RAMAZAN AYI VE ORUÇ

                                      RAMAZAN   AYI   VE     ORUÇ

         Rahmet ve merhamete muhtaç biz insanlara Ey Rahmet Ayı Ramazan Hoş Geldin…

            Oruç;Cenâb-ı Hakkın rızasını gözeterek,ibadet niyetiyle imsak vaktinden yani fecrin tuluundan,güneşin gurubuna kadar olan zaman süresi içerisinde yemekten,içmekten,cinsi muameleden nefsini men etmektir.

            Oruç;kıblenin tahvilinden sonra,Hicretin ikinci senesinde,Şaban ayında,Bedir gazasından bir ay ve birkaç gün evvel farz kılınmıştır.

            “İslâm öncesi Mekke Arapları,Muhammed (SAM) dahi onlarla beraber,takvimlerinin birinci ayı olan Muharrem ayının 10. günü (Aşura) olmak üzere yılda sadece bir gün oruç tutuyorlardı.”[1]

            Ramazan kelimesi hususunda:”1)Hadis-de”Ramazan geldi,ramazan gitti”şeklinde konuşmayınız. Ramazan ayı geldi,ramazan ayı gitti”deyiniz. Çünki Ramazan Allah Taalanın isimlerinden bir isimdir.”demiştir. (Şehrullah,şehru ramazan gibi)

            2)Hadiste:”Ramazan ayı Allah’ın kullarının günahlarını yaktığı için,bu ad ile isimlendirilmiştir.”

            3)Günahlar,Allah’ın rahmeti karşısında öylesine tükenirler ki adeta yanıp biterler… İşte bu aya bereketiyle bütün günahların yanıp arınması manasında,ramazan adı verilmiştir.[2]

            Oruç gizli olduğu için,zahiri ibadetlerden namaz,hac gibi olmadığından,riyadan uzaktır.

            Oruçta Cenâb-ı Hak,onun mükafatını ben veririm,bana aittir,buyuruyor ve bunu haber veriyor. O halde büyüklerin büyüklüğüne yakışır bir şekilde ihsanda bulunması gibi,Allah’da şanına yakışır bir şekilde ikram ve atâ’da bulunacaktır.

            Oruçla şeytanın yolları kapanır. Hayvani duyguları zayıflatır,ruhani duyguları kuvvetlendirir. Melekiyet kesbeder. Süfli şeylerden uzaklaşır. Faziletlerle donanır ve süslenir.

            Allah’a karşı zaaf ve aczini anlar,Cenab-ı Hakkın kudretini bilir ve görür.

            Fakirlerin halini anlar ve onlara yardım elini uzatır.

            Lokman Hekim oğluna tavsiye eder:”Ey oğul! Karnını doldurduğunda fikrin uyur,hikmet (ilim-fen) söner,gider ve azalar ve organlar ibadetten,kalbin safası ve ince anlayışlılıkla duanın lezzeti ve zikrin tesirinden geri kalır.”

            Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri;Ramazandaki orucun bir çok hikmetlerinden:”Hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine,hem insanın hayatı içtimaiyyesine,hem hayatı şahsiyesine,hem nefsin terbiyesine,hem niâmı ilâhiyyenin şükrüne bakan hikmetleri var.

            … Ramazan-ı şerifteki oruç,hakiki ve halis,azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır.

            …İşte ramazanı şerifteki oruç;en gafillere ve mütemerridlere,za’fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaif vücudu,ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin fir’avunluğunu bırakıp,kemali acz ve fakr ile dergah-ı ilahiye ilticaa bir arzu hisseder ve bir şükrü manevi eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise…

            …İşte ramazanı şerif adeta bir ahiret ticareti için,gayet karlı bir meşher,bir pazardır. Ve uhrevi hasılat için,gayet münbit bir zemindir. Ve neşv-ü nema-i a’mal için,bahardaki ma-i nisandır. Saltanatı rububiyeti ilâhiyeye karşı ubudiyeti beşeriyenin resmi geçit yapmasına en parlak,kudsi bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan,yemek-içmek gibi nefsin gafletle hayvani hâcatına ve mâlâyani ve hevaperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut ahiret ticaretine girdiği için,dünyevi hâcatını muvakkaten bırakmakla,uhrevi bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek;savmı ile,Samediyete bir nevi ayinedarlık etmektir. Evet,Ramazan-ı şerif;bu fani dünyada,fani ömür içinde ve kısa bir hayatta baki bir ömür ve uzun bir hayatı bakiyeyi tazammun eder,kazandırır.

            … Demek,beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilacı da oruçtur.

            …Onun içindir ki;Ramazan-ı Şerifte mü’minler,derecatına göre ayrı ayrı nurlara,feyizlere,manevi sürurlara mazhar oluyorlar.Kalb ve ruh,akıl sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen,onlar masumane gülüyorlar.”[3]

            Ramazan münasebetiyle camilerdeki coşkulu manevi hava,müslümanların arasındaki sohbet,birlik ve beraberlikler,teravih namazlarının huzuru ve zevki ile tüm İslam alemindeki maddi ve manevi hayatlarda birliği sağlayan mayayı oluşturmuş olur.

            “Sabreden zafere erer.”hakikatı ramazanda tezahür etmektedir.

            Böylece;sevabların artmasıyla adeta bir sevab pazarı oluşturur,maddi-manevi perhize alıştırır.

            “Ulemanın cumhuruna göre,sinni büluğa ermeyen çocuklara oruç vacib değildir. Seleften İbni Sirin ile Zühri gibi bazıları müstehab olduğuna kail olmuşlardır. İmam-ı Şafii-de bu tariki içtihadı iltizam ederek;çocuğun oruç tutmağa kudreti bedeniyesi kifayet derecesinde olursa temrin (alıştırmak) için,ibadete alıştırmak için ibadetle emrolunurlar,demiştir. Ve bununda haddini yedi ve on yaş olarak tayin etmiştir. İshak’a göre,oruçla emrin çağı on iki yaştır. İmam-ı Ahmed bin Hanbel’e göre,ondur. Evza-i,çocuğun kuvayı bedeniyesine zaaf arız olmaksızın üç gün arka arkaya oruç tutabilirse,istihbaben oruç tutturulur,demiştir. Eimme-i Malikiyeye göre,çocuk hakkında oruç meşru değildir.”[4]

            “Ekvator kuşağı” bölgesinde olanlar”,bu gibi bölgelerde 13 saat 30 dakika kadar oruç tutulmuş olacaktır.”[5]

 

            ORUCUN SAĞLIĞIMIZA SAĞLADIKLARI :

            a)Sindirim sistemine etkisi. Bu organlar ailesi ise;ağız ve çenemizdeki tükrük bezlerinden,dil,ağız,yutak,yemek borusu,mide,on iki parmak bağırsağı,karaciğer ve pankreas gibi organlarımıza fayda sağlar.

            “Eğer gerçekleri anlıyorsanız her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[6]

            b)Dolaşım sistemlerine olan etkisi. Kan hacmi azalır. Bu olay kalbe ciddi bir rahatlık sağlar. Bir aylık oruç küçük tansiyonun düşmesine sebeb olur.

            c)Damarların temiz olmasıyla tahrib ve damar sertliği önlenmiş olur. Böylece böbreklerde sağlığa bununla kavuşmuş olur.

            d)Hücreleri en çok etkileyen su dengesi ayarlanmış olur.

            e)Sinir sistemleri rahatlar,bunalım ve stresler kalkar.

            f)Oruçlu iken karaciğer dinlenmiş olduğundan,kemik iliğinin kan yapmak için ihtiyaç duyduğu maddeleri daha iyi ve sağlıklı hazırlar.[7]

            Orucun bu çok yönlü biyolojik hikmetleri nedeni ile zayıflar oruç tutunca şişmanlar,. Aksine şişmanlarda oruç tutunca genel sağlıktaki olumlu etkileri nedeni ile zayıflar,fazla yağlar erir.

            Bir yıl boyunca devamlı çalışan vücut,memurun yıllık izini gibi dinlenir.

            Hastalıkların çoğu mide hastalığından ileri gelir,oda rast gele yemenin neticesidir. Bundan dolayı doktorların en çok hastalarına yaptıkları tavsiye,perhizdir. Oruç ise,en büyük maddi ve manevi perhizdir.

            Tıbbın babası olan İbni Sina,tıb ilmini iki kelimede topladığını ifade ederek;biri,-konuştuğun zaman az konuş-,diğeri ise;yediğin zaman az ye,dört-beş saat geçmeden yeme,çünkü şifa hazımdadır.-der.

            Yapılan araştırmalar göstermektedir ki;”Kandaki,oruç tutan bir insanın kanındaki mikrop öldürücü akyuvarların çok daha güçlü olduklarını ve bu akyuvarların kanser hücrelerini yok ettiğini ve kandaki mikropları öldürerek vücut direncini güçlendirdiklerini”[8]ortaya koymaktadır.

                                  

                                   – BİR   KISSA   VE   BİR   HİSSE

            Bir ramazan günü,merhum Cemal Öğüt hoca İstanbul’da bir camide va’z eder. Der:Cemaat bizim hanım çok saftır,inşaallah içinizde değildir,der. Göz gezdirerek,tebessüm eder ve devamla:”Eve gittim ki hanım feryad edip, -Aaah aaah,bu günleri de mi görecektim”deyip duruyor. Sebebini sorduğumda:

            -“Kedi iftarlık pideyi yedi.” Bunda şaşılacak ne var hanım,dedim. Bir tane daha alırım. Hanım ise;ekmekte değilim,nasıl olur da bu oruç vakti kedi ekmeği yer,ben buna şaşırıyorum,dedi. Ben de kendisine cevaben dedim:

            “Hanım,hayvanlar oruç tutmaz. Hayvanlar namaz kılmaz. Hayvanlar sorumlu değillerdir,dedim de ikna edip,birazda geç kalışım ondandır…

 

                                   – AYETLERLE       ORUÇ   –

            “Ey iman edenler!Oruç, sizden önce (Adem’den beri) gelip geçmiş ümmetlere yazıldığı (farz kılındığı gibi) size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”[9]

            “Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa,tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye,bir fakir doyumu miktardır. Bunun dışında kim gönüllü bir hayır yaparsa,bu kendisi için daha iyidir.. Eğer gerçekleri anlıyorsanız,her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[10]

            “Ramazan ayı,insanlara yol gösterici,doğruyu ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim Hilali (Ramazan ayının ilk hilalini) görürse oruç tutsun. (oruca başlasın) Kim o anda hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günler de tutsun. Allah size kolaylık ister,zorluk istemez. O,sayıyı tamamlamanızı,size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı tazim etmenizi ister. Umulur ki,şükredersiniz.”[11]

            “Kullarım sana,beni sorduğu vakit deki,ben herhalde yakınım. Dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir,ona karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar,umulur ki doğru yolu bulurlar.”[12]

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise,sizle onlar için birer elbise gibisiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul etti,sizi bağışladı. Şimdi (ve bundan sonra ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını isteyin (arayın). Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı),siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin,için,sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde ibadete çekildiğiniz anlarda,kadınlara hiç yaklaşmayın. Bunlar Allah’ın yasak sınırlarıdır. Bu sınırları aşmayın. İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.”[13]

(İslâmın ilk zamanlarında farz olan ramazan orucunu tutarken sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimse,akşam orucunu açınca yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı. Bazı müslümanlar dayanamayıp kadınlara yaklaştı. Bazıları da iftardan sonra yorgunlukları sebebiyle hemen uyudukları için,ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Cenâb-ı Allah mü’minlere acıdı ve bu ayeti gönderdi.)[14]

“Oruçlu olarak geçirdiğiniz günler karşılığı olarak şimdi afiyetle yeyin,için.”[15]

“Hiç kimse,onların işlediklerine mükafat olmak üzere saklanmış olan göz aydınlığını bilemez.”[16]

“Sabredenlere mükafatları bol ve hesapsız olarak ödenecektir.”[17]

“Yanlışlıkla olması dışında bir mü’minin bir mü’mini öldürmeğe hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mü’mini öldüren bir kimsenin,mü’min bir köle âzad etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola! (Bu takdirde diyet vermez.) Eğer ölen mü’min olduğu halde,size düşman olan bir toplumdan ise mü’min bir köle âzad etmek lazımdır. Eğer kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir toplumda ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mü’min köleyi âzad etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin,Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşi peşine oruç tutması lazımdır. Allah her şeyi bilendir,hikmet sahibidir.”[18]

“Allah,kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz,fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bununda keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek,yahut onları giydirmek,yahut da bir köle âzad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. (Onlara riayet edin) Allah size ayetlerini açıklıyor;umulur ki şükredersiniz.”[19]

“Buna imkan bulamayan kimse (Zıhar cezasına),temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen,altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah ve rasulüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Kafirler için acı bir azap vardır.”[20]

HADİSLERDE    ORUÇ –

-Rasulullah İslamı tarif ederken:”Ramazan

-Orucunu tutmak”diye belirtir.[21]

-“Oruç tutun,sıhhat bulun.”

-“Oruç sabrın yarısıdır.”

-“Oruç bir perdedir,mü’minin sığınacağı kalelerden bir kaledir.

-“Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir. Yeter ki yalanla,gıybetle kişi onu yırtmamış olsun.”

-“Oruçlunun uykusu ibadettir,susması tesbihtir,amelleri misliyle kabul edilir,duası makbuldür,günahı affedilir.”

-“Oruçta riya yoktur. Allah taala hazretleri buyurur ki:”Oruç benim içindir,onun mükafatını ben vereceğim,oruçlu yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı.”

-“Oruçlunun yanında birisi yemek yeyince melekler ona rahmet okurlar,bu hal,öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder.”

-“Oruçlu için iki sevinç vardır:Biri,orucu açtığı zamanki sevincidir. Diğeri de,rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (haluf) Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”(Ebu Hüreyre-den)

-“Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin,bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa:”Ben oruçluyum.”desin. (ve ona bulaşmasın)”(Kütüb-ü Sitte imamları)

-“Kıyamet günü olunca,Allah kullarını hesaba çeker,üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar,öyle ki oruç hariç hiçbir şeyi kalmaz. Allah baki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz,onunla da kulunu cennete koyar.”(İbni Hacer)

-“Kim Allah taala yolunda bir gün tutsa,Allah onunla ateş arasına,genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.”(Tirmizi)

-“Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır,kimse oradan giremez.”(Buhari-Müslim-Nesa-i),”Oraya kim girerse ebediyyen susamaz.”(Tirmizi)

-“Kim bir oruçluya iftar ettirirse,kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeble oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.”(Tirmizi-İbni Mace)

-“Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır,cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”(Buhari-Müslim-Nesa-i) (Dünya bir ay boyunca şeytansız bir dünyadır. Ancak onun vekili olan nefis vardır. Oda oruçla susturulursa,şeytani ve süfli hareketler rastlanmayacak veya nadirattan olacaktır.)

-“(Muteber) Oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (muteber) İftar, (hep beraber) ettiğiniz gündekidir. (muteber) Kurban, (hep beraber) kurban kestiğiniz gündekidir.”(Tirmizi-Ebu Davud)

-“Oruç,giren şey için,abdest de çıkan şey için bozulur.”(Buhari)

-“Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünki ona Allah yedirip içirmiştir.”(Buhari-Müslim-Tirmizi-Ebu Davud)

-“Kim ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse,sanki yıl orucu tutmuş olur.”(Müslim-Tirmizi-Ebu Davud)

-“Sizden kimse,ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın. Eğer bir kimse,önceden oruç tutmakta idiyse,orucunu tutsun.”(Buhari-Müslim-Ebu Davud-Nesa-i)

-“Sahur yemeği yeyin,zira sahurda bereket var.”(Buhari-Müslim-Tirmizi-Nesa-i)

-“Bizim orucumuzla ehli kitabın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.”(Müslim-Ebu Davud-Tirmizi-Nesa-i)

-“Biriniz ezanı işitince (yiyip içtiği) kap elinde ise,ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın.”(Ebu Davud)

-“İnsanlar iftarda ta’cile yer verdikleri müddetçe hayır üzerine devam ederler.”(Buhari-Müslim-Muvatta-Tirmizi)

-(İftar duası)“Allahümme leke sumtü ve ala rızkuke eftartü.”(Allahım! Senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)”(Ebu Davud)

-“Kim sefer sırasında ramazana erer ve bereketinde kendisinin karnını doyuracak yere götürecek bir bineği varsa,nerede olursa olsun orucunu tutsun.”(Ebu Davud)

-“Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse,velisi ona bedel tutar.”(Buhari-Müslim-Ebu Davud)

-“Ramazan ayında,hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse,bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez.”[22](Buhari-Tirmizi-Ebu Davud)

-“Kim inanarak ve sevabını Allah’dan umarak ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”(Buhari)

-“Peygamber Efendimiz minbere çıktıklarında üç kere (Evet, öyle olsun manasına) “Amin”dedi. Sebebi sorulduğunda Peygamberimiz:”Cibril bana geldi ve dedi:Kim ki ramazan ayına yetişir (Allah’a isyan ederek,fırsatı değerlendirmeyip tevbe etmez) bağışlanmadan cehenneme girerse;Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın. Amin-de,dedi. Bende,amin,dedim.”buyurur.”(Buhari)

-“Karın,hastalığın (yeri,evi ve) aslıdır. Oruç (ve perhiz ise) deva (ve şifanın) aslıdır.”

-“Allah-u taala abid olan gençle,meleklere iftihar eder ve buyurur:Ey benim için şehvetini terk edip gençliğini feda eden genç,sen benim katımda,bazı meleklerim gibisin.”(Tirmizi)

-“Şeytan (ın hilesi),kan,damarda dolaştığı gibi,Adem oğlunda dolaşır,oruç ise onların yollarını daraltır.”(Buhari-Müslim)

-“Ebu Hureyre’den;Rasulullah dedi:”Eğer şeytanlar,Adem oğullarının kalblerinde dolaşmasaydı,onlar,gökler aleminin gizliliklerini görürlerdi.”(İmam-ı Ahmed)

-“Cabir,Enes’den rivayet etti ki,Rasulü Ekrem (SAM) buyurdu:”Beş şey orucu bozar (sevabını azaltır):Yalan konuşmak,Gıybet etmek,Kovuculuk yapmak,Yalan yemin,şehvetle bakmak.” (Bundan dolayı kamil oruç,bütün duygularla tutulan oruçtur. Bunlar:Gözün harama bakmaması,kulağın kötü söz dinlememesi,aklın kötü düşünmemesi,el ve ayakların kötülükte değil,hayırda kullanılması gerekir.)

-“Resul-i Ekrem’in (SAM) zamanında idi ki oruç tutan iki kadın akşama doğru,açlık ve susuzluktan helak olacak vaziyete geldiler;oruçlarını bozmak için müsaade almak üzere Resul-i Ekrem’e bir kişi gönderdiler. Peygamber Efendimiz de bir bardak verdi ve onlara,yediklerini bu bardağa (kaba) kusmalarını söyle buyurdu. Onlardan birisi safi kan ve et kusarak bardağı yarı doldurdu. Diğeri de aynı şekilde kusarak bardağı doldurdular. Bu vaziyetten herkes şaşırmıştı. Peygamber Efendimiz:”Bunlar, Allah taalanın kendilerine helal kıldığı şeyden tuttu ve fakat haram ettiği şey ile iftar ettiler.”buyurdu.

(sonra da bunu açıklayarak) Birisi diğerinin yanına sokuldu ve halkın gıybetini yaptılar. İşte şu gördüğünüz yedikleri insan etleridir.”buyurdu.”(İmam Ahmed)

“Ey gençler topluluğu. Sizden evlenmeye gücü yeten,evlensin. Evlenmeye gücü yetmeyen,oruca devam etsin. Zira o oruç onun için (şehvetten) koruyucudur..”(Nefsini frenleyicidir.)(Buhari-Müslim)[23]

-Vasile bin Esga’dan,İmam Ahmed dedi ki:Rasulullah (SAM) dedi:”İbrahimin suhufu ramazanın ilk gecesinde indi,Tevrat ramazanda tamamlandı,İncil ramazanın 13’de geçti,Allah Kur’an-ı ramazanın 24’de indirdi.”

Suhuf (sahifeler),Tevrat,Zebur,İncil onlardan her biri nebilere toptan indirildi. Amma Kur’an dünya semasında Beytül İzzet’e birden indirildi. Buda ramazan ayında,Kadir gecesinde idi. Daha sonra olaylara göre parça parça indi.”[24]

-İbni Ömerden rivayet edilmiştir:”İslam beş şey üzerine kurulmuştur.Allah’dan başka ilah olmayıp,Muhammed’ in (SAM) Allah’ın rasulü olduğuna şehadet etmek,Namazı kılmak,Zekatı vermek,Ramazan ayının orucunu tutmak,beyti (Kabeyi) haccetmektir.”[25]

-Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir:”Ramazan ayı girdiğinde rahmet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır,şeytanlar zincire vurulur.”

Ebi Ümame’den rivayet edilmiştir:”Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa;Allah onun yüzünü,sahibine itaat eden soylu atın yarış meydanından koşuşu gibi,cehennemden yüz senelik mesafeye ve yere uzaklaştırır.”[26]

-Gündüzleri evine misafirin inip de,dumanının (ocağının) evinde tütmediği görülmeyen,(Devamlı misafiri hazır olan) Ebu Ümame anlatıyor,dedim:” Ya rasulallah,beni cennete götürecek bir ameli bana söyle veya buna benzer. Dedi:”Oruca devam et,çünkü onun (dünyevi-uhrevi-maddi-manevi) misli (ve benzeri) yoktur.”[27]

-Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir:”Her şeyin bir zekatı vardır,bedenin zekatı oruçtur.”[28]

-İbni mes’ud’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Burnu sürünsün o adamın ki;yanında (ismim) söylenir de bana salat getirmez.

Burnu sürünsün o adamın ki;ramazan girerde,bağışlanmadan (o ay) sona erer.

Burnu sürünsün o adamın ki;yaşlı anne-babasına (veya onlardan birine) kavuşurda,onlarla cennete giremez. (Onlara şefkat kanadını germek suretiyle…)”[29]

Ebu Hüreyre’den,Rasulullah yemin ederek dedi:”Müslümanlar üzerine ramazandan daha hayırlı bir ay gelmemiştir. Vaktaki,mü’min ibadete kuvvet hazır eder. Münafık ise hazırlamayıp insanların gafletine (uyar) ve kadınlarına (tabi) olurlar. Ramazan mü’min için ganimet olup,fâcir de (günahkârda) ondan istifade eder.”[30]

-Huzeyfe’den,Rasulullah elini göğsüne dayadı ve dedi;Kim,Allah’ın rızasını arar ve akibeti onunla neticelenmek üzere –La ilahe illallah- derse,cennete girer.

Kim bir gün_Allah’ın rızasını arayıp,akibeti (imanla) neticelenerek- oruç tutarsa cennete girer.

Kimde –Allah’ın rızasını arayarak ve akibet onunla neticelenerek- bir sadaka verirse cennete girer.”[31]

-Ebu Hureyre’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Üç kişi vardır ki duası reddedilmez:Adil imam (devlet reisi,idareci),iftar edinceye kadar oruçlu (nun duası),Mazlumun duası.

Allah kıyamet günü o duayı bulutların üzerine çıkarır ve ona sema kapıları açılır ve Rab (taala) der:İzzetim hakkı için;(bir anlık) bir zamandan sonra da olsa,elbette sana yardım edeceğim (o dua sahibinin duasını kabul edip,reddetmeyeceğim.)”[32]

-Damrat bin Habib’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Muhakkak ki her şey için bir kapı vardır. İbadetin kapısı oruçtur.”[33]

Sehl bin Sa’d’den,Nebi (SAM) dedi:”Cennet de bir kapı vardır,ona Reyyan denilir. Kıyamet günü getirilir,denilir:”Oruçlular nerede? Kim oruçlulardan ise,oraya girer. Oraya giren,ebediyyen susamaz.”[34]

-İbni Büreyde babasından,Rasulullah (SAM) Bilal’e dedi:”Biz rızkımızı yeriz,Bilal’in rızkının fazlası (ona fazla olarak) cennettedir.”

Âgâh ol (uyanık ol,bil ki) Ya Bilal,muhakkak ki sâim (in),kemiği tesbih eder,onun yanında yenildiği (oda sabrettiği için) melekler onun için istiğfarda bulunur.”[35]

-İbni Abbas’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Kim Mekke’de ramazana ulaşır (orada idrak eder) oruç tutar ve kâim olur (ibadette bulunursa) bundan dolayı;Allah’ın ona yüz bin ramazan ayı yazması müyesser olur. Bunun dışında;Allah onun her günü için bir köle âzad,her gecesi için bir köle âzad,her gün Allah yolunda iki at yüklü (sadaka tasadduk), her günde bir hasene (iyilik) ve her gecede bir hasene yazar.”[36]

-İbni Ömer’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Mekke’de ramazan,Mekke’nin dışındaki bin ramazandan daha faziletlidir.”[37]

-İbni Abbas’dan,Nebi (SAM) ramazan ayı girdiğinde her esiri serbest bırakır,her isteyene (boş çevirmez,isteğini) verirdi.”[38]

-Ebu Said-el Hudri’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Ramazan orucu (diğer) ramazana kadar,arasındaki (işlenecek) lere keffârettir.”[39]

-Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir:”Sahuru yapınız,muhakkak ki sahurda bereket vardır.”[40]

-Amr bin As’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Bizim orucumuz ile ehli kitabın orucunu ayıran sahur (da) yemektir.”[41]

-İbni Abbas’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Biz enbiyalar topluluğunun işi;iftarı acele,sahuru geç yapmak ve (namazda) sağ eli,sol el üzerine koymaktır.”[42]

-Ebu Hureyre’den,Rasulullah (SAM) dedi:” Sizde biri oruçlu olduğu halde yer ve içerse;orucunu tamamlasın,muhakkak ki onu,Allah yedirmiş ve içirmiştir.”[43]

-Hz. Âişe’den,Rasulullah (SAM) dedi:”(Oruçlu iken) Misvak;sâim (oruçlu) in hasletlerinin en hayırlılarındandır.”[44]

-Ebu Said’den,Nebi (SAM) yle beraber gazvede idik. Bizden bazısı oruçlu,bazısı oruçsuz idik. (Orucu) tutanı tutmayana karşı,tutmayanı da tutana karşı ayıplamazdı.”[45]

-Abdullah bin Amr’dan,Nebi (SAM) den ramazanın kazasından soruldu:”Onu (kaza ettiğin günlerde) ard arda kaza et,ayırsan da olur.”[46]

-İbni Abbas’dan,bir kadın Nebiye (SAM) geldi ve dedi:”Ya Rasulallah,kız kardeşim öldü,üzerinde ard arda iki ayın orucu vardı. (tutamamıştı) (Nebi (SAM) dedi:” Ne dersin? Eğer kız kardeşinin borcu olsaydı,onu öder miydin? Kadın –evet-dedi. Dedi:”Allah’ın hakkı (ödenmeye) en layıktır.”

İbni Ömer’den rivayette:”Her gün yerine bir fakiri yedirmesini” ve onun yerine oruç tutulmasına”Evet”der.[47]

-Cabir’den,bir adam Nebi’ye (SAM) sordu:”Ne dersin? Beş vakit farz namazımı kılarsam,Ramazan orucumu tutarsam,Helal’ı helal sayar,Haram’ı haram sayıp,buna hiçbir şeyi de ziyade kılmazsam cennete gider miyim?

(Peygamberimiz)”Evet”dedi. (adam) dedi:”Vallahi bunlara hiçbir şeyi ziyade kılmayacağım.”(Müslim)

-Enes’den,”Nebi (SAM) kışta hurma ile,yazda su ile iftar ederdi.”(Tirmizi)

-Amir bin Rabia’dan:”Nebi (SAM) yi oruçlu olduğu halde (çok) misvak kullanır gördüm. (çokluğundan) sayısını ve hesabını bilmiyorum.”(Buhari-Ebu Davud-Tirmizi)

-Hz. Âişe’den,Nebi (SAM) dedi:”Misvak ağzı temizleyici,Rabbın rızasını kazandırıcıdır.”(Buhari)

-Ebu Hureyre’den,Rasulullah (SAM) farz veya vacib gibi emir etmeksizin ramazan (gecesin) de (teravih için) kalkmayı teşvik ederdi de:”Kim faziletine inanarak ve sevabını umarak ramazanda (ibadet için) kalkarsa,geçmişteki hataları bağışlanır.”buyurdu.(Müslim)

-İbni Abbas dedi ki:Rasulullah (SAM) insanların en sahavetlisi idi. Ramazanda Cebrail ile karşılaştığı zaman daha cömert olurdu. Cebrail,ramazanda her gece Resul-ü Ekrem’le buluşup kendisiyle karşılıklı Kur’an okurlardı. Rasul-ü Ekrem,Cebrail kendisine geldiği vakit,rahmet yüklü buluttan daha sehavetli idi.”(Buhari-Müslim)

-Ebul Yakzan Ammar bin Yasir dedi ki:”Kim (şaban veya ramazan olduğunda) şek edilen günde oruç tutarsa,Ebul Kasım (Muhammed) (SAM) a isyan etmiş olur.”(Ebu Davud-Tirmizi)

Hadisin rivayetlerinde vardır ki;Cenâb-ı Hak nefse demiş ki:”Ben neyim,sen nesin? Nefis demiş:”Ben benim,sen sensin.” Azab vermiş,cehenneme atmış,yine sormuş. Yine demiş:”Ene ene,ente ente”Hangi nevi azabı vermiş,enaniyetten vaz geçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş:”Men ene vema ente” Nefis demiş:”Ente rabbiyer rahim ve ene abdukel aciz.” Yani:”Sen benim Rabb-ı Rahimimsin,ben senin aciz bir abdinim.”[48]

 

           5-3-1992

                                                                       MEHMET   ÖZÇELİK

[1] İslam Peygamberi. Muhammed Hamidullah. 2 / 735.

[2] Tefsir-i Kebir Fahreddin-i Razi. (Heyet) 4 / 346.

[3] Mektubat. B.Said Nursi. Sh. 372-378.

[4] Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi. 6 / 288.

[5] İslam Peygamberi.age. 2 / 794.

[6] Bakara.184.

[7] Bak. Kur’an-ı Keri^’den Ayetler ve İlmi Gerçekler. Haluk Nur Baki. Sh. 38.

[8] Bak. Zaman Gazt.22-1-1997.

[9] Bakara.183.

[10] Bakara.184.

[11] Bakara.185.

[12] Bakara.186.

[13] Bakara.187.

[14] Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Terc. (heyet) Sh.28.

[15] el-Hakka.24.

[16] Secde.17.

[17] Zümer.10.

[18] Nisa.92.

[19] Maide.89.

[20] Mücadele.4.

[21] İslam Peygamberi. age. 2 / 718.

[22] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. Prof. İ. Canan. 9 / 418-526,et-Terğib vet-Terhib. Münziri. (Arapça) 2 / 79- 150, Mevsuatül Hadisin Nebevi. (Arapça) 1 / 1 – 103,el-Lü’lü-ü vel Mercan (Arapça) 1 / 238 – 262, Tecrid-i Sarih. (Arp) Ahmed bin Abdullatif. 1 / 121 – 127,İhya-i Ulumiddin. İmam-ı Gazali.1 / 643 – 675,et-Tac. (Arp) Şeyh Mansur Ali Nasıf. 2 / 44 – 105, Riyazus Salihin. İmam Nevevi. Terc. M. Emre. 713,728 – 752, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih. Şarih. Kamil Miras. 4 / 70 – 96 , 6 / 247 – 311.

[23] Muhtasarı Tefsir-i İbni Kesir. (Arp) M. A. Sabuni. 1 / 159.

[24] Age. 1 / 161, Mecmuatün minet Tefasir. (Arapça) Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Abbas- 1 / 260.

[25] Arapça Mevsuatül Hadisin Nebevi Kitabının 1. Cildinden tercüme edilmiştir. 1 / 9.

[26] Age. 1 / 34.

[27] Age. 1 / 36.

[28] Age. 1 / 36.

[29] Age. 1 / 48.

[30] Age. 1 / 52.

[31] Age. 1 / 54.

[32] Age. 1 / 55.

[33] Age. 1 / 56.

[34] Age. 1 / 64.

[35] Age. 1 / 65.

[36] Age. 1 / 66.

[37] Age. 1 / 70.

[38] Age. 1 / 70.

[39] Age. 1 / 91.

[40] Age. 1 / 194.

[41] Age. 1 / 198.

[42] Age. 1 / 224.

[43] Age. 1 / 298.

[44] Age. 1 / 302.

[45] Age. 1 / 475.

[46] Age. 1 / 543.

[47] Age. 1 / 549. (NOT:Kaynak olarak gösterdiğimiz bu “Mevsuatül Hadisin Nebevi”kitabı üç büyük cilt halinde olup,1618 sayfadan müteşekkildir. İki cildi –1104 sayfası- bütün oruç ile ilgili hadisleri ihtiva etmektedir. Üçüncü cilt ise,musannifin tasnifine ayrılmıştır. Arapça asıllı bu eser,ilgilenenlerce yazarından istenilebilir. Ücretsizdir. Adres:Abdulmelik Bekr Abdullah Kadı. Camiatül Melik Fahd ll Betrul vel Meadin. Reisu Kısmud-Dırasatil İslamiyye vel Arabiyye. Ez-Zahran).

[48] Mektubat. B. Said Nursi. 377-378.




BİR ZALİME ÖĞÜD

                                   BİR   ZALİME   ÖĞÜD

            İbrahim Edhem hazretlerine zalim biri son demlerinde gelir;ona 6 öğüd verir:

            1)Allah’a isyan edip,karşı gelme fikri içinden gittikçe,Allah’ın yarattığı rızıkları da yeme. Allaha isyan ettiğin gibi,yarattığı rızıklarına da isyan et.

            Adam: Allahın rızıklarını yemeden,içmeden nasıl yaşıyacağım?

            İbrahim Edhem:Öyle ise yaşamana vesile olan rızıklarını ihsan ve ikram eden Rabbına isyan edip,onu inkar etmek revamıdır?

            2) Allaha isyan edeceksen,onun yarattığı dünyasında oturma.

<sp!n style=”mso-tab-count:1″>            Adam:Bu birincisinden de kötü ve güç,çünkü bütün dünya onun,nereye gideyim Ya İbrahim?

            İ. Edhem: O halde rızkını yediğin,dünyasında yaşadığın,yurdunda barındığın kudret sahibi rabbına isyanı nasıl reva görüyorsun_

            3)Ey halıkını inkar eden kişi!.. Allaha isyan edeceksen,seni görmesin!..

            Adam irkilerek:Bu mümkün mü? her şeyi görüyor,iç yüzünü biliyor.

            İ. Edhem: Peki rızkını yediğin,dünyasında yaşadığın,kudret sahibini göre göre isyan etmen doğru mu?

            4)Allahı inkar edip,isyan edeceksen ve onun emirlerine karşı gelip,gizli bir şey söyliyeceksen,öyle yerde söyle ki,sakın rabbın duymasın ve görmesin.

            Adam irkilip: Allahın duymadığı,işitmediği,görmediği hiçbir şey yok ki..

            İ. Edhem: Madem ki bunu bilirsin,neden isyan edip,inkar edersin..

            5)Dinle beni. Bak,bana geldin neden? Ömrün bitip,hayatının sona ereceğini anladığın için. Son anda ruhunu teslim edeceğin zaman Azraile deki; Ey Azrail bana biraz mühlet ver de tevbe edeyim.

            Adam irkilip: Vermez ki…der.

            ( O halde…?

            6)Öğüdüm ise: İsyan ettiğin Allahın havasından hiç teneffüs etmeyib,onun yarattığı havasının haricinde hava ile teneffüs edip yaşamaya devam et.

            Adam: Buna da imkan yok ki?der.

            İ. Edhem sorar: Bütün bunları bildiğine göre,neden nefsine uyup,rabbine isyan edip,nefsini nedametle tevbe için yetmeyecek kadar günahlarla doldurdun.,Ey zalim kişi…

            -İşte kıssadan hisse. Hisse alabilene ne mutlu…

 

                                                                                              2-6-1996

                                                                                  MEHMET   ÖZÇELİK




MANEVİ ÇEHRE

                                               MANEVİ     ÇEHRE

            Âyette:” Andolsun biz cin ve insandan bir çoğunu (sanki) cehennem için yaratmışız. Zira onların kalbleri vardır ama onlarla gerçeği kavramazlar;gözleri vardır,lakin onlarla görmezler;kulakları vardır,fakat onlarla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir;hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.”[1]

            “Yoksa sen,onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllanacağını mı sanıyorsun? gerçekte onlar hayvan gibidir,hatta onlar daha şaşkın haldedirler.”[2]

            Maddi çehresiyle görünen insan,manevi çehresiyle bilinmekte ve tanınmaktadır.

            Başlangıcı kesif bir toprak ve kirli bir nutfeden,bir damla atılmış bir su ve alaka yani kan pıhtısından oluşan insan,sonuçta da çürümeye,gübre ve toprağa dönüşmektedir.

            hayatının devamı süresi içerisinde de yemek de ve yediklerini de gübreye dönüştürmektedir.

            Manevi çehresi yönüyle de bozulan bir insan,bu maddi özelliğinden de pek farklı olmayıp,belki ondan daha da ileridedir.

            Nitekim anlatıldığı üzere;Abbasi halifelerinden Harun Reşid Veli bir zat olan Behlül Dânâ-ya veziri olmasını,insanların içerisine karışmasını teklif eder.

            Behlül Dânâ danıştıktan sonra cevabını vereceğini söyler. Bir müddet sonra da cevabını –Hayır- olarak verir.

            Harun Reşid kime danıştığını ve ne dediğini sorar?

            Behlül Dânâ ise;Tuvalettekilere danıştım. Bana dediler ki;aman Behlül!sakın insanların içine girme,bizim gibi olursun.

            Yani bizler bir zamanlar çok leziz yemekler ve tatlılar idik,insanların içine girdik,böyle olduk. Eğer sen de –manevi çehresini yitirmiş- insanların içerisine girersen böyle olursun,der.

            İbret alınması gereken önemli bir noktaya ışık tutulmuş olur.

            -Yine Behlül Dânâ-yı Harun Reşide şikayet etmek üzere huzura gelen bir kısım insanlar;Behlülün üzerlerine bevlettiklerinden şikayet ederler.

            Sebebini soran Harun Reşide Behlül şu cevabı verir;-Ben hiçbir insanın üzerine bevletmedim.-der.

            Huzurundaki insanların bizzat buna şahid olduklarını söylemede ısrarları üzerine,Harun Reşidin gözünün önüne cübbesini açınca; biraz önce insan olarak karşısında bulunanları değişik hayvanlar şeklinde görünce şaşırır. Ancak Behlülü de tanıdığından ona gayet sakince;doğrusun,doğrusunda,yapma,der.

            Her şeyin ve insanın maddi olarak değerlendirilmemesi gerektir. Zira Bediüzzamanın da ifade ettiği gibi;”Her şeyi madde de arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür,görmez.”

            Büyük veli,İstanbul Üsküdar da türbesi bulunan aziz Mahmud Hudâ-i bir gün gündüz vakti elinde fenerle bir şeyler arar vaziyette Üsküdar sokaklarında dolaştığını gören dostları sebebini,gündüz vakti bu fenerle ne aradığını sorduklarında,şu cevabı verir;

            -Adam arıyorum,adam…. der.

            Evet. İnsan olmak ayrıdır,adam olmak ise daha da ayrıdır.

            -Nitekim adamın biri oğluna;-oğlum sen adam olamazsın.der. Bunu isbat etme çabasına giren evlat,neticede memleketine idareci olup,koltuğuna oturduğunda ilk iş olarak,görevliyle apar topar babasını getirtmek olur.

            Babası huzuruna getirtildiğinde gururlu ve müstehziyane alaycı bir tavırla;

            -Bak adam olamazsın diyordun,nasıl adam oldum,deyince baba;

            -Oğlum hala adam olamamış,beni doğrulamışsın. Eğer adam olsaydın beni böyle apar topar getirtmez,kendin gelirdin!,diyerek insanla adamlığın farklılığını bir kez daha göstermiş olur.

            -Kayseri de bulunan Talas ilçesinin mağaralarında yatıp kalkmakta olan bir mecnun,o zamanın müftüsüne gelerek bir fetva almak üzere şöyle bir soru sorar;

            Müftü Bey! Hayvanlar içerisinde çıplak dolaşmak caiz midir?

            Şimdiye kadar böyle bir soruyla karşılaşmayan müftü efendi,birazda şaşkınca şu cevabı verir;

            -Hayvanlar içerisinde çıplak dolaşmak caizdir,lakin edebe aykırıdır.

<sp!n style=”mso-tab-count:1″>            Bunu ısrarla bir kağıda yazıp imzalamasını isteyen delinin bu teklifine yanaşmak istemeyen müftüye sert bakarak,kötü niyetini göstermeye çalışan deliyi teskin ederek,eğleşmesine rağmen mecbur kalarak yazar ve imzalar.

            Fetvayı alan deli o günden sonra çıplak olarak çarşıda dolaşmaya başlar. Her gün çarşıda gördükleri bu deliyi,çıplak olarak gören Kayseri esnafı buna bir mana veremez. Zamanla ne de olsa delidir,deyip geçerler.

            Bir müddet sonra devamlı gördükleri ve görmeye alıştıkları bu deli çarşıda görünmemektedir. Esnaftan birkaç kişi kalkarak Talas ilçesindeki yatıp kalktığı mağaraya gelirler. Delinin orada ölmüş olduğunu görürler.

            Çarşıda çıplak halde iken dolaştığından beri iki avucu da yumuk olan deli,öldüğünde de iki avucunun yumuk olması,hayretlerini daha da arttırır.

            Acaba avucunda ne var? Niçin yumuyordu? Şimdi de niye öyle?

            Bu düşünceler içerisinde iken,zorlada olsa avucunun birisini açan kişi şaşkınlık içerisinde kalır. Çünki avucunda bir ayna vardır ve ona baktığında kendisini hayvan şeklinde görmektedir. Ancak bir şey anlayamamıştır. Gözlerine inanamamaktadır. Kendisinin mi bir yanlışı var? diyerek arkadaşına da bakmasını söyler. Oda bir hayvan şeklinde ve diğeri de bir hayvan şeklinde görünmektedirler.

            Mübarek avucunun içi sanki bir hayvanat bahçesi!!

            Derken öbür avucunun içerisini açıb baktıklarında,altında müftünün imza ve mührü bulunan fetvasıyla karşılaşırlar . Fetvada:” Hayvanlar içerisinde çıplak olarak dolaşmak caizdir,ancak edebe aykırıdır.”

            Bu durumu müftü bilir,düşüncesiyle müftüye gelerek durumu ona arz ederler.

            Mağaraya gelen müftü avucundaki bulunan aynaya birde kendisi bakar.

            Evet,birde o bakmış ve kendisini horoz şeklinde görmüştür. Düşünür ve etrafındakilere sebebini şöyle izah eder;

            -Gördüğüm gerçektir ve beni yansıtmaktadır. Çünki ben mesâ-i bitiminden sonra eve giderken sokak aralarından geçer,giderdim. Sokakta kapılarının önünde oturup,karşılıklı konuşan kadınların arasından geçerken,ayrı bir pozisyona girerdim. Tıpkı horoz gibi kendimde bir kabarma hissederdim…

            Bu bizlere Allahın bir ikazı ve bir ihtarıdır…

            Bediüzzamanın dediği gibi:Eğer şu insanların içleri dışlarına,dışları içlerine bir çevrilse,Hz. Eyyubtan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüleceklerdir.[3]

            Kandıran insan tilki,inatçı olan keçi,yırtıcı kişi kurt,taklidçi kişi maymun..vs.. Her biri bir hayvani sıfata sahib olduğundan,sahib olduğu hayvan suretinde görünecektir.

            Yine Bediüzzamanın savcıya;” Kötü niyetle geldiğinde seni yılan suretinde görüyorum.”demektedir.

            Başkasını zehirlemekten zevk alan bir insan,yılan ve akreb yapılı bir insandır.

            Bu aynı zamanda İslâmiyete hıyanet edenlerin gerçek çehreleridir.

  1. Akif Ersoy balkan savaşlarında zulmeden zalimleri gerçek sıfatları olan çehreleriyle şöyle tanımlar;

            Kimi yamyam kimi hindu kimi bilmem ne bela

            Hani tâûnada züldür bu rezil istila.

            Ermenisini ve sırplısını gerçek suratlarıyla tarif etmektedir.

            -Büyük veli Rabiat-ül Adeviyye Hasan Basriyi görünce Peçesini örter. Peçesini kapama sebebini kendisine sorduğunda;elbisesinin arkasında insanların gerçek suretlerini göstermiş olduğunu ve gördüğünü ifade eder.

            İnsan elbisesi giymiş,insan suretinde birer hayvan olanlarla,garib gibi görünen gerçek insanların,gerçek farkının fark edilmesi,birbirinden ayrılması gerekir.

            Merkebe altından semer vursalar,merkeb yine merkebtir.

            Nitekim Kur’an-ı keriimde İsrailoğullarından bazılarının ceza olarak domuza,bazılarının da ölecekleri,ibret olarak görülmeleri için birkaç günlüğüne bazılarının da maymuna çevrilişi,onların gerçek yapılarının bir göstergesini ortaya koymaktadır.[4]

            Böylece içkinin insanı sarhoş edip,fiziki yapısını bozduğu gibi,günahlarda insanı manen sarhoş edip,manevi yapısını bozmaktadır.

            İman insanı insan eder,belki de insanı sultan eder.

            Küfür insanı gayet aciz bir canavar hayvan eder.

            Gerçek insaniyet İman ve İslâmiyettedir.

 

                                                                                              8-5-1997

                                                                                  MEHMET     ÖZÇELİK

 

 

 

 

 

[1] A’raf.179.

[2] Furkan.44,Bak.R.N. Kudsi Kaynakları. A. Badıllı.082.

[3] Bak. Lem’alar. 6.

[4] Bak.Bakara.65,A’raf.166,Maide.60.

 




ŞEHİTLERİMİZ – ŞEHİTLİK MAKAMI – VEFA BORCUMUZ

         ŞEHİTLERİMİZ – ŞEHİTLİK MAKAMI – VEFA BORCUMUZ

         Şehitlik;Peygamberlikten sonraki mertebe. Zira;dünya hayatlarını Allah-Din-Vatan ve hak yolunda feda ettikleri için Cenab-ı Hak tarafından verilen ulvi makam. Öyle ki;bu makamı elde den şehid,kendini ölü bilmemekle kalmaz,hayatta olanları ölü bilir.

            Şehidlik;Peygamber elinden ölümsüzlük iksiri içenlerin makamı…

            Öyle bir kahraman ki –Allah – der de ölürler.

            Kim bilir hangi cenk de,hangi yerde ölürler.

            Ey gökyüzü seyreyle,Hakkın yüce erini.

            Son nefes çiçek çiçek,gülümser de ölürler.

            Ölüp cennetlik olduktan sonra hiç kimse bir daha dünyaya dönüp ölmek veya öldürülmek istemez. Ancak şehidler eriştikleri yüksek kerametleri görünce dünyaya dönüp tekrar be tekrar savaşarak şehidlik mertebesine on defa daha erişmeyi temenni ederler.

            Uhud’da şehid olan Abdullah ibni Amr için,oğlu Câbir’e Efendimiz (SAM) şöyle buyurur:”Bilir misin,Allah babanı nasıl karşıladı? Bunu ne göz görmüş,ne kulak duymuş,ne de bir beşer tahattur edebilmiştir. Öyle karşıladı ki tarif edilmez. Baban dedi ki:”Ya Rabbi,beni dünyaya iade buru da,şu tatlı ölümün neşvesini arkada kalanlara da anlatayım.”

            Allah:”Artık geriye dönme yok;o bir kereydi ve artık bitti. Fakat ben,sizin durumunuzu onlara haber veririm.”buyurdu. Sonra da aşağıdaki ayet nazil oldu.

            “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma,hayır (onlar) diridirler,Rableri katında rızıklanmaktadırlar.”[1]

Kur’an-ı Kerim-de:”(Sabredip de) Allah yolunda öldürülenler için –ölüler- demeyin. Bilakis onlar diridirler,ama siz farkında değilsiniz.”[2]

Fatiha’daki ‘Sıratı Müstakim’ sahibleri sıralanırken bunların, Allah’ın kendilerine nimet verdiği insanlar olarak;”Nebiler,Sıddıklar,Şehidler ve Salihler ‘[3]olduğu ifade edilir.

Fakihler şehidi üç kısımda taksim ederler:1)Hem dünya hemde ahiret itibariyle şehid olanlar.

2) Dünya ahkamı itibariyle şehid olanlar.

3)Ahiret ahkamı itibariyle şehid olanlar.[4]

Manevi şehidlik ise;Devasız bir hastalığa düçar olmak,sıtmadan,doğumdan,boğulmak ve yanmaktan dolayı olan ölümlerdir.

Hak yolda gidenler,özellikle alimlerin kalemlerinin mürekkebi,şehidlerin kanlarıyla muvazeneye gelir.

Şehidler kendilerini ölü bilmedikleri gibi,hayattakileri ölü bilirler.

Ayette:”Eğer Allah yolunda öldürülür yada ölürseniz,şunu bilin ki,Allahın mağfireti ve rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.”[5]

“Andolsun,ölsenizde,öldürülsenizde Allahın huzurunda toplanacaksınız.”[6]

Şehadet büyük mükafatı netice verdiği gibi,imanın artmasına da vesiledir.[7]

Şehidliğin bir imtihan sonucu olup,sabrın neticesi,mükafatın başlangıcı olduğu ve mağlubiyetin bir eseri ve sonucu da değildir.[8]

            Böylece Kur’an;gerek dünya,gerekse ahiret hayatının güven ve huzuru,hürriyet ve istiklali,şeref ve itibarı;Allah-Din-Vatan düşmanlarıyla savaşıp üstün fedakarlık göstermeye bağlıdır,diyor. Şehidlik bunun önemli halkasını oluşturur.

            Hadiste:”Muhammedin nefsi kudret elinde olan zatı zülcelâle kasem olsun,Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi,sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi,sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim.”[9]

            Hadiste:”İmanı olan kimsenin,fasık bile olsa,şehidlik ücretini alacağını..”müjdelemektedir.[10]

            Hadiste:”Kim Allahın kelamı yücelsin diye mukâtele ederse,O Allah yolundadır.”[11]

            Hadiste:”Şehidlerin ruhları yeşil kuşların (Tuyûrun Hudrun) içindedir. Dilediği yerde rızkını yer.”[12]

            Din-Vatan-Allah yolunda ölmesini bilenler,Ahirette yaşamasını bilenlerdir.

            İşte milletimiz vatanı ve inandığı kutsal değerleri uğruna savaşmış,bu yolda ölmeği yaşamağa yeğ tutmuştur. “Ölürsem şehid,kalırsam ğazi”inancı,onların şanlı zaferlerinin sırrı olmuştur.

            Şehidlik ve gazilik;asil ruhlu milletimizin benliğinde yaşayan iki yüce değerdir.

            Bunun en yakın örneği Çanakkale zaferi ve İstiklal savaşımızdır. O zamanlar,neredeyse bütün dünya Türk milletini yok ettiğini sanıyordu. Oysa Türk anaları evlatlarına ilk sütlerini verirken:”Ya şehid ol,ya gazi.” demişler. Bu ruhla yetişen kahraman evladlar şahlandılar,tarihe destanlar armağan ettiler.

            Evladını kaybeden ana-baba bir yıl ağlar ve üzülür. Vatanını kaybeden milletler asırlarca ağlarlar.

            Şehidlik bütün müslümanlar için ideal olmakla beraber,Bunun da Allah’ın dilemesiyle gerçekleşen bir nasib olduğu unutulmamalıdır. Bir müslüman için Allah’ın rızası ve şehidler için vadettiği ulvi mertebeler karşısında elbette hayatın hiçbir değeri yoktur.

            Tarihte olduğu gibi;Çanakkale’de,Kore’de,Kıbrıs’da da Türk askeri Allah’ın görünmez ordularıyla desteklendiği inancı ile şehidliği en ulvi mertebe sayan gelenekleşmiş bir Dini-Ahlaki formasyonla döğüşmüştür.

            Hz. Peygamberin mübarek ağzıyla şehidliğin cennetle mükafatlandırılacağı müjdesini duyduğu zaman aşka gelerek;”Allah Allah” diye haykıran sahabinin heyecanı aynı samimiyet ve tazeliği ile Türk askerinde devam etmektedir. “Allah Allah” haykırışı,savaş meydanlarında Türk saldırısının,hala gayeyi de,neticeyi de içinde taşıyan ulvi parolasıdır.

            Kur’an-ı Kerim-de:”Nusret (Yardım) ancak Allah’ın indindedir” [13]buyurulmuştur.

            Nitekim NUSRET adlı mayın gemimiz 17-Mart gecesi, daha önce mayından temizledikleri bölgeye gizlice mayın döşemeyi başarmış. 18-mart sabahı boğaza yüklenen düşman böylece gafil avlanmış; 6 parça büyük zırhlısının batışını dehşetle seyretmiştir. İşte ilâhi nusret …

            Düşman kumandanlarını hayrette bırakan manzaralar… Yer-gök ölü püskürdüğü halde gelişmeler sadece santim- santim. Çanakkale geçinmemekte…Zira Mehmetçik et ve kemiğinden duvar örmüş, kanını da harç yapmış. İşte ilahi terkipli bir kale…

            Birinci cihan harbinde , dokuz cephede belli bir neslin pırlanta gençlerini kaybettik. Gaziler ise savaş sonrası eşsiz ve sefil oldular.” Yedek subay savaşı olan Çanakkale de ise; ekserisi yüksek tahsilli yüz binlerce deli kanlı şehit verildi.Bu ilmi bir kayıp olmuştur. ”Alimin ölümü alemin ölümüdür.”fermanınca alemler kaybettik.

            Milletin boynunda şerefle taşıdığı gerdanlık,Çanakkale Gerdanlığı…200 bin şehid incisinin canları ve kanlarıyla dizilmiş ve oluşmuştur….

            Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı.

            Düşün altında binlerce kefensiz yatanı…

            Çanakkale;ehli Hilalin ehli Salibe,hakkın batıla,ulvi ideallere sahib bir milletin basit ideal sahiblerine hakimiyeti…Düğüne gidercesine ölümün yüzüne gülüp,ölüme gidenlerle,ölümden ve ölmekten kaçanların buluştuğu muhteşem bir gündür…

            İMAN TEKNİĞE MEYDAN OKUDU . İŞTE ÇANAKKALE…

            M.Akif şehidler abidesi için şöyle der:

            Gök kubbenin altında yatar al kan içinde

            Ey yolcu,şu topraklar için can veren erler.

            Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez;

            Ğufrâna bürünmüş,yalınız Fatiha bekler.

 

                                                                                                                      17-3-1992

                                                                                                          MEHMET   ÖZÇELİK

 

 

           

[1] Al-i İmran.169-170.

[2] Bakara.154.

[3] Nisa.69.

[4] Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan. 5 / 256.

[5] Al-i İmran.157.

[6] Al-i İmran.158.

[7] Nisa.74,95-96,Al-i İmran.171-174,Tevbe.52,111,Hac.58,Muhammed.4-6.

[8] Al-i İmran.140-142.

[9] Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan. 5 / 24.

[10] Age. 5 / 50.

[11] Age. 5 / 83.

[12] Age. 14 / 351.

[13] Al-i İmran.126,Enfal.10.




SALİH AMEL

                                                           SALİH     AMEL

            Asr suresinde,Asra yemin eden Allah,İnsanın husran ve zararda olduğunu belirtip,ancak bundan iman edipte salih ve iyi amelde bulunanların müstesna tutulabileceğini belirtmektedir.

            Her insan başlı başına bir şifredir. Çözülmesi gerekir. Çözülüp açılması halinde bir çok harikalıklar ondan çıkacaktır.

            O insanın bu şifresini de ancak onun imanı ve salih ameli ile açmak söz konusudur.

            Günahlar ise bilgisayar ve disketlerdeki virüsler gibidirler. İnsan şifresini alt-üst ederler.

            Takva ve salih amel insan şifresini virüslerden temizleyip normal dengesine getirirken,günahlar o dengeyi bozarak dengesiz ve çalışmaz hale getirirler.

            Haram,[1] ve günahlar,büyüklükleri nisbetinde insanın kalbinde bir leke oluştururlar. Temizlenmesi için,Hadiste belirtildiği üzere:” Günahlardan öyle günah vardır ki,onu sadece iç düşüncesi,hüzün eritebilir.”

            Samimi bir dönüş,tam bir pişmanlık onun kirini ve lekesini giderebilir.

            Vazifeler içerisinde en kutsal bir vazife de;iyiliği emr,kötülüğü nehydir.[2]

            Salih amel;[3]imanın artıp kuvvetlenmesine en büyük vesiledir.

            Ancak bu amel imandan bir cüz ve bir parça değildir.[4]

            Helal,işin vasatı,orta yoludur. Takva,istikamet,ortanın da ortası,ortada zirvedir. Fetva ise,aşağıda,umum içinde hususu ifade eder.

            Helal-Takva-Fetva;kur’an ve Sünnet yolunda anayol olarak bulunub,diğer yollar,tali yollardır.

            Beden-ruh-maneviyat-toplum değerleri-hürmet saygı-Allah rızası;basit şeylere indirilmeyecek kadar alidir.

            Ayette:”Güzel ve temiz sözler O’na yükselir,Amel-i salihi,güzel ve mabul işi de Allah yükseltir.”[5]

            Ağızdan çıkan ,yapılan güzel işler,kokular birer kelime-i tayyibe,güzel sözlerdirler. ayet mucibince bunlar göğe yükselirler.

            Kelime-i habise denilen kötü söz,iş ve kötü koku gibi şeylerde o ağırlığı ile göğe çıkmaya çalışır.

            Ve bu ikisi bir mücadele içerisine girerler,hangisi hangisine galebe ederse ;aynı durum yer yüzüne akseder.

            Yani kelime-i habise üstün gelirse,dünyada da kötüler iyilere galib gelir. Kelime-i Tayyibe üstün gelirse,yer yüzünde de iyiler kötülere üstün ve galib gelirler.

            Çocukların ağızlarından çıkan kötü sözler;büyüklerin sözleri veya fiilleridirler.

            Manevi atmosferin üstün olduğu yerlerde bu durum daha net görülmektedir.

            Rasulullahın zamanına,Osmanlı dönemine baktığımızda;hayatın her kesiminde bu manevi atmosferin hakimiyetini görebiliriz. Zira yapılan işler Allah’ı ve ahireti hatırlatan işler üzerine dönüyordu.

            Esnaf hayatındaki dürüstlük,emniyet ve güven,onların iyi hal içerisinde olup olmamalarıyla alakalıdır.

            Yol üçtür;Ya her şey odur dediğimizde;a)Madde ve tabiattır,mana yoktur.

            b)Madde yoktur,o vardır,mana vardır.

            c)Veya en doğrusu ki;Her şey O’ndandır.

            Fail ve müessir olmayan insan bir cihetle;” Yalnız bir tesiriniz var;o da hayrı mutlaktan gelen hayrı güzel bir surette kabul etmemenizden,şerre sebeb olmanızdır.”[6]

            Tıpkı su cetvelini açmamakla bir bahçenin kurumasına sebeb olan kimse gibi.

            Yapılacak iş;salih amel suyunu bahçeye yönlendirmektir. Zira su zaten akmaktadır.

            Allah insanı da salih amelle terbiye etmektedir.

            Odunu terbiye eden Allah;ondan çiçek,gül,meyveler,sebzeler çıkarmaktadır. Meniyi terbiye eden Allah,ondan bir canlı ve insan çıkarmaktadır.

            Aynı terbiye devam ederse,basitlik ortadan kalkarken,olmaması durumunda tekrar odun ve meniliğe rücu eder.

            Her şey ilahi terbiye ile değer alır,değerlenir. Kur’an ilahi terbiyenin sürekli tecelli şeklidir. O’nsuz her şey basite rücu eder.

            İncilde iyi ile kötünün meseli şöyle bir temsille anlatılır:” Göklerin melekûtunun misali,köyünde temiz tohumla buğday eken adamın misali gibidir. İnsanlar uyuyunca,bu adamın düşmanı gelerek tarlasına,buğdayın arasına karaca tohumu ekti. Ekin bitip filizler başak verince,karaca buğdaya galib geldi. bunun üzerine çiftçinin köleleri gelerek=

            “Ey Efendim,tarlana yeni temiz buğday ekmemiş miydin?”deyince,Efendi”Evet”dedi. Bunun üzerine köleler:”Ya bu karaca nereden çıktı?”dediler.

            Efendi;”Belki de siz karacayı sökeceğiz diye,onunla beraber buğdayı da sökersiniz,onun için bırakın ikisi de hasad zamanına kadar büyüsünler.”dedi.

            Hasad zamanı hasadçılara,karaca bitkisini buğdaydan ayırmalarını,demet demet yapıp ateşte yakmalarını,buğdayı da ambara doldurmalarını emretti.

            Size bunu açıklayalım=Bu iyi kalite buğdayı eken adam o insanların atası Hz: Âdem(AS),tarlası alem,bu kaliteli buğday da,Allah’a itaat eden melekutun biz oğullarıyız.

            Karaca tohumunu atan ise iblistir. Karaca ise iblisin ve ordusunun ektiği günah tohumlarıdır. Hasadçılar ise ecelleri gelinceye kadar insanları bırakıp,ecelleri geldiğinde cennetlikleri Allah’ın melekûtun da,cehennemlikleri de ateşte toplayan meleklerdir. Karacanın derlenip-toplanıp ateşte yakılması gibi,Allah’ın Peygamberleri ve melekleri de,Allah’ın melekûtundan tembelleri ve onların günahlarını derler toplarlar ve cehennemin külhanına atarlar. Böylece orada bir feryâd-u figan,bir diş gıcırtısı başlar. Cennetlikler orada,Rablerinin melekûtundadır.

            Dinleyecek kulağı olan dinlesin.”[7]

            Zira eken biçer. Bu dünyada günahı eken ahirette de günahı,sevab eken de sevabı biçer.

            Günah ve haramın sancıları sadece ahiret alemlerinde değil,bu dünyada da ölüme kadar götüren sancıları insana miras bırakır.[8]

            Günahın insanı çepeçevre sardığı böyle bir zamanda,şerden hayra vakit yok. Bu da şerre düşüp,içerisinde yüzmekle geçirilmekte veya ondan korunmak için çarelere başvurulmakla olacaktır.

            Yani;en iyi durumda insanlar mesailerini tek yönde,günahları göz önünde bulundurarak,ondan sakınmanın çarelerini aramalıdırlar.

            Her ne kadar şerler hayırların ortaya çıkmasına sebeb olsalar da;mücerred olarak hayırla iştiğal edip meşgul olmayı,öğrenip bilmeyi,bilip yaşamayı engellemekte,mevcut hayırları düşündürmemekte,ona perde olmaktadır.

            Şöyle ki;İslam binasını korumaktan,İslam binasını gezmeye vakit kalmamaktadır. Engeller ve engellemeler ile uğraşılmaktadır.

            “Kötüler kötüleri bitirdiği gibi,onlara göz yumanları da beraber bitirmekte,helak etmektedir.”[9]

            -Kur’an-ı ifade edememek dahi bir ifadedir. Sonsuza karşı kendisinin damla idrakinde olan şuuru,acziyetinde tezahür eden bir idraktir.

            O’nu yutamıyan,O’nda yutulmayı ve olmayı istemek..O’nu kucaklayamamanın,kucaklanma isteği..

            Ezelden ebede varlığı dokuyan ve döken bir ibrişim ve bir petektir o…

            İnsanları tasnif ederken;Münafıklar;imanla-küfür arasında gitmekte ve bocalamaktadırlar.[10] Tembeldirler.[11] Münafikun suresi onları anlatır.

            -İnsanlar ya -aklı maaş-yani geçimini düşünen bir akla sahibdirler veya –aklı meâd-onunda ötesinde ileriyi,ilerilerinde ilerisi olan ahireti düşünen bir düşünceye sahiptirler.

            -İnsanların cinayetleri ve kan akıtmaları;kuvve-i Ğadabiyye olan kızma duygusundan,onun kontrol altına alınmamasındandır.

            -Fesad ve kan dökme o insanın hususiyetlerindendir.[12]

            Kur’an her şeyi temize çıkarmış,bir yandan yanlış anlaşılmasını engellemiş,bir yandan da doğruyu göstermiştir. Yoksa ne Hz. İsa’yı,ne Hz: Musa’yı doğrulayabilir,ne de Hz. Adem’den haberdar olabilirdik.

            -Geçmiş zamanlardan birinde,mü’min olduğundan dolayı önce dağdan atılarak öldürülmeye çalışılan fakat ölmeyib geri gelen,daha sonra denize atılarak öldürülmeye çalışıldığı halde ölmeyen genci öldüremeyen o kimselere genç şu tavsiyelerde bulunur:

            Bütün halkı toplayın,bu çocuğun Rabbi adıyla-diyerek bana bir ok atarsanız,işte o zaman beni öldürebilirsiniz.”

            Ve aynen yapılır. Genç ölür. Onun ölümü adeta onun doğumu olur. Zira bunu gören,bilip,duyan tüm halkın iman etmesine sebeb olmuş olur.

            Beşerin eski günahlarına keffâret olarak bir “Saadeti dünyeviye”olup,”Hayır ve Hak din istikbalde mutlak galebe edecektir.”[13]

            Zira beşer bu bin senelik terakkiyâtını zir-ü zeber eden bir cinayeti hazmetmeyecektir.[14]

            -Kalb kâbe,akıl kıble..

            -Din istikamet,fikirde feraset..

            -Şuurda kuvvet,imanda nur..

            -Vicdan hekim,nefis mahkum..                                                                                          

-Ruh hakim,idrak hakim..

            -Bir gönül yapmak Hacc-ı ekber sayılmış..

            Bir gönül yıkmak,yüz bin kâbe yıkmıştır,denilmiş..

            Zira Kâbe;İbrahim (AS) Peygamberin yapısı..

            Kalb ve gönül ise;Celil ve Ekber olan Allah’ın yapısı..

            Kalb nazar-gâh-ı ilâhi..

            Cenâb-ı Hakkın bir tecelligâh-ı….

 

                                                                                                                      4-4-1998

                                                                                                          MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Bkn.İslam ans.TDV. 16 / 97-104.

[2] Bkn.Fezail-i A’mal.Müslüman şahsiyeti.M.Z.Kandehlevi.Terc.Y.Karaca.sh.247-248.

[3] İslam ans.age. 3 / 13-20.

[4] H.D.K.Dili.E.H.Yazır. 1 / 90, 2 / 925, Tefsir-i Kebir. F.Razi.Terc.heyet. 6 / 27.

[5] Fatır.10.

[6] Sözler.B.S.Nursi.sh.210.

[7] Tefsir-i Kebir.F.Razi.terc.heyet. 2 / 177-178.

[8] Bkn.İbnül Esir. İslam Tarihi. el-Kamil fit-Tarih.Trec.Dr.A.Ağırakça. 6 / 372.

[9] Bkn.Maruf ve Münker.M.Abduh.46,52.

[10] Nisa.143.

[11] Nisa.142.

[12] Bakara.30.

[13] H.Şamiye.B.S.Nursi.37,42.

[14] Bkn.age.43.




HAMD VE ŞÜKÜR

                                      H A M D       VE     Ş Ü K Ü R

         HAMD : Medih,övmek anlamınadır. İstilahi olarak;Cenâb-ı Hak’ka karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O’na Hamd ve Şükür ile medihlerini bildirmeleri,sena etmeleri anlamına gelmektedir.[1]

            El-Hamdulillahi’nin faideleri ve mahalli istimalleri ise;Aynı o insan gördüğü leziz nimetlerden duyduğu zevkleri izhar etmekle “Hamd” ünvanı altında in’amı mün’imde ve mün’imi in’amda görmekle idame-i nimet ve tezyid-i lezzet talebinde bulunarak “Elhamdulillah” cümlesiyle nimetler definesini bulan adam gibi nefes alıyor.”[2]

            Hamd’de;Tevhid,nübüvvet,haşir ve adalet ile ibadet gibi 4 hedef vardır. Başında –Kul- (söyle) ifadesiyle bunlar melhuzdur ve düşünülür.

            “Elhamdulillahı insana dedirten,imanın sonsuz faide ve nurlarından”dır.

            Ve özetle ;Her şey insana “Elhamdulillah” dedirttirmektedir.

İmanın istinad ve istimdat noktalarını havi olmasından Elhamdulillah demesi iktiza eder.”

            Devamla:”-Elhamdulillah-daki –Lam-,lam-ı İstiğraktır.. Yani,umum hamdler ile hamdedilmesini ifade eder. Mesela bunlardan birisi Rahmaniyettir ki,zevil-hayattan rahmete mazhar olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir.”[3]

            Zira insanın nefsi Rahmaniyetin cilveleri ile,kalbi de Rahimiyetin tecelliyatı ile nimetlendikleri gibi;insanın aklı da Hakimiyetin letaifi ile zevk alır,telezzüz eder.

            İşte bu itibar ile,ağız dolusu”Elhamdulillah söylemekle hamdu senaları istilzam eder.”

            “Her bir isminde sonsuz nimetler bulunduğu için sonsuz hamdleri,şükürleri istilzam eder.”[4] Ve Peygamberimizin,İslamın ve Kur’an-ın gönderilmesi de öyle bir nimettir ki,sonsuz Elhamdulillah’ı istilzam eder. Bütün her şey onu hamd ve senâhandır.

            “….dünyada yediğin meyve üstünde söylediğin “Elhamdülillah” kelimesi, cennet meyvesi olarak tecessüm ettirilip sana takdim edilir. Burada meyve yersin, orada “Elhamdülillah” yersin. Ve nimette ve taam içinde in’am-ı İlahîyi ve iltifat-ı Rahmanîyi gördüğünden o lezzetli şükr-ü manevî, Cennet’te gayet leziz bir taam suretinde sana verileceği, hadîsin nassıyla, Kur’anın işaratıyla ve hikmet ve rahmetin iktizasıyla sabittir.”[5]

            “Rahmaniyet hakikatıdır.”Allah rahmaniyetiyle tüm kainatı bize bir sofra yapmış. Ve bize o nimetlerden istifade etmemiz için yüzlerle ve binlerle iştihalar ve ihtiyaçlar,duygular,hissiyatlar vermiş.

            Özetle;Mide vermiş,hayat ihsan etmiş,insaniyet lutfetmiş,akıl ve kalb gibi çok aletleriyle hem maddi,hem manevi alemin nihayetsiz hediyelerinden zevk alır.. İslâmiyeti bildirmiş,iman hidayet etmiş,alem sarayındaki her şeyin anahtarı insanın eline verilmiş…

            “Her şeyi ihata eden “Rahmaniyet” hakikatı dahi, vücuda gelen ve dünya hayatına giren bütün zîhayatları ve bilhassa yeni gelenleri kemal-i intizamla beslemesi ve levazımatını yetiştirmesi ve hiçbirini unutmaması ve aynı rahmet, her yerde, her anda ve her ferde yetişmesiyle bedahetle hem vahdeti, hem vahdet içinde ehadiyeti gösterir.”[6]

            Hamd-Kur’an-da 38 yerde geçer. Bi-hamdike,bir yerde. Bi-hamdihi,dört yerde. Hamidun bir,Mahmud bir,hamiidun on altı,hamiden bir yerde.

            Hamd ifadesi,yedi değişik şekilde gelip,62 kere zikredilir. Hamd ile ilgili ayetler Kur’an-ın 32 suresinde geçmektedir. Kur’an-da Hamd edenler cennetle müjdelenmişlerdir.[7]

            Bediüzzaman eserlerinde özetle:” Evet o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir’dir. Başta “Bismillah” zikirdir. Âhirde “Elhamdülillah” şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san’at olan nimetler Ehad-i Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir.”[8]

            “Evet her bir namazın vakti, mühim bir inkılab başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlahînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlâhiyenin birer ma’kesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelal’e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve ta’zim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnüne karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.”[9]

            “Namazın manası, Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve ta’zim ve şükürdür. Yani, celaline karşı kavlen ve fiilen “Sübhanallah” deyip takdis etmek. Hem kemaline karşı, lafzan ve amelen “Allahü Ekber” deyip ta’zim etmek. Hem cemaline karşı, kalben ve lisanen ve bedenen “Elhamdülillah” deyip şükretmektir. Demek tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın manasını te’kid ve takviye için şu kelimat-ı mübareke, otuzüç defa tekrar edilir. Namazın manası, şu mücmel hülâsalarla te’kid edilir.”[10]

            “hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse; mukabilinde insan şükür ve hamdle ona hürmet etmese; cezasız kalsın, başı boş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelal bir dâr-ı mücazat hazırlamasın?”[11]

            “Sen öyle şükre lâyık bir meşkûrsun ki, bütün kâinata serilmiş bütün ihsanatın açık lisan-ı halleri, şükür ve senanızı okuyorlar. Hem âlem çarşısında dizilmiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bütün nimetlerin ilânatıyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar. Hem rahmet ve nimetin manzum meyveleri ve mevzun yemişleri, senin cûd u keremine şehadet etmekle senin şükrünü enzar-ı mahlukat önünde îfa ederler.”[12]

            “Bütün mevcudatta sebeb-i medh ü sena olan kemalât onundur. Öyle ise, hamd dahi ona aittir. Ezelden ebede kadar her kimden her kime karşı gelen ve gelecek medh ü sena ona aittir. Çünki sebeb-i medh olan nimet ve ihsan ve kemal ve cemal ve medar-ı hamd olan her şey onundur, ona aittir.”[13]

            “Bütün vücud âlemleri “Elhamdülillah Elhamdülillah” ve bütün adem âlemleri “Sübhanallah Sübhanallah” der”[14]

            “Şu “Elhamdülillah” cümlesi, her biri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur’anın dört suresinde tekerrür etmiştir. O nimetler de; neş’e-i ûlâ ile neş’e-i ûlâda beka, neş’e-i uhra ile neş’e-i uhrada beka nimetlerinden ibarettir.”[15]

            “Hamd, in’am şeceresini, nimet semeresinde gösterir. Ve bu vesile ile zeval-i nimetin tasavvurundan hasıl olan elem zâil olur. Çünki şecerede çok semere vardır, biri giderse ötekisi yerine gelir. Demek hamd, ayn-ı lezzettir.”[16]

           

            Ş Ü K Ü R : Teşekkür anlamına olup,Hamd’den daha umumidir. Taalluk cihetiyle hususidir. Sadece Allah’a aidiyyeti ifade eder. Kişi şükürle,her nimet, Allah’ın razı olduğu yere sarf eder.

            Hamd;Taalluk cihetinden daha umumi,esbab cihetinden daha hususidir.

            Bediüzzaman:”Ramazan-ı mübareğin savmı,Cenab-ı Hakkın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle….”[17]

Cenab-ı Hak bütün nimetlerini yer yüzünde bizlere neşretmiş,bunları da bizlere sebebler yoluyla veriyor. Oysa O hepsinden fazla şükre layıktır.

            “…İşte O’na teşekkür etmek;o nimetleri doğrudan doğruya O’ndan bilmek,o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

            İşte Ramazan-ı şerifteki oruç,hakiki ve halis,azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır.”

            Çünkü başka zamanda hakiki açlık hissedilmediğinden nimetin kıymeti derk edilmiyor. Bununla ilgili olarak Yahudilerin Cumartesi’nin hürmetine riayet etmediklerinden dolayı ceza olarak etlerinin kokmaya başlaması…

            Cenab-ı Hak bizleri ademden,yokluktan vücuda çıkarmış,bir çok nimetler vermiştir.

            “Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin her birisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin enva’ına bir fihriste şeklini veriyor.

Binaenaleyh geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde: “Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Ne ile müstehak oldun? Ve şükründe bulundun mu?” diye suale çekileceksin. Çünki vukua gelen haller suale tâbidir. Amma imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tâbi değildir. Geçirmiş olduğun ahval, vukuattır. Gelecek ahvalin ademdir. Vücud mes’uldür, adem ise mes’ul değildir. Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.”[18]

            “Eğer desen: “Şu küllî hadsiz nimetlere karşı nasıl şu mahdud ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”

            Elcevab: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile… Meselâ: Nasıl ki bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, her biri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymetdar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünki sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.” İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatını, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: Âciz bir abd, namazında “Ettahiyyatü lillah” der. Yani: Bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri hediye-i ubudiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.”[19]

            “İstidad ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla insan ne istemişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlahiye, ta’dad ile bitmez, tükenmez.”[20]

            “Binaenaleyh her bir nimetin bidayetinde, mü’min olan kimse Besmeleyi okusun. Ve o nimetin Allah’tan olduğunu kasd etmekle, kendisi ancak Allah’ın ismiyle, Allah’ın hesabına aldığını bilerek, Allah’a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun.”[21]

            Yani:”Nimetten in’ama bakmak,İn’amdan mün’imi hakikiyi düşünmek bir şükürdür.”[22]        

            Bedizzaman eserlerinde:” Cenab-ı Mün’im-i Hakikî’nin bütün nimetlerinin her bir çeşitlerini size ihsas ettirip şükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip, şükür ve ibadetini etmelisiniz.”[23]

            “Bir Mün’im-i Kerim, maddî ve manevî nimetlerin lezizleriyle onu perverde ediyor. O da ona mukabil; fiiliyle, haliyle, kaliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleri ile, cihazatı ile şükür ve hamd ü sena eder.”[24]

            “Sema ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi müheyya edip oradan yağmuru, buradan hububatı çıkaran kimdir? Allah’tan başka koca sema ve zemini iki muti hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise, şükür ona münhasırdır.”[25]

            “Dünyada ise leziz taamlara, güzel meyvelere muhabbetin, elemsiz bir nimet ve ayn-ı şükür bir lezzettir.”[26]

            “Evet Kur’an-ı Hakîm nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor; öyle de Kur’an-ı Kebir olan şu kâinat dahi gösteriyor ki: Netice-i hilkat-i âlemin en mühimmi, şükürdür. Çünki kâinata dikkat edilse görünüyor ki: Kâinatın teşkilâtı şükrü intaç edecek bir surette her bir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi, şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en a’lâsı, şükürdür.”[27]

            “Şükrün mikyası; kanaattır ve iktisaddır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram helâl demeyip rast geleni yemektir.

            Evet hırs; şükürsüzlük olduğu gibi, hem sebeb-i mahrumiyettir, hem vasıta-i zillettir. Hattâ hayat-ı içtimaiyeye sahib olan mübarek karınca dahi, güya hırs vasıtasıyla ayaklar altında kalmış ezilir. Çünki kanaat etmeyip, senede birkaç tane buğday kâfi gelirken, elinden gelse binler taneyi toplar. Güya mübarek arı, kanaatından dolayı başlar üstünde uçar. Kanaat ettiğinden, balı insanlara emr-i İlahî ile ihsan eder, yedirir.”[28]

            “Eğer şükür etmezse; o muvakkat lezzet, zeval ile bir elem ve teessüf bırakır ve kendisi dahi kazurat olur. Elmas mahiyetindeki nimet, kömüre kalb olur. Şükür ile, zâil rızıklar; daimî lezzetler, bâki meyveler verir. Şükürsüz nimet, en güzel bir suretten, çirkin bir surete döner. Çünki o gafile göre rızkın akibeti, muvakkat bir lezzetten sonra füzulâttır.”[29]

            “Enva’-ı zîhayat içinde en ziyade rızkın enva’ına muhtaç, insandır. Cenab-ı Hak insanı bütün esmasına câmi’ bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata mâlik bir mu’cize-i kudret ve bütün esmasının cilvelerinin ve san’atlarının inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir. Onun için hadsiz bir ihtiyaç verip, maddî ve manevî rızkın hadsiz enva’ına muhtaç etmiştir. İnsanı, bu câmiiyete göre en a’lâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vasıtası, şükürdür. Şükür olmazsa, esfel-i safilîne düşer; bir zulm-ü azîmi irtikâb eder.”[30]

            Kur’an-ı Kerim-de şükür ifadesi 18 değişik şekilde gelip,75 kere zikredilir. Şükür ile ilgili âyetler Kur’an-ın 12 suresinde geçer.

            Şöyle ki: Şekere iki kere,şekertüm iki kere,eşkuru-e üç,teşkuru bir,teşkurun on dokuz,yeşkuru üç,yeşkurun dokuz,üşkur iki,üşkurû beş,şükren bir, şükûren iki,şâkirûn bir,şâkiren bir,eş-şâkirin dokuz,şekûrin-şekûrun dokuz,şekûren bir,meşkûren iki kere,toplam 75,hamd 62 olup,toplam:137 defa geçmektedir.

 

            HAMD VE   ŞÜKÜR : Peygamberimiz bir hadislerinde;Kur’an-ı Kerim-in en faziletli suresinin Fatiha suresi olduğunu buyurmuştur. Veya Ümmül Kitab olarak da zikredilmiştir.

            İşte bu surenin diğer bir adının Hamd ile başlamasından dolayı Hamd suresidir. Bundan başka Kur’an-da:En’am,Kehf,Sebe’,Fatır sureleri Hamd ile başlar. Bunlardan üçü,gökleri ve yeri yaratan diye başlar. (En’am,Sebe’,Fatır),Fatiha alemlerin rabbi,diğerinde kitabı indiren diye (Kehf) başlar.

            “Hadis’de:”Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez. Allah’ın nimetinden söz etmek şükürdür. Bunu terk ise nankörlüktür. Cemaat rahmet,ayrılık azabdır.”

            Hamd ve şükrün müradifleri yani eş anlamlı olanları ise;Rızık,bereket,yemek,tahdis,hırs,hissiyat,enaniyet,insan,kalb,ahlak,hubbu câh,ihlas,nefs ve kusur gibi kelimelerdir…

           

                                                                                                          7-5-1994

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Bak.İşarat-ül İ’caz.B.Said Nursi.sh.17,Mektubat.agy.367,20 mektub.Beşinci Kelime.206,Sözler.agy.604.

[2] Mesnevi-i Nuriye.Bediüzzaman Said Nursi.sh.118,Bak.29.Mektub.5.nükte.sh.392.

[3] Arabi fıkradan Abdulmecid efendinin oruçlu iken tercüme etiği:Şualar,29.Lem’adan,2.Bab.

[4] 7.Nokta.dan devamla…

[5] Sözler.32.söz.1.İşaret.sh.647.

[6] Şualar.7.şua.2.Bab.2.Hakikat.sh.141.

[7] Tevbe.112.

[8] Sözler.age.sh.7.

[9] Age.40.

[10] Age.sh.40-44.

[11] Age.65.

[12] Age.124-125.

[13] Mektubat.236.

[14] Şualar.262.

[15] İşarat-ül İ’caz.17.

[16] Mesnevi-i Nuriye.123.

[17] Mektubat.29.mektub.2.risale.2.nükte.sh.399.Ramazan risalesi.

[18] Mesnevi-i Nuriye.sh.124.

[19] Sözler.5.Dal.2.meyve.sh.360.

[20] Sözler.25.söz.6.nükte-i Belağat.sh.421,28.mektub.5.mesele.sh.364.Şükür risalesi,Şualar.6.şua.sh.92.İbrahim.34.

[21] Mesnevi-i Nuriye.sh.86,Lem’alr.19.Lem’a.3.nükte.sh.140.

[22] Lem’alar.17.lem’a.13.nota.4.mesele,sh.133,Sözler.32.söz.3.mevkıf.2.nokta.2.mebhas.3.nükte.sh.641.

[23] Sözler.126.

[24] Age.329.

[25] Age.416.

[26] Age.644.

[27] Mektubat.364.

[28] Age.366.

[29] Age.366.

[30] Age.367




KURBAN VE FAYDALARI

                                      KURBAN     VE       FAYDALARI

         H.2. senede Vacib kılınan kurban,Allah’a yaklaşmak anlamına olup,şükrün bir ifadesidir. Aynı zamanda Hz. İbrahim peygamberin bir sünneti olup,onun Rabbisine karşı imtihanı kazanması gibi,insanın da itaat ve inkiyad ederek kurban kesmesi bir nevi imtihanı kazanmasıdır.

            Âyet’de:”Vaktaki yanında koşmak çağına erdi,Ey yavrum dedi:”Ben menam’da (uykuda) görüyorum ki,ben seni boğazlıyorum. Bir düşün,ne dersin? dedi.

            O da cevaben:”Babacığım,emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun.”dedi.”[1]

            Hz. İbrahim’in;Ya Rab,eğer bana bir evlat çocuğu verirsen onu senin için kurban edeceğim,deyip,Sonra Cenâb-ı Hak uykuda ona vahyederek,sözünü yerine getirmesini emrediyor. Azminden dolayı onu İshak ile teyid ediyor.

            Hz. İbrahim bu rüyayı;Zilhiccenin 8.9.10. yani Terviye,Arefe ve Nahir geceleri görmüştü.

            Burada Hz. İbrahim ve İsmailin Muhsinlerden yani Peygamberimizin ifadesiyle:”Rabbisini görür gibi ibadet etmek,biz onu görmesek de onun bizi gördüğüne inanmak” bu sıfata haiz kimselerden olduğu belirtilmektedir.

            Cenâb-ı Hakta buna mükâfaten;İbrahime oğlunun yerine kesilmek üzere bir kurbanlık göndermiştir.

            İmam-ı Azam şöyle demiştir:”Çocuğunu kurban etmeyi nezir eden bir kimseye;bir koyun kesmek vacib olur.

            Ayetlerde [2] zikredilen kurban,Hadislerde de:”Udhiyye ve Zebaih” başlıkları altında zikredilmektedir.[3]

            Hadiste:”Ya Fatıma,kalk,kurban kesilirken sen de yanında bulun. Onun kanından ilk damla yere düştüğü anda senin bütün günahların affedilir. Kıyamet gününde de kurban eti ve kanıyla getirilecek,senin mizanına yetmiş misli olarak konacaktır.”

            Ve:”Maldan bir vüs’at bulup da Udhiyye kurbanı kesmiyen bizim namazgahımıza yaklaşmasın.”

            “Udhiyye kurbanı kesiniz. Çünkü o babanız İbrahimin sünnetidir.”buyurulur.

            Udhiyyenin en hayırlısı Koçtur. Hadiste:”Koyun eti şifalı olduğu için daha iyidir.”

Ve:”Kurbanın en hayırlısı Koçtur.”denilmektedir.

            Kevser suresinde:”(Ya Muhammed) Biz sana kevseri verdik. Onun için Rabbine kulluk et ve Kurban kes. Asıl sonu (soyu ve nesli)kesik olan,şüphesiz seni kötüleyendir.”[4]

            Bu surenin nüzul sebebi: Âs bin Vail Peygamberimize Ebter dediğinden dolayıdır.

            Enes bin Malik:Hz. Peygamber (SAM) bir iğfa halinde dalmıştı,derken tebessüm ederek başını kaldırdı.”Bana aniden bir sure inzal olundu.”buyurdu da,okudu. Sonra buyurdu ki;bilir misiniz,Kevser Nedir? Allah ve Rasulü daha iyi bilir,dediler. Buyurdu ki:Bir nehirdir. Onu bana Rabbim Azze ve Celle cennet de verdi. Onda pek çok hayır (hayrı kesir) var. Ümmetim kıyamet günü ona vürud edecek.(varacak) Kapları yıldızlar sayısıncadır,derken içlerinden bir kul halecan ile çekilir atılır. Ya Rab,o benim ümmetimdendir,derim. Buyurulur ki;Bilmezsin senden sonra onlar neler ihdas ettiler.”

            Peygamberimiz buyurdu ki:”Ben semaya uruc ettirildiğim zaman (çıkartıldığımda) bir nehre vardım. Kenarları mücevvef inci kubbeleri idi,bu ne ya Cibril,dedim? Bu sana Rabbinin verdiği kevserdir,dedi.”

            Kevser cennette bir nehrin adı olup,diğer ırmaklar bundan ayrılırlar.

            Kevser;Ahmed ibni Hanbel,Buhari ve Müslim,İbni Mace,Nese-i,İbni Cerir ve diğerleri nehrin tarifinde:”Kenarları mücevvef inci kubbeleri,içinden miski ezfer çıkar,sütten daha beyaz,baldan daha tatlı,yeri;meşrik ile mağrib arası kadar.derinliği yetmiş bin yıllık,ondan içen bir daha susamaz,ondan abdest alan ebeden perişan olmaz. Benim ahdimi bozan,benim ehli beytimi katleden ondan içmez.”gibi vasıflarla,Enes,Aişe,Ömer ve Hz. Abbas’dan müteaddit hadisler rivayet etmişlerdir.

            Kevser aynı zamanda;Peygamberin fezaili kesiresi,ahlakı azimesi,Kur’an, Tevhid, İslâm,İlim,Hikmet ve Makam-ı Mahmud’da denilebilir.

            26 kavle kadar sayılan Kevserin üçüncüsü ise;Kevser;ümmetimin ulemasıdır.

            Dördüncüsü;Çok hayırlı ashab ve etbaa sahib oluşudur.

            Beşincisi;Hayırlı ümmet,hayırlı zürriyet,hayrı kesirler,hayırlı evlat.

            Kevser;Efendimiz okumaz iken,İkra’ ile okuması ve okutması,ashab-ı filin helak olması,Aleme rahmet olarak gönderilmesi,anlamlarına gelmektedir.

            Bu kadar kevser atiyye ve ihsanlarının şükrü için,bütün nimetleri içinde toplayışından dolayı;-Haydi Namaz Kıl-buyurmaktadır.

            Evvela namaz kıl,namaza devam et. Çünkü namaz kalben ve lisanen ve bütün a’za-i bedenle yapılan şükrün aksamını cami’ ve tazimin aksâsı demek olan ibadetin başı,dinin direği:”Ey iman edenler.Sabır ve namaz hususunda Allah’dan yardım dileyin.”[5]ile ruha kuvvet olmak.

            Ve bu ibadeti sırf Allah için yapmak. Müşrikler gibi ve mürâ-i olan gösteriş yapanlar gibi değil,Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

            Cenâb-ı Hak yaratılanları genel olarak şöyle tavsif etmektedir:”Yer yüzünde ne varsa,biz dünya için bir süs olarak yarattık ki,insanlardan hangisi daha güzel işler yapacak diye onları imtihan edelim.

            Onun üzerindeki her şeyi biz elbette kupkuru bir toprak haline getireceğiz.”[6]

            “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir oyalanmadır.”[7]

            Cenâb-ı Hak bu dünyayı ruh ve ruhanilerin alemi için bir bayram ve bir sergi yeri yapmıştır. Bu alemi süslendirmiş,ali-adi her bir ruhu bu aleme göndermiş,hem nimetlerden istifade edilsin,duygularla donatıp o ruhlara kendilerine münasip bir cesed giydirmiştir. Bu sergi yeri olan dünyaya göndermiştir. Ta ki temaşa etsin ve temaşa edilsin. Aynen resmi geçit gibi. Günlerce prova yapılır,bir anda huzurdan geçilir. İşte o geçiş bittikten sonra,başarılı bir geçiş olmuşsa kazanılmış,döküntülü ve başarısız geçiş ise kaybedilmiştir.

            Tabiat ilahi bir sofra ve ziyafet yeridir. Bizler onun şerefli birer misafiriyiz. Misafir ev sahibinin iznine tabidir.

            Ve bu dünyada kurban olarak kesilen bir hayvana sırat köprüsünde sahibine bir Buraklık yapmış olacak ve mükafatlandırılacaktır.

            Elbette bu dünyada çekilen zahmet ve meşakkatlar da kişi için büyük ücret ve mükafatlar,o insanların istidat ve kabiliyetlerine göre Cenâb-ı Hakkın rahmet hazinesinde uzak değil ki bulunmasın!

“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.”[8]

Gerek kemiyet gerekse de keyfiyet olarak en fazla istifade eden insan,dünyaya pek çok meftun. Onu bu dünyadan soğutmak ve nefret verdirmek,oraya bir iştiyak ve istek uyandırmak için musibet ve belaları veriyor. O insanı rahmet kucağına koşturuyor. Nazarlarını ahirete çeviriyor.

Çünkü kurbanın ne eti,ne de kanı Allaha ulaşmaz,ancak takva ve ibadet Allah’a varır,ulaşır.[9]

Burada;Kurban kesmeyi acımaya hamletmek,kesmemek,kan görmemek nefsin nazarı ahiretten çevirmesidir. Oysa her gün milyonlarca hayvan kesilmekte ve yenilmektedir. Bir rütbeli birini karşılama töreninde rahatlıkla kesib,ona iltifatta bulunmaktayız. Yılın üç yüz altmış günü kesilen kurbanda kesilenden geri değildir. Kullanımı yine günlere dağılmaktadır.

Düşünülmesi gereken;bu dört çift hayvan olan Koyun,Keçi,Sığır ve Deve sürekli kesildiği halde eksilmemektedir İnsanlara bunlar nimet olarak ikram edilmiştir.[10]

Sosyal açıdan zengin fakir arasındaki hürmet ve merhamet duygularının yeşermesine vesile olmaktadır. Ve zengindeki yardım etme duygusunun körelmesini engelleyip,bilelenmesine sebeb olur.

Ferdi açıdan bir ibadet görevinin yerine getirilişinin huzuru yaşanmaktadır.

Psikolojik yönden ise;kurbanı ya kişinin kendisinin kesmesi veya ehline kestirirken onun yanında bulunması müstehab olandır. Böylece ibadet maksadıyla kan akıtmaya karşı,insan kanı akıtmanın çirkinliği ve ondan sakınılmanın lüzumu hatırlanmış olmaktadır. Genel olarak da;psikolojik bir testten geçirilmiş olunmaktadır.

Doç.A. Murad Daryal bir tesbitinde:”Batıda boks rağbet edilen bir spor dalıdır. Yani bunda dövüp kan akıtan ve o akan kanı seyreden seyirci veya japonlar harakiri ile veya Amerikalılar kowboy filimleri ile adam öldürüp,kinini kusmakla kan dökme ihtiyacını öyle tatmin eder.

-Boğa güreşleriyle kişiden kan akması veya boğa şişlenerek kanının dökülmesi,30-40 kg.lık taşları,altlarından geçen boğaların üzerine atmaları,cahiliyede insanların putları için kan akıtmaları sadistçe ve zalimce bir uygulamadır.

“İslam kurbanı emretmekle insanların kurban dışı bir takım yollarla tatmin aramasına ihtiyaç bırakmamıştır.”

Böylece İslâmiyet de:”Mesele kan dökmek değil,dökülecek kanı peşinen ödemektir.”

İnsanda üç duyguya sınır konulmamıştır. İstek,akıl ve kızma duygusu. Kurban ile bu gadab ve kızma duygusu tatmin edilir.Ancak tavuk ve hindi gibi bir hayvanı kesmek ve kanını akıtmak onu tatmin etmeyecektir.

Tarihi bir olay hatırlanarak bu vesile ile de belaların def’ine vesile kılınmaktadır.

Kurban et için değildir. Çünkü Hz. İbrahim oğlu İsmail’i eti için kesmiyordu. Amaç eti değildi.

Hz. İsmail’in kesilmeyip onun yerine koç kesilmesi İsmail’in ömrünün uzamasına sebeb olur.

O kesilseydi,onun zürriyetinden olan nesil de kesilecekti. Peygamberimiz de onun zürriyetindendir.

Peygamberimizin Dedesi Abdulmuttalib’in de adadığı oğlu,peygamberimizin babası Abdullah’ı kurban etmemesi,onun yerine yüz deve kurban etmesi de diğer hikmetli bir noktadır.

Bu evladını kurban etme adeti tüm insanlarca uygulanacak,nüfus ve hayatın devamı kısırlaşacak,eksilecekti.

Leydi Montegue Şark mektublarında der ki:”O kadar sene İstanbul’da kaldım,bir tek cinayet gördüm,onunda katilini halk buldu. Uzun seneler İstanbul’da yaşamama rağmen birbirleriyle dövüşen,kavga eden değil,birbirine yüksek sesle konuşan iki Türk çocuğuna rastlamadım”der.

İşte ibadetin ve Kurbanın müsbet tesirleri…

Kurban insan hayatı için bir teminat ve bir sigortadır. Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi,kendisini insanlığa adaması olarak nitelendirilir. Birisinin kurbanı hayvan olurken,diğeri kurbanını insanlardan seçer.

Böylece bütün dinlerde vardır. Âyette:”Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku:Hani onlar (Allah’a)yaklaştıracak birer kurban takdim etmişlerdi de ikisinden birininki (Habil’in) kabul olunmuş,öbürününkü (Kabil’in) kabul olunmamıştı.”[11]

Kurban,bir tedavi yöntemidir. Kurbanı yemiyenler,kendilerini ve birbirlerini yemektedirler. Dünya savaşları ve zulümler ile…

Biri ibadetlerle duygularını mukaddes yöne tevcih ederken,diğeri basite yönelmektedir.

Gerek hacda,gerekse de İslam memleketlerindeki bu külli ibadet ile dünyadaki aç olan müslümanların durumu gözetilmiş olmaktadır.        

Bayramdan önce kesilmeyip,bayramdan sonra kesilerek,bayramda fakirlerinde sevindirilmesi sağlanmış olmaktadır.

Hadiste:”Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu bu ümmet için Allah bayram kılmıştır.”

            Her bayramda olduğu gibi,kurbanda da ahiret hayatı ve ölüm ile sürecek olan uzun yolculuk unutulmamalı;Hiçbir şeyin kararında kalmayıp zevale mahkum olduğu,sevdiklerimizin çoğunun kabrin arkasında olup,hayatın sıkıntıları altında bunalan insanların gerçek bayramlarının imanla gidilen ahiret hayatında başlayacağını,ölümün bir idam olmayıp,kabrin bir kuyu ağzı olmadığı belki nurlu alemlerin bir başlangıcı olduğu,insanın kendi mahiyetini düşünerek niçin ve neden yaratıldığını düşünerek bu dünyadaki ve gideceği hayat hakkında bir bilgi elde etmesini öğretmekle hayatın gerçek manasını anlamaya çalışmalıdır.

            Bayramın imdi,bayramın imdi.

            Bayram ederler yar ile şimdi.

            O’nsuz bir dünya,yarsız bir insan… Gerçek bayram O’nunla olunan her andır.

            Bayramlar güzelliklere,muhabbetlere,yardımlaşmalara,birlik ve beraberliklere vesile olmalıdır.

            Mekke;Arafat ve tüm İslam alemindeki külli ibadetler ile,büyük bir ağız şeklinde külli ibadetler hatırlanmalıdır.

            Kurban edilen hayvanın derisi dahi kendisine sevab kazandırdığı bu hayvanın et ve derisi konusunda ise;Evvela;et üç kısma taksim edilip,kendisine,yakınlarına ve fakirlere dağıtılır.

            Kurbanın sütünden,etinden,postunu satıp parasını almak,demirbaş olmayacak bir şey ile değiştirmek,ve bundan kasab ücreti vermek caiz değildir. Fakat demirbaş eşya olabilir. Madem kurbandan esas Allah rızasıdır. Derinin olduğu gibi etinden de Kur’an kurslarına,iman ve Kur’an hizmetinde bulunan yerlere vermek en münasib olanıdır. Zira bu hizmetleri üstlenen cemaat ve vakıflar yapılacak u yardımlarla ayakta dururlar ve daha iyi hizmet verirler. Yani yapılan iyiliğin nereye gideceğini bilerek yapmak gerektir.

            Kurban da esas olan;kanın akmasıdır.                                                                        

                                                                                           7-6-1992

MEHMET   ÖZÇELİK

                                                                                                                                                                                           

 

 

 

 

 

[1] Saffat.100-107.

[2] Bakara.189,195-200,203,Tevbe.19,3,En’am.162,Maide.27,95,97,Hacc.26-37,Büruc.3,Kevser.2,Saffat.100-107.

[3] Bak . Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 6 / 43-100.

[4] Kevser suresi. 1-3.

[5] Bakara.45,153.

[6] Kehf.7-8.

[7] En’am.32.

[8] A’raf.156.

[9] Hac.36.

[10] En’am.143.

[11] Maide.27.




KURBAN

                                                          K U R B A N

            Şartlarını hâiz olub,Allah’a yaklaşmak amacıyla kesilen kurban;Hz. Âdem’in çocuklarıyla başlayıp[1],Hz. İbrahim-in oğlu İsmail-in kurban edilmesinin emredilmesi[2],daha sonra onun yerine koç kurban edilmesiyle bu sünnet devam ede gelmiştir.[3]

            Başta Ebu Hanife ve cumhura göre vacib olup[4],Şafii ve Hanefi-den İmam-ı Yusuf’a ve bazı alimlere göre ise,sünnet-i müekkede manasına sünnettir.[5]

            İmam-ı Muhammed”Terkine ruhsat olmayan sünnettir”der. Sünnet-i müekkededir.[6]

            Ebu Hureyre-den şu rivayet edilen hadis vücubiyyetine delil getirilmektedir:” Kurban kesecek güçte olup ta,kesmeyen namazgâhımıza yaklaşmasın.”[7]

            Peygamberimiz kurban bayramı hutbesinde:” Bugün bayramdır.Bayramımıza önce namaz kılarak başlıyoruz. Sonra evlerimize dönüp kurbanlarımızı keseceğiz. Kim bu şekilde hareket ederse bayramı sünnetimize uygun olarak kutlamış olur.”[8]

            Ahmed bin Hanbel-de “ Gücü olanın terk etmesi mekruhtur.” deyip,vücubiyetine hükmetmiştir.[9]

            Rasulullah-da ,deve ve sığırda 7 kişi olarak kurban etmişlerdir.[10]

            Böylece hükmünün vücubiyyeti aynı zamanda hadislerle de teşvikle beraber zikredilmiştir.[11]

            Öyle ki;kurbanını bayram namazından önce kesene yeniden kesmesini,iade etmesini,aksi takdirde kurban yerine geçmeyeceğini Peygamberimiz buyurmuşlardır.[12]

            Peygamber Efendimize taalluk eden hususlar nasıl sünneti iade ediyorsa,Kur’an-a taalluk eden hususlar da Allah-ın iade ve emri olup farziyyeti ifade etmektedir.

            Ancak nüzuldeki hikmet,tefsir usulündeki sebebten vacib gibi manaları almıştır. Tıpkı sünnetin müekked manasını almış olması gibi.

            Zira âyet açıktır.” Rabbin için namaz kıl,Kurban kes.”[13] Peygamberimize olan bu emirden ve vacibden,ümmetine de istidlal getirilmiştir.[14]

            Peygamberimiz bir emrinde”Udhiyye kurbanını kesiniz,çünki o babanız İbrahim Aleyhisselamın sünnetidir.[15]

            Aslında bazı imamların vacib değildir,ifadesi farz değildir manasınadır.[16]

            Peygamberimiz iki koçu kendi elleriyle kesmiştir.[17]

            Fıkhın bütün kitaplarında Kurban bayramında kesilen Udhiyye ve Hacda kesilen Hedy kurbanının şartları,sıhhati gibi başlıklar altında asırlarca ve detaylı olarak yazılmış ve anlatılmıştır. Sadece bu bile bir icma hükmü olarak,bir hüküm ifade eder.

            Hadiste” Ey insanlar!Her sene,her ev halkına kurban kesmek vacibtir.”[18]

Hadiste” Kurbanlarınızı büyük kesin,muhakkak ki onlar,sıratta sizin binek hayvanlarınızdır.”buyurulmuş.[19]

            Vacib olduğunda râcih görüş olarak icma ve ittifak edilmiştir.[20]

            Bu meselelerin hafife alınarak gereksizliğini ifade etmek ya ehliyetsizlikten,ya cehalet ve hamakattan veya İslâmın bir meselesini anlatayım deyip,kaş yapayım derken göz çıkaran akılsız bir kişi olup,akıllı düşmana yardım etmektedir. Veya haindir ki;suyu bulandırarak zihinlerde oluşturduğu şüphelerle avlamayı hedefler.

            Kader cihetiyle bakıldığında bu durumlar normal karşılanıp,ehli imanın araştırmasına,doğrusunu öğrenip pekiştirmesine sebeb olmaktadır.

            Veya H.3. asırda gayrı müslimlerin İslâmiyete girmeleriyle beraber bir çok yanlışların da girme durumu,ehli İslâmın büyük bir hamiyet içerisinde,İslâmın her bir meselesine sahiblik edip;kimisi,Kur’an-ın muhafazasına,kimi hadislerin,fıkıh,kelam,tefsir gibi ilimlerin zuhuruna sebeb oluşturmuştur. Böylece bu alanlarda bir çok eserler verilmiştir.

            Şimdi de İslâmiyete sahiblikte gevşek kalan müslümanlara teşvik babında,caminin duvarına pisleyen bir insanın pisliğini temizleme çabalarına girilmekle kalınmamış,diğer taraflarının da temizlenmesine bakılmıştır.

            -Haydi! Yangın var-der gibi,yangının söndürülmesine,gerekli ilginin gösterilmesine bir teşvik ve kamçı olmuştur.

            En azından bunu ortaya atanın bilgi,araştırma ve samimiyeti olmasa da,sahiblenenin samimiyeti ortaya çıkmaktadır.

            Kur’an-da kurban “Şeâir” olarak ifade edilmiş,[21]bunu hayatın bir nizam vesilesi kılmış[22] ve hac-da yapılacak hatadan dolayı ceza olarak kurban emredilmiştir.[23]

           “Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınız da Allah-ın dininin şeâirinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar boğazlanmak üzere saf halinde dururken onları kestiğiniz zaman Allah-ın adını anın. Yanı üstü yere yıkılınca da onlardan hem siz yeyin,hem kanaat gösterip istemeyene,hem de isteyen fakire yedirin. İşte böylece onları size âmade kıldık ki şükredesiniz.”[24]

            “ De ki:Benim namazım da,her türlü ibadetlerim de,hayatım da,ölümüm de hep Rabbül alemin olan Allah’a aittir.”[25]

            Kurbanın kesim ücreti,deri ve eti konusunda rivayet edilen hadiste:” 1494 – Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), (beni göndererek), kurbanlık develeriyle ilgilenmemi, onların etlerini, derilerini, çullarını tasadduk etmemi, bunlardan kasaba bir (ücret) vermememi tenbih etti.”     Hz. Ali (radıyallahu anh) der ki: “Kasaba ücretini kendimizden öderdik.” [26]

                                                                                                                                                                                                     11-3-2000      

                                                                                  MEHMET           ÖZÇELİK

[1] Maide.27.

[2] Saffat.102.

[3] Saffat.107.

[4] Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 6 / 44,Dini Bilgiler. A. Şahin. Sh.267-71.

[5] Age. 6 / 44,Haşiyetü Mülteka.(Arapça) 419, Mecma-ul Enhur fi şerhi Mültekal Ebhur. (Arapça) Damad Efendi. 2 / 516, el-Hidaye. (Arapça) 4 / 70, İslam Fıkhı Ansiklopedisi. Prof. V. Zuhayli. 4 / 392-397, İhtiyar li-Ta’lil-il Muhtar. (Arapça) A. bin M. bin Mevdud. 5 / 16, Haşiyetü ibni Abidin-Haşiyetü Reddul Muhtar-ı Abidin. (Arapça) 6 / 311-314.

[6] et-Terğib vet-Terhib. Münziri. (Arapça) 6 / 160.

[7] İbni Mace. K. Sitte.age. 6 / 44, 17 / 393, Hak Dini Kur’an Dili.Elmalılı (Heyet) 9 / 530.

[8] K. Sitte. age. 6 / 49.

[9] Age. 6 / 51.

[10] Age. 6 / 54-55,58.

[11] Age. 17 / 394,et-Terğim ve’t-Terhib.el-Münziri. (Arapça) 6 / 152-156.

[12] Age. 17 / 398, Muhtasar,Tefsir-i ibni Kesir,İhtisar-Tahkik.M.A.Sabuni. (Arapça) 3 / 684.

[13] Kevser.2.

[14] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır.sadl.Heyet. 9 / 529.

[15] İbni Mace.age. 9 / 530.

[16] Age. 9 / 531.

[17] Age. 9 / 533.

[18] Tirmizi,İbni Mace,bakn.İlmihal.İSAM.(Heyet) II / 2.

[19] Bkn. İslam İlmihali. M. Dikmen.572-573.

[20] Bkn.İhtiyar. Arp.age. 5 / 17.

[21]Hac.32,36,Maide.2.

[22] Maide.97,Hac.26-28,33.

[23] Maide.95.

[24] Hac.36,bkn.5,2;22,28;36,71-73.

[25] En’am.162.

[26] Mürşid.CD.H.No.1494. Buhârî, Hacc 122,112,120,122, Vekâlet 1; Müslim, Hacc 348, (1317); Ebu Dâvud, Menâsik 20, (1769); İbnu Mâce, Menâsik 97, (3099).

 

 




İMAN VE İBADET

                                   İMAN   VE   İBADET

            İman;Resul-i Ekrem (SAM) in tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.

            İman;Sa’d-ı Taftazaniye göre;Cenâb-ı Hakkın istediği kulunun kalbine,cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur. Öyle ise;

            İman;Şemsi ezeliden vicdanı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki;vicdanın iç yüzünü tamamıyla ışıklandırır.

            Ve bu sayede tüm kainatla bir dostluğu ve bir ünsiyeti olur. Allaha imanından dolayı bütün mahluklarda kendisine dost olur.

            Ve insana verdiği manevi güç ve genişlik ile her şeye karşı mukavemet edebilir.

            İman saaadeti ebediyeden bir nur ve bir parıltı olması sebebiyle de çekirdek gibi olan tüm duyguları da onun sayesinde neşvü nema bulur.

            Bediüzzamanın beyanlarında ifadesini bulan iman,kalbe ait bir duygu,bir nur,bir kuvvet olup,kâinatı yerinden sarsacak bir inançtır.

            Kalb ise imanın merkezi ve yeridir. Doğrudan Allah ile alakalı bir duygu olup,kulun Allah ile arasında tesis edilen bir rabıtadır.

            İman;dil ile ikrar,kalb ile tasdik etmekten ibarettir. İcmali ve tafsili diye ikiye ayrılır. İcmali yani kısa olanında ;bu umum kainat ve her şey Allahındır,der. Tafsilinde ise;daha detayına inerek,her bir şeyde Allahın varlığını görme ve gösterme yoluna gitmiş olur.

            İman;kulun ebedi bir teminatıdır. Dış dünyamızı aydınlatan güneş ne ise,iç dünyamızı aydınlatan iman da odur. Hatta daha da parlaktır.

            Hakiki insaniyet İslâmiyettir. İman,mü’minlerin birinci vasfıdır.

            Kur’an-da:”Ey iman edenler! “diye mü’mine iman sıfatıyla,hasseten o seçkin ifadeyle hitab edilmektedir.

            Evet. Bütün lezzetler imandadır. Bütün elemlerde zıddı olan küfür ve dalalettedir. Şöyle ki:Şu dünyaya gelen insan nihayet ihtiyaç içinde,düşmanları ise nihayetsiz;bir sığınak arar,bir istinad noktası bulmaya çalışır. duyguları bağırır. İmanla ayılır sakin olur.

            Mü’minin vasıfları,bütün güzel haller,hep imanın bir tezahürüdür,bir süsü ve zinetidir.

            Her şeyin bir gaye ve amacı vardır. Hayatın gayesi iman,imanın ki ise,marifetullahtır. Yani ,her bir zerrede O’nu sıfatlarıyla bilib,tanımaktır.

            İnsan ruhunda mündemiç olan iman,böylece tüm ümitsizlikleri ve yoklukları ortadan kaldırmaktadır.

            Hadislerde:”Mü’minin kalbi,kaynayan tencereden daha çok değişikliklere maruzdur.”

            “Kalb,serçe kuşu gibidir. Her an bir tarafa yönelir.”

            “Bir günah işleyen kimsenin kalbinde,siyah bir leke hasıl olur.”

            Ve her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. bundandır ki;insanın hem şahsı,hem alemi her zaman teceddüt ettikleri için her an tecdid-i imana muhtaçtır. Zira;insanın her bir ferdinin manen çok efradı vardır. O fertler aldıkları iman veya küfür gibi özelliklerle vasıflanır,şekillenirler.

            Günahından dolayı bir kimseye de –Sen mü’min değilsin-denilmeyeceğini Kur’an açıklamaktadır.[1]

            Günah-ı kebâir,büyük günahlar;imanın önünde büyük engellerdir.

            “Kalb,kırda atılmış bir kuş kanadı gibidir. Rüzgar bu kanadı nasıl alt üst çevirirse,kalbte öyledir.”

            İman böylece kulun Allah ile olan bağlılığı gibi olup,o bağlılıktan kopmadıkça,hayatı da kopmaz.

            Hadisde:”Sık sık camiye gittiğini gördüğünüz kimsenin imanına şehadet ediniz. Çünki Allah taâla,” Allahın mescidlerini ancak Allaha ve ahiret gününe iman edip namaz kılan ve zekat veren kimseler imar eder.”[2] buyurmaktadır.

            İman bayrakları dalgalansın..imanlar inmesin…

            İmandaki zaaf,dindeki körlük;insanı her şeye,başörtüsüne,sakalına,öyle ki yeşil rengine bile düşman kılmakta,hazmedememektedir.

            Bu demektir ki;Allaha olan düşmanlık,ona ait olan her şeye ve eserlerine de düşman kılmaktadır.

            Abdullah bin Revahâ-nın rastladığı sahabelere,imanın artması ve ziyadeleşmesi anlamına gelen:”Haydi gel bir süre Rabbimize iman edelim.”der ve bunu şöyle izah ederdi:”Bu iman meclisidir. İman sırtındaki gömlek gibidir. Onu giydiğinde,biraz sonra birde bakarsın ki;çıkarmışsın. Aradan biraz zaman geçince,yine giyersin. Kalb,fokur fokur kaynayan bir tencerenin içindekinden daha çabuk alt üst olmaya maruzdur.

            Amel imandan bir cüz ve parça olmamakla beraber,artmasında ve eksilmesinde önemli rol oynar.

            İbadetin ve namazın bu önemindendir ki;özellikle namaz daha önceki Peygamberlerde de farz olmuş,bizde de beş vakit olarak farziyyeti ayetle tesbit edilmiştir.[3]

            Peygamberimiz;Bâkiyâtü-s Sâlihâtı yani;Tekbir,Tehlil,Tesbih,Tahmid velâ havle velâ kuvvete illâ billâh-ın çoğaltılmasını emretmiştir.[4]

            Ve yine Peygamberimiz sabah namazından kuşluk namazına kadar namaz kıldığını öğrenince;ona imanını ve ibadetini arttırıcı,mizanda ağır gelecek Tesbihleri öğretmiştir.[5]

            İman körü körüne taklid durumundan kurtarılıp;ilmel yakin,aynel yakin ve Hakkal yakin olan tahkiki iman seviyesine çıkarsa gerçek manasını bulmuş olur.

            Madde ve mekandan münezzeh olan Allah,manevi olan kalb yoluyla,sıfatları ile bilinir ve tanınır.

            İman varlık,küfür yokluk,nifak ve münafıklık ise,bu ikisi arasında gidip gelmek ve bocalamaktır. Küfre yakındır.

            İmanın bir vücudu vardır. Zira;İman edilen Allahın,varlığının en açık delillerinden birisi olan zıddının olmayışıdır.[6]  

            Kafirler için:”Siz cehennem odunusunuz.”denilmekte,küfür yokluğu simgelemektedir.

            Kur’an müşriklerin hallerine ve ibret alınması gerektiğini ifade etmektedir.[7]

            Nifak ve münafıklar için:”Huşubun Müsennede”[8] Yani;giydirilmiş,duvara yaslanmış ve dayandırılmış kütük ve keresteye benzetilmektedirler. Hiçbir şey anlamazlar.[9]

            İçi ve dışı bir olmayan bu insanlar,müslümanlara zarar vermeyi düşünürler. Zahiren münafık Ahnes bin Şurayk gibi peygamberimizin huzuruna gelib güzel konuşsalar bile…[10]

            Kur’an bunların;”Hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.”[11] buyuruyor.

            Zira onlar;baş aşağı giderler,dalarlar.[12]

            İmana Mani Sebebler ise;

            -Şeytan ve onun aldatmacaları.

            -Şeytanın vekili ve avukatı olan Nefsin desisesi.

            -Haksızlıklarda gösterilen İnad ve taraftarlık.

            -Her şeyi Madde de arama ve ve Maddeyle değerlendirme.

            -Şeytanın avâneleri ve talebeleri olan Küfür ehli.

            -Küfür ehlinin İstinadgâhları ve onları birbirine bağlayan maddi bağlar,Menfaatlar.

            -Aşağı ve düşük şeylerle meşguliyet.

            -Makam,Mevki,İnsanların teveccühü,Şan ve Alkış,peşin ücret.

            -Ebedi yaşama hissi,hırsı ve düşüncesini besleyen uzun emeller.

            -Manevi boşluk ve o boşlukta yürümek.

            -Kötü ahlakla beslenip,terkinde aç kalma korku ve düşüncesi.

            -Kabiliyetsizlik,kapasite ve istidatsızlık unsuru…gibi maniler imanın önünde birer perde ve engeldirler.

 

                                                           İBADET

            İman;insanın bir sermayesi olup,ibadet de sermaye olan imanın sigortası ve –inşaallah- onun teminatıdır.

            İbadet;kul olarak yaratılan şu değerli insanın,kulluğunun ifadesidir.

            İbadet;yaratılışın temel hedefidir.

            İbadet;insanın kemal noktasıdır.

            İbadet –İyyâke na’budu- hakikatında olduğu gibi,sadece Allaha tahsis edilenidir.

            İbadet;imanın bir alametidir. Onu besler ve korur.

            İman bir ışık ve nur olup,ibadet de onu koruyan bir fanus mesabesinde onun mahfazası,koruyucusu ve devamını sağlayan enerjisidir.

            Özetle;yaratılışın tek gayesidir ibadet. “Ben cinleri ve insanları sadece ve sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.”ilahi kelamının tahakkukudur.

            İbadete Mani Sebebler ise;

            -İmana mani olan sebebler gibi;ibadete mani olan sebebler de bazı farklılıklarla beraber,benzerlik arz etmektedir.

            İman aşamasını yani iman etmeme gibi bir engeli aşmak başlı başına bir seviyedir. İmanlılık bir seviye,imansızlık ise seviyesizliktir.

            Ancak imanın içerisindekiler içinde ibadetsizlik bir seviyesizlik,ibadet bir seviye ve aşamadır.

            İbadet etmeyen bir kimse birinci aşamayı aşmış,ancak bir yere giremeyip,ikinci aşamayı aşamayan bir talebe gibidir.

            Manevi başarının sırrı;ikinci aşamanın da aşılması ile mümkün olur. Birinci başarının,ikinci başarı ile korunması ve devamı gerektir.

            Üniversitenin ikinci basamağını aşamayan bir talebe için düşük yerlere veya yedekten girse bile arzu ettiği,edeceği ve edilecek olan yere giremeyecektir.

            Onun gibi de;ibadetini yapmayan bir insan;iman ve inancın zaaf ve güçsüzlüğünden o kişiyi ibadete sevk edecek,yönlendirecek bir güç olmayacaktır.

            -Gaflet ibadete manidir. Kendisi ile ibadet arasındaki perdenin kalınlığından,engeli aşamamakta,düşünememektedir.

            -Maişet ve geçim derdi bahanesi. Bunu gaye bilerek,bunun dışındakileri geri planda,sathi olarak değerlendirme. Oysa bu insan görevli olduğu memuriyetini geçimden de önde tutar. Vazife önde gelir. Ondan sonra maişet gelir.

            Oysa insanın hakiki ve gerçek vazifesi olan iman ve ibadetin de bir görev olarak ,bunlardan önde ve önce gelmesi gerekir. Zira yaratılışımızın asıl sebeb ve gayesi budur. Vücut büyütmek değil,ibadet etmektir. Vücudun büyütülmesi ibadetin yapılmasına bir sebeb teşkil ederse,bir kıymet ifade eder. aksi takdirde bir kıymeti yoktur. Tarla farelerini memnun etmiş olur.

            Evet rızkı verecek olan Allahtır. Dünyadaki altı milyar insan bir kurumdan,sadece belli bir memuriyetten beslenmemektedirler.

            Mikro ve makro alemdeki tüm varlıklar O’nun tarafından rızıklandırılmaktadırlar.

            Rızık O’ndan,İbadet bizden…

           

 

                                                                                              04-05-1997    

                                                                                  MEHMET       ÖZÇELİK

[1] Nisa.94.

[2] Tevbe.18.

[3] İslam Tarihi. Medine Devri. M. Asım Köksal. 2 / 90,Ta-Ha.130 İbni Abbas-ca 5 vakte delalet etmektedir.

[4] Age. 11 / 374.

[5] Age. 11 / 371.

[6] el-Medinetül Fazıla. N. Danışman.18-19bak. Nasıl Aldanıyorlar. M. kırkıncı. 30-31.,

[7] Nisa.45-57.

[8] Münafikun.4.

[9] Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi.-Heyet- 21 / 501.

[10] Kur’an-ı Kerim ve Türkçe açıklamalı Tercümesi. Dr. A. Özek başkanlığında,heyet.sh.31,Bakara.203.

[11] Nisa.89.

[12] Nisa.88,91.




H A C İ B A D E T İ

                                   H   A   C           İ   B   A   D   E   T   İ

            İslâmın şartından olan Hac;bir sembol,Kâ’be ise;İlk bina,Mekke; bir ibadet yeridir. Kutsallığı ilk döneminden itibaren süregelmiş,bir ibadet merkezidir.

            Hem Allah’a kulluğu hem de asırların hatırasını kendisinde toplamaktadır.

            Peygamberimizin doğumuna beşiklik,İslâmın sünbüllenmesine saksılık yapmıştır. Müslümanlara kucak açmış,Tevhide bayraktarlık yapmıştır.

            Farklılıkları tefrik etmeden içinde mezcetmiş,ittihadı islâma maya olmuştur.

            Şu süfli dünyanın,ulviliklerini içinde toplamıştır.

            Müslümanların meselelerine bir kongre özelliğini taşımış,şura meclisini oluşturmuştur. Problemli dünyada,problemli insanların,problemlerini çözme ve neticeye kavuşturma merkezi.

            Hem dünya ve kainatın merkezi,hem de müslümanların her an kendisine teveccüh etmekle kalblerin ve gönüllerin merkezi olmuştur.

            Allah’a müteveccih olmanın yolu;ona teveccühten ve onun teveccühünden geçer.

            Meşakkati büyük olan bu ibadetin,şükrü de büyüktür. Zira istikametli yol,hacca giden yol ve yoldadır.[1]

            Hz. Peygamber Amr bin Âs’a:”Bilemedin mi ki! İslâm kendisinden önceki günahları yok eder. Hicret kendisinden önceki günahları yok eder. Hac kendisinden önceki günahları yok eder.”buyurmaktadırlar.[2]

            Duaların kabul edildiği bir mekan yani Beytullah;Allah’ın evi. Hacılarda onun birer misafirleri. Ev sahibi Allah olursa,misafirin duası reddedilir mi? Özel mekanın özel misafirleri. Yeter ki misafir ev sahibinin rızasına uygun harekette bulunsun.

            O Kâ’beyi gördükte İmam-ı Azam gibi cami dualarda bulunulmalı:”Ya Rabbi! Dünyanın neresinde olursam olayım,hayır dualarımı kabul eyle”veya “Bundan önceki ve sonraki yapacağım dualarımı kabul eyle.”demeli,ondan istemeli.

            Köle efendisinin huzurunda nasıl olması gerekiyorsa,kulda O’nun huzurunda öyle olmalı,O’na konsantre olmalı,huşu ve huzur içerisinde ona niyaz etmelidir.

            Hacca mali imkan ve hazırlık şart olduğu gibi,ruhen de buna hazır olunmalı,meşakkatine dayanma gücü bulunmalı,hayalen dahi olsun asrı saadeti göz önünde bulundurarak,Rasulullahı iş başında görür gibi tasavvur etmelidir.

            Kendisi için açılacak olan yeni hayat safhası ve sayfasını kirletmemelidir.

            Bilmelidir ki;o belde ve o belde de insan,ruhun nefse,kalbin akla,iman ve tevhidin küfür ve şirke,salâhatin sefâhet ve münkerata hakim olduğu cennet misal bir beldedir.

            “Harem bölgesi,Mekke’nin kuzeyinden 6 km. güneyinden 12 km. doğusundan 16 km. batısından 15 km. uzaklığından geçen daire içinde kalan bölgedir.”[3]

            Şirkin,küfrün ve haramın girmediği ve giremeyeceği haram ve yasak bölge.

            Şeytanın olmadığı,şeytani duyguların söndüğü pak bir beldedir o belde.

            Mahşer gününü hatırlatan mahşeri bir mekan. Ondan bir sahne ve bir noktadır.

            Acziyetin idrak edilip,her şeyin fani olduğu,Lebbeyk dualarıyla Allah’ın çağrıldığı,itaatin ifade edildiği,baş kaldırmanın değil,inkiyadın öne çıktığı bir beldedir o belde.

            Her an ibadete yönelinen,bir an ibadetsiz zamanın geçmediği,zamanın kendisine hizmet ettiği zaman üstü bir beldedir o belde.

            Rivayet edildiği üzere:”Şu beyte her gün yüz yirmi rahmet iner;altmışı tavaf edenlere,kırkı namaz kılanlara,yirmisi de beyte bakanlara bölünür.”[4]

            Rahmetin yağmurun sağnak sağnak indiği bu yerde hepsi birden Abdullahtır yani Allah’ın kuludurlar. Ayırmaksızın hepsinin birden üzerine iner.

            Kâ’be ve Mekke’nin kutsallığı;oraya olan ilahi ve beşeri teveccühten ileri gelmektedir. Vesileler dünyasında Allah’a ulaştıran en güzel vesiledir Kâ’be. Mihrab da camiye,cami mihraba ve namaz da camiye vesile. Abdest namaza vesile,ezan namaza çağrı,davet ve vesile. Hepsi Allah’a vesile ve vasıta. Gayeler üstü gaye. Büyük vesileler,büyük gayelere ve çabuk ulaştırır. Ve bunlar Allah tarafından tensib edilenler ise,daha ulvi bir ulviyet taşırlar.

            Kâ’be;Allah tarafından bizlere gönderilmiş en kısa ve en kesin bir vasıtadır.

            Her yol O’na varır,her yoldan O’na varılır. Ancak Kâ’be,Beytullahtır,Allah’ın evidir.

            -Kâ’be:”Kuzey duvarı 8,8 metre,güney duvarı 7 m. doğu duvarı 11.9 m. batı duvarı 12.8 m. uzunluğunda”dır. Kâ’benin yüksekliği ise 17 m.dir.

            -Hadis-de:”Hac ve Umreyi peş peşe yapınız;çünki bu ikisi körüğün demir,altın ve gümüşteki kiri yok ettiği gibi,fakirliği ve günahları yok ederler. Makbul olan haccın karşılığı ise,ancak cennettir.”buyurulur.[5]

            İfrad hac; Umresiz,ihrama girildiğinde sadece hacca niyet edilen hacdır. Bunda kurban yoktur.

            Temettu hac;Önceden ihrama girip umre yaptıktan sonra,hac zamanında da tekrar ihrama girerek farz olan haccı yapmaktır. Bu öncekinden efdaldir.

            Kıran hac;Umre ile farz haccı bir ihramda,ihramdan çıkmaksızın yapmaktır.

            Son ikisinde;Kurban kesilir.

            Şu hadis hac konusunda mükellefiyet yaşına ışık tutmaktadır:”Çocuk üst üste üç gün oruç tutabilirse,Ramazan orucu ona vacib olur.” Teklif de mükellefiyet ile başlar.

            Hristiyan tarihçi M. A. ubucini 18. yüz yılda Osmanlı ülkesine gelip,araştırma yaparak,hac ibadetini kendi dini ile kıyaslarken şu intibalarını dile getirir:”Hac,aslında sadece büyük müslüman ailesinin dağınık fertlerini birbirine bağlamak hedefini gütmüyordu;hac,bilhassa bu ibadeti yapmakta olan müslümanlara,aynı imanı taşıyan kimseler arasında hüküm sürmesi gereken eşitlik kavramını hatırlatmak için tesis edilmişti.

            Biz hristiyanlar böyle bir eşitlik örneğini,bu yüce ahlaki eşitliği gösterebiliyor muyuz?Değil kilisenin içinde,mezarlarımızda bile bu ulu eşitlik kavramından tek eser yok.

            Buyurun bir camiye girelim;Orada Allah’ın şanına yakışmayan,lüzumsuz ve boş süslemeler,resimler,heykeller yok;yalnızca şunlar var:duvarların üzerine işlenmiş bazı Kur’an ayetleri,bir mihrab,bir kürsi ve mü’minler için tertemiz sergiler. Hiçbir şeref kürsüsü,hiçbir özel yer ve hiçbir derece farkı göremezsiniz müslüman mabedlerinde. Sadece ibadet eden insanlar vardır ve ibadetten alıkoyacak veya ibadet edenleri rahatsız edecek hiçbir şeye rastlayamazsınız.”diye gerçek eşitliği belirler.[6]

            NÜKTE : Hacda şeytan kendisine görünmeyen kişi;nasılsa görünmüyor,o halde taşlamayayım,diyor. O gece şeytan rüyasında o kimseye;Şimdiye kadar beni ilk defa taşlamayan kimse sensin,diyor ve ,seni mükafatlandıracağım,cevabında bulunuyor.

            Ne ile?dediğinde de şeytan ona;ayağını bastığın yerde bir padişaha ait,kıyamete kadar neslinize yetecek hazine var. Ancak yerini bilmek için oraya bir belirti koymak lazım,dediğinde adam;bevledeyim,yaşlıktan bilirim,deyince şeytan hayır,diyor ve ekliyor;rüzgar üzerini kapatır. Büyük abdestini yap,der.

            Ve adam yapar. Hanımı kendisine bağırır;Herif ne yapıyorsun?yatağı batırdın!

            Ve adam taşlamamasının mükafatını böyle görür.

            -Bir de taşlama esnasında kalabalık olunca bazıları;bari birbirimizi taşlayalım,olur,der.

 

                                                                                                                      8-10-2000    

                                                                                                          MEHMET     ÖZÇELİK

[1] Bak.A’raf.16.

[2] Müslim. Hac.1,78.

[3] Bak.Y.doç.A.Bakkal.Yeni Asya gaz.2-Nisan-4-Mayıs-1994-arası,Bak.TDV.İslam Ans. 14 / 382-416,420-421,Hac suresi,bak.A.Oruç. Zaman gaz.3-15-Nisan.1995.

[4] İhya-u Ulumiddin.İ.Gazali. 1 / 685.

[5] Nesa-i. Menasik. 6,ek.3.

[6] Bak.Zaman gaz.23-12-1993.




VAKIFLAR VE VAKIFLARIMIZ

                                               VAKIFLAR   VE   VAKIFLARIMIZ

             Kelime olarak vakıf;”Bir mülkün menfaatını halka tahsis edip aynını Allah Taalanın mülkü hükmünde olarak temlik ve temellükten müebbeden men etmektir.”[1]                     

            Vakıf;”VIII. asır ortalarından XIX. asır sonlarına kadar uzanan bir dönemde İslam memleketlerinin,özellikle Selçuklular ve Osmanlılar zamanındaki Türk dünyasının Sosyal,kültürel ve ekonomik hayatında ehemmiyetli bir rol oynamış olan dini,hukuki ve sosyal bir müessesedir.

            … Mesela Osmanlı imparatorluğu devrinde pek büyük bir inkişafa mazhar olan vakıflar sayesinde bir adam vakıf bir evde doğar,vakıf bir beşikte uyur,vakıf mallardan yer ve içer,vakıf kitaplardan okur,vakıf bir mektebte hocalık eder; vakıf idaresinden ücretini alır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü. Bu suretle beşeri hayatın bütün icaplarını ve ihtiyaçlarını vakıf mallarla temine pekala imkan vardır.”[2]

            Mesela,Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemi Türk vakıfların kaynakları arasında,vakıflar genel müdürlüğü arşivindeki 26 bin vakfiye ve ilgili diğer vesikalar en önemli koleksiyonu oluşturuyor.”[3]

            Nasıl ki maddi meselelerde şirketler kuruluyorsa,vakıflarda manevi birer şirkettirler.

            Her şey maneviyat ile kaimdir. Maddi saltanat sahibleri maneviyat alemlerinin sultanlarına itimatla ayakta durmuşlardır. Tıpkı Fatih’in Akşemseddine dayanmakla muvaffak olduğu gibi…

            İşte vakıflar madde ile mananın birleştiği yerlerdir. İnsanların ayakta durması ancak vakıfların varlığını devam ettirmesiyle olur.

            -İlk vakıf H.6. yılda Temim Dâri isimli sahabe daha fethedilmemiş olan Filistindeki arazisinden bir kısmını,kendisine tahsis edilmesini arzu eder ve Peygamberimiz bir emir-name ile kabul eder.

            Ve Hz. Ömer döneminde fethedilen Filistinde bu emir yerine getirilir.[4]

            -Peygamberimizin Medine’deki kendisine aid 7 akarını Fedek ve Hayber hurmalıklarından hissesine düşeni vermiştir.

            -Ashabı Suffa vakfında sadece maddenin değil aynı zamanda hayatında,kişinin kendisinin de vakfı büyük bir önem taşır.

            -Vakıflarda Allah rızası esastır.

            -Ahmed ibni Hanbel-in bir rivayetine göre:”İslâmda vakıf şeklinde yapılan ilk sadaka Hz. Ömer-in sadakasıdır. Bu maksatla Hayberdeki değerli tarlasını vermiştir.

            İmam-ı Şâfii;”cahiliyye devrinde,mutlak hayır gayesiyle yapılan İslâmdaki vakıf müessesesi bilinmiyordu.”[5]

            -Hz. Cabir:”Muhacir ve Ensardan imkan sahibi olup ta vakıfta bulunmayan tek kişi bilmiyorum.”der.

            Âyet’de:”Mallarını Allah yolunda harcayanların hali,yedi başak bitiren,her başakta yüz tane bulunan bir tek tohumun hali gibidir. Allah kime dilerse ona kat kat verir. Allah,ihsanı bol olan,hakkıyla bilendir.”[6]

            Hadislerde:” Kim Allah rızası için bir bağırtlak kuşunun yuvası kadar bir mescid inşa ederse,Allah onun için cennette bir köşk inşa eder.”[7]

            “Dünyada senin elinde kalacak olan,yiyip-tükettiğin,giyip eskittiğin ve Allah yolunda sadaka verib bakileştirdiğinin dışında hiçbir şey yoktur.”[8]

            “Kişi öldüğü vakit,üç sayfası hariç bütün amel defteri kapanır. Açık kalan amel sayfalarından biri sadaka-i cariyedir,biri insanların faydalanacağı bir ilimdir,üçüncüsü de kendine dua eden hayırlı evlattır.”[9]

            Âyette:” Sevdiklerinizden infak etmedikçe hayra,sevaba giremezsiniz.”[10]

            Vakıfların hizmet alanı o kadar şümullüdür ki;Anadolu Selçukluları döneminde tanzim edilen bazı vakfiyelerin gelirlerinin;”Bir felaket ve kaza sebebiyle borç almaya mecbur olanlara kuvvetli rehin ve sağlam kefil ile borçla para verilmesi…”[11]şartı yer alır. Bu durum 1943’de Mısır’daki vakıfların uygulanmasında da mevcuttur.

            -Memlukler zamanında Mısır topraklarının yedide ikisini vakıf topraklar teşkil ediyordu.

            -XVI. asır başlarında,Osmanlı imparatorluğunda,memleket topraklarının beşte birini vakıf topraklar teşkil etmekteydi.

            Vakıf gelirleri de devlet bütçesinin yarısına mukabil gelmekteydi.

  1. asırda yaşayan Mouraja D’ Ohsson’a göre,Türkiyedeki gayrı menkullerin büyük bir kısmı camilere tahsis edilmişti.[12]

            -Vakıfların ilgi ve tasarruf alanları gayet geniştir. Bunlar;binalar, külliyeler, Mekke, Medine,Mukaddes yerler,eğitim,hastahane,aşevleri,kervansaraylar,köprü,çeşme,beldeler,vs..

            İşte Osmanlı bunları gerçekleştirmiştir. Bu konuda Hanefi hukukçusu olan Hamevi şöyle der:” Osmanoğulları ehli keşif ve irfanın kitaplarında sahabeden sonra en adil devlet adamlarıdır.”

            Kılıç ali Paşa külliyesi ve camii,Kılıç ali Paşanın istiharede müjdeli rüyasından sonra,III. Murad’a niyetini arz etmesi üzerine Sultan latife olarak;”O,deryalarun serdarudur,varsın muktedirse camiini de derya üzre yapsun! Yoksa ona bir karış toprak bile vermem.”

            Kılıç ali Paşa;3. Murad’ın kaptanı deryasıdır. Mimarı da Mimar Sinandır.

            Ve Mimar Sinan-la proje üzerine konuşulur. Ve derya (deniz) üzerinde yapılmasına karar verilir.

            Kılıç Ali Paşa kadırgalarıyla Karadeniz ve Marmara sahillerinden kaya ve molozlar getirerek istinad zemini kurulur.

            Bu durumu duyan Padişah latife olarak söyleyip,böyle yorucu bir işe girmemeleri için her ne kadar ricada bulunursa da kaderin sevkiyle yapılmaya başlanmış,devam etmektedir.

            Hatta camiin yarıya geldiğinde bir amelenin sırtına aldığı taşı götürüp geri getirip,bunu devam ettiren işçiye sebebini soran Kılıç ali paşaya o amele;ihtilam olduğunu,yıkanacak bir yer bulamadığından vaktinde geçmemesi,parasını da haram ettirmemek için yaptığını söyleyince cami yarıda bırakılır. Önce hamam,sonra cami ve külliye yapılır.

            Bu gün ise;Hamam bir Ermenide,camide malzeme deposu olarak kullanılmaktadır. Üstüne üstlük birde yıkılması için kendi haline terkedilmiş olmaktadır.[13]        

            -Son asırda İslâmın bir çok meseleleri darbe yediği gibi;İslam alemi çapında vakıflar da bundan hisselerini aldılar. asliyetlerini yitirip,yetim hale getirildiler.

            -Vakıflar devletin üzerinde yük olmamış,belki onun yükünü yüklenmiştir.

            -Vakıflar dini,tarihi,bağların kuvvetlenmesine sebeb olmaktadır.

            -Vakıfların en büyük hizmetlerinden biri de eğitim ve sağlık alanındaki teşviklerinde görülür.

            -Vakıflara ihanet sırf batıya yamalanmaktan ve kuyruklarının altına saklanma çabalarındandır. AT-a binmek için kuyruk-ta beklemekteyiz.

            -Bakınız batılı Tillman C. Trowridge-ye:”Türkler (yani müslümanlar) hristiyanlaştırılmadıkça ve bütün kurumları batılılaştırılmadıkça kurtuluş yoktur.”der.

            -1923’den sonra Milli hükümet döneminde teşkilatın adı:”Şer’iyye ve evkaf vekaleti”adını aldı. 1924 tarihinde 429 sayılı “Şer’iyye ve evkaf ve erkan-ı harbiye-i umumiye vekaletlerinin ilgasına dair kanun çıkarıldı.”[14]

            Ve 1925-26’larda pek çok vakıf kuruluşu, C.H.P idaresinin döneminde yani Atatürk’ün ve İsmet Paşanın (İnönü) sağlığında satılmıştır. O kadar ki,Mesela Mimar Sinan’ın kendi öz kazancıyla,Aksaray’da yaptırmış olduğu cami ki,bir yangında yanmıştır. Ve dahi satılmıştır. Sonradan Demokrat parti zamanında yeri tekrar satın alınarak,oraya Mimar Sinan’ın eserlerine hiçte benzemeyen –acaip- bir cami yapılmıştır.[15]

            -1924-35 arasında olanlar oldu. Bir yandan vakıflar,bir yandan da türbe ve medreselerin kapatılması,Osmanlı arşivlerinin kağıt fiyatına Bulgaristana satılması bazılarındandır.

            -1925-50 arası bitkin bir dönem,yıkılışlar ve yapılmaya çalışmalarla dolu bir dönem . 300 sene de yapılamayacakların yapıldığı devre..

            -Hukuk sistemimizin batı ayarlı olması,vakıfların ayarını düşürüyor. Ve böylece bin yıllık bir birikim,bir küsur yılda harcanıyor,oda bozuk para gibi…

            -Şevket Eygi’nin dediği gibi:”Teker teker ilan vermek pratik olmadığı için,haraç-mezat elden çıkarılan gayrı menkuller için kitaplar çıkarttılar.”[16]

            Vakıf malları hiç denilecek bir fiyatla satılmıştır.

            Bu konuda Prof. A.Akgündüz şöyle der;”Maalesef cumhuriyetin ilk yıllarında,vakıf malları,1935 yılına kadar ihmale maruz bırakılmış ve bu tarihte çıkarılan vakıflar kanunu ile de yağmalanmıştır.”Sebeb;”

            “Osmanlı devrinin milli hayatı ezen ve milletin medeniyet yolunda ilerlemesine engel olan an’anelerini bir hamlede yıkmak.”[17]

            Evet. maalesef vakıf malları 2762 sayılı çıkarılan kanunla”Taviz bedeli”[18] olarak gayr-ı müslimlere ölü fiyata satılmıştır.

            Mesela:35.000 TL-lik yerler 200 TL-ye,125.000 Tl.lik yerlerde 125 TL.ye satılmıştır.

            Bunlar arasında cami,hamam,çeşme,külliye,medereselerde var.

            Bazıları da kendi haline terkedilmiştir. Ayasofya bunlar arasındadır. Malatya-eski Malatya’daki-kervansaray-da bunlardan biridir.

            Maalesef bu yerler batılıların ellerinde bulunmuş olsaydı hiç böyle kendi haline bırakırlar mıydı? Çoktan sahiplenirlerdi. Sahibi olmadıkları halde bizdekilere sahib olmaya çalışmaları bunu göstergesidir.

            -Oysa adımımızı attığımız her yerde vakfın bir hizmeti vardır. Türkiye’nin tümü vakıftır.

            -Adil devlet Osmanlı gidince,hayırlı kurum vakıflarda gitmiştir. Şimdide sadece adı var.

            -Vakıflar bir yardım ve kucak açma müessesesidir. Analık ve babalık yapar.

            -Bazı belgeler:1)İsmet İnönü’nün 16 adet caminin müze ve müze deposu olarak kullanılması konusundaki talimatı…

            2)Vakıflar direktörlüğü satılması istenen 8 camiden 5’inin satılmasının mahzuru bulunmadığına ve bazılarının kapısı ile çeşmesinin muhafaza edilmesinin lüzumuna!..

            3)1950-74 arasında 4 bine yakın vakıf mallarının satılışı tesbit edilmiştir.

            Prof. Akgündüz;sadece İstanbul’da satılan gayr-ı menkullerin 230 bin civarında olduğunu söyler.[19]

            Bir teklif:Gelin ayda birkaç günlük sigara parasını veya vergi iadelerine benzer nisbi gelirlerimizi vakıfların imarına ve korunmasına bağışlayalım.

 

                                                                                              11-12-1994

                                                                                  MEHMET   ÖZÇELİK

[1] İmameyn.Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan. 16 / 275, Haşiyetü Reddül Muhtar. İbni Abidin. (Arapça) 4 / 337,İslam Hukuku.H.karaman. 2 / 51

[2] Büyük İslam Tarihi.-Heyet- 14 / 19

[3] Age. 14 / 22

[4] Bak.Belgeler gerçekleri konuşuyor. –1-Doç.A.Akgündüz.93-94.

[5] Age.100,Kütüb-ü Sitte.age. 16 / 280.

[6] Bakara.261.

[7] Kütüb-ü Sitte.age. 16 / 278.

[8] Bak.Belgeler gerçekleri konuşuyor. I / 105

[9] Kütüb-ü Sitte.age. 16 / 277.

[10] Al-i İmran. 92.

[11] Büyük İslam tarihi.age. 14 / 35,Geniş bilgi için bakn.Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. Ö.N.Bilmen. 4 / 284 ve devamı,5 / 6.

[12] Age. 14 / 37.

[13] Bak.Sur derg.Ağustos.1989.sh.6.

[14] Bak.zaman gaz.11-12-1992.

[15] Sur derg.agd.Ağustos.1989.Z.Ebuzziya

[16] Agd.sh.3.-ve resmi vesikasıda mevcuttur.

[17] zaman gaz.2-12-1990.

[18] Agg.2-12-1990.

[19] Bak.zaman gaz.4-12-1991.




VELÂYET VE KERÂMET

                                 VELÂYET VE KERÂMET

                Âyetlerde:” Bilesiniz ki,Alah-ın dostlarına korku yoktur;onlar üzülmeyecekler de. Onlar,iman edip de takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah-ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu,büyük kurtuluşun kendisidir.”[1]

                “ İşte burada yardım ve dostluk,Hak olan Allah-a mahsustur. Mükafatı en iyi olan O,en güzel akibeti veren yine O’dur.”[2]

            Velayet yani dost ve dostluk,elbetteki Allah-a olan yakınlık,ona olan iman ve Takva iledir. Ona yaklaştırıcı her şey,velayetin unsurlarındandır. Buda rıza ile yani onun razı olması ve O’ndan razı olmak ile tahakkuk etmesidir.

            O’ndan ve O’ndan gelen her şeyden razı olmakla beraber,O’nun bizden razı olacağı işleri yapmaktır velayet.

            Hz. Ebu Hureyre-den:” Rasulullah (S.A.M)buyurdular ki:” Allah Taala hazretleri şöyle ferman buyurdu:” Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse,ben de ona harb ilan ederim.Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni,ona farz kıldığım (Ayni veya Kifâye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder,sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı,gördüğü gözü,tuttuğu eli,yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi,konuştuğu dili)olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm,benden sığınma taleb ettimi onu himayeme alır,korurum. Ben yapacağım bir şeyde,mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüde düşmedim. O ölümü sevmez,ben de onun sevmediği şeyi sevmem.”[3]

            Veli olan kimse sadece ruhunu değil,aynı zamanda cesed,akıl ve tüm duygularını tatmin etmiş,fiziki ve metafizik yapısıyla veli ve dost olmuştur. Nasıl ki insanın iki hali;Ham ve olgun.[4] O olgun haliyle velidir. Hamdım-Piştim-Yandım.

            Sadakatinden dolayı-alemin imanından Hz. Ebubekir-in ki fazla.[5]oluşu,en büyük velayettir. Veli,Allah-ın dostu olduğundan,ona dokunan vali de olsa deli-dir,delirir.

            Nitekim 13-Ekim-1943. Ankara valisi Nevzat Tandoğan:Bediüzzaman Said Nursi-nin başındaki sarığa ilişip onu rencide edince;” Başından bulasın.” karşılığını alır ve 9-Temmuz-1946-da tabancayı alnına dayayan vali,intihar eder ve kendisi kendisini başından vurur ve başından vurulur.[6]

            İçtima-i hayatımızda da buna mümasil bir çok olaylarla karşılaşır ve duyarız.

            Bir kıssa: Hızır,camide meşhur bir vaizi dinlemektedir. Vaiz hararetle konuşmasına,her kes pür-dikkat dinlemesine rağmen içlerinden birisi başını eğmiş uyumaktadır. Hızır ona dürter ve;” Niçin vaiz Abdurrezzak-ı dinlemediğini sorar.

            O da cevaben;ben Rezzak-ı dinliyorum,der ve başını tekrar eğer. Hızır bir daha dürtünce bu sefer o kişi: Bana bak! kafamı kızdırma! Senin Hızır olduğunu söyler,halkı üzerine gönderirim,der.

            Bunun üzerine Hızır Allah-a; Ya Rabbi! Bu adamın benim listemde ismi yok. Bu kimdir? Cevaben: O sendekiler;beni sevenler. Bendekiler ise; Benim sevdiklerim. O adamda benim sevdiklerimde,der.

            Hadis-i Kudside:”Benim dostlarımı ancak ben bilirim.”[7]

            Evliya hak olduğu gibi,onun kerameti de haktır.[8]

            Kerâmet;Allah-ın kendilerini,kendilerinin de Allah-ı sevmiş olduğu bu üstün vasıflı şahsiyetlerin adet ve gündelik hallerden bir derece kurtulub,Allah-ın Lütuf ve İhsanı ile göstermiş oldukları marifet,harikul-ade hallerdendir. Yüksek olan kulun adet dışı halleridir.

            Özetle; Kudret-i Rabbaniyenin ihsanıyla letafet kesbedib havada uçmak,uzun yolu kısa zamanda gitmek,bir mü’minin sıkıntısı halinde Cenâb-ı Hakka dua edip indi ilahide makbul bir zattan dua istemekle,o zat-ın izni ilahi ile,o darda kalmış kimsenin imdadına yetişmesi,kale gibi muhkem bir yerde üzerinden kilitli sağlam bir hücresinde hapis olan zat-ın,orada ibadet ve taatle meşgul olduğu bir zamanda görüldüğü halde,aynı zat,aynı zamanda,çarşıda halk arasında veya camide görülmesi ve bir zata şiddetli ve kesretli zehirlemelerle su-i kastler yapıldığı halde,ona zehir tesir etmemesi,ona düşmanları tarafından kurşun isabet ettirilememesi ve Tayy-ı mekân ve Bast-ı zaman gibi harika hallere mazhar olması..[9]

            Bundan dolayıdır ki;Evliyaların kerâmetleri haktır.[10]

            Veli mümkün olduğu ölçüde taatlere devam eden,kötülüklerden sakınan,dünyevi lezzetlere,şehvetlere,gafletlere,oyun ve eğlencelere dalmaktan yüz çeviren,Allah Taalayı ve sıfatlarını tanıyan kimsedir.

            Hz. Ömer-in mektubu ile,Nil nehrinin taşması,Medinede minber üzerinde iken Nihavend denilen yerde askerlerini görmesi ve İslâm ordusunun kumandanına;Ya Sariye!Dağdan sakın! ( Yâ Sâriyeti el-Cebele,el-Cebele)[11]diyerek onu dağın arkasındaki düşmanın hücumundan sakındırması ve orada bulunan Sariye-nin,mesafe uzak olmasına rağmen Hz: Ömer-in bu sesini işitmesi;

            Halid bin Velid-in zehiri içtiği halde,bundan bir zarar görmemesi,sahabe ve diğer ehli sünnete mensub müslümanlardan vaki olmuş bir çok kerametler vardır.[12]

            “ Bu dünya,dârü’l hikmettir,dârü’l hizmettir,dârü’l ücret ve mükafat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve ahirette meyve verir. Madem hakikat budur;a’mal-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de,memnunane değil,mahzunane kabul etmek lazımdır. Çünki,cennetin meyveleri gibi,kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla,baki hükmünde olan ameli uhrevi meyvesini,bu dünya da fani bir surette yemek,kar-ı akıl değildir;baki bir lambayı,bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lamba ile mübadele etmek gibidir.

            İşte bu sırra binaen,ehl-i velayet,hizmet ve meşakkat ve musibet ve külfeti hoş görüyorlar,nazlanmıyorlar,şekva etmiyorlar. “Her hal üzere Allah’a hamd olsun”diyorlar. Keşif ve keramet,ezvak ve envar verildiği vakit,bir iltifat-ı ilahi nev’inden kabul edip,setrine çalışıyorlar. Fahre değil,belki şükre,ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çokları,o ahvalin istitar ve inkıtaını istemişler;ta ki amellerindeki ihlas zedelenmesin. Evet,makbul bir insan hakkında en mühim bir ihsan-ı ilahi,ihsanını ona ihsas etmemektir;ta niyazdan naza ve şükürden fahre girmesin.”[13]

            Süluk yolunda bulunan bir sâlik (maneviyatta giden,yol alan,yol kat’eden)-den zuhur eden fevkalade keramet hali[14],ekseriyetle rüya ile başlar. Bunların derece ve mertebeleri manevi olduğundan bilinmez. Keramette diğer maddi varlıklar gibi Allah-ın layık olan kullarına bir lutfu olması hasebiyle bunlarında hesabı sorulacak,buna liyakat göstermediği takdirde de bu keramet sırrı kendisinden alınır.[15]

            Ayetteki:” Vessema-i zâtil Hubük”[16],İbn-i Abbas bunu Tarikatlar,yollar olarak tefsir eder.[17]

            Bazı musasavvıflara göre kerametler şekil itibariyle sayısız olarak zuhur edebilmelerine rağmen,mahiyet itibariyle onları sınırlandırmak mümkündür ve bu husus “ Risale-i Bahriyyedeki bir sınıflama”ya göre 25 kadar olarak sınırlandırılmıştır.[18]

            Bazı harika haller (su üzerinde yürümek gibi) keramet olduğu gibi ilmen yapılan,ilmi neticede,araştırma ve keşif neticesindeki durumlar da bu keramet içinde dahildir. Çünki ilim neticesinde bir çok şeyleri kesbeden zat,bir çok kimsenin yapamayacağı veya bilemediği hallere mazhar olmuş demektir ki;buda bir nevi keramet,Allah-ın ona ikramıdır.

            İmam-ı Şâfiinin cümleleri bunu te’yid etmektedir:” Eğer alimler,evliyaullah olmazlarsa,Allah-u Taalanın velisi,yoktur. Çünki Allah-u Taala cahil kimseyi,veli (dost) edinmez.”[19]

            En yüksek bir derecede olan bir zatın veya bir velinin yüksek makamda olmasıyla beraber keramet göstermemekle o ulvi derecesinden sukut etmiş olmamaktadır.

            Kerâmet sahibi olan zatın kerametinin evlatlarında da intikal suretiyle olması gerekmez,yani şahsidir.

            Kerâmet sahibi olan mürşidin müritlerine ait manevi vazifeleri iş zamanı dışında verir;iş zamanında böyle bir teklifte bulunamaz. Yani yirmi dört saatin sekizi iş,sekizi uyku ve istirahat,geri kalan sekiz saati ise ibadet ve ubudiyet vazifelerine münhasırdır.[20]

            Veliler bulundukları beldelerin manevi birer mimarıdırlar. Hak ve hakikatın yolunda olan bu veliler bulundukları yerde insanları gerek hâl-leri,gerekse de kâl-leri yani sözleri ile insanları irşad ederler.

            Atına binmiş olarak çölde giden Yavuz-un atından inerek,önde Peygamberimizin gittiğini görmesi,en büyük bir kerâmettir.

            Bediüzzaman,kerâmeti meyveye ve onları bu dünyada yemeye benzetmektedir.

            Rufâi-lerin şiş saplayıp yerini demlemeleri bir kerâmettir.[21]

            Bir subay,ben o Said-i Nursi-yi karakola getirmesini bilirim,deyip üstadın evine doğru gelirken kapının deliğinden bakar ki;üstad önünde bir kedi ve fareye yiyecek veriyor. Bunu görünce geri döner.

            Evliyanın birinin gönlü,nefsi bal ister. Oda ben sana gösteririm,bal istemek neymiş. Dağda bir adamı görür ve düşünür. Bu adama bir tekme vurayım,dağdan yuvarlansın,beni de zindana atsınlar. İşte orada zıkkım yersin,diyerek öyle yapar. Yuvarlanan adam üstünü silkeleyerek kalkıp adama,Ya-hu onun istediğini ver-de, kurtul,der.

            Burada nefisle Musâlaha etmek,onun meşru isteklerini vermek. Zira nimetler şükür içindir.

                                                                                  20-01-2000

                                                                       MEHMET     ÖZÇELİK

[1] Yunus.62-64.

[2] Kehf.44.

[3] Buhari,Rikak.38,Kütüb-i Sitte Muhtasarı.Prof.İ.Canan. 13 / 244-245,bkn.14/238-239.

[4] Bkn.Mearif.96.

[5] Age.262.

[6] Bkn.Zafer Der.Eylül-1995.Sh.38.

[7] Mearif.age.357,362,367.

[8] Bkn.Mesnevi-i Nuriye.B.S.Nursi.219,240.

[9] Bkn.Yeni Lugat. A. Yeğin.332-333.

[10] Metni Akaid. Ömer Nesefi.9-10.

[11] Bkn.Mektubat:B.S.Nursi.48.

[12] Bkn.Fıkhı Ekber. İmam-ı Azam Ebu Hanife.191.

[13] Mektubat.age.422.

[14] Bkn.İslam Ans.İsam. 6/577-578,Tefsir-i Kebir.F.Razi.Terc.Heyet. 15 / 113-133.

[15] Tarikatlar.Dr.H. Küçük.129.

[16] Zariyat.7.

[17] İslam Tarihi.Medina Devri. A. Köksal. 5 / 185.

[18] Tarikatlar.age.130.

[19] Yetmiş üç fırka.M. Uysal.396.

[20] Bkn.Tasavvuf.M. İz.186.

[21] Bkn.Aksiyon der.Mayıs.13-19 / 1995.Sh.12-14.




C İ H A D

C İ H A D

 Kur’an-ı Kerim’de Allah yolunda savaşmak emredilmiş,[1] saldırganlara karşı [2] savunma durumu olarak [3] cihad farz kılınmıştır.[4]

Haram ayları olan Zilkade,Zilhicce,Muharrem,Receb aylarının dışında,[5] toplu olarak,[6] zulmetmeksizin [7] savaşa teşvik edilmiştir.[8]

Savaş esnasında nöbet tutma,ibadetle nitelendirilmiş,[9] Birlik-Beraberlik [10] ve samimiyet içerisinde,[11] düşmana karşı kuvvet hazırlanması gerektiği [12] bildirilmiştir.

Mal,[13] hem mal ve hem canlarıyla savaşanların üstünlüğü [14] bildirilmiş,Allah tarafından mükâfatlandırılacakları müjdesi verilmiştir.[15] Ve bu kişilerinde kendileri için savaşmış olduklarına işaret edilmiştir.[16]

Bu konuda gevşeklik gösterilmemesi,[17] uyanık olunması,[18] Mü’minlerin birbirleriyle çatışmaması,[19] zulme karşı koymak,ehli kitabın yanlışı terketmesi,savaşılma veya cizye vermeye mecbur bırakılma [20] gibi bir çok hikmete binaen cihad emredilmiştir.

-Kuranda Kâfir ve münafıklara uymayın,diğerinde onlarla cihad edip,sert davranın [21]ifadeleri yer alır. Zıd gibi görünen bu mâna konusunda Bediüzzamanın talebelerinden Feyzi abi Al-i İmrandaki Rasihler,[22]her asırda bu farklı âyetleri Tevcih edip,tevcihatta bulunurlar,der.

Buradaki amaç;ne insanları köle yapmak,nede dini teklif ile hürriyetlerini selb etmek değildir.

Zira gerçek hürriyet;Dinin boyunduruğundan çıkmak değil,dinin emir ve yasaklarının,teklifinin altına girmek iledir. Aksi takdirde;bir kadını,bir kocanın baskısından kurtarmak amacıyla,bir çok kocalara esir etmek gibi olur.

Allahın boyunduruğunda bulunan hürdür.O’nun boyunduruğundan çıkan züldür.

Vahşi bin Harb Hz. Hamzayı öldürünce hür olacaktı. Ancak sonuçta hürriyetini dine;amcasını öldürdüğü Hz. Muhammedin dinine teslimiyette buldu. Gerçek hürriyetine kavuştu.

Dinin ve Allahın boyunduruğundan çıkanlar,insanlar ve onların fikirleri sayısınca boyunduruk altına girmiş olurlar.

“Din hayatın hayatı,hem nuru hem esası. İhya-yı dinle olur,şu milletin ihyası.”

Cihadda Allahın boyunduruğuna teslim etme ve teslim olma vardır.

Tarih buna en büyük ve en güzel şahiddir.

İki yüzün üzerinde Cihad ve ona teşvik eden Hadis mevcuttur. [23]

Bunların bir kısmı:-964 – Tirmizî’nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir.” Fedâiıu’l-Cihad 2, (1621).

-974 – Ebu Ümâme (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:”Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır.” Ebu Dâvud, Cihad 6, (2486).

-977 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah buyurdu ki: “Kâfır ile onu öldüren ebediyyen cehennemde bir araya gelmezler, keza bir kulun karnında, Allah yolunda (yutulmuş olan) tozla cehennem ateşi bir araya gelmezler, keza, bir kulun kalbinde imanla hased bir araya gelmezler.” Müslim, İmâret 130, 131, (1891); Ebu Dâvud, Cihad 11, (2495); Nesâî, Cihâd 8, (6,12-14); İbnu Mâce, Cihâd 9.

-979 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:   “Allah iki kişi hakkında güler: Bunlardan biri diğerini öldürmüş olduğu halde ikisi de cennete gider. Bunlardan diğeri, Allah yolunda cihad eder ve şehid olur. Allah katile mağfiretini ulaştırır, o da Müslüman olur, sonra Allah yolunda cihâda katılır ve şehid olur (Böylece her ikisi de Cennette buluşurlar).” Buharî, Cihâd 28; Müslim, İmâret 128,129, (1890); Muvatta, Cihâd 28, (2, 460); Nesâi, Cihâd 37, (2, 38); İbnu Mâce, Mukaddime 13, (191).

-1001 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:”Emîriniz, fâzıl veya fâcir her nasıl olursa olsun, (onun emri altında) cihad etmeniz size farzdır. Keza, namazı da fâzıl veya fâcir ve hatta kebâir işlemiş bile olsa her Müslümanın, arkasında kılması bütün Müslümanlara farzdır.” Ebu Dâvud, Cihâd 35, (2533).

-1002 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.” Ebu Dâvud, Cihâd 18, 2504); Nesâî,Cihâd 1, (6, 7).

-1012 – Ka’b İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazveye çıkmaya karar verdiği zaman, şaşırtarak başka bir zan uyandırır ve: “Harb bir hiledir” derdi.” Ebu Dâvud Cihad 101, (2637); Buharî, Cihad 157; Müslim, Cihâd 18, (1740).

-1013 – Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:Gazve iki çeşittir: Birincisi kişinin Allah’ın rızasını aramak için yaptığı gazvedir. Bu maksadla gazve yapan imama da itaat eder, en kıymetli şeyini harcar, ortağına kolaylık gösterir, fesaddan kaçınır. Bunun uykusu da uyanıklığı da tamamen kendisi için ücret olur. Bir de övünmek, riyâkârlıkta bulunmak ve kendini satmak için savaşan, imama isyan eden, arzda fesad çıkaran kimse vardır. Böyle gazveden asgarî ücreti bile elde edemez.” Ebu Dâvud, Cihad 25, (2515); Nesâî, Cihad 46, (6, 49); Muvatta Cihad 18 (2, 466).

-1016 – Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e, şecaat olsun diye veya hamiyyet (kavmi, ailesi,dostu) için veya gösteriş için mukâtele eden kimseler hakkında sorularak bunlardan hangisi “Allah yolunda”dır? dendi. Resûlullah: “Kim, Allah’ın kelamı yücelsin diye mukâtele ederse, o Allah yolundadır” diye cevap verdi.” Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149,(1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783).

-4195 – Büreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onaltı gazve yapmıştır.” Buhari, Megazi 89, 1, 77; Müslim, Hacc 218, (1254), Cihad 147, (1814); Tirmizi, Cihad 6, (1676).

-4196 – Müslim’in rivayetinde: “(Büreyde radıyallahu anh) Resülullah’la birlikte onaltı gazveye katıldığını söyler.” Müslim, Cihad 146, 147, (1814).

-4197 – Yine Müslim’in bir rivayetinde: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ondokuz gazve yaptı, bunlardan sekizinde savaştı” denmektedir. Müslim, Cihad 146, (1819); Buhari, Megazi 87.

-4200 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor:”Bana Ömer İbnu’l-Hattab radıyallahu anh anlattı. Dedi ki: “Bedir günü olunca, Aleyhissalatu vesselam müşriklere bir baktı. Onlar bin kişiydiler. Halbuki ashabı üçyüzondokuz kişi. Hemen kıbleye yönelip, ellerini kaldırdı. Rabbine sesli olarak şöyle dua etmeye başladı:”Ey Allahım! Bana vaadettiğin (zaferi) yerine getir. Allahım! Bana zafer ver! Ey Allahım, eğer ehl-i İslam’ın bu bölüğünü helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek!”Ellerini uzatmış olarak yakarmalarına öyle devam etti ki, rıdası omuzundan düştü. Bunu gören Ebu Bekir radıyallahu anh yanına gelerek rıdasını aldı omuzuna attı, sonra arkasından yaklaşıp: “Ey Allah’ın Resûlü! Rabbine olan yakarışın yeter. Allah Teala Hazretleri sana vaadini mutlaka yerine getirecek!” dedi. O sırada aziz ve celil olan Allah şu vahyi inzal buyurdu: “Hani siz Rabbinizden imdâd taleb ediyordunuz da O da: “Muhakkak ki ben size meleklerden birbiri ardınca bin(lercesi ile) imdad ediciyim” diyerek duanızı kabul buyurmuştur” (Enfal 9). Gerçekten Hak Teala Hazretleri o gün melerlerle yardım etti.” Müslim, Cihad 58, (1763); Buhari, Megazi 4; Tirmizi, Tefsir, Enfal (3081); Ebu Davud, Cihad 131, (2690).  

-4209 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Beni’n-Nadir hurmalığını kesti ve yaktı. Bu hurmalığa el-Büreyre deniyordu. Büreyre hakkında Hassan İbnu Sabit radıyallahu anh şöyle demişti:”Büreyre’de tutuşan yangın, Beni Lüey reislerine ehemmiyetsiz geldi.”     Ebu Süfyan İbnu’l-Haris İbni Abdilmuttalib ona şöyle cevap verdi: “Allah bu yapılanı (yangını) devam ettirsin. -Büreyre’nin etrafını da cehennem yaksın. Yangından hengimizin uzakta olduğunu bileceksin.- Mekke, Medine’den hangisinin zarardide olduğunu göreceksin.”     Müslim’in rivayetinde şu ziyade var: “Şu ayet bu hadise hakkında naziyl olmuştur: “İnkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah’ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır” (Haşr 5). Buhari, Megazi 14, Hars 6, Cihad 154, Tefsir, Haşr; Müslim, Cihad 29, (1746); Tirmizi, Tefsir, Haşr (3298); Ebu Davud, Cihad 91, (2615).  

-4245 – Ebu zabyan anlatıyor: “Üsame İbnu zeyd radıyallahu anh’ı dinledim, diyordu ki:”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizi huruka’ya gönderdi. Sabah baskını yapıp hezimete uğrattık. Ben ve Ensardan biri, Hurukalı bir adama rastladık. Adama galebe çalmıştık. Lailahe illallah dedi. Adam bunu söyler söylemez Ensari savaşmayı bıraktı, ben devam ettim ve mızrağımı saplayıp öldürdüm. Medine’ye geldiğimiz zaman benim yaptığım, Resûlullah’ın kulağına ulaşmış. (Beni çağırttı ve:) “Ey Usâme! Sen, lailahe illallah dedikten sonra adam mı öldürdün?” diye sordu. Ben: “O bunu, canını kurtarmak için söyledi” dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Sen onu Lailahe illallah dedikten sonra öldürdün mü?” dedi. Bu cümleyi o kadar çok peşpeşe tekrar etti ki, keşke bugünden daha önce müslüman olmasaydım (müslüman olarak böyle bir cinayeti işlememiş olurdum) diye temenni ettim.” Buhari, Diyat 2; Müslim İman 158, (96). Ebu Davud, Cihad 104, (2643).     Müslim’in Cündeb’ten kaydettiği bir diğer rivayet şöyle: “Sen Lailahe illallah diyeni öldürdün mü? Kıyamet günü Lailahe illallah gelince ona nasıl hesap vereceksin?” Bunu ona çok tekrarladı.”  

-4492 – İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetimden bir grup (taife), hak üzerine savaşmaya devam edeceklerdir. Onlar kendilerine meydan okuyanlara karşı muzafferdirler. Öyle ki, bunların sonuncuları Mesih-Deccal’le de savaşırlar.” Ebu Davud, Cihad 4, (2484).

-4984 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:”Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Öyle ki taş dahi: “Ey müslüman! işte yahudi, arkamda (saklandı), gel, öldür onu!” diyecek.” Buhari, Cihad 94, Menakıb 25; Müslim, Fiten 79, (2921); Tirmizi, Fiten 56, (2237).

            Risale-i Nurlarda Bediüzzaman Cihad ve Anarşi konularında şu tesbitleri yapmaktadır:”Cihad ve hem gazâya, bagy ismi takılmış. Esaret-i hayvanî, istibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş. Zıdlarda emsal olmuş, suretlerde tebadül, isimlerde tekabül, makamlarda becayiş-i mekânî.

            Eski zamandan beri istiklal-i İslâm’ın bekası, hem Kelimetullah’ın i’lâsı için, farz-ı kifaye-i cihadı; o lâzime-i diyanet

Deruhde ile, kendini yekvücud-u vahdanî, İslâm’ın âlemine fedaya vazifedar, hilafete bayrakdar görmüş olan bu devlet, Şu millet-i İslâm’ın felâket-i mazisi, getirecek de elbet İslâm’ın âlemine saadet ve hürriyet.”[24]

            “Bediüzzaman’ın bu hali de, bütün İslâm mücahidlerine ve umum Müslümanlara bir örnektir. Yani, cihad ile ubudiyet ve takvayı beraber yapıyor; birini yapıp, diğerini ihmal etmiyor. Cebbar ve zalim din düşmanlarının plânıyla hapishanelere sevk edilip, tecrid-i mutlakta ve gayet soğuk bir odada bırakılması ve şiddetli soğukların ve hastalıkların ızdırabları ve titremeleri ve ihtiyarlığın tâkatsızlıkları içinde bulunması dahi, te’lifata noksanlık vermemiştir.”[25]

            Gerçek cihadı deruhte etmiştir.

            “Fakat o elîm acılar, Bediüzzaman’ı asla ye’se düşürmemiş, bilakis öyle küllî ve umumî bir dinî cihada ve dua ve ubudiyete sevk etmiştir ki: “Kurtuluşun çare-i yegânesi, Kur’ana sarılmaktır.” demiş ve sarılmış.”[26]

            “Tarihte eşine rastlanmayan bir istibdad-ı mutlak ve eşedd-i zulüm altında ve dehşetli bir esaret içinde bırakılan ve kendini ve eserlerini imha etmeye çalışan din düşmanlarına mukabil, bir şahs-ı manevî olan Bediüzzaman Said Nursî, Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimizin sünnetine tam ittiba’ ederek yaptığı dinî cihad-ı ekberinde, beşer tarihinde misli görülmemiş bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuştur.”[27]

            “Evet Bediüzzaman Said Nursî’ye, yalnız âlem-i İslâm değil, Hristiyan dünyası da medyun ve minnettardır ki; dinsizliğe karşı umumî cihadında mazhar olduğu muvaffakıyet ve galibiyetten dolayı Roma’daki Papa dahi, kendisine resmen tebrik ve teşekkürname yazmıştır.”[28]

            Düşmanı içten ve kalbinden fethederek öldürmekle cehenneme göndermemiş,İslâma teveccühünü sağlayarak yönünü cennete çevirmiştir.

            Cihaddan amaç düşmanın şerrini ve hücumunu defetmektir.

“Cihadda hayr-ı kesîr var ki, İslâm küffarın istilasından kurtulur.”[29]

            “İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatıyla ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.”[30]

“Tevrat’ın diğer bir âyeti daha:«

İşte şu âyet gösteriyor ki: “Sahib-üs seyf ve cihada memur bir peygamber gelecektir.” Kadîb-i Hadîd, kılınç demektir. Hem ümmeti de onun gibi sahib-üs seyf, yani cihada memur olacağını, Sure-i Feth’in âhirinde

âyeti, İncil’in şu âyeti gibi, başka âyetlerine işaret edip, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm sahib-üs seyf ve cihada memur olduğunu İncil ile beraber ilân ediyor.”[31]

            “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm demiş:

buyurmuştur. Hem İncil’de, Esma-i Nebevîden “Sahib-ül Kadîbi ve-l Herave” yani “seyf ve asâ sahibi.” Evet sahib-üs seyf enbiyalar içinde en büyüğü; ümmetiyle cihada memur, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dır.” [32]

           Cihadı manevi cihad olarak değerlendiren Bediüzaaman[33],bu zamanda asayiş ve emniyeti muhafaza etmek gerektiğini söyleyip,talebelerine müsbet hareket dersini vermekte,güç ve kuvvetin dahilde sarfedilemiyeceğini bildirmektedir.

           “Herkes; kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir ve ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve sünnet-i nebeviyyeyi ihya ile muvazzaftır.”[34]

           “Amma maddî cihadın muktezası ise; o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!..”[35]             

“Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bagy ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.”[36]

Savaşın İslâm alemine fayda değil zarar getireceğini ifade eden Bediüzzaman: “Biz, ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz. Fakat kâfirlerin kılıncı ile değil. Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin; kılınçlarından gelen faide bize lâzım değil. Zâten o mütemerrid ecnebilerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. Hem harb belası ise hizmet-i Kur’aniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymetdar kardeşlerimizin ekserisi kırkbeşten aşağı olduğundan, harb vasıtasıyla vazife-i kudsiye-i Kur’aniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbur olacaktılar.”[37]

Bununla beraber bir çok masumun yanacağı veya bir tarafa meyille zulme ortak olunabileceğini ifade etmiştir.[38]

Osmanlıyı cihadında muvaffak kılan sır;topraklarını genişletmek değil,Allah’ın yüce adını yaymak olmuştur.“Meşhurdur ki: Bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddid defa mağlub eden Celaleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerası ve etbaı ona demişler: “Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hak seni galib edecek.” O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmam; muzaffer etmek veya mağlub etmek onun vazifesidir.” İşte o zât bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, hârika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.”[39]

            “Evet evvelâ: Başta ­   cümlesi, makam-ı cifrî ve ebcedî ile bin üçyüz elli (1350) tarihine parmak basar ve mana-yı işarî ile der: Gerçi o tarihte, dini dünyadan tefrik ile dinde ikraha ve icbara ve mücahede-i diniyeye ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükûmetlerde bir kanun-u esasî, bir düstur-u siyasî oluyor ve hükûmet lâik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıncıyla olacak. Çünki dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikatı gözlere gösterecek derecede kuvvetli bürhanları izhar edip tebyin ve tebeyyün eden bir nur Kur’an’dan çıkacak diye haber verip, bir lem’a-i i’caz gösterir.”[40]

            “Büyük Mehdi’nin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi.. “[41]

            “«nin ye tercihan zikrinden anlaşılıyor ki; sefk, zulmen yapılan katldir. Bu ise fesada daha münasibdir. Çünki katlin ifade ettiği mana, katlin mubah kısmına da şamildir. Cihadda veya bir cemaatı kurtarmak için yapılan katiller gibi ki; bu katl, fesada münasib olmaz.”[42]

            “İnsanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.”[43]

“Kâfir ve münafıkların Cehennem’de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak; Kur’anın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünki masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedid bir gadir ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın sû’-i akibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni’ bir gadirdir.”[44]

            “Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünki düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark, pek azîmdir.”[45]

            “Hem dâhildeki cihad-ı manevî; manevî tahribata karşı çalışmaktır ki; maddî değil, manevî hizmetler lâzımdır.” [46]

            “cihad-ı haricîyi, şeriat-ı garrânın berâhin-i katıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz; zira, medenîlere galebe çalmak, ikna iledir; söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur!…”[47]

            “Eskidenberi İ’lâ-yı Kelimetullah ve beka-yı istiklâliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile, kendini yekvücut olan Âlem-i İslâma fedaya vazifedar ve hilâfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi, Âlem-i İslâmın saadet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir.”[48]

Anarşi

 

            “Alâmet-i kıyametten olan Ye’cüc ve Me’cüce ve Sedde dair, bir risalede bir derece tafsilen yazdığımdan ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden taifeler ve Sedd-i Çinî’nin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîr ü zeber edecekleri, rivayetlerde vardır.”[49]

            “O dehşetli beladan birisi: Hristiyan Dinini mağlub eden ve anarşiliği yetiştiren, şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı bu vatanı manevî istilâsına karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî vazifesini görebilir.”[50]

            “Evet komünist perdesi altında anarşistliğin, emniyet-i umumiyeyi bozmağa dehşetli çalışmasına karşı, Risale-i Nur ve şakirdleri iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müdhiş ifsadı durduruyor ve kırıyor.”[51]

            “Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zarurîdir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir.”[52]

“Hem beklerdim ki; “vatanımızda anarşiliğe inkılab eden komünist tehlikesine karşı Nurların hizmeti ne derecededir ve bu mübarek vatan bu dehşetli seyelandan nasıl muhafaza edilecek?” gibi dağ misillü mes’elelerin sorulmasının lüzumu varken, sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan ve hiç bir medar-ı mes’uliyet olmayan cüz’î ve şahsî ve garazkârların iftiralarıyla habbe, kubbeler yapılmış …”[53]

“kırk seneden beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi bolşevizm namına bilerek veya bilmeyerek bizimle bir mücadeledir ki, üç mahkeme cem’iyetçilik cihetinde bütün Nurcuların ve Nur risalelerinin beraetlerine karar vermişler.” [54]

“din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünki nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman, Bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.” [55]

“şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmağa yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur şakirdlerine medar-ı mes’uliyet cem’iyet namını verebilir.”[56]

            “Kur’anın lisan-ı semavîsinde Ye’cüc ve Me’cüc namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin’den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupa’yı herc ü merc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber edeceklerine işaret ve kinayedir. Hattâ şimdi de komünistlik içindeki anarşistin ehemmiyetli efradı onlardandır. Evet, ihtilâl-i Fransavîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrib ettiğinden, aşıladığı fikir bilâhere bolşevikliğe inkılab etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette ektikleri tohumlar hiç bir kayıd ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünki kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise; hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak. Ve o şeraite muvafık insanlar ise, Çin-i Maçin’de kırk günlük bir mesafede yapılan ve acaib-i seb’a-i âlemden birisi bulunan Sedd-i Çinî’nin binasına sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir ki, Kur’an’ın mücmel haberini tefsir eden Zât-ı Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) mu’cizane ve muhakkikane haber vermiş.”[57]

“Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle, Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle de Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.”[58]

Hadiste:”7193 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:”Ye’cüc ve Me’cüc (seddi) her gün kazarak nihayet güneşin ışığını görmeye yakın, başlarındaki kişi onlara: “Haydi dönün, kazımıza yarın devam ederiz!” der. Allah Teâla hazretleri, sabah oluncaya kadar seddi eski güçlü haline iade eder. Bu hal onların müddetleri doluncaya kadar devam edecek. Vakit dolup da Allah onları insanların üzerine göndermek istediği zaman, aynı şekilde yine kazacaklar, güneşin ışığını görecekleri gedik açılacağı zaman, başlarındaki “haydi dönün inşaallah yarın kazmaya devam ederiz” diyecek. Onlar da “inşaallah!” diyecekler; ertesi günü gelecekIer. Bu sefer seddi bıraktıkları gibi bulacaklar. Yine kazacaklar, bu sefer insanların üzerine çıkacaklar ve (uğradıkları) suyu içip tüketecekler. İnsanlar, onlara karşı kalelerine çekilecekler. Bu sefer onlar da oklarını göğe atacaklar. Okları, üzeri kanlı olarak geri dönecek. Bunun üzerine Yecüc ve Mecüc: “Biz yeryüzündeki insanları kahrettik ve göktekilere de galebe çaldık” diyecekler. Sonra Allah, onların enselerine musallat olacak deve kurtlarını gönderecek, bunlarla onları öldürecek.”     Resülullah aleyhissalatu vesselam devamla dedi ki: “Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, yerdeki hayvanlar onların etlerini yemek suretiyle muhakkak ki iyice semirecek ve memeleri sütle dolacaktır.”  

            “Değil Müslümanlarla, belki dindar Hristiyanlarla dahi dost olup adaveti bırakmağa çalışıyorum. Harb-i Umumî ve komünizm altındaki anarşistlik tehlike ve tahribatlarının lisan-ı haliyle “Dünya fânidir, firaklarla doludur. Ey insanlar adaveti bırakınız, Kur’an dersini dinleyip birleşiniz; yoksa sizi mahvedeceğiz” diye beyanıyla bu zamanın şartları ve îcabları karşısında tarz-ı hizmeti yine Kur’anın nuruyla göstererek hakîmane irşadın ve tevfik-i İlahiyeye muvafık hareketle isabetli hizmetin îfası gibi noktalardan Risale-i Nur’un lüzum ve ehemmiyetini tebarüz ettiriyor.”[59]

            “Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî tesisine çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.”[60]

            “Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeğe çalışan anarşiliğe karşı sed çekmek.”[61]    

“doğrudan doğruya hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat’iyyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerle isbat ederim ki; âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal’ası ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.”[62]

“komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor.”[63]

“Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zındıka ve dinsizlik ve anarşilik ve maddiyyunluğa karşı yalnız ve yalnız tek bir çare var: O da Kur’anın hakikatlarına sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i, az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye; siyasî, maddî kuvvetler ile susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-ı Kur’aniyedir.”[64]

            “Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma tarafdar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ana ve ittihad-ı İslâma tarafdar olmağa mecburdurlar.”[65]

            “Anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir. Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an işaret ediyor.”[66]

“Üstadımız diyor: “Madem iman hizmetinde ihlas-ı etemle, anarşiliği durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerektir. Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum. Onları da helâl ediyorum.”[67]

            “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki Halk Partisi, İttihadçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbarıyla, onbeş senede yaptığı icraatının kısm-ı a’zamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat’iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.”[68]

“âleme ve nev’-i beşere rahmet olmasına bir nükte, bir işarettir ki; o manevî cehennemden dünyada da onları bir derece kurtarmış. Halbuki şimdi fen ve felsefenin dalalet kısmı; yani Kur’anla barışmayan, yoldan çıkmış, Kur’ana muhalefet eden kısmı, küfr-ü mutlakı komünistler tarzında neşre başladılar. Komünistlik perdesinde anarşistliği netice verecek bir surette münafıklar, zındıklar vasıtasıyla ve bazı müfrit dinsiz siyasetçiler vasıtasıyla neşir ile aşılanmağa başlandığı için; şimdiki hayat, dinsiz olarak kabil değildir, yaşamaz. “Dinsiz bir

millet yaşamaz” hükmü bu noktaya işarettir. Küfr-ü mutlak olduğu zaman, hakikat-ı halde yaşanmaz. Onun için Kur’an-ı Hakîm, bu asırda bir mu’cize-i maneviyesi olarak Risale-i Nur şakirdlerine bu dersi vermiş ki; küfr-ü mutlaka, anarşistliğe karşı sed çeksin. Hem çekmiş. Evet Çin’i, hem yarı Avrupa’yı ve Balkan’ları istilâ eden bu cereyana karşı bizi muhafaza eden Kur’an-ı Hakîm’in bu dersidir ki; o hücuma karşı sed çekmiş, bu suretle o tehlikeye karşı çare bulmuştur.”[69]

“Bu memlekette, bu asırda, bu milleti anarşilikten, tereddi ve tedenni-i mutlaktan kurtaracak yegâne çâre, Risalet-ün-Nurun esasatıdır.”[70]

“Bizim îman derslerimiz anarşiye karşıdır, bozgunculuğa karşıdır, farmasonlara ve komünistlere karşıdır.”[71]

            “Hakikî bir Müslüman, samimî bir mü’min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhir zamanda “Ye’cüc” ve “Me’cüc” komitesi olduğuna Kur’ân-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.”[72]

“Bir mekteb-i irfan olan Risale-i Nur’un müellifi ve şâkirdleri âsayişin, nizam ve intizamın fahrî ve mânevî bekçileridir. Mânevî sahada, kalblerde ve dimağlarda anarşinin, bozgunculuğun kalkmasına çalışmaktadırlar.”[73]

            “Hayattaki düsturu, cidal kıtal yerine, düstur-u teavündür. O düsturun şe’nidir ittihad ve tesanüd; hayatlanır cemaat.”[74]

: Kuvve-i şeheviye ile Arz’da fesad hasıl olur, kuvve-i gazabiyenin tecavüzüyle katl ü kıtale mahal olur. Halbuki Arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir.”[75]

“Evet ey insan! Sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücud ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri; tahrib, adem, şer, nefy, infial cihetidir. Birinci cihet itibariyle; arıdan, serçeden aşağı.. sinekten, örümcekten daha zaîfsin. İkinci cihet itibariyle; dağ, yer, göklerden geçersin. Onların çekindiği ve izhar-ı acz ettikleri bir yükü kaldırırsın. Onlardan daha geniş, daha büyük bir daire alırsın. Çünki sen iyilik ve icad ettiğin vakit, yalnız vüs’atin nisbetinde, elin ulaşacak derecede, kuvvetin yetişecek mertebede iyilik ve icad edebilirsin. Eğer fenalık ve tahrib etsen, o vakit fenalığın tecavüz ve tahribin intişar eder.”[76]

“Beşeriyeti dehşetli sadmelere uğratan, tehdid eden anarşiliğin ifsad ve tahribin yegâne çaresi ancak ve ancak İlahî, semavî bir dinin ezelî ve ebedî hakikatlarıdır, hakikat-ı İslâmiyettir. Risale-i Nur, hakikat-ı İslâmiye ve Kur’aniyeyi müsbet ve müdellel bir şekilde insanlığın nazar-ı tahkikine arz ve ifade etmektedir.”[77]

“Mesleğimiz, müsbet hareket etmektir. Değil mübareze, belki başkaları düşünmeye de mesleğimiz müsaade etmiyor.”[78]

Hayatı boyunca en küçük bir harekete bile tahammül edemeyen Bediüzzaman,hizmetin hatırına en büyük tehdide ve hücuma aldırış etmemiş,bir bekçi ve jandarmanın dahi çıkmayacaksın,sözüne aynen uymuş,menfi hareketten kaçınmıştır.

“Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, bir çok hâdiselerle sabit olmuş. Meselâ: Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfî’de i’dam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlahiyeye karışmamak hakikatı için; bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabır ve rıza ile karşıladım.”[79]

“Zaman, zemin, Risale-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’a ile değil fiilen, belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmağa müsaade etmez. İhtiyat her vakit lâzım.”[80]

“Şimdiye kadar gizli münafıklar, Risale-i Nur’a kanunla, adliye ile ve asayiş ve idare noktasından hükûmetin bazı erkânını iğfal edip tecavüz ediyorlardı. Biz müsbet hareket ettiğimiz için, mecburiyet olduğu zaman tedafüî vaziyetinde idik. Şimdi plânları akîm kaldı. Bilakis tecavüzleri Risale-i Nur’un dairesini genişlettirdi.”[81]

“Risale-i Nur’un bu vatan ve millete temin ettiği asayiş ve emniyettir ki; İslâm memleketlerinde, hususan Fas’ta, Mısır ve Suriye ve İran gibi yerlerde vuku’ bulan dâhilî karışıklıkların bu vatanda görülmemesidir. İşte nasılki bu vatan ve millette Risale-i Nur -emniyet ve asayişin ihlâline sair memleketlerden daha ziyade esbab bulunmasına rağmen- asayişi temin etmesi gösteriyor ki; o Doğu Üniversitesi’nin tesisi, beşeri müsalemet-i umumiyeye mazhar kılacaktır. Çünki şimdi tahribat manevî olduğu için ona mukabil tamirci manevî bir atom bombası lâzımdır. İşte bu zamanda tahribatın manevî olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci manevî atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak üniversitenin mebde’ ve çekirdeği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir. O manevî tahribata karşı Risale-i Nur tamirci ve manevî bir atom bombası olmuş.”[82]

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.”[83]

“Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakitte onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Asayişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatlar itibariyle, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.”[84]

“Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehven-üş şerr olarak bakınız. Daha a’zam-üş şerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun.”[85]

“Vatan ve millet düşmanları, gizli dinsizler, bahanelerle hücuma geçip aleyhte tahriklerde bulunduklarını; “Fakat biz müsbet hareket etmeye mecburuz. Elimizde Nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nura kâfi gelir” diyerek Nur’un din düşmanlarını mağlûp edeceğinden müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bulunduğundan, Risale-i Nur’un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını; mesleğimizin en büyük esasının ihlâs olduğunu, rıza-i İlâhîden başka hiçbir maksat ittihaz edilemeyeceğini, Nur’un kuvvetinin işte bu olduğunu; ihlâsla, müsbet hareket etmekle inayet ve Rahmet-i İlâhiyenin Risale-i Nur’u himaye edeceğini.. ilâ âhir.. beyan ederdi.”[86]

“Bu zamanda fen ve felsefeden gelen dalâlet ve şüpheleri Risale-i Nur kökünden kesmiştir. Risale-i Nur bunu yaparken de müsbet bir usûl takip etmiştir.”[87]

“Üstadımız sık sık der ki: Mesleğimiz müsbettir; menfî hareketten Kur’ân bizi menediyor.”[88]

“Evet İstanbul siyaseti İspanyol gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzât değiliz. Bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder. Biz kendimizden hayal edip, esammane tahribimizde eser-i telkini icra ederiz. Mademki menba’ Avrupa’dadır. Gelen cereyan, ya menfî veya müsbettir. Menfîye kapılan, harf gibi yahut tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzât haric hesabına geçer. Çünki iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti faide vermez.”[89]

Üç büyük savaş olan Bedir,Uhud,Hendek savaşlarında saldıran taraf müşrikler olmuş,Peygamberimiz ve müslümanlar müdafaada bulunmuşlardır.

Savaşı benimsemeyen Peygamberimiz:”Ey insanlar,düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin,Allahtan âfiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin,bilinki cennet kılıçların gölgesindedir.”

Kavga ederken dahi yüze vurmaktan sakındıran bir peygamber ve onun dininin ne kadar müsbet bir din olduğu anlaşılır.

Cihad;zulüm ve terör değil,mazlumun hakkını korumak,zalimi cezalandırmak,hak ve doğruyu hakim kılmak amacıyla gösterilen cehd ve gayrettir.

İslâmı yaşamak ve yaşatmak,bunun içinde mani olacak manileri defetmek veya bu amaçla hicret etmektir.

Cihad’da kin ve intikam yoktur. Asrı saadette,müslümanların safında Kuzmanda savaşa katılır. Peygamberimiz ise onun kahramanca dövüşmesine karşı;-Kuzman cehennemliktir-diye tekrarla ifade eder. Ve Kuzman yaralanır,atından düşer. Bunu takib etmekte olan bir sahabi işin hikmetini anlamak amacıyla yanına yaklaşıp tebrik eder. Kuzman ise bunu Allah rızası için yapmadığını,kabilesinin şanını yükseltmek amacıyla yaptığını söyleyerek,artan acıya dayanamayıp,kendi damarını kesip intihar eder. Rasulullahı tasdik etmiş olur. Çünki burada Allah rızası ve İla-yı kelimetullah yoktur.

Eğer savaşmak ve savaş için hazırlık yapmak bir terörist hareket olarak değerlendirilecek olmuş olsaydı,bugün dünyada terörist olmayan devlet olmazdı.

Bugün ABD,Bush kendisine karşı yapılan faaliyetlere karşı bir Haçlı seferi düzenliyor yani Crusade;hem Haçlı seferleri anlamına hemde bir ilke için mücadele ve savaş vermek anlamına.

Veya; İtalyan başbakanı Silvio Berlusconi’nin söylediği-İslâm-karşıtı’sözler ki: “İnsan haklarına ve dine saygı duyulmasını garanti eden, ülkelerimizdeki zenginliğin de temelinde yatan değerlerin oluşturduğu uygarlığımızın üstünlüğünden kuşkumuz olmamalı. İslâm Dünyası’nda böyle bir saygı yok ve bu sebeple geri. Üstün değerlere sahip Batı yeni insanları Batılaştırıp (Occidentalize) fethetmek zorunda. Komünist Dünya ile İslâm Dünyası’nın bir bölümünde bu oldu, ama maalesef İslâm Dünyası’nın bir bölümü 1400 yıl geride.”

Ve:”Batı uygarlığı İslâm uygarlığından üstündür.”sözüne tüm batı dünyası ahmakça ve cahilce sözler olarakda değerlendirse,bu kimseler bunu bir ideal uğruna söylemişlerdir.

Bir müslümanında inancı uğruna, müsbet olarak yaptığı cehd ve gayret cihad olarak değerlendirilmektedir.

Yahudi dünyası 1992 yılında 500. yıllarını kutladılar. Çünki 1492’de hristiyan batılılar onları İspanyadan kovunca Osmanlı onlara kucak açtı.

Bir batılının dediği gibi;Osmanlının girdiği yerlere bizler girmiş,onlar orada bulunmuş olsaydı,onlardan eser kalmazdı.

Haçlı seferleri gibi bir zulmü başlatan batı,Selahaddin-i Eyyubi gibi,1514-1917’ye kadar sürecek olan Kudüsü kazandırmış,onun gibi kahramanları çıkartmıştır.

Dünden bugüne batı tüm senaryolarını,ilhamlarını tevrat ve incile dayandırmaktadır. Değerlendirmeleride o yöndedir.

Anarşi deyince Yecüc ve Mecüc akla gelir.

Hz.Ebu Hureyre:Hz. Peygamber’in (a.s.): “Bu gün Ye’cüc ve Me’cüc seddinden şunun gibi bir delik açıldı” buyurdu. Ravi Vuheyb, eliyle doksan işaretini yapmıştır.

Sahih-i Müslim’deki hadis numarası [Sadece Arapça]: 5130

Hz. İbn-i Amr RA;”Ye’cüc ve Me’cüc, Adem AS’ın sulbündendir. Şayet onlar insanlar üzerine gönderilirse insanların yaşayışlarını ifsad ederler. Onlardan hiç kimse geride bin veya daha fazla zürriyet bırakmadıkca ölmez. O Ye’cüc ve Me’cüc’ün arkasından üç ümmet daha olacaktır. Te’vil, Te’ris ve Mensek.

Hz. Ebû Hüreyre RA;”Kıyamet kopmaz, ilim kabz olunmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zamanda yakınlık olmadıkça, fitneler zahir olmadıkça, herc çoğalmadıkça ki, o öldürmedir ve aranızda mal çoğalır, taşar.”

Hz. Ebû Hüreyre RA;”Size benden sonra dört fitne gelecektir, dördüncüsü geldiğinde kulağa bir şey girmez, göz görmez ve her tarafı fitne sarar. Ümmet bir belâya mübtelâ olur, yılanın çöreklenmesi gibi. Öyle ki onda ma’ruf inkâr edilir, münker ma’ruf sayılır. Ve bu fitnede insanların bedeni öldüğü gibi, kalbleri de ölür.”

 

 

                                                                                  MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.190,193,218,244,Al-i İmran.142,195,Nisa.74-76,Mâide.35,Enfal.39,Tevbe.14-16,20,73,Hac.78,Furkan.52,Ankebut.69,Muhammed.4,Hucurat.15,Saf.10-14.

[2] Bakara.190-192,Tevbe.13-14,81,90,Hac.39,Fetih.15-16.

[3] Bakara.190-192.

[4] Bakara.216,Nisa.74-75,84,Tevbe.123.

[5] Bakara.194,217,Mâide.2,Tevbe.5,36-37.

[6] Nisa.71,Tevbe.41.

[7] Ahzab.22-24,Feth.29.

[8] Nisa.84,Enfal.65.

[9] Al-i İmran.200.

[10] Saf.4.

[11] Enfal.47.

[12] Nisa.71,Enfal.60,Tevbe.46,Enbiya.80.

[13] Bakara.195,207,245,262,Nisa.95,Enfal.60,72,Tevbe.0-22,41-42,88,111,121,Hucurat.15,Hadid.7,10-11,Saf.10-13.

[14] Tevbe-20-22,41.

[15] Nisa.95-96,Tevbe.16,88-89,111,121,Saf.10-13.

[16] Ankebut.6.

[17] Nisa.104.

[18] Hucurat.12,Mümtehine.10.

[19] Hucurat.9.

[20] Tevbe.29,Bak.Konularına Göre Kur’an-ı Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.183-184.

[21] BakKonularına göre Kur’an-ı Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.99,116,183,208.

[22] Aga.7.

[23] Bak.Mürşid.Cd.Cihad bölümü.

[24] Sözler.711,Mektubat.473.

[25] Age.757.

[26] Age.761.

[27] Age.769.

[28] Age.772.

[29] Mektubat.43.

[30] Age.44

[31] Age.167.

[32] Age.170,Lem’alar.32.

[33] Age.412,480,Lem’alar.155,Şualar.271,Barla Lahikası.41,45,110,Emirdağ Lahikası. 2 / 241

[34] Tarihçe-i Hayat.58,53.

[35] Lem’alar.104.

[36] Mektubat. Age.471.

[37] Lem’alar.105.

[38] Bak.Emirdağ Lahikası. 1 / 39.

[39] Age.131,Mesnevi-i Nuriye.170,Emirdağ Lahikası. 2 / 56.

[40] Şualar.271.

[41] Age.590.

[42] İşarat-ül İ’caz.203.

[43] Mesnevi-i Nuriye.224.

[44] Kastamonu Lahikası.75.

[45] Emirdağ Lahikası. 2 / 242.

[46] Age. 2 / 245.

[47] Tarihçe-i Hayat.59.

[48] Age.130.

[49] Sözler.345.

[50] Mektubat.482.

[51] Lem’alar.261.

[52] Şualar.349.

[53] Age.377.

[54] Age.396,447.

[55] Age.516.

[56] Age.540.

[57] Age.588.

[58] Kastamonu Lahikası.149.

[59] Emirdağ Lahikası. 1 / 9.

[60] Age. 1 / 31.

[61] Age. 1 / 128.

[62] Age. 1 / 218.

[63] Age. 2 / 24.

[64] Age. 2 / 54.

[65] Age. 2 / 54.

[66] Age. 2 / 159.

[67] Age. 2 / 200.

[68] Age. 2 / 206.

[69] Age. 2 / 244.

[70] Sikke-i Tasdik-i Ğaybi.185,216.

[71] Tarihçe-i Hayat.652.

[72] Age.653.

[73] Age.654.

[74] Sözler.712.

[75] İşarat-ül İ’caz.203.

[76] Sözler.320.

[77] Barla Lahikası.8.

[78] Kastamonu Lahikası.242.

[79] Emirdağ Lahikası. 2 / 241.

[80] Kastamonu Lahikası.251.

[81] Emirdağ Lahikası. 1 / 102.

[82] Emirdağ Lahikası. 2 / 186.

[83] Age. 2 / 241.

[84] Age. 2 / 243.

[85] Age. 2 / 245.

[86] Tarihçe-i Hayat.462.

[87] Age.696.

[88] Age.702.

[89] Sünuhat-Tuluat-İşarat.46.




C A M İ L E R İ M İ Z

C A M İ L E R İ M İ Z

          Camilerimiz;imanda,amelde ve maddede birlik ve Tevhidi gerçekleştiren ulvi mekan ve makamlardır.

            İnsanları dünyadan ahirete,Allah’a götüren,cehenneme gitmeye sed olan,cennete ulaştıran bir buraktır camilerimiz.

            “Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nisbet,ulvi bir münasebet ve nezih bir hizmettir.” Bu nisbet,münasebet ve hizmet görevi gören yer camilerimizdir.

            Camiler inişin değil,çıkışın ve kemâlata yükselişin basamaklarıdırlar.

            Madde’de mananın,dünya’da ukbânın,gaflet ve dalalette hidayetin temsilcileridirler camilerimiz.

            Birlik ve beraberliğin,sevgi ve kardeşliğin,tüm güzel hasletlerin cem olduğu yerlerdir camilerimiz.

            Camiler;Ezan ve ibadetleriyle rahmet kapılarının açılıp,zahmet ve zulmet kapılarının kapandığı,an ve zamanların simgelendiği ulvi yerlerdir.

            Camiler;ma’rifet ve irfanların terennüm edilmesiyle,zulüm ve zulmet bulutlarını yaran,feyiz,bereket ve rahmetlerin fışkırdığı nur mekanlardır.

            Camiler,secdeleri ile Allah’a yaklaştırıcı yerlerdir.

            Bu vesileliktir ki;secde edilen ve edilecek olan her yer mü’mini Allah’a yaklaştırmaktadır. Tüm yer yüzünün mescid oluşu sadece bu ümmete has kılınmıştır. Diğer ümmet ve din mensubları için sadece belli mekanlar mabed iken,bu ümmet için,,yer yüzü bir Mescid,Mekke bir Mihrab,Medine bir Minber,O zat Aleyhis-Salatu Vesselam bütün ehli imana imam kılınmıştır.

            Mescid ve mabedsiz yerler;çorak,hiçbir şeyin bitib yetişmediği,kabirler gibi ölü yerlerdir.

            Buna engel olmak ise tam bir vahşet ve bir zulmü azimdir.

            Âyet’de:”Allah’ın mescidlerinde,Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harab olmasına çalışandan daha zalim kim vardır? aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Bunlar için dünyada bir rezillik,ahirette de büyük bir azab vardır.”[1]

            Yapan için müjdede:”“Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden,namazı dosdoğru kılan,zekatı veren ve Allah’dan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.”[2]

 

                                                                                                          MEHMET     ÖZÇELİK

[1] Bakara.114.

[2] Tevbe.18.




ÜÇ AYLAR VE REĞAİB GECESİ

ÜÇ   AYLAR   VE   REĞAİB   GECESİ

             Mübarek üç aylar ve onların içerisinde barındırdıkları Mübarek Geceler; müslümanların aleminde manevi birer atmosfer oluşturmaktadırlar.

Sıkıcı bir atmosfer içerisine giren insan sıkılır. Bunun gibi de ferahlı ve rahat,Rahmet atmosferi altında bulunan kimse de o nisbette huzur bulur. İşte bu aylar (Receb-Şaban-Ramazan) huzur ayları,bu gecelerde huzur geceleridir.

Nasıl ki Cenâb-ı Hak;hararetle su bekleyen,suya susamış,susuzluktan çatlamış toprağa sünger gibi bulutlardan Rahmetini indirip,toprağın imdadına koşturuyorsa,bunun gibi de;maneviyata susamış,bunalmış bir milletin ve milletlerin her düzeydeki ferdine de manevi rahmet feyzini akıtmakta,onları teskin etmektedir. Fasıkı da,kafiri de o rahmetten istifade etmektedir. Her ne kadar sıkılmaya çalışsa ve istemese de… Yağmurdan rahatsız olan ve zarar gören tenbel insanın kendisinden kaynaklanan bir eksikliğinden dolayı her ne kadar zarar görse de,dolaylı olarak o zarardan daha fazla fayda görmekte,bolluğa neden olmaktadır. O yağmur yine rahmettir..yine rahmettir..Ramazanda dolaylı her kes için bir rahmettir.

Yağmur rahmeti yanında yer yüzünü de pisliklerden ve çör-çöpten temizler. Bu rahmet ayı ve gecelerde insanları manen günah kirlerinden temizler ve arındırır. Mü’mini cennete ehil olacak hale getirir.

Rahmet ayı ve gecelerin cehennem ve azabından farkı;insanı eziyetsiz,cezasız,temiz ve pak kılmasıdır. neticede her ikisi de temizler.

Nitekim bir mü’mini bozuk yerlerin havası nasıl rahatsız eder,kaçmaya çalışırsa,o bozuk havaya alışmış ve kendini alıştırmış bir insanı da –manevi yönü kapalı olduğundan- rahatsız edici gibi olsa da,yine dolaylı olarak onun Rahmetinden istifade eder.

Yılın belirli zamanlarında fuarlar,haftanın belirli günlerinde pazarlar kurulur. İnsanların umumi istifadesine sunulur. İnsanlar senelik veya haftalık ihtiyaçlarını,bazen de ömürlük kazançlarını buradan temin ederler.

Üç aylar ve gecelerde böyledir. İnsanların ebedi hayatlarına lazım ihtiyaçlarını temin ettikleri bir fuar,bir Pazar ve bir sergidir. Zad-ı ahiret buralarda,bu zamanlarda tedarik edilir.

Kimini hayra teşvik eder,kimini kemâlâta uruç ettirip,çıkarır. Kiminin beraetine vesile olurken,kimine de seksen senelik bir ömür mahsulatı içerisinde kazanılacakları kazandırır.

O halde insan nerede çok kalacaksa yatırımının da çoğunu oraya yapmalıdır. anne karnında pek uzun müddet kalmayacağımızdan dolayı oraya yatırım yapmadık ve yaptırılmadı. El-ayak-gözler burası için verilmişti. Ora için değildi.

Bize verilen hayat ki;bu kısa dünya hayatı için değildir. İçerimize yerleştirilmiş olan bu manevi duygular ki;bu maddi,kesif ve dar olan alem için değildir. Belki baki ve ebedi bir alem içindir.

Teşbihte hata olmasın;Devlet ve iş damları senenin belirli zamanlarında ve aylarında belli yerlere ve işlere yatırım yapar,işini kurar ve çalıştırır.

Bu mübarek aylar ve gecelerde manevi ticaret ve yatırımların yoğun olduğu aylardır. Geri kalmak hatadır. Böyle bir hataya düşmemek gerek. Yüzümüzü ve nazarlarımızı dünyadan ukbaya,ebedi ahiret hayatını netice verecek hakikatlara çevirmeliyiz.

 

                                   RECEB         AYI

Üç ayların İlk olan Receb ayı,aynı zamanda arabi ayların yedincisidir. Ta’zim ve Tebcil etmek anlamınadır.

Hadiste:”Receb şehrullahdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”buyurulmuştur.

İbni Abbas’dan nakledildiği üzere:”Rasulullah (SAM) Receb ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz,(galiba) hiç yemiyecek (ayın her gününde tutacak) derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, (galiba) hiç tutmayacak,derdik.”der.Bununla bu ayda tutmanın mendub [1] olduğunu söylemiş,emretmemiştir.[2]

Müşriklerce de haram ay olan Zilkade,Zilhicce,Muharrem ve Receb ayları kutsal sayılırdı.”Bu dört ayın haram edilmesi,İbrahim ve İsmail Aleyhimus Selam’dan intikal etmiş adeti seniyyedir.

“Ey iman edenler! Bu dört ayda (nefsinize) zulmetmeyiniz. Çünki,bu aylarda işlenecek güzel amellerin sevabı diğer aylardan fazladır. Ve bu aylarda işlenecek kötülüğün cezası da öteki aylardan daha büyüktür.”[3]

Peygamberimiz halası oğlu Abdullah bin Cahşı,Bedir savaşından iki ay önce bir müfrezeyle Kureyş kabilesinin kervanını gözlemek üzere gönderdiğinde,onlar Mekke ile Taif arasında bulunan Batn-ı Nahl denilen yere vardılar.

Üç kişilik bir kervanla karşılaşıp,birini öldürüp,ikisini esir alarak peygamberimize getirdiler. Bunun üzerine müşrikler:”Muhammed haram ayları,içinde korkanların bile emin olduğu kutsal ayları helal sayıyor ve o ayda kan döküyor.”dediler. Peygamberimiz o sahabelere:”ben size haram aylarda savaşmanızı emretmedim.”buyurdu.

Abdullah bin Cahş ise:”Ya Rasulallah,biz İbnül Hadramiyi öldürdük. Sonra akşam olunca Receb ayının içinde mi Cumadel ahire ayı içinde mi öldürdüğümüzü anlayamadık.dedi. Cenâb-ı Hakkın hükmü beklenildi. Bunun üzerine inen ayette:

“Sana haram o ayı,ondaki muharebeyi sorarlar. De ki:”O ayda muharebe etmek büyük günahtır;Allah yolundan men etmek,onu inkar etmek,Mescid-i harama gitmelerine mani olmak,onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür. Fitne,katlden de beterdir. Kafirler,güçleri yetse,sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim dinden dönerse,kafir olarak ölürse,o gibilerin yaptığı (iyi) işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennem yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”[4]

Ayeti ile müşriklerin yaptıklarının daha şiddetli olduğu ifade edilmektedir.

Ve bu ayet cumhuru ulemaya göre de:”O müşrikleri,onları nerede bulursanız öldürün.”[5] Ve “Müşrikler sizinle nasıl top yekun harb ederlerse sizde onlarla top yekün harb edin.”[6] ayetleriyle de neshedilmiştir.[7]

Ve”Haram ay,haram aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırırsa sizde,tıpkı onların size saldırdıkları gibi,onlara saldırın.”[8] âyetiyle de müdafaanın caiz olduğu bildirilmiştir.[9]

Zira onlar ve onların devamı olanlar her an savaş ve fitne üzeredirler. Böylece:”Yahudi ve hristiyanlar,sen onların dinine girmedikçe senden razı olmazlar.”[10]hükmünce de,onların dinine girme söz konusu olmayınca da bu durum kıyamete kadar da geçerlidir,fitne de onlardan eksik olmaz.

 

                                               REĞAİB   GECESİ

Reğaib:”çok istenilecek şeyler,hediye,atiyye,çok rağbet olunan şeyler,bol bol ihsan etmek.”[11]anlamlarına gelir.

Bu gecede Allah’ın rahmet,bereket ve ihsanının kullarına bol bol verilip,böyle atiyye ve ihsanlara karşı da insanların bigane kalmayıp rağbet etmeleri gerektiği içindir ki,bu ad verilmiştir.

Yapılması Müstehab olup,Peygamberimizden rivayet edilen bir hadiste:”Kim ki Recebin ilk Perşembe günü oruç tutar sonra akşam ile yatsı veya yatsı ile gecenin üçte biri arasında ve her rekatta bir fatiha,üç Kadr suresini ve on iki İhlas okumak ve iki rekatta bir selam vermek üzere on iki rekat Namaz kılar,selamdan sonra yetmiş kere:”Allahümme Salli ala Muhammedinin Nebiyyil Ümmiyyi ve ala alihi.”der,sonra secdeye kapanır ve secdesinde yetmiş kere:”Subbûhun Kuddûsun Rabbul melâiketi ver ruhi.”der;

Sonra başını kaldırır yetmiş kere:”Rabbiğfir ve erham ve tecâvez ammâ ta’lemu.”der,sonra tekrar secdeye kapanır ve birinci secdede okuduklarını aynı şekilde tekrar eder. Sonra secdede iken dilediğini isterse,bütün istekleri yerine gelir. Zira Peygamber Efendimiz devamla buyuruyor ki:”Bu namazı kılan kimsenin,deniz köpükleri,kumlar sayısı,dağlar ağırlığı kadar,ağaçlar yaprakları sayısınca günahı olsa da Allah-u taala bütün günahlarını mağfiret eder ve akrabasından cehennemi hak etmiş yedi yüz kişiye şefaat eder.”[12]

Büyük müjde…Müjde-i kübrâ…

 

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi.Prof.İ.Canan. 10 / 466.

[2] Zad-ul Mead. İbni Kayyım el-Cevzi. 2 / 83.

[3] Üç aylar ve faziletleri. Abdulkadiri Geylani. Hazr. M. Güner.sh.8.

[4] Bakara.217,Tefsir-i Kebir Tercümesi.(Heyet) 5 / 90, Ahkam Tefsiri.M. Sabuni. Terc. M.T. 1 / 215, (Arapçası) 1 / 190,Muhtasar Tefsir-i İbni Kesir.M. Sabuni.(Arapça) 1 / 260.

[5] Tevbe.5.

[6] Tevbe.36.

[7] Ahkam Tefsir-i Tercümesi.age. 1 / 257.

[8] Bakara.194.

[9] Tefsiri Kebir.age. 5 / 91,93.

[10] Bakara.120.

[11] Yeni lugat.A.Yeğin.579.

[12] İhyau Ulumiddin. İmam Gazali. 1 / 555.