söyleyecek olursak:Besmele,Hamdele çekmekte bir sakınca yoktur. Zikir,tesbih ve dua o kişi için caizdir. Buradaki men olayı Kur’an içindir. Yoksa diğerleri için değildir.[6]

İslamiyet her hususta olduğu gibi bu hususlarda da kişinin madden ve manen temiz olmasını ister. Mesela;cünüb,hayızlı ve nüfesa olan birinin mescide girmesi caiz olmaz iken,zaruret neticesinde girmesine cevaz verilmiştir. Hiç olmasa teyemmüm ederek girmesini tavsiye etmiştir.

Hatta öyle ki,mescidde uyuyan bir kimse cünüb olarak uyansa teyemmüm abdesti olmadan çıkmasının helal olmayacağını söyliyen alimler vardır.

Hadiste:”Allah temizdir,temizi sever.”

Âyette:”Muhakkak Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.”[7]

Kur’an-a temas konusunda abdestsiz ile cünüb müsavidir,değişmez. Hüküm ikisi içinde aynıdır.[8]

Mesela;bir kişi parmağında bir yüzük bulunsa,yüzüğün üzerinde Kur’an-dan her hangi bir şey veya Allah’ın ismi bulunduğu halde abdesthaneye girmesi mekruh bulunmuş,zayıf bir görüşe göre de sakınca bulunmamıştır.

Tazim ve hürmete riayet gerekir.

Kur’an-dan bir bölüm veya Allah’ın isimlerinden her hangi bir isim olduğu halde cebinde bulunan bir şeyden dolayı sakınca yoktur. Yinede evla olan sakınmaktır.[9]

Evet,cünüb ve hayızlık durumu;Kur’an-ı gerek ezberden,gerek yüzünden okuyup,onu her hangi bir kılıf olmaksızın tutmak haram addedilmiştir.

Ancak bir Kur’an ayeti dua niyetiyle okunursa onda bir beis görülmemektedir.[10]

Zaten âyetteki –Mutahharun- dahi taharet kelimesi,hayızlı ve nüfesa,cünüb ve abdestsiz kimseler için kullanıldığında;bu durumlardan arınıp,gusüllü ve abdestli olmayı gerektirmektedir.[11]

Hz. Ali anlatıyor:”Nebi (SAM) cünüblük hali dışında,her durumda bize Ku’an-ı okuyor (ta’lim) ediyordu.”[12]

Böylece hadiste de ifade edildiği gibi:”Hayız ve cünüb Kur’an-dan her hangi bir şey (sure-ayet) okumasın.”derken,haramiyetini ifade etmektedir. Ancak yemek,içmek,bir bineğe binerken okunacak olan ayet ve duaların okunmasında bir beis yoktur,caizdir.”[13]

İçerisinde âyetlerin bulunduğu dini kitablar abdestsiz olarak ele alınabilir.

Kimse bu benim dediğim kayıtsız-şartsız doğrudur,diyemez.Aksi takdirde Allah’ın ezeli ve ebedi kelamını kendi sonlu görüşüyle sınırlamış,onu inhisar altına alıp,iftiraya kadar gitmiş olur. Ondandır ki eskiden yazılan kitabların sonlarında;-Allahu A’lemu bissavab-(Allah en doğru olanını bilir.)denilirdi.

Denize dalan dalgıçların elerine geçirdikleri hazinenin bir parçasının diğerlerinden farklı olmasıyla inkar edemeyeceği gibi…

Veya körlerin ayrı ayrı yerlerinden tuttukları fili tarif etmeleri gibi,Kur’an-ın meseleleri tahrif edilmemeli,gözü açık olarak yorumlar ve tarifler yapılmalıdır.

 

                                                                                  MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Age. 3 / 1003.Beyzavi.,Ahkam Tefsiri. M.A.Sabuni.Mütr.M.Taşkesenlioğlu. 4 / 413-416.Şafiide aynı görüşte.Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Terc.heyet. 21 / 253-254.

[2] Abese.13-16.

[3] Bak.Tefsir-u Ayatil Ahkam Minel Kur’an.M.A.Sabuni.(Arapça) 2 / 506-507.

[4] Bak. Kütüb-ü Sitte Muhtasarı.Prof.İ.Canan. 4 / 288-289.

[5] Bak.Hak Dini Kur’an Dili. Elmalılı Hamdi Yazır. 7 / 4723,(Heyet) 7 / 411, Mecmuatün minet Tefasir. (Arapça) Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Abbas- 6 / 166-167.

[6] El-İhtiyar.Abdullah bin M. bin Mevdud. (Arapça) 1 / 13.

[7] Bakara.222,Tevbe.108.

[8] Bak.Hidaye.Ebil Hasen A. bin Ebibekr b. Abdil Celil. (Arapça) 1 / 31.

[9] Bak.Mecmaul Enhur fi Şerhi Mültekal Ebhur. (Arapça) Damad Efendi. 1 / 25-26.

[10] Bak. İslam İlmihali. Mehmet Dikmen.Sh.215,244.

[11] Bak. Mevarid.M.Sarı.Sh.942.(Arapça sözlük)

[12] Tac. (Arapça) Şeyh Mansur Ali Nasıf. 1 / 116.(Hadis kitabı)

[13] Tac.age. 1 / 119.