SAHABE’NİN FAZİLETİ

SAHABE’NİN FAZİLETİ
Sahabe;arkadaş,dost,sahip anlamlarına gelmektedir.
Istılah olarak;Peygamber Efebdimiz zamanında yaşamış ve de Peygamber Efendimizi görerek ona inanmış olan kişilere denir.
Veysel Karani aynı dönemde yaşadığı halde görmediğinden,Celaledin-i Suyuti yakaza aleminde bir çok defa gördüğü halde aynı dönemde yaşamamış olmasından dolayı sahbe olamamaktadırlar.
Sahabeyi farklı kılan olay,Peygamber Efendimizin farklılığından ve farkındandır.
Nasılki Allah rasulünün hocası Allah ise,Sahabeninde hocası Allah resulüdür.
Sahabe her yönüyle Peygamber Efendimize sahiblik yapmışlardır.Hemen hemen her sözlerinde;-Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah-diyerek,O’na olan muhabbetini anne-baba ve herşeyinden daha üstün tutmuştur.
Mesela Uhud savaşında babası,kocası,kardeşi olan bir kadın olaydan haberi olduğu halde Peygamberimizi sorar.O’nun hayatta olduğunu öğrenince;Bunun kendisi için bir sevinç olduğunu,büyük bir musibet olmadığını ifade eder.
Yine Uhud-da bir anda Peygamberimizin öldürüldüğü duyulunca sahabeler;O öldüyse,o halde biz niye yaşıyoruz,diyerek O’na olan bağlılıklarının hayatlarının fevkinde olduğunu bildirirler.
Tebükte güçlük zamanında münafıkların geri dönmek için Romalıları büyük gösterip fitne sokmalarına karşı sahbeler O’nu yalnız bırakmamış ve;
“İsrâiloğulları şöyle dediler: “- Ey Mûsa, o zâlimler orada iken biz hiç bir zaman oraya giremeyiz. Artık sen ve Rabb’in beraber gidin de ikiniz harp edin; biz mutlaka burada oturucularız.” Yahudiler gibi demeyip,
“Ya Rasulallah! Allah sana ne emir buyurduysa, onu yap. Ne tarafa gidersen git, biz kesinlikle seninle beraberiz. Biz, İsrailoğulları’nın Hz. Musa’ya dedikleri gibi, ‘Ey Musa! Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada oturacağız’ demeyiz. (…) Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik ve bize getirdiğinin hak olduğuna şehadet ettik. Bu konuda sana uymak ve itaat etmek üzere söz verdik. Bu durumda sen ne dilersen onu yap. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki, sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız, içimizden bir tek kişi bile geri kalmaz. (…) Yoluna devam et. İstediğin kimseyle bağ kur, istediğin ile de alakayı kes. İstediğinle düşmanlık et, istediğinle barış yap. İstediğin kadar mallarımızdan al ve dilediğini de bize ver. Mallarımızdan aldığını, bize bıraktıklarından daha çok severiz. Bize ne emredersen ona tabi oluruz.” demişlerdir.
Hadisde:”Ashabım gökteki yıldızlar gibidirler.Onların hangisine uyarsanız,hidayeti yani doğru yolu bulursunuz.”buyurmuştur.
Ümmü Habibe daha müslüman olmayan babası Ebu Süfyan evine gelipde Rasulullahın oturduğu mindere oturunca,onu oradan kaldırmış,kendisinin inanmayan bir kimse olduğunu söyleyerek,onda Rasulullahın oturduğunu beyan ederek babasının altından çekip almıştır.
İnancı uğruna savaşta babasının karşısında bulunmuş,annesinin dininden dönmemesi halinde aç kalıp kendisini helak edeceği tehdidine aldırış etmemiştir.
Uhud savaşında Rasulullaha karşı yapılan saldırılara hiç tereddüd etmeden göğsünü siper etmiştir.
Bu gün Peygamberimizin gösterdiği binlerce mucizelerden haberdar olmaktayız.Sahabeler bir mucize karşısında hemen teslim olmuş,müsaade et,sana secde edeyim,deyib, bir ömür O zata teslim olmuştur.
Onlarda bir mucizenin yaptığı etki ile,bizlerde binlerce mucizenin bıraktığı etki arasında büyük mesafeler vardır.
Kur’an-ı Kerim-de Onların faziletinden bahsedilmektedir.
Kur’an-ı Kerim-de ismen bahsedilen sahabe Zeyd bin harise-dir.
Ve ismen yerilen ise Ebu leheb-dir.
“Tevrat’ta faran dağlarından zuhur eden peygamberin sahabeleri hakkında şu ayet var: “kudsilerin bayrakları beraberindedir. ve onun sağındadır.” “kudsiler” namıyla tavsif eder. yani, “onun sahabeleri kudsi, salih evliyalardır.”
Mevlana Cami Sahabeler hakkında şu sitayiş-kârane ifadede bulunur:

