SABIR KAHRAMANI HZ.EYYÜB

SABIR KAHRAMANI HZ.EYYÜB
“ (Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani o, Rabbine, “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu” diye seslenmişti.
Biz de ona, “Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir su” dedik.”
Eyyüb peygamber Kur’an-da dört yerde geçer.
Hadiste:” Eşeddül belâ âlel enbiya sümmel evliya fel emsel fel emsel”,-Belânın en şiddetlisi başta peygamberlere,sonra evliyalara ve sonra sırasına göre diğerlerin başına gelir..”
Her peygamber diğer insanlardan farklı olarak ağır bir imtihandan geçirilmişlerdir.
Müminlere ibret olmak üzere özetle;
1-Hz.Eyyüb peygamberin sürülerine gelen bulaşıcı bir hastalıkla çoğunu kaybeder.Ancak O sabreder.
2-Evde oynamakta olan çocukları,yıkım sonucu eşi hariç hepsi hayatını kaybeder.
Aziz Mahmut Huda’i-nin dediği gibi O’da;Veren sensin,alan sen,dahi nemiz var-diyerek Allah’a teslim olur.Çünkü hayatı veren Allah olduğu gibi,alan da O’dur.
*Behlül Dâna-ya sorarlar;Azrail sevilir mi?
Evet,deyince sebebini soranlara, Melek olduğu için demiştir.
Anlatıldığı üzere;
-Eski zamanların birinde çivi imal eden bir usta ile zavallı ustanın karısına göz koyan bir zalim vali varmış. Kadını elde etmek için ustayı ortadan kaldırmayı planlamış zalim vali ve olmayacak bir iş istemiş ondan. Demiş ki:
-Yarına kadar 300 askerim için kebkeb (yani eskimemesi için ayakkabı altına çakılan çivi) imâl edemezsen yarın kelleni uçururum.
Hâlbuki bir günde en fazla 15 – 20 kebkeb yapılabilirmiş. Zavallı usta çaresiz, valinin kendisini öldürmek için bu emri verdiğini de anladığından, sabaha kadar ağlayıp dua etmiş.
Sabah olunca evinin kapısında valinin adamlarını görünce hepten ümidi kesilmiş vaziyette hanımı ile helalleşip kapıyı açmış.
Valinin adamları demişler ki:
-Bu gece valimiz öldü; mismâr (çivi) almaya geldik.
Ve bir şair bu hadisedeki hikmeti şöyle şiirleştirmiş:
Kebkebi mismâra tebdîl eyleyen Perverdigâr
Lâne-i mürg-i garîbi kul yıkar Allah yapar
Tercümesi:
Kebkebi mismara dönüştüren Allah,
Garip kuşun yuvasını kul yıkar, Allah yapar.
*Hz. Süleyman’a ölümsüzlük suyu âb-ı hayat verilir. Cebrail’in buyurduğuna göre Süleyman Peygamber bu sudan içerse kıyamet gününe kadar yaşayacaktır. Ancak Süleyman Peygamber içip içmemekte kararsız kalır. İstişare ettiği dostları söz birliği etmişçesine bu sudan içmesi için O’nu teşvik ederler. Ölümsüzlük suyundan içip içmemek arasında gidip geldiği bir günde bir adam gelir saraya. Ambarına dadanan karıncalardan şikayetçidir.
Süleyman Peygamberin emri ile karıncaların kraliçesi getirilir saraya.
Karıncaların başı adamın çok cimri biri olduğunu, malının sadakasını vermediğini, bu sebeple ilâhi bir işaretle buğdayları fakirlerin bulup alabilecekleri yerlere taşıdıklarını söyler. Dava sonucunda karıncalar beraat ederler.
Karıncaların başı müsaade alıp gitmek istediğinde Süleyman Peygamber bir sorum var, der. Bana ölümsüzlük suyu verildi. Sence bu suyu içeyim mi? diye sorar. Hayır der, karıncaların kraliçesi. “İçme. İçersen kıyamete kadar ölümsüzlüğü değil, sevdiklerini kaybetmenin acısını kazanırsın. Sen yaşarsın ama sevdiklerin ölecek.” Bu cevap üzerine ölümsüzlük suyunu toprağa döker Süleyman Peygamber.
3-Bu sefer tüm vücudunu kurtlar kaplar.Hastalık kendilerine bulaşmasın diye,akrabaları da onu terk eder.
İbadetini terk etmez,devam eder.Ancak kurtlar diline kadar ilişmiş,ibadetine engel olmaktadır.
Sırf ibadetini yapmak için Allah’a dua eder,ibadetini yapması için şifa taleb eder.
Rabbisine:” Ve Eyyub da hani Rabbine nidâ etmişti de gerçekten demişti, bana zarar dokundu ve sen, merhametlilerin en merhametlisisin.”
Bir insanın en ağır imtihanı önce malını,sonra çocuklarını ve sonra da sağlığını kaybetmesidir.O hepsini de kaybeder.Ancak sabır ve metanetini hiç mi hiç kaybetmez.
Ve sabır kahramanı olmasının mükâfatını,tekrar sürülerine kavuşmak,çocuk sahibi olmak ve de sağlığına kavuşmakla elde etmiş oldu.
İmtihanı kazanarak,kıyamete kadar tüm insanlığa sabır da kahramanlığı göstermiş oldu.
Bediüzzamanın 1.Lem’a da dediği gibi,O’nun zahiri hastalıklarının mukabili bizim manevi hastalıklarımızdır.İşlediğimiz günahlar kalbimizde lekeler oluşturur ve ebedi hayatımızın mahvına sebep olur.
Zira işlediğimiz günahlar gdo-lu ürünler gibi,genetiğimizi değiştirmektedir. Hayvani bir derekeye düşürmektedir.
Çünkü Cenâb-ı Hak insanı bir model yapmış,başa gelen musibetler hayatın tasaffi ve arınmasına sebeb olmakta ve başa gelen her şey bir imtihan içindir.
Hadiste;”Muhakkak ki cesette bir et parçası vardır,o iyi olduğu zaman bütün vücut iyi olur ve o kötü olduğu zaman bütün vücut kötü olur.Dikkat edin ki o kalbtir.”
Önemli olan hastalığın dini olmaması,ebedi hayatı tehdit etmemesidir.
MEHMET ÖZÇELİK
04-02-2011




T E N A S U H

T E N A S U H

Kelime anlamı itibariyle;ruhun bir cesetten çıkıp,tekamül etmek üzere tekrar dünyaya gelerek başka bir cesede girmesi olarak tanımlanır.

Evvela,İslam inancına göre;Tenasuh veya diğer adıyla Reenkarnasyon batıl bir inanış ve sapık bir düşüncedir.

Ahiret ve ahiret alemi,cennet ve cehennem gibi kavramların yerine konulmaya çalışmak amacıyla ortaya atılmıştır.

Vücut veya vücutlar bir kışla olarak kabul edilip,gidip gelmelerle,ölüb dönmelerle ruhun o kışlada tekamülü düşünülür?

Ancak bu tekamül ne zamana kadardır? Nasıl ve Kim tarafından? Bununla amaçlanan ve hedeflenen nedir? Sorular… Sorular…

Eğer Allah tarafından yapılacağı söz konusu ise;Allah’ın zaman ve zemine,madde ve müddete ihtiyacı yoktur. Onlarsız da bu işi yapar ve yaratır.

Eğer öyle değilse;ya bu insanın şimdiye kadar yaptıkları sorumsuzluklar? Ettikleri zulüm ve öldürmeler? Hele hele yüzlerce-binlerce öldürmeler,çoluk-çocuk demeden katletmeler? Büyük bir cinayet olup[1] affı mümkün olmayan inkar ve küfürler? Ve bütün bunların cezaları?

Şirk ki Allah tarafından affedilmeyeceği kesin olarak belirtilmiş olmaktadır.[2]

Cehennemin ebede elverişli olarak yaratılmasındaki ve varlığındaki mana ne olacaktır?

Cennetin de ebedi olup,sekiz tabaka halinde olarak yaratılmasının hikmeti neyin ifadesi olacaktır?

Eğer o insan kabiliyetsiz bir insansa bu gidiş ve geliş nereye kadar devam edecektir? Kaç kere olacaktır? Kıyamet kopmayacak mı? Dünya bitmeyecek mi?

Oysa anne karnındaki bir çocuk oraya elverişli bir şekilde yaratılmayıp,başka bir alem olan dünya alemine bir kere geçmeye bir basamak ve vesile ise,onun gibi de dünya,ahirete geçmeye,sonsuz aleme göçmeye bir basamak ve bir konaktır.

Anne karnından eksik ve sakat gelen bir insan,tekrar gitmemektedir! Onun işi bu aleme bırakılmaktadır. Bu dünya aleminden madden ve manen sakat giden bir insanın durumu da ahirete bırakılmaktadır.

Her şeyden önce bunu savunmaya kalkanlar neyi savunmaktadırlar? Ve bunlar kimden yanadırlar?

Sakın bu ölçüsüz ve dengesiz feryat,ahireti bilememekten ve bulamamaktan olmasın?

Tenasuh inancı,asliyeti bozulmuş,ahiret inancı pek işlenmeyen yahudilikte görülmektedir. Yani;”…dağ misal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasuha kail olup cenazelerini mumya edip dağ misullu mezarlarda muhafaza eden Mısır fir’avunlarının an’anesinde hükümferma bir düsturu acibi ifade eder.”[3]

“…bu fani dünyada mevt,fena,devair-i gaybiyede intikal ederek baki kalır. Evet,rivayetlerde vardır ki:”İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim (karanlık) olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile (aydınlık olarak)avdet ederler.”[4]

Ruh[5] cesedi,cesed de ruhu tamamlar. İnsanın mükemmelliği ve cin taifesinden farklı bir ciheti de kendisine aid olan bir bedene sahib olmasındandır.

Tenasuh düşüncesine göre,çıkan ruh tekrar nereye ve hangi bedene girecektir? Hangi beden hangi insandan dolayı cezalandırılacaktır? Suçlu bir beden ve ruhtan dolayı,başka bir bedenin suçu nedir?

Ve ruh,bir bitki ve hayvan ve veya zalimin cesedine girecekse veya masum,zalim farkından dolayı bu tezad nasıl kapanacak,bu açık nasıl giderilecektir?

İmanın tüm esaslarını,Cenâb-ı hakkın bütün isimlerini inkarla kalmayıp;İslâmın tüm inanç,ameli,düşünce ve uygulamalarına gölge düşürmekte,hatta ortadan kaldırmaktadır.

Lütfen küçük yaşta ölen bir çocuğa yer ayırır mısınız? Şeyy bir kadın için de lazımdı da!!

Acaba cesur,uzun oylu,tüm cesediyle ruhunun uyum sağlayacağı bir yeriniz var mıydı?

Tüm bu durumlar nasıl ve ne şekilde açıklanacak? İşin garip tarafı,bunu iddia ettiğini söyleyen Y. N. Öztürk,bunun”Kur’an-dan onay alması mümkün değildir. İslâm bilginleri çoğunluğunun reenkarnasyonu hiç tartışmaya girmeden red etmeleri ahiret ve mahşer inancına yer vermeyen tenasuh düşüncesi yüzündendir.”[6] derken,acaba bu kimin inancına uymakta ve savunulmaktadır.

Bu gibi insanların yaptığı şey;geçmişte tartışılıp neticeye bağlanan şüpheli soruların ve de kıl-ü kal denilen zayıf görüşlerin tekrar gün yüzünü çıkarılmasıyla müşteri toplama çabasıdır.

Burada yorum yapmadan dolayı düşülen hatalardan en önemlisi şu olsa gerek;insanın hayvani ve muhtelif canlılara aid sıfatları taşıması ile onlara dönüşmesi arasındaki farkın tefrik edilememesi ve farkın anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır.

Bir insana –Hayvan- denildiğinde,acaba ne anlaşılmaktadır? Veya ne anlaşılmalıdır?

Bizzat o insanın hayvana dönüşmesi durumu mu söz konusudur? Yoksa o hareketinden dolayı hayvani bir özelliği ve vasfı temsil mi etmiş olmaktadır?

Tenasuh düşüncesinde bulunan kimseler meseleye,Kur’an-daki hikmet nazarıyla değil,felsefenin şüpheci nazarı neticesinde bakmakta ve âyetleri de[7] ona göre tekellüflü bir teville yorumlamaktadırlar.

Büyük bir ihtisası gerektiren İslâmi esas ve ilimlerin birbirleriyle olan münasebetlerinin bilinmesi ve yapılması gerekir.

Nitekim âyet ve hadislerde geçen gerek kafirlerin ve diğer günahkar insan tiplerinin değişik temennileri ki:”Biz,pek yakında gelecek bir azab ile sizi uyardık. Kişi,iki eliyle yaptıklarını göreceği bir gün için hazırlansın. O gün kafir keşke (insan olacağıma) toprak olsaydım!”der.[8]

Azab ve ceza gibi bir durumun söz konusu olup,buna sebeb olmamak için olmamanın ötesinde,var olup imtihandan geçmek,,her şeyi bildiği ve gördüğü halde,toprak olmayı istemektedir. Ancak olmayacak bir şeyi temennisi elbetteki kabul edilmeyecektir. Adaleti ilahide bunu gerektirmektedir.

Ve yine,iyi amel işlemek için tekrar dünyaya gelmelerini istemelerine karşı,her şeyi her şeyiyle bilen Allah’ın,onların bu temennilerini kabul etmeyişi nakledilmektedir.

-Doğum olaylarına da bir ad ve tanım yapmak gerekir. Şöyle ki;acaba kim kimden doğmuş ve doğmaktadır? Bu olay nasıl cereyan etmektedir?Bu sefer aynı kişiler,aynı kişilerden mi doğdular?Yoksa bu sefer de baba mı evlattan doğdu? Veya doğacak? Kim kiminle evlendi?

Ve aile gibi kavramlar ne olacak? Aile ortadan kalkacak mı? Mahremiyet durumu söz konusu olacak mı? Yoksa savunanların zaten böyle bir meseleleri yok mudur?

Evet,insan hayat merhalesinde adım adım yükselmektedir. Hiçten varlık alemine,nutfeden alakaya,mudğaya,et ve kemik giydirilen insan,ruh üflenerek dünya alemindeki çocukluk,gençlik,ihtiyarlık,kabir,mahşer,sırat,cennet ve cehennem.

Sakın bu yanlış iddiada bulunanlar bir önceki alemi ve devreyi bir sonrakine göre ölüm ve ölmüşlük olarak değerlendirip de,karıştırıyor olmasınlar?

Anne karnından bu aleme gelen çocuk orası ile bağlantısı kesilip,burası ile bağlantısı kurulduğundan;anne karnı yönüyle ölen,dünya yönüyle doğan bu çocuğun bu halini kavramaktan meydana gelen kopukluktan kaynaklanmış olmasın?

Ama,peki ya doğarken ölen veya doğmadan ölen ? Canım onlara da bir şeyler uydurulur her halde!!

Nitekim tenasuh uydurmacasında uydurulan uydurmalar gibi…

İmam-ı Rabbani de Mektubatında bu düşünceyi şiddetle reddedip,küfür alemi olarak sayar.[9]

“Rabbimiz,bize hidayet verdikten sonra,kalblerimizi kaydırma. Katından bize rahmet hibe eyle. Sen hibesi en bol olansın.”[10]

İşte ah-vahlardan bir kısmı;

-“(Kötülere)Uyanlar şöyle derler:”Ah keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık!” Böylece Allah onlara işledikleri bütün işlerini kendilerine hasret,pişmanlık ve üzüntü kaynağı gösterir ve onlar artık ateşten çıkmazlar.”[11]

-“Onların ateşin karşısında durdurulup”ah nolur keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan olsak”dediklerini bir görsen.”[12]

-Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramışlardır. Nihayet onlara kıyamet ansızın gelib çatınca,onlar,günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki:Hayatta iyi amelleri terk etmemizden dolayı eyvah bize! Yüklenib taşıdıkları şey ne kötü yüktür!”[13]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Lokman.13.

[2] Nisa.48,116.

[3] Sözler. B. Said Nursi.sh.365.

[4] Mesnevi-i Nuriye. B. Said Nursi.sh.197.

[5] Ruh için bak. Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. 1 / 406-408,547, 4/2362, 5/3084,3198, 6/4127, 8/5353,5546, 9/5979.

[6] Bak. Zaman gaz.24-5-1996.

[7] Bakara.28,65,Maide.60,A’raf.166,Nuh.17-18,Hadid.13,Mü’min.11,Furkan.13-14,Fatır.16,Vakı-a.60-62,Mülk.1-2,İnsan.28,A’la.12-13,Abese.21-22.

[8] Nebe.40.

[9] Bak. 2 / 1127,371.mektub.çevr.A. Akçiçek.

[10] Al-i İmran.8.

[11] Bakara.167.

[12] En’am.27.

[13] En’am.31.




İMAN VE İSLAM

İMAN VE İSLAM

İman;Cibril hadisinde de[1] belirtildiği üzere;Cebrail-in Peygamber Efendimize;-İslam-İman-İhsan ve Kıyamet sorusunda imanı açıklarken,imanın altı esasını kabul edip,kalben doğruluğunu tasdik ederek,dil ile de ikrar etmekten ibaret olduğunu ifade etmektedir.

İslâm ise;Allah’dan başka ilah olmayıp,Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğunu kabul etmektir.

İmanda esas olan Tevhiddir. Yani,Allah’ın var ve bir olmasını kabul ile,bu noktadan diğer dinlerden ayrılırken,İslâm ile de her meselesine tam bir teslimiyeti ifade eder. Birbirini tamamlayıcı iki unsurdur. Çünkü imansız İslâmiyet kurtuluşa sebeb olmadığı gibi,İslâmiyetsiz iman da kurtuluşa sebeb ve de makbul değildir.

Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur,[2]Hritiyanlar da Teslis (Üçleme) Allah-Oğul-Ruh-ül Kudüs-[3] inançlarıyla İslâmiyetten ayrılmaktadırlar.

Peygamber Efendimiz:”Kalbinde zerre miktar iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.”[4] Bunu;”Allah zerre kadar haksızlık yapmaz.”[5] ayeti de açıklamaktadır.

İslâm ile ilgili “Allah indinde din İslâmdır.”[6],”Size din olarak İslâmı seçtim.”[7],”Kim din olarak İslâmdan başkasına yönelirse bu ondan kabul edilmeyecektir.”[8]

Peygamber Efendimiz müslüman olup,imanı kalbine ve duygularına yerleştirmiş olan mü’mini tavsif ederken şöyle buyurmaktadır:”Mü’min mütemadiyen rüzgarın eğici tesirine maruz bir bitkiye benzer. Mü’min devamlı belalarla baş başadır. Münafığın misali de çam ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç ırgalanmaz.”

Burada mü’min,mütemadiyen esen rüzgarın önünde,sağa sola eğilerek kırılmadan dik olan canlı bir bitkiye benzetilmektedir. Diğer bir hadiste:”Mü’min yaprağını hiç dökmeyen yeşil bir ağaca benzer. (devamla) Bu hurma ağacıdır.”buyurdu.[9]

İman sahibini tenvir eden bir nurdur. Girdiği kalbi nurlandırdığı gibi,derecesine göre diğer insanları ve özellikle Peygamber Efendimizin imanı ki;bütün insan ve asırları kucaklar ve aydınlatır.

İman;her yönüyle aciz,fakir ve güçsüz ve mesnedsiz olan insanı gerçek sahibine rabtedip bağlar. İman bir intisabtır.

İman;kişiyi her yönüyle yüceltirken,imandan mahrumiyet de her yönüyle alçaltır. Neticesi gayet vahim vartalara ve tehlikelere sürüklenmektir. Bunalımlar,stresler,çılgınlıklar,anarşi,boşlukta yürümek,keşmekeşlik,sefâhet,intihar ve bunun gibi haller hep imansızlığın veya imanın zayıflığının bir neticesi,zehirli birer meyveleridir.

İman cennet meyvesini verirken,imansızlık da cehennem zakkumunu ve acılı meyvesini vermektedir. Bu ise insanın hem dünya,hem de ahiret hayatının yıkımıdır. Vücut dengesinin anormal bir şekilde bozulmasıdır.

Günümüzde ise menfi şartların her vesile ile insana hücumu,imanın önemini daha da belirgin bir şekilde göstermektedir.

Maddi bakımdan ne derece yükselinilirse yükselinilsin,o maddeyi de ayakta tutan iman ve ruh olduğundan,iman onun aslını oluşturur. Çünkü iman ruhun da ruhudur.

Kur’an-ı Kerimde yüze yakın İslâm ve beş yüz küsur iman ile ilgili ayet zikredilmektedir.[10]

İMANIN DERECELERİ

İmanın yerden göğe,bir damla sudan bir okyanusa kadar derecesi vardır. Gerçi su olmak itibariyle bir damla su da sudur,bir okyanus da sudur. Çünkü suyun özelliğini taşımaktadırlar. Fark ise,damla ve okyanusluktadır. Fark zahirdir.

Hayata tesir etmeyip,yaşayışıyla imanın özelliğini göstermeyerek günaha dalan bir kişi inkarda bulunmadıkça mü’mindir. Ancak kamil ve olgun bir mü’min değildir. Çünkü imanı bir damla mesabesindedir. Damla bir çöpü götürmekten aciz kalırken,okyanus büyük gemileri rahatlıkla götürmektedir.

Oysa bütün insanların imanının bir kefeye,Rasulullahın imanının da öbür kefeye konulması halinde,Peygamberimizin o ulvi imanı hepsinden ağır basacaktır. Çünkü imanı bir okyanustur. Diğer damla hükmünde olanlar o okyanusa muadil gelip,boy ölçüşemez. Onun imanının feyzinden nasibini almış Hz. Ebu Bekir gibiler ise:”Ya Rabbi! Vücudumu cehennemde öyle büyült ki,ehli imana yer kalmasın.”İşte iman ve tezahürü!

Biri kendini kurtarmaya çabalarken,diğeri başkalarının imanının kurtulması için her türlü fedakarlığa katlanmaktadır,cehennem bile olsa. İşte Bediüzzaman Hazretleri… Çünkü imansızlık öyle bir illettir ki;hiçbir şeye benzemez. Ortada iki yol var. Üçüncü bir alternatifte mevcut değildir. Tasviri ciltlerle kitap edecek olan bir ebedi hayatı kazanmak ve ya kaybetmek… Kazanmak halinde bundan daha büyük bir kazanç olmayacaktır.

İnsan insan olmak haysiyetiyle başkasının çektiği elemden ızdırap duyar. İmansız olarak giden bir insandan ızdırap duymayıp bî-gâne ve ilgisiz kalmak ne derece bir insanlıktır?

Hz. Ali-nin dediği gibi;İnsan kainatın küçültülmüş bir örneği olduğundan,onun imansız olarak ölümü kâinatın yıkımı ve yok olması demektir. İnsanı bir evin yıkılması veya kaybı düşündürsün de,bir kainatın yıkımı düşündürmesin? Bu durum,mü’min için en büyük gaflet,kâfir için ise en büyük dalâlettir.

Peygamber Efendimiz Hayberin fethi sırasında Hz. Ali-ye:”Vallahi,senin sayende,Allah’ın onlardan bir tek kişiyi doğru yola getirmesi,senin bir çok kızıl develere malik olup,onları Allah yolunda tasadduk etmenden daha hayırlıdır.”[11] buyurmakla,dünyada insan için ve insanın ticareti için en önemli meselenin iman olduğunu ifade etmektedir.

İman üç kısımda değerlendirilir:Mesela;uzakta bir dağda yanan ateşin evvela dumanı görülür. Yanına varıldığında alevi görülür. Temas halinde yakıcı olduğu anlaşılmış olur. Bunun gibi de;

1)Dünyaya gelen her insan,aleme nazar ettiğinde bilir ve anlar ki;bu koca kainat rast gele,körü körüne,tesadüfen,şuursuz tabiat neticesinde olamaz. Nitekim nasıl ki bir köy muhtarsız,bir iğne dahi ustasız,her bir sanat sanatkarsız,bir okul müdürsüz,muhteşem bir mimari sanat ve şaheser dahi mimarsız olmayacağı gibi;eser müessirini göstermesi sırrınca,her yönüyle nizamlı,intizamlı ve her şeyi hikmetli yapılan şu kâinatta elbette sahibsiz olamaz. Onun da bir sahibi vardır ki O da Allahtır. İlmen bu düşünceye varmaya imanın İlmel Yakin mertebesi denir. Duman misali gibi. Nitekim duman da bir ateşin varlığına delalet eder ve onun varlığını gösterir.

2) Ancak akılları gözlerine inip,akıllarının değil de gözlerinin gördüğüne inanan,her şeyi madde ile değerlendiren insanlar, ve ya imanda mertebe kat edip iman bakımından yükselen insan gibi ki Hz. Ali;”Eğer alem-i gayb (görünmeyen alem) açılsa, gözümle görsem yakinim (inancım) ziyadeleşmeyecek.”bana da Aynel Yakin denir. Görür gibi inanmak,dumanla iktifa etmeyip,bizzat ateşi görme derecesine yükselmek…

3)Bir çok maddi ve manevi zelzele ve sarsıntılardan korunmak,hayatın başlangıcından sonuna kadar zikzak çizmeden,istikamet üzere devam edebilmek,ölçülü bir bakış açısı için kuvvetli bir imana gerek vardır. Öyle ki,her zerrede bütün engelleri aşarak O’nu görmek,O’nun varlığını anlayabilmekle olur. Zira Allah’a giden yollar varlıların nefesleri sayısıncadır.”hakikatınca,her şeyde O’nu görmektir ki,bu imana Hakkal Yakin denir. Yani sadece akıl ve göz ile değil,bütün vücut zerrelerince hissetmek ve bilmek,hakikatların hakikatına ermektir.

Buda ateşe temas etmekle ateşin yakıcılık özelliğini bütün zerreleriyle anlamak gibidir.

Böylece;Allah’dan ihsan edilmiş bir nur ve ebedi hayattan da bir parıltı olan iman,Peygamber Efendimizin tebliği ettiği dinin inanç gibi zaruri olan kısmını tafsili ve geniş olarak,bunun dışında kalıp inanca taalluk etmeyen kısmında icmali ve özet olarak tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur…

21-01-1992

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak. Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 2 / 216.

[2] Tevbe.30.

[3] Maide.17,110,Bakara.87,253,Nahl.102.

[4] Kütüb-ü Sitte.age. 2 / 200.

[5] Nisa.40.

[6] Al-i İmran.19.

[7] Maide.4.

[8] Al-i İmran.85.

[9] Kütüb-ü Sitte.age. 2 / 320.

[10] Bak. Mu2cemul Müfehres. M. F. Abdulbaki. sh. 81,355.

[11] İslam Tarihi. M. Asım Köksal. 7 / 166, Sahih-i Buhari. 4 / 1872, İbn-i Esir. Üsdül Gabe. 4 / 28,Zat-ul Mead. İbn-i Kayyım el Cevzi. 2 / 149,Ebu Fidl,İbn-i Kesir. Sire. 3 / 351, Diyarı Bekri Hamis. 2 / 149, Halebi. İnsanul Uyun. 2 / 736.




CİNLER VE ŞEYTANLAR

CİNLER VE ŞEYTANLAR

“ Cinni ise Hâlis ateşten yarattı.”[1]

Cinler ruhani varlıklardır.[2]

Kur’an-ı Kerim’de 13 surede haklarında bilgi verilmektedir.[3]

Bunlar da insanlar gibi ibadet için yaratılmışlardır.[4]

İçlerinde iman edip-etmeyenler [5] yani Mü’min cinler [6] ve Kafir cinler [7] vardır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiştir. Ondan dolayı kendisine ‘Rasulüs Sakaleyn’ yani yer yüzünün iki ağırlığı olan insan ve cinlerin peygamberidir.

Kur’an-ı Kerim cinlere de gelmiş ve onlar Kur’an-ı dinlemişlerdir.[8]

Kur’an-ı Kerim’de onların adıyla adlandırılan Cin suresi mevcuttur. Bu adla adlandırılması;Kur’an-ı dinleyip hidayete geldiklerinden dolayıdır.

Abdullah b. Amr b. As’dan rivayette:”Hz. Adem’in yaratılmasından 2000 sene önce cinlerin yer yüzünde bulunduğuna işaret edilmektedir.[9]

İbni Abbastan rivayette:”Allah yer yüzünün zimamını önceleri cin taifesine vermişti. Fakat onlar;isyan edip,peygamberlerini öldürdüler. Daha sonra gökten melekler geldi ki,aralarında cinlerin kendi cinslerinden olan İblis’de vardı,bu isyankarları yer yüzünden sürdüler.Onlar da denizlere kaçtı ve oralara taht kurdular. “[10]

Cinnin farsça karşılığı,peridir.

İslâmdan önce Kahinler vardı. Bunlar halka,ileride olabilecek bazı bilgileri haber verirlerdi. Bunlar ise;gökte kulak hırsızlığı yapan cinlerden istifade ederlerdi. İslâmiyetten sonra ise,bu kapı kapatılmış,cinlerin istifadesine sed çekilerek recmedilmişler,koğulmuşlardır.[11]

Cahiliye döneminde Sabiiler, Süryaniler, Eski Yunan ve Romalılar cinleri ilah derecesine çıkarmış ve dev, peri, şeytan adlarıyla anılan bu varlıklara tapınmışlardır.

Hadiste:”Kim bir kahine gelir,bir şeyler sorar ve söylediklerine de inanır,onu tasdik ederse,kırk gün namazı kabul edilmez.”

Diğer bir hadiste:”Muhammede indirilenden beri olur.”buyurulmuştur.

Cinler gaybı bilmezler.[12]

Onlara sığınıp,onlardan yardım beklenilmemelidir.. Âyette:”Şu da gerçek ki,insanlardan bazı kimseler,cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da onların (şımarıklıklarını ve) azgınlıklarını arttırırlardı.”[13]

Çünkü onlarında bir çoğu insanlar gibi cehennemliktir. Ayette:”Kalbleri vardır,gerçeği kavramazlar. Gözleri vardır,hakikatları görmezler. Kulakları vardır,işitmezler. Onlar hayvan ve ondan daha aşağıdırlar.”[14]

Cinlerden olan Şeytandan sığınıldığı gibi,cinlerin kötülüklerinden de Allaha sığınmak gerektir.

Onlar manevi üstünlükte bulunan insanlara zarar veremezler.

Erkek ve dişilikleri olan bu cinler,[15] Teshir edilebilirler.[16] Nitekim Süleyman Peygamber onları Teshir etmiş ve en ağır işlerde çalıştırmıştır.[17]

Taşköprüzade ve Kâtib Çelebi Sultan Mahmud-u Gaznevinin bir kaleyi azâimle aldığını söyler.

Azâim;Cinleri tesir ve emir altına alma ilmi. Bir kimsenin kalbini bir şeye bağlayarak bütün manevi ve ruhi gücüyle ona yönelmesine denir.

Peygamber Efendimiz ordusuyla Semud kavminin bulunduğu bölgedeki Hicr mevkiinden geçerken şöyle buyurdu:”Buranın suyundan içmeyiniz,Namaz için abdest almayınız,o su ile yoğurduğunuz hamurları develere yediriniz,siz o hamurdan yemeyiniz,arkadaşsız dışarıya çıkmayınız.”

Herkes denileni yaptı. Ancak (Said oğullarından) biri,bir ihtiyaçtan,diğeri devesini aramak için dışarı çıkmışlardı. İhtiyaç için çıkan bir cin tarafından çarpıldı. Diğeri fırtınaya kapılıp Tayy kabilesinin dağlarına kadar sürüklendi. Daha sonra bulundu.

Bu durum Peygamberimize bildirildiğinde:”Tek başınıza çıkmaktan sizi men etmedim mi?”buyurdu. Daha sonra dua etti,çarpılan kurtuldu.

Ona:”Uhruc ya aduvvallah”(Ey Allahın düşmanı çık)dedi.

Peygamberimiz Hz. Enes’le Mekke dağlarında gezerken bir cinniyle karşılaşıp,yaşını sorduğunda cin:”Pek azı müstesna,dünyanın ömrünü yedim (yaşadım). Ben,Kabil Habil’i öldürürken,tepeler arasında geziyordum.”der.

Bu cin Ham ibni Heym ibn Lakıs ibn İblistir.

Ve devamla:”Bana İsa ibni Meryem;”Eğer Muhammedle karşılaşırsan,benden ona selam söyle.”dedi. Ben de,selamını şu anda sana tebliğ ettim ve sana da iman ettim.”dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAM):”İsa’ya selam olsun. Ey Hâme,sana da selam olsun. İhtiyacın nedir?”deyince,o,”Musa bana,Tevrat’ı,İsa’da bana,İncili öğretti. O halde,sende bana Kur’an-ı öğret.”dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber(SAM) ona,on sure öğretti. Hz. Peygamber (SAM) ahirete göçtüğünde,bu cin yaşamaya devam ediyordu. Zira vefat haberini Hz. Peygamber (SAM) bildirmemiştir. Ömer ibnül Hattaba da:”Ben onun hala yaşadığını sanıyorum.”demiştir.”[18]

Hadiste:”Elinize geçen, üzerine Allah’ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir”buyurmuşlar. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize şu tenbihte bulundu: “Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) abdest bozduktan sonra istinca etmeyin, çünkü onlar (cinnî olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir.” [19]

– Abdullah İbnu Abdirrahman İbni Ebî Sa’sa’a anlatıyor: “Ebü Saîd (radıyallâhu anh) bana dedi ki:”Seni, koyunları ve kır hayatını seviyor görüyorum. Koyunlarınla birlikte veya kırda olunca namaz ezanı okursan, ezan sırasında sesini yükselt. Zîra, müezzinin sesini insan, cin ve sair her ne işitirse en uzağı” bile Kıyâmet günü onun lehinde şehadet eder.”

Peygamberimiz cinlerle konuşmuş,hatta namazını bozmaya çalışan bir cini yakalamış ve onu ashaba göstermek için bir yere bağlamak istemişse de,daha sonra bundan vazgeçip serbest bırakmıştır.

Diğer bir rivayette,Peygamberimiz geceleyin onlarla oturup Kur’an okumuş,ertesi günü ashabına anlatıp,yaktıkları ateşin kalıntılarını da göstermiştir.(Buhari-Müslim)

Umum görüşe göre;insanlara gönderilen peygamberler cinler içindir de…

Kaynaklarda cinler;insan,yılan,kedi,köpek ve inek şekline girebilir denilmiş. Ve onlar;harabe,dağlık,deniz,çöl,çöplük ve mezar gibi yerlerde yaşarlar.

Peygamberimiz onlardan gelen bir davetçi üzere onlarla gitmiş,Kur’an okumuş ve onlara yiyeceklerini sormaları üzerine;elinize geçen,üzerine Allah’ın ismi zikredilmiş her kemik,olabildiği kadar bol etli olarak sizindir.”buyurmuştur.

Çoğunluğa göre;Mü’min cin cennetliktir. Ebu Hanifeye göre;Cehennemden kurtulma mükafattır,diyerek,hayvan gibi yok olacaklarını,cennete girmeyeceklerini söyler.

Cinler konusunda Bediüzzman Said Nursi ise;

“İşte beşerin, san’at ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bazan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habiseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımât-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.”[20]

“Hayvanat taifesi, ölüler taifesi, cinler taifesi, melaikeler taifesi o Zât-ı Mübarek’i tanıyorlar ve nübüvvetini tasdik ediyor.”[21]

“Veladet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki; şu yıldızların sukutu, şeyâtîn ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gâibden haber verenlerin ve cinlerin ihbarâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şübhe îras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’an nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünki daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’an hâtime çekmişti. İşte eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa’da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise…”[22]

“Nasılki meselâ gayet merhametli, sehâvetli, gayet kerim âlîcenab bir zât, fıtratındaki âlî seciyelerin muktezasıyla büyük bir seyahat gemisine, çok muhtaç ve fakir insanları bindirip, gayet mükemmel ziyafetlerle, ikramlarla o muhtaç fakirleri memnun ederek denizlerde Arz’ın etrafında gezdirir ve kendisi de onların üstünde, onları mesrûrâne temaşa ederek o muhtaçların minnettarlıklarından lezzet alır ve onların telezzüzlerinden mesrur olur ve onların keyiflerinden sevinir, iftihar eder. Madem böyle bir tevziat memuru hükmünde olan bir insan, böyle cüz’î bir ziyafet vermekten bu derece memnun ve mesrur olursa.. elbette bütün hayvanları ve insanları ve hadsiz melekleri ve cinleri ve ruhları, bir sefine-i Rahmanî olan Küre-i Arz gemisine bindirerek; rûy-i zemini, enva’-ı mat’umatla ve bütün duyguların ezvak ve erzakıyla doldurulmuş bir sofra-i Rabbaniye şeklinde onlara açmak ve o muhtaç ve müteşekkir ve minnetdâr ve mesrur mahlukatını aktar-ı kâinatta seyahat ettirmekle ve bu dünyada bu kadar ikramlarla onları mesrur etmekle beraber, dâr-ı bekada Cennetlerinden her birini ziyafet-i daime için birer sofra yapan Zât-ı Hayy-ı Kayyum’a ait olarak o mahlukatın teşekkürlerinden ve minnetdârlıklarından ve mesrûriyetlerinden ve sevinçlerinden gelen ve tabirinde âciz olduğumuz ve me’zun olmadığımız şuûnat-ı İlâhiyeyi, “memnuniyet-i mukaddese” “iftihar-ı kudsî” ve “lezzet-i mukaddese” gibi isimlerle işaret edilen maânî-i

ububiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve mütemadi hallakıyeti iktiza eder.”[23]

“Bütün ins ve cinleri ve hayvanı ve ruhanî ve melekleri haşr-i ekberin meydanına ve mizan-ı a’zamın önüne getirir. Bir iş bir işe mani olmaz.”[24]

“ Nasılki şimdi ispirtizmacılar “cinler ile muhabere” namıyla şarlatanlık yapıyorlar; dinin zararına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya’dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiş.”[25]

“Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gazabiye ve şeheviye halkedilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesad yapacaklardır.” [26]«

(Halife): Bu tabir, Arz’ın insanların hayatına elverişli şeraiti haiz olmazdan evvel Arz’da idrakli bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki Arz’ın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsaid bulunduğuna işarettir. . tabirinin bu manaya delaleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran, o idrakli mahluk, cinlerden bir nev’ imiş; yaptıkları fesaddan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir.”[27]

Kur’an Arabistan’ın basit bedevilerini öyle bir istihaleye uğratmıştır ki, bunların âdeta meshur olduklarını zannedersiniz. Hristiyanların telakkisine göre Kur’anın nâzil olmuş bir kitab olduğunu söyleyecek olsak bile, Kur’an putperestliği imha, Allah’ın vahdaniyet akidesini tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti ilga, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri izale, bütün hurafeleri istîsal, taaddüd-ü zevcatı tahdid ile, bütün Arablar için İlahî lütuf ve nimet olmuştur.”[28]

Şeytan

Şeytanla ilgili Kur’an-da bir çok ayet zikredilmektedir.[29]

“Nefis ve hevâ, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmak.”[30]

“Cennet ve Cehennem’in vücudunu iktiza eden isim ve ünvan ve şe’n ise; kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler… Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[31]

“Müzahrefat-ı arziyenin mümessilât-ı habiseleri olan casus şeytanları, temiz ve temizlerin meskeni olan semayı telvis etmemek ve nüfus-u habise hesabına tecessüs ettirmemek için, edebsiz casusları korkutmak için atılan mancınıklar ve işaret fişekleri misillü, o şeytanları ebvab-ı semadan o şahablarla red ve tarddır.”[32]

“Melaikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, Şeytan’ın secde etmemesi olan hâdise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor. Şöyle ki: Kur’an, şahs-ı Âdem’e melaikelerin itaat ve inkıyadını ve Şeytan’ın tekebbür ve imtinaını zikretmesiyle; nev’-i beşere kâinatın ekser maddî enva’ları ve enva’ın manevî mümessilleri ve müekkelleri müsahhar olduklarını ve nev’-i beşerin hassalarının bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nev’in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev’-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne büyük bir engel, ne müdhiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, bir tek Âdem’le (A.S.) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev’-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.”[33]

“Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be-vakit başınızı kaldırıp esma-i hüsnama dikkat ederek, o semavata uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemalâtınızın menbaları ve hakikatları olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dûrbîniyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız.”[34]

“Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şübheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah” dedirtir. Ye’se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karşı sû’-i edebde bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. “[35]

“İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehavünü def’eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli, “Eûzü billahi mineşşeytanirracim” demeli.”[36]

“Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen, a’lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.”[37]

“Cin ve insin hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur’anın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler, demektir. “[38]

“Kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünki çok netaic-i mühimme için halkolunmuşlardır. Meselâ: Melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrudlardan, firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.”[39]

“İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatıyla ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû’-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.”[40]

“İşte nev’-i beşer bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüzbinlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemmiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nev’inden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.”[41]

“Hazret-i İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel, Ebî Said-il Hudrî’den tahric ve tashih eder ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Katade İbn-i Nu’man’a karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: “Sana lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman, bir siyah şahıs gölge göreceksin. O, şeytandır. Onu hanenden çıkar, tardet.” Katade değneği alır, gider. Yed-i beyza gibi ışık verir. Evine gider; o siyah şahsı görür, tardeder.”[42]

“Ehl-i siyer ve hadîs, müttefikan haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı öldürtmek için, kat’î ittifak ettiler. Hattâ insan suretine girmiş bir şeytanın tedbiriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için, her kabileden lâakal bir adam içinde bulunup, ikiyüze yakın, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in taht-ı hükmünde olarak, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hane-i saadetini bastılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında Hazret-i Ali vardı. Ona dedi: “Sen bu gece benim yatağımda yat.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hanenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı, bir parça toprak başlarına attı. Hiç birisi onu görmedi, içlerinden çıktı gitti. Gâr-ı Hira’da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş’e karşı ona nöbetdar olup, muhafaza ettiler.”[43]

“Altıncı Desise-i Şeytaniye şudur ki: İnsandaki tenbellik ve tenperverlik ve vazifedarlık damarından istifade eder. Evet şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler.”[44]

“ Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva’-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar. Yani, şerler oluyorlar. Çünki mehalik ve şerr, tahribat nevinden olduğu için, illetleri, mevcud bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.”[45]

“Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta “Yezdan” namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri “Ehriman” namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz’-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır.”[46]

“İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a ilticadır. Ve kal’anız Sünnet-i Seniyedir.”[47]

ALTINCI İŞARET: Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas ve safi-kalb insanlara tahayyül-ü küfrîyi tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalaleti, dalaletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zâtlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve imkân-ı zâtîyi, imkân-ı aklî şeklinde gösterip imandaki yakînine münafî bir şekk tarzını veriyor. Ve o vakit o bîçare hassas adam, kendini dalalet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakîninin zâil olduğunu zanneder, ye’se düşer, o ye’sle şeytana maskara olur. Şeytan hem ye’sini, hem o zaîf damarını, hem o iltibasını çok işlettirir, ya divane olur yahud “herçi bad âbad” der, dalalete gider.”[48]

“Hem bazan şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde Cenab-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki; onun kalbi bozulmuş ki, böyle söylüyor. Titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve adem-i rızası delildir ki: O sözler, kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tahayyül ediliyor.”[49]

“Hem insanın letaifi içinde teşhis edemediğim bir-iki latife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler; belki de mes’uliyet altına da giremezler. Bazan o latifeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: “Senin istidadın hakka ve imana muvafık değil ki, böyle ihtiyarsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin, seni şekavete mahkûm etmiştir.” O bîçare adam, ye’se düşüp, helâkete gider.”[50]

“İşte şeytanın evvelki desiselerine karşı mü’minin tahassüngâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hududları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur’aniyedir. Ve âhirdeki desiselerine karşı; istiaze ..”[51]

“Fenalık ve hevesat yolu, tahribat olduğu için gayet kolaydır. Şeytan-ı ins ü cinnî çabuk insanları o yola sevkediyor.” [52]

“Şeytanlar tahribat cihetinde sevkettikleri için, az bir amel ile çok şerleri yaparlar. Onun için tarîk-ı hakta ve hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve şiddetli sakınmaya ve mükerrer ihtarata ve kesretli muavenete muhtaç olduklarındandır ki, Cenab-ı Hak o tekrarat cihetinde binbir ismi ile ehl-i imana muavenetini takdim ediyor ve binler merhamet ellerini

imdadına uzatıyor. Şerefini kırmıyor, belki vikaye ediyor. İnsanın kıymetini küçük düşürtmüyor, belki şeytanın şerrini büyük gösteriyor.”[53]

“İblis’in en mühim bir desisesi: Kendini, kendine tabi olanlara inkâr ettirmektir.”[54]

İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir. Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki: “İnsan suretindeki gayet şerir ervah-ı habise, öldükten sonra şeytan olur.” ….Evet cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.”[55]

“Kâinattaki umûr-u hayriyedeki kanunların mümessili, nâzırı hükmünde olan meleklerin vücudu, ittifak-ı edyan ile sabit olduğu gibi, umûr-u şerriyenin mümessilleri ve mübaşirleri ve o umûrdaki kavaninin medarları olan ervah-ı habise ve şeytaniye bulunması, hikmet ve hakikat noktasında kat’îdir; belki umûr-u şerriyede zîşuur bir perdenin bulunması daha ziyade lâzımdır. Çünki Yirmiikinci Söz’ün başında denildiği gibi: Herkes, herşeyin hüsn-ü hakikîsini göremediği için, zahirî şerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlık-ı Zülcelal’e karşı itiraz etmemek ve rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkid etmemek ve haksız şekva etmemek için, zahirî bir vasıtayı perde ederek, tâ itiraz ve tenkid ve şekva, o perdelere gidip, Hâlık-ı Kerim ve Hakîm-i Mutlak’a teveccüh etmesin. Nasılki vefat eden ibadın küsmesinden Hazret-i Azrail’i kurtarmak için hastalıkları ecele perde etmiş. Öyle de: Hazret-i Azrail’i (A.S.) kabz-ı ervaha perde edip, tâ merhametsiz tevehhüm edilen o haletlerden gelen şekvalar, Cenab-ı Hakk’a teveccüh etmesin. Öyle de: Daha ziyade bir kat’iyyetle şerlerden ve fenalıklardan gelen itiraz ve tenkid,Hâlık-ı Zülcelal’e teveccüh etmemek için, hikmet-i Rabbaniye, şeytanın vücudunu iktiza etmiştir.”[56]

“-İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiblerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat’î bir delildir.”[57]

“Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.”[58]

belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahribden ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmesinden ve içlerine ihtilaf atmaktan ve zaîf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidadları işlettirmekten ve şan ü şeref namıyla riyakârane nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat ””Akıbet takvâ sahiplerinindir.” A’râf Sûresi, 7:128.

” sırrıyla, ””Hak daima üstün gelir; hakka galebe edilmez.” Bu hadis-i şerifin Buharî, Cenâiz: 79’daki rivayeti şu şekildedir: “El-İslâmu ya’lû velâ yu’lâ””düsturuyla: Onların o muvakkat gelebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem’i kendilerine ve Cennet’i ehl-i hakka kazandırmalarına sebebdir.”[59]

“Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır, der ki: “Bir tek zât, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes’eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.”[60]

Elcevab: Şeytanın bu desisesini susturan sır: “Allahü Ekber”dir. Ve cevab-ı hakikîsi de “Allahü Ekber”dir. Evet “Allahü Ekber”in ziyade kesretle şeair-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünki insanın âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatları “Allahü Ekber” nuruyla görüp tasdik ediyor ve “Allahü Ekber” kuvvetiyle o hakikatları taşıyor ve “Allahü Ekber” dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki: Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedviri bilmüşahede görünüyor.”[61]

“Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı makul ve mümteni bir yol takib etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinaa girmeyi, şeytan dahi teklif edemez.”[62]

“Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.”[63]

“Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.”[64]

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler.

Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-ı muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor.”[65]

“İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hatıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm”de, Cenab-ı Hakk’a ilticada bulun.”[66]

“Senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi, kendine rab telakki eden bir firavun-u zelildir. Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir. Hem cebbardır fakat kalbinde bir nokta-i istinad bulamadığı için, zâtında gayet âciz bir cebbar-ı hodfüruştur. O şakirdin gaye-i himmeti, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-ı nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor. Herşeyi nefsine feda ediyor.”[67]

“Çünki insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder.”[68]

. Evet insanı dünyaya çağıran ve sevkeden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var.”[69]

“Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir.”[70]

“Fakat nefs ve şeytan, ehl-i dalalet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad ederek, akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münazarat-ı nefsiye lillahilhamd kalbin muzafferiyetiyle neticelendi.”[71]

“Şeytanın muvakkat bir şakirdi ve ehl-i dalaletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sustu.”[72]

“Cinn ve şeytanın casusları, semavat haberlerine kulak hırsızlığı yapıp, gaybî haberleri getirerek, kâhinler ve maddiyyunlar ve bazı ispirtizmacılar gibi, gaibden haber vermelerini, nüzul-ü vahyin bidayetinde vahye bir şübhe getirmemek için onların o daimî casusluğu, o zaman daha ziyade şahablarla recm ve men’edildiği…”[73]

“Evet bir melaikenin üfürmesiyle uçurulabilir olan casus şeytanları, böyle bir işaret-i azîme-i semaviye ile, melaikelerle mübareze ettirmek, elbette o vahy-i Kur’anînin haşmet-i saltanatını göstermek içindir. Hem bu haşmetli olan beyan-ı Kur’anî ve azametli tahşidat-ı semaviye ise; cinnîlerin, şeytanların, semavat ehlini mübarezeye ve müdafaaya sevkedecek bir iktidarları, bir müdafaaları bulunduğunu ifade için değil, belki kalb-i Muhammedîden (A.S.M.) tâ semavat âlemine, tâ Arş-ı A’zam’a kadar olan uzun yolda, hiçbir yerde cinn ve şeytanın müdahaleleri olmamasına işaret için, vahy-i Kur’anî, koca semavatta, umum melaikece medar-ı bahsolan bir hakikattır ki, bir derece ona temas etmek için, şeytanlar tâ semavata kadar çıkmaya mecbur olup, hiçbir şeye muvaffak olamayarak recmedilmesiyle işaret ediyor ki; kalb-i Muhammedîye (A.S.M.) gelen vahy ve huzur-u Muhammediyeye (A.S.M.) gelen Cebrail ve nazar-ı Muhammedîye (A.S.M.) görünen hakaik-i gaybiye, sağlam ve müstakimdir, hiçbir cihetle şübhe girmez diye Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan mu’cizane haber veriyor.”[74]

“Amma bir daire-i külliyenin cüz’î bir hâdise-i şahsiye ile meşgul olması, yani kâhinlere gaybî haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifadelerin bir hakikatı şu olmak gerektir ki: Semavat memleketinin payitahtına kadar gidip o cüz’î haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şümulü bulunan semavat memleketinin -teşbihte hata yok- karakol haneleri hükmünde bazı mevkileri var ki, o mevkilerde Arz memleketi ile münasebetdarlık oluyor; cüz’î hâdiseler için, o cüz’î makamlardan kulak hırsızlığı yapıyorlar. Hattâ kalb-i insanî dahi o makamlardan birisidir ki, melek-i ilham ile şeytan-ı hususî o mevkide mübareze ediyorlar. Ve hakaik-i imaniye ve Kur’aniye ve hâdisat-ı Muhammediye (A.S.M.) ise, ne kadar cüz’î de olsa, en büyük, en küllî bir hâdise-i mühimme hükmünde en küllî bir daire olan Arş-ı A’zam’da ve daire-i semavatta -temsilde hata olmasın- mukadderat-ı kâinatın manevî ceridelerinde neşrolunuyor gibi her köşede medar-ı bahsoluyor, diye beyan ile beraber, kalb-i Muhammedî’den (A.S.M.) tâ daire-i Arş’a varıncaya kadar ise, hiçbir cihetle müdahale imkânı olmadığından, semavatı dinlemekten başka, şeytanların çaresi kalmadığını ifade ile, vahy-i Kur’anî ve nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) ne derece yüksek bir derece-i hakkaniyette olduğunu ve hiçbir cihetle hilaf ve yanlış ve hile ona yanaşmak mümkün olmadığını, gayet beligane belki mu’cizane ilân etmek ve göstermektir.”[75]

“ Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde, dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatması”[76]

“Şeytan, kusurlu insana kusurunu itiraf etmemek ile istiğfar ve istiaze yolunu kapayıp, enaniyeti tahrik ederek, avukat gibi, nefsini müdafaa ettirir.”[77]

“Şu Hikmet-ül İstiaze Risalesi’nin iki mühim kardeşi var. Birisi Yirmidokuzuncu Mektub’un Altıncı Risalesi olan “Hücumat-ı Sitte”, mühim bir kal’a olduğu gibi; ikinci bir kardeşi olan Yirmialtıncı Mektub’un “Hüccet-ül Kur’an Aleşşeytan Ve Hizbihi” namındaki risalesi dahi bir hısn-ı hasindir. Bu üç risale birbiriyle münasebetdardır.”[78]

“Nefis ve şeytanın en büyük hile ve desiselerinden olan; kâfirlerin çokluklarını ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarını vesvese suretiyle göstererek, şübheleri ve dine karşı lâkaydlığı, ayn-ı hak ve hakikat (göstermektir)”[79]

“Hattâ şeytanın dahi, manevî terakkiyat-ı beşeriyenin zenbereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebeb olduğundan, o nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir.”[80]

“Salavatın namaza tahsisi hikmeti ise……., şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.”[81]

“Şeytanın gayet zaîf desiselerine karşı Kur’anın büyük tahşidatı ve melaikeleri ve Cenab-ı Hakk’ın yardımını ehl-i imana göndermesi “[82]

“Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder”[83]

“Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[84]

“Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?

Cevab: Yoktur. Çünki san’at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.”[85]

“Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halketmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve câmi’ olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki; beşerin şeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlub olursa, beşer mücahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayvanattan daha aşağı olur, çünki özrü yoktur.”[86]

“İnsan, zerre-miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.”[87]

“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlahiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevaî, vehmî ve çirkin şeylerin def’iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlub olur. Ancak onları mağlub edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır. Evet arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlahiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet pis bir menzilin deliklerinden semanın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez.”[88]

“O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Meselâ: Sen namazda, Kâ’be karşısında, huzur-u İlahîde âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedai-i efkâr seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevkeder. Meselâ: Âyinenin içindeki yılanın timsali ısırmaz. Ateşin misali yakmaz. Ve necasetin görünmesi âyineyi telvis etmez.”[89]

“İşte Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeğe ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını kırmağa muvaffak olmuşlardır. Kezalik Kadirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tagutlarını tar ü mar etmişlerdir.”[90]

“Kezalik bu kesif âlemde ruhanîleri deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men’edecek bir mani yoktur.”[91]

“Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[92]

“Cenab-ı Hakk’ın iktizaları, hükümleri mütegayir bazı esmaları vardır. Meselâ: Bedir gibi bazı gazâlarda Ashab-ı Kiram’a yardım etmek üzere küffar ile muharebe etmek için melaikenin semadan inzâlini iktiza eden ismi, melaike ile şeyatîn -yani semavî olan ahyar ile arzî eşrar- arasında muharebenin vukuunu istib’ad değil, iktiza eder. Evet Cenab-ı Hak melaikeye bildirmeksizin şeytanları def’ veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haşmetinin iktizası üzerine bu kabil mücazatın müstehaklarına ilân ve teşhiri, azametine lâyıktır.”[93]

“Kur’an-ı Kerim bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilân zımnında nida ediyor: “Ey insan-ı hakir, sagir, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melaike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı Ezel’e isyan ediyorsun! Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahib olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret ediyorsun!”[94]

“İnsanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.”[95]

“Şeytanın ve onun şerik ve muînleri olan ehl-i dalaletin şerrinden ancak şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile âmil ve sünnet-i Ahmediye (A.S.M.) ile mütemessik olmakla kurtulmak imkânı olduğunu..”[96]

“Küfre giren ehl-i dalaletin kemmiyeten çokluğunun kıymetsizliği; şeytan ve avenelerinin tasallutlarına karşı, istiaze, istiğfar, hıfz-ı İlahîye iltica ve takva ile Sünnet-i Seniyeye yapışmaktan başka çare olmadığını…”[97]

“ Zahiren cüz’î hata ve isyanla çok büyük tahribat yapmakta olan hizb-üş şeytana karşı, en kuvvetli kal’a olan Kur’anî kal’aya iltica lâzım geldiğini…

…….Kur’an-ı Hakîm’in azîm tergib ve teşviklerinin tam yerinde olup, ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden ileri gelmediğini; hem günah-ı kebairi işleyenlerin küfre girmediklerini,

“Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa onun mükâfâtını görür. Kim zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.” Zilzâl Sûresi, 99:7-8.

iki âyetle sabit olduğunu ve nihayet Cenab-ı Erhamürrâhimîn’in Gafur ve Rahîm isimlerini melce’ ve tahassüngâh yaparak şeytandan istiaze edilmesini…”[98]

“Cinnî şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleri ile seni bir çember içine alıp, Nurlara hizmetini tahdid etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar.”[99]

“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.”[100]

“İnsî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul olduklarından…”[101]

“Bediüzzaman tesettür taraftarıdır. Kadınların yarı çıplak, açık dolaşmalarına, İslâmiyet’e karşı muharebede şeytan kumandasına verilen fırkalar olarak tasvir etmekte;”[102]

“ (Hadiste)Rü’ya-yı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer’iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki, o konuşan ervah-ı tayyibe değildir, mü’min ve müslüman cinnî de değildir, ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor.”[103]

“Eskiden büyük şehirlerde açık-saçık, çıplaklık derecesinde hususan yarım çıplak Hristiyan kızları şeytan kumandasında ahlâk-ı İslâmiyeye zarar veriyorlar.”[104]

1-4-2001

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Rahman.15.

[2] Hak Dini Kur’an Dili.E.H.Yazır. 3 / 499, 7 / 17, 8 / 361,364,366,368-369,377,

[3] En’am,A’raf,Hicr,Şuara,Neml,Sebe’,Saffat,Ahkaf,Zariyat,Rahman,Cin,Mülk,Nas. ŞU AYETLER Cinlerden Bahsetmektedir : En’am.1oo,112-113,128,A’raf.27,179,Hicr.17,18,27,Şuara.212,221,223,Neml.39,Sebe’.12,14,sAffat.7-8,10,13,Ahkaf.29-30,Zariyat.56,Rahman.15,Cin.1-2,4,7,11,16,19,22,25,Müzzemmil.1,9,18,Müddessir.8,19,31,44,Kıyame.2,Nas.1-2,4,6,Bak.İlmihal.İSAM. 1 / 96, Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A.Badıllı.sh.489-497,499-500,İslam Ansiklopedisi. İSAM. 8 / 5-11.

[4] Zariyat.56-57,Cin.16-17.

[5] Cin.11-14.

[6] Ahkaf.29-31.

[7] Cin-4-7,15.

[8] Ahkaf.29-31,Cin.1-2,13,19.

[9] Bak.İlmihal.İSAM. 2 / 297.

[10] Age. 2 / 298.

[11] Hicr.17,Şuara.212,Saffat.7-10,Mülk.5,Cin.8-9.

[12] Sebe’.14,Cin.10.

[13] Cin.6.

[14] A’raf.179.

[15] Bak.Fatiha suresi tefsiri.R.M. Sami. sh.12.

[16] Bak.Ruh Nedir? M. Kırkıncı.sh.110-111.

[17] Bak.Tefsir-i Kebir.Fahreddin-i Razi. 16 / 196-198.

[18] Bak.Tefsir-i Kebir.age. 20 / 51-52.

[19] Müslim, Salat 150 (450); Tirmizî, Tefsir, Ahkâf, (3254); Ebu Dâvud, Taharet 42, (85).

[20] Sözler.258,Sad.38,İbrahim.49,Enbiya.82.

[21] Mektubat.152,154,158.

[22] Age.178,Barla Lahikası.287.

[23] Lem’alar.349.

[24] Şualar.161.

[25] Age.377.

[26] İşarat-ül İ’caz.199,Bakara.30.

[27] Age.201.

[28] Age.220.

[29] Şeytan:Bakara.14,168,Enfal.48,Hicr.1718,Nahl.98,Şuara.210,221-222, Yaratılışı:A’raf.12,Hicr.27,Sad.76,Hayasızlık ve kötülüğü: Bakara.14,169,268,Nisa.14,18-19,60,120,En’am128,A’raf.200,Enfal.48,Tevbe.56,62,Nur.21,Neml.24,Saffat.28-30,Sad.82-83,Zuhruf.37,Haşr.16,İnsanın kalbine vesvese vermesi.A’raf.201,Yusuf.24,Nas.5,Ondan Allaha sığınmak.A’raf.200,Nahl.98,Mü’minun.97-98,Fussilet.36,Nas.1-6,Şeytanlar kime iner?:Şuara.221-222,O ateşe çağırır:Fatır.6,O insanın düşmanıdır:Bakara.168,208-209,En’am.142,A’raf.16-17,27,Yusuf.5,Hicr.39-40,İsra.53Taha.116-117,Hac.52,Fatır.6,Yasin.60-64,Zuhruf.62,Onlar kafirlerin ve Münafıkların dostu olup,dost edinmemek:A’raf.27,30,201-202,Enfal.48,Bakara.257,Nisa.38,76,En’am.71,Meryem.83,Furkan.55,Şuara.221-223,Fussilet.25,Mücadele.19-20,Haşr.16-17,Yaldızlı söz söyleyip,peşlerine düşmemek:Bakara.168,208,En’am.112-113,Nur.21,A’raf.200,Fussilet.36,Allaha dayananlara karşı güçsüzdür:A’raf.201,İbrahim.22,Hicr.39-40,42,Nahl.99-100,İsra.65,Saffat.40,Sad.82-83,Etkili olduğu kişiler ise:Hac.52-55,Hilesi fakirlikle korkutmak ve kuruntuya düşürmek:Bakara.268,Nisa.19-21,İsra.63-64,Gözetirler:A’raf.27,Enfal.48,Şeytana tanınan süre:A’raf.14-15,Hicr.36-38,İsra.62,Sad.79-81,Kur’an-dan yüz çevirene yönelmesi ve arkadaşlığı:A’raf.175,Zuhruf.36-38,Nisa.38,Fussilet.25,Kaf.27,Şeytanın Allaha baş kaldırması:Meryem.44.Bak.Mürşid.2.CD,Mu’cemul Müfehres.M.Fuad Abdulbaki.sh.342-343,Konularına göre Kur’an-ı Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.11-13,89,146,149,246.

[30] Sözler.23.

[31] Age.179.

[32] Age.182.

[33] Age.246Bak.Elmalı. 1 / 272,Kehf.50.

[34] Age.262.

[35] Age.274.

[36] Age.278.

[37] Age.328.

[38] Age.412.

[39] Mektubat.43,489,Lem’alar.70-72,76.

[40] Mektubat.44.

[41] Age.44.

[42] Age.137.

[43] Age.158.

[44] Age.426.

[45] Lem’alar.73.

[46] Age.73.

[47] Age.73.

[48] Age.74.

[49] Age.75.

[50] Age.75.

[51] Age.75.

[52] Age.77.

[53] Age.77-78.

[54] Age.82.

[55] Age.82.

[56] Age.82-83.

[57] Age.83.

[58] Age.83.

[59] Age.86.

[60] Age.87.

[61] Age.87.

[62] Age.87.

[63] Age.87-88.

[64] Age.88.

[65] Age.88.

[66] Age.89.

[67] Age.118.

[68] Age.120.

[69] Age.122.

[70] Age.160.

[71] Age.239.

[72] Age.242.

[73] Age.280-281.

[74] Age.282.

[75] Age.283.

[76] Age.386.

[77] Age.387.

[78] Age.387.

[79] Age.391.

[80] Şualar.31.

[81] Age.96.

[82] Age.258.

[83] Age.266.

[84] Age.593.

[85] İşarat-ül İ’caz.67.

[86] Age.205.

[87] Mesnevi-i Nuriye.77.

[88] Age.96.

[89] Age.96.Haşiye.1.

[90] Age.103.

[91] Age.138.

[92] Age.183.

[93] Age.205.

[94] Age.205.

[95] Age.224.

[96] Barla Lahikası.151.

[97] Age.151.

[98] Age.151.

[99] Age.316.

[100] Kastamonu Lahikası.18.

[101] Emirdağ Lahikası. 2 / 133.

[102] Age. 2 / 137.

[103] Age. 2 / 156,Sikke-i Tasdik-i Ğaybi.21.

[104] Age. 2 / 194.




CİN VE ŞEYTAN

CİN VE ŞEYTAN

Cinler;Kur’an-da varlıkları kesin olarak bildirilmiş,[1]Bir surede Cin suresi olarak isimlendirilmiştir.Allah cinleri dumansız,kor ateşten yarattı.[2] Nafi bin Ezrak-ın İbni Abbasa Kur’anın tefsirinden sorduğu yerler:Şuvaz;Dumansız alev. Nuhas;Alevsiz duman.[3] Hızlı hareket edip [4],iman ve ibadetle yükümlü varlıklardır.[5]Gaybı bilmez,[6]

Yeme,içme,erkeklik,dişilik,doğma,ölme gibi özelliklere sahibtirler.Kötülük yapabilip,kötülüklerinden Allah’a sığınılmalıdır.[7]

Süleyman peygamberin onları her türlü işte istihdam ettiği gibi,onlar her türlü ağır ve istihbarat gibi hususlarda kullanılabilir.[8]

Onlar en çok insanların kendilerini bilmemelerinden ve özellikle bilgisizlikten kaynaklanan Korkutma yönüyle insanları etkileri altına almaktadırlar.Korku durumunda;Âyet-el Kürsi,Felak-Nas,korkuda özellikle Kureyş suresi okunmalıdır.[9]

Yahudi ve hristiyanlarca da cinlerin varlığı kabul edilmektedir.

İslamdan önce cinlere tapılmakta idi.[10]

Gözler cinleri görebilecek yetenekte yaratılmamış olup,tıpkı kulağın düşük ve yüksek sesleri duymayıp,aynı frekansta olanları duyması gibi,âdeta frekans farkından dolayı görülmemektedirler.İrade sahibidirler.[11].İnanan ve inanmayanları bulunmaktadır.[12]Kendilerine has yapıları ve bünyeleri vardır.

İnsandan önce yaratılmıştır.İnsanın halife olarak zikredilmesi;sonra gelen anlamınadır.Böylece insandan önce yaratılan cinlerden bir kabilenin isyanı sonucu Cenâb-ı Hak onları helak etmiş ve insanı yaratmayı murad etmiştir.Bakara suresinin başında genişçe izah edilmektedir.Hadiste:”Allah’u Teala cinleri,Âdem’den iki bin sene evvel yaratmıştır.”[13]

Evlenip onlarda çocuk sahibi olurlar.Onlarında isimleri vardır.Onlarla evlenildiği ve de örnekleri de gösterilmiştir.Belkıs’ın anne-babasından birsinin cin olduğu ifade edilmiştir.Ancak evlenmede bazı manilerin olduğu da ifade edilmiştir.Bunlar;ya aynı cinsden olmayışları,ya maksadın gerektiği gibi hasıl olmaması,veya şeriatın bu konuda izin vermeyişindendir.

Mekruh kabul edilip,âyette de Kendi nefislerinizden sizler için eşler yaratmıştır.”buyurulmuştur.[14]

Bizler gibi maddi olmadıklarından dolayı,her şekle rahatlıkla girebilirler.

En çok bulundukları yerler;virane yerler,harabeler,hamamlar,mezbelelikler,boş araziler,kabirlerdir.

Peygamberimiz –Rasulüs-Sakaleyn-dir.Yani yer yüzünün iki ağırlığı olan insan ve cinlerinde peygamberidir.Onlara da peygamber gönderilmiştir.

İbni Abbastan:”Cinler,Yusuf adındaki bir peygamberini öldürdüler;Allah’u Taala onlara da peygamber gönderdi ve ona itaat etmelerini emretti.”

Bunu teyiden,İbni Abbas’dan;-Yedi kat göğü ve onun gibi yedi kat yeri yaratan Allah’tır.”[15] Âyetinden,yedi kat yerin bulunduğu ve her katta,sizin peygamberiniz gibi bir peygamber,Âdeminiz gibi bir Âdem,Nuh gibi bir Nuh,İbrahim gibi bir İbrahim,İsa gibi bir İsa bulunduğu- anlamı çıkarılmıştır.[16]

Süleyman peygamber’e teshir edildiği gibi,onlara maskara durumuna düşülmedikçe,onların oyuncağı olunmadıkça,onlar her işte istihdam edilebilir.40 kere Duhan suresini okumanın bu konuda etkili olduğu ifade ile beraber,Gizli ilimler ve esrar kitaplarında detaylı malumatlar verilmiştir.

Bugün cinnin yerini ruh çağırma almıştır.

İlmin gelişmesinde onlarında ortaklığı vardır.[17]

Hz.Ademe secde ve saygıda bulunmadığından dolayı cezalandırılmıştır.Çünki burada Hz.Ademe saygı göstermemeden ziyade,emre itaatsizlik söz konusudur.

Hadisde:“Cinden herkesin bir kârini [yakını, arkadaşı] vardır. “

“Cinnîler gazaplıdırlar,kibirlidirler.Çocuk gibi haylazdırlar.Eğlenmekten hoşlanırlar.Ne dedikleri pek anlaşılmaz.”

“İmama iktida eden yalnız insanlar değildir.Sulehay-ı cin gelir,imama iktida ederler.”

“Kâinatta hiçbir yer boş değildir.Kimi ruhani,kimi melaike,kimi cin ile doludur.”[18]

-Yaşça insanlardan en az on katı bir ömre sahiptirler.Hatta Peygamberimiz zamanında,Hz.Âdemi görmüş olan beş bin yaşındaki bir cin,peygamberimizle görüşüp,Hz.Âdem’i gördüğünü de ifade etmiştir.

İbni Abbas’a soruldu:”Cinler ölür mü?”Cevab verdi:İblisten başka hepsi ölürler.

“Peki –Cânn-denilen şey nedir?

-O cinlerin küçükleridir.

Bir rivayette de,İbni Abbas:”Günler İblisi kocaltır,sonra yine otuz yaşına avdet eder.”

İbn-i Ebid-Dünyadan,Abdullah bin haris’den nakledilir:”Cinler ölürler.Lakin şeytana bir şey olmaz.Daima taze kalır o.”

Katade dedi ki:”Annesi Bikr’dir,babası da İkr’dir.O,iki Bikr’in bikridir.”[19]

Bunlarında Mü’min ve kâfirleri olduğundan,cennet ve cehennem onlar içinde söz konusudur.

Bazı alimler sevab almaları konusunda farklı görüşte bulunsalar da,onlar içinde sevab ve günah durumu söz konusudur.[20]

Onlar da insanlar gibi haşredilip mahşer yerine sürülecek ve sorguya çekileceklerdir.Göğe nüfuz edip kaçmalarına müsaade edilmeyecektir.[21]

Önemli konulardan birisi de,Cinlerin insanları çarpmasıdır.Evet,cinler insanlara zarar verebilirler.Ancak bu zarar verme mutlak anlamda olmayıp,bazı kayıdlarla kayıdlanmıştır.Herşeyde olduğu gibi bunda da Allah’ın izni olmadıkça hiçbir zarar veremezler.

Bunlarda şu şekilde sıralanmıştır;Bazen şehvet ve aşktan,insanın bilmeden ona zarar vermesinden dolayı,korkutmak,eziyet ve işkence vermek amaçlı olarak,

İbni Abbastan rivayette.”Bir kadın oğlunu Allah rasulünün yanına getirdi ve:Ey Allah’ın rasulü!Bunda delilik vardır.Öğlen ve akşam tutar onu bu hastalık,diye yakındı.

Bunun üzerine peygamber(SAM) onun göğsünü meshetti ve ona dua etti (Bir rivayette,-Uhruc ya aduvvallah!Fe inni Resulullah.(SAM)-,Çık ey Allah’ın düşmanı;ben Allah’ın resulüyüm.) Ona istifra ettirince,karnından sşyah köpek yavrusuna benzer bir şey çıktı.Ve yürüdü.”

Tıpkı bugün röntgen ışınlarıyla veya ışınla tedavide insanın içerisine nüfuz edilip,her türlü faaliyette bulunulduğu gibi,cinlerde bu neviden zararlı ışınlar olarak insanı rahatsız ederler.

Manevi hastalığa yapılacak en müessir tedavi yöntemi,kendi cinsinden olan manevi tedavi olmalıdır.Tıbbın yöntemlerinden istifade edilmelidir.

“Özellikle.”Eğer cin,ifritlerden olup da okuyan kimse zayıf olursa,o zaman o cin,ona zarar verebilir.Bu sebebledir ki,bu gibi büyük cinlere karşı Muavvizeteyn (Felak-Nas),Salavat-ı Şerife okuması ve fazlaca dua etmesi lazımdır.olanca gücü ile günahlardan uzaklaşması,imanını takviye etmesi gerekirÇünki,ister cinler olsun,ister şeytanlar olsun,insanlara günahların açtığı pencerelerden nüfuz ederler.”[22]

KUR’AN-DA CİNLER

-” Ve böyle her Peygamber için insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Onların bâzısı bazısını aldatmak için sözün yaldızlısını fısıldarlar. Ve eğer Rab’bin dilemiş olsaydı ona yapmazlardı, artık onları ve iftira eder oldukları şeyleri bırak.

Ve -o yaldızlı sözleri- âhirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin ve ondan hoşlansınlar ve onlar işledikleri şeyleri işlesinler diye telkin eyler.”[23]

“Ve o gün ki, -Allah Teâlâ- onların hepsini bir araya toplayacaktır. Ey cin taifesi!. İnsanlardan birçok kimseler edindiniz -diye buyuracak-. Onların insanlardan dostları olanlar da: Ey Rab’bîmiz!. Bizim bâzımız bâzımızdan faydalandık ve bizim için tâyin ettiğin süreye ulaştık, diyecekler. Cenâb-ı Hak da buyuracak ki: Ateş sizin karargâhmızdır, on’da ebediyen kalacaksınız, ancak Allah Teâlâ’nın dilediği müstesnâ. Şüphe yok ki, senin Rab’bin hikmet sahibidir, bilendir.”[24]

“Andolsun ki, cinler ve insanlardan çoklarını cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır ki, onlar ile anlayamazlar ve onların gözleri vardır ki, onlar ile göremezler ve onların kulakları vardır ki, onlar ile işitemezler. Onlar hayvanlar gibidirler, belki onlar daha sapıktırlar. İşte gâfil olanlar onlardır.”[25]

“Cin taifesini de evvelce bir dumansız ateşten yaratmıştık.”[26]

“Şüphe yok ki, onlar işitmekten elbette uzak tutulmuşlardır.”[27]

“Cin tâifesinden bir ifrit dedi ki: Ben onu daha sen makamından kalkmadan sana getiririm ve şüphe yok ki, ben ona elbette güç yetiririm ve bana güvenebilirsiniz.”[28]

“Süleyman’a da rüzgârları -Musahhar kıldık- sabahtan öğleye kadar -gidişi- bir aylık ve öğleden akşama kadar -gidişi de- bir aylık yol kadar idi. Ve onun için bakır madenini sel gibi akıttık. Ve onun önünde Rabbinin izniyle çalışan bazı cinler de var idi ve onlardan her kim bizim emrimizden sapmış olursa ona da âteş azabından tattırmış olduk.

Sonra vaktaki, onun üzerine ölüm ile hükmettik, onun vefat etmiş olduğuna asâsından yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası onlara delâlet etmiş olmadı. Ol vakit ki, yere düşüverdi, cin taifesi anlamış oldu ki, eğer gaybı bilmiş olsalar idi o ihânetli azap içinde kalmış olmazlardı.”[29]

“Dedi ki: Bana vahyolundu: Şüphe yok ki, cinlerden bir gurup dinlemiş te demişler ki; Muhakkak biz, bir acîb -eşsiz- bir Kur’an işittik.

Doğru yola rehberlik ediyor, artık biz ona îman ettik ve Rab’bimize hiç bir kimseyi ortak tutmayacağız.

Ve şüphe yok ki, Rab’bimizin büyüklüğü pek yücedir. Ne bir eş ve ne de bir çocuk edinmemiştir.”[30]

Ve muhakkak ki: Biz göğe dokundukta hemen onu şiddetli bekçiler ile ve alev hüzmeleriyle doldurmuş bulduk.

Ve hakikaten biz dinlemek için ondan oturulacak yerlerde oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinleyecek olursa onun için bir alev hüzmesi buluyor.

Ve doğrusu biz bilmiyoruz ki, yerde bulunanlar için bir şer mi istenmiştir, yoksa onlar için Rab’leri bir doğruluk mu irade bu-yurmuştur.”[31]

“Ve muhakkak ki, Allah’ın kulu ne zaman ki, kalktı, ona dua eder oldu, az kaldı ki, onun üzerine toplanmış cemaatler oluversinler.

De ki: Ben bilmem ki: Tehdîd edilip durduğunuz şey, yakın mıdır. Yoksa Rab’bim onun için uzun bir müddet mi koyar.”[32]

“De ki: İnsanların Rab’bine sığınırım.

insanların Melik’ine..

İnsanların İlâh’ına.. -sığınırım-.

O gizlice vesvese verenin şerrinden.

Ki: O, nâs’in göğüslerinde vesvesede bulunur.

O vesvese veren- gerek cinden ve gerek insandan -olsun, hepsinden de Allah’a sığınmalıdır.”[33]

-Cinlerin yaratılışı:”Ve Allah Teâlâ için cinleri ortak kıldılar. Halbuki, onları da o yaratmıştır. Ve Cenab’ı Hak’ka bilgisizce oğullar ve kızlar uydurdular, onun ilâhî varlığı ise vasf ettiklerinden uzaktır, yücedir.”[34]

“Cini de dumanı almayan hâlis bir âteş alevinden yarattı.”[35]

-Cinler ibadet için yaratılmışlardır:”Ve cinleri ve insanları yaratmadım, ancak bana ibadet etsinler diye -yarattım.

Ve ben onlardan bir rızk istemiyorum ve bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.”[36]

“Ve eğer onlar, o yol üzerinde dosdoğru gitse idiler, elbette kendilerine bol bol su içirirdik.

Onları bu hususta imtihana çekelim diye, ve her kim Rab’binin zikrinden yüz çevirirse onu da pek meşakkatli bir azaba sevk eder.”[37]

-İman eden ve etmeyen cinler:”Ve şüphe yok ki: Bizden sâlih kimseler vardır ve bizden onun altında olanlar da vardır. Biz türlü türlü yollar tutmuştuk.

Ve muhakkak anladık ki: Allah’ı yerde acze düşüremeyiz ve kaçamakla da onu âciz bırakamayız.

Doğrusu biz vakta ki: O hidâyet rehberini dinledik, ona îman ettik, imdi kimde Rab’bine îman ederse artık ne noksanlıktan ve ne de bir hakarete uğramadan korkmaz.

Ve muhakkak ki, bizden müslümanlar da vardır ve bizden saldırganlar da vardır, artık kimler İslâmiyet’e nâil olmuşlar ise, işte onlar, doğru yolu araştırmışlardır.”[38]

-Mü’min ve Kur’an-ı dinleyen cinler:”Ve o zamanı da hatırla ki, cinlerden bir zümreyi Kur’an-ı dinlemeleri için sana göndermiştik ki, Vaktaki: Ona hazır oldular, dediler ki: Susun -dinleyin- Vaktaki, okunması son buldu, kendi kavimlerine korkutucular olarak dönüp gittiler.

Dediler ki: Ey kavmimiz!. Muhakkak ki, kendisinden önce olanları tasdik edici olarak Mûsa’dan sonra nâzîl olmuş hakka ve dosdoğru bir yola rehberlik ediyor.

Ey bizim kavmimiz!. Allah’ın davetçisine icabet edin ve O’na inanın, sizin için günâhlarınızdan mağfirette bulunsun ve sizi elîm bir azaptan kurtarsın.”[39]

-Kâfir cinler:”Ve muhakkak ki, bizim beyinsiz olanımız, Allah’a karşı pek çok yanlış şeyler söyler olmuştur.

Ve doğrusu biz sanmış idik ki, insanlar ve cinler, Allah’a karşı bir yalan söylemezler.

Ve hakikaten insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınır olmuştur. Artık onlar için bir azgınlık arttırmışlardır.

Ve şüphesiz onlar da sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdir ki: Allah hiç bir kimseyi Peygamber göndermeyecektir.”[40]

“Amma, hakkı aşanlar ise işte onlar da cehennem için bir odun olmuşlardır.”[41]

KUR’AN-DA ŞEYTANLAR

Kur’an-da; -Şeytan.88,Melek.88.defa geçmektedir.

-Şeytan-da cinlerdendir.[42]Ona tapınılmaması , [43]peşine düşülmemesi zira o kötülüğü ve hayasızlığı emreder,dost edinilmemesi ,[44]bildirilmiştir.Bu durumda Allah’a sığınılması bildirilmektedir.[45]Kibir sahibidir.[46] İlahi rahmetten kovulmuş [47] ve kıyamete kadar imtihan gereği olarak kendisine müsaade edilmiştir.[48]

-Şeytanın yaratılışı:”Buyurdu ki: Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten ne men etti. Dedi ki: Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”[49]

“Cin taifesini de evvelce bir dumansız ateşten yaratmıştık.”[50]

“İblis- dedi ki: Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, O’nu ise çamurdan yarattın.”[51]

Şeytan,insan ve cinden yani insi ve cinni olabilir.[52]

-Şeytanlar gaybdan haber almak için kulak hırsızlığı yapmaktadırlar.[53]

-Şeytan insanlara apaçık bir düşmandır.[54]

-Şeytan sürekli kötülüğü,hayasızlığı ve Allah’a karşı gelmeyi emreder.[55]

-Şeytan insanların kalblerine vesvese verir.[56]

-Takva sahibleri ise,şeytanın aldatmasını idrak ederler.[57]

-Şeytan insanları kuruntulara düşürür.[58]

-İnsan ve cin düşmanları,düşmandır.[59]

-Aldatmak için yaldızlı laflar söylerler.[60]

-Kur’an şeytana tabi olunmamasını ısrarla tavsiye eder.[61]

-Şeytanın,mü’minler üzerinde hiçbir hakimiyeti yoktur.[62]

-Şeytanın arkadaşlığı kötü bir arkadaşlıktır.[63]

-Şeytan ancak kalbinde hastalık ve katılık bulunan kimselere etkili olurlar.[64]

-Şeytan,kâfirlerin dostudur.[65]

-Şeytan,münafıkların dostudur.[66]

-Şeytandan Allah’a sığınılmalı.[67]

-Şeytan,Tağut olarak zikredilmiştir.[68]

-İblisin en belirgin özelliği kibridir.[69]

-İblis cennetten kovulmuştur.[70]

-İblis lanetlenmiştir.[71]

-İblise kıyamete kadar süre verilmiştir.[72]

-İblis ilahlığını ilan etmiştir.[73]

-Şeytanın İmtihan ve zıtların birbirinden ayrıştırılması için yaratılışı.[74]

-İblis Allah’ın rahmetinden kovulmuştur.[75]

-İfrit ise,cinlerden bir taifedir.[76]

-Şeytanlar cinlerden olmalarına rağmen,mü’min olma durumları olmayıp,tamamen şer ve kötülük üzerinedirler.Mü’min ve Kâfir diye ayrılmazlar.

İblis kesinlikle melek değildir.Öyle bir şey olmuş olsaydı,isyan etmez,evlenip zürriyet sahibi olmazdı.O,cinlerin de babasıdır.Âyette:”Hani biz meleklere,”Âdeme secde edin”demiştik de iblisten başkası hemen secde etmişlerdi.O ise cinden idi,Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı.Şimdi ise beni bırakıp da onu ve onun neslini,hepsi sizin düşmanınız olduğu halde dostlar edinirmisiniz?Zalimler için ne kötü bir değişme!”[77]

Rivayet edildiği üzere,cinlerin yeryüzünde fesad çıkarmaları üzerine;Allah onlara İblis ve arkadaşlarını göndererek,deniz adalarına ve dağların eteklerine sürdürdü.Bu işi başaran iblis,”Kimsenin yapamadığı işi ben yaptım”diyerek kibre kapıldı.[78]Ve böylece Âdeme secde etmemesindeki kibir de kendini farklı görmesinden kaynaklandı.

-Hadiste:”Şeytan,insanoğlunun (bedeninde) kanın dolaştığı yerde dolaşıp durur.”buyurur.

Hadiste:”Ramazan gelince cennet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır,şeytanlar da zincire vurulur.”

Herkesin bir şeytanının olduğunu söyleyen peygamberimiz,kendisinin şeytanının etkisiz kılınıp,Allah tarafından korunduğu,iyiyi söylediği,bir rivayette de Müslüman olduğu ifade edilmiştir.[79]

Cinlere de vesvese veren şeytanın bu vesvesesi konusunda İbni Abbas’dan nakledilir.”Şeytan İbn-i Aras’a benzer.Ağzını kalbin ağzına kor,durmadan vesvese verir,ona.Allah zikredildiği zaman susar,Allah’ın zikri terk edildiğinde yine avdet eder.İşte vesvas-ı Hannas budur.”[80]

Fıtrata aykırı olan her şey,şeytana ait sıfatlardandır.Sol elle yemek yemek ve esnemek gibi.Hadiste.”Sol elle yemeyiniz çünki şeytan sol elle yer.”

-Cin suresinin inişi:

-(Abdullâh) b. Abbâs radiya’llâhu anhümâ’dan:

Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Ashâb (-ı Kirâm’ın) dan bir kaç zât ile birlikte Sûk-ı Ukâz’a doğru yürüyorlardı ki, o târihde şeyâtin, semâdan haber almaktan men’ edilmiş, (haber almağa çıktıkca) üzerlerine şühub (-i sâkıbe) atılmağa başlamış bulunuyordu. (Semâya doğru çıkıp koğulan) şeyâtîn, kavimleri nezdine döndüklerinde kendilerine: “Ne oluyorsunuz? (Neden hiçbir haber getiremiyorsunuz?)” dediler. Onlar da: “Ne yapalım? Semâdan haber almaktan men’ edildik. Üzerimize şühub (-i sâkıbe) havâle edildi” dediler. (Bunun üzerine) onlara: “Sizin haber almanıza hâil olan her halde yeni hâdis olmuş bir şeydir. Arzın şarklarını, garblarını dolaşın (da) semâdan haber almanıza hâil olan (bu yeni şey) ne imiş (öğreniniz)” denildi. (İşte) bunların içinden Tihâme cihetine yönelmiş olan takım da Sûk-ı Ükâz’a gitmek üzere Nahle’de bulunan Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’in bulunduğu yere varmış oldular ki, o sırada (Resûl-i Hüdâ aleyhi efdalü’t-tehâyâ Efendimiz) orada Ashâb-ı Kirâmına salât-ı fecri kıldırıyordu. (Namazda okuduğu) Kur’ân’ı işidince bunlar kulak verdiler ve (biribirine): “Semâdan haber almaktan sizi men’ eden vallâhi işte budur” dediler. İşte o zaman bu haberciler kendi kavimleri nezdine döndüklerinde:”(Ey kavmimiz) Gerçekten biz,hayranlık uyandıran,doğru yolu gösteren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik;artık Rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız.”[81] dediler. Allâhu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de Peygamberi salla’llâhu aleyhi ve sellem’e ;”De ki:Bana cinlerden bir zümrenin Kur’an-ı dinleyip şöyle dedikleri vahyolundu…”[82] sûresini inzâl buyurdu. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e vahyolunan işte cinnin bu sözleridir.”

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den:

Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) buyurdu ki: Cin (tâifesin)den bir ifrit dün gece namazımı bozdurmak için bana ansızın hücûm etti. (Lâkin) Allâhu Teâlâ (beni gâlip getirip) ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca hepiniz onu gör (üp seyred) esiniz diye Mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. (Fakat) kardeşim Süleyman (b. Dâvûd aleyhime’s-salâtü ve’s-selâm)’ın:” yâni: “Yâ Rab, bana mağfiret et ve benden sonra kimseye olmıyacak bir mülkü, bana bağışla.”[83] demiş olduğu hatırıma geldi (de ifriti köpek gibi koğdum).

-Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivâyete göre müşârün-ileyh, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in maiyyetinde abdest ve istincâ suyu için küçük bir kırba taşırdı. -Ebû Hüreyre hadîsinin bu kısmı yukarıda geçti- Buradaki rivâyetinde de salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu ziyâde etmiştir:

– Bana Nasîbîn (Nusaybin) cinlerinin bir hey’eti geldi. Amma (bunlar) ne hoş cin! Benden azık istediler. Ben de onların istifâdeleri için Allâhu Teâlâ’ya:

– Cinler, uğradıkları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde her halde (kendileri için) bir taam (hayvanları için de yem) bulalar! diye duâ ettim.

Cinler hakkında Bediüzzaman hazretleri eserlerinin muhtelif yerlerinde bize bir çok noktada ışık tutmaktadır.Bunlar:

Sürekli mücahede içerisinde bulunmaktayız.“Nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır.”[84]

Aynı zamanda onlardan Allah’ın askerleri olarak bahseder.“Cünudullah olan cin taifesi…”[85]

Cinlerde tefekküre sevkedilmektedir.“Herşey, Sâni’-i Zülcelal’in birer mektub-u hakaik-nüma, birer kaside-i letafetnüma, birer kelime-i hikmet-eda hükmündedir ki; melaike ve cin ve hayvanın ve insanın enzarına arzeder, mütalaaya davet eder. Demek ona bakan her zîşuura, ibret-nüma bir mütalaagâhtır.”[86]

Kâinatta olan her bir şey insan ve cin gibi bütün varlıkların nazarına sunulup istihsanlarını celbetmektedir.[87]

Cennet onlar içinde vardır.“Dâr-ı saadet olan cennet cin ve insanlarla şenlendirilecektir.”[88]

Onlarda bu dünyada bizler gibi,“Şu dünya misafirhanesinde cin ve ins”birer misafirdirler. “[89]

Kur’an-ın esasatı hem cinlere hem de insanlara tebliği edilmektedir.”[90]

“Eğer bütün cin ve insanın Kur’andan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa; yine Kur’anın mertebe-i kudsiyesine yetişip tanzir edemez.”[91]

Rasulullah onlara da gönderilmiştir.“Evet şakk-ı kamer, nasılki bir mu’cize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de: Mi’rac dahi, bir mu’cize-i ubudiyetidir; habibiyetini, ervah ve melaikeye gösterdi…”[92]

“Şu muhteşem burçlar sahibi, müzeyyen kasırlar hükmünde olan semavat dahi, zîşuur ve zevil-idrak mahluklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalaacıları ve şu saltanat-ı rububiyetin dellâllarıdırlar.”[93]

Yeryüzünün iki sorumlu varlığından biridir.“Hem şu mahdud arz, hadsiz mu’cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıt konulmadığı için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuştur.”[94]

“Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar. İşte bunun için Kur’an-ı Kerim, öyle i’cazkâr bir belâgatla ve öyle âlî ve bahir üslûblarla ve öyle gâlî ve zahir temsiller ve mesellerle ins ve cinni isyandan ve tuğyandan zecreder ki; kâinatı titretir.”[95]

Kur’an onlara da hitab etmektedir.“Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çıkınız…”[96] âyetindeki azametli inzara ve dehşetli tehdide ve şiddetli zecre dikkat et. Nasıl, ins ve cinnin gayet mağrurane temerrüdlerini, gayet mu’cizane bir belâgatla kırar. Aczlerini ilân eder. Saltanat-ı rububiyetin genişliği ve azameti nisbetinde ne kadar âciz ve bîçare olduklarını gösterir. Güya şu âyetle, hem:”O yıldızları şeytanlara atılacak taşlar yaptık.”[97] âyetiyle böyle diyor ki:

“Ey hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve ey za’f ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan cin ve ins! Nasıl cesaret edersiniz ki isyanınızla öyle bir Sultan-ı Zîşan’ın evamirine karşı geliyorsunuz ki; yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. ”

Yani: “Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semavat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız.””[98]

“Kur’an-ı Kerim bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilân zımnında nida ediyor: “Ey insan-ı hakir, sagir, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melaike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı Ezel’e isyan ediyorsun! Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahib olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret ediyorsun!”[99]

“Kur’an-ı Hakîm ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir…cin ve ins münacatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşeretini ondan taallüm ediyor ve hâkeza… “[100]

“Cenaâb-ı Hak her şeyiyle ins ve cinin nazarlarını müsebbib-ül esbab olan kendi zatına çeviriyor. “[101]

Rasulullah ezeli hutbesi olan Kur’an-ı ;”Bütün benî-Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.”[102]

Kudretini cinlere de gösteriyor. [103]

Cenâb-ı Hak,eğer insan isterse cinleri ve şeytanları da onun emrine verir,her işte istihdam edilebilir.Bunlar ağır her türlü kaba işler olduğu gibi,teknolojik,istihbarat, askeri her türlü işte çalıştırmak mümkündür.“Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervah-ı habiseyi teshir edip, şerlerini men ve umûr-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler: “O gün suçluları bukağılara vurulmuş (zincirlenmiş, kelepçelenmiş,birbirine bağlı) göreceksin” [104]ilâ âhir… “Şeytanlardan da onun için dalgıçlık yapan ve daha başka işler gören kimseleri emrine verdik;ve bunları gözetimimiz altında bulunduruyorduk.”[105]ilâ âhir… âyetiyle diyor ki: Yerin, insandan sonra, zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenab-ı Hakk’ın evamirine müsahhar olan bir abdine, onları müsahhar etmiştir. Cenab-ı Hak manen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime müsahhar olsan, çok mevcudat, hattâ cin ve şeytan dahi sana müsahhar olabilirler.”[106]

“Adli ve tarihi konularla faydalı olarak cinler çalıştırılabilir.”İşte beşerin, san’at ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bazan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habiseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.”[107]

İnsanın helaketi için cinlerde faaliyet göstermektedirler.İnsandan geri değillerdir.“Dine karşı yapılan şüphe ve taarruzlar aynı zamanda;”cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şübheleri..”dir.[108]

Kur’an ins ve cinin şüphelerini reddediyor. [109]

Cinler gaybı bilmezler. [110]

Kur’an, bütün ins ü cinnin bütün tabakalarını imana davet eder.[111]

Şimdiki medeniyetin gelişmesinde hem cin hem de şeytanların da katkıları vardır.“Bütün nev’-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra”[112]

“Hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet..”[113]

“Çok emarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cin ve melek ve ruhanîler dahi, tilaveti vaktinde pervane gibi etrafında hakperestane toplanmaları, Kur’anın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.”[114]

Benzeri getirilemiyen Kur’an;”Cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren”bir mucizedir.[115]

Sadece insanlar değil,küfranı nimet içinde bulunup,dini yalanlayan cinlerede yazık olacaktır. [116]

Rasulullah nübüvvetiyle cinleride minnettar ve mesrur etmiştir.[117]

Şu koca alem elbette cinler tarafından da doldurulmaktadır.[118]

Onlarda alemi ibadetleriyle şenlendirmektedirler.[119]

“Üstad cinlere ders veriyordu”

“Zübeyir Ağabey anlatıyor: ‘Üstad Hazretleri yatsıdan sonra bizi yanına almazdı. Bir gün içeride ne yapıyor diye merak ettim, kapıdan baktım. Baktım ki Üstad sedire oturmuş, karşısında ise bir takım sivri külahlı kimseler dizilmişler, onlara ders veriyor. Sonradan anladım ki Üstad Hazretleri cinlere ders veriyormuş. Neyse ben görünmeden oradan gittim. Üstad beni daha sonra yanına çağırdı. ‘Keçeli bir daha seni orada görmiyeyim’ dedi.”[120]

“Belki madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ esîr maddesinden, hattâ manalardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halkeder ki; hayvanatın pekçok muhtelif ecnasları gibi pekçok muhtelif ruhanî mahlukları, o seyyalat-ı latife maddelerinden halkeder. Onların bir kısmı melaike, bir kısmı da ruhanî ve cin ecnaslarıdır.”[121]

Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pekçok ecnas-ı muhtelifeleri vardır.[122]

“Eğer cinnîlerle görüşmek istersen:”De ki:Bana cinlerden bir zümrenin Kur’an-ı dinleyip şöyle dedikleri vahyolundu…”[123] surlu sureye gir, onları gör, dinle ne diyorlar? Onlardan ibret al. Bak, diyorlar ki:”Gerçekten biz hayranlık uyandıran,doğru yolu gösteren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik;artık Rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız.”[124]

Dünya cinler içinde bir tarla mesabesindedir.[125]

Rasulullah cinlerede rehberlik etmektedir.[126]

Cinlerde amellerinden sorumludurlar.Bazı mezheb ehlinin dedikleri gibi olmayıp,onlarda amellerinin karşılığını alacaklardır.“Evet âlem-i süflînin manevî tezgâhları ve küllî kanunları, avalim-i ulviyededir. Ve mahşer-i masnuat olan küre-i arzın hadsiz mahlukatının netaic-i a’malleri ve cin ve insin semerat-ı ef’alleri, yine avalim-i ulviyede temessül eder.”[127]

Rasulullah;” İslâmiyet’in -başta namaz olarak- esasatını, cin ve inse hediye getirmiştir.”[128]

Ve Mi’raçta;”Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş; cin ve inse hediye etmiştir.”[129]

“Rü’yet-i cemalullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü’mine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir.”[130]

“İnsan kâinatın kıymetdar bir meyvesi ve Sâni’-i Kâinat’ın nazdar sevgilisi olduğu, Mi’rac ile anlaşılmış ve o meyveyi cin ve inse getirmiştir.”[131]

Allah öyle büyüktür ki;“Bütün kâinatta cin ve ins ve melekte olan kemalât, onun kemaline nisbeten zaîf bir gölgedir..”[132]

Dünyadaki kahvaltı sofrasına cinlerde davet edilmişlerdir. [133]

Dünyada olduğu gibi,”Mahşerde ve dâr-ı âhirette cin “lerede hakları tam olarak verilecektir.[134]

Allah tüm varlıklar gibi,cinleride,cilve-i esmasıyla eşkalini tahdid ediyor, tanzim ediyor, birer miktar-ı muayyene veriyor.[135]

“Cin taifesi ve insan nev’i, birer güzel şahıs hükmünde tasvir ve tanzim ve icad edilmiştir. “[136]

“İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden”Allah’a sığınmalı.[137]

Cinlere ait mekanla ilgili bazı hususlarda yapılan keşifler ihatasız olduğundan bazı hata yorumlar olmuştur. [138]

“Muhaddisler nakl-i sahih ile İbn-i Mes’ud’dan beyan ediyorlar ki: İbn-i Mes’ud dedi: Batn-ı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin ecinnileri ihtida için Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnilerin geldiklerini haber verdi. Hem İmam-ı Mücahid, o hadîste İbn-i Mes’ud’dan nakleder ki: O cinniler bir delil istediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti. İşte cinn taifesine bir tek mu’cize kâfi geldi. Acaba bu mu’cize gibi bin mu’cizat işiten bir insan imana gelmezse, cinnilerin “Bizim sefihimiz (beyinsizimiz) Allah hakkında yalan söylüyordu.”[139]tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı?”[140]

“Cinler taifesi, melaikeler taifesi o Zât-ı Mübarek’i tanıyorlar ve nübüvvetini tasdik ediyorlar ki; onlar, onu tanıdıklarını, herbir taifesi, bazı mu’cizatını göstermekle gösteriyorlar ve nübüvvetinin tasdikini ilân ediyorlar.”[141]

Ve delilleri binlerdir.[142]

“Cinnîlerin ona iman ve itaati, mütevatirdir. Nass-ı Kur’an ve çok âyâtla musarrahtır.”[143]

“Cinnîler ise; onlar ile görüşmek ve görmek, değil sahabeler, belki avam-ı ümmet dahi çokları ile görüşmeleri çok vuku buluyor. Fakat en kat’î, en sahih haber ile eimme-i hadîs bize diyorlar ki: İbn-i Mes’ud “Batn-ı Nahl’de ecinnilerin ihtidası gecesinde, ecinnileri gördüm ve Sudan kabilesinden Zutt denilen uzun boylu taifeye benzettim, onlara benziyordular.”[144]

“Hem meşhurdur ve hadîs imamları tahric ve kabul ettikleri Hazret-i Hâlid İbn-i Velid vak’asıdır ki: Uzza denilen sanemi tahrib ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazret-i Hâlid, bir kılınç ile o cinniyeyi iki parça etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hâdise için ferman etmiş ki: “Uzza sanemi içinde ona ibadet ediliyordu, daha ona ibadet edilmez.”[145]

“Hem Hazret-i Ömer’den meşhur bir haberdir ki, demiş: “Biz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asâ, “Hâme” isminde bir cinnî geldi, iman etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona kısa surelerden birkaç sureyi ders verdi. Dersini aldı, gitti. Şu âhirki hâdiseye, çendan bazı hadîs imamları ilişmişler; fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her ne ise, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok; misalleri çoktur.”[146]

“Hâtif” denilen, şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın geleceğini mükerreren haber vermişler. “[147]

“Zeyyab İbn-ül Haris’e hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâmı olmuş:”Ey Zeyab,ey Zeyab!En hayret verici bir haberi dinle;Muhammed,kitab ile gönderildi.Mekke’de insanları hakka davet ediyor.Fakat davetine uyulmuyor.

Yine bir hâtif-i cinnî, Sâmia İbn-i Karret-il Gatafanî’ye böyle bağırmış, bazılarını imana getirmiştir: “Hak gelip parladı;bâtıl ise yıkıldı ve sökülüp atıldı.”Bu hâtiflerin beşaretleri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur.”[148]

Rasulullahın doğumuyla cin taifesinin gaybi haberleri kesintiye uğradı. [149]

Rasulullah gelmesiyle, “cinn ü inse saadet-i ebediyeye yol göster”miştir. [150]

Kur’an ins gibi,cinlerinde makbulü ve merğubudur.[151]

Kur’anın hükümleri insanlar gibi,tüm cinlere de şamildir.[152]

O zat cininde seyididir.[153]

Davasını cinlere de işittiriyor.[154]

Kur’an onlara da rehberlik ediyor.[155]

Cinler içinde hakiki saadet; iman-ı billah, marifetullahtır. muhabbetullahtır.[156]

Ölüm onlar içinde bir ikazcıdır. [157]

Her yaptıklarının boşa gitmeyip,kaydedildiğinin müjdesini veriyor. [158]

Ve cinn ü insin bir kısmı saadet-i ebediyeye ve bir kısmı da şekavet-i ebediyeye mazhar olacaktır.[159]

“Cinn ve insin amelleri âhiret pazarına gönderiliyor.[160]

Onlardaki mübarek zatlar dahi;rasulullah için,âhiretin husulü için dua etmektedirler.[161]

Rasulullahın gelmesiyle,müstaid olan cinn ve ins;Cennet ve dâr-ı âhiret, cinn ve ins ile şenlenecek.[162]

İnsi ve cini şeytanlar şirketleşe çalışmaktadırlar.“Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen; hizb-ül Kur’anın fedakâr hâdimlerini hubb-u câh vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o manevî ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar.”[163]

“Evet şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler. “[164]

Kur’an-ın bu asra bakan bir tefsiri olan Risale-i Nur,insanlar gibi cinler tarafından da okunmaktadır.Böyle bir hakikata elbette onlar bîgane kalamazlar.

Lisanından saçılır nur

“Cinnî okur, insan okur

Hûr-u Cennet işte bu “Nur”

Gönüllerde cânân gibi”[165]

“Kur’an-ı Hakîm’in ruh-u hizmetine zıd olan”vaziyetlerden ,”şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmek..”tedirler.[166]

“Cinn ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlukların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri…”[167]

Kötü fikirli insanlar,cin fikirli insanlar olarak nitelendirilmiştir.Bu da onlarda akış duygusunun farklı olarak gelişmiş olduğundan ileri gelir. [168]

“Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva’-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar.”[169]

“Fenalık ve hevesat yolu, tahribat olduğu için gayet kolaydır. Şeytan-ı ins ü cinnî çabuk insanları o yola sevkediyor.”[170]

“İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ü cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın muhkemat kal’asına gir ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..”[171]

“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir. Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki: “İnsan suretindeki gayet şerir ervah-ı habise, öldükten sonra şeytan olur.” [172]

“Haşrin mahkeme-i kübrasında mizan-ı azîm-i adaletinde cinn ve insin müvazene-i a’mallerini istib’ad edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu müvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib’adı kalmaz.”[173]

“Cennet’i ve saadet-i ebediyeyi cinn ve inse ihzar “etmiştir.[174]

“Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde, dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatmasına mukabil, tamamıyla şeytan-ı cinî ve insîyi de susturacak…”hakikatlar Risale-i Nur’da vardır.[175]

İns gibi cinnilerde kendi güzelliklerini Allah’ın nazarına arzetmektedirler.[176]

“Sadece bir haykırış olacak;ve hemen hepsi huzurumuza çıkarılmış bulunacaktır.”[177]fermanıyla yani: “Bütün ins ve cinn, birtek sayha ve emr ile yanımızda meydan-ı haşre hazır olurlar.”[178]

Hem “Sizin bütününüzün yaratılması,tekrar diriltilmesi,bir tek kişinin yaratılması,diriltilmesi gibidir;muhakkak ki Allah işitendir,görendir.”[179]”âyetiyle, yani: “Ey insanlar!. Sizin icad ve ihyanız ve haşr ü neşriniz, birtek nefsin ihyası gibi kolaydır. Kudretime ağır gelmez” mealinde bulunan şu üç âyetin sırrıyla, aynı emir ile, aynı kolaylıkla bütün ins ve cinleri ve hayvanı ve ruhanî ve melekleri haşr-i ekberin meydanına ve mizan-ı a’zamın önüne getirir. “[180]

“Ya Rabbi! Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cinn ve insin şerlerinden muhafaza eyle” vesile yapmalı..[181]

“Cinnî ve insî şeytanlar ve muzır maddelerin umûr-u şerriyede ve ademiyede istimalleri dahi, yine kudret-i Sübhaniyeyi gadirden ve haksız itirazlardan ve şekvalara hedef olmaktan kurtarmak ile takdis ve tesbihat-ı Rabbaniyeye ve kâinattaki bütün kusurattan müberra ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar. “[182]

“Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder. “[183]

“Ey cin ve insan topluluğu!İçinizden size âyetlerimizi anlatan ve bugüne ulaşacağınızı size haber verip uyaran peygamberler gelmedi mi?”[184]

âyet-i celileleri mucibince cinlerden de peygamber geldiği bildiriliyorsa da, bu husustaki müşkilin halli için vaki’ suale, üstadımızın verdiği cevabdır:

Aziz kardeşim!Hakikaten senin bu sualinin çok ehemmiyeti var. Fakat Risale-i Nur’un en ehemmiyetli vazifesi, beşeri dalaletten ve küfr-ü mutlaktan kurtarmak olmasından, bu çeşit mes’elelere sıra gelmiyor, onlardan bahis açmıyor. Selef-i Sâlihîn dahi çok bahsetmemişler. Çünki öyle gaybî ve görünmeyen işlerde sû’-i istimal düşer. Hem şarlatanlar, hodfüruşluklarına bir vesile yapabilirler. Nasılki şimdi ispirtizmacılar “cinler ile muhabere” namıyla şarlatanlık yapıyorlar; dinin zararına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya’dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiş. Hem Risale-i Nur bu zamanda bir taun-u beşerî olan maddiyyunluk fikrini ibtal etmek için cinnî ve ruhanîlerin vücudlarını kat’î hüccetler ile isbat etmeye çalışmış, bu mes’eleye üçüncü derecede bakmış, tafsilini başkalara bırakmış. Belki inşâallah Risale-i Nur’un bir şakirdi, Sure-i Rahman’ı tefsir edip bu mes’eleyi de halleder.”[185]

“Cinn ve insin Şeyhülislâmı Zenbilli Ali Efendi.”[186]

Cinler tüm haseneleri ve kelime-i tayyibeleriyle kâinatı güzelleştirmektedirler.[187] Kur’an“Bütün cinn ve insin binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukûl ve kulûb ve ervahının herbirisine lâyık gıdaları veriyor, dağıtıyor.”[188]

“O vakti hatırla ki,Rabbin meleklere:”Yer yüzünde bir halife yaratacağım.”demişti ”[189] Cenab-ı Hak müşavere yolunu öğretmek ile beşerin hilafetindeki hikmetin sırrını melaikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi. Sâmiin zihni, üç noktayı nazara alarak harekete geçti: 1- Melaike ne dediler? 2- Taaccüble hikmeti sordular. 3- Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gazabiye ve şeheviye halkedilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesad yapacaklardır.”[190]

“Amma meşhur olan manaya nazaran, o idrakli mahluk, cinlerden bir nev’ imiş; yaptıkları fesaddan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir.”[191]

İslamdan önce cinlerede ibadet ediliyordu.[192]

“Kezalik bu kesif âlemde ruhanîleri deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men’edecek bir mani yoktur.”[193]

“Cinnî şeytanlara üstad olan ey şeytan-ı insî!”bazende insan cine üstadlık yapmaktadır. [194]

Cinin mekrinden emin olmak,ondan kaçmakla olmaz.[195]

Onların hedefi olmaktan bizi kurtarmaz. [196]

Rasulullah;”bilhassa cinn ü inse en âlî bir hediye, en mükemmel bir rehber, en mukaddes bir mürşid olarak, Kur’an-ı Hakîm’i bırakmışlardır.”[197]

“İblis’in en mühim bir desisesi olarak kendine tabi olanlara kendini inkâr ettir..”mektedir.[198]

Risale-i Nur; vahdaniyet hakikatlarını ins ü cinnin enzarına arzedip isbat etmektedir.[199]

“Bazı has kardeşlerim şahsıma hizmette dikkatsizlik ettiklerinden, onların bana karşı acımasını noksan gördüğümden bazan hiddet ve tekdir ettiğim vakit kalbime geldi ki: O bîçareler ziyade hüsn-ü zanla tahmin ediyorlar ki, “Üstadımız istese belki bazı ruhanîler, cinnîler de hizmet edecekler, belki ediyorlar. Hizmet-i Nuriyede inayetin aşikâre cilvesi gösteriyor ki, onun şahsının perişaniyetine meydan verilmiyor ve şefkatimize muhtaç değil.” diye hizmette bazı kusurları oluyor.” ([200])

“Târik-üd dünya ehl-i riyazetin arzu ve kabul ettikleri ruhanî, cinnî hüddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum vakitte en güzel ilâç getirseler, hakikî ihlas için kabul etmemeğe kendimi mecbur biliyorum. Hattâ berzahtaki evliyadan bir kısmı temessül edip bana helva baklavaları hizmet-i imaniyeye hürmeten verseler, yine onların elini öpüp kabul etmemek ve uhrevî, bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yememek için nefsim de kalbim gibi kabul etmemeğe rıza gösteriyor.”[201]

“Dünyada insî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul oldukları”bir vakıadır.[202]

“Nurlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç has kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhanî bir meşreb ile meşgul edip, hizmet-i imaniyeye karşı zaîfleştirmek için bazı şahıslar ispirtizma denilen ölülerle muhabere namı altında cinnîlerle muhabere etmek gibi hattâ bazı büyük evliyalarla, hattâ peygamberlerle güya bir nevi konuşmak gibi eski zamanda kâhinlik denilen, şimdi de medyumluk namı verilen bu mes’ele ile bazı kardeşlerimizi meşgul ediyorlar. Halbuki:

Bu mes’ele, felsefeden ve ecnebiden geldiği için ehl-i imana çok zararları olabilir ve çok sû’-i istimalata menşe’ olmakla beraber içinde bir doğru olsa, on yalan karışıyor. Çünki doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mihenk, bir mikyas olmadığından ervah-ı habise ve şeytana yardım eden cinnîlerin bu vesile ile hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyet’e zarar vermek ihtimali var. Çünki maneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken kendilerini, ervah-ı tayyibe zannettirip belki kendilerine bazı büyük veliler namını verip, İslâmiyet’in esasatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikatı tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler.”[203]

“Rü’ya-yı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer’iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki, o konuşan ervah-ı tayyibe değildir, mü’min ve müslüman cinnî de değildir, ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor.”[204]

“Bu gayet şiddetli hastalığıma karşı sabır ve tahammül niyaz ettim. Rahmet-i İlahiyeden rica ettim, birden kalbime geldi ki: Ekser hayatımdaki zahmetlerde bir inayet ve rahmet cilvesi bulunduğu gibi, inşâallah bunda da o cilve-i rahmet var ki, cinnî ve insî şeytanların ve dinsizlerin seni zehirlendirmek ve susturmaya çalışmaları, vazifenin tamam olmasına ve istirahatine rahmet-i İlahiye bir vesile oldu ki, geçen sene İşarat-ül İ’caz Tefsiri ve Mesnevî-i Arabî’yi bir sene müddetle ders vermeye başlamıştım. Gizli düşmanlarım cinnî ve insî şeytanlar, beni susturmaya desaisleri ile çalıştıkları halde, rahmet-i İlahiye hem İşarat-ül İ’caz’ın, hem Mesnevî-i Arabî’nin Türkçesini ihsan etti…”[205]

Şeytan ise;

“Hem şu mahdud arz, hadsiz mu’cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıt konulmadığı için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuştur. Enbiyadan, evliyadan tut, tâ nemrudlara, tâ şeytanlara kadar uzun bir meydan-ı imtihanları peyda olmuştur. Madem öyledir, elbette firavunlaşmış şeytanlar, hadsiz şeraretiyle semaya ve ehline taş atacaklar.”[206]

“Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[207]

“Yüksek kalelerin muhkem burçlarından atılan mancınıklar ve işaret fişeklerine benzeyen şu hâdisat-ı necmiye, bu recm-i şeytana ne kadar enseb düştüğü bedaheten anlaşılır.”[208]

“Müzahrefat-ı arziyenin mümessilât-ı habiseleri olan casus şeytanları, temiz ve temizlerin meskeni olan semayı telvis etmemek ve nüfus-u habise hesabına tecessüs ettirmemek için, edebsiz casusları korkutmak için atılan mancınıklar ve işaret fişekleri misillü, o şeytanları ebvab-ı semadan o şahablarla red ve tarddır.”[209]

“Senin gibi bir şeytan onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur. Hem ey şeytan! Bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalalet ve safsata ve inad ve mugalata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle çok muhalatı intaç eden inkâr ve küfrü, o bedbaht insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun!”[210]

“Şeytan der: Bunlara karşı gelemem. Müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar ve insan suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar ve feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini okşayan mes’eleleri benden ders alıyorlar. Senin bu gibi sözlerin neşrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem!”[211]

“Kur’an ifham ettiği misillü; melaikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, Şeytan’ın secde etmemesi olan hâdise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor. Şöyle ki: Kur’an, şahs-ı Âdem’e melaikelerin itaat ve inkıyadını ve Şeytan’ın tekebbür ve imtinaını zikretmesiyle; nev’-i beşere kâinatın ekser maddî enva’ları ve enva’ın manevî mümessilleri ve müekkelleri müsahhar olduklarını ve nev’-i beşerin hassalarının bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nev’in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev’-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne büyük bir engel, ne müdhiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, bir tek Âdem’le (A.S.) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev’-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.”[212]

“Sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan rûy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yapmayınız.”[213]

“Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şübheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah” dedirtir. Ye’se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karşı sû’-i edebde bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister.”[214]

“O çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünki hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zâten şeytanın da istediği odur.”[215]

“Şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez.”[216]

“Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrür eder.”[217]

“Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli, “Eûzü billahi mineşşeytanirracim” demeli.”[218]

“Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen, a’lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.”[219]

“Âdem’e, melaikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat müsahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlukatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.”[220]

“Yapılan tüm menfilikler şeytan hesabına geçer.”o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’an güneşini üflemekle söndürmeğe ahmak çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları…”[221]

“Siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir.”[222]

“Evet şeytanlar, güya ene’nin gaga ve pençesiyle dinsiz feylesoflarının akıllarını havaya kaldırıp dalalet derelerine atıp dağıtmıştır. Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tagutlardandır.””Kim tağut’u (Sapkın güç ve azgınlığa sevkeden,şeytan) tanımayıp Allah’a iman ederse,kopması imkansız olan sağlam kulpa yapışmıştır.Allah her şeyi işiten,her şeyi bilendir.”[223]

Menhus şahıs tüm işlerini şeytanın himmeti ve yardımıyla yapmaktadır.

“Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyat-ı medeniyeti ve kemal-i san’atı; kendimce, âhireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserisini bu yola şeytanın himmetiyle sevkettim ve ediyorum.”[224]

“İstibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş. “[225]

“Siyaset, Efkârın Âleminde Bir Şeytandır; İstiaze Edilmeli!”[226]

“İnadın Gözü, Meleği Şeytan Görür. İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine “melek” der, rahmeti de okutur. Muhalif tarafında eğer meleği görse; libasını değişmiş, onu şeytan zanneder, adavet lanet eder.”[227]

“İKİNCİ SUALİNİZ: Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenab-ı Hak, şeytanı ve şerleri halketmiş, hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabihin halkı kabihtir?

İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünki çok netaic-i mühimme için halkolunmuşlardır. Meselâ: Melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrudlardan, firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatıyla ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû’-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.””[228]

“Eğer sual etseniz ki: Bi’set-i enbiya ile beraber şeytanların vücudundan ekser insanlar kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor. “El-hükmü lil-ekser” kaidesince, ekser ondan şer görse, o vakit halk-ı şer şerdir, hattâ bi’set-i enbiya dahi rahmet değil denilebilir?

İşte nev’-i beşer bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüzbinlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemmiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nev’inden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.”[229]

“Meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola…”[230]

“Hazret-i İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel, Ebî Said-il Hudrî’den tahric ve tashih eder ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Katade İbn-i Nu’man’a karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: “Sana lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman, bir siyah şahıs gölge göreceksin. O, şeytandır. Onu hanenden çıkar, tardet.” Katade değneği alır, gider. Yed-i beyza gibi ışık verir. Evine gider; o siyah şahsı görür, tardeder.”[231]

“Ehl-i siyer ve hadîs, müttefikan haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı öldürtmek için, kat’î ittifak ettiler. Hattâ insan suretine girmiş bir şeytanın tedbiriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için, her kabileden lâakal bir adam içinde bulunup, ikiyüze yakın, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in taht-ı hükmünde olarak, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hane-i saadetini bastılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında Hazret-i Ali vardı. Ona dedi: “Sen bu gece benim yatağımda yat.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hanenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı, bir parça toprak başlarına attı. Hiç birisi onu görmedi, içlerinden çıktı gitti. Gâr-ı Hira’da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş’e karşı ona nöbetdar olup, muhafaza ettiler.”[232]

“Ehl-i zındıkanın üstadı, şeytandır. Şeytan ilzam edilmezse, onun mukallidleri kanmazlar. Kur’an-ı Hakîm, kâfirlerin galiz tabirlerini reddetmek için zikrettiğinden bana bir cesaret verildi ki; bu şeytanî olan mesleğin bütün bütün çürüklüğünü göstermek için, -farz-ı muhal suretinde- hizb-üş şeytanın efradı, mesleklerinin iktizasıyla kabul etmeye mecbur oldukları ve ister istemez manen meslek diliyle diyecekleri ahmakane tabiratlarını titreyerek istimal ettim. Fakat o istimal ile onları kuyu dibine sıkıştırıp, meydanı baştan başa Kur’an hesabına zabtettik, onların foyalarını meydana çıkardık.”[233]

“Desise-i Şeytaniye: Tama’ yüzünden çoklarını avlıyorlar.”[234]

“Desise-i Şeytaniye: Ehl-i dalaletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zaîf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler.”“[235]

“Desise-i Şeytaniye şudur ki: İnsandaki tenbellik ve tenperverlik ve vazifedarlık damarından istifade eder. Evet şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler.”[236]

“Sual: Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenab-ı Hak rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka tarafdar olduğu, hem hak ve hakikatın cazibedar güzellikleri ve mehasinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalaletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalaleti tenfir ettikleri halde, hizb-üş şeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakk’a sığınmasının sırrı nedir?

Elcevab: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalalet ve şerr, menfîdir ve tahribdir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrib eder. Evet bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için “Et-tahribü eshel” durub-u emsal hükmüne geçmiş.”[237]

“İşte bu sır, Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta “Yezdan” namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri “Ehriman” namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz’-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır.”[238]

“İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a ilticadır. Ve kal’anız Sünnet-i Seniyedir.”[239]

“Hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığı…Çünki, şeytan cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.”[240]

“İblis’in en mühim bir desisesi: Kendini, kendine tabi olanlara inkâr ettirmektir.”[241]

“Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır, der ki: “Bir tek zât, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes’eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.

Elcevab: Şeytanın bu desisesini susturan sır: “Allahü Ekber”dir. Ve cevab-ı hakikîsi de “Allahü Ekber”dir. Evet “Allahü Ekber”in ziyade kesretle şeair-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünki insanın âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatları “Allahü Ekber” nuruyla görüp tasdik ediyor ve “Allahü Ekber” kuvvetiyle o hakikatları taşıyor ve “Allahü Ekber” dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki: Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedviri bilmüşahede görünüyor. ”[242]

“Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.”[243]

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler. “[244]

“İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hatıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve “Euzü billahimineş-şeytanir-racim” de, Cenab-ı Hakk’a ilticada bulun.”[245]

“Şeytanın dahi, manevî terakkiyat-ı beşeriyenin zenbereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebeb olduğundan, o nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir.”[246]

“Vücud kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücud âlemleri “Elhamdülillah Elhamdülillah” ve bütün adem âlemleri “Sübhanallah Sübhanallah” derken ve ihatalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken; birden meleklere imanın bu meyvesi tecelli eder, mes’eleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. “Allah göklerin ve yerin nurudur.”[247] âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.”[248]

“Bu sure-i azîme-i hârika:[249] “Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder.”[250]

“Sonra birisi sordu ki: “O öldüğü zaman İstanbul’da Dikili Taş’ta şeytan dünyaya bağıracak ki; filan öldü.” O vakit ben dedim: “Telgrafla haber verilecek.” Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dâr-ül Hikmet’te iken dedim: “Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek.”[251]

“Hem meselâ, meşhur olmuş ki; İslâm Deccalı öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbul’da Dikili Taş’ta bütün dünyaya bağıracak ve herkes o sesi işitecek ki: “O öldü.” Yani pek acib ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.”[252]

“Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[253]

“Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?

Cevab: Yoktur. Çünki san’at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.”[254]

“Evet melaike ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler.”[255]

“Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halketmiştir. “[256]

“Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha âsi, daha tâgi, daha şakî değiller.”[257]

“Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilaheleri, böyle zalimane tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.”[258]

“Kâfirlerin medeniyeti ile mü’minlerin medeniyeti arasındaki fark:

“Birincisi, medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs içi pis, sureti me’nus sîreti makûs bir şeytandır…”[259]

“Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeğe ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını kırmağa muvaffak olmuşlardır. Kezalik Kadirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tagutlarını tar ü mar etmişlerdir.”[260]

“İnsan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder.”[261]

“Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve herşey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.” Hazret-i İsa Aleyhisselâm demiş ki:Yani: “Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenab-ı Hakk’ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin? diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû’-i edebdir, ubudiyete münafîdir.”[262]

“Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[263]

“Amma şeytanın talebesi olan nefs-i emare…”[264]

“İnsanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.”[265]

“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.”[266]

“Hadisce sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen rü’yada şeytan o rü’yaya karışamıyor. “[267]

“… Bu zamanda, zındıka dalâleti İslâmiyete karşı muharebesinde nefs-i emmarenin plâniyle şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağiyle, dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuş yolunu genişlettirmeye çalışarak çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar; belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.”

Peki yalan mı bunlar? Fuhşu teşvik ve nikâhı imha eden fâhişeler gürûhu inkâr mı ediliyor? Gizli ve âşikâr fuhuşla ve devlet eliyle mücadele yok mu? Ceza Kanunu, Fuhuşla Mücadele Nizamnamesi ve ahlâk zabıtası bunlarla geceli gündüzlü mücadele etmiyor mu?”[268]

Mehmet ÖZÇELİK

19-05-2003

[1] Ahkaf.29-31.

[2] Rahman.14-15.

[3] Rahman.35.

[4] Neml.39.

[5] Zariyat.56.

[6] Neml.65.

[7] Nas.1-6.

[8] Cinlerin Esrarı.227-229,Enbiya.82,Neml.17,39,Sebe’.12-13.Sad.37-39.

[9] Age.239-244.

[10] Bak.İsra.57.

[11] Kehf. 50,Rahman.39,Cin,2,10-11.

[12] En’am.130,Cin.2,4,11,13.

[13] Cinlerin Esrarı.İmam-ı Şibli.Tercüme.M.ferşad.sh.65,67.

[14] Age.112-124,Nahl.72,Rum.21,Nisa.3,Cin.6.

[15] Talak.12.

[16] Bak.Cinlerin Esrarı.age.174-175,Bak.Zümer.71.

[17] Age.214-220,225-227.

[18] Feyizlerden Damlalar.M.Özdağ.sh.25,96.

[19] Cinlerin esrarı.age.106-107.

[20] Age.134-145.

[21] Age.153-154,158,Cin.8.

[22] Age.266-267,256-274.

[23] En’am.112-113.

[24] En’am.128.

[25] A’raf.179.

[26] Hicr.27.

[27] Şuara.212.

[28] Neml.39.

[29] Sebe’.12,14.

[30] Cin.1-3.

[31] Cin.8-10.

[32] Cin.19,25.

[33] Nâs.1-6.

[34] En’am.100.

[35] Rahman.15.

[36] Zâriyat:” 56-57.

[37] Cin.16-17.

[38] Cin.11-14.

[39] Ahkaf.29-31,Cin.1-15.

[40] Cin.4-7.

[41] Cin.15.

[42] Kehf.50.

[43] Yasin.60.

[44] Nisa.119,Nur.21, Bakara.168-169.

[45] A’raf.200,Mü’minun.97-98.

[46] Sad.74.

[47] Sad.77-78.

[48] Sad.79.

[49] A’raf.12.

[50] Hicr.27.

[51] Hicr.76.

[52] En’am.112-113,Nas.6.

[53] Hıcr.17-18,Şuara.212,Saffat.7-10,Mülk.5,cin.8-9.

[54] Bakara.166,208-209,En’am.142,A’raf.16-17,27,Yusuf.5,Hıcr.39-40,Ta-ha.116-117,Hac.52,Fatır.6,Yasin.60-61,Zuhruf.62.

[55] Bakara.169,Nisa.14,118-119,En’am.128,A’raf.200,Nur.21,Sad.82-83.

[56] Nas.5.

[57] A’raf.201,Hıcr.39-40,İsra.65.

[58] Nisa.119-120,A’raf.20-21,İsra.63-64.

[59] En’am.112.

[60] En’am.112-113.

[61] Bakara.208-209,Nisa.38,119-120,En’am.128,142,A’raf.18,Hicr.41-44,İsra.63-64,Kehf.50-51,Nur.21,Şuara.221-223,Lokman.33,Fatır.5,Sad.84-85,Fussilet.36,Zuhruf.36-39.

[62] Hicr.42,Nahl.99-100,İsra.65,Sad.82-83.

[63] Nisa.38,Fussilet.25,Zuhruf.36-38,Kaf.27.

[64] Hac.52-55.

[65] Bakara.257,Nisa.38,76,En’am.71,A’raf.27,201-202,Enfal.48,Meryem.83,Furkan.55,Şuara.221-223,Fussilet.25.

[66] Mücadele.19-20,Haşr.16-17.

[67] A’raf.200,Nahl.98,Mü’minun.97-98,Fussilet.36,Nas.1-6.

[68] Bakara.256-257,Nisa.51,60,76,Maide.60,Nahl.36,Zümer.17.

[69] Bakara.34,A’raf.11-13,Hicr.28-33,İsra.61-62,Kehf.50,Taha.116,Sad.71-76.

[70] A’raf.11-18,Hicr.34-35,İsra.62-63.

[71] Hıcr.35,Sad.78.

[72] A’raf.14-15,Hicr.36-38,İsra.62,Sad.79-81.

[73] Enbiya.29.

[74] Sebe.21.

[75] Nisa.118-119,A’raf.18,İsra.62-63,Sad.77.

[76] Neml.39.

[77] Kehf.50.

[78] Bak.Cinlerin esrarı.315.

[79] Cinlerin esrarı.age.90-94.

[80] Age.329.

[81] Cin.1-2.

[82] Cin.1.

[83] Sad.35,Bak.Cinlerin esrarı.age.sh.74.

[84] Sözler.23.

[85] Sözler.52.Haşiye.1.

[86] Sözler 75 *Haşiye 1,Lemalar. 55.

[87] Sözler 102.

[88] Sözler 104.

[89] Sözler 123.

[90] Sözler 123,131.

[91] Sözler.135.

[92] Sözler.136.

[93] Sözler.176.

[94] Sözler.178.

[95] Sözler.180.

[96] Rahman.33.

[97] Mülk.5.

[98] Sözler 180-181, 264, 373, 412Mektubat.186,İşarat-ül İ’caz 132.

[99] Mesnevi-i Nuriye.205.

[100] Sözler 185,Mektubat 311.

[101] Sözler 201.

[102] Sözler 236.

[103] Sözler 251.

[104] İbrahim .49.

[105] Enbiya.82.

[106] Sözler 258,Şualar 58.

[107] Sözler 258.

[108] Sözler 365.

[109] Sözler 384.

[110] Sözler 387.

[111] Sözler 390.

[112] Sözler 407.

[113] Sözler 412.

[114] Sözler 448,Şualar 137.

[115] Sözler 452,Lemalar 68,Şualar 244.

[116] Sözler 454, Şualar 246,Mesnevî-i Nuriye 95.

[117] Sözler. 459,Şualar 252.

[118] Sözler 504.

[119] Sözler 505.

[120] Son Şahitler.Necmettin Şahiner.4/105.

[121] Sözler 507.

[122] Sözler 509.

[123] Cin.1.

[124] Cin.1-2.Sözler.514.

[125] Sözler 556.

[126] Sözler 577.

[127] Sözler 580.

[128] Sözler 581.

[129] Sözler 582.

[130] Sözler 583.

[131] Sözler 583.

[132] Sözler 617.

[133] Sözler 623,Lemalar.349.

[134] Sözler.624.

[135] Sözler 628.

[136] Sözler 631.

[137] Sözler .774.

[138] Mektubat. 82.

[139] Cin. 4.

[140] Mektubat .128.

[141] Mektubat .152.

[142] Mektubat .154,158.

[143] Mektubat .156.

[144] Mektubat 157.

[145] Mektubat .157.

[146] Mektubat .157.

[147] Mektubat .175.

[148] Mektubat .175,Şualar.629.

[149] Mektubat 178,185,187, 389), Lemalar 280,282,Barla Lâhikası 287,244.

[150] Mektubat 179.

[151] Mektubat .190.

[152] Mektubat 192,193.

[153] Mektubat 193.

[154] Mektubat 194, 198,Mesnevî-i Nuriye 24,53.

[155] Mektubat.212.

[156] Mektubat.222.

[157] Mektubat.226.

[158] Mektubat 226,Mesnevî-i Nuriye 204.

[159] Mektubat.252.

[160] Mektubat.293.

[161] Mektubat.300.

[162] Mektubat.303.

[163] Mektubat 412,Barla Lâhikası 316.

[164] Mektubat.426.

[165] Mektubat.521.

[166] Lemalar 44.

[167] Lemalar 65.

[168] Lemalar 69.

[169] Lemalar 73,Şualar 258.

[170] Lemalar.77.

[171] Lemalar 78,Mesnevî-i Nuriye 8.

[172] Lemalar 82.

[173] Lemalar .309.

[174] Lemalar 371,372,Şualar 56,57,191.

[175] Lemalar.386.

[176] Lemalar 430,Şualar 188.

[177] Yasin.53.

[178] Şualar 161.

[179] Lokman28.

[180] Şualar 161,656.

[181] Şualar .257.

[182] Şualar 262.

[183] (Şualar .266.

[184] En’am.130.

[185] Şualar.337-338.

[186] Şualar.385.

[187] Şualar 645,642.

[188] İşarat-ül İ’caz 7, 226.

[189] Bakara.30.

[190] İşarat-ül İ’caz.199.

[191] İşarat-ül İ’caz 201.

[192] İşarat-ül İ’caz 220.

[193] Mesnevî-i Nuriye 138.

[194] Mesnevî-i Nuriye 181,265.

[195] Barla Lâhikası 27,59,134.

[196] Barla Lâhikası .53,63.

[197] Barla Lâhikası 89,93,119.

[198] Barla Lâhikası 152.

[199] Kastamonu Lâhikası 70.

[200] Emirdağ Lâhikası-2 /12.

[201] Emirdağ Lahikası.2/12-13.

[202] Emirdağ Lahikası.2/133.

[203] Emirdağ Lahikası.2/155.

[204] Emirdağ Lahikası.2/156.

[205] Emirdağ Lahikası.2/226.

[206] Sözler.178.

[207] Sözler.179.

[208] Sözler.180.

[209] Sözler.182.

[210] Sözler.188.

[211] Sözler.192.

[212] Sözler.246.

[213] Sözler.262.

[214] Sözler 274,lem’alar.74.-89.

[215] Sözler.275.

[216] Sözler.276.

[217] Sözler.278.

[218] Sözler.278.

[219] Sözler.328.

[220] Sözler.401.

[221] Sözler.461.

[222] Sözler.483.

[223] Sözler.544,Bakara.256,257,Nisa.51,60,76,Nahl.36,Zümer.17.

[224] Sözler.632.

[225] Sözler.707.

[226] Sözler.717.

[227] Sözler.718.

[228] Mektubat.43-44,Lemalar.70-71.

[229] Mektubat.44.

[230] Mektubat.49.

[231] Mektubat.137.

[232] Mektubat.158.

[233] Mektubat.336.

[234] Mektubat.417.

[235] Mektubat.424.

[236] Mektubat.426.

[237] Lemalar.70.

[238] Lemalar.73.

[239] Lemalar.73.

[240] Lemalar.74.

[241] Lemalar.82.

[242] Lemalar.87,Mesnevi-i Nuriye.181.

[243] Lemalar.87-88.

[244] Lemalar.88.

[245] Lemalar.89.

[246] Şualar.31.

[247] Nur.35.

[248] Şualar.262.

[249] Felak suresi.

[250] Şualar.266.

[251] Şualar.359.

[252] Şualar.581.

[253] Şualar.593.

[254] İşarat-ül İcaz.67.

[255] İşarat-ül İcaz.107.

[256] İşarat-ül İcaz.205.

[257] Mesnevi-i Nuriye.75.

[258] Mesnevi-i Nuriye.87.

[259] Mesnevi-i Nuriye.89.

[260] Mesnevi-i Nuriye.103.

[261] Mesnevi-i Nuriye.158.

[262] Mesnevi-i Nuriye.170,Lemalar.130,Bak.Cinlerin esrarı.İmam-ı Şibli.Mütr.M.Ferşad.Sh.416-417.

[263] Mesnevi-i Nuriye.183.

[264] Mesnevi-i Nuriye.217.

[265] Mesnevi-i Nuriye.224.

[266] Kastamonu Lâhikası 18,Sikke-i Tasdik-i Gaybî 29.

[267] Sikke-i Tasdik-i Gaybî.21.

[268] Tarihçe-i Hayat.657-658.




PEYGAMBERLERE İMAN

PEYGAMBERLERE İMAN

Hadiste:”Biz peygamberler topluluğu evlatlar gibiyiz,dinimiz birdir (baba gibi)”buyurulur.

Her yönüyle temelde birleşen bu zatlar,mümtaz özelliklere sahiptirler.[1]

Onlara iman;imanın esasındandır.[2]

Nebi;Haber getiren,[3] haber veren [4] anlamınadır.

Nebi;yeni bir kitab ve şeriatla gelmeyip,kendinden evvelki rasulün getirdiği kitab ve şeriatı devam ettirendir.[5]

Böylece;Allah taâlanın kullarına dinlerini bildirmek için görevlendirdiği muhterem ve günahtan korunmuş kimselerdir.

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerimde beşerin hidayet ve salâhına,düşmüş oldukları zulmet ve bataklıktan kurtulmalarına,hâsılı o kavmin ve ümmetin birer güneşi olan peygamberlerden ve nebilerden bahsederken şöyle buyurmaktadır:”İnsanlar bir tek ümmetti. (Kimi iman etmek,kimi küfre sapmak suretiyle ihtilafa düştüler.) Binaenaleyh Allah (rahmetinin) müjdeciler (i,azabının) haberciler (i) olmak üzere (onlara) peygamberler gönderdi. Ve beraberlerinde –insanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için- hak (ve gerçek) kitablarda indirdi.”[6]

Kur’an-ı Kerim dört esası takib etmektedir. Bunlar;Tevhid,Haşir,Nübüvvet ve Adâlettir. Peygamberlik Kur’anın dörtte birini oluşturmaktadır.Peygamberler;”Nev’i beşerin en nurani ve en mükemmeli”[7] olup,hepsi Tevhid hakikatını dâva etmekte müttefik olarak,”Beşeri, hayvaniyet mertebesinden melekiyet derecesine çıkarmak için,onları imanı billaha davet ile ders veriyorlar.”[8]

Peygamberlerin meslek ve ibadetteki farklılıkları konusunda Bediüzzaman hazretleri şu tesbiti yapar:” İtikad ve amelde, usûl ve ahkâm-ı esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehiddirler. İhtilaf ve tefavütleri, ancak füruattadır. Zâten zamanların tebeddülüyle, füruatın da tebeddül ve tegayyürü tabiî bir şeydir. Evet mevasim-i erbaada tedavi ve telebbüs gibi çok şeyler tebeddüle uğrar. Meselâ, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar; veya kışın güzel tesiri olan bir ilâcın, yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik kalb ve ruhların gıdası olan ahkâm-ı diniyenin füruatı da, ömr-ü beşerin devreleri itibariyle tebeddüle uğrar.”[9]

Zamanımıza kadar gelen bir çok hadisler ve alimlerin vermiş oldukları haberlerle sabittir ki,nebiler,kendilerine nebilik gelmeden öncede bir çok noksan sıfatlardan münezzehtirler.

Şifâ adlı kitapta denilmiştir ki;Peygamberler nübüvvetten önce Allahı ve sıfatını bilmemekten ve bu gibi şeylerde de şüpheye düşürmektende masumdurlar.[10]

Kelime olarak insan;Nisyan kökünden türetilip,unutkan mânasına unutucu olmasından devamlı hata işlemeye müsait ve mübtela,böyle bir insana karşı Cenâb-ı Hak:” Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan kudret-i ezeliye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz.”[11]

Amma nebinin kadından veya köleden olup olmayacağına gelince;Nebi;asla,kadın ve köle olamamakta,fakat şu sayacağımız dört kadına gelince,bunda ihtilaf edilmektedir. Bunlar;Meryem,Âsiye,Sâre,Hacerdir. Allame Mutginus Sırac bin Mülgin-Umdetül Ahkâm- adlı kitabın şerhinde;Havva ve Mûsa (AS) nın annesinide eklemiştir.[12]

Peygamberlerin sayısı konusunda Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:”Yüz yirmi dört bin” Bir rivayette de:”İki yüz yirmi dört bin” Fakat en iyisi peygamberleri sayı ile sınırlamamaktır.[13]

Kur’an-ı Kerimde ismi zikredilen peygamberlerin sayısı 25-tir. Üç kişi hakkında da peygamber veya veli olmaları hususunda ihtilaf edilmiştir. İhtilaf edilenler ise;Uzeyr,Lokman,Zülkarneyn.

Peygamberlerin sayısı bu kadar çok olduğu halde,insanlar tarafından pek azının bilinmesinin sebebini,İmamı Rabbani şöyle izah etmektedir:”Hindistanda çok peygamberler gelmiştir. Fakat bazılarının ya hiç ümmeti olmamış,veyahut dâveti belli birkaç kişiye münhasır kalıp fazla şöhret bulmamıştır.Yahutta bunlara nebi ismi verilmemiştir.”[14]

Peygamber gönderilmeyen bir devri veya kavmi,tarihin sayfalarını açıp baktığımızda göreceğimiz durum gayet vahimdir. Çünki;eliyle yoğurmuş olduğu hamurdan mamul bir puta Allah diyerek tapıyor ve acıktığında da yardım taleb ettiği putu yiyiyor!

Cehaletin eseri olarak kızını diri diri toprağa gömmekten [15] bir eseri tereddüt göstermiyor. İşte bundan dolayıdır ki,peygamberlik müessesesinin ne derece ehemmiyet ve lüzumu görülmektedir.

Cenâb-ı Hak bir âyette:”Biz hiçbir ümmeti,kendilerine peygamber göndermedikçe azab etmeyiz.”[16] buyurmaktadır. Bundan da anlaşılmaktadır ki;mücâzat peygamberlerin gönderilmesiyle olmaktadır.

Allahı bilme hususunda ise;Maturidi ve bazı ehli sünnet ulemasına göre;insan aklı,yalnız başına Allahı bilebilmek ve bulabilmek kabiliyetinde olduğundan,fakat Allaha imanın dışındaki dinin teferruatına aid amellerinden mesul değildir. Ahirettede ehli necattır. Cehennem azabından kurtulur.[17]

İnsanlar üstünlük derecelerine göre üç kısma ayrılır:

1-Noksan ve aşağı derecede olan Avâm tabakası.

2-Zâtında mükemmel olup,başkasını mükemmel kılmaya kâdir olmayan orta derecedeki evliya tabakası.

3-Hem kendi zâtında en mükemmel sıfatlara sahib,hemde başkasını mükemmel yapmaya kâdir en yüksek derecedeki enbiya tabakası.[18]

Peygamberlerin gönderilmesindeki bir hikmette:” İşte nev’-i beşer bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüzbinlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemmiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nev’inden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.”[19]

Ehemmiyet kemiyette yani sayı çokluğunda olmayıp,belki keyfiyette,değer ve kalitede olmasından enbiyaların gönderilmesi mahzâ rahmettir.

Misal olarak:” Meselâ: Yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve mücahede-i hayatiyeye maruz kaldığı vakit, sû’-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki “Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu”? Elbette diyemezsin. Çünki o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan, zarar etmez; şer olmaz. Hem meselâ: Tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibariyle beşyüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa; yirmisi, yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki: “Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu”? Hâyır öyle değil, belki hayırdır. Çünki o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dörtyüz kuruş fiatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.”[20]

“İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatıyla ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.”[21]

Bu cihetle peygamberler altın ile kömürü birbirinden ayırarak tasfiye vazifesinide görmektedirler.

Rasullere[22] iman,imanın rüknü,dinin emri ve farzdır.[23]

Ömer Nesefi –Metni Akâid- adlı eserinde özetle:Melekler ve cinler nurani varlık olmaları,devamlı hazır olup görülmemeleri,insani hallerden uzak olup,maddi hayatta diğer insanlar gibi,gerek alış verişlerinde,gereksede tezevvüc gibi durumların olmamasından dolayı Cenâb-ı Hak hikmeti muktezasınca,tebliği risaletten örnek olduğu gibi,yaşayışıyla ümmetine gerek dahilde (evde),gerekse hariçde (dışarda,çarşıda,pazarda) örnek olabilmesi için,beşere yine beşer olan peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu ve insanların din ve dünya işlerinde muhtaç olacakları şeyleri beyan etmek için beşerden göndermiştir.

Rasûl-Rusul-Risalet-Mürsel gibi;gerek müfred,gerek cemi’,gerek masdar ve gereksede mef’ul olarak Kur’an-ı Kerimde 374 defa [24] zikredilmiştir.

Rasullerin 313 tane olduğu,nebilerin ise yüz yirmi dört bin-den fazla bulunduğu rivayetler arasındadır. Kur’anda ise ayrı ayrı zikredilerek birbirine atfedilmiştir. Birinin diğerine atfı ise,ayrı ayrı mefhumlar olduğunu gerektirmektedir. Fakat Kur’anda aynı mânaya geldiği yerlerde vardır. Yani farklılığı rasulün yeni bir şeriat getirmiş olması,nebinin ise,daha önce getirilen şeriatla amel edip,tebliğ etmiş olmasıdır.[25]

Mümtaz bir şahsiyete sahib olan peygamberler,şu beş sıfata hâizdirler:Sıdk-Emânet-Fetânet-İsmet-Tebliğ sıfatlarıdır.

Peygamberler vahye [26] mazhardırlar.

Şeriattaki ifadesiyle:Dilediği ahkâmı,esrar ve hakâikı peygamberâni zîşânına,rüya,ilham,kitab,irsali melek tariklerinden biriyle Cenâb-ı Hakkın i’lam ve ifham buyurmasıdır.[27]

Vahiyde ikiye ayrılır:1)İlâhi vahiy. 2)Gayrı ilâhi vahiy.

Gayrı ilâhi vahiy,Kur’an-da iki yerde geçmektedir:1)Zekeriya peygamberin kavmine yaptığı vahiy olup,îma ve işaret mânasınadır.[28]

2)İns ve cin şeytanların birbirlerine karşı yaptıkları vahiydir.[29]

İlâhi vahiy ise:1) Cansız olan arz ve semaya hitaben vâki olan vahiyler.[30]

2)Canlılardan bal arısına olan vahiy.[31]

3)Meleklere olan vahiy.[32]

4)Havârilere [33] ve Mûsanın annesine olan vahiy.[34]

5)Hakiki vahiy olup,Cebrâil tarafından peygamberlere aid olan vahiy.[35]

Hz.Peygambere (SAM) vahiy şu şekillerde gelirdi:

1)Uyanık halinde iken gördüğü sadık rüyalardır.

2)Uyanıkken melek görünmeksizin kalbe ilâhi vahyi ilkâ ederdi.

3)(Genç ve yakışıklı bir sahabi olan) Dıhye suretinde vahiy getirirdi.

4)Çıngırak sesine benzer sesle gelirdi.

5)Cebrâil heyeti asliyesiyle görülüp ilâhi emri duyurmasıdır.

6)Hz. Peygamberi uyanıkken Allah taâla ile konuşması şeklinde vuku bulan vahiy.

7)Cebrâlin Hz. Muhammede uyku halinde iken vahiy getirmesidir.[36]

Evet vahiy;Ruh gibi esrarı ilâhiyedendir. Vahiy Allah ile peygamber arasında kalmış bir sır olduğundan [37],şimdiki modern ilimler yolu ile açıklamaya kalkmak mümkün değildir.

Her ilim erbabı kendi sahası içerisinde yapmış olduğu araştırma ve ilimde,mütehassıs olduğu dalda ancak söz sahibi olabilir. Aksi takdirde diğer sahalarda da sözüm geçebilir,yapabilirim diyecek olsa hâli şu misale benzer;

Bir kasabın,nasıl olsa ben et kesmekte mâhirim. Neresinin kaburga ve omuz olduğunu bilirim. Binaenaleyh bir cerrahında yaptığını yapabilirim,demeye kalkması kendisini en azından gülünç duruma düşürecek ve böyle bir şeye tevessülü halinde hastanın ölümüne sebeb olacaktır.

Aynen böylede,vahiy sahası Allah ile peygamberlerin sahası olup,sözde onlarındır. Bunun hakkında,malumatın ötesinde söz söylemek abes olacaktır.

Vahiy ile ilhamın farklarına gelince:” Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri melaike vasıtasıyla ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır.

Meselâ: Nasılki bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var. Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umumiye haysiyetiyle bir yaverini bir valiye gönderir. O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için bazan vasıta ile beraber bir içtima yapar. Sonra ferman tebliğ edilir. İkincisi: Sultanlık ünvanı ile ve padişah-ı umumî ismiyle değil, belki kendi şahsı ile hususî bir münasebeti ve cüz’î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisi ile veya bir âmi raiyetiyle ve hususî telefonu ile hususî konuşmasıdır.

Öyle de Padişah-ı Ezelî’nin umum âlemlerin Rabbi ismiyle ve kâinat hâlıkı ünvanı ile vahiy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamlarıyla mükâlemesi olduğu gibi, her bir ferdin ve her bir zîhayatın Rabbi ve Hâlıkı olmak haysiyetiyle hususî bir surette fakat perdeler arkasında onların kabiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.

İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melaike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pekçok enva’larıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor.”[38]

M U ‘ C İ Z E

Mu’cize;Dâvayı nübüvvetin isbatı için,münkirleri ikna etmek içindir. İcbar değildir. Öyle ise dâvayı nübüvveti işitenler için ikna edecek bir derecede mu’cize göstermek lazımdır.

Mu’cize;beşerin tâkatının üzerinde hârikulade bir durum olup,ilâhi bir ikram ve peygamberliğe zâhir bir delildir.

Peygamberler için mu’cizeler haktır.[39]

Cenâb-ı Hak peygamberleri;âdetleri yırtan ve bazen mu’cizelerle onları te’yid edip kuvvetlendirmiştir.[40]

Yani beşerin devamlı ünsiyet ettiği durumların dışında,mesela;peygamberimizin (SAM) avucunda küçük taş ve toprak düşmana top ve gülle hükmünde,onları inhizama (karışıklığa) sevketmesi,[41] aynı avucunun parmağıyla kameri iki parça etmesi,[42] “ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi;(oysa âdet üzere parmaklarda kan cereyan etmektedir. Akacak olsa kanın akması gerekirken,âdetin zıddına berrak suyun akması) ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mübarek el, ne kadar hârika bir mu’cize-i kudret-i İlahiye olduğunu gösterir. Güya ahbab içinde o elin avucu küçük bir zikirhane-i Sübhanîdir ki, küçücük taşlar dahi içine girse, zikir ve tesbih ederler. Ve a’daya karşı küçücük bir cephane-i Rabbanîdir ki; içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir eczahane-i Rahmanîdir ki, hangi derde temas etse derman olur. Ve celal ile kalktığı vakit, Kamer’i parçalayıp Kab-ı Kavseyn şeklini verir; ve cemal ile döndüğü vakit, âb-ı kevser akıtan on musluklu bir çeşme-i rahmet hükmüne girer. Acaba böyle bir zâtın bir tek eli, böyle acib mu’cizata mazhar ve medar olsa; o zâtın Hâlık-ı Kâinat yanında ne kadar makbul olduğu ve davasında ne kadar sadık bulunduğu ve o el ile biat edenler, ne kadar bahtiyar olacakları, bedahet derecesinde anlaşılmaz mı?..”[43]

Elbette her akıl sahibi tarafından anlaşılacaktır…

Bilhassa Kur’an,umum peygamberlerin göstermiş olduğu mu’cizeleri zikredip,hikmetlerinide şöyle gösterir ki:Hz. Süleyman (AS) ın iki aylık bir yolu bir günde,kısa zamanda katetmesi,insanları teşviken;-Ey insanlar. Çalışın..sizde iki aylık bir yolu bir günde kesebilecek bir duruma gelebilirsiniz.

Çünki peygamberler ahiretin rehberleri oldukları gibi,maddi hayatın,medeniyetinde üstadlarıdırlar.

Hz. Mûsa (AS) nın Âsasıyla taşa vurarak 12 yerinde çeşmenin fışkırması (12 kabile olup,her bir kabile bir çeşmeden birbirleriyle kavga etmesizin,istifade etmesi),bugünkü artezyenlere işaret etmektedir.Sondaj makinalarıyla yerin derinliklerinde bulunan petrol gibi sıvı şeylerden de istifadeye teşvik etmekte,yol açmaktadır.

Hz. İsa(AS)nın en müzmin dertlere devâ bulması,ölüleri diriltmesi,insanların nisbîde olsa;kanser ve diğer ağır hastalara çare bulmaları,ölüme kısa bir müddette olsa hayat rengi vermelerine bir işarettir.

Hz. Davud (AS) un demiri hamur gibi yoğurması,demirin eritilerek her şekle sokulacağına işaret etmektedir Ve hâkeza. Nitekim zamanımızda sanayinin temelini demir teşkil etmektedir.

Bugünkü fen ve tekniğin ilerlemesiyle yapılan şeyler mu’cize olmayıp,bir tekâmüldür. Çünki mu’cizeyi canlı bir şey olarak tasavvur edecek olursak,medeniyetin harikaları ona mukabil bir gölge ve ona ulaşmak kudreti beşerin fevkindedir. Onlar mu’cizeleriyle son hududunu çizmiş olmaktadırlar. Küçük bir örneğini yakalamış olmaktadırlar.

Teknoloji hem peygamberleri tasdik etmekte,hemde onların işaret ettikleri noktalara maddende ulaşmakla maddi saadeti yakalayabileceğini göstermektedir Onların mânevi yönlerine de uyan beşeriyet hem maddi hemde mânevi,dünya ve ahiret saadetlerini yakalamış olacaktır.

İ S T İ D R A C

Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde kabiliyetsizliğine rağmen,bir kimsenin bir çok nimete mazhar olması ve bu sebeble küfür ve isyana devam ile azab ve gadabı ilâhiyyeye yaklaşmasıdır.

Yani,derece derece düşüşü netice vermektedir.

“Keramet ile müşerref olanın nefsi emmaresi bâki ise,kendine güvenmek,nefsine itimad etmek,gurura düşmektir.”[44]

Kur’an-ı Kerimde:”Âyetlerimizi yalan sayanları biz bilmeyecekleri noktalardan derece derece (yavaş yavaş) helâke yaklaştırırız.” [45]Birbiri ardınca kendilerine nimetler gelir,onları, haklarında Allahın dâimi lutfu sanırlarda şımarırlar. İşte o zaman üzerlerine Allahın azabı hak olur.(Beyzavi)

Dahhak diyor:Bunun mânası,onlar mâsiyeti tazeledikçe bizde nimetlerimizi yenileriz,demektir.

Rivayete göre Hz. Ömer-ül Fâruk (RA),Kisrânın hazineleri kendisine gelince;Ya rab,bir istidraca uğramış olmaktan sana sığınırım. Çünki senin ‘senestedricühüm’ buyurduğunu işittim.,demiştir.[46]

Başka bir âyette:”Artık bu sözü (Kur’anı) yalan sayanları bana bırak. Biz onları,kendilerinin bilmeyecekleri bir cihetten,derece derece azaba yaklaştırıyoruz.”[47]

Buna –istidrac- derler ki bu,bir kul günahını tazeledikçe Cenâb-ı Hakkın onun sıhhatini,ikbalini,devlet ve nimetini artırması,onun şükrünü,tevbesini,istiğfarını unutturması,bu suretle onu gazab ve azabına derece derece yaklaştırması ve nihayet ansızın onu yakalaması demektir.[48]

Hadiste:”Kulun mâsiyetlerinde devam ve ısrar etmesine rağmen,Allahın onu dünyadan ne arzu ederse verdiğini görürsen bu,ancak ondan (Cenâb-ı Haktan) bir istidracdır.”[49]

İsyanda olanların,bu nimetlerin kendilerine gelmesiyle azgınlıklarını artırarak,bunların Allahın bir eseri nimeti ve kendisine yaklaştırmasıdır,zannederler.

Oysa bu Allahın kendisinden uzaklaştırmasıdır. Yani istidracdır.[50]

Binaenaleyh;hadislerde haber verildiği üzere,Fir’avn,iblis,deccal gibi Allah düşmanlarında görülen harikaları,mu’cize adı verilmeyip ihtiyaçlarının giderilmesidir. Mesela;firavunun nil nehrine emrederek istediği tarafa akıtması ve deccalın bir adamı öldürüp geri diriltmeside birer istidracdır.[51]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.Konularına Göre Kur’an-ı Kerim Fihristi.Nevzat Yüksel.sh.72-76,392-394.

[2] Age.44-45.

[3] Peygamberlik ve Peygamberler.Muhittin Bahçeci.sh.72.1977.İstanbul.

[4] Ehli sünnet akâidi.İmam Ebu Yüsr Muhammed Pezdevi.(421-493 / 1027-1099) Terc.Doç.Şerafettin Gölcük.sh.320.1980.İst.

[5] Yeni Lugat.Abdullah Yeğin.sh.534.1983.İst.

[6] Kur’an-ı Hakim ve Meâli Kerim Hasan Basri Çantay.Bakara.213. 1 / 57.1980.İst.

[7] Âsa-yı Mûsa.B.Said Nursi.sh.111.Envar Neşr.1996.İst.Aynıeser.1978.İst.sh.100,Bak.Tefsiri Kebir.Fahreddini Râzi.Terc.Heyet. 15 / 8.

[8] Âsa-yı Mûsa.age.sh.112.

[9] İşarat-ül İ’caz.B.Said Nursish.27.1978.İst.

[10] Envârul Muhammediye minel Mevâhibül Ledünniye.sh.401.Hicri.121.Beyrut.

[11] Mektubât.B.Said Nursi.sh.454.Yeni Asya neşr.1994.İst.

[12] Şerhul Emâli.Aliyyül Kâri.sh.21.Fazilet Neşr.İst.

[13] Fıkhı Ekber.İmamı Âzam.Aliyyül Kâri Şerhi.sh.151.1979.İst.Bak.Akâidi Şerhi Kesteli.Taftazani.sh.169.İst.

[14] Peygamberler Tarihi.B.Ateş,M.Dikmen.sh.35.1981.İst.Bak.Mektubat.age.sh.361.

[15] Tekvir.8.

[16] İsra.15.

[17] Bak Peygamberler tarihi.age.sh.41.

[18] Usûliddin.Fahreddin Muhammed bin Umerel Hatib-ur Râzi.sh.93.Ezher.-Veşussanadıkıyye-

[19] Mektubat.sh.41.

[20] Mektubat.age.sh.41.

[21] Age.41.

[22] Bak Yeni lugat.age.sh.581.

[23] Ehli Sünnet akâidi.age.sh.320.

[24] Mu’cemül Müfehres li elfazil Kur’an-il Kerim. Muhammed Fuâd Abdulbâki.sh.314.Beyrut/Lübnan.

[25] Peygamberler tarihi.age.sh.75.

[26] Tefsir Usûlü.Prof.İsmail Cerrahoğlu.sh.37.1983.Ankara.

[27] Yeni Lugat.age.sh.753.

[28] Meryem.11.

[29] En’am.112.

[30] Fussilet.11-12.

[31] Nahl.68-69.

[32] Enfal.12.

[33] Mâide.111.

[34] Kasas.7.

[35] Nisa.163,Şûra.51,Bak.Tefsire Giriş.Mehmet Sofuoğlu.sh.9.1981.İst.

[36] Tefsir Usûlü.age.48.

[37] Age.44.

[38] Şualar.B.Said Nursi.sh.105,1960.İst,Yeni lugat.age.sh.754.

[39] Fıkhı Ekber.age.sh191.

[40] Mecmuâtül Mütûn.Metni AkâidÖmer Nesefi.sh.8.Fazilet neşr.

[41] Enfal.17,Muhtasar Tefsiri İbni Kesir.(Arapça) 2 / 93, H. 1400. Beyrut, Müsned. Ahmed İbni Hanbel. 1 / 456.1982.İst.

[42] Kamer.1,Tefsiru Kur’anil Azim. 4 / 261.Beyrut.Hadis Ravileri.Enes bin Mâlik,Cübeyr bin Mut’im,Abdullah bin Abbas,Abdullah bin Ömer,Abdullah bin Mes’ud.

[43] Mektubat.age.sh.124.1979.İst.Aynı eser.Yeni Asya neşr.sh.141.h1994.İst.

[44] Yeni lugat.istidrac bahsi.

[45] A’raf.182.

[46] Hâzin.Kur’an-ı Hakim ve Meâli Kerim.age. 1 / 248.

[47] Kalem.44.

[48] Beyzavi-Râzi-Medarik-Ebussuud-Kâmusı Arabi.

[49] İmam Ahmed-Taberani-Beyhaki-Ukbe bin Âmir,Kur’an-ı Hakim ve Meâli Kerim.age. 3 / 1078.

[50] Keşşaf.Zemahşeri.(Arapça) 4 / 133.Beyrut.Bak.Müsned.age. / 145.1982.İst.

[51] Fıkhı Ekber.age.sh.194.




PEYGAMBERLER VE KISSALARI

PEYGAMBERLER VE KISSALARI

HZ . A D E M

Allah ezeli iradesiyle bir insan yaratmayı irade etti. İnsanlara İstişareyi öğretmek üzere,meleklere yer yüzünde bir Halife yaratacağını söylemesi üzerine melekler:”Ya Rabbi! Yer yüzünde kan dökecek,fesad çıkaracak varlıklar mı yaratacaksın?”[1]diyerek,insandan önce yaratılan Cin taifesinin kan dökücülüğüne kıyasla insanların yaratılmasına taraftar olmamıştır.Bir yandan da bunu İstifsar yani açıklamasını istemek amacıyla sormuşlardır.

Ancak ezeli irade başkadır. Allah:”Siz benim bildiğimi bilmezsiniz.”[2]buyurarak,ilmi ve iradesi insanın yaratılmasını irade etmiş ve ilk insan olarak Adem yaratılmış,ilk peygamberlik göreviyle de görevlendirilmiştir.

Hazreti Âdem topraktan yaratılmış,Hz. Havva ise Hz. Âdem’in eğe kemiğinden yaratılmıştır.[3] Erkeğe nisbeten zarif ve nahif yaratılmıştır. Ne tamamen düzeltilir,ne de kendi haline bırakılır bir halde yaratılmıştır.

Hz. Âdem Havva ile beraber cennettedir. Cennetin tüm nimetlerinden istifade edebilir,ancak malum ağaca yaklaşmamak şartıyla…

O cennet ki;Kur’an-de yedi sıfatla tavsif edilmektedir:1)Yüksektir. 2)Orada Lağiye,kötü söz işitilmez. 3) daimi akan nehir. 4)Yüksek tahtlar. 5)Önlerine konmuş kaplar. 6)Dizilmiş kaplar. 7)Yayılmış Halılar.[4]

“Gerek cennet gerek cehennem halkı 33 yaşlarında ve hiç kocamayacaklardır.”[5]Böyle bir özelliğe sahib.

Gerek ezeli iradenin gereği,gerekse de kadının yapısının özelliğinden kaynaklanan sebeb neticesinden,en açık düşmanları olan şeytanın aldatmacasıyla,malum ağaçtan yemeleri halinde cennetten hiç çıkmamak üzere ebedi kalacakları aldatmacası,yasağa uymamaları cennetten dünyaya inmelerine sebeb olmuştur.[6]

Cennetten çıkarılan Hz. Âdem ve Havva yeryüzüne inmiş,Hz.Âdem Hindistanın güneyindeki Seylan adasına,Havva annemizde Cidde’ye indirilmiştir. Daha sonra uzun ayrılıktan sonra Arafat’da buluşup,burada yaşamaya başladılar.

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerimde:”Uskun” [7] yani “Burada sakin ol,kal,otur.” emrinden Hz. Âdem bu emir ve ifadenin geçici kalınmayı ifade ettiğini anlamıştır. Çünkü bu kalma emri geçici kalmayı ifade etmektedir.

Ebul Haseni Şazeli;Yasak ağaçtan yeme günahı hususunda şöyle der:” Ne şerefli bir günah ki,sahibini halifelik makamına eriştirmiş ve kıyamete kadar gelecek insanlara tevbenin [8]meşru kılınmasına sebeb olmuştur.”

Halife kelime olarak da sonradan gelen anlamına olması da,Hz.Âdem’den önce yaratılan varlıkların var olduğunu ifade eder.

İnsanın yaratılmasındaki hikmetin tahakkuku ancak cennetteki yasak ağaçtan yenilip dünyaya gönderilmesiyle başlamıştır. Ki bu kısaca teklif ve mükellefiyettir. Birde şeytana aldanmanın insan için ne kadar büyük bir zarar ve kayıb olduğunu bildirmiş olmaktadır.

Hasan Basri şöyle der:”Allah Adem’e dört haslete sahib olmasını emretmiş ve bütün iyi vasıfların bu dört haslette bulunduğunu bildirmiştir. Bunlardan biri benim,diğeri senin için,üçüncüsü ikimiz arasında ortak ve dördüncüsü de senin ile diğer insanlar arasında ortak olandır.

Birincisi:Bana ibadette hiçbir şeyi ortak koşmamandır.

İkincisi:Yapmış olduğun amelindir. En dar gününde o amelin mükafatını sana verir.

Üçüncüsü:Senin dua etmen ve benimde duana icabet edip istediğini vermemdir.

Dördüncüsü:İnsanların ne şekilde sana arkadaş olmalarını arzu ediyorsan,seninde onlara öyle davranmandır.

İnsanlar cennetten çıkmayıp devamlı orada kalmış olsalardı,Cenâb-ı Hakkın isimlerinin tecellisi olmaz. Bir derece Allah kamil manada bilinmezdi. Zira cennette hiçbir kötülük ve eksiklik olmadığı için Allah’ın affediciliği,şifa vericiliği,zulüm olmadığından ceza verme ve adaletin görülüp Kahhar ve Cebbar gibi isimleri bilinmez ve anlaşılmazdı. Allah kendisinin de tam manasıyla bilinmesi için,insanın dünyaya gelmesini murad etmiştir.

Hz. Âdem’in bir üstünlük yönü de kendisine eşyanın,varlıkların isminin öğretilmiş olmasıdır. Bu bir rüçhaniyet sebebidir. Meleklere ve diğer varlıklara karşı bu yönüyle tefevvuk etmiştir. Kâinattaki tüm canlılar bir araya gelseler,değil bir şey icad etmek,bir makine yapmak,bir harf bile yapamazlardı. İnsan ilmiyle Allah’ın Alim ismine mazhariyetini de göstermektedir.

Her bir peygamber bir meslekte Pir ve öncüdürler. Hz. Âdem’de çiftçilerin piri olup,ilk olarak toprağı sürüp,eken kişidir.

Allah Hz. Âdem’i yarattıktan sonra meleklere Âdem’e ve onun şahsında insana secde yani hürmet etmesini emreder. Melekler secde ederler,şeytan ise Kibrinden yani kendisinin ateşten,Âdem’in ise topraktan üstünlüğünü ileri sürerek emre isyan eder. Bu durum onun Allah’ın rahmetinden kovulmasına neden olur. Allah’dan kıyamete kadar müsaade ister. İnsanları doğru yoldan,Allah’ın yolundan alı koymak için. Allah müsaade eder. Kendisinin Muhlis,Allah’ın rızası için hareket eden kullarının şeytan tarafından aldatılamayacağını,onları saptıramayacağını ifade eder. Artık şeytan insan için en açık ve azılı bir düşmandır.[9] Çünkü Allah’ın rahmetinden kovulmasına insan sebeb olmuştur. Bunun acısını çıkarmak üzere işe koyulur. Kadın sayesinde ilkinde başarılı olur. Âdem’in cennet de doğup ilk çocukları olan Kabil ve kız kardeşinin dünyada doğan Habil ve kız kardeşiyle karşılıklı evlenmeleri durumunda güzel olan kız kardeşini Habil’e vermek istemez. Böylece ilk kan dökme olayı Kabil’in Habil’i öldürmesiyle başlamış olur.[10]

İlk ölümle,ilk toprağa gömme usulü Habil’le başlar. Örnek olarak Karganın toprağı eşmesiyle gerçekleşir.[11]

Bu da;Kabil kız kardeşini Habil’e vermeyince kurban adarlar. Gökten inen ateş Habil’in kurbanını kabul eder.[12]

Buna rıza göstermeyip kardeşini öldürmeyi kasteder ve onu öldürür.[13] Yüzü siyahlanır. Şeytan ise,Habil’in ateşe tapmasından kabul gördüğünü telkin edince ilk olarak Aden’de bir ateş tapınağı yaparak tapmaya başlar.[14]

Hz.Âdem’in cennetten çıkarılması Tavzif içindir. Yani belli bir görevle görevlendirilmek üzere dünyaya gönderilmiştir. Bu durum atmacanın serçeye musallat olup da onun uçma kabiliyetlerinin gelişmesine sebeb olması gibi,şeytanın da insana musallat olması kabiliyetlerinin gelişip,neşv-ü nema bulması içindir.

Melekler için tekamül edip yükselme yoktur. Çünkü mücadele edip tekamül etmelerine sebeb olacak nefis ve şeytanın musallat olmaları yoktur. Dereceleri sabittir. Er misali,milyon senede geçse yine erdir yani rütbesiz asker.

Şeytanda da iyilik istidat ve kabiliyeti yoktur,tefessüh etmiştir. Şer ile yoğrulmuş bir yapıya sahibtir.İnsan ise her iki özelliğe sahib olmaktadır. Bir cihetiyle meleklerden üstün olurken,diğer cihetiyle şeytan seviyesine düşüp alçalmaktadır. Eğer Hak ve Kur’an-ı dinlerse Âlâ-yı İlliyyin olan üst mertebeye çıkar. Eğer nefis ve şeytanı dinlerse Esfeli Safilin derekesine düşer.

Altın,gümüş,bakır ve kömür gibi maddelerin maden olmak itibariyle durumları aynıdır. Ancak işlenmeleri halinde bu farklılıklar ortaya çıkar. İnsanlarda madde itibariyle aynı madendendir. Kur’an ve İslâm gibi dinlerin imtihanıyla insanlar birbirinden ayrılırlar. Dini kabul edip inananlar altın ve elmas seviyesine yükselirken,inanmayan insanlar kömür durumuna düşer. Elmas ruhlu Hz. Ebubekir ile Kömür ruhlu Ebucehil birbirinden tefrik edilmiş,ayrılmış olur. Çünkü din bir imtihandır. İnsanların kabiliyet bakımından birbirinden ayrılmasını sağlar. Tıpkı bir sınıftaki talebelerin farklılıklarının imtihan ve soru neticesinde ortaya çıkması gibi insanlarda ayrıştırılırlar. Bu bir zulüm olmayıp adaletin ta kendisidir. Bu ayrıştırılmanın olmayıp,hepsinin aynı şekilde değerlendirilmesi zulüm olur.

Hz. Âdem’den kıyamete (Hz. Muhammed’e) Peygamberlerin suretlerinin,Hz. Âdem’in kendi ümmetinin neslinden gelen peygamberlerin kimler olacağını bilmeyi Cenâb-ı Haktan istemesi üzerine,Allah’da onların suretlerini Hz. Âdem’e göndermiş,göstermiştir.[15]

HZ . DAVUD VE HZ. SÜLEYMAN

HZ. DAVUD:Mısır’la Filistin arasında yaşayan Amâlika,İsrailoğullarına saldırdı. Ve onları perişan edip yurtlarından çıkardı. Amâlika’nın kralı Câlut idi. Devrin peygamberi,Tâlut adında halktan birini hükümdar ve kumandan tayin etti. Buna itiraz ettiler.[16]

Tâlut’un ordusunda Cebbar Câlut’a karşı savaşmış olan Hz. Davud onu öldürmüş,Tâlut’un ölümünden sonra da İsrailoğullarına hükümdar olmuştur.

Peygamberimiz Bedir’de:”Sizin adediniz (İman eden) Tâlut’un askerinin adedine muvafıktır.”[17] Yani;onun onun ordusunda bulunan Davud Câlut’u yendiği gibi,sizde yeneceksiniz.

Kendisine indirilen Tevrat 150 sureden ibaret olup,içinde ellisi Buhtün Nasr’a,ellisi Rum’a aid haber,ellisi mev’ıze ve Hikmetlerden müteşekkildir.

İhtiva ettiği konuları ise:Tesbih,Tehlil,Zikir,Nasihat ve Öğütlerden ibaret olup,Ramazanda ibranice olarak indirilmiştir.

Hz. Davud peygamber Hz. Musa’nın şeriatıyla amel etmiştir.

Belâğat,ses,demiri yumuşatma ve düzenli,kuvvetli bir orduya sahibti.

Hz. Davud’un vefatından sonra 19 oğlundan biri olan Süleyman 12 yaşında olup,babasına varis olmuş,onun yerine geçmiştir.

Mu’cizesi;demiri hamur gibi yoğurarak istediği şekle koyması. Zırh ve kılıç gibi harb aletleri yaparak elinin emeğiyle geçinmiştir.

Kur’an-da:”Biz demiri indirdik.”[18] buyurulmuştur. Oysa demir gökten indirilmemekte,yerden çıkarılmaktadır. Bunun manası şudur:Rahmet olan yağmur inmesiyle nasıl ki ölmüş toprak ve canlılar canlanıyor ise,toplum için bir rahmet olan demir de,gökten inen yağmur gibi içtima-i hayatın canlanmasında önemli rol oynamaktadır. Demirin toplum hayatından çıkması halinde toplum hayatı canlılığını yitirecek,sanayinin temelini oluşturduğu için hiçbir şey yapılamayacaktı. Rahmet gibi şeyler hep gökten gelir. Vahiy gibi. Demirde insanlık için bir rahmettir.

HZ. SÜLEYMAN : Peygamberler içerisinde hem manevi bakımdan peygamber,hem de maddi bakımdan hâkimiyet süren tek peygamber Süleyman peygamberdir.[19]

Süleyman peygamber insanlar,cinler,şeytanlar ve hayvanlar üzerinde hakim idi. 40 sene maddi ve manevi bir saltanat sürmüştür. Kendisine inanmayan cin ve insanları meşakkatli işlerde çalıştırırdı. Dediğini yaptırırdı.

Cinler gaybı bildiklerini iddia ederlerdi. Cenâb-ı Hak onlara bilmediklerini bildirmek üzere,onlar işlerinde çalışırken Süleyman peygamber de asasına dayanmış onlara nezaret etmekteydi. Bu durumda iken vefat eder. Bu vaziyette birkaç gün geçmesine rağmen öldüğünden haberdar olmazlar. Ancak bir ağaç kurdunun âsa-yı,bastonu kemirmesiyle düşmesi sonucu öldüğünü anlar,kendi kendilerine hayıflanarak,Süleyman peygamberin çoktan ölmüş olmasına rağmen gereksiz yere birkaç gün çalışıp yorulduklarını ifade ederler. Böylece gaybı bilmediklerini anlamış olurlar.

Kendisinden sonra oğlu yerine geçer.

Mu’cizeleri ise:1) Vasıtasız olarak havaya binerek iki aylık yolu bir saat da alırdı. Bununla insanların böyle bir şeyi yapıp en uzak yerleri yakınlaştırabileceklerinin mümkün olduğu mesajını vermiş olmaktadır.

2)Bakırı eriterek bir çok şey yapardı. Zamanımızda da bakırın bir önem arz edip gerek süs eşyası,gerekse de bir çok alanlarda kullanılmış olması o peygamberin sanatının bildirilmesi onu hala canlı tutmaktadır.

3)Kuş dilini bilmiş olması. Kuşlardan istifade cihetinin mümkün olduğu ve onlardan yararlanılabileceğini de hatırlatmış olmaktadır.

4)Cin,şeytan ve kötü ruhları zor işlerde çalıştırması da,insanlarca onların kendi işlerinde kullanılabileceğinin mümkün olduğunu ifade eder.

5)Kendisi Filistin yöresinde bulunup Yemen’den Belkıs adındaki kraliçenin tahtını aynıyla bir anda göz açıp kapayıncaya kadar gibi bir zaman süresi içerisinde getirtmesi ve Kur’an-ın bu olayı bize haber vermesiyle ona inanan,onu kendine örnek alan insanların da en uzak bir yerdeki cismi görüntüyle getirdikleri gibi,aynıyla da getirebileceklerinin mümkün olduğu işaretini vermiş olmaktadır.

HZ . M U S A [20]

Habeşistan’da hüküm süren hükümdarlara Necaşi,Türk Melikine Hakan,Rum Melikine Kayser,İran Melikine Kisra,Hint Melikine Batlamyus,Yemen Hükümdarlarına Tubba denildiği gibi Mısır’da Hüküm sürenlere de Fir’avun adı verilir.

Fir’avun bir gün rüya görür. Rüyasında Beytül makdis tarafından gelen bir ateş,Kıptileri yakıp tamamen kül ettiği halde,İsrail oğullarına hiç dokunmamıştı. Bunu Kahinlere sorar. Onlarda:İsrailoğullarından bir erkek çocuk dünyaya gelecek,senin saltanatını tamamen yok edip yıkacak ve helak olmana sebeb olacaktır.

Bunun üzerine o gün doğacak olan erkek çocuklarının tamamen öldürülmesini emreder. Tıpkı bizdeki doğumu engellemeye çalışan doğum kontrolcüleri gibi… Olur ya,ya o doğanlar içerisinde bir Musa dünyaya gelirse?

Mısır’da iki kısım insan bulunmaktadır. Biri,oranın yerlileri ve Fir’avunun taraftarları olan Kıptiler,fir’avun tohumu olan Butros Gali gibi. Ama dedesine ne kadar da benziyor,şeyy…

Diğerleri ise;Hz. Musa’nın ırkından olan Altı yüz bin İsrailli. Orada köle gibi çalıştırılır,her türlü zulüm yapılır.

O gece doğan çocuklar içerisinde nur yüzlü,istikbal vadeden bir çocuk da vardır.

Çocuğun annesi İmran sarayda bulunan akrabalarından bunu önceden haber almış,çocuğunun doğumunu herkese gizlemiş ve kurtulmuştu. Ancak bu durum nereye kadar devam edebilirdi? Ya birileri firavuna haber verirse? O zaman tümünü öldürtürdü.

Hz. İmran üç aylık olan oğlunu kızına vererek Nil nehrine bırakmasını söyler. Çocuk salda nehirde gitmede olsun,firavunun inanmış olan hanımı,ancak ilahlık taslayan kocasından korktuğu için imanını gizleyen Asiye,sarayda nehre bakarken salda bir şeyin gittiğini görünce onu getirttirir. Ellerine aldıklarında bir kundak olduğunu görür. Açtıklarında da nur topu gibi bir oğlan çocuğunun olduğunu görürler.

Peygamber efendimiz,kadınlar içerisinde üç tane üstün vasıfta kadının olduğunu,bunların;Firavunun karısı Asiye,Hz. İsa’nın annesi Meryem ve kendi hanımı Hz. Hatice olduğunu söylerler.

Bu basiretli annemiz Asiye bu çocuğun farklı bir çocuk olduğunu ilk bakışta anlar. Durumdan firavuna haber vermemeleri için etrafındakileri uyarır.

Çocuğa bir isim bulunmalıdır. Düşünülür,suda bulunduğu için,suda bulunan anlamına Musa denilir.

Çocuğu nehre bırakan kız,kardeşini takib etmiş,sarayın önüne gittiğini ve saraylılar tarafından alındığını telaşla annesine bildirmiştir. Neticeyi beklemektedirler. Değil öldürüldüğünü duymak,emzikçi arandığını duyarlar. Getirilen hiçbir emzikçiyi emmeyen çocuğa son getirdikleri kadını da emmesi için verirler. Çocuk Musa hemen emmeye başlar. Çünkü bu annesidir. Tekrar evlat ve anne kimsenin haberi olmadan birbirlerine kavuşmuşlardır.

Çocuk sarayda ne zamana kadar saklanacaktır. Bir zaman sonra Asiye kocasına bu çocuğu göstererek,bu çocuğun diğer çocuklardan farklı olup,alelade bir çocuk olmadığını,zaten kendilerinin de çocukları olmadığından kalması gerektiğini söyleyerek,kendilerine belki yararı olur düşüncesiyle alıkonulması için ikna eder. Artık çocuk Musa sarayın bir ferdi gibi saraylı olmuştur. Düşmanının kucağında ve sarayında büyütülmektedir.

Yıllar yılları kovalar. Bir gün sarayda firavun çocuğu kucağına almış başını okşamakta,sevmektedir. Çocuk ise elindeki sopayla firavunun başına vurarak tacını düşürmesiyle birlikte,firavun çılgına döner. Zira hemen rüyayı hatırlamıştır. Olmaya ki rüyada gördüğü bu ola. Olması değil,düşünmesi bile onu rahatsız eder. hemen öldürülmesi için emir verir.

Etrafındakiler,daha bunun çocuk olduğunu,aklının ermediğin sebebiyle bilmediğini,bilerek yapamayacağını söyleseler de firavun tatmin olmaz. Ancak yapılan şu teklif bir nebze olsun onu düşündürür ve durdurur:Çocuğu imtihan edip,bir tepsinin içerisine bir tarafa altın,diğer tarafa da kor ateş konulması ve çocuğa uzatılarak,eğer altını,değerli taşı alırsa demek ki bilerek yapıyor. Eğer ateşi alırsa,demek ki çocuktur,bilerek yapmamaktadır.

Fena fikir değildir ve kabul edilir. Çocuğa sunulur. Çocuk Musa elini evet elini altın ve değerli taşa doğru götürmektedir,çünkü cazibtir. Kaderi ilahi ise onun yaşamasını ve tarih yazmasını dilemektedir. Cebrailin eline vurmasıyla kor ateşi alır ve ağzına götürür. Ağzı ve dili yanmıştır,fakat kurtulmuştur da. Bu bir ehven-i şerdir onun için. En önemlisi Firavunda büyük bir rahatlama olmuştur. Demek ki bu değilmiş rüyada gördüğü,kendisininki kuruntuymuş…

Ancak bundan sonra çocuk Musa peltek kalmıştır. Pelteklik de ondan kalmadır. Fasih,açık ve net konuşamamaktadır.

Artık çocuk Musa büyümüş,Mısır’da rahat gezmektedir. Dokunulmazlığı vardır. Bu arada İsrailoğullarıyla ilgilenmeyi ihmal etmez. Zaten hedefi de üç şeydir:Altı yüz bin israilliyi firavunun zulmünden kurtarıp kaçırarak,vatanları olan Kudüs’e götürmek. İsrailoğullarını ıslah edip,düzeltmek. Mısırlıların da keyfi zulümlerine engel olup,ıslahına çalışmak.

Genç Musa bir gün çarşıda dolaşırken firavunun adamlarından bir Kıpti,bir israilliyi yatırmış dövmektedir. Musa araya girip ayırmaya çalışır. Kıpti bu duruma tahammül edemez. –Sen de ondan taraf mı oluyorsun?-diyerek Musa’nın üzerine yürür. Musa adama şamarı yapıştırınca,adam cansız yere kapanır ve ölür. Şüphe ve suç iki olmuştur. Bu durum firavunun hiddetini çekmek için yeterli bir sebeb olmuştur.

Musa Mısırı terk eder,civar vilayet olan Medyen şehrine gelir. Çeşmenin başında durup konaklar. İnsanlar su sırasında beklemekte iken,iki genç kız da kenarda durup sıralarını beklemektedirler. Onların beklemelerine fırsat vermeden Musa ellerindeki kırbalarını alarak doldurur ve onları hemen gönderir. Su sırası uzun sürdüğü için her zamankinden erken geldiklerini gören babaları Şuayb Peygamber sebebini sorduğunda durumu anlatırlar. Gidip o yabancı genci çağırması için büyük kızını gönderir. Kız gelerek,babalarının kendisini çağırdığını söyler. Musa gelerek başından geçenleri tümüyle anlatır. Şuayb peygamber korkmamasını,emniyette olduğunu,firavunun zulmünün buraya ulaşamayacağını söyleyerek yanında kalmasını,sürülerini gütmesini,kendisi ise yaşlandığından dolayı yapamadığını söyler.

Musa orada yedi-sekiz yıl kadar kalır. Şuayb peygamber kızı Safura’yla onu evlendirir.

Sekiz sene sonra artık unutmuştur,diyerek Mısıra geri döner. Bu sefer Mısıra peygamber sıfatıyla gitmektedir. Fasih,net ve açık konuşan kardeşi Harun’la beraber firavuna gidip,yumuşak bir lisanla,artık zulmü terk etmesini söylemek üzere Cenâb-ı Hak vahyeder Musa’ya…

Fir’avuna gelerek zulmü terk etmesini söylerler. Firavunda onlara sihirbazları olup,onları yenmeleri halinde bir doğruluk payları olacağını söyler. Her peygamber zamanında revaçta olan bir uygulama vardır. Musa’nın zamanında ise sihirbazlık revaçta ve geçerli olan akçedir. Peygamberlerde o yönde mu’cize gösterirler.

Kararlaştırılan yer ve gün belirlenmiş,halk toplanmıştır. Fir’avun dünyaca meşhur kırk sihirbazını getirmiş,sihir aletleriyle hazır beklemektedirler. Musa’ya mu’cize olarak Asa,Baston verilmiştir. Sihirbazlar ellerindeki ipleri yere atar atmaz birden yılan olarak,dolaşmaya başlarlar. Halk korkar ve kaçar. Bir an Hz. Musa’nın da içine bir korku düşer. Ancak Cenâb-ı Hak kendisine Âsa’yı atmasını emreder. O anda asanın da farkına varan Hz. Musa asayı atınca birden bir ejderha olup,etrafta dolaşan tüm yılanları yutar. Herkesten fazla sihirbazlar şaşkındır. Çünkü kendileri sihirbazlığın tüm yöntemlerini bilmelerine rağmen böylesini bilmemekte ve görmemektedirler. Ve bununda sihir işi olmayacağını da anlamışlardır.

Sihirbazların kırkı birden secdeye kapanarak:”Musa’nın Rabbine inandık.”derler. Fir’avun küplere biner. Bu durumdan vaz geçmelerini,aksi takdirde çaprazlama olarak kendilerini keseceğini söyler. Hiç biri de bu inancından vaz geçmez. Çünkü Hak ve Hakikatın kimde olduğunu görmüşlerdir.

“Ben sizin en büyük rabbinizim.”[21]diyen fir’avunun sahtekar,Musa’nın Rabbisinin hak olduğunu anlamışlardır. Fir’avun zulmünü yapar. Sağ ayaklarını ve sol kollarını veya sağ kollarını ve sol ayaklarını kestirmek suretiyle eziyet ederek kestirir ve öldürür. Kazıklı Voyvoda’lara önderlik yapar.

Hz. Musa galibiyetin verdiği üstünlükle Mısır’da rahat gezmektedir. Çünkü anlaşma gereği kendisine dokunulmayacak,serbest gezmesine müsaade edilecektir. Bu arada devamlı israillilerle irtibat kurar. Ve nihayet bir gece anlaştıkları şekilde Mısır’dan kaçarlar. Ancak bunu haber alan Fir’avun-da arkalarından bunları takibe koyulur. Önlerine Kızıl deniz gelir. Arkalarında ise kızıl fir’avun yaklaşmaktadır. Yine asayı denize vurarak deniz on iki yola ayrılır. On iki kabile olan israilliler,her kabile bir yoldan geçer. Fir’avun-da peşlerinden gelmekte,gittikçe yaklaşmaktadır.

Nihayet yolculuk bitmiş,karşıya geçmişlerdir. Fir’avun ve adamları daha geçememişlerdir. Yukarıdan akmakta olan,gelen su bunların üzerine kapak gibi kapanır. Fir’avun-da,sihirbazların dediği gibi;-Ben de Musa’nın rabbine inandım-demeye çalışıb,diyemeden ve kabul edilmeden ağzına dolan suyla boğulur,hayatı hazin bir halle noktalanır.

Cenâb-ı Hak-da,insanlara ibret olmak üzere fir’avun-un cesedini koruyacağını ve sahile fırlatılacağını bildirir. Ve sahil kenarında bulunan fir’avunun cesedi bozulmadan İngiltere’de British Museum adlı müzede secdeye kapanmış olarak teşhir edilmektedir.

Bu konuda Bediüzzaman:” İkinci Misal: Kur’anda çok tekrar edilen kıssa-i Musa Aleyhisselâm’ın cümleleri ve cüz’leridir ki, herbir cümlesi, hattâ herbir cüz’ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor. Meselâ, [22] Firavun, vezirine emreder ki: “Bana yüksek bir kule yap, semavatın halini rasad edip bakacağım. Semanın gidişatından acaba Musa’nın (A.S.) dava ettiği gibi semada tasarruf eden bir İlah var mıdır?” İşte kelimesiyle ve şu cüz’î hâdise ile, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlıkı tanımadığından tabiat-perest olup rububiyet dava eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibka-yı nam eden, şöhret-perest olup dağ-misal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasühe kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır firavunlarının an’anesinde hükümferma bir düstur-u acibi ifade eder. Meselâ: [23]

Gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” ünvanıyla umum Firavunların tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensal-i âtiyenin temaşagâhına göndermek olan mevt-âlûd, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizane bir işaret-i gaybiyeyi, bir lem’a-yı i’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.”[24]

“Hem meselâ [25] Benî-İsrail’in oğullarının kesilip, kadın ve kızlarını hayatta bırakmak; bir Firavun zamanında yapılan bir hâdise ünvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddid katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihanede oynadıkları rolü ifade eder.”[26]

Bedüzzaman hazretleri;Kibir,ğurur ve ulûhiyet taslamada ve inkarı ulûhiyette firavunu temsil getirerek onun bu hususta adeta bir simge oluşturduğunu eserlerinde nazara verir

Artık Mısır’dan kaçıp firavunun zulmünden kurtulan israil oğulları Tih çölünde uzun bir zaman Cenâb-ı Hakkın onlara gökten indirdiği Bıldırcın eti ve Kudret helvasıyla beslenmektedirler.

Nankör bir millet olan bu israiloğulları bunlarla yetinmeyip sabredemeyeceklerini,yerin bitirmiş olduğu bazı yeşillikleri istediklerini,bunların ise;sebze,kabak,hıyar,sarımsak,mercimek ve soğan gibi şeyler olup,Allah’ın kendilerine göndermesini isterler. Hz. Musa’da onlara;falan kasabaya inin orada bulacaksınız,der.

Hz. Musa onlara toprağı ekip,biçmek için Kudüse gidip savaşarak orayı alma teklifine,firavunun korkusunun ruhlarına sinmesi üzere reddederler. Oda onların nesillerinden yeni yetişenleri kırk yıl boyunca eğiterek gider ve fetheder.

Çölde israiloğulları azgınlıklarını arada bir gösterirler. Bunlara ceza olarak kıtlıkla,Nil nehrinin taşması ile,çekirge afeti ile,bit istilası,kurbağa istilası,suların kana dönüşmesi,Taun hadisesi ile,Tur dağının başları üzerine kaldırılıp-geçirilme gibi cezalarla her karşılaştıklarında Hz. Musa’ya koşarak,bu durumlardan vaz geçeceklerini,Allah’a dua edip bu belayı kendilerinden kaldırmasını söyler. Peygamberler ümmetlerinin babaları mesabesinde olduğundan,Hz. Musa dua eder,her seferinde de musibet üzerlerinden kalkar. Ancak daha sonra yine eski hallerine dönerler. Tur dağının başları üzerine kaldırılmasında sol kaşlarını yere koyar,sağ gözleriyle yandan dağa bakarak;acaba kafalarına geçecek mi,geçmeyecek mi?diye yine itimatsızca bakarlar. İltica ve Hz. Musa’nın duasıyla oda kalkar.

İcl hadisesi diye bilinen olay;Hz. Musa Tur-i Sina’ya gider,kardeşi Harun’u yanlarına bırakır. Ancak geri döndüğünde Buzağıya taptıklarını görür. Uzun mücadeleler ve savaştan sonra biraz muvaffak olur. Olay şöyle gelişmiştir:

İçlerinden Samiri adında biri halktan topladığı altın ve kıymetli şeyleri eriterek bir buzağı yapar,içerisinden de ses verdirir. Halkı buna taptırır.

İşte bu milletin her an değişebilen ve bozulabilen hazin halleri…

Peygamber Efendimiz:”israiloğulları olmasaydı yemek ekşimez,et kokmazdı.”buyurur.

Peygamberlerini bile öldüren bu lanetli millet ve meskenet ve rezalet içinde yaşayan bir millet…

Hz. Musa Karun’a da telkinde bulunmasına rağmen ilmine ve zenginliğine kapılmasından Cenâb-ı Hak tarafından hazinesiyle birlikte yere geçirilerek helak edilir.[27]

İslâm tarihçileri;Hz. Adem’den Hz. Musa zamanına kadar geçen zamana “İlk devir” yani –Kurûn-u Ûlâ-,Hz. Musa’dan Peygamberimizin peygamberliğine kadar olan zamana”Orta devir ve dönem” yani –Kurun-u Vusta-,peygamberimizden Kıyamete kadar ki geçen zamana da “Son devir” yani –Son asır,ahir zaman,Kurûn-u Uhrâ olarak isimlendirmişlerdir..

HZ . S A L İ H

Cenâb-ı Hak Hud peygamberi[28] gönderdiği,isyanlarından dolayı helak ettiği Ad [29]kavminden sonra,Nuh peygamberin üç oğlundan biri olan Sâm’ın soyundan gelen Semud [30]kavmine de Salih peygamberi gönderdi.[31]

Bu kavim bir çok bağlar,bahçeler edindiler. Bu durum onları gurura sevk edip,çileden çıkardı. Yazın bu bağ,bahçe ve konaklarda zevk ve eğlence ile geçirip,kışında güçlü ve kuvvetli olduklarından dağlarda elleriyle oydukları mağaralarda,sağlam evlerde otururlardı.

Bunlar dokuz kabile olup bir araya gelerek anlaşıp çeteler halinde anarşi ve karışıklıklar çıkarırlardı. Putperest bir milletti. Salih peygamber uzun müddet bunlara tebliğde bulundu. Ancak pek de yanaşmadılar.

Allah’da bu kavme kendilerini gurura sevk eden o bağ ve bahçelerinin kurumasına sebeb olacak,bir kuyu hariç olmak üzere tüm kuyuların sularını kesti. Sırayla o suyu kullanırlardı.

Bunlar iman etmek için Salih peygamberden bir mu’cize istediler. Daha doğrusu inanmamak için suyu yokuşa sürerek,olması imkansız gibi görünen bir teklifte bulundular ki ta olmasın. Böylece inanmamalarına bir delil olmuş olsun. İstekleri;şu dağdaki sarp kayadan kızıl tüylü on aylık dişi bir devenin çıkmasını istediler. Salih peygamberin mu’cizesi olarak deve çıktı ve kendisi gibi bir de yavru doğurdu. Toplu halde bulunan o insanlardan bir kısmı buna inanırken,diğer bir kısımda inanmamakta diretti.

Dağdan çıkan bu develer bir tek suyu bulunan kuyunun tüm suyunu içtiler. Salih peygamber onları ikaz ederek deveye dokunmamalarını tenbihledi. Aksi takdirde belaya uğrayacaklarını onlara hatırlattı. Buna rağmen onlar deveyi ayağından keserek öldürdüler. Artık üzerlerine azab hak olmuştu.

Birinci günde,yüzleri sarardı. İkinci günde kızardı. Üçüncü günde de yüzleri simsiyah kesildi. Bayılıp,delirerek,kudurarak ölenler oldu. Dördüncü günde de Salih peygamberi ve ailesini öldürmeye teşebbüs ettiler. Ancak Cebrailin önceden haber vermesi ile,Salih peygamber kendisine inanan dört bin kişiyi alarak önceden şehri terk etti. Cenâb-ı Hak bunları bir Sayha ile,yüksek bir ses ile helak etti. O güzelim bağlarını,şehirleri ve kendileriyle birlikte helak etti.

Buradan gidip Şam’ın Remle şehrine yerleşen Salih peygamber 158 yaşında iken vefat etti.

Semud kavmi de diğer isyankar kavimler gibi akibetlerini acı bir şekilde tatmış,kendilerinden sonraki ders alacak milletlere bir ibret levhası olmuştu. Bunlar bu Semud adını dedelerine nisbetle söylemişlerdir.

H Z . N U H

Hz. Nuh Peygamber[32] neseben Hz. İdris peygambere [33]dayanır. Her peygamber gibi tebliğat da bulunur. Ancak kavmi dinlememekle kalmaz,duymamak için kulaklarını tıkar,gözlerini de yumarlardı. Güneşten rahatsız olan yarasa misali…

Kûfe civarında yaşayıp,kırk yaşında iken peygamber olmuş,1050 yıl yaşamıştır. Kırk yaşında diğer peygamberlerinde peygamber olmasının bir hikmeti;o yaşın kemal yaşı olmasındandır.

Müşriklerin inanmamak için peygamberimize bahane olarak;sen bizim atalarımızın yapa geldiği şeyden mi alı koyuyorsun? sorusuna cevaben;-Kur’an-ın lisanıyla:Ya atalarınız yanlış yolda ise,o yanlışı devam mı ettireceksiniz? demesi gibi;

Bu kavimde peygamberlerine:-Sen de bizim gibi bir insansın. Bizden ne farkın var. Hem sana fakir ve sefil kimseler tabi olmaktadır.

Tıpkı bu asrımızdaki hastalık gibi. Bir arkadaşla iman ve ibadet konusunda konuşurken,verdiği cevab aynen bu kavmin Nuh peygambere cevabı gibi idi. Bak,camilere gelen,namaz kılan insanlar hep fakir ve işçi takımı. Böylece asrımızdaki hastalıklar geçmiş ümmetlerdeki hastalıkların hepsini de ihtiva etmektedir.

İnanmamalarına ceza olarak Allah bunlara kırk yıl yağmur göndermeyip,kıtlık içerisinde bırakmıştır.

Bunca yıl yapılan nasihatlar bir fayda vermemiştir. Cebrail’in gelip de bildirmesi ve tarifi üzere gemi yapmaya başlanılır. Kavmi bununla da alay etmeye başlar.-Ya Nuh! Artık gemiciliğe mi başladın?derler.

İbretli bir olay:Hz. Nuh peygamber gemiyi yaparken insanlar gelip,gemiye pislerler. Artık öyle olur ki,gemide adım atacak yer kalmaz. Her tarafı pislenmiştir. Bunun üzerine Allah bunlara salgın bir hastalık verir. Hastalık tüm vücutlarını sarar. Tedaviye çare bulamazlar. Hala ibret almamış ve de akıllanmamışlardır. Gemiye pislemeye devam ederler.

Yine bir gün onlardan birisi gemiye pislerken ayağı kayar ve bir tarafı pisliğe değer. Ancak hayret! Pisliğe değen tarafı salgın hastalıktan iyi olmuştur. Biraz daha alır,öbür tarafına sürer,orası da geçer. Ve tutar tüm vücuduna sürmeye başlar. Tüm vücudu da salgın hastalıktan kurtulmuştur. Bu urumu tüm arkadaşlarına koşarak bildirir. Arkadaşları hemen gelip tüm pislikleri elleriyle kazıyıncaya kadar tüm vücutlarına,yüzlerine,gözlerine sürer,hastalıktan da kurtulurlar. Böylece kendi pisliklerinden hiçbir eser kalmayacak şekilde,tükürdüklerini Allah onlara tekrar yalattırır.

Geminin yapımı iki veya dört yıl gibi kısa bir zamanda yapımı,bağlanıp çakım işlemi sert abanoz ağaçlarıyla bitirilir. Geminin buharlı olduğu söylenir. Gemi üç katlı olup,bir katı geminin aletleri ve anbar,ikinci katı hayvanlar ve üçüncü katı da insanların kalacağı bir şekilde yapılır.

Nuha inanan seksen kişi gemiye biner,sular yükselmeye başlar. Gökten boşalırcasına,yerden kaynarcasına tufan baş gösterir. İnanmayanların içinde Nuh Peygamberin hanımı ve oğlu Kenan’da vardır. Sular yükseldikçe oğlu kaçar. Baba ise,bir baba şefkatiyle yalvarır. Oğul ise,-Ben yüksek yerlere çıkar,kendimi kurtarırım.-der. Sular yükseldikçe kaçmaya devam eder. Artık kaçacak bir yer kalmamıştır. Oda tufanda diğerleri gibi boğulur.

Nuh Peygamber Allah’a yalvararak;-Ya Rabbi! O benim evladımdı.der. Cenâb-ı Hak ise:-Hayır! O senin evladın değildir.-Çünki imansızlık ciheti,babalık ve irsiyet bağlarını da koparmış olmaktadır.

Tufan tüm dünyayı kaplamıştır. Suda altı ay kalınır. Altı aydan sonra gök suyunu çeker,yer suyunu yutar.

Hz. Nuh Peygambere ikinci Âdem denilir. Sebebi ise;tufandan dolayı hayatın bitmesiyle yeni bir hayat başlar. Gemiye aldığı her çift hayvanlarla beraber,yeni bir dünyaya ilk adım da atılmış olur.

Nuh peygamberin üç. oğlu vardır. Bunlar;Ham,Sam ve Yafes’dir. Türklerin neseben Yafes’in soyundan geldiği rivayet edilmektedir.

H Z . YAKUB VE HZ. YUSUF

Hazreti Yakub Peygamberin [34] lakabı israil idi. Oğullarına ve onun neslinden gelenlere de Beni İsrail veya İsrail Oğulları denilmektedir.

On iki oğlu bulunmaktadır. En küçüğü Bünyamin ve Yusuf’tur. İsrail oğulları bu on iki oğlunun soyundan gelmektedir. İsrail oğullarına Kur’an-da önemli bir yer verilmektedir.[35]

Yakub Peygamber evlatları içerisinde en çok küçük Yusuf’u[36] sever. Buda onun ileride peygamber olacağının,peygamber sıfatına sahib olmasından kaynaklanmaktadır.

Bir gün Yusuf çocukluğunda rüya görür. Rüyasında:”On bir yıldızla güneşin ve ayın kendisine secde ettiğini görür.”[37] Bu durumu babasına anlattığında,babası rüyasını kardeşlerine anlatmamasını,onların kendisine tuzak kurabileceklerini söyler.”

Babalarının Bünyamin’le Yusuf’u sevmelerini çekemeyen diğer kardeşleri bir hile ile babalarından,kardeşlerinin de kendileriyle beraber kıra gelmelerini söylerler. Baba ise,rüyayı da hatırlayarak,Yusuf’u kurdun parçalayacağından korkarak götürmelerini istemez. Ancak onlar;-Babacığım,bize ne olmuş ki,biz ona sahiblik yapar,yanımızdan ayırmayız,diyerek ısrarlarıyla kardeşlerini yanlarında götürürler. Yusuf’u planladıkları gibi öldürmek isterler. Ancak Bünyamin izin vermez,babalarına söyleyeceğini söyler.

Ve neticede susuz bir kuyuya atarlar. Bir koyun parçalayarak gömleğini onun kanıyla bularlar. Ve babalarına ağlayarak gelir ve;-Biz oynarken kardeşimizi elbiselerimizin yanına bırakmıştık. (Babalarının korktuğu şey olan) Kurdun parçalamış olduğunu söylerler ve kanlı gömleği babalarına gösterirler.

Yusufunu kaybeden baba Yakub peygamber gece gündüz ağlamaktadır. Değil babalarına Yusufu unutturmak,daha fazla hatırlamasına sebeb olmuşlardır.

Arada bir gizlice kuyuya gider bakarlar. Yine bir gün,oradan geçmekte olan bir kervan su almak için kuyuya kovayı sarkıtırlar,ancak su yerine bir çocuk çıkmıştır. Kardeşleri bu çocuğun kendilerine aid olduğunu söyleyerek sahib çıkar ve az bir para mukabilinde bu çocuğu kafiledekilere satarlar. Kafile Mısıra gitmektedir. Ve çocuk Mısırda Mısırın azizi,krala satılır.Artık çocuk Yusuf saraydadır,bir hizmetçi olarak. Kralın hanımı Züleyha’nın yanında ve hizmetinde…

Hz. Âdem’den beri yaratılan insanlar içerisinde güzellik bakımından simaca en güzel bir simaya sahibtir Yusuf aleyhisselam. Ancak tüm güzellikleri kendisinde toplayan Efendimiz hazretleri ise:”Evet. Ben kardeşim Yusuftan da güzelim.”diyerek,güzellik konusunda sorulan soruya böyle cevab verir. Amenna ve Saddakna…

Yusuf’un yüz güzelliği Züleyha’yı cezbeder. Kendisinin olmasını ister. Yusuf Peygamber ise,efendisine ihanet edemeyeceğini söyler ve çekinir. Bir rivayete göre,kendisine babası görünür,temessül edip,uyarmaktadır. Yusuf kaçınca Züleyha’da arkasından koşar. Arkadan giysisinden tutup çekince giysi arkadan yırtılır. O sırada Züleyha’nın kocası içeri girer. Bu durumu görünce,Züleyha masumiyetini göstermek için ağlayıp,getirdiği hizmetçinin üzerine saldırdığını söyleyerek iftirada bulunur.

Kadının akrabasından birisi şahitliğinde,giysisi önden yırtılmışsa Züleyha’nın dediğinin doğru,arkadan yırtılmışsa kendisinin dediğinin doğru olup,iftira edilmiş olduğunu söyleyerek,durumu izah eder. Mantıklı ulunan bu görüş doğrultusunda Yusufçuk haklıdır. Ancak ne de olsa bir köle olup,Züleyha bir efendinin hanımıdır. Bu olayın şayi olmayıp,etrafa yayılmaması için Yusufçuk zindana atılır.

Şehirdeki kadınlar Züleyha’nın bu durumunu kınayıp konuşmaya başladıklarında,onları imtihan etmek üzere evine çağırır. Arkalarına yastık dayayıp,ellerine keskin bıçak ve meyve vererek soymaya başladıklarında,Yusufu sakladığı yerden karşılarına çıkarınca ona şaşkınca bakakalan kadınlar,şaşkınlıklarından ellerini keserek şöyle derler:”Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederiz,bu asla bir beşer değildir. Bu ancak değerli bir melektir.

Yusufçuk rüyaları çok iyi tabir ederdi. Kendisiyle birlikte zindana iki kişi de atılmıştı. Biri şarapçı,diğeri ekmekçi. Şarapçı olan rüyasında;”Ben şarap sıktığımı gördüm.” Öbürü de:”Ben başımın üstünde kuşların yediği ekmeği taşıdığımı gördüm.”

Bunlar kralı zehirleme şüphesi üzerine hapse atılmışlardı. Yusuf peygamber onlardan şarapçı olanına kurtulacağını,ekmekçiye de idam edileceğini söyler. Şarapçıya,dışarıya çıktığında efendisinin yanında kendisini de hatırlamasını söyleyip,bir an Cenâb-ı Hakkı unutup,çıkma umudunu Allah’a değil de krala bağlamış gibi olduğundan,yattığı beş seneye ilaveten yedi sene daha kalarak on iki yıl zindanda kalır.

Kral bir gün rüyada:”Yedi zayıf ineğin yediği yedi semiz inek görür. Ayrıca,yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüğünü ve bunu tabir etmelerini söyler.” Kimse yorumunu yapamazken,zindandan kurtulmuş olan şarapçı,zindanda bulunan Yusufu hatırlar ve onlara;kendilerine bunların yorumunu haber vereceğini ve kendisini zindana göndermelerini söyleyerek zindana gelip rüyanın yorumunu sorar.

Yusuf’da:”Adetiniz üzere yedi sene ekin ekersiniz. Sonra yiyeceklerinizden az bir miktar hariç,biçtiklerinizi başağında stok edip bırakınız. Sonra bunun ardından saklayacaklarınızdan az bir miktar hariç,o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir. Sonra bunun arkasından da bir yıl gelecek ki,o yılda,insanlara yardım olunacak ve o yılda meyve sıkacaklar,bu nimetlere kavuşacaklar.

Kral Yusufun getirilmesini ister ve onun masumluğunu ifade ederler. Yusuf durumu birde kral Kıtfır’a anlatır ve çare olarak kendisi bu işlerin hazinedarlığını yapar. Yedi yıl boyunca devamlı ekin yapılarak Ofislerde depo edilir. Arkasından yedi yılda da kıtlık baş gösterir. Kıtlık her tarafı kasıp kavurmaktadır. Kardeşlerinin memleketine bundan nasibini almıştır.

Babaları Yakub Peygamber,Bünyamin hariç diğer kardeşlerini Mısıra buğday getirmeleri için gönderir ve gelirler. Yusuf Peygamber onları tanımıştır. Ancak onlar tanımamıştır. Onlarla uzun boylu konuşur. Babaları ve kardeşleri hakkında bilgi verirler ve bir kardeşlerinin çölde öldüğünü söyleyip,küçük kardeşlerinin de babalarının yanında kaldığını söylerler. Yusuf peygamberde o kardeşlerini de getirmeleri halinde ancak kendilerine verebileceğini ve oda olursa daha fazla olarak onun içinde vereceğini söyleyip,kardeşlerini getirmelerini onlardan ister.

Onlar ise,babalarının vermeyeceğini ama ısrar edeceklerini söyleyerek gider,babalarından isterler. Babaları ise,Yusufun başına gelen akibetin bunun da başına geleceğinden korkmaktadır. Neticede verir ve gelirler.

Yusuf peygamber bunlara ziyafet verip,onları çifter çifter oturtturur. Bünyamin ise tek kalmıştır. Yusuf peygamber onun yanına yaklaşarak ,-Beni kendine kardeş kabul eder misin? dediğinde,Bünyamin memnuniyetini ifade eder ve der:”Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir? Fakat seni Yakub ile annem Rahiyle doğurmadılar. Bunun üzerine Yusuf Peygamber ağlayarak kardeşine sarılır ve:”Ben senin kardeşinim.”der.

Artık yükleri hazırlanmış,düşünülen plan gereği Bünyamin’in yükünün içerisine kralın su kabı konulur. Arama neticesinde Bünyamin’de bulunduğundan o alıkonulur. Kardeşleri kendilerinin alıkonulmasını,kardeşlerinin serbest bırakılmasını ne kadar söylerlerse kabul edilmez. Mecburen babalarını yanına varırlar.

Babalarının yanına varıp Bünyamin’in durumunu arz edince babası ağlayarak iki gözü görmez olur. Bu durumda da hala ümidini kesmemiştir. Kendisini kınayacaklarını söyleyerek çocuklarına,gidince Kardeşiniz Yusuf ve Bünyamini araştırınız,çünkü bana vahyediliyor.

Kardeşleri gelip Yusufa ricada bulunarak durumlarını arz ettiklerinde Yusuf kendisini onlara tanıtarak sarılır. Onlarda kardeşlerinin büyüklüğünü anlarlar.

Yusuf Peygamber onlara gömleğini vererek babalarına gönderir. Gömleği babalarının gözüne koymalarını ve açılacağını söyleyerek,bütün ailesini getirmelerini söyler. Bunlar Mısırdan ayrılınca Yakub Peygamber’de:”Eğer bana bunak demezseniz inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum.”der. Onlarda:”Vallahi sen hala eski şaşkınlığındasın.”derler.

Mısır’dan gelip,gömleği gözüne sürmeleriyle eski haline kavuşur. Ailece Mısıra dönerler. Yusuf Peygamber bütün Mısırlılarla beraber ailelerini karşılar,uzun ayrılık sona ererek mesud ve mutlu bir buluşma olur.

Züleyha’nın kocası ölmesi üzerine Yusuf Züleyha ile evlenir,bir çok çocukları olur. Babasıyla buluştuktan 24 yıl sonra babasını kaybeder,ondan 23 yıl sonra da kendisi vefat eder. Babası Şam’a,kendisi de mermer bir sandığa konularak Nil nehrine konulur,sevdiklerinden kendi memleketlerinde kalmalarını istemektedirler. Ancak daha sonraları Musa Peygamber naaşını çıkararak,babasının yanına defneder.

“En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsen-ül kasas olan Kıssa-i Yusuf Aleyhisselâm hâtimesini haber veren âyetinin, -Beni müslüman olarak öldür ve beni Salihler arasına kat.-[38]ulvî ve latif ve müjdeli ve i’cazkârane bir nüktesi şudur ki: Sair ferahlı ve saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda, mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere “Eyvah!” dedirtir. Halbuki şu âyet, Kıssa-i Yusuf’un (A.S.) en parlak kısmı ki; Aziz-i Mısır olması, peder ve vâlidesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf’un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenâb-ı Hak’tan vefatını istedi ve vefat etti; o saadete mazhar oldu. Demek o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedâr bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikat-bîn bir zât, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.

İşte Kur’an-ı Hakîm’in şu belâgatına bak ki, Kıssa-i Yusuf’un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır. Hem Hazret-i Yusuf’un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor.”[39]

H Z . İ S A

Hz. İsa,[40]Hz. Meryem’in oğlu olup,Hz.Meryem’de[41] İmran bin Masan’ın kızıdır. Annesi ise Hanne’dir. Buda Zekeriya Peygamberin hanımı İşa’nın kız kardeşidir. Böylece bu Hz. Meryem’in teyzesi olmaktadır.

Bir gün Hanne Allah’a şöyle duada bulunur:”Ya Rabbi! Karnımda olan çocuğu dünya işlerinin hepsinden azade olarak,sırf senin ibadetine ve Beyti Makdisinin hizmetine adadım. Ya Rab,bu nezrimi kabul et. Zira sen kullarının dua ve nezirlerini işitir ve niyetlerini bilirsin.”[42]

Hz. Meryem babasını görmeden,babası vefat etmiştir.

Meryem,israil dininde;ibadet ve hizmet edici demektir.[43]

Hz. İsa’nın diğer insanlardan farkı,babasız olarak doğmuş olmasıdır. Bu durumda annesine yaptıkları iftiralara karşı annesi Meryem kendilerine kendisinin değil de,beşikte yatan çocuğun cevab vermesini söyler. Hz. İsa mu’cize olarak,çocuk olduğu halde beşikte iken konuşur. Annesine iftira ettiklerini,annesinin isnad ettiklerinden beri olduğunu ifade ederek,annesini temize çıkarır.

Bu konuda Kur’an-ı Kerim-de:” Muhakkak ki İsa’nın yaratılmasının mesel ve misali Âdem’in misali gibidir.”[44] Yani,Hz. Âdem-i hem babasız hem de annesiz olarak Yaratan Allah,elbette Hz. İsa’yı babasız yaratması kudretine zor değildir.

Sayısız yaratma işlemini yapan,farklı bir yaratmayı yapamaması düşünülemez.

Herkes babasının adıyla isimlendirilirken Hz. İsa annesinin adıyla yani;Meryem oğlu İsa olarak isimlendirilişi de,onun babasız olarak yaratıldığının bir delilidir.

İlim bu gün bir çok hayvanın çiftleşme olmadan ürediğini keşfetmiştir. Arı bunun en açık örneğidir.

Arıların bütün erkekleri erkek suyu ilkah edilmemiş yumurtacıklardan ibarettir. Erkek arılar,kraliçe arının yumurtalarından,erkek ilkahı olmaksızın ürerler. Yani:

1)Arılar (anaç arı) hayatında bir defa çiftleşir.

a)Döllenmeden dişi arı olurken,

b)Döllenme olmadan erkek arılar oluşur,babasız arılardır.

2)Gül veya yaprak bitleri. (Afis’ler) babasız olurlar.

3)Su pireleri. (Daphnia) döllenmemiş yumurtalardan,babasız olurlar.[45]

Hz. Meryem hususunda da peygamberimiz:”Kadınlar içerisinde üstün vasıfta üç kadının var olduğunu söyler. Bunlar:Firavunun hanımı Asiye,Hz. İsa’nın annesi Meryem ve Hz. Hatice’dir.

Mekke’de Meryem’in bakımını üzerine alan Hz. Zekeriya Peygamber,[46] her ne vakit yemek götürüyorsa,yanında rızkı hazır bulurdu. Üstün vasfından dolayı Cenab-ı Hak onu rızıklandırırdı.

Hz. İsa mu’cize olarak ölüleri diriltir,Baras yani alaca hastalıklarını biiznillah iyileştirirdi.

Bununla da Bediüzzamanın tesbitince;Baras hastalığına tedavinin mümkün olacağını,ölüme hayat rengi verilebileceğini ibret ve ders olarak tatbik edilmesi gerektiğini ifade etmiştir ki,şimdiki bitkisel hayat bunun küçük bir nümunesidir.

Kendisine İncil indirilmiş olup,dinini on iki havariye anlatmış,onlarda etrafa yayarak,bu dini anlatmışlardır.

Kendisini krala şikayet etmeleri üzerine bulunduğu kiliseye gelir,ancak kendisini şikayet eden şahıs içeri girip,orada olduğunu belirtmek için çıktığında Cenâb-ı Hak tarafından İsa şeklinde gösterilmesinden,Hz. İsa’nın yerine o şikayet eden kişi gerilir,Hz. İsa üçüncü tabaka-i hayat olarak göğe çekilir.

Hz. İsa hayatta iken duasında;-kendisinin de Muhammed ümmetinden olmasını Allah’dan ister. Gerek bu duanın kabulü,gerekse hikmeti ilâhiyyenin muktezasınca kıyamete yakın bir zamanda Hz. İsa gelir,peygamberimizin ümmetinden olur,İslam şeriatıyla amel ederek,hristiyanlık dünyasının İslâmiyete tabi olmasına vesile olur. Namazda Mehdi’ye tabi olur.

Hatta:”Hâce Nakşibendin kamil halifelerinden,alim ve muhaddis Hâce Muhammed Parsa:”El-Fusus-üs Sitte”adlı kitabında,Hz. İsa’nın ikinci gelişinde,İmam Ebu Hanife’nin mezhebiyle amel edeceğini ifade etmiştir.”[47]

HZ. Y U N U S ( AS )

Peygamberlik halkasının bir halkasını oluşturan Yunus (AS);[48] âyette de belirtildiği üzere;Musul-da Ninova şehrine,yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderilmiştir.[49]

Diğer sûre ve âyetlerde de bu durum teyid edilmektedir.[50]

Yunus İbni Metta peygamber kavminin isyanından dolayı onlara haber verdiği ilâhi azab gerçekleşmeyince onları terk eder. Bir gemiye biner Gemi bir müddet sonra devam etmeyince gemiciler;

“İçimizde efendisinden kaçan bir köle vardır. Kur’a atalım,ortaya çıkar.” Kur’a atılır ve Yunus aleyhisselama çıkar. Neticede Yunus peygamberi Yunus balığı yutar.

Artık yunus balığı alacağını almış,görevini yerine getirmiş,bir deniz altı gemisi gibi Yunus peygamberi karnında taşımaktadır.

Bir zerrede boğulanlar,dünya tarafından yutulanlara bedel o,görevli bir balık tarafından hayatı yok edilmeksizin yutulmuştur. Bir deniz altı gibi…

Âyette:”Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o,dertli dertli Rabbine niyaz etmişti;şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı,o mutlaka çırıl çıplak,kınanacak bir halde oraya atılacaktı.

Fakat ardından,Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu salihlerden kıldı.”

Eğer bu tesbihi olmasaydı:”Tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalmıştı”der.[51]

Diğer adı –balık sahibi- anlamına gelen Zünnun-un en önemli tesbih ve duası:”Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.”[52]

Koca bir sûre onun adıyla adlandırılmaktadır.[53]

Önemli,büyük ve gayet tesirli olan Yunus aleyhisselamın yukarıdaki duasını sabah ve akşam namazından sonra 33-er defa okumak çokça faziletlidir.

Yunus peygamber burada tüm sebeblerden yüz çevirip,doğrudan doğruya hakiki tesir sahibi olan Allahı düşünmektedir. Tam ve samimi bir duyguyla ona yönelmektedir.

Her şeyden ve herkesten ümit kesildiği ,her şey aleyhinde olduğu bir vakitte,o dua ile her şey ona bir hizmetçi durumuna geçmiştir.

Elbette bizlerde aleyhimize ittifak eden istikbal,dünya,hevâ-i nefis yani zalim olan nefse karşı en önemli kalkan,zırh ve koruyucu Allaha yönelmekle olur.

Elbet insanın ma’budu, Rabbi,melce-i O’dur.

Bu dua neticesinde hükmünün balık,deniz,gece ve havaya geçmesi gibi,bizlerinde bunlara karşı hükmümüzün geçmesi için,O’nun hükmüne ram olunması gerekir.

Çünki O,Ahkemül Hâkimin yani Hâkimlerin de hâkimidir. Hüküm O’nundur.

12-5-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.30.

[2] Bakara.30.

[3] Bakara.30-31,33,37,Al-i İmran.33,59,Nisa.1,116,120,En’am.2,A’raf.12,23,189,Hicr,26,28,43,İsra.61,64,Kehf.50,Taha.115,123,Mü’minun.12,Rum.21,Secde.7,Sad.71,85,Zümer.6-7,Rahman.3-4,14-15,İnsan.1,Furkan.54,Fatır.11,Saffat.11,Mü’min.67,Necm.32,Nuh.19,Bak.Kur’an-ı Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.262-263.

[4] Ğaşiye.10-16,Tefsir-i Kebir.Fahreddin-i Razi. Terc.heyet. 23 / 101-103.

[5] Tirmizi. 4 / 683,Bab.12 (2545) Bak. Ahiret Günü.A.M.Rahbavi. Terc.A.Serdaroğlu,L. Şentürk.sh.198.

[6] Bak.Bakara.35-36,38,A’raf.19-25,Taha.120-124,.

[7] Bakara.35,A’raf.19.

[8] Bakara.37,Bak,K.K.Fihristi.age.163.

[9] Bak.Bakara.34-36,A’raf.19-24,İsra.61-62,Kehf.50,Taha.116-119.

[10] Maide.27-32.

[11] Maide.31.

[12] Maide.27.

[13] Maide.28-30.

[14] Hülasatül Beyan.Konyalı Mehmet Vehbi. 3 / 1203.

[15] İslam Tarihi.Medine Dönemi.Asım Köksal. 2 / 298.

[16] Bakara.246-252.ayetleri arasında anlatılmaktadır.

[17] Hülasatül Beyan.age. 2 / 713, 1 / 449-456,Bakara.249-252.Bak.Bakara.251,En’am.84,Enbiya.78-80,Neml.15,Sebe’.10-11,Sad.17-26.

[18] Hadid.25,Sebe’.10.

[19] Nisa.163,En’am.84,Enbiya.78,81-82,Neml.15-44,Sebe’.12-20,Sad.30-40,Yusuf.54-56.bAK.Maarif.22.

[20] Musa ile ilgili ayetler:A’raf.103-156,160,Yunus.75-92,Taha.9-79,Şuara.10-68,Neml.7-14,Kasas.3-43,Saffat.114-121,Mü’min.23-46,Zuhruf.46-56,Duhan.17-33,Naziat.15-24,En’am.84,Meryem.51,Yunus.75-76,83,Hud.96-97,Furkan.36,Zariyat.38,Secde.23,Bakara.51,53,87,İsra.2,Enbiya.48,Fussilet.45,Ahkaf.12,Kehf.60,82,Saf.5,Maide.20-26,Ankeut.39-40,Şuara.29-30,60-63,Tur dağı:Bakara.63,93,253,Nisa.154,164,Meryem.52,Taha.80,Mü’minun.20,Kasas.44,46,Tur.1,Tin.2,Firavun:Tahrim.11,fecr.10,Bakara.49,A’raf.127,Kasas.4-6,Mü’min.25,Neml.13-14,Müzzemmil.16,Kaf.13-14,Kamer.41-42,Hakka.9-10,Yunus.90-92,Zariyat.40,Hac.42-44, Şuaybla ilgili olarak bak:A’raf.85-93,Hud.84-95,Hicr.78-79,Şuara.176-191,Ankebut.36-37,40,Furkan.38,Kaf.12,14.Ayetlerle ilgili bak.K.K. Fihristi.age.sh. 274-278 ,176,118,311,231,273,250,176.

[21] Naziat.24.

[22] Ğafir.36,Kasas.38.

[23] Yunus.92.

[24] Sözler.402,Emirdağ Lahikası. 2 / 128.

[25] Bakara.49,İbrahim.6.

[26] Sözler.402.

[27] Bak.Kasas.76-88.

[28] A’raf.65-72,Hud.50-60,Mü’minun.31-41,Şuara.123-140,Kamer.18-21,Ahkaf.21-23.Bak.K.K.Fihristi.age.sh.265.

[29] A’raf.65-72,Hud.57-60,Mü’minun.31,39-41,Furkan.38,Şuara.128-130,139-140,Ankebut.38,Fussilet.15-16,Ahkaf.24-26,Kaf.13-14,Zariyat.41-42,Necm.50,Kamer.18-22,Hakka.4,6-9,Fecr.6-8,11-13,

[30] Diğer adıyla Hicr kavmi:A’raf.73-78,Hud.64-68,Hıcr.80-84,Furkan.38,Şuara.146-149,154-159,Neml.49-53,Ankebut.38-40,Fussilet.17-18,Kaf.12,14,Zariyat.43-45,Necm.51,Kamer.23-31,Hakka.4-5,9,Fecr.9,11-13,Şems.11-15,

[31] A’raf.73-79,Hud.61-68,Hıcr.80-84,Şuara.141-159,Neml.45-53,Kamer.23-31.

[32] A’raf.59-64,Yunus.71-73,Hud.25-49,Mü’minun.23-30,Şuara.105-122,Ankebut.14-15,40,Saffat.75-82,Kamer.9-16,Nuh.1-28,Nisa.163,En’am.84,Hadid.26,İsra.3,17,Al-i İmran.33-34,Tahrim.10,Furkan.37,Kaf.12,14,Zariyat.46,Necm.52,Enbiya.76-77,Hakka.11-12,Bak.K.K.fihristi.age.sh.263-265,231,185,175,162.

[33] Meryem.56-57,Enbiya.85-86.

[34] Hud.69-73,Hicr.51-55,Meryem.49-50,Enbiya.72-73,Ankebut.27,Saffat.112-113,Zariyat.24-30,Nisa.163,En’am.84,Sad.45-47,Bakara.132-133,

[35] K.K.Fihristi.age.298-300.

[36] Yusuf.3-102,En’am.84,

[37] Yusuf.4.

[38] Yusuf.101.

[39] Mektubat.B.Said Nursi.sh.261-262.

[40] Bakara.87,253,Al-i İmran.45-55,59,Meryem.17-23,27-34,36,Enbiya.91,Mü’minun.50,Nisa.157-159,163,171-172,Maide.46,75,109-119,En’am.85,Hadid.27, Zuhruf.52-65,Saf.6,14,Yasin.13-27

[41] Al-i İmran.33-37,42-45,47,59,Maide.75,Meryem.16-34,Tahrim.12,Enbiya.91,Mü’minun.50,Nisa.156-157,

[42] Al-i İmran.3.

[43] Peygamberler Tarihi.B.Ateş,M. Dikmen.sh.554-565.

[44] Al-i İmran.59.

[45] Bak.Zafer dergisi.Eylül.1992.

[46] Al-i İmran.37-41,En’am.85,Enbiya.89-90,Meryem.2-11.

[47] İslam. Mevdudi. Terc. H.Karaman.sh.55.

[48] Bak. Tefsir-i Kebir. F. Razi. Terc. Heyet.16 / 213-221Bak. Lem’alar. B. Said Nursi . 1. Lem’a, bak.R. N. Kudsi Kaynakları. A. Badıllı. 573.

[49] Saffat suresi.147-148.

[50] Nisa.163,Yunus.98,Saffat.139-148,En’am.86,Kalem.50.

[51] Kalem.48-50.

[52] Enbiya.87.

[53] Yunus suresi.11.cüz,10.sure.109 ayet.




PEYGAMBERLİK İDDİASINDA BULUNAN PEYGAMBER TASLAKLARINA ATFOLUNUR

PEYGAMBERLİK İDDİASINDA BULUNAN PEYGAMBER TASLAKLARINA ATFOLUNUR

Evvela;Peygamberlere vahyolunur.

Rasullere kitaplar indirilir.

Peygamberler mu’cize gösterirler.

-Eğer bu peygamberliğini iddia eden peygamber taslakları eğer peygamberliği şimdiye kadar devam ediyorduysa,neden görevi olan tebliğini yapıp yaymadı,duyurmadı?

Acaba bu adamın risaleti umuma mıydı? Yoksa hususa mıydı? Söylerse öğrenmiş oluruz!Acaba,Peygamber Efendimizin dinine şüphe edenlerden[1] birimi?

Bu durumda bu herif bazı şeyleri helal,bazılarını da haram kılma yolunu ve sevdasını da düşünüyor mu? Buda hamakatın daniskası olur!

-Acaba sakın bu kendisine vahiy olunan,Peygamberimize yüz çevirenlerden olmasın,onlardan mı?

-Rakibsiz olan Kur’an-a [2] -yazdığı eserle- rekabetdemi bulunmakta?

Eynes-serâ mines-süreyya…

İkisini mukayese yapmak ise;hamakatın en büyük zırvası…

Allah tarafından korunan Kur’an-ı Kerim[3],yine Allah’ın kelamı olup,Peygamberin uydurması değildir.[4]

Âyet-de:”Allah’a karşı yalan uydurandan,yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken,-bana da vahyolundu-diyenden,ve –Ben’de Allah’ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim.-diye söyleyenden daha zalim kim vardır! O zalimler,ölüm dalgaları içinde,melekler de pençelerini uzatmış,onlara –Haydi (bakalım bizim elimizden) canlarınızı kurtarın,Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü,bu gün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız- derken onların halini bir görsen!”[5]

Bu âyet kendilerine de vahiy geldiğini iddia eden,yalancılık ta meşhur Müseylime-i Kezzab ve Esved-i Ansi gibi kalb karalığında zirvede olan şahıslar hakkında inmiş olup,tüm peygamber taslak! larını da kapsamaktadır. (İskender Evranasoğlu gibi.) Olur ya,ileride çıkacak olanlara da şimdiden atıfta bulunmuş oluruz. Nadirattan da olsa cinsi farklı olanlara rastlanılmaktadır.

-“ Andolsun ki,sizi ilk defa yarattığımız gibi,yine teker teker bize geleceksiniz ve (dünya da) size verip de hayaline daldırdığımız şeyleri (malları) arkanızda bırakacaksınız. Hani,bizim ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremiyoruz? Andolsun,aranızdaki bağ kopmuş ve (ilah) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.”[6]

Acaba bu peygamber taslakları,hangi saptırdıklarının şefaatçılığını yapacaklar? Hangileri kendisine şefaatçı olacaktır?

Bunca davacının vebalini,yükünü çekmek kolay olmasa gerek?

Yoksa başka şefaatçıları mı var?

Her halde varsa düşünce,düşünüyorlardır! Düşünebiliyorlarsa…

Ahirzaman çok hayırlara gebe olduğu gibi,çok şerleri de içerisinde barındırmaktadır.

Hayırda;asrı saadetin ayinedarlığını yaptığı gibi,şerde de,cehalet asrının cehaletini,cehaletin zirvesinde durarak işlenildiğini,her alanda da nümunelerini görmekteyiz,asır bunu göstermektedir.

Âdeta ilim adına cehaletin eğitimi görülmektedir.

Fark ise;biri cehaletten gelen ilimsiz ve bilgisizlik,diğeri ise,ilimden ve bilgiden gelen cehalet…

Asırları özetleyen cehalet ve saadet asrı,asırları özetlediği gibi;20. asırda,iman ve küfürde,zulüm,gaflet,dalalet ve mazlumiyet de ve bir çok noktada,müsbet ve menfide de cehalet ve saadet asrını hülasalandırmakta ve netice ve noktalamaya doğru götürmektedir.

Asrımız asırları özetlemektedir. Kışır ve hülasasıyla…

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yunus.104.

[2] Bakara.23-24,Yunus.38,hud.13,İsra.88.

[3] Hicr.3.

[4] Ankebut.50.

[5] En’am.93.

[6] En’am.94.




EMEKLİ PEYGAMBERLER

EMEKLİ PEYGAMBERLER

Adıyamanın eşrafından merhum Mahmut Allahverdi,Adıyaman-da papazla beraber olduğu bir sohbette papaza hitaben;Biz Hz. İsa-yı peygamber olarak kabul ediyoruz. Kabul etmesek müslüman olamıyoruz. İmanımızın gereği kabul etmek mecburiyetindeyiz. Siz neden bizim peygamberimiz Hz. Muhammed-i kabul etmiyorsunuz?

-Buna pek de cevaba yaklaşmayınca,diğer bir soruyla söze devam eder;

-Şu soru konumuzu daha iyi anlatacaktır: (Yanında bulunan ziraat müdürünü göstererek) Mesela senin ziraat müdürlüğünde bir işin olsa,o işini yapmak için şimdiki müdüre mi gidersin? Yoksa,bu müdürden önceki müdür de müdür olduğu halde –ancak emekli olduğundan- o emekli müdüre mi gidersin? Hangisinde işin olur?

Papaz ise cevaben;Elbette şimdiki müdüre giderim,deyince,taşı gediğine koyan merhum;

-Hz. İsa-da peygamberdir. Ancak vazifesi bitmiştir. Hükmü şu anda geçerli değildir. Zaten hükmü geçerli olsa,peygamberliği de devam etmiş olur. Böylece bir başka peygamberin,kitap ve dinin gelmesi söz konusu olmazdı.

Geldiğine göre,otomatikman öncekinin geçerliliği yürürlükten ve geçerlilikten kalkmış olup,bağlayıcı değildir.

Hz. İsa-nın ilâh olmayıp peygamber olduğu İncil-de de anlatılmaktadır.[1]

Ve kilisede ibadetle meşgul olup,çarmığa gerilmediği halde öyle inanılan Hz. İsa,kime ibadet ediyordu,ilahsa neden öldü?

Ya kendisi ibadet ediyordu veya kendisine ibadet ediliyordu? En mutaassıb hristiyan dahi,kendisine ibadet edilmeyip,ibadet ettiğini ikrar edecektir. O halde ibadet eden nasıl ilâh olur?

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Hristiyan propağandaları münasebetiyle açıklama.M. A. Köksal.18.




HZ İBRAHİM PEYGAMBER VE ÇOCUKLARI

HZ İBRAHİM PEYGAMBER VE ÇOCUKLARI

Hz.İbrahim Peygamber hem bir baba ve hem de bir baba olarak insanlığın dönüm noktası,peygamber silsilesinin önemli başını ve bağlantı noktasını oluşturmuştur.

Hz.İbrahim Babası putperest olan Âzer’in oğludur.

Hz.İsmail,Hz.İshak,Hz.Yakub,Hz.Yusuf ve Hz.muhammed peygamberlerin babasıdır.

Peygamberimiz Hz.Yusuf için:”O,asil oğlu asil oğlu asil oğlu olan İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub oğlu Yusuftur.”[1]

Hz.Âdem Oğlu Kbille imtihan edilmiş,Hz.Nuh oğlu Kenanla ve İbrahim Peygamberde putperest olan babası Âzerle imtihan olmuştur.Putperestliğin karşısında şiddetle durmuş ve mücadele etmiştir.Allahın varlığını mantıki delillerle isbat etmiştir.

Üç büyük din olan Yahudilik,Hristiyanlık ve İslamiyetin kendisinde buluştuğu bir peygamber.

Birçok peygamber belirli bir noktada imtihan edilirken İbrahim Peygamber değişik ve tarihi oluşturacak imtihanlara ilk adımı atan kişidir.Adeta İslamiyetin temelinde ilk harcı olan kişidir.

-Putperestlikle sıkı mücadele etmiş..

-Oğlu İsmailin Kurban edilme imtihanıyla kurban ibadetinin temelini atmış..

-Oğlu İsmaille beraber Kâbeyi inşa etmiş ve Zemzem suyunun bulunmasında öncü olmuştur.

-Hac ibadeti onun davetiyle oluşmuş..

-Soyundan gelen peygamberler ve peygamberimiz dinin tekmilinde ilk adımı atmış ve başlangıcını oluşturmuştur.

İbrahim peygamberin yıllarca Sare’den oğlu ve çocuğu olmaz.Sare İbrahim Peygambere izin vererek hizmetçisi Hacer’le evlendirir.Ve o asil kadından İsmail peygamber gibi soylu peygamberler ve nesiller devam eder.

Ve Allah daha sonra kendilerine yani Sareye İshakı müjdeler.

Nasıl bir babadır ki;sırf Allah’ın emrini yerine getirmek verdiği sözü tutmak amacıyla oğlu İsmaili kurban eder,Nasıl bir evlattır ki babasının Allaha olan teslimiyetinden dolayı oda babasına bir kurbanlık koyun gibi tam teslim olur.

-“Bakara. 124/125-Ya Muhammed! Hatırla ki, bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i bazı emir ve nehiylerle sınamış, İbrahim (as) o emir ve nehiyleri güzelce yerine getirip Allah’a itaat konusunda O Asîl insandan hiçbir kusur ve noksan sadır olmayınca (Allah:) Ben seni bütün insanlara imam ve başbuğ yapacağım, demişti. [Hz. İbrahim’den sonra gelen peygamberlerin hepsi Hz. İbrahim’in evladı olup O’na tabî oldular.] (İbrahim:) Cümle aleme imam yaptığın gibi soyumdan da önderler yap ya Rab!, dedi. Allah: Benim sözüm (İmametim) senin evladından ancak adil olanlaradır, zalimlere değildir.

Tefsir:

Hz. İbrahim (as)’ın faziletini bütün mezhep ve milletler kabul etmişlerdir. O Üstün insanın asıl adı “Abram”dır. Doksan dokuz yaşında Allah ona bir erkek çocuğu vereceğini müjdelemiş ve şöyle demişti: Ya Abram! Senin neslini artırıp bütün insanların atası yaptım, bundan sonra senin adın “Abraham” olsun, çünkü seni bütün insanların atası yaptım, buyurmuştur. Araplar bu kelimeyi kendi fonetiklerine uydurarak “İbrahim” demişlerdir. İsrail oğullarının hepsi, Arapların çoğu ve Avrupa’nın bütünü Hz. İbrahim’in evladıdır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in fazileti bir çok yerde anlatılmıştır. Bu ayette de bütün insanlara imam ve başbuğ olduğu anlatılmaktadır.

Yahudileri anlatan bu ayetlerin bölümünde Hz. İbrahim’den bahsedilişinin hikmeti, yani konunun birbiri ile münasebeti şudur: Allah (cc) bu ayetleri burada anlatmakla Yahudilere diyor ki, “Ey Yahudiler! Hz. İbrahim sizin babanız olduğu gibi aynı zamanda Hz. Muhammed (as)’ın da babasıdır. Böylece Hz. Muhammed (as)’ın şeriatı, Hz. İbrahim (as)’ın şeriatidir. Evlada düşen şey ise ecdadının yaptığı iyi işlerde onlara tabi olmaktır. Öyle ise siz de Hz. Muhammed (as)’a tabi olun. Çünkü ona tabi olmak aynen Hz. İbrahim’e tabi olmak demektir.

Diğer yandan bu ayet, sultan ve reis olacak kimselerin adil olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Adaletsiz ve zalim olan reislere idareyi vermek uygun değildir. Onlar bu işe layık değildirler, Allah (cc) da böyle kimselere emir ve idarenin verilmesine razı değildir.

125/126-Ya Muhammed! Hatırla ki, biz Kâbe’yi Hz. İbrahim zamanında hacılar için bir toplanma yeri, bir ziyaretgâh ve emniyet evi yaptık. Oraya giren her kez emniyette olur. Kâbe ziyaretine gidenlere emrettik ki: İbrahim’in makamında kendiniz için namazgâh edinin. (Kâbe’yi tavaf ettikten sonra tavaf namazını Makam-ı İbrahim’de[2][47] kılın) İbrahim ve İsmail’e: Kâbe’yi tavaf edenler, orada mücavir (yurdunu ve diyarını terk ederek zamanını Haremeyn-i Şerifeyn de geçiren) olup sürekli ibadet edenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’mi) her türlü pislikten temizlenmesini; müşriklerin oraya put sokmasından, (cünüp, hayız gibi) arızî pis olan kimselerin oraya girmesine kadar her türlüsünün orada bulunmasına mâni olun, diye emrettik.

126/127- İbrahim de münacat makamında dua ederek demişti ki: Ey Rabbim! Bu Mekke şehrini emin bir belde yap, buranın Allah’a ve ahret gününe iman eden halkını, her çeşit meyve ve rızklarla rızıklandır. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse ona dünyada az bir süre rızkı veririm, dünyadan göçtükten sonra onu cebren ve kahren cehennem azabına çekerim. Onun dönecek yeri cehennemdir.. ne kötüdür.

Tefsir:

Bu ayette Hz. İbrahim (as), Allah’tan rızkı isterken bunu özellikle iman eden kimselere istemesinin sebebi, 126 ıncı ayette Allah’tan evladı için imamet istemişti, Allah (cc) da bu imametin, zalimlere ulaşmayacağını açıkça belirtmişlerdi, burada da Hz. İbrahim (as), imamet gibi rızkın da zalimlere verilmeyeceğini yani “zalimlere de rızk verilsin” diye dua edilmeyeceğini düşünerek, rızkı sadece iman edenlere istedi. Allah (cc) da: Rızkın imamet gibi olmadığını, dünyada inanan-inanmayan herkese Allah rızk vereceğini ve Hz. İbrahim’in düşündüğü gibi olmadığı beyan buyurdular.

127/128-Ya Muhammed! Bir zamanlar İbrahim (as), oğlu İsmail’in yardımı ile Kâbe’nin binasını yükseltiyor ve o vakit şu duayı ediyorlardı: Ey Rabbimiz! Bizden bu hizmeti kabul eyle! Şüphesiz sen, dualarımızı işitip, kimseden bir ücret ve temennâ beklemeden sırf senin için bu binayı tamamlamayı düşünen kalbimizi ve niyetimizi bilensin, işitensin.

Tefsir:

Kâbe’in temelini Hz. İbrahim (as) atmıştı. Hz. İsmail’in yardımı ile de binasını tamamladılar. Yeryüzündeki binalardan içinde ilkönce ibadet edilen yer Kâbe’dir. İbrahim (as), İsmail’in annesi Hacer’i, Mekke’de ikamet ettirmiştir. Hz. İsmail Araplardan Beni Cürhüm kabilesinden evlenmişti. Kendisi ve ondan sonra gelen nesli, bir süre Kâbe’de Allah Teâla’ya ibadet ettiler. Daha sonra aradan zamanın geçmesi ile Hz. İsmail’in neslinden gelen Kureyş kabilesi arasında putperestlik neşet etti. Yemen tarafına giden ticaret kervanları oradan put getirip Kâbe’yi puthane haline getirdiler. Daha sonra Kureyş arasından Hz. Muhammed (as)’a peygamberlik gelince Kâbe puthane olmaktan çıkarılıp ibadethane oldu. (Allah (cc) o mukaddes yeri bid’atlardan korusun!”[3]

AYETLER:

ENBİYA :

63] Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi.

[64] Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) “Zalimler sizlersiniz, sizler!” dediler.

[65] Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler.

[66] İbrahim: Öyleyse, dedi, Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla tapacak mısınız?

[67] Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?

SAFFAT:

[89] Ben hastayım, dedi.

[90] Ona arkalarını dönüp gittiler.

[91-92] Yavaşça putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce:) Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz? dedi.

[93] Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.)

[94] (Putperestler) koşarak İbrahim’e geldiler.

[95-96] İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.

[97] Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın, dediler.

[98] Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık.

BAKARA

-124-Şunu da hatırlayın ki, bir vakit Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etti. O, onları tamamlayınca Rabbi: «Ben seni bütün insanlara önder yapacağım.» buyurdu. İbrahim: «Rabbim zürriyetimden de yap» dedi. Rabbi ise: «Zalimler Benim ahdime nail olamaz.» buyurdu.

125-Ve o vakit Kabe’yi insanlar için dönüp varılacak sevap kazanma ve güvenilir bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından kendinize bir namazgah edinin! Ve İbrahim ile İsmail’e şöyle emir verdik: «Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rüku ve secdeye varanlar için tertemiz bulundurun.»

126-Ve o vakit İbrahim: «Ya Rab, burasını güvenilir bir yer kıl ve halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır!» dedi. Allah da: «İnkar edenleri de rızıklandırır, kısa bir zaman için hayattan nasip aldırırım. Sonra onları cehennem azabına girmek zorunda bırakırım ki, o ne yaman bir inkılaptır!» buyurdu.

127-Ve o zaman ki, İbrahim Beyt’in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: «Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!

128-Ey Rabbimiz, bizi yalnız senin için boyun eğen müslüman kıl! Soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet vücuda getir! Bizlere yapacağımız ibadetleri göster ve tevbe ettikçe üzerimize rahmetinle bak! Tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet eden Sensin ancak Sen!

130-İbrahim’in milletinden, kendine kıyandan başka kim yüz çevirir? Gerçek şu ki, Biz onu dünyad onu dünyada seçkin birisi yaptık, ahirette de hiç şüphe yok ki o iyiler arasındadır.

131-Rabbi ona: «Bana teslim ol!» emrini verince, o da: «Alemlerin Rabbine teslim oldum.» dedi.

132-Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti ve: «Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, başka dinlerden sakının yalnız müslüman olarak can verin! dedi.

133-Yoksa ölüm Yakub’a geldiği vakit siz de orada mıydınız. O oğullarına: «Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?» dediği vakit onlar: «Senin Allah’ına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Allah’ına, tek olan İlah’a ibadet ederiz, biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız.» dediler.

135-Bir de: «yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız» dediler. De ki: «Hayır, biz bir tek Allah’a inanan İbrahim’in dinindeyiz ki, o hiç bir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.»

136-Ve deyin ki: «Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa’ya, İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O’nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O’nun için boyun eğen müslümanlarız.

140-Yoksa siz: «İbrahim de İsmail de İshak da Yakup da torunları da hep yahudi veya hıristiyan idiler.» mi diyorsunuz? De ki: «sizler mi daha iyi bileceksiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın şahitlik ettiği bir gerçeği bilerek gizleyenlerden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

258Baksana, Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya kalkana! İbrahim ona: «Benim Rabbim, hem dirilten hem öldürendir.» dediği zaman, O: «Ben, diriltir ve öldürürüm.» demişti. İbrahim: «Allah, güneşi doğudan doğduruyor, haydi, sen de batıdan getir!» deyince, o inkarcı herif donakaldı. Öyle ya, Allah zulmedenleri muvaffak etmez.

ÂL-İ İMRAN:

-33- Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u ve İbrahim ailesiyle İmran hanedanını süzüp alemler üzerine seçti.

34-Birbirinden gelen bir zürriyet olarak; Allah işitendir, bilendir.

65- Ey kendilerine kitap verilenler, niçin İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat ve İncil ancak ondan sonra indirildi. Bunuda mı kavraya mıyorsunuz?

67- İbrahim, ne yahudi ne de hıristiyandı; ancak o, lekesiz bir müslümandı ve Allah’a ortak koşanlardan da olmamıştı.

68- Doğrusu, insanların İbrahim’e en yakını, elbette onun izinden güdenler, şu peygamber ve inananlardır. Allah, inananların velisidir.

84- De ki: «Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!»

95- De ki: «Allah doğru söylemiştir. O halde Hakka tapan bir hanif olarak İbrahim’in dinine uyun; o hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.

97- Onda açık alametler ve İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güvenlik içinde olur. Oraya gitmeye gücü yeten herkesin o İbadet Evi’ni ziyaret etmesi de Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim bu hakkı tanımazsa, Allah’ın kesinlikle ihtiyacı yoktur. O, bütün alemlerden müstağnidir.

NİSA :

-54- Yoksa o insanlara Allah’ın kendi lütfundan verdiği nimeti çekemiyorlar da haset mi ediyorlar. Oysa Biz İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, ayrıca büyük bir mülk de verdik.

163- Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.

EN’AM :

-74- Vaktiyle İbrahim babası Azer’e: «Sen putları bir sürü tanrılar ediniyorsun öyle mi? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.» demişti.

75- Böylece İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.

76- Üzerini gece kaplayınca bir yıldız gördü: «Bu imiş Rabbim!» dedi. Batıverince de: «Ben böyle batanları sevmem.» dedi.

77- Ay’ı doğarken görünce: «Bu imiş Rabbim!» dedi. Batınca da: «Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhakkak ki, şu şaşkın topluluktan biri olacakmışım.» dedi.

78- Güneşi doğmak üzere görünce: «Bu imiş Rabbim, bu hepsinden büyük!» dedi. O da batınca: «Ey kavmim, haberiniz olsun, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım!

79- Ben, her dinden geçip yalnız hakka eğilerek yüzümü o gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.» dedi.

80- Kavmi de onunla tartışmaya kalkıştı. O da dedi ki: «Bana hakikatı doğrudan doğruya gösterdiği halde Allah hakkında benimle mücadeleye mi kalkışıyorsunuz? Sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden ise, ben hiçbir zaman korkmam. Rabbim dilemedikçe onlar bana hiçbir şey yapamaz. Rabbimin ilmi, herşeyi kuşatmıştır. Artık iyice bir düşünmez misiniz?

81- Hem nasıl olur da ben Allah’a koştuğunuz ortaklardan korkarım; baksanıza siz, Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken! Şu halde korkudan emin olmaya iki taraftan hangisi daha layık? Eğer biliyorsanız söyleyin.

83- Bu, kavmine karşı Bizim İbrahim’e vermiş olduğumuz hüccetimizdir. Biz dilediğimizi dercelere yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, herşeyi bilendir.

84- Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız.

161- De ki: «Beni Rabbim, şüphesiz dosdoğru bir yola, gerçek ve daima ayakta olan bir dine, başka dinlerden sıyrılıp yalnız hakka yönelen İbrahim’in tertemiz dinine iletti. O, hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.

TEVBE :

-70- Onlara kendilerinden öncekilerin: Nuh, Ad ve Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve alt üst olmuş şehirlerin haberi gelmedi mi? Bunların hepsine peygamberleri apaçık delillerle gelmişti. Demek ki Allah, onlara zulmetmiş değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

114- İbrahim’in babası hakkındaki af dilemesi de sadece ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Böyle iken onun bir Allah düşmanı olduğu ona belli olunca, ondan ilgisini kesti. Gerçekten İbrahim, çok bağrı yanık, çok halim idi.

HUD :

69- Andolsun şanıma ki, İbrahim’e de elçilerimiz müjde ile geldi ve « Selam!» dediler. O da: « Selam!» dedi ve durmadan gidip kızartılmış bir buzağı getirdi.

70- Ona ellerini uzatmadıklarını görünce kendilerini yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku duydu. Onlar: «Korkma, zira biz Lut kavmine gönderildik!» dediler.

71- İbrahim’in zevcesi de ayakta dinliyordu ve bunu düyunca güldü. Bunun üzerine ona İshak’ı müjdeledik, İshak’ın arkasından da Yakub’u.

72- Vay dedi zevcesi, «Ben bir kocakarı, kocam da bir ihtiyar iken doğurabilir miyim? Gerçekten bu çok şaşılacak bir şey !

73- Elçiler: «Sen Allah’ın işine mi şaşıyorsun ? Allah’ın rahmeti ve bereketi var üzerinizde ey ev halkı, şüphe yok ki, O, övülmeye layık ve lütfü çok olandır.» dediler.

74- İbrahim’in korkusu gidip kendisine müjde gelince, Lut kavmi hakkında bizimle mücadeleye girişti.

75 Çünkü İbrahim, gerçekten çok yumuşak huylu, yanık kalpli ve sığınandı.

76 Ekçiler: «Ey İbrahim, vazgeç bundan, çünkü Rabbinin buyruğu geldi ve kesinlikle onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir.

YUSUF :

-6- İşte böyle. Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumuna ait bilgiler öğretecek ve hem sana ve hem de Ya’kub soyuna, bundan önce ataların İbrahim ve İshak’ a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır. Şüphe yok ki, Rabbin herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.» dedi.

38- Ve atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Bizim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamız olamaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.

İBRAHİM :

-35- Bir de İbrahim’in şöyle dediği vakti hatırla: «Rabbim, bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!

36 Rabbim, çünkü onlar, insanlardan bir çoğunu şaşırttılar. Bundan böyle kim benim izimce gelirse, işte o bendendir; kim bana karşı gelirse artık Sen bağışlayan, merhamet edensin!

37 Ey Rabbimiz, ben çocuklarımdan bir kısmım senin Beyti Haram’ının yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz, namaz kılsınlar diye; bundan böyle insanlardan bir kısminin gönüllerim onlara doğru akit ve ortan bazı ürünlerden rızıklarıdır; umulur ki şükrederler.

38- Ey Rabbimiz, sen gizlediğimiz ve açığa vurduğumuz herşeyi muhakkak bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah.a karşı gizli kalmaz.

39- Bana ihtiyarlık halimde İsmail ile İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun; şüphesiz ki Rabbim duayı işitiyor.

40- Rabbim, beni namazı devamlı kılanlardan eyle; soyumdan da; ey Rabbimiz duamı da kabul buyur!

41- Ey Rabbimiz, hesabın başa dikileceği (görüleceği) gün, beni, anamı, babamı ve bütün müminleri bağışla!»

HİCR :

-51- Bir de onlara, İbrahim’in mİsafirlerinden sözet!

52- Onlar, onun yanma girdiklerinde «Selam!» dediler. İbrahim: «Biz gerçekten sizden korkuyoruz!» dedi.

53- Onlar: «Korkma, sana ilim sahibi bir oğul müjdeliyoruz.» dediler.

54- İbrahim: «Beni mi müjdelediniz, bana ihtiyarlık gelip çatmışken artık beni neye dayanarak müjdeliyorsunuz?» dedi.

55- Onlar: «Biz seni gerçek şeyle müjdeledik; onun için ümidini kesenlerden olma!» dedi.

56- İbrahim: «Rabbimin rahmetinden sapıklığa düşenlerden başka kim ümidini keser?» dedi.

57- Ey elçiler, bunun ardından göreviniz nedir? diye sordu.

58- Onlar: «Haberin olsun, biz suçlu bir topluluğa gönderildik.

59- Ancak, Lut ailesi başka; biz onların hepsini kesinlikle kurtaracağız.

60- Yalnız karışı hakkında karar verdik; O, muhakkak kalacaklardandır.

NAHL :

-120- Muhakkak ki, İbrahim başlı basma bir ümmet idi, tevhid inancına sahip olarak Allah’a itaat için kıyam etmişti ve asla Allah’a ortak koşanlardan olmadı.

-121- O’nun nimetlerine şükredendi. Allah, onu seçmiş ve doğru bir yola iletmiş.

122- Ve Biz ona dünyada bir iyilik verdik. Şüphesiz ki o, ahirette de mutlaka iyiler arasında olacaktır.

123- Sonra da sana: «Hakperest (hanif) olarak İbrahim’in dinine tabi ol! O, hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.» diye vahyettik.

MERYEM:

-41-Kitapta İbrahim’i de an, çünkü o, dosdoğru biri, bir peygamberdi.

42- Bir zaman babasına şöyle demişti: «Babacığım, o işitmeyen, görmeyen ve sana hiç faydası olmayan şeytana niçin tapıyorsun?

43- Babacığım, emin ol sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Gel bana uy da seni düz yola çıkarayım.

44- Babacığım, şeytana tapma; çünkü şeytan esirgeyen Allah’a isyan etti.

45- Babacığım doğrusu ben, sana o Rahman’dan bir azabın dokunup da şeytana dost olmandan korkuyorum.»

46- Babası: «Sen benim ilahlarımdan geçmek mi istiyorsun ey İbrahim? Yemin ederim ki, eğer vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım; beni sen uzun bir süre bırak git!» dedi.

47- İbrahim: «Selam sana, senin için Rabbimden af dileyeceğim; çünkü O, bana karşı çok lütufkardır.

48-Sizi Allah’tan başka taptıklarınızla başbaşa bırakıp çekilirim ve Rabbime dua ederim; umarım, Rabbime yaptığım dua sayesinde mutsuz olmam.» dedi.

49-İbrahim, onları ve Allah’tan başka taptıklarını bırakıp çekildiğinde, Biz de ona İshak’ı ve Ya’kub’u ihsan ettik ve her birini bir peygamber yaptık.

50-Biz, bunlara rahmetimizden lütuflar, ihsanlar ettik ve hepsine dillerde yüksek bir doğruluk şanı verdik.

58- İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Adem, soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan İbrahim ile İsmail’in soyundan hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine Rahmanın ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı.

ENBİYA:

-51- Andolsun ki, bundan önce de İbrahim’e olgunluğunu vermiştik ve onun buna layık olduğunu da biliyorduk.

O vakit babasına ve kavmine dedi ki: «Başına toplanıp durduğunuz şu putlar nedir?»

53- Atalarımızı bunlara tapar bulduk. dediler.

54- İbrahim: «Andolsun ki, siz de, atalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz !» dedi.

55- Ciddi mi söylüyorsun, yoksa sen şakacılardan mısın? dediler.

56-İbrahim: «Doğrusu, Rabbiniz o göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O yaratmıştır ve ben buna şehadet edenlerdenim.

57-Vallahi siz dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım!» dedi.

58- Derken, onları parça parça etti. Ancak büyüklerinden birini bıraktı ki belki ona müracaat ederler.

59- Bunu bizim tanrılarımıza kim yapmış? Muhakkak o zalimlerden biridir. dediler.

60- (Aralarında): «İbrahim adında bir delikanlının, bunlara dil uzattığını duymuştuk;

61- hadi onu halkın gözleri önüne getirin, belki (onlar da aleyhinde) şehadet ederler.» dediler.

62- Dediler ki: «Sen mi yaptın bunu tanrılarımıza ey İbrahim?»

63- (İbrahim): «Belki onu şu büyükleri yapmıştır; sorun bakalım onlara, eğer söyleyebilirlerse» dedi.

64- Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de: «Doğrusu siz haksızsınız!» dediler.

65- Sonra tepeleri üstü ters döndüler: «Sen gerçekten bunların konuşmadığını bilirsin.» dediler.

66- (İbrahim) dedi: «O halde Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz?

67 -Yuh size ve Allah’ tan başka taptıklarınıza! Hala akıllanmayacak mısınız!» dedi.

68- (Onlar): «Siz bunu yakın da tanrılarınızın öcünü alın, eğer birşey yapacaksanız!» dediler.

69- Biz: «Ey ateş, İbrahim’e serin ve zararsız ol!» dedik.

70- O’na bir dolap kurmak istediler, fakat Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.

71- Onu Lut ile beraber kurtarıp içinde alemlere bereketler verdiğimiz yere çıkardık.

72- Ona İshak’ı lütfettik, üstelik Yakub’u da; ve onların herbirini iyi kimseler yaptık.

73- Ve hepsini, emrimizle yol gösteren rehberler yaptık ve kendilerine hayırlı işler işlemeyi, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Hepsi Bize kulluk eden kimselerdi.

HAC:

26- Bir zamanlar Kabe’nin yerini İbrahim’e şu şekilde hazırlamıştık: «Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, (kıyama) duranlar, rüku ve secdeye varanlar için Evim’i tertemiz et!

27- Bütün insanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerek uzak yoldan gelen incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.

42- Eğer seni yalanlıyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı; Ad ve Semud (kavimleri) de;

43- İbrahim’in kavmi de Lüt’un kavmi de;

78- Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi. Haydi babanız İbrahim’in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur’an’da) size müslüman adını o Allah verdi ki peygamber size şahid olsun, siz de bütün insanlara şahidler olasınız. Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sıkı tutunun ki, sahibiniz O’dur. Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır.

ŞUARA:

-69] Onlara İbrahim’in kıssasını da oku!

70] Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti.

71] «Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz» diye cevap verdiler.

72] İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?

73] Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?

74] Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.

75-6] İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?

77] İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur);

78] Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur.

79] Beni yediren, içiren O’dur.

80] Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.

81] Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O’dur.

82] Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur.

83] Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.

84] Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!

85] Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.

86] Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.

87] (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.

88] O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.

89] Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).

ANKEBUT:

-16] İbrahim’i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: Allah’a kulluk edin. O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.

18] Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber’e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.

24] Kavminin (İbrahim’e) cevabı ise: «Onu öldürün yahut yakın!» demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.

25] (İbrahim onlara) dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.

26] Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrahim): Doğrusu ben Rabbim’e(emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir, dedi.

27] Ona İshak ve Ya’kub’u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. Şüphesiz o, ahirette de sâlihler (zümresin) dendir.

31] Elçilerimiz İbrahim’e (iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir.

32] (İbrahim) dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, (azapta) kalacaklar arasındadır.[

AHZAB:

-7] [E1] Unutma o peygamberlerden keski sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa’dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.

SAFFAT:

-83] Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh’un) milletinden idi.

84] Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi.

85] Hani o, babasına ve kavmine: Siz kime kulluk ediyorsunuz? demişti.

86] «Allah’tan başka bir takım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?»

87] «O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?»

88] Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı.

89] Ben hastayım, dedi.

90] Ona arkalarını dönüp gittiler.

91-2] Yavaşça putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce:) Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz? dedi.

93] Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.)

94] (Putperestler) koşarak İbrahim’e geldiler.

95-6] İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.

97] Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.

98] Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık.

99-100] (Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi.

101] İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.

102] Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.

103-6] Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır, diye seslendik.

107-11] Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim’e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.

112-3] Sâlihlerden bir peygamber olarak O’na (İbrahim’e) İshak’ı müjdeledik. Kendisini ve İshak’ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.

SAD:

-45] (Ey Muhammed!), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da an.

46] Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.

47] Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir.

ŞURA:

-13- O,size dinde Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi ve İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi de kanun kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tütün ve onda ayrılığa düşmeyin. Bu davet ettiğin iş müşriklere ağır geldi. Allah, ona dilediklerini seçecek ve kendine yüz tutanları (yönelenleri) de ona hidayetle eriştirecektir.

ZUHRUF:

-26- Bir vakit İbrahim, babasına ve kavmine: «Haberiniz olsun, ben o sizin taptıklarınızdan beriyim.

27- O beni yaratan başka. O beni doğru yola iletecektir.» dedi.

ZARİYAT:

-24] İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)

25] Onlar İbrahim’in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, «Bunlar, yabancılar» demişti.

26] Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş,

27] Onların önüne koyup «Yemez misiniz?» demişti.

28] Derken onlardan korkmaya başladı. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.

29] Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: «Ben kısır bir kocakarıyım!» dedi.

30] Onlar: «Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir» dediler.

31] (İbrahim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi.

32] «Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik.»

33] «Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik).»

34] (Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır).

35] Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.

36] Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.

NECM:

-37- Ve çok vefakâr olan İbrahim’in sahifelerindekiler?

HADİD:

-26- Andolsun ki. Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik. soylarına peygamberlik ve kitap verdik; öyle iken içlerinden bazısı doğru yolu kabul etmiş, çokları ise yoldan çıkmış fasklardır.

MÜMTAHİNE:

-4- Sizin için güzel bir örnek İbrahim ile beraberindekilerde oldu. Onlar vaktiyle kavimlerine: «Biz,sizlerden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız ve siz Allah’ın birliğine iman edinceye kadar sizi tanımıyoruz. Sizinle aramızda ebedi bir düşmanlık başladı.» demişlerdi. Yalnız İbrahim’in babasına: «Kesinlikle senin için bağışlanma dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi önlemeye gücüm yetmez.» demesi başka. «Ey Rabbimiz, biz ancak Sana güvendik, Sana gönül verdik ve bütün gidiş Sanadır!» dediler.

A’LA:

-19- İbrahim’in ve Musa’ nın sahifelerinde.

HADİSDE:

HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL ALEYHİMASSELAM’IN KISSALARI

4957 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail aleyhimasselam ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt’in yanında, Devha denen büyük bir ağacın dibine bıraktı. Burası Mescid’in yukarı tarafında ve Zemzem’in tam üstünde bir nokta idi. O gün Mekke’de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve çocuğunu buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı.

Hz. İbrahim aleyhisselam bundan sonra(emr-i ilahi ile) arkasını dönüp (Şam’a gitmek üzere) oradan uzaklaştı. İsmâil’in annesi, İbrahim’in peşine düştu (ve ona Kedâ’da yetişti).

“Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?” diye seslendi. bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi:

“Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?” dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine: “Evet!” buyurdu. Kadın:

“Öyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!” dedi, sonra geri döndü. Hz. İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt’e yöneldi, ellerrini kaldırdı ve şu duaları yaptı: “Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmınnı, senin hürmetli Beyti’inin yanında, ekinsiz bir vâdide yerleştirdim -namazlarını Beyt’inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü’min olanlarrın gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler” (İbrahim 37).

İsmail’in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı, (sütü de kesildi), çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız (susuzluktan) kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. onu bu halde seyretmenin acısına dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı, birilerini görebilirmiyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi göremedi. safa’dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bin insanın koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte (hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.

Anne, (bu sefer) Merve’ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: “Sus” dedi ve sese kulağını verdi. O sesi yine işitti. Bunun üzerine:

“(Ey ses sahibi!) sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa (gecikme)!” dedi. Derken Zemzem’in yanında bir melek (tecelli etti). Bu Cebrail’di. Cebrail kadına seslendi: “Sen kimsin?” Kadın: “Ben Hâcer’im, İbrahim’in oğlunun annesi…”

“İbrahim sizi kime tevkil etti?”

“Allah Teâla’ya.”

“her ihtiyacınızı görecek Zât’a tevkil etmiş.”

Ayağının ökçesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın (boşa akmaması için) suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın aldıkça dipten kaynıyordu.”

İbnu Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: “Allah İsmail’in annesine rahmetini bol kılsın, keşke zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuçlamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil) akar su olacaktı.”

Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi.

Melek, kadına:

“Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah Teâla Hazretleri’nin burada bir Beyt’i olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teâla Hazretleri o işin sahiplerini zayi etmez!” dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu aşındırmıştı.

Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Cürhüm’den bir kâfile uğradı. Oraya Kedâ yolundan gelmişlerdi. Mekke’nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini gördüler.

“Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, (burada su var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını biliyoruz!” dediler. Durumu tahkik için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar suyu görünce geri dönüp haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail’in annesini buldular.

“Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?” dediler. Kadın:

“Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!” dedi. Onlar da:

“Pekala!” dediler. Aleyhissalâtu vesselam der ki:

“Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail’in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler. Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan Arapça’yı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Büluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada İsmail’in annesi vefat etti.

Derken Hz. İbrahim aleyhisselam, İsmail’in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı (hanımını ve oğlunu) aradı. İsmail’i bulamadı. Hanımından İsmail’i sordu. Kadın:

“Rızkımızı tedarik etmek üzere (avlanmaya) gitti” dedi. Hz. İbrahim, bu sefer geçimlerini, hallerini sordu. Kadın:

“Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz!” diyerek şikayetvari konuştu. Hz. İbrahim:

“Kocan gelince, ona benden selam etve “kapısının eşiğini değiştirmesini” söyle!” dedi. İsmail geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi:

“Eve herhangi bir kimse geldi mi?” diye sordu. Kadın:

“Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi. senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan sordu, ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim” dedi. İsmail:

“sana bir tavsiyede bulundu mu?” dedi. Kadın:

“Evet! sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi!” dedi. İsmail:

“Bu babamdı. seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!” dedi ve hanımını boşadı. Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi.

Hz. İbrahim onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi. Yine İsmail’i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail’i sordu. Kadın:

“Maişetimizi kazanmaya gitti!” dedi. Hz. İbrahim:

“Haliniz nasıldır?” dedi, geçimlerinden, durumlarından sordu. Kadın:

“İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz” diye Allah’a hamd ve senada bulundu.

“Ne yiyorsunuz?” diye sordu. Kadın:

“Et yiyoruz!” dedi.

“Ne içiyorsunuz?” diye sorunca da:

“Su!” dedi. Hz. İbrahim:

“Allahım, et ve suyu haklarında mübarek kıl!” diye dua ediverdi.” Aleyhissalatu vesselam der ki:

“O gün onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları için de dua ediverirdi.”

İbnu Abbas der ki: “Bu iki şey (et ve su) Mekke’den başka hiçbir yerde Mekke’deki kadar sıhhata muvafık düşmez (karın sancısı yaparlar). (Bu, Hz. İbrahim’in duasının bir bereketi ve neticesidir).

(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. İbrahim’den anlatmaya devam etti:)

“İbrahim (İsmail’in hanımına) dedi ki:

“Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret!” (Çünkü eşik, evin dirliğidir).

“Hz. İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) “yanınıza bir uğrayan oldu mu?” diye sordu. Kadın:

“Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti düzgündü!” dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım övgülerden sonra:

“Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl olduğunu sordu, ben de hayır üzere olduğumuzu söyledim!” dedi. İsmail:

“Sana bir tavsiyede bulundu mu?” diye sordu. Kadın:

“Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı emrediyor” dedi. Hz. İsmail:

“Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda değerli idin, kıymetin şimdi daha da arttı” der ve kadın İsmail’e on erkek evlad doğurur.)

Sonra, Hz. İbrahim Allah’ın dilediği bir müddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir müddet sonra yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem’in yanındaki Devha ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar, el, yüz, göz öpüldü).

Sonra Hz. İbrahim:

“Ey İsmail! Allah Teâla Hazretleri bana ciddi bir iş emretti” dedi. İsmail de:

“Rabbinin emrettiği şeyi yap!” dedi. Hz. İbrahim:

“Bu işte bana sen yardım edecek misin?” diye sordu. O da:

“Evet sana yardım edeceğim!” diye cevap verdi. Bunnun üzerine Hz. İbrahim:

“Allah-Teâla Hazretleri, bana burada bir Beyt yapmamı emretti!” diyerek etrafına nazaran yüksekçe bir tepeyi gösterdi.”

(İbnu Abbas) dedi ki: “İsmail’le İbrahim işte orada Ka’be’nin (daha önceki) temellerini yükselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz. İsmail, babası için (bugün Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yükselen duvarı örerken, Hz. İbrahim (iskele olarak) onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona (aşağıdan) taş veriyordu. Bu esnada onlar:

“Ey Rabbimiz! (Bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!” diyorlardı.”

İbnu Abbas der ki: “Hz. İsmail ve Hz. İbrahim binayı yaparken (zaman zaman) etrafında dolaşarak: “Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!” (Bakara 127) diye dua ediyorlardı.”(Buhari, Enbiya 8.)

-Akli delillerle Tevhid inancının savunuculuğunu İbrahim Peygamber yapmış ve sürdürmüştür.Putperestliğe karşı şiddetle mücadele içerisine girmiş gerçek purlarla beraber zihinlerdeki putları kırmış ve yıkmıştır.

Tevhidin esası olan Hanif dinini tesis etmiştir.Teslimiyet ve ihlas üzere olmuştur.

Örnek ve güzel bir insan.[4]

Allahın Halilim yani dostum dediği,dost edindiği bir peygamber…

Şahsı,dini,peygamber babalığı gibi konularda seçkin ve seçilmiş bir şahsiyetti.Tek başına bir ümmet idi.[5]

Yumuşak ve merhametli bir peygamberdi.

İlzam etme yönü kuvvetli idi.

Fıtri ve fıtratına göre hareket ederdi.

Faniden yüzleri bakiye çevirirdi.[6]

O hiçbir zaman şirk ortamında dünyaya gelip büyüdüğü halde müşriklerden olmamıştır.

Zorba kavme karşı zorlu bir peygamberdi o…

O Hüküm,Hikmet sahibi ve Salihlerden ve Sıdk-ı Lisanlılardandı.[7]

HZ. İSMAİL

BAKARA:

-125] Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim’i temiz tutun, diye emretmiştik.

127] Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.

133] Yoksa Ya’kub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya’kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz ancak O’na teslim olmuşuzdur, dediler.

136] «Biz, Allah’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk» deyin.

140] Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

ÂL-İ İMRAN:

-84] [E1] De ki: «Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!»

NİSA:

163] Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.

EN’AM:

-86] İsmail’i, Elyesa’ı, Yunus’u ve Lut’u da… Herbirini alemlerin üstüne geçirdik.

İBRAHİM:

39] Bana ihtiyarlık halimde İsmail ile İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun; şüphesiz ki Rabbim duayı işitiyor.

MERYEM:

54] Kitapta İsmail’i de an; çünkü o cidden va’dinde sadık bir kimse idi, bir Resul, bir peygamber idi.

55] Ailesine namaz ve zekat emrederdi ve Rabbi katında hoşnutluğa ermişti.

ENBİYA:

85] İsmail, İdris ve Zülkifl’i de. Hepsi sabredenlerdendi.

SAD:

-48] İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de an! Hepsi de en hayırlı kimselerdendir.

Allahım,bu nasıl bir imtihandır ki;Nemrud gibi bir zalimle imtihan olmak yetmezmiş gibi,ailesiyle,gönderildiği toplumla,hicrete mecbur kalmakla beraber en acılı ve belki de en son ve en ağır imtihan olan evlatla imtihana tabi tutulan ve bundan da başarıyla çıkan bir peygamber…

Tam bir teslimiyetle evladını kurban etmek.Beşeri havsalanın alamıyacağı,beklide sonradan dünyaya gelecek olan Hz.Muhammed gibi bir nebinin zor bir imtihanla dünyaya gelişinin safha ve çetin devreleri.

Nasıl bir evlattır ki,basit bir şeyden isyan etmeye karşı,hayatını sırf babanın Allaha bir sözü olarak yerine getirmesi için başta Allaha ve baba İbrahime olan teslimiyet.Eşsiz bir teslimiyet…Teslimiyetin önündeki çakıl taşı ve diken gibi engelleri aşıp şeytan ve şeytani vesveselere beş para ehemmiyet vermeyen bir bağlılık…

Tarihte emsaline rastlanmayan tam bir baba ve evlat örneği,emsali olmayan bir misali.

Onların bu örnek uygulamasıyla tesis edilen bir temsiliyet örneği olarak kurban…

Allah’ın İbrahime imtihan için verdiği sözünü yerine getirmesini emretmesi,Allahın emrine aykırı bir şey değildir.İslamiyette de emirlerin vücubiyeti ve esbabı nüzul bu şekilde gerçekleşmiştir.

Kanın akıtılması şefkate aykırı bir şey de değildir.Batıl inançlardaki –Tanrılar kurban istedi-sözü hak bir söz ve uygulama değildir ki,bir haklılığı olsun.

Kurban bir bedeldir.Canını veren İsmaile nice canlar verilmiş,o canı kurban eden İbrahime ne ihsanlar ve ikramlar sunulmuştur.O da namıyla,şanıyla ve nesliyle insanlık boyunca devam edegelmiştir.

Kurban için ağıt yakanlar;evvela harcadıkları paralara ve her gün yedikleri etlere ve harcadıkları insanlar üzerine ağıt yakmalıdırlar.Avrupanın köpek mamasına harcadığı para 2004 itibarıyla 19 milyar dolar.Afrikada açlıktan ölen insan ise 3 milyon.

BAKARA:-196] Haccı ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer kısıtlanırsanız o vakit kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başında bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç, sadaka veya kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Kısıtlılıktan kurtulduğunuzda her kim hacca kadar umre ile sevap kazanmak isterse ona da kurbanın kolay geleni gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda yedi gün de döndükten sonra, toplam on gün oruç tutmak gerekir. Bu hüküm Mescid-i Haram’da ikamet etmeyenler içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah’ın cezası gerçekten çok çetindir.

ÂL-İ İMRAN:-183] Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere iman etmememizi emretti. diyenlere de ki: «Size benden önce de bir takım peygamberler apaçık delilleri ve o dediğinizi getirmişti. O halde, eğer doğru söylüyorsanız, onları niçin öldürdünüz?»

MAİDE:-2] Ey iman edenler, ne Allah’ın şearine =dini merasimlerine, ne haram aya, ne kurbanlık hediyelere, ne gerdanlıklarına, ne de Rablerinin gerek nimetini, gerekse hoşnutluğunu arayarak Beyt-i Haram’a doğru gelenlere sakın saygısızlık etmeyin! İhramdan çıktığınızsa, isterseniz avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye bazılarına karşı beslediğiniz kin, sakın sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve takva sahibi olmada yardımlaşın, günah ve sınırı aşmada yardımlaşmayın! Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çok çetindir.

-27] Bir de onlara Adem’in iki oğlunun başından geçen olayı hakkıyla oku! Hani ikisi, birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edildi, diğerininki edilmedi. Bu: «Ben seni kesinlikle öldüreceğim!» dedi. Diğeri: «Allah, ancak kendisinden korkanlarınkini kabul buyurur.

-95] Ey iman edenler, sizler ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse Kabe’ye varacak bir kurbanlık olmak üzere öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır ki, buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder. Veya bir keffaret vardır ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki bu şekilde yaptığının vebalini tatsın. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim bir daha yaparsa Allah onun intikamını alacak. Allah, azizdir, intikamı vardır.

-97] Allah Ka’be’yi, o Beyt-i Haram’ı insanlar için hayat kaynağı yaptı, o haram ayı, boyunları bağsı ve bağlı kurbanlıkları da. Bütün bunlar, Allah’ın göklerde ve yerde olanları bildiğini, sizin de bilmeniz içindir. Gerçekten Allah herşeyi bilendir.

SAFFAT:-103] Ne zaman ki ikisi de bu şekilde (Allah’a) teslim oldular, (İbrahim) onu tuttu şakağına yıktı (şakağı üzerine yatırdı).

107] Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.

KEVSER:-2] Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!

Başta Tevrata göre ve bazı zayıf görüşlere göre kurban Hz.İshak denilsede,kuvvetli ve sahih olan rivayete göre kurban edilen Hz.İsmail idi.

Peygamberimizin de:”Ben iki kurbanlığın çocuğuyum”demesi,Babası Abdullah ve dedesi İsmailin kurban edilmiş olduklarını ifade ediyordu.

İbrahim büyük bir imtihanla karşı karşıya kalmış ve oğluyla beraber başarıyla bitirmişlerdi.

Para verip kurban etmekten kaçınanlara karşı kurban olmak ve kurban etmek ne ile ifade edilebilir.

Bununla bize şu mesajı vermekteydi;Bir insan ya kurban olmalı,ya kurban etmeli veya her ikisi…

Zira kurban etmek ve kurban olmak bir fazilet,bir üstünlük ve bir yükseliştir.Sahib olduğunu ortaya koymak ve olmadığına sahib olmaktır.Hayvani nefisten insani nefse yükselmek,hayvani nefsi insani nefis uğruna feda etmektir.

Mesnedim yok azlim kaygı çekeyim.

Ustabaşı gibi ölçüp biçeyim.

Evvel-ahir bir kurbanlık tekeyim.

Vakti gelsin bıçağını çal bana…- Seyrani.

Kurbanda sevgiliyle bir buluşma vardır.

Bayramın imdi,bayramın imdi.

Bayram ederler yar ile şimdi.

Her şey bir bedel istemektedir.Kurbanda oluşun,yükselişin,dosta varışın bir bedelidir.Büyük kazançların bedeli de büyük olur.

İbrahim ve İsmail olmanın bedeli de büyüktür.Her kişinin değil,er kişinin işidir.Ne kadar bedel ödeyebiliriz?Sermayemiz ne kadardır?

Allaha yakın olmakla beraber,Allahın yakınlığını kazanmaktır kurban…

İsmailin diyeti Koç,Abdullahın diyeti ise yüz deveydi…

Ahirzaman nebisi için deymez mi bu diyetler,belki de az bile…

Herkes bu diyeti ödemeye mecbur değil,bir bedeli var,fıkhen zenginliğe sahib olması,manen sahiblenmesi gerek.Ergenlik çağına gelip olgunlaşması şart.Aklın kemali aranmakta,islami bir teslimiyet şart koşulmaktadır.

Vücubiyeti ve şer’i hikmeti tahakkuk etmesi gerekmektedir.

HZ . İSHAK

İshak Peygamber’in en belirgin özelliği Rıza idi.

Hz.İsmail Sareden çocuğu olmayan İbrahime Sare-nin verdiği hizmetçisi Hz.Hacerden,Hz.İshak ise 120 yaşındaki İbrahimden ve 90 yaşında bulunan Hz.Sareden dünyaya gelmiş ve müjdelenmişti.

Kur’an-ı Kerim’de “And olsun ki, elçilerimiz İbrahim’e müjde ile gelip; “Selam”, dediler. O da “Selam” dedi ve eğlenmeden gidip kızartılmış bir buzağı getirdi. Onların ellerinin buna uzanmadığını görünce hoşlanmadı ve kalbine bir korku geldi. Onlar “korkma biz lut kavmine gönderildik” dediler. İbrahim’in ayakta duran zevcesi güldü. Biz de ona İshak’ı ardından da torunu Yakub’u müjdeledik. Kadın “vay, kendim koca bir karı,şu zevcimde bir ihtiyar iken ben mi doğuracakmışım? Bu doğrusu pek şaşılacak bir iş” dedi. Melekler “ey evin hanımı, Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken, nasıl Allah’ın işine şaşacaksın. O Hamid ve Meciddir” dediler”[8]

BAKARA:

-133] Yoksa ölüm Yakub’a geldiği vakit siz de orada mıydınız. O oğullarına: «Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?» dediği vakit onlar: «Senin Allah’ına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Allah’ına, tek olan İlah’a ibadet ederiz, biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız.» dediler.

136] Ve deyin ki: «Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa’ya, İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O’nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O’nun için boyun eğen müslümanlarız.

ÂL-İ İMRAN:

-84] De ki: «Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!»

NİSA:

-163] Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.

HUD:

-71] İbrahim’in zevcesi de ayakta dinliyordu ve bunu düyunca güldü. Bunun üzerine ona İshak’ı müjdeledik, İshak’ın arkasından da Yakub’u.

YUSUF:

-6] İşte böyle. Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumuna ait bilgiler öğretecek ve hem sana ve hem de Ya’kub soyuna, bundan önce ataların İbrahim ve İshak’ a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır. Şüphe yok ki, Rabbin herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.» dedi.

-38] Ve atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Bizim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamız olamaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.

İBRAHİM:

-39] Bana ihtiyarlık halimde İsmail ile İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun; şüphesiz ki Rabbim duayı işitiyor.

ENBİYA:

-72] Ona İshak’ı lütfettik, üstelik Yakub’u da; ve onların herbirini iyi kimseler yaptık.

SAFFAT:

-112] Bir de onu salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak ile müjdeledik.

MEHMET ÖZÇELİK

26-02-2005

[1] Mukaddime.İ.H.185.

[3] Keşful Hakayık Tefsiri.

[4] Mümtahine.4.

[5] Nahl.120.

[6] En’am.76-79.

[7] Şuara.83-84.

[8] Hud.73,Saffat.112-113.