İSLÂM ALEMİ VE NESHOLMUŞ DİNLERİN DURUMU

İSLÂM   ALEMİ   VE   NESHOLMUŞ   DİNLERİN   DURUMU

            Bir yanda son dini temsil eden İslâm dini ve İslam alemi,diğer yanda da nesholmuş dinlerin ve dinden uzak yaşayanların durumu…

            Bu gün İslâm alemi batının kıskacında ve sefâhetinde yandırılmaktadır.

            O batı ki,her şeyini menfaat üzerine bina etmektedir.

            İslâm alemi saflığını,bir Lawrense aldanmakla göstermiştir.

            Bu gün batı korkuyorsa bizden olmayıp Allah’ın vadinden,İslâm dininden korkmaktadır. Bundan dolayı bütün hesapları İslam üzerinedir.

            Şimdiki müslümanların ve İslam aleminin eski müslümanlar olmayıp,hakimiyetlerinin de söz konusu olmayacağına inandıklarından;tek korktukları noktanın,İslam dininin tüm zaman ve mekanlara mutlak hakimiyetinin tahakkuk edeceğidir.

            Bu gün batı,bizi ve dinimizi bizden daha fazla tetkik etmektedirler.

            Nasıl ki yıllardır Bediüzzaman Said Nursi ve bunun gibi İslâm büyüklerini ve eserlerini cezalandıran ve imhaya çalışan kimselerin neticede hakikatı görüp ve bilip,anlamaları gibi…

            Batı da aynı sona –İnşaallah- vasıl olacaktır.

            Batı bu gün ve dün bir yandan İslâmı yok etmeye çalışıp,bir yandan da İslâmın önüne sefâhet ve fuhuş engelleri koyarak engellemeye çalışırken,diğer yandan da Amerika ve batı ülkelerinden bir çok insanın İslâmiyete girmesi de kaçınılmaz olmuştur.

            Büyük bir ümit parıltısı parlamakta,bazen bir sporcu eliyle,bazen de bir ilim adamı eliyle…

            Bediüzzaman Talebesi Abdullah Yeğin’e;önce Amerika,sonra Almanya’nın müslüman olacağı müjdesini vermiştir.[1]

            Bu gün batı İslâmı bildiği kadar İslâma müsaade ediyor. Müslümana o nisbette müsamaha gösteriyor. Yani mesele İslâm aleminin İslâmı en güzel bir şekilde temsil edememesinden kaynaklanmaktadır.

            Bediüzzamanın ifadesiyle;Eğer biz İslâmiyeti hal ve ef’alimizle gösterseydik,sair dinlerin mensupları fevc fevc –bölük bölük- İslâmiyete gireceklerdi.

 

                                              *******************        

 

           Bu gün haçlı zihniyeti,kaleyi içerden keşfetmekte ve yıkma planlarını da ona göre yaparak uygulamaktadır.

            Her ne kadar hedef ve gayede;”Haçlı zihniyetinin Hilale galib”olma noktası ağır basıp,tek renkte odaklansa da;artık istekler,menfaatler ziyadeleştikçe,hedeflerde de farklılıklar görülmektedir.

            Batıda hükümet olan materyal yani madde iktidar koltuğuna oturmuştur. Madde hakimdir.

            Hayatı dünya olanın gayesi de onun içindekiler olur.

            Nitekim körfez savaşının çıkış sebebini İngiltere’nin “İndependent”gazetesinden Bill Robinson şöyle ifade eder:”Orta doğudaki petrol kuyularının hakimiyetini,yeniden batıya mal etmek için bir savaşa girişilmiştir.”[2]sözleriyle anlatır.

 

                                               ******************    

 

                                   İ N G İ L T E R E

 

            Dünyayı siyasi dehası ve entrikalarıyla idare etmeye çalışan İngilterenin İngiliz casusu Lawrense şöyle der:”Biz siyonizmi tehdit ettik. Fakat onları kendimize dostlar bulduk. Bolşevikleri tehdit ettik onları da bize savaşta yardımcılar bulduk. Sarı ırkı tehdit ettik ancak oralarda da bizden başkalarına mukavemet eden demokratik devletler bulduk. Bizim tek düşmanımız vardır,oda İslâmdır. evet bu üç asır boyunca,Avrupa müstemlekeciliğinin önünde duran duvardır.”[3]

            Bunu uygulamaya koyan İngiltere,süper devlet yerine geçmesi için,süperleri ortadan kaldırması gerekmekteydi. Buda Osmanlı idi. Osmanlıyı süper mana yapan ruh ise hilafetti ve onu da ortadan kaldırdı.

            Ancak bununla da yetinmedi. Bir kürt devletinin kurulmasında da öncülük yapmaya başladı.

            Ünlü İngiliz gazetesi Observer’in 16-ocak tarihli yazısında:”İngiltere kürt devleti için bastırmalı” bununla da yetinilmeyip;”İngiltere,1923 yılında Türkiye de bir kürt devleti kurmamakla yaptığı hatayı,şimdi Irak’ta kurulma yolunda olan kürt devletine öncülük etmekle telafi edebilir.”[4]demektedir.

            “İslâm gaflet edip küstü. Hristiyanlık dini fen ve medeniyeti kendine mal edip iki silahla galebe çaldı.

            Şimdi şarkta müthiş bir silah imal ediliyor. Bunun hak kısmına sahib olmalı. Yoksa yine küssek onu da hristiyanlık İslamiyet aleyhinde istimal edecektir. Buna karşı dayanılmaz.

            Cumhuru avama müteveccih olan bir fikir,bir kudsiyet almaz ise söner. O desatire kudsiyyet verecek iki muazzam rakibi din var.

            Şu keskin fikir gözünü açtığı vakit,hasmını ve hasmının elindeki silahını hristiyanlık dini bulmuştur. Öyle ise o fikir,kudsiyyet almak için İslâmiyete dehalet etmeğe mecburdur.”[5]

            İngiltere veliahdı Galler prensi Charles,İslâmın hakikaten verdiği güçlü şahsiyetliliği ifade ederek:”İngiltere uluslar arası arenada kendisine yeni bir rol ararken İslâmın adalet,tolerans,kardeşliği öngören ve bu dünya ile öte dünyayı birleştiren ilkelerinden ders alması gerekir.”der.

 

                                               *******************  

 

                                               H R İ S T İ Y A N L I K

            Hz. İsa’nın Kur’an-ı Kerim-de ve müslümanlar arasındaki tavsifi;hristiyanlardan ve İncil-den ileri olup,geri değildir.

            Müslümanlarca ulü’l azim peygamberlerden,mu’cize sahibi,kendisine kitab verilen rasullerden olarak kabul edilir ki,bu üstün bir derecedir.

            Bizim kimliğimizi bulmamız,batının kabuğunu yırtması,kendisini daha iyi tanıyıp tanıtması,tıpkı bizdeki idarecilerin halka olan kapalılığı gibi,kilise ve papalığında halka ve mantığa her yönüyle açık olması gerekir.

            Tarihte protestanlık ile bir kere yırtıldı. Bir kere daha yırtılmaya ihtiyacı vardır batı aleminin…

            Yeni dünya düzeni bunun çekingen bir tavır olarak görüntüsünden ibarettir.

            Nitekim hristiyanlık inancının temelini oluşturan Teslis hakkında;”Üç,birdir. Biz,üç tanrı kabul etmeyiz. Fakat üç şahısta olan bir tek tanrıya inanırız. Tanrısal şahıslar aynı bir,uluhiyeti taksim etmezler. Fakat onlardan her biri müstakil tanrıdır.”,” Baba, oğulun aynısıdır. Baba ve oğul,ruh-ül kudüsün aynısıdır,yani mahiyet itibariyle bir tek tanrı vardır.”[6]

            Peygamberimiz zamanında da hristiyanlar mevcut olup,onlar da yahudiler gibi ahir zaman peygamberini beklemekte idiler.

            İslâmiyete yakınlıkta,müslüman olmakta,Hz. İsa’nın gelip,hristiyanlığın İslâmiyete gireceği hatta Ebu Hanife-nin mezhebiyle amel edeceği[7] zikredilirken,yahudilik de bu yakınlık görülmez.

            Hatta bir tevil olarak da olsa;bu günkü AB veya hristiyan alemiyle olan diyalog;deccalizm ve Süfyanizmin bir delinmesi olarak,ancak bu iki dinin ittifakıyla mümkün olabileceği söylenebilir.

            Hz. İsa ilk hıyaneti yahudilerden görmüş,onların iftirasına uğramıştı. O zamandan bu zamana hala şaşkınlığı üzerinden atamamış hristiyanlık,telaşını devam ettirmektedir.

            İtikatta istikrarı bulamayan hristiyanlık alemi,elbette yaşayışta da bulması imkan dışıdır.

            İslâmiyetden sonra en çok mensubu olan hristiyanlığın telaşı,İslâmiyetin hristiyanlığı yutup,ortadan kaldıracağı korkusudur.

            Oysa İslâmiyet yutmaz belki kucaklar,tashih eder.

            Zira bir hristiyan sırf kiliseye aidat ödememek için kiliseyle,ondan öte hristiyanlık inancıyla bağını kesip başı boş yaşamaktadır.

            Bu durum kilisenin hem madden hem de manen gerilemesi,daha açık bir ifade ile çökmesidir.

            Sodom-Gomore,Pompe-i ve Herkülanyum ve Sibiryada yaşayan Mamutların başlarına gelenler düşünülmeli,ecdadın ifadesiyle;sefâhette devam edersen sen de onlar gibi:”Yapma Allah taş eder.”[8]

            -Hitler 12 yıllık iktidarlarında,13 milyon insanı fırınlarda öldürmüş,kendi ırklarını bütün dünyaya hakim kılmaya çalışmışlardır.

            Hristiyanlıkta körü körüne bir taassuba rastlanır. Bir çok örneğinden birisi ise:”Macar müslümanlarını ve balkanlarda İslâmı yok etmek için hazırlanan Kalman kanununun bazı maddelerinde özetle:”

            -Madde-46:”Bir kimse müslümanlardan birinin hristiyanlık adeti dışında,(müslümanlığa göre) oruç tuttuğunu,iftar ettiğini,yemek yediğini,domuz etinden çekindiğini,abdest aldığını veya İslâma aid her hangi bir ibadeti yaptığını görür de krala haber verirse,haber veren kimseye o müslümanın malından bir miktarı verilecektir.”

            -Madde-47:”Her müslüman köyü,bir kilise yaptıracak ve aynı zamanda bu kiliseye devamlı ücret verecektir….”

            -Madde-48:”Bir müslüman kızını kendi milletinden birine vermeyecek,bizim milletimizden (hristiyan)olan bir kimseye verecektir.”

            -Madde-49:”Bir kimse bir müslümana misafir olarak giderse veya o kimseyi yemeğe götürürse,kendisi de misafiri de yalnız domuz eti yiyeceklerdir.”[9]

            Hristiyanlık aleminin İslâmiyete girmesinde en müessir sebeblerden birisi,müsbet hareket edip,İslâmiyetin güzelliklerini fiillerimiz ve yaşantılarımızla göstermekle olur. Aksi takdirde menfi tesir icra edecektir.

            Bediüzzamanın tabiriyle:”Bir gıda gibi olan İslâmi ilimlerin hazmedilmemiş olması”hakikatların neşv-ü nema bulmamasına sebeb olmaktadır.[10]

            -Münihli,İlâhiyatçı ve papaz Veit Höfner;bir papaz olarak Allah’a,Peygambere ve Hz. İsa’nın ineceğine inanmakta olduğunu söylemektedir. Her pazarki duada bunu dile getirdiklerini ve dinlerin birleşeceğini belirtmektedir.[11]

            Protestan Sebald kilisesi idare heyeti azası Prof.Hans-Martin Hagen,aynı zamanda bir çok vasfa sahib olan bu zat;İslâm ve Peygamberimiz hakkında şöyle der:”İslâmiyetin yayılması askeri güce değil,toleransa dayanır. Muhammed,öteki peygamberlerin devamıydı. İbrahim,Musa,İsa,Yahya gibi bir peygamberdi…”[12]

            Bu gün başta ilim adamlarının öncü olması sebebiyle İslâmiyetle hristiyanlık birbirlerini uzaktan değil yakından tanımaya,yakınlaşmaya batıyla beraber adım atılmaktadır.

            Bizde ise,bazı havarilikler,senaryo ve krizler bu yakınlaşmayı frenlemekte veya tedirgin etmektedir.

            1989-Ekim-inin 17-sinde kilisede İslâm konulu sempazyumu açan Papaz Veit Höfner:”Kur’an okumaktan İncil okumaya pek fırsat bulamamış bir insan sıfatıyla sempozyumu açıyorum,yarın Kur’an-ı anlatan bir konuşma yapacağım.”[13] demiştir.

            Bizde ise işinden dolayı Kur’an-ı okuyamıyanların kulakları çınlasın…

            -Adıyamanda bir gün kiliseye uğrayarak,papazdan Kur’an hakkındaki görüşünü sorduğumuzda bize cevaben:”Güzel bir kitaptır.”diye karşılık verdi. Ancak bu durum bizi tatmin etmediğinden birkaç kere daha sorduğumuzda sürekli iyi ve güzel bir kitap-demekle yetindi.

            Bu arada bizde kendisine,madem güzel bir kitapsa o halde bu kitap hak bir kitaptır. Son emir ve yasakları içerisinde toplayan bir kitaptır,kabul edilmesi gerekir,dediğimizde tebessüm ederek aynı sözünü söylemeye devam etmişti.

            Neticede kendisine,bizlere İncil hakkında görüşümüzü sorsan biz bu kitabın tahrif edildiğini,bizzat Hz. İsa’ya inen bir kitap olmadığını rahatlıkla söyleriz. Zira 325 yılında İznik konsilinde toplanan papazlardan 104 kişinin yazdığı farklı farklı incillerden birbirine biraz yakın olan dört kişinin yazmış olduğu incil olup onlarda;Matta-Markos-Luka-Yuhanna..

            İznik Konsili Hristiyanlık dünyası için gayet ehemmiyetlidir.

            İznik konsilinde Arius tevhidi savunduğu için sürülmüş ve daha sonra da öldürülmüştür.İbni Kesir tefsirinde ve el bidayesinde bahsedilmektedir.Abdullah bin Arius olarakta bahsedilmiştir.

Mesela Samsatlı (Adıyaman) Pavlus bu Tevhid inancının sürdürücüsü olmuş.

Cabiri, Tefsirinde, Hamidullah el-Vesaik adlı eserinde ondan bahsetmektedir.[14]

            Gerçek hristiyanlar Tevhidi kabul ederler.

            “Andolsun, insanlar içinde, mü’minlere en şiddetli düşman olarak yahudileri ve müşrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Hristiyanlarız” diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakım) papaz ve rahiplerin olması ve onların gerçekte büyüklük taslamamaları nedeniyledir.

Elçiye indirileni dinlediklerinde hakkı tanıdıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup taştığını görürsün. Derler ki: “Rabbimiz inandık; öyleyse bizi şahidlerle birlikte yaz.”[15]

            Senin Kur’an hakkında –iyi bir kitap- demeni,biz İncil için söyliyemeyiz,dedik. Biraz kızararak sükutu tercih etmişti.

            Mevcut İncillerin arasında önemli çapta “25 bin civarında”[16] farklılıklar olduğu da ifade edilir.

            Bu gün İncilin sıhhati ve Hz. İsa’nın babasız mı? Allah’ın oğlu mu? konusu hala tartışmalı olarak devam etmektedir.[17]

            -İncil profesörleri olan Roland Wolfe ve Ragnond Brow bu günkü incillerin gerçek incil olmadığını itiraf etmektedirler.[18]

            “Ayrıca 12-Nisan –1947 günü keçisini kaybeden Muhammed el-Dib isimli bir çoban çocuğun Kudüs-ün doğusunda ölü denizin ümran mağaralarında toprak bir testi içinde 500 rulo halinde bulduğu 2 bin yıl öncesine aid el yazması ve gerçek İncil olduğu sanılan belgeler katoliklerin tek Allah inancını resmileştirmesinde en önemli unsur ve itici güç olmuştur. Bazı ilim adamları 46 yıldır bu belgelerin neden açıklanmadığına tepki göstermişlerdir.”[19]

            Evet,bu gün yapılan tüm ilmi araştırmalar bildirmektedir ki,şimdiki kitab-ı mukaddes aslı ile aynı olmayıp,aslında Tevhid inancı mevcuttur.

            -Burada düşülen hatalardan biri de şudur ki;Suret teşbihinin,zatının hakikatıyla iltibas edilmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’an-da da bazı teşbihler geçmektedir.

            Mesela Hadis-i Kudsi de:”Allah insanı Rahman suretinde yarattı.”ifadesinde insanın –Haşa-Allah olmasını gerektirmemektedir.

            İslâmiyetin reddettiği Tecessüd fikrini,ilmin ilerlemesiyle de bu gün hristiyanlık alemi,özellikle rahibler de kabul etmemektedirler.

            -Ciddi araştırmalardan birisi resmi olarak yüzde 82 gerçekleri yansıtmadığı ifade edilir.[20]

            Rahib Drewerman,Hz. İsa’nın güç-kral manasına gelen Mesihi kabul etmediğini ve de Allah’ın oğlu olarak kabul edilip anılmasının yanlış olduğunu ifade eder.[21]

            -Fransa cumhurbaşkanı Mitterand bile inanma konusunda:”Hem mistik hem de rasyonel bir düşünce sahibiyim ve Motaigne gibi birinden birini seçemem. Allah’a inanıp inanmadığımı bilmiyorum,fakat çok defa inanmaya teşebbüs ettim.”[22]der.

            Evet,kendi dini kendisini ne kadar tutmaktadır?

            Bugün hristiyanlık alemindeki meydana gelen oluşmalar,onları ilel-ebed katoliğin katı tutumunda tutması mümkün değildir.

            Her bir değişme onları İslâma daha da yakınlaştıracaktır.

            Şu andaki oluşumlar birer “Hristiyanlıkta (ki) Tevhid esintileri”dir.[23]

            Hristiyanlıktaki bu yeni yapılanma meyvesini vermektedir.[24]

            -Yeni Kateşizm (yeni tebliğ metodu)kitabını yazan Piskopos Nonore:”İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu ifadesi yerini mükemmel bir insanlığın timsali ve insanların yardımcısı Nasıralı İsa ifadesine terk etmiştir.”der.[25]

            Batıyı ve batılıyı çevreleyen ağlar yırtılmaktadır.

            İşte kitaptan bir örnek:”Allah,hiçbir vechile insana müşabih değildir. O,ne erkek,ne de kadındır. Allah,kendisinde cinsiyet farkı bulunmayan saf ruhtur.”der.[26]

            Müslüman Meluncanlar ve Amerikalı siyahların lideri Louis Farrakhan bunun örneklerindendir.

            -Leviticus II:1-8.ayetlerde:”Ve domuzu,çünki çatal ve yarık tırnaklıdır,fakat geviş getirmez,o size murdardır. Onların etinden yemeyeceksiniz ve leşlerine dokunmayacaksınız.”[27]

            Bugün hristiyan alemi,kilise tarafından rahatlıkla ifade edilmektedir ki:”Kurtuluş İslâmi aile yapısındadır.” Hristiyan İlâhiyatçılar tarafından ikrar ve tesbit edilmektedir.[28]

            Bu,bir yandan hristiyanlıktan firar,bir yandan da İslâmiyete dönüştür.

            İşte hristiyanlık;”Filipinlerde dün yapılan bir vahşi gösteri tahrif olunmuş hristiyanlığın Hz. İsa’dan 2000 yıl sonra ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından oldukça dikkat çekiciydi. Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini her yıl”Hayırlı Cuma”törenleri adı altında kutlayan Filipinliler,kutsal saydıkları bu gününün acısının halk tarafından hissedilmesi için 14 kişiyi çarmıha gerdiler. Kanlı gösteriyi izlemek için Amerika,Japonya ve Avrupadan binlerce turistin geldiği çarmıh töreninde,1 Japon ile 13 Filipinli gönüllünün ellerine çiviler çakıldı. (İplerle bağlanan gencin avucuna çivi çakılırken çekilmiş fotoğraflarıyla da gösterilmekteydi.) Çarmıha gerilmeyi gönüllü olarak kabul edenler de ellerine ve ayaklarına çakılan çivilerin vermiş olduğu acıya,feryad-u figanlarla karşılık verdiler.”[29]

            Hristiyanlığı en iyi tahlil eden İslam dinidir.

            Koca bir sure (19.sure) nin adıdır Meryem suresi. İslâmiyet ve hâkeza Kur’an-ı Kerim Hz. İsa’nın babasız doğduğunu söylerken,Hz. meryemin de iffet ve namusunu korumaktadır.

            İseviler ise;bir yandan Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu vasfını,diğer yandan da Hz. Meryeme marangozun hanımı özelliğini yakıştırırken;hem iftirada bulunulmakta,hem de Allaha şirk koşulmaktadır.

            Bu gün içinde,Hz. İsa ve Meryem zamanındaki sıhhat yönüyle de hristiyanlar kendilerini,dinlerini ve kitaplarını en doğru şekliyle Kur’an-da ve İslâmda görebilir ve bulabilirler.

            Hz. Cafer’in riyasetinde bi’setin 615. yılında Habeş Meliki Necaşi-nin ülkesine ve neticede huzuruna varan 15 müslüman,Necaşinin isteği üzerine Meryem suresinin baş kısmından okuyarak;

            “Hz. Yahya’nın doğumundan Hz. İsa’nın bakire Meryemden dünyaya gelmesinden bahseden bu parça onları ağlattı. Necaşi heyete onları teslim etmeyeceğini bildirdi.”[30]

            Bunun üzerine bu müslümanları müşriklere teslim etmemekle beraber;Hicretin 7. yılında “Necaşi müslümanlığını belirten mektubunu,oğlu ile Hz. Peygambere (SAM) gönderdi.”[31]

            Hadis-de:”İslâm garib olarak başladı,garib olarak dönecektir.” Başlangıcı harika olan,duyulmamış İslâmın sonu da harika olacaktır. Güneşin sabahleyin tüm parlaklığıyla doğması gibi,ahirzamanda da İslâm aynı parlaklılığını gözlere ve gönüllere gösterecektir,oda mümtaz ve müstesna olarak…

            -Malezyaya aid bir adada “10 bin putperest müslüman oldu.”[32]

            -“Niçin müslüman oldular”adlı kitapta bunun sebebleri müslüman olanlar tarafından izah edilirken[33],bunlardan Bernard Shaw şöyle der:”Dünya için bir din seçmek gerekirse,bu muhakkak islâm dini olacaktır.”der.[34]

            -Hristiyan[35],hristiyan kaldıkça kendisi için cehennem azabı hak olacaktır.[36]

            Müslüman olduktan sonra,hristiyan veya başka bir dine giren yoktur. oysa,müslüman bir kişinin hristiyan olma durumu söz konusu olsa,neden müslüman olarak kalmasın. En ala ve kıymetli bir şeyi terk edip,düşüğüyle yetinsin?

            Eğer hristiyan olma söz konusu olunsa,müslüman olma hayda hayda olunur.

            Bunca hristiyan faaliyetleri ve bunca hristiyan yapmak için yapılan harcamalara rağmen,başarı hiç denilecek kadar azdır ki bununda dayandığı noktalardan biri;İslâmı bilmemekten ve de fakir ülkelere yapılan hayali vaadlerden kaynaklanır.

            Nitekim,kilise bakımından en zengin ülkenin Seul olduğu belirtilirken;6000 tane olup,bunda da en çok kadınların rol oynadığı ifade edilmektedir.

            Güney Korenin baş şehri olan Seul-de,fakirliğin ve eğitim düşüklüğü bunda en büyük amil olmuştur.

            -Batının batmış gemisini terk edip kurtulmalarını gören bizdeki bir kısım inanç fukarası,bizimde batmayan ve batmayacak olan gemimizi terk etmekle kurtuluşa ereceklerini zannederek en büyük hatayı yapıyorlardı.

            Dini kopukluklarını,bize uygulamaya çalışanlar nitekim başardılar? Neyi mi?Bizi de koparıp,kopuk yapmayı!

            Kopuk ideoloji ve düşüncenin,kopuk nesli…

            Dininden kopmayan dünkü hristiyan ile,dininden gevşeyen bugünkü müslüman;ne kadar da birbirine benzerlik göstermekte,yakınlık arz etmektedir.

            Bugün batı,hasta adam durumundadır. Bir çok koltuk değnekleriyle ve bastonlarla ayakta durup,yürümektedir.

            Dışı bizi yakarken,içi onları… Kurtuluşlarının tek yolu vardır ki;Oda İslâmiyete teslimiyetten geçer.

            -Bütün dünyayı kolları altına alan ve onların jandarmalığını üstlenen başta Amerika,bu gidişi nereye kadar götürecek ve götürebilecektir?

            Her çıkışın bir inişi vardır. Nitekim inişler çıkışa çıkardığı gibi… İnişli ve dönüşlü olarak hareket etmektedir.

            ABD bize karşı”Bizi iç meselelerinize karıştırmayın.”[37] buyurmaktalar! Her halde menfaatlerine dokunacak bir şey mi yaptıydık?

            -Batı bir çok bahanelerle doğuyu karıştırmaktadır. Bunlar;oraların telefonlarını dinlemek,K.Maraş,Sivas gibi hassas bölgelerin hassasiyetlerini tutmak suretiyle yürütmektedir.

            Bunu çok hilelerle yürüten batı,çeşitli hizmet erleri ! adıyla öncü kuvvetli öcü insanlar olarak içerimize salmaktadır. İstihbaratı kuvvetli,para bol,bol keseden savurmaktadır. En önemlisi milletine,geçmişine olan sadakati göstermektedir. Nitekim bugün hristiyanların sahib çıktıkları Selçuktaki Meryem ananın oraya gömülmesi konusunda S. Ayverdi:”Misyonerlik karşısında Türkiye”adlı eserinde,Tapu sicillerine de dayandırarak,bunun yerinin bir rüya ile tesbit edildiğini kayıtlarla ifade eder.[38]

                                               ******************  

            -Bir şeyleri deşifre ettiğinden dolayı öldürüldüğü söylenilen Emekli binbaşı Ersever ve arkadaşlarının oyunu bozmaya çalışmaları sebeb gösterilirken;[39] “İşin başından beri ABD var. Sadece PKK değil,orta doğudaki bütün olaylar ABD’de planlanıyor. Bu tezgahların askeri operasyonlarını ABD yapıyor. İstihbari faaliyetlerini İngiliz gizli servisi yürütüyor. Kültürel faaliyetlerini Fransa,bu bölgenin kışkırtıcılığını da Almanya yürütüyor. Eskiden de böyleydi,yeni dünya düzeninde de böyle.”

            Ve Ersever devamla:”PKK’nın nerede ne zaman ne yapacağını devletin bildiği kanaatindeyim. Çünki PKK her yılın sonunda bir sonraki yıl ne yapacağını planlar ve kendi teşkilatına yayınlar. Benim devletim de bunları alır ve tahlil eder.

<sp!n style=”mso-tab-count:1″>            -Vatandaş devletten ümidini kesmiş,silahını alıyor,vuruyor;hukuk dilinde buna ihkak-ı hak denir. Ben faili meçhul cinayetleri böyle görüyorum. Bu eylemler,kendi meslek bilgime göre organize değildir.”

            “Bizim istihbarat teşkilatları bir CIA gibi,MOSSAD gibi veya geçmişteki KGB olsaydı bu işler başına gelmezdi. En azından şu güney doğu meselesi bu devletin başına gelmezdi.”

            “Ben şahsen,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin PKK’ya ilişkin faaliyetlerinde bir stratejisi olmadığına inanıyorum.”

            “Ayrılmamın nedeni şudur:Bir,Türkiye Cumhuriyeti teorik bir yetmezlik içerisindedir İkincisi,PKK ile mücadelede örgütlenme yetersizliği içindedir. Üçüncüsü,bir Kürt realitesinden bahsettiler ama bu Kürt realitesinden ne anlaşıldığı açıklanmamıştır.”

            İsabetli tahlillerde bulunan Ahmet Taşgetiren “Ersever öldürülmesinden bir süre önce Daily news muhabiri Hayri Birler-e takib edildiğini ifade ediyor ve”Beni sağ yakalamak istiyorlar,bilgi almak için. Her hangi bir yerde vurup öldürmek istemiyorlar”diyor. Ortadan kaybolduktan bir süre sonra (acaba o süre Cansever-i konuşturmak için mi kullanıldı?) ölü bulunuyor.

            “Hafız Esad’ı günahım kadar sevmiyorum. Onun PKK’ya yataklık yaptığı konusunda da tereddüdüm yok. Ancak,Doğu-Güney doğuda yaşanan hadisenin dış boyutu denince,bunun Suriye-ye indirgenmesinin de korkunç bir aldatmaca değilse,hedef saptırmaca olduğunu düşünüyorum. Suriye üzerinde teksif olmak,çok geniş bir tuzağı gözden kaçırmamıza sebeb oluyor diye düşünüyorum.

            Olayın Suriye boyutu,Çekiç gücü izah etmiyor mesela. Kuzey Iraktaki oluşumu izah etmiyor. Peş peşe gelen sırlı ölümleri izah etmiyor.

            Suriye deki %-8-lik Nusayrinin,%-92-lik sünni halka galibiyeti;halkın ilgisizliği,her hangi bir şey yapacaklarına ihtimal vermemeleri,onlar askere giderken ve de askeriyede erleri bile muvazzaf asker olarak görevlendirirlerken, sünni olanların bedelli askerlikle işi geçiştirmeye çalışmaları,[40]onlara maddi manevi çok şeylerini kaybettiriyordu.

            -Doğu meselesi ile ilgili çok ciddi raporlar hazırladığı ve operasyonlar planladığı bildirilen Eşref Bitlis Paşa Türkiye’de ilk defa rastlanan “Uçak buzlanması”na kurban gitti. buzlanma iddiasına kim inandı? Hiç…

            Lice’de Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın nasıl öldürüldüğü sır.”diyor A. Taşgetiren.[41]

            Sırlar Ülkesinin Sırlı Olayları!!!

            -Amerika ve Avrupa mukayesesinde”Amerikayı karşına almadan ne yaparsan yap Amerikayı çok ilgilendirmiyordu. Demokrasi varmış yokmuş bunlar Amerika için önemli değildir…

            …Eğer bizi sömürmüyor iddiaları ile karşısına çıkmazsanız Amerika aldırmaz,Avrupa aldırır.

            … Amerika bizi orta doğuda bir güç olarak buranın güvenliğini sağlamakla görevli görüyor. Avrupa da bizi benimsiyor işin doğrusu. Pazar olara görüyor da benimsemiyor. Onda da haklı tarafları var. Mesela tam şartları ile bizi Avrupa birliğine alsalar bir haftada 3 milyon insan Avrupaya gider Türkiyeden…”[42]

            -Evet. ABD Enerji bakanı Hazel O’leary’nin Washington’da düzenlediği basın toplantısında da söylediği gibi,ABD’de,ikinci dünya savaşından 1970’li yıllara kadar,radyoaktif tıbbi deneylerde yaklaşık 16 bin kişinin kobay olarak kullanıldığı”belirtilmektedir.

            -Ve meşhur Rus yazar Dostoyevski,Avrupayı şöyle tarif ediyordu:”Avrupa bir mezarlıktan başka bir şey değildir. Gelecekteki ürünleri bize yararlı olabilecek bir gübre yığını bile değildir. Fransızlar,kendini beğenmiş gülünç yaratıklar,Almanlar bayağı sucuklardan meydana gelmiş bir millet;İngilizler,rasyonalizmin tezgahtarları;papa,başına papalık tacını geçirmiş bir şeytan…”diye yerinde bir tesbitte bulunmaktadır…

            Bununla beraber hedefe götüren İsrail,Götürülen Amerika,güvenliği orta doğuda sağlamak amacıyla Türkiyenin geçici de olsa desteğini alıp,koltuk değneği görevini üstlendirmeğe çalıştığı Türkiye…

            O İsrail ki,bir iş adamının ifadesine göre Teokrasiyle (şeriatla) yönetilen İsrailde:”Dinden başka bir şey yok.”Dinlerinin gereği Cumartesi tatil. tevrat ve onun hükümleri geçerli.[43]

            Hedefe varmak için her şey meşru. Anarşi,güçsüz bırakma,kürt devleti,filistin,Irak,İran,Arabistan,Kuveyt,aşırı dincilik,hep bunlar senaryonun birer parçaları. hepsini bir araya getirdiğinizde planlı oyunların birer bağlantıları olarak görülecektir. Bağlar birbiriyle bağlı…

            -Dünkü lekelerini silemeyen batı,Amerika bugün zencilere yaptıklarıyla aynı lekelerini katmerleştirmektedirler.

            Başsız büyük bir gövde olan zenciler o baştan mahrumlar. Batı o başa tahammül edememekte. Malcolm-x ve Martin Luther King,koparılan başlarından bir kaçı.

            Ancak baş bulma ümidi zencileri yaşatmakta ve ayakta tutmaktadır.

            Ruhunu esir edip,nefsinin mahkumu olan batı,diğer yandan da insanları köle yapmaktadır. Medeni köle…

            Zulüm üzerine oturan ve bina edilen bir millet ve devlet;payidar olamaz. Yıkılmaya ve çökmeye mahkumdur,er-geç…

            Bugün köpeklerine gösterdiklerini ve harcadıklarını,zencilere ve insanlığa değil,o köpeklerine ve insanlığı harcamaya kullanmaktadırlar.

            Irkçılık gibi,faiz gibi İslâmın ve insanlığın aslına,ruhuna aykırı harekette bulunan batı,bunu nereye kadar götürecek ve ayakta durup,durduracaktır?

            Batı,elbette ve elbette yaptıklarının bedelini ödeyecektir. Ya tasaffi ederek,İslâmiyete girip müslüman olmakla veya da tefessüh edip dünya ve ahiret rezaletlerini çekerek ödemiş olacaktır.

            Bozulan batı,bozulduğu yerden düzelmedikçe iflah olmayacaktır. Kaybettiklerini hangi noktada kaybetmişlerse,o noktada aramalıdırlar.

            Muharref kitabın,muharref temsilcisi olan papaz tarafından:”Türkleri öldürmek ilahi bir görevdir”diyerek zulmü destekleyen kiliseleri,bir kere silkelenip protestanlıkla,az da olsa hantallığından kurtulduğu gibi,şiddetle bir kere daha silkinmeye ihtiyacı vardır.

            Ahiretleri ellerinden alınmaya çalışılan,ellerine inciller tutuşturulmaya çalışılan Afrikalıların,dünyaları da ellerinden alınıp imha edilmektedir.

            Demek ki bu insanlar;insanlığın hem dünyalarına,hm de ahiretlerine düşmandırlar,kasd etmektedirler.

            Kısaca tek düşünceye sahiptirler;bensiz her yer,herkes,her şey,her zaman olmasın,ölsün,batsın o dünya ve içindekiler.

            ABD’li yazar Gurtov:”ABD,dolar ve bomba gücüne dayalıdır. Yandaş hükümetler ve ordular ABD çıkarlarına hizmet eder.”der ve”Darbeler dolar için”[44]tezini savunurlar.

            Dünya devletlerinin başına kendi istedikleri kimseleri geçirip,dünyayı baştan idare etmeyi hedeflemektedirler.

            İşte İslâm alemi. Yıllardır hep aynı taşlaşmış başlar. Taş üstüne taş konulmadığı gibi,konulmuş olan taşlar yıkılmakta,bazı başlar gövdeden ayırd edilmektedir. Aynı tas,aynı hamam. Sadece değişen dellekler… Bellekler hep aynı…

            Ancak her zaman evdeki hesap,çarşıya uymayabilir.

            Dünyayı taksim eden ortaklar;Amerika,Rusya,İngiliz,Fransa soğuk savaş ve hile ile işi yürütmektedirler. Uyandırmadan..uyanık olarak…

            Kiminle çok ilgilenip,onu karıştırıyorsa bilinmelidir ki;o ilgilenenler cevher sahibidir. Hırsız boş evle ilgilenir mi hiç?

            Müslümanlar için geçerli olan:”Mü’minler kardeştirler.”[45]hakikatı batı aleminde yerini:”Menfaat üzerine birleşenler kardeştirler.”olarak açığa çıkmaktadır.

            Bu uğurda menfaatına aykırı düşecek veya düşürecek olana hayat hakkı da tanımamaktadır.

            Özellikle yahudiyi iki şey besleyip,ayakta tutmaktadır;bankalar köprüsüyle faiz ve petrol…

            Ve bizim kollarımızı koparıp,ağzımızı da bağlayan batı,tüm İslâm aleminin zenginliklerini keyifleri gibi kullanmaktadırlar.

            Loyd George:”Petrol karları sanki görünmeyen bir takım borularla genelde bazı özel ceplere doğru yolunu buluyor gibi.”der.

            İşte Abdulhamid,bu menfaata İngilizler tarafından kurban edilmiştir.

 

  1. İSA ‘ NIN   BABASIZ   OLUŞU

            Hz. İsa Cenâb-ı hakkın kudretiyle babasız olarak dünyaya gelmiştir. herkes babasının adıyla çağrılırken,Hz. İsa annesinin adıyla çağrılmaktadır. Meryem oğlu İsa..[46]

            İmran ailesinden[47] olup,namuslu kadınlara misal getirilerek[48],sadık bir kadın olan[49] Hz. Meryem,Yahudilerin iftiralarından[50] münezzeh olup pak ve peygamberimiz tarafından övülmüş bir kadındır.

            Âyet-de:”Allah katında İsa’nın hali,Âdem’in meseli (yaratılışı) gibidir.”[51] Oda bir kul[52] olup,”Şüphesiz Allah,Meryem oğlu Mesihtir.”[53] diyenlerin sözlerinden de beri ve münezzehtir.

            Bu durumda müslümanlara uyarıcı olarak görev düştüğü gibi;zahid ve hahamların da günahtan menetmek[54] görevleri arasındadır.

            Hadiste:”Âdemoğlundan doğduğu vakit,şeytanın dürtüp de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsa hariçtir.”[55]

            Hz. İsa’nın babasız doğuşunu aklına sığdıramayan bedbaht bir doktora karşı Bediüzzaman-ın verdiği cevabta:

            “Nev’i beşerin bir rub’unun (dörtte birinin) başına reis olarak geçen ve nev’i beşerden nev’i melaikeye bir cihette intikal eden ve arzı bırakıp semâvatı vatan ittihaz eden harika bir ferdi insani bu harika vaziyetleri kanunu tenasülün harika bir suretini iktiza ederken,kanunu tenasülün şüpheli,meçhul,gayrı fıtri,belki ednâ bir tarz ile o kanun içine almak hiç yakışmadığı gibi,hiç mecburiyet de yoktur. Hem sarahati Kur’aniye te’vil kaldırmaz. Yüz cihette zedelenen kanunu tenasülün tamiri hesabına hiçbir cihette zedelenmeyen ve tenasülün haricinde bulunan kanunu cinsiyeti melek,hem kanunu sarahati Kur’aniye gibi kuvvetli kanunlar nasıl tahrib edilir?”

            Ve”Allah indinde İsa’nın meseli Âdem’in meseli gibidir.”[56] Yani Allah,Hz. Âdemi nasıl ki hem annesiz,hem de babasız olarak yaratmış ise,aynen bunun gibi de Hz. İsa’yı neden babasız olarak yaratmasın ve de yaratamasın? Sonsuz kudretiyle elbetteki onu da babasız olarak yaratması hiç de akıldan uzak bir şey değildir.

            Âdemin meselini temsil getiren Bediüzzaman cevabında şöyle der:”Nususu kat’iyye ile Hz. İsa Aleyhisselam pedersiz olduğu kat’iyyeti varken,tenasüldeki bir kanunun muhalefetini gayrı mümkün telakki etmekle,vahi te’vilat ile bu metin ve esaslı hakikatı değiştirmeye teşebbüs edenlerin sözüne ehemmiyet verilmez. Ve ehemmiyete değmez. Çünki hiçbir kanun yoktur ki,şuzuzları ve nadirleri bulunmasın ve haricine çıkmış ferdler bulunmasın. Ve hiçbir kaide-i külliyye yoktur ki,harika ferdler ile tahsis edilmesin. Zamanı Ademden beri bir kanundan hiçbir ferd şuzuz etmemek ve haricine çıkmamak olamaz.

            Evvela;bu kanunu tenasül,mebde’ (başlangıç) itibariyle iki yüz bin enva-i hayvanatın mebde’leriyle hark edilmiş (yırtılmış,dışına çıkmış) ve nihayet verilmiş.

            Yani en evvelki pederleri adeta Ademleri hükmünde iki yüz bin o evvelki pederleri kanunu tenasülü hark etmişler. Peder ve valideden gelmemişler. Ve o kanun haricinde vücut verilmiş. Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz yüz bin envaın kısmı azamı hadsiz efradları kanunu tenasül haricinde,yaprakların yüzünde,taaffün etmiş maddelerde o kanun haricinde icad edilir.

            Acaba,mebdeinde ve hatta her senede bu kadar şaz-larıyla yırtılmış,zedelenmiş bir kanunu bin dokuz yüz senede bir ferdin şuzuzunu aklına sığıştıramayan ve nusus-u Kur’aniyeye karşı bir te’vile çalışan bir akıl,kaç derece akılsızlık ettiğini kıyas et.

            O bedbahtların kanunu tabii tabir ettiği şeyler,emri ilahi ve irade-i Rabbaniyenin külli bir cilvesi olan Âdetullah kanunlarıdır ki,Cenab-ı Hak o âdatını bazı hikmet için değiştirir. Harıkul-âde bazı ferdlerde harkı âdet eder.(adetini bozar)(Meâlen)”Allah indinde İsa’nın meseli (temsil ve nümunesi) Adem’in (yaratılış) meseli gibidir.”[57] fermanıyla bu hakikatı gösterir.”[58]

 

  1. İSA’NIN   GÖĞE   KALDIRILMASI

            -Hz. İsa yahudilerin iftira edip öldürüldü ve hristiyanların çarmıha gerildi[59] demeleri gibi olmayıp,o göğe kaldırılmıştır. Nitekim:”Ey İsa,seni ecelin geldiğinde (süren dolduğunda) öldürecek olan (bağlantısını keserek ve kopararak) seni ben semaya (göğe) yükselteceğim. Yahudilerin su-i kasdlerinden tertemiz kurtaracağım ve sana uyanları kıyamete kadar seni inkar edenlere üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak ve ihtilafa düştüğünüz meselelerde hükmü ben vereceğim.”[60]

            Yahudiler:”Biz öldürdük”deseler de,bunda da şüphe içinde olup;hristiyanlar da çarmıha gerildiğini ifade eder.

            İslâm da ise;ruh ve cesediyle hala hayatta olup,göğe kaldırılmıştır.

            Bediüzzamanın da ifade ettiği gibi;Hayat mertebesi beştir. Bunlar;bizim hayatımız,Hz. Hızır ve İlyas peygamberlerin hayatı,İdris ve İsa aleyhisselamların hayatı,şehidlerin hayatı ve kabir ehlinin hayatları olup,Hz. İsa üçüncü hayat tabakasındadır.[61]

            “Onlar (Yahudiler) İsa’yı inkar etmeleri,Meryeme pek büyük bir iftirada bulunmaları ve “Allah’ın resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı biz öldürdük”demeleri sebebiyle de lanete uğramışlardır. Onu ne öldürdüler,ne de astılar. Fakat başkası ona benzetildi de onu öldürdüler. Muhakkak ki bu hususta ihtilafa düşenler İsa’yı öldürüp öldürmedikleri hakkında şüphe içindedirler. onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Kapıldıkları şey ancak bir zan ve tahminden ibarettir. Hakikatte ise Allah onu kendi huzuruna yükseltti. Allah’ın kudreti herkese galibtir ve O’nun her işi hikmet iledir.”[62]

            -Allah tarafından lanetlenen yahudiler,Hz. İsa diliyle de lanetlenmiştir.[63]

           

  1.                     İSA’ NIN   NÜZULÜ

            Kur’an-ı Kerim Hz. İsa’nın kıyamet vaktine doğru ineceğini ve bunu da kıyametin bir alameti olarak belirler.[64]

            Hadiste:”İsa ölmedi,kıyametten önce size dönecektir.”[65]

            “Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa), Feccur Ravha nam mevkide,hacc yapmak veya umre yapmak yahutta her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir.”[66]

            -Feccur Ravha;Mekke-Medine yolu üzerinde,Mekkeye altı mil kadar uzaklıkta bir yerin adıdır.[67]

            Hz. İsa yer yüzüne inmekle şer kuvvetlere karşı mücadele vererek,ehli imanın başına geçecektir.[68]

            Rasulullah buyurur ki:”Nefsim kudret elinde olan zat-ı zül-Celale yemin ederim Meryem oğlu İsa’nın,aranıza (bu şeriatla hükmedecek)adaletli bir hakim olarak ineceği,istavrozları kırıp,hınzırları öldüreceği,cizyeyi (ehli kitaptan) kaldıracağı vakit yakındır. O zaman,mal öylesine artar ki,kimse onu kabul etmez;tek bir secde,dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur.”

            Sonra Ebu Hureyre der ki:”Dilerseniz şu ayeti okuyun.(Meâlen):”Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki,ölümünden önce onun (İsa-nın) hak peygamber olduğuna iman etmesin. Kıyamet gününde ise İsa onlar aleyhine şahitlik edecektir.”[69]

            Ve Hz. İsa’nın gelmesiyle;hristiyanlarla müslümanlar arasındaki süren durum hakkında ise Hadis-de:”…adavetler,buğzlar,hasedler de mutlaka gidecektir.”

            Nitekim16-Şubat-1998’de Fas-ta Unesco tarafından tertib edilip,Fas kralı II. Hasanın da destek olmasıyla alınan kararlarda;Dinler arası diyaloğun gerekliliğiyle beraber;ortak noktalar olan zaruriyat,ihtiyaçlar ve güzellikler üzerinde duruldu. Güzel bir aşama olarak yakınlaşma ve iletişimin adımları atılmış oldu[70]

            Bediüzzaman hazretleri bir çare olarak asrın tüm tehlikelerine karşı ortak ittifak noktasını şöyle belirler:” Hattâ hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza’ etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. “[71]

            Âyette:”Olurki Allah sizinle,düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk meydana getirir.Allah gücü yetendir.Allah çok bağışlayan,çok esirgeyendir.”[72]Tıpkı önceden müşrik olanların,daha sonraları İslâmın safına geçip hizmet etmeleri gibi.

            Temenni ederiz ki bu ve benzeri hareketler buna vesile olmuş olsun. Ve Avrupa Birliği komisyonu başkanı Jacgues Delors’un dediği gibi devam etmesin.;”Avrupa birliği bir Hristiyan topluluğudur. Onun kültürünün köklerinde Roma hukuku ve Yunan düşüncesi vardır.”[73]

            -Hz. İsa’nın inmesi rivayetler de;Mehdi’den sonra olacaktır.

            -Bazı rivayetlerde;beraber inecek.. Mehdiye yardım edecek,denilmekte…

            -Mehdi’nin arkasında namaz kılacak,rivayetleri vardır.

            -Hz. İsa yer yüzüne indikten sonra;7,9 ve 40 yıl kalacağı ve evleneceği rivayet edilmektedir.

            -Peygamberimizin ümmetinden olmayı Cenâb-ı Haktan dileyen Hz. İsa’nın bu duasının kabulünü de Efendimiz şöyle izah eder:Ahirzamanda Hz. İsa aleyhisselam gelecek,Şeriat-ı Muhammediye (ASM) ile amel edecek.”[74]

            Yer yüzüne inen Hz. İsa’nın en önemli görevlerinden biri de;inançsızlığı temsil eden Deccalı ve onun ideolojisini ortadan kaldıracaktır. Dinsizliğe son verecek. İnsanlar ekseriyetle İslâmiyete girecek. Hristiyanlık tasaffi edip,berraklaşarak İslâmiyete teslim olacak. Hristiyanlığın gerçek yüzü görülecektir.[75]

            Hadis-de:”Beyaz saray fethedilecek”sözünde de işaretler bulunmaktadır.[76]

            Deccal konusu;İslâmiyette,Yahudilikte ve Hristiyanlıkta kıyamet alametleri olarak önemli bir yer tutar.[77]

            İşte Hz. İsa ve onun dünyaya bakışı ve değerlendirişi:

            Hadiste:”Rasulullah (SAM) yüzü koyun yatarak dudaklarımızla su içmemizi yasakladı. Keza,tek bir avuçla,avuçlayarak içmemizi de yasakladı ve buyurdu ki:”Sakın sizden kimse köpeklerin içtiği gibi suyu dudaklarıyla içmesin! Allah’ın gazabına uğrayan kavim gibi tek eliyle de içmesin. Suyu çalkalamadıkça geceleyin de içmesin,ağzı kapalı ise çalkalamaya gerek yok. Kim kapla içmeye muktedir olduğu halde,tevazuyu düşünerek eliyle içerse Allah parmakları adedince kendisine sevab yazar. Bu (avuç) Hz. İsa’nın kabı idi. Çünkü o,kadehi atmış ve;’Öf! Bu,dünya ile beraberdir”demişti.”[78]

 

                                               BARNABA     İNCİLİ

            Hz. İsa’nın bir havarisinin adı olup,onun yazmış olduğu İncilin bu gün dünyada,bir papazda aslı ve bir komutanda da mikro filimleri bulunduğu nakledilmektedir.         

            Bunu diğer İncillerden bir çok yönüyle farkı Tevhid inancının işlenmiş olmasıdır ki;İslâmiyetle hristiyanlık alemini bir birinden ayıran tek temel faktördür.

            Aynı zamanda Hz. İsa’dan bir peygamber,annesinden de –bir peygamberin annesi-olarak da bahsedilmektedir.

            Ayet-de:”De ki:Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda anlamı eşit bir kelimeye geliniz:Allah’tan başkasına tapmayalım;O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıpta kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman,’Bizim müslüman olduğumuza şahitler olun!’deyiniz.”[79]

            Bu İncilden bazı notlar;

            “Ey Meryem! İnsan yokken insanı yaratan Allah,senden de erkek olmadan insan meydana getirmeye kadirdir.”ve

            “Davud’un şehrinde Rabbin peygamberi olan bir çocuk doğdu. O İsrail evine büyük kurtuluş getirmektedir.”

            Hristiyanlar bu kitabı müslüman olmuş bir hristiyanın yazmış olduğunu ifade ederek,kabul etmemektedirler.

            Bunlarla beraber;”İsa’ya Allah’ın oğlu diyenlerin lanetleneceğini haber vermektedir.”

            “Bu incile göre nur-i Muhammedi her şeyden önce yaratılmıştır.”

            “Kâinat ise onun için yaratılmıştır,o bütün dünyaya rahmet ve selamet getirecektir.”

            “Hz. Âdem yaratıldığında kelime-i Tevhidde onun adını görmüştür.”

            “Hz. Muhammed Allah’ın rasulüdür.”

            “Ve daha önceki peygamberlerin sözlerini açıklayacaktır.”

            “İsa Hz. Muhammedden önceki son peygamberdir.”

            “Muhammed İsadan sonra gelecektir.”

            “Ve onunla ilgili yanlış kanaatleri ortadan kaldıracaktır.”

            “Tanrının Hz. İbrahime yaptığı Mesihi vaad Hz. Muhammed ile tahakkuk edecektir.”

            “Ve o Mesihtir.”[80]

            Barnaba İncilinin temel noktalarda tamamen diğer İncillerden farklı olduğunu göstermektedir.

           

                                               Z İ M M İ L E R

            Anlaşma gereği İslâm ülkesinde devamlı oturma hakkına sahib olan gayrı müslimlerdir.

            Bütün ehli kitab bu zimmilik altına girer. Zimmilik için zimmet akdi şarttır.

            Ancak müslüman olup da İslam dininden çıkan mürtedler ittifakla istisna tutular.

            Bir Hadis-de:”Bize tanınan haklar onlara da tanınır;bize yüklenen ödevler onlara da yüklenir.”Fark gözetilmez.

            Hak hakdır,küçüğüne büyüğüne bakılmaz.

            Onlara aid şarab ve domuzun telefinde tazmin edilir.

            Bunlar;toplumun milli tasarruflarda müslümanlar gibi İslam hukukuna tabidirler.

            Nitekim Peygamberimiz Medineye vardığında MEDİNE ANAYASASI yapılmış,yarısı yahudi olan Medine yahudileri de göz önünde bulundurulmuştur.

            Âyette:”Ya Muhammed,biz seni ,şüphesiz müjdeci ve haberci olarak bütün insanlara gönderdik.”[81]

            “Biz,seni alemlere ancak rahmet olarak gönderdik.”[82]

            “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder,kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.”[83]

            Öyle ki;müslümanlar ramazanın sonunda verilen fıtır sadakasını, gayrı müslimlerin kalblerini İslâma ısındırmak amacıyla,onlara çeşitli yardımlarda bulunmuşlar ve bulunulabilir.

 

                                            M E L U N C A N L A R

            Portekizliler tarafından esir alınan 300 levende dayandığı ifade edilir.

            Bunlar,atalarının da namaz kıldıklarını ifade ederler. Bazı noktalarda belirlilik arz eder.

            Olayın gelişmesinin Brent Kennedy’nin muayene olduğu doktorlar tarafından kendisinde “Akdeniz anemisi” bulunduğunun söylenmesi üzerine gelişiyor. Bu vesileyle bir araştırma içerisine giriyor.[84]

            Bu 400 yıllık ayrılık ve İslâmdan kopukluk onları İslâmı aramaya da sevk etmiş olmaktadır.

            Sünnet olmalarından,bazı ailevi yaşantılarına kadar benzerlikler,yaklaştırıcı ve yakınlaştırıcı sebeblerdendir.[85]

            İslâm yalnız kendisine teslim olup,başka bir dinin ondan kabul edilmeyeceğini[86] belirtir.

            Âyet-de:”Andolsun,zikirden sonra Zebur’da ‘yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır.’ diye yazmıştık.”[87] buyurulur.

 

                       

 

 

                        Y A H U D İ L İ K

            Her şeylerini milliyet esası üzerine oturtturan yahudiler,bu inançla ya bütün dünya yahudi olacak,buda mümkün olamayacağına göre-ya da kendilerinin dışındakilere dünya çok görülecek,dar getirilecek.

            Zira hayalleri olan Arz-ı Mev’ud yani Allah tarafından kendilerine vadedilen topraklar olarak belirleyip,sahiblik uğruna her türlü entrikayı reva görmektedirler.

            Arz-ı Mev’ud ise;Doğuda fırat nehri,batıda nil nehri,güneyde Medine-i Münevvere,kuzeyde Suriye ye kadar uzanan topraklardır.”[88]

            Allah tarafından,Hz. İsa tarafından lanetlenen bu millet yer yüzünde sürekli fesad çıkarırlar.

            Bununla beraber,asırlardır bir toprağa sahib olamayan bu millet,büyük İsraili gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

            İnsan düşünmeden edemiyor? Acaba bu vadedilen topraklar ve çevresindeki karışıklıklar,sakın bu arz-ı Mev’ud uğruna olmasın?

            Asırlardır Osmanlı devleti olarak,başkaları sürerken biz onlara yardım etmiş,içimize almışız.

            Bugün bu gerek Abdulhamide gönderdikleri teşekkür mektuplarıyla ve de diğer belgeleriyle sabittir.[89]                       

            “Tevrat-İncil_Kur’an-a uysalar da gökten,üstlerinden ve hem de altlarından nimetler yağar,istifade ederlerdi.”[90] Ve doğru yolda olurlardı..[91]

            Hristiyan ve yahudiler evlatlarını bildikleri gibi peygamberimizi tanırlar.[92]

            Ancak inanmamalarıyla;ya bunlar evlatlarını bilmiyor,tanımıyorlar! ya da bildikleri halde hasedliklerinden tanımazlıktan geliyorlar. Doğru olan bu ikinci şıktır.

            Tevrat’da ağırlıkla Şeri’at konuları olduğu halde,[93] keyiflerine göre inkarda da bulunurlar. Nitekim zinadan dolayı recm Tevratta olduğu halde inkar ettikleri gibi…[94]

            Ancak herkes fıtrat ve tinetinin gereğini yapar.[95]

            Ayet-de Rabbimiz:”Tüm deliller olsa bile,inanmayacaklar…”[96]

            Bu yanlışlıklarıdır ki;ceza olarak Allah onlara helal olan,daha önce helal kılınanı haram kılmıştır.[97]

            Allah yahudi ve hristiyanları kendimize dost edinmememizi emreder,aksi takdirde sonuçları pişmanlıkla sonuçlanacağını da belirtir.[98]

            Zira tarihte yapmış oldukları ortadadır. Tevrat tahrif edilmiş,[99] bu durumda nasıl müsbet bir hareket beklenilebilir?

            Özetle:Üç büyük din olan yahudilik,hristiyanlık ve İslamiyet. İttihad ve ittifakları ancak bir kelimededir. Tevhid…[100]

            Asırlık kin ve düşmanlık ve tüm terör ve zulüm ancak bu tek noktadaki birlikle ortadan kalkar. Başka sebebler hakikatı hak olarak ifade edemez. Buda dini liderlerin başlangıçta,bir başlangıç yapmalarına bağlıdır.

            Hristiyanlık ve yahudilik geçmişteki geçmişlerini bayraklaştırıp,küllenen ateşleri alevlendirmekle değil,gelecek nesillerini güdüklükten kurtarıp,gerçek geleceği temin etmelidirler. Buda İslâma karşı sulh ve teslimiyetle mümkün olur…

            Maalesef,bu muharref iki dinin alt ve üst kademedeki bulunanları,başta zulüm olmak üzere tüm yanlışlarını dinleri ve peygamberleri adına yapmaktadırlar.

            O halde düşünmek gerekmez mi? Böyle bir din ne derece gerçek bir din olabilir? Böyle bir söz nasıl ûlül-azm peygamberlere aid olabilir?

            Elbetteki o peygamberleri bunların yaptıkları ve söylediklerinden tenzih ederiz…

            Hristiyanlık ve kilisenin kendi dışında olanlara tavrı şudur;Bunu bir Afrikalı şöyle tasvir eder:”Beyaz insanlar ülkemize ayak bastıkları zaman,bizim topraklarımız,onların ise incilleri ve dinleri vardı. Bugün,bizim incilimiz ve dinimiz,onların ise toprakları var.”[101]

            Üç büyük din tek noktada ittifak ederler;”Yeni dünya düzeni”,”21.asır Din asrı olacaktır.”,”Gelecek asır,dinin asrı olacaktır.”

            Ancak hristiyanlar ve yahudiler;Bosna-Hersek,Filistin gibi bir çok İslâm memleketlerinde zulüm üzerine bina etmektedirler.

            Kur’an-ı Kerim-de;Yahudilerin bir çok menfi özellikleri[102] ,İmandan yüz çevirmeleri,[103]Nankörlük ve İhanetleri[104] ve cezalandırılmaları [105] ile ilgili olarak bir çok ayet zikredilmektedir.

            Öyle ki;Ebu Hureyreden rivayet edilen bir hadiste:”Yahudilerin bir kuşlukta 43 nebiyi katlettiklerini ve o nebilerin etbaından dahi emri bil maruf etmek üzere kıyam eden,112 kimseyi ikindi vakti katlettiklerini”beyan etmiştir.[106]

            O halde 21. asır;zulüm üzerine yükselen,tahrif edilmiş bir din üzerine değil,belki hakkın hatırını ali kılmak için zulmü değil,mazlumiyeti ve hakkı kabul eden bir din üzerine bina edilecektir.

            “Şu istikbal inkilabâtı içerisinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır…İnşaallah”

 

                                                                                                          5-7-1996

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Almanya hakkında bak. Tarihçe-i Hayat. Abdulkadir Badıllı. 1 / 390,386.

[2][2] Türkiye gaz.M.N.Özfatura.3-12-1991.

[3] Afgan cihadında ilahi yardımlar. M. Maruf.23.

[4] Zaman gaz.31-1-1994.

[5] Asar-ı Bediiyye. B. Said Nursi. (Osmanlıca)Hazr.A.Badıllı.87,Bak. Şark meselesi için, (Doğuştan Günümüze)Büyük İslam Tarihi.(Heyet) 4 / 208,12 / 20.

[6] Zaman gaz.6-4-1993.

[7] İmam-ı Rabbani ve İslam.Mevdudi.Terc.H.Karaman.80,55.

Zaman gaz.[8] Agg.28-29-Mart.1993.

[9] Türkiye gaz.15-1-1991.

[10] Zaman gaz.7-4-1992.

[11] Agg.15-1-1990.

[12] Agg.12-1-1990.(Röportaj)

[13] Agg.11-1-1990.

[14] .Bak. Sami Hocaoğlu.Yeni Şafak. 03.11.2006.

[15] Maide.82-83.

 

[16] Agg.14-5-1995.

[17] Agg.30-3-1994.(Le Point’den tercüme)

[18] Türkiye gaz. M.N.Özfatura.3-1-1993,bak. Zafer derg. Şubat-1996.sh.12.

[19] Agg.3-1-1993.

[20] Bak. Zaman gaz.16-1-1994.

[21] Agg.24-2-1994.

[22] Yeni Asya gaz.19-3-1995.

[23] Bak. zaman gaz.20-11-1992.

[24] Agg.15-12-1992.

[25] Agg.16-12-1992.

[26] sh.142,agg.16-12-1992,bak. Aksiyon dergisi.17-23-Şubat-1996,sh.30.

[27] Bak. Şafak gaz.2-11-1995.

[28] Zaman gaz.5-4-1996.

[29] Agg.6-4-1996.

[30] Yeni Ümit derg.sayı.31.Ocak-Şubat-Mart-1996.sh.5.

[31] Agd. Bak. İslam Peygamberi. M. Hamidullah. –muhtelif yerler.

[32] Bak Zaman gaz. 17-3-1996.

[33]Age.sh.57,87-88,45,40,101,109,118,120,129,131,133,144-145,148-151,153,156,163,166,172,184,206,208,214,217,219,247-249,253,280,284.

[34] Age.3.32.

[35] Bak. Hak Dini Kur’an Dili. E. M. H. Yazır. (Heyet) 1 / 315,bak Zafer derg. Haziran.1995,,88 (1-15),Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. (Terc. heyet) 3 / 55, 239,Maide.69,73,110,En’am.20,91.İslam Ansiklopedisi. TDV. 16 / 513-516,Mektubat. B. Said Nursi. 407-409.

[36] H.D. Kur’an Dili. age. 8 / 5523.

[37] Bak. Zaman gaz.29-12-1995.

[38] Bak. Türkiye gaz.15-2-1993.

[39] Bak. Zaman gaz.11-11-1993.

[40] Agg.22-12-1995.

[41] Agg.10-11-1993.

[42] Aksiyon derg.13-19-Ocak-1996.

[43] Zaman gaz.1-7-1999.

[44] Agg.31-3-1992.

[45] Hucurat.10.

[46] Bak. Kur’an-ı Kerim. 2 / 198-199,Al-i İmran.45,47,59,Meryem.17-23,Enbiya.91,Mü’minun.50.

[47] Al-i İmran.33-35.

[48] Tahrim.12.

[49] Maide.75.

[50] Nisa.156-157,M%ryem.27-34,Bak. Konularına göre Kur’an-ı Kerim Fihristi. N. Yüksel.sh.283-285,321,73.

[51]Al-i İmran.59.

[52] Nisa.171-172.

[53] Maide.17-18,72,75.

[54] Maide.63.

[55] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. Prof. İ. Canan. 12 / 362-366.

[56] Al-i İmran.59.Bak.Meryem.27-33.

[57] Al-i İmran.59.

[58] Lem’alar (Osmanlıca)B. Said Nursi. sh.168-171.

[59] Nisa.156-158.

[60] Al-i İmran.54-55.

[61] Mektubat.11-12.

[62] Nisa.156-158.

[63] Maide.64,78.

[64] Zuhruf.61.

[65] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 3 / 363.

[66] Age. 13 / 152.

[67] Age. 13 / 153.

[68] Age. 14 / 268.

[69] Age. 14 / 270.

[70] Bak. Zaman gaz. 29-10-1999.

[71] Lem’alar.151.

[72] Mümtehine.7.

[73] Agg.28-12-1994.

[74] Mektubat.age.12, bak. Sahih-i Buhari. 4 / 205, Sahih-i Müslim. 1 / 136, Fethul Kebir. 2 / 335.

[75] Mektubat.age.15.Mektub.4.sual.sh.59.60,Kastamonu Lahikası. B. Said Nursi. 74-75.

[76] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 6 / 205.

[77] İslam Ansiklopedisi TDV. 9 / 67-72,Deccal için bak. Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A. Badıllı. 255,267-268,275,278,281,289,292,330,387-390,638,641,651,686,Ahirzaman için bak.Age.276,287,289,293-294,614,637-638,689,693-696,705,711.

[78] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 17 / 436.

[79] Al-i İmran. 64.

[80] Bak. İslam Ans. age. 5 / 76-81.

[81] Bakara.119,bak.İsra.105,Furkan.56,Ahzab.45,Sebe’.28,Fatır.24,Feth.8.

[82] Enbiya.107.

[83] Al-i İmran.110.

[84] Bak. Zaman gaz.24-2-1996,13-6-1998.

[85] Agg.24-12-1995,25-2-1996,Türkiye gaz.24-12-1995.

[86] Al-i İmran.84-85.

[87] Enbiya.105,bak.Maide.23.

[88] Bak. Zaman gaz.23-6-1995.

[89] Agg.14-11-1993.

[90] Maide.66.

[91] Maide.68.

[92] En’am.20.

[93] Kitab-ı Mukaddes.sh.70,72,98,114,124-125.

[94] Al-i İmran.23,Bu ayetin nüzulüne yahudilerin inkarları sebeb olmuştur.

[95] İsra.84.

[96] En’am.111.

[97] Nisa.160.

[98] Maide.51-52.

[99] Maide.13,Al-i İmran.61,geniş bilgi için bak. Konularına göre Kur’an-ı Kerim fihristi. age. sh.300-304.

[100] Al-i İmran.64.

[101] Zaman gaz.18-5-1995.

[102] Bakara.65,94,96,111-114,135-136,140,Al-i İmran.72-73,75,181,Nisa.47,49,53,161,Maide.18,64,A’raf.163,Tevbe.34,Nahl.124,Enbiya.93,Şura.14,Rahman.29,Haşr.14-15.

[103]. Bakara.62,76-78,88-91,97,101,116,135-140,146,Al-i İmran.23-24,73,93-94,Nisa.46,49-50,54-55,112,137,153,155,162,Maide.18,41-43,64,69,En’am.20,91,A’raf.159,175-177,Tevbe.30-31,34,Meryem.88-92,Cum’a.5-8.

[104] .Bakara.75,79,84-87,93,95,100,105,120,145,174,Al-i İmran.21-22,54-55,65,72-73,78,93,111-112,181,183,Nisa.46,51,154-155-157,159,160,Maide.10,13,41-43,51,80-82,Enfal.56-57,Tevbe.32-33,Meryem.27-34,Mücadele.8,Mümtahine.13.

[105] Bakara.80-82,88,Al-i İmran.12,24-25,112,181-182,Nisa.46-47,52,55,155-157,161,Maide.41,64,En’am.146-147,Nahl.118,Hac.17,Haşr.1-6,15,Bak.Konularına göre,Kur’an-ı Kerim Fihristi.N.Yüksel.300-304.

[106] Bak.Hülasat-ül Kur’an.Konyalı Mehmet Vehbi Efendi. 2 / 567.




İMAN VE AMEL

İMAN   VE     AMEL

             “ A’mali kalbiyenin güneşi imandır. A’mali bedeniyenin fihristesi namazdır. A’mali maliyenin kutbu zekâttır.”[1]

            İman asıldır ve esasdır. İmansızlık ise inkarı mümkün olmayan bir girdab,bir çıkmaz yoldur.

            Allah-ı inkâr,kendisini inkar ilede mümkün olmamaktadır. Nitekim;” İstanbulun fethinden sonra ilk kadı olan Hızır beyin oğlu Sinan bey genç yaşında Sofesta-i (yani her şeyi inkar ettiği gibi kendisini de inkar eden)olur.

            Bir gün sofrada yemek yerken babası oğluna “Sinan,budalalıkta o dereceye vardın ki şu tabağın bakır olduğundan şüphe edeceksin.”demiş.

            Sinan Paşa-da:” Evet,biz onu bakır görüyoruz ama başka bir şey olmak ihtimali de vardır!”deyince,Hızır bey sahanı kaldırıp oğlunun kafasına vurmuş. Canı acıyan Sinan paşa,Ay-deyince babası;

            “Nasıl sahanın bakır olduğunu anladın mı?..”diye sormuş.

            Daha sonra Sinan Paşa Şeyh Vefa-ya derviş olup,saçma fikirlerden kurtulmuş…”[2]

            Çünki;her şey Allah der.[3]

            Bu şuna benzer ki;Aynanın karşısına geçipte;”Benim bu yüzümü yaratan yoktur.”diyen insanı,evvela ayna yalanlayacak,bunu tekrarında da kendisini tekzib edecektir. Gerek ayna,gerek kendisi kendisine gülecek,bu safsataya inanmayacak,inanamayacaktır.

            Zira akıl,inanmak için vardır.

            “ Melekler ile aksi,nurani bir cevherden yaratılmış,melekte biri kainata ve Allah-a ibadete,akıl ise insan bedenin de tedbir ve tasarrufa memur edilmiştir. (Melek kuş gibi kanat sahibi oldu. Akıl ise kanadı terk etti,irfan nuruna büründü.)

            (Melek de-akıl da hakkı bulucudur. Her ikisi de Adem-e yardımda bulunmuş,her ikisi de Adem-e secde etmiştir.”[4]

            İman,aklın bu ilk adımından sonra kalbte yer eder. Zira”İmanın yeri kalb,İslâmın yeri kalıbtır. Beş çeşit iman vardır=

  • 1) Matbu İman=Meleklerin İmanı.

           2)Masum İman=Peygamberlerin imanı.                                                                            3)Makbul İman=Mü’minlerin imanı.

4)Mevkuf İman=Bid’atçilerin imanı.                                                                                             5)Merdut İman=Münafıkların imanı.[5]                                                                                                                                                                      İman ilmi ve meselesi;ilimlerin şahı ve padişahıdır. Meselenin özü ve özetidir. Varlığın başlangıç ve sonudur.                                                                                                                Hadis-de:” Hiçbir şey Allah-ın yüce adından daha ağır gelemez.”[6]                        

Bizzat Kur’an-ı Kerim-de Tevhid ifadesi geçen 41 sure ve ayetleri mevcuttur.[7]

Dünya yaratılalı beri başlayıp devam ede gelen tek mesele iman meselesidir. Dünyanın başlangıcında gündemi oluşturduğu gibi,kapanışında da ehemmiyeti,varlığı,özü ve özeti bilinecek meseledir.

Üzerinde durulması,düşünülmesi,işlenilmesi,araştırması yapılması gereken en yoğun meseledir.

Amel,iman,bütünleyici ve tamamlayıcıdır. İmanın bir tezahürü,Cenâb-ı Hak-kın isimlerinin de bir tecellisidir.

“Evet,her bir alemde emir ve nehiy,sevab ve azab.. terğib ve terhib.. tesbih ve tahmid.. havf ve reca gibi pek çok füruat Celal ve Cemal-in tecellisiyle teselsül ede gelmektedir.”[8]

Amelde de esas ve ruh,ihlastır. Nitekim Peygamber Efendimiz buyururlar:” İyi biliniz ki;üç şey mü’min ve müslümanların kalblerine kin ve kıskançlık sokmaz=

1-Allah-a ihlas üzere amel etmek.

2-Müslüman olan amirlere nasihat ve itaatta bulunmak.

3-Müslümanların cemaatına –ki onlar dua ederlerse duaları müstecab ve arkalarındakilere de şamildir. İ’tikad ve salih amel de tabi olmak.[9]

Güzel sıfatlar imanın bir özelliğidir. Peygamberimiz Hatemi Tâi-nin esir olan kızı Seffane binti Hatim-in kendisini şerefli birisinin kızı olduğundan serbest bırakılmasını söylerken;Kızın babasının sıfatlarını saymasına karşı;

“ Ey kadın,bunlar,gerçekten mü’minlerin sıfatlarıdır. Keşki baban müslüman olsaydı da onu rahmetle ansaydık.”[10]

Daha sonra Seffane müslüman olub,müslümanlığını geliştirip,güzelleştirdi.[11]

Her şeyde Tevhid,ister inançta,ister amelde,her kademe de bir birliği tesis etmektedir. Dağınıklıkları ve çoklukları bir-de toplar,bir dürbün gibi en uzak meseleleri yakınlaştırır. Bir şablon gibi,her şeyin ölçüsünü belirler.

Yaratılışın gayesi onunla belirlenir,amelle dengelenir. Bilmeyi aşıb,tanımaya ulaştırır. Herkes bilir,ancak herkes tanımaz. İnkar edilemeyen bir İstanbul şehri bile,herkes tarafından bilinirken,herkes tarafından tanınmamaktadır. Tanıyanlar da farklı boyutlarda tanımaktadır.

Hz. Ali-nin dediği gibi;” İlim tek idi,cahiller onu çoğalttı.” O da marifet ve ma’rifet ilmi idi.

                                                                                                                      29-01-2000

                                                                                                          MEHMET     ÖZÇELİK

[1] İşarat-ül İ’caz. B. S. Nursi.41.

[2] Bkn. Mesnevi Şerhi. Tahir-ul Mevlevi. 2 / 537.

[3] Bkn.Zafer Derg. Şubat.1991.(12),Ekim.1998.(30)

[4] Mesnevi Şerhi. age. 11 / 832.

[5] İslam Tarihi. Medine Devri. A. Köksal. 6 / 265.

[6] Fezaili A’mal. Müslüman Şahsiyeti. M. Z. Kandehlev.479.

[7] Age. 468, Bkn. Nehcü’l Belağa.227.

[8] İşarat-ül İ’caz. B. S. Nursi.15.

[9] İslam Tarihi. Medine Devri. A. Köksal. 10 / 307, Bkn.Müsned. A. B. Hanbel. 4 / 80-82, Sünen. İbni Mace. 2 / 1016, Sünen. Darimi.1 / 65.

[10] Halebi. İnsanul Uyun. 3 / 224.

[11] İbn-i Esir. Üsdül Gabe. 7 / 143, İslam Tarihi.age. 9 / 111.




DİN GÖREVLİLERİYLE MÜNASEBET

                                               DİN   GÖREVLİLERİYLE   MÜNASEBET

          Risâle-i Nur mesleğinde esas alınan husus ve metotlar şu şekillerde ifade edilmektedir:

            “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet,şahsı maneviye göre olur. Maddi ve ferdi ve fani şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.”[1]

           Diğer cemaatlarda bu durum,fertler üzerine bina edilmektedir. Veya kişi münferid olarak hareket etmektedir. Buradan da farklılık ortaya çıkmaktadır. Ancak bu farklılık Usulden değil, Vusuldendir. Kimi füzeyle,kimi arabayla…

Ve yine bu durum,çeşitlilik,müslümanların zenginliğini gösterir. Nitekim bir sarrafta ne kadar çeşit altın bulunsa,o kadar iyidir. Ancak altın olmak şartıyla…

            Risâle-i Nur’da –Ben- yoktur. Eser ve Kur’an Hakikatları vardır. Her şey onun mahsulüdür. Müellifi her vesile ile eserleri nazara verir. Kendisinin ise,hasiyetli üzüm salkımının bir kuru çubuğu hükmünde olduğunu,mücevherat dükkanının bir dellalı ve bir Pişdar hükmünde olduğunu ifade eder.

            Risâle-i Nurun farklılığı;Hizmetin farklılığından ileri geldiği gibi,Üstadın farklılığından da ileri gelmektedir. Yani Üstad gibi ikinci bir Üstad gösterilemeyişindendir. Bu bir mübalağa ve hayal değil,bir hakikattır.

“Biri dedi: Risâle-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî techizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?

            Ona cevaben dediler:

            “Risâle-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor.”[2]         

            Buradan da anlaşılacağı üzere;Risâle-i Nurun hedefi küçük değil,büyüktür. Cüz-î değil,küllîdir,ileriye dönüktür.

            Hapishanede -Allah rahmet eylesin- mühim bir şeyh ve mürşid ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zât, dört ay mütemadiyen Risâle-i Nur’un elli-altmış şakirdleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebâkisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur’un yüksek, kıymetdar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu. O şakirdlerin gayet keskin kalb basireti şöyle bir hakikatı anlamış ki: Risâle-i Nur’la hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarîkat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bâkiyeyi temin eder. Velayet ise, mü’minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.”[3]

            Nur talebelerine yapılan itirazlardan biri de;Neden başka eserler okumuyorsunuz? Birisi,Nurların kafi olarak kanaat vermesinden,diğeri ise,sahib olduğumuz ve okuduğumuz eserler onları teyid etmektedir.-

            “Diyorlar: “Said, yanında başka kitabları bulundurmuyor. Demek onları beğenmiyor. Ve İmam-ı Gazalî’yi de (R.A.) tam beğenmiyor ki, eserlerini yanına getirmiyor.” İşte bu acib manasız sözlerle bir bulantı veriyorlar. Bu nevi hileleri yapan, perde altında ehl-i zındıkadır; fakat, safdil hocaları ve bazı sofuları vasıta yapıyorlar.                                                          

            Buna karşı deriz ki: “Hâşâ, yüz defa hâşâ!.. Risale-i Nur ve şakirdleri, Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazâlî ve beni Hazret-i Ali ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takib ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.

            Fakat onların zamanında bu dehşetli zındıka hücumu, erkân-ı imaniyeyi sarsmıyordu. O muhakkik ve allâme ve müçtehid zâtların asırlarına göre münazara-i ilmiyede ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düşmanlarına birden galebe edemediğinden; Risâle-i Nur, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’dan hem çabuk, hem keskin, hem tam düşmanların başını dağıtacak silâhları bulduğu için, o mübarek ve kudsî zâtların tezgâhlarına müracaat etmiyor. Çünki umum onların merci’leri ve menba’ları ve üstadları olan Kur’an, Risâle-i Nur’a tam mükemmel bir üstad olmuştur. Ve hem vakit dar, hem bizler az olduğumuz için vakit bulamıyoruz ki, o nuranî eserlerden de istifade etsek.

            Hem Risâle-i Nur şakirdlerinin yüz mislinden ziyade zâtlar, o kitablarla meşguldürler ve o vazifeyi yapıyorlar. Biz de, o vazifeyi onlara bırakmışız. Yoksa hâşâ ve kellâ! O kudsî üstadlarımızın mübarek eserlerini ruh u canımız kadar severiz. Fakat her birimizin birer kafası, birer eli, birer dili var; karşımızda da binler mütecaviz var. Vaktimiz dar. En son silâh, mitralyoz gibi Risale-i Nur bürhanlarını gördüğümüzden, mecburiyetle ona sarılıp iktifa ediyoruz.”[4]

            Üstadın büyük kardeşi Molla Abdullah’la yaptıkları muhaverede,kardeşinin –Hz. Ziyaeddin hakkındaki zihninde tahayyül ettiği şekilde,- bütün ulumu bilen-[5] bir kişi gözüyle baktığı gibi;diğer cemaatlarda kendi meslek ve üstadlarına bu nazarla baktıklarından,istinkaf etmektedirler. Ancak her meslek erbabı kendi mesleğinin muhabbetiyle yaşayıp,başkasının adaveti üzerine bina etmedikçe,yapıcı hareket yapılmış olur. Yani benim mesleğim haktır ve daha güzeldir,diyebilir. Yalnız hak benim mesleğimdir,diyemez. Aksi takdirde asıl iftirak o zaman başlamış olur. Zaten mesleğini güzel bilmese ve görmese orada bulunmaz ve bulunamaz.

            Bizler muhabbet fedaileriyiz. Husumete vaktimiz yok. Mesleğimiz her meslek erbabına muhabbeti gerektirmektedir. Ancak ifrat,tefrit ve menfiye kaçılmadığı sürece takdir edip,tashih edilmesi gereken yerleri nazikane ve kavli leyyin ile söyleyip,söz düellosuna girilmemeli. Çünki Cenâb-ı Hak Kur’an-da Hz. Musa’ya,Fir’avuna bile kavli leyyin ile [6]söylemesini buyurur.

            Üstad Osmanlıca Mektubat’da Vehhabiler için,Onun dahili bir mesele olduğunu,hallolacağını,İslâmın havzı kebirinde eriyeceğini söylerken,Barla Lahikası’nda da:”Zeydilerin Vahhabilerin tahribatını tamire sebeb olacaklarını”[7] ifade etmektedir. Aynı ailedeki çocukların dövüştükten sonra tekrar barışmaları gibi…

            O halde önemli olan,esasdaki ittifaktır. Müsbet yöndeki ihtilaf –Hadisin ifadesiyle- rahmettir. Bu vesile ile İslâmiyetin bir çok meseleleri zahir olmakta,öğrenilip-araştırılmasına,neticede İcma-ı Ümmet hakikatının ortaya çıkıp,ümmetin dalâlet üzerine birleşmeyeceğine de işaret etmektedir.

            Hizmet noktasında cemaatlar,İslâmın fahri elemanlarıdırlar. Onlardan istifade cihetine gidilebilir. Kimi Kur’an-ın lafzını öğretirken,diğeri manasını…

            -İtiraz edilen noktalardan birisi de:Üstadın Sakal bırakmaması meselesi. Bu konuda Müfti-ül Enam Ali Rıza efendi:”Bu misullu,Bediüzzaman’ın dahi elbette bir içtihadı vardır. İtiraz edenler haksızdır.”[8]derken,bu zamanda farz olan tebliğ meselesinin sünnet olan sakal bırakmaktan önce geleceğini bilmekte,mahkemelere celbedilmesi münasebetiyle,sakalının kesilmesi halinde de kahrolacağını ifade ederek,şu fıkhi hükmü de açıklamış olmaktadır;-Sakalın bırakıldıktan sonra kesilmesinin haram olduğunu,[9]böylece sünnet işliyeyim derken haram işlemekle karşı karşıya kalınabileceği de hatırlatılmış olmaktadır. Bütün bunlara rağmen,bunca çektiği sıkıntıların bu sünneti terk etmesine karşılık–inşaallah- bir keffâret olacağı temennisinde de bulunmaktadır.Diğer taraftan;

            -Ehemmiyetli bir Hocanın hüsnü zannı tadil edilmekte,İstanbul’daki itiraz hadisesi münasebetiyle:” ileride, meşrebini çok beğenen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofi-meşrebler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u câh vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risâle-i Nur’a ve şakirdlerine karşı kendi meşreblerini ve mesleklerinin revacını ve etba’larının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler, belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hâdiselerin vukuunda, bizlere itidal-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.”[10]

            “Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur’un zararına ve şakirdlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler. Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risâle-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risâle-i Nur’un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet ve ihtiyat lâzımdır.”[11]

            “Çünki bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalalet istifade ediyor.”[12]

            İşte bu enaniyettir ki,medreseden çıkıp medrese ehlinin malı olan Risâle-i Nura yine onların bigane kalması hususunda ise:” Risâle-i Nur’a herkesten ziyade kemal-i şevk ile tarafdarane ve müftehirane medrese taifesinden olan ülemâların koşmaları lâzım ve elzem iken, maatteessüf daha medrese ehlinin ekseri, kendi medresesinden çıkan bu âb-ı hayat çeşmesini ve bu kıymetdar bâki hazinesini tanımıyor, aramıyor, muhafaza edemiyor. Lillahilhamd şimdi tam tamına başladılar. Sözler Mecmuası hem hocaları, hem muallimleri Nurlara çekti.”[13]

            Risâle-i Nur herkese kendisini kabul ettirmektedir. Müşteri aramaz. Bu konuda Üstad:

            “Sandıklı tarafında, kemal-i şevk ile ve ciddiyetle faaliyette bulunan Hasan Âtıf kardeşimizin bir mektubundan anladım ki; orada perde altında faaliyetini durdurmak için, bazı hocalar, bir kısım tarîkata mensub adamları vasıta edip fütur veriyorlar. Halbuki mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor. Hem müşterileri de aramağa mecbur değiliz, müşteriler yalvarmalı.”[14]

  1. Mektub’da da tafsilen belirtildiği gibi,madem esas olan Uhuvvetdir. O halde bir çöp hükmündeki kusurlar değil,dağ cesametindeki iman gibi esaslar itibara alınmalıdır. Nazarı müsamaha ile bakılmalıdır.

            “O vaiz ve âlim zâta benim tarafımdan selâm söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de beddua ile de mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünki daha müdhiş düşman ve yılanlar var.”[15]

            Cephe Almamak…

            “Hem şimdilik bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risâle-i Nur’a karşı cephe almağa ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan mes’eleleri ve deccal ve süfyan ünvanları, Risâle-i Nur şakirdleri yabanilere karşı lüzumsuz medar-ı bahs ve münazaa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vâcibdir. Hattâ sizde cüz’î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.”[16]

            Tenkid Etmemek…

“Sakın hocaların Cuma ve cemaatlerine ilişmeyiniz. İştirak etmeseniz de, iştirak edenleri tenkid etmeyiniz. Gerçi İmam-ı Rabbanî demiş ki: “Bid’a olan yerlere girmeyiniz.”

Maksadı, sevabı olmaz demektir; yoksa, namaz battal olur değil. Çünki

selef-i sâlihînden bir kısmı, Yezid ve Velid gibi şahısların arkasında namaz kılmışlar. Eğer

mescide gidip gelmekte kebâire maruz kalırsa, halvethanesinde bulunması lâzımdır.”[17]

            Üstad Barla Lahikasında:”Bu ahir zaman çok çalkalanıyor,bu fitne-i ahirzaman acib şeyler doğuracağını ihsas ediyor.”[18]

            Bu çalkantıdan dini kuruluş ve cemaatlarda hissesini almaktadırlar. Onlarda bu çalkantının içinde bulunmaktadırlar.

            Doğum elbette sancılı olur. Harikalara gebe olan bir asırda –her ne kadar arzu edilmese de- iftirak,münakaşa,kırgınlık gibi sancılar olacaktır.

            -Tabiri caizse- İslamiyet Rönesans devrini yaşamaktadır. Harikalar doğuracak bir asırdayız. Tıpkı Hicri 3. asırdaki fırtınaların arkasında zuhur eden bahar gibi. Bir çok Müçtehid,Asfiya,Evliya çiçekleri açmıştır. Asrımızda öyle,belki daha harika…

            Her şey bir bedel ister. İstenilmeyen hallerde birer bedeldir. Zira düşman hapse atar,dost kalbinden atar. Her ikisi de hapishane…

            Ancak bununla beraber küfre yardım etme ihtimalini de düşünmek gerek…

            “Âtıf’a muaraza eden ve hücum eden tarîkatçı müftü ve taassublu vaiz ve hoca ve ehl-i tarîkat, ehemmiyetli ehl-i ilim ve tarîkat, bu muarazada, en son perdesi rejim hesabına ve tarafgirliğine ve himayesine dayanıp, Âtıf’ın müdafaa ettiği sünnet-i seniye mesleğine taarruz suretine girdiğini; ve Risâle-i Nur’a muaraza eden, bilerek veya bilmeyerek zındıkaya yardım ettiğine bir delil”[19] birini rejim taraftarı gösterirken,diğerini rejim aleyhtarı suretinde göstermektedir.

            Diyanet Dergisi Eylül ve Ekim sayısında kendisini sorgulamakta ve hesaba çekmektedir. Bu bir gelişmedir. Orada Diyanetin kabuğunu yeni yeni kırdığını,Tayyar Altıkulaç’da:”Kaygan zeminden kurtarılmış bir Diyanet”olarak belirler. Elbette böyle bir müessesenin de tamire ihtiyacı vardır,bundan bîgane kalınmaz. Bunlarda o müesseselerden uzaklaşmayla değil,yakınlaşmayla,devamlı irtibat kurmayla mümkündür.

            Peygamberimiz hizmet usûlünde Mebde ile Müntehayı birleştirmesi gibi,Risâle-i Nur’da zamanın değişmesine göre hizmetini değiştirmemiş ve neticeyi de elde etmiştir.

            Daireyi Geniş Tutmalı…

            Nitekim üstad:”Dost,kardeş ve Talebe diye”[20] üç kısımda tasnif etmiştir. Her birinin hassası ayrı ayrıdır. Hepsinden aynı şey beklenmez. Ancak Risale-i Nur talebeleri:” Ulumu İmaniyedeki Fetva Vazifesiyle Tavzif edilmişlerdir.”[21]

            Zira bu her şeyin aslı ve esası olup,en müessir bir yoldur.Çünki:”Yazılan sözler tasavvur değil tasdiktir;teslim değil imandır;marifet değil,şehadettir;taklid değil tahkiktir;iltizam değil,iz’andır;tasavvuf değil hakikattır;dava değil dava içinde bürhandır.”[22]

            Dostane Muamele Etmek…

            Münafıkların cephe değiştirerek ehli imanı birbirine düşürmeye çalışmasına binaen üstad şöyle der:[23]” Kardeşlerim! Çok dikkat ve ihtiyat ediniz. Sakın sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakârane davranınız, enaniyetlerine dokunmayınız, bid’at tarafdarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedilerle uğraşıp onları dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rast gelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir sened olur.”[24]

            “Kardeşlerim! Herkes sizin gibi sebatkâr olamaz. Perde altında Nurcuların kuvve-i maneviyelerini kırmak için bazı hocalar vasıta oluyorlar, aldanmayınız ve sarsılmayınız ve onlarla münakaşa etmeyiniz, mümkün oldukça dostane muamele ediniz.”[25]

Hz. Ali’nin ahirzamanın bir kısım hocalarına vurduğu tokadı şöyle izah eder:”Ey insafsızlar! Neden hem vazifeniz, hem medresenin mahsulü, hem size farz-ı ayn gibi lüzumu bulunan bu hizmet-i imaniyede bana yardım etmiyorsunuz. Belki de sizin lâkaydlığınızdan çokların çekilmesine sebebiyet veriyorsunuz. “[26]

Bunlarla beraber iyi niyetli olanların da lakayd kalmalarının sebeblerinden bazısı olarak:dedi maişet,büyük hocalara itimad,ilmi kendi imanını kurtaracak

kadardır,korku,müteşabih hadislere yapılan itiraz,[27] sakal meselesi gibi hususlardır.

İttifak esas olup,İhtilaftan kaçmalı ve herkes kendi mesleğinin muhabbetiyle yaşamalıdır…

İnkarı ulûhiyete karşı gerekirse hristiyan ruhanileriyle dahi ittifak edilirken,elbetteki ehli imanın fer’i meseleleri mesele yapmayıp –İslâmiyetin ve İmanın selameti için- küfre karşı yek vücud halinde olmaları gerekmektedir. Aksi takdirde az kazanır,çok kaybeder.

Risâle-i Nur umumun malıdır. Alem-i İslamı alakadar eder. Özellikle Diyanet’de bu meseleye dört elle sarılması bir vecibedir.”Çünki harici dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek,Diyanet riyasetinin vazifesidir.”[28]

                                                           MEHMET     ÖZÇELİK / ADIYAMAN

[1] Kastamonu Lahikası.B.Said Nursi.sh.6.

[2] Age.28.

[3] Age.77.

[4] Age.166-167.

[5] Age.81.

[6] Taha.44.

[7] Barla Lahikası.sh. Age.365.

[8] Kastamonu Lahikası.age.177.

[9] Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları.A.Badıllı.sh. 699,726.

[10] Kastamonu L. Age.173,179.

[11] Age.184.

[12] 179,Bak.Tarihçe-i Hayat.282.

[13] Kastamonu. L. sh.208.

[14] Age.221.

[15] Age.225.

[16] Age.226.

[17] Age.226.

[18] Barla L.sh.365.

[19] Kastamonu L.age.242.

[20] Mektubat.319.

[21] Age.399.

[22] Age.351.

[23] Emirdağ Lahikası. I / 122.

[24] Age. I / 130.

[25] Age. I / 162.

[26] Age. I / 214.

[27] Age. I / 214.

[28] Age. II / 82.

 




BABA ÇEBİŞ ALMA

                  

BABA     ÇEBİŞ   ALMA

Bir yıl önceydi. kurbanlık bir çebiş   almıştık.Altı yaşındaki oğlum Fatih , çebişi sevmiş ve de sevinmişti. Sevinme olayı, her ne kadar devam etmiş ,bu yılda kendisini devam ettirmiş olsa da , sevme olayı devam etmemişti.

Kurban etmek üzere çebişi götürmekte idik,Birden elimizden kaçıp, bizim küçük Fatihi gözüne kestirmiş olsa gerek ki onu kovalamaya, peşinden koşmaya başladı.

Kısa bir sürede olsa, bu koşuşturma sürmüştü.Fakat küçük Fatih, korkacağını korkmuş,dersini almıştı.

Bu sene kurbanda yine, kurbanlık alma söz konusu olmuştu. bir koyun alacaktık.Fatih sevinmişti.Çünki,koyun sakin idi.Koyun gibiydi .Artık kendisini kovalamıyacak , peşinden koşup, boynuzuyla vurmaya çalışmayacaktı…

Ancak bu sevinme de çok sürmemişti. Kasap, güzel bir çebişinin olduğunu söyleyince, Fatih üzülmüş,bağırmaya başlayarak, koyunu istemişti.

Bununda kendisini kovalayıp, boynuzlayacağını düşünmüştü.

O’nun için her çebiş, kovalardı.

O’nun için, her çebiş boynuzlardı…

Ancak neticede bizim Fatihi memnun etmiş, çebişi alarak, kurban etmiştik………    

 

                                                                                 7-5-1996                                                                                                   

                                                                       MEHMET ÖZÇELİK

 

  

      

 

 




HAYATTA DİNLERİN YERİ VE DİYALOG

          HAYATTA DİNLERİN YERİ VE DİYALOG

             İnsan fikir sahibidir. Fikir ve inanç kendisini muhakkak surette ifade etmek ister. Her bir şekilde,başkasının hürriyetine zarar vermeden düşünmesi ve yaşaması gerekir.

            Bu inanç mecrasını bulmaz,kendi kanalında gitmesine müsaade edilmezse;elbette gitmek için yerin altında da,yerin üstünde de kendisine bir yol bulmaya çalışacaktır.

            Nitekim kendi mecrasında giden bir suyun mecrasını değiştirip,engellenmeye çalışıldıkça o su bir gün bir yerden sızarak veya patlak vererek çıkacaktır. Tahribe neden olacaktır. Yani durmayacak,gidecektir. Tıpkı fikir ve inanç gibi.

            Bu gün dünyada her türlü tapınmalarla beraber,insanlar şeytana tapıyor ve tapınıyorlarsa;bu insanların mecralarından çıkmış,asıllarından kopuk ve bağlantı kuracakları bir noktaya ulaşamamışlardır.

            Kısaca;za’fiyetten ve kayıptan kaynaklanmaktadır.

            Hak dinin dışındaki bütün tapmalar ve sapmalar;farklı yol,inanış,gidişat ve dinler,hep hak olana,hedefe ve Allah-a ulaşmanın çırpınışları,koşturmacalarıdır.

            Çabalar;ma’rifetullaha ulaşma çabalarıdır. Boşluğu doldurma düşünceleridir.

            Düşünen insana düşünme,inanan insana inanma demek,fıtratını değiştir demektir. Yapılacak iş;fıtrata uygun ve ma’kul olanın sunulmasıdır.

            Gönüle girenle beraber,gönülden çıkanda önemlidir. Gönüle nefrette,sevgide girer. Ma’rifet ve muhabbeti ilahinin makamı olması hasebiyle kaynak olarak çıkan önemlidir. Bir yunus,bir Mevlâna gibi.

            İnancın ve muhabbetin kaynağı olmak,bir damla da olsa,okyanusa ulaşmak.

            Fatih-in büyüklüğü yaşından değil,hedefinin büyüklüğünden ve bu büyük hedefi göstermesinden idi.

            İnsanlardaki bocalama;fıtrattaki gösterilen hedefin sapmasından,hedefsizlikten ve hedefi gösterememektendir. Veya basit hedeflerden kaynaklanmanın sonucudur.

            Büyüklerin hedefi,hedefin büyüklüğündendir.

            Manevi boşluktan dolayı dünya gemisi su almaktadır.

            Bu olumsuzluğun neticesidir ki;su alan gemide kimi can derdinde,kimi mal,kimi talan,kimide hayatını harcama derdindedir. Ancak az bir kısmın ve kesimin derdi;insanların derdi olmakta,geminin kurtulmasına,su tahliye işlerinin yapılmasına,karınca kararınca çalışılmaktadır.

            Böylece,asgari seviyede barışı gerçekleştirmek ve de gemiyi sahili selamete ulaştırıp kavuşturmaktır. Aksi ise;batışı daha da hızlandıracak,zayiatların fazla olmasına neden olacaktır.

            Neden,neden olalım? Göz yumalım? Kaçalım? Kaçıralım?

            Hayat dünya hayatından ibaret değildir. Dünya dar manada;dar alan ve zamanda anmalar ve anılmalardan ibaret değildir.

            Tıpkı ahirete inanmayan maddiyyun ve ateistlerin tesellileri gibi ki; Biz seni anacağız,içimizde yaşayacaksın,davamızın adamı olarak ismin söylenecek,aldatmacalarıyla bu kısa hayatta bununla teselli bulmaya çalışılmaktadır.

            Oysa anılarda insanlar gibi bir gün son bulacak ve bitecektir. Ya ondan sonra?..

            Allah ve ahirete iman olmaz,madde aşılmazsa;kim kimi anacak ve kimler niçin ve nasıl anılacaktır. Neticede bu son bulma,neyin başlangıcı olacaktır.?

            Koca bir hiç ve hiçlik!

            O halde sormak gerek;bir hiç ve hiçlik için değer mi bunca çaba ve koşturmaca! Bütün bunlar bir eksiklik olarak bilinmekte ve şahit olunmaktadır.

            Bu ve bu gibi konularda “ Dinler arası Diyalog” çerçevesinde bütün dinlerin ortak temel noktada birleşerek bu gidişatı mecrasına çevirmeleri gerekmektedir. Bu konudaki bazı girişimler bunun güzel bir örneğini teşkil etmektedir.

            Hristiyanlık dünyasındaki Tevhid ve şu düşünce ki;Hz.İsa,çarmığa gerilirken (ki çarmığa gerilmemiş,göğe kaldırılmıştır.) kilisede idi. Orası ise bir ibadet yeridir. Herhalde orada kendisine ibadet edilmiyor,kendisi ibadet ediyordu. Kime? Elbette bir yaratıcıya. O halde ibadet eden değil,ibadet edilen ilah olur. O ise ilah değil,bir kul idi…

            Nitekim asrın mütefekkir ve Müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursi;gerek İslam aleminde,gerekse de insanlık aleminde meydana gelen münakaşa ve çatışmaları kaldıracak bir çok reçete sunmuş ve bunların temellerini atmıştır.

            Kendisi papanın danışmanı,Dinler arası diyalog Cizvit Sekreteryası ve asyalı piskoposlar konferansları federasyonunun ekümenik sekreteri olan Prof. Dr. Thomas Mıchel;Bediüzzamandan naklettiği sözde:” Şimdi,ehl-i iman,değil müslüman kardeşleriyle belki Hristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak,niza etmemek gerektir.”der.

            Kendisiyle yapılan röportajda geçmişte bazı uygunsuzluklar olmasına rağmen,neticenin çok faydalı olacağından ümit ettiğini,iletişim,diyaloğun,fikir yapısının önemli olduğunu ifade ederek;Bediüzzamanın isabetli ve ölçülü hizmetlerini de hasseten ifade eder.

            Bunu teyiden Michel:” Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar bir milletin,bir ülkenin malı olamazlar,evrenseldirler. Çünki işlediği konular evrenseldir,top yekun insanlığı kurtaracak sağlamlık ve kuvvettedir.”der.

            Müsbet hareketler müsbet sonuçlar doğurur.

            Bu konuda İngiltere dışişleri bakanı Robin Cook;İslam ile yeni bir diyalog içerisine girilmesini ifade ile şöyle der:” Batı ile İslam arasında yanlış anlama ve güvensizliğin gelişmesine fırsat verdik. Bu yanlış anlamayı devam ettiremeyiz. Sadece iki büyük kültürün birbirlerini çok çirkin bir şekilde yanlış yargılamasının doğru olmadığı için değil,aynı zamanda modern dünyada birlikte yaşamak ve çalışmaktan başka tercih hakkımız olmadığı içinde. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunlar global sorunlardır. Birlikte çalışabilir ve hepimiz kazanırız. Yada güvensizliğin mevcut olmasına fırsat verir ve hepimiz kaybederiz.”

            “ Bazıları batının bir düşmana ihtiyacı olduğunu ve soğuk savaşın bitmesiyle İslâmın sovyetler birliğinin yerini alacağını söylüyor. Bir “Medeniyetler çatışması olacaktır.”diyorlar. İslam’a bir düşman olarak ihtiyaç duymak bir yana;ancak bir dost olarak ihtiyaç duyabiliriz. Farklı kültürlerimiz,farklı dinlerimiz olabilir;fakat bu asla anlaşamayız demek değildir.

            Kutsal kitap Kur’an şöyle der” Ey insanlar! Biz sizleri bir erkek ve bir dişiden oluşan tek bir çiftten yarattık. Ve birbirinizden nefret etmeniz için değil,birbirinizi tanımanız için milletler ve kabileler haline koyduk.”

            Ve bunun diplomatlar seviyesinden halk seviyesine doğru bir yakınlaşma şeklinde sürdürülmesinin gerektiğini söyliyen Cook devamla:” Bir ümidimiz var. Batı ve İslâmın birlikte yaşaması,birbirini anlaması,birbirinden bir şeyler öğrenmesi,birbirine güvenmesi,kendi farklı kimliğini kaybetmeden diğer tarafın kimliği ile zenginleşebilmesi. Çünki bunu yapmakla kazanacağımız,yapmamakla ise kaybedeceğimiz pek çok şey vardır.

            Bunların güzel görünüm ve girişimlerinden olarak;”Başkan Clinton,inanç özgürlüğünü ihlal eden ülkelere ekonomik ve diplomatik baskı uygulanmasını öngören kanunu onayladı.”

            “Bu yasa,müslüman,hristiyan,musevi,budist,hindu,tüm dini kökenlerden insanların inanç özgürlüğünü geliştirmeye hizmet edecektir.”

            “Amerika dini baskı yapan ülkeleri cezalandıracak. Senato başkan’a,din hak ve özgürlüğünü ihlal eden ülkelere diplomatik ve ekonomik ceza verme yetkisi tanıdı.”

            “ Almanyada sert tartışmalara konu olan ezanın hoparlörle okunup okunmayacağı konusunda kuzey Ren Wetfahlen eyaleti Lüteryen kiliseler birliği bir bildiri yayınlayarak,camilerde ezanın hoparlörlerle okunmasının hristiyan kültürü açısından bir tehlike oluşturmadığını vurguladı.”

            “ Amerikan kongresinde çalışan müslüman personel kendilerine tahsis edilen bir salonda düzenli olarak Cuma namazını kılıyor.”

            Türkiye büyük oynamalıdır.

            Küçük çaylarda boğulmamalıdır. Hele bir de büyük denizleri geçmiş ve aşmışken…

            İçeride halkının inançlarına hassasiyet göstermeli,göz ardı etmemeli ve edilmemeli,potansiyel suçlu görülmemelidir.

            Sahibsiz görülen İslâmiyete sahabet etmeli,lokomotiflik görevini üstlenmeli ve yapmalı.

            Bir Bosna,Kosova,Çeçenistan gibi meselelerde pasif değil,aktif rol oynamalı.

            Ve neticede insanlık alemine aydınlatıcı ve güzel örnek olma rolünü taşımalı ve göstermelidir.

            Kur’an dinleri “Bir kelimeye geliniz.”diye Tevhid inancına davetle,diğer noktalarda birleşip,anlaşılabileceğini ifade etmektedir.

            Buradaki sıkıntı da onlar tarafından bilinmemesinden ziyade,sağlıklı bildirilememesinden kaynaklanmaktadır. Bu da yetmiyormuş gibi bazen terörist olarak gösterilmeye çalışılmakta,başta İran,Libya,Irak,Cezayir ön plana çıkarılmaktadır.

            Batıyı bilmeye çalışan bizler batıyı ne kadar biliyorsak,bizleri bilmeye çalışmayan batı bizi o kadar bilmektedir.

            Burada yapılacak gerginlikten uzak,hazımlı,birbirini anlamaya çalışan bir diyalog çerçevesinde,hoşgörü içerisinde hareket etmektir.

  1. Yüz yılın diyalog asrı olacağını söyleyen Almanya’nın Hannover kentinde bulunan Protestan kiliseler birliği İslâm dünyası ile ilişkiler masası başkanı Heinz Klautke “21. yüzyılda medeniyetler ve dinler çatışmayacak,tam tersine Allah’a inanan tüm dinler ve dindarlar akâid olarak fazla bir değişime uğramadan dünya barışı için ortak biçimde çalışacak”dedi.

            Bunu te’yiden Fransa piskoposlar meclisi,katoliklerden müslümanlarla diyalog kurmalarını istemiştir.

            İslâm aleminin müsbet ve ölçülü hareketiyle beraber kendisini keşfetmesi,Amerika’nın keşfinden daha önemli bir hadise olarak batıyı,dinler alemini keşfedecek,onların inkişaf ve celbine vesile olacaktır.

            Bediüzzaman’ın ifadesiyle;Eğer biz İslâmiyeti ef’alimizle izhar etsek,sair dinlerin mensubları fevc fevc İslâmiyete dehalet edeceklerdir.

 

                                                                                                          01-11-1998

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK




DİN KAVRAMI

                                               DİN     KAVRAMI

            Din bir tekliftir. İnsana bazı sorumluluklar yükler. Din bir ihtiyaçtır. Muhtaç olan beşerin manevi,neticede maddi ihtiyaçlarının karşılandığı ilahi kaynaklı bir müessesedir.

            İnsana hayat bahşeden din,hayatın da hayatıdır. İnsandan ayrılmaz bir gerçektir.

            Maddeten bir hiç olan şu insan din ile,din sahibine mensubiyetle gerçek kıymet ve değerini bulabilir.

            Başka bir alemde tekamül etmemiş bir vaziyette dünyaya gelen her bir insan,bir çok şeye karşı cahildir. Oysa zaruri olarak bilmesi gereklidir. Özellikle kendisini bilmesi ve tanıması.. ta ki kendisini ve kainatı yaratanı bilsin,bulsun ve tanısın… Bu durumda bir rehber ve kılavuza ihtiyaç vardır. En basit olarak,insan elektronik bir eşya aldığında kılavuzu da beraberinde verilir. Kılavuz da ise;”Lütfen kılavuzunuzu okumadan,makinanızı çalıştırmayınız.”tenbihiyle karşılaşıyoruz.

            O halde basit bir makine kılavuzsuz olamazsa,elbette ki şu antika varlık olan insanın kılavuzsuz olması düşünülemez. İnsanın kılavuzu ise dindir. Peygamber Efendimizin ifadesiyle”Kendisini bilen Rabbisini de bilir.” Neticede her şeyi de bilmiş olur.

            Yine önemli meselelerden birisi kendisinin,kendisinden önceki ve sonrakilerin nereden gelip,nereye gittikleri ve bu dünyadaki vazifelerinin ne olduğudur. Zira otobüse binmiş,yolculuğa çıkan bir yolcuya nereden binip,nerede ineceği ve otobüs de bulunma sebebini sorduğumuzda hepsine;-Bilmiyorum.-cevabını veren insanın aklından şüphe ederiz.

            Aynen öyle de;İnsanda dünya otobüsünde seyahat eden bir yolcu gibidir. İlk etapta bilmesi gereken de bunlardır.

            İşte dinler ve onun sahibi olan yaratıcı bir kılavuz gibi insanlara rehber ederek,bu insanlık kafilesinin yokluktan varlık alemi olan dünyaya kendi kudretiyle çıkıp,ebedi alem olan ahiret tarafına doğru yolculukların devam edip,bu dünyaya bir gaye ve amaç için geldiğini bildiriyor. Zira tabiatta,varlığa çıkan her şey bir gaye doğrultusunda,belli bir hedefin etrafında dönmektedir. O halde insan elbette başı boş ve gayesiz olamaz ve mümkün değildir.

            İşte din bu mesele gibi önemli,insanı ilgilendiren meselelere ışık tutar,insanı aydınlatır. Yarasa misal bu meselelere göz yumup kulak kapayan insanların ise,koyu bir karanlık içerisinde kaldığını görürüz.

            Semavi dinlerde esas teşkil eden konu marifetullah olup,yaratıcı olan zatı bilmeyi,bulmayı ve tanımayı esas alır. Ve O’nun kendisinden istediği şeyin ne olduğunu anlamaya çalışmak ve verdiği bunca nimetlere karşı O’na iman ve ibadet için gönderildiği şuuruna varmaktır. Çünkü yok olmamış varlık nimetini bulmuş,taş olmamış,bitki ve hayvan olmayıp insan olmuş. Bu da yeterli bir şey değildir. Zira insan olup da imandan nasibi olmayan nice insan vardır. Bu ise hayvandan aşağı düşmektir. [1]

            İman ve İslamiyet gibi nimeti bulmuş,din ile hakikata ermiştir.

            Dinsiz bir fert,dinsiz bir toplum düşünülemez. Semavi kaynaktan hayat suyunu içmeyen insanlar;arzi olan kendi yapmacıklarını zihinlerinde tahayyül ve tasavvur ederek şekillendirdikleri şeylere inanacaklardır. En kötü ihtimalle kendi inançsızlığını kendine bir yol ve inanç edinecektir. Hakikatta olmayıp zihninde olan bir şeyi var düşünerek onun varlığına inanacaktır. Sanki kainatı ince elekten eleyip araştırmış tesadüf edememiş gibi,hiçbir çaba göstermeden basitçe bir kabul etmeme içine girecektir. Oysa her şey onun ilmine münhasır değildir. Her şey ilmi çerçevesinde hareket etmemektedir.

            Bir düşünürün dediği gibi:”İnsan kainata ancak bir anahtar deliğinden bakmaktadır.” Böyle bir durumda alemden ve onun yaratıcısından ne derece malumatı olacaktır,malumdur.

            İnsanın bilgisi,iradesi cüzidir. Mutlak,sınırsız,külli iradenin ve külli varlığın yanında varlığından ne kadar söz edilebilir. Elbette cüz-i… Bildiklerimiz;bilmediklerimiz ve de bilemeyip,bilemiyeceğimiz sonsuz ilim ve varlığının yanında ne kadar yer işgal edebilir? Bildiklerimiz;bilinen ve bildirilen ve hafızamızda kalan,ihatamız kadardır. İstersen kağıda dök de ,bak!

            Dini kendi hayatlarına hayat edinmiş bir toplum ile,hayatlarından dini çıkarmış (Rusya gibi) bir toplumu kıyasladığımızda maddi ve manevi açıdan büyük farklılıkların görülmesi,dinin insan hayatındaki önemini belirler.

            Bu durumda dinin en büyük özelliğinin hayata tatbik edilmesidir. Aksi takdirde bir tedenni ve düşüş söz konusu olacaktır. Bir de kendini medeni addeden bir toplumun dinden bigane kalması mümkün değildir.

            “Din hayatın hayatı,hem nuru hem esası. İhya-yı dinle olur şu milletin ihyası…”

 

                                                                                              10-10-1991

                                                                                  MEHMET     ÖZÇELİK   

 

[1] A’raf.179,bak.-nasıl din?-din-devlet ilişkileri.H.H.Ceylan. 2 / 155-177,192,215-215,-Din alimleri.age. 2 / 63-67,148-149,470.




DİN VE HAYAT

                       DİN     VE       HAYAT

         “Din hayatın hayatı,hem nuru hem esası. İhyayı dinle olur,şu milletin ihyası.”

         Din hayatın üstünde bir hayat ve onun ruhudur.

            İnsanlığın madden ve manen terakkisi din iledir. Dinsizlik terakkiye ve insanlığa manidir. Dinsizlik;dinin içine aldığı her şeye düşmandır.

            Din bizi geri bıraktı diyenlerin yüzleri kızarsın! Kızaracak bir yüze eğer sahib iseler? Beyinleri zonklasın,eğer beyinleri varsa?

            Bu saçmalıkta bulunan şahıs bir şey ortaya koydu da mı din ona mani oldu? Oysa olmayan kafasını dinin nizamından çıkarmış olduğundan;ilerleme şöyle dursun,insanlıkta tam bir gerileme içerisinde olduğunun bile idrak ve farkında olmamaktadır. Bumudur ilerleme?

            Batıyı örnek göstermektedirler. Her şeyden önce batı dinine sahiptir. Hayatın her kademesinde din yani kilise hakimdir. Kilisenin tasarrufunda,hakimiyetinde ve haberinin olmadığı bir basamak ve kademe yok gibidir. ki;muharref,değiştirilmiş batıl bir dine sahib oldukları halde böyle bir ilerleme olursa,hak bir dine,geri bıraktı diyenin şeytandan daha şeytan,ahmaktan daha ahmak olması iktiza eder.

            Ve bununda belgesi olarak son zamanlarda;batıda kiliseler göstermelik olup,İslamiyet hızla yayılmaktadır. İngiltere,İskoçya ve İrlanda’daki camilerin sayısı 600’ün üzerinde. Havralar ve kiliseler camiye çevrilmektedir.[1]

            Buda dine olan ihtiyacın önemini belgelemektedir.

            Ve kiliseye kayıtlı milyonlarca insanın gelirinden aidat olarak kesilmekte,fakat bununla beraber bazılarının dinden uzak yaşamaları nedeniyle sırf para ödememek için kendilerinin kayıtlarını sildirmeleri de bir hakikattır.

            İstatistik bilgiler doğrultusunda da görüldüğü üzere 1992 tarihli hesaplamalarda %-72’nin üzerinde bir dine mensub toplum mevcuttur. Bunca dinden uzaklaştırıcı amillere rağmen…

            O halde geri bırakan din değil,dinsizliktir. Din kötülüklere,sefâhet ve dalâletlere manidir. Onların yolunu kapamaktadır.

            Dini;dinsizlik olanların,yolu sefâhet ve dalâlet olanların yolunu kapamaktadır hak din İslamiyet… Dinsizlik ise;aklın ve ruhun muktezası olan iyilik,hidayet ve saadet yollarını tıkar ve kapar…

            -Reform,rönesans ve yenileşme din ve dinlerde değil;insanların fikirlerinde olur ve onların fikirleri için geçerlidir. Zamanın değişmesiyle,nesillerin farklılaşmasıyla fikirler de farklılık arz eder.

            Ancak dinlerde;ya nesh olur,ortadan kalkar. Hükmü geçersiz olur,silinir. Ya da;başka bir dinin gelmesi ile yeni hüküm ve esasların tesis edilmesiyle din hükmünü icra eder.

            Bundan dolayı ilahi ve semavi dinlerde reform;rönesans ve değişip yenileşme söz konusu değildir ve olamaz. Yani Allah için;önceden böyle biliyor idi,böyle hüküm göndermişti,şimdi bu hüküm öyle değil,böyle olacak diye bir durum söz konusu olamaz.

            Hz. Adem’den kıyamete kadar bir dinin gelmemesi ise;monotomluktan insanlığı kurtarmak ve tedrici bir eğitimden geçirmek içindir.

            Vücuttaki değişme gibi fikirlerde de değişme insanlar için geçerli olup;Vâcib-ul Vücud olan,değişmeyen Allah için fikir,düşünce ve bilgide de değişkenlik söz konusu değildir.Allah zatı itibariyle ezeli ve ebedi olduğu gibi,sıfatlarıyla da ezeli,hem de ebedidir.

            İslamiyet evrenseldir. Cihan-şümuldür. Kıyamete kadar,tüm insanlığı içine alır. Esas ve temelde olmayan farklılıkları,hak mezhebler ifa ve ifade ederler. Değişen zaman ve nesillerin ihtiyaçlarına,istidatlardaki farklı ihtiyaçlara mezhebler cevab verir. O hak mezheblerde netice itibarıyla Kur’an-dan alınmıştır. Böylece o meselelere de Kur’an cevap vermektedir.

            “İnsanın kemali,hakkı hak olduğu için,hayrı da onunla amel etmek için bilmesindedir. Yaratılışı itibarıyla nefsin özü;bu iki kemalden yoksundur. Onun bu mükemmellikleri elde etmesi,ancak şu beden vasıtasıyla mümkün olur.”[2]

 

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

                                                                                             

[1] Türkiye Gazetesi. 3-3-1999.

[2] Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Tercüme.(Heyet) 1 / 31.