“Ya Rasulallah çi bâşed çün seki Ashab-ı Kehf
Dahili cennet şevem der zümre-i Eshâb-ı Tú
O reved der cennet men der-cehennem key-ravest
O seki Eshab-ı Kehf men seki Eshab-ı Tú”
“Yâ Resûlallah! Ne olaydı, Ashâb-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Ashâbının arasında Cennete girseydim. Onun Cennete, benim Cehenneme gitmem nasıl revâ olur? O, Ashâb-ı Kehf’in köpeği; ben ise senin Ashâbının köpeği.”
MEHMET ÖZÇELİK




YA OLMASAYDI?

YA OLMASAYDI?

*YA OLMASAYDI?
Peygamber Efendimiz zamanında ve sonrasında savaşı uygun görmeyenler düşünmeliler;
-Ya o savaşlar olmasaydı?
Cehalet asrı asırlar boyu devam edecekti.Kızlarını diri diri gömme bir normal adet ve gelenek olarak süregelecekti.
Ya önceki peygamberler olmasaydı?
Asırlar boyu bir tekamül ve gelişme olmayacak,insanlık başı boş,rehbersiz ve hedefsiz olarak bir hayat süreceklerdi.
İnsanlar sahip oldukları saltanatı sürdürmek için,bunların ellerinden alınmasını istemedikleri için her türlü zulme göz yumuyor,zulmediyor,toplumun kanını emerek,haksız olarak hak edinmeye çalışıyorlar.
Dün bedevi müşriklerde durum böyleydi,şimdiki medeni geçinen dünyada da durum pek farklı değil…
Put yapıp satmak,oradan bir gelir elde etmek,bunun içinde putperestliği sürdürmek…
Ya bir meslekten,ya körü körüne bir taklitten,cehaletten dolayı asırlar boyu yanlış sürdürülmektedir.
Putlar alış-veriş sebebi..para kazandırma yöntemi…
Ya O olmasaydı?
‘Levlâke levlâke lemâ halaktül eflâk’
‘Sen olmasaydın sen olmasaydın ben bu kâinatı yaratmazdım…
Sen olmasaydın sen olmasaydın
Alemi..cansızları..bitkileri..hayvanları ve de insanları..hiç bir şeyi yaratmazdım.Yani;
Sen olmasaydın,
Biz olmazdık…
Ben olmazdım…
Sen olmazdın…

*Ya Osmanlı olmasaydı?
Bizans yıkılmasaydı?
Ortaçağdaki karanlıklar ve zulümler hala devam edecekti.
Milyonlarca mazlumun zulmüne göz yummuş olmayacak mıydık?
Kimden yana olunduğu işte burada belli olunmuyor mu?

Ya olmasaydı?
“Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.” “Onlar, haksız yere, sırf, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.“
*Ya ölüm olmasaydı?
Nasıl bir yaşantı olurdu?
Ya zalim hep zulmüne devam etmiş olsaydı?
Zalim uzun ömürlü ve ölümsüz olsaydı?
Mazlumun hali nice olurdu?
Melekler,peygamberler ve hayırlı insanlar tarafından onlar engellenmeseydi ve onlara bir şey anlatılamasaydı?
Cahiller alimlerle defedilmeseydi?
O gelmeseydi mi?
O geldi,pisliklerin pislikleri ortaya çıktı!
Ne güzel pisliklerini devam mı ettirmiş olsalardı?
Ya o olmasaydı?
Bizi şimdiye kadar atalarımızın tapa geldiği şeyden mi alıkoyuyorsun?
Ya onlar yanlış yolda idilerse,devam mı ettireceksiniz?
Kusur pislikte mi yoksa pisliğin görünmesine sebeb olan ve onun kokuşmasına sebep olan güneş de mi?
Güneş doğmasaydı,kokuşmalarda olmayacaktı?
Sürekli gece mi sürseydi?
Kokuşmuşluk,kokmuş maddenin karakterinde mevcuttur.
Güneş güzellikleri göstermek ve görmek için doğar,bu arada çirkinlerde açığa çıkar.
Güneş doğmasa mıydı?
O zat olmasa mıydı?

Ya İslâm dini olmasaydı?
Peki İslam bana ne kazandırır,ne kazandırdı?
Ne kazandırmadı?
İnsanlığımı,varlığımı,kendimi…
Ben İslâma ne kazandırdım?

Hz. Ali (R.A)’nin «Alimler niçin öğretmediniz diye sorguya çekilmedikçe, ca¬hiller niye öğrenmediniz diye sorgulanmazlar.»
“Bin bahar görse de taş, yeşermez!”Mevlânâ Celâleddîn Rûmî

Madem O var her şey vardır.
O var olduktan sonra ne gam.
Şerde olsa var-da,hayır olur orda…
O’nun varlığı şerre bile varlık verdi.
Şer olsaydı O olmasaydı,var-da varlıkta olmazdı.
Rasulünün varlığı bile şerre imkân ve fırsat tanıdı.
Ya O olmasaydı,şer bile,şerrin başı şeytan ve avaneleri bile bu fırsatı bulamazdı.

Lâ illâ ile var oldu.
İllâ ki O olmasaydı,her şey Lâ olurdu.

Yok yok olmazsa O olmaz,varlığa çıkmaz.
Yok yok ise O vardır.
İki yok olan Nâ ve bî olursa,Nâbî olur.
Nâbi-yi Nâbi eden Hüsn-ü nazar.
Urfa köylüsünde nezaket ne gezer!

Ya âhiret olmasaydı?
Ya cennet bulunmasaydı?
Varlıklar avâre dolaşır..hedefsiz kalırdı.
Cehennem yokluğunda kalırdı.
Tüm güzellikler,hayırlar,cenneti netice veren sıfatlar,vasıfsızlaşırdı.

Varlığa,varlıktan gelenlere,var olmaya elest bezminde belâ dedik.
Belâ-ya evet dedik.
O’na ve O’ndan gelene ve O’na dönene evet dedik.
Fuzuli fuzulice değil fazılca olanı söylemiş:
“Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni”

Şeyh Galib-de varlık kandilini elest bezminde yakanlardan…
“Ateşi aşkınla yandır
Kalbimi subh u mesâ
Çünkü hayran olmuşum ben
Bezm-i Elest’te sana .”

*Gökten nazire indi sihamı kazasına
Nef’î diliyle uğradı Hakkın belasına.

Hangi kapıyı çalmışsa orada varlık bulamayan Abdulkadir Geylani,sonunda yoklukta varlığını bulduğunu söylüyor.
“Başka hiçbir yere bakmadan doğru fakirlik kapısına ilerledim.Birde nne görsem? O kapı benim için taa ardına kadar açık değil mi? Hemen içine girdim.Girdim ama bütün terk ettiklerim orada tam tekmil beni bekliyorlardı.
Orada enn büyük hazine kapısı açıldı. En büyük şerefe nail oldum,ebedi zenginlikleri elde ettim.Sonsuz bir hürriyete kavuştum.Bütün boş hayal ve temayüller buz gibi eridi.Bütün sıfatlar toz gibi uçup gitti.Hem de bir daha geri dönmemecesine.”

Allaha karşı fakirlikte büyük zenginlik.
Efendimizin dediği gibi:’El Fakru fahr.’-O’na karşı fakirlik,benim iftiharımdır.-
Varlık yoklukta var oldu.

*Masivadan el yuyup mahluktan midi kes
Virdin olsun her nefes Allah bes,bâki heves…

MEHMET ÖZÇELİK
19-06-2010




Mİ’RAÇ

Mİ’RAÇ

622 yılından 1,5 yıl kadar önceki yıl Efendimizin hüzün yılıdır.Maddi ve manevi en büyük destekçisi olan Hz.Hatice ve Ebu Talib-i kaybetmiştir.Müşrikler fırsattan istifade baskı ve zulmü daha da arttırmışlardır.
Adeta Rabbimiz Efendimizi taltif ve teskin etmek,şevk ve gayretini arttırmak amacıyla huzuruna almıştır.
Mi’raç olayı âyet,hadis ve icma-ı ümmetle sabit bir hakikattır.
Âyetlerde:” Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescidi Haram’dan (Mekke’den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya (Kudüs’e) götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”
“Unutma ki vaktiyle sana: «Rabbin insanları ilim ve kudretiyle kuşatmıştır» demiştik. Gerek miraçta sana gösterdiğimiz temaşayı, gerek Kur’ân’da lânetlenen ve cehennemin dibinde biten o zakkum ağacını, sırf insanları deneme vesilesi kıldık. Biz onları tehdit ediyoruz da bu, onların azgınlığını artırmaktan başka bir işe yaramıyor.”
“And olsun ki o, Cebrail’i sınırın sonunda başka bir inişinde de görmüştür. Ki Cennet’ül-Me’va da onun yanındadır. O vakit ki, Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Göz ne çevrildi ve ne de tecavüz etti. And olsun ki Rabbinin varlığının büyük delillerini gördü.”
Mi’raç merdiven,isra ise gece yürüyüşü anlamınadır.
Peygamberlerle görüşen Efendimiz adeta onlardan birifing almış,onların bulunduğu daire ve makamda tecelli eden esma-i ilâhiyeye kendisi de mazhar olmuş, onların Cenâb-ı Hakka sunacakları manevi hediye ve tabiri caizse dosyalarını vekaleten Allaha sunmuştur.
Miraç tıpkı başbakanın bakanlardan brifing alması gibi,her katta bulunan peygamberlerden de brifing almıştır.Onu Allah-a umum namına takdim etmiştir.O dairenin esmasının temsilciliğini üstlenmiştir.
Miraçta bütün mahlukatı temsil etmiştir.
Teşehhüdde okunan Ettehiyyatu bütün mahlukat namına Allaha sunulan bir hediyedir.Rabbimizin bunu kabul etmesi ve de Cebrailin adeta noter mesabesinde olarak kelime-i şehadetle olaya şehadet etmesidir.
Cebrail ile yapılan Burak seyahatı sidret-ül müntehada son bulur.Cebrail geçmesi halinde yanacağını ifade edip gidemediği son noktanın ötesidir.İlâhi makam..ilâhi daire.
Sidret-ül Münteha ise;madde ile mananın,Allah ile gayrı olan masivanın kesiştiği ara,mayınlı ve mahrem noktadır.
Bu kavuşma da birincisi Kurbiyyeti ilâhiye yani kulun Allaha yakınlığı ve yakınlaşmasıdır.
Akrabiyyeti ilâhiye ise,Allahın mahlukata yakınlığıdır.Tıpkı güneş misali gibi.
Zaman iki boyut alır;Biri tayyı zaman olup adeta zaman ayakları altında rule haline gelerek toplanır.Bir de bastı zaman vardır ki,kısa bir iki dakikalık zaman dilimi ayakları altında açılarak senelerce ancak yapılan işler bir anda yapılır olur.
Âyette:”Akrabu ileyhi min hablil verid”- Ona şah damarından daha yakın-
Nitekim hadisde:”Akrabu ma yekunul abdu min rabbihi ve hüve sacid”-Kulun Rabbisine en yakın olduğu yer secdedir.”
Mi’racın en önemli boyutu namaz hediyesidir.
Velayet ile giden Efendimiz nübüvvet ile dönmüş.Bütün emirler yer yüzünde emredilirken,namaz peygamberlik sıfatıyla miraçta gerçekleşmiştir.
‘Es Salâtu siracul mü’mini’-Namaz mü’minin mi’racıdır.’hakikatıyla,mi’raç yolu ve kapısı açık bırakılarak kıyamete kadar ümmetin namazı ile oradan huzura çıkması, miraç yapması sağlanmıştır.
Mi’raçtan dönüp bunu Mekkelilere peygamberimizin anlatması üzerine inkâr eden müşriklere; hem yolda gelmekte olan kervanlarından haber vermiş ve hem de daha önce Kudüse gitmediği halde,ticaret amacıyla bir çok defa gidenlerin mescid-i aksayı sorması üzerine Peygamberimiz;
Hadisde;” Miraç gecesinin sabahında, miracını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzip etti. Dediler: “Eğer Beytü’l-Makdise gitmişsen, Beytü’l-Makdisin kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize tarif et.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki:
-Yani, “Onların tekziplerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden, Cenâb-ı Hak, Beytü’l-Makdisi bana gösterdi. Ben de Beytü’l-Makdise bakıyorum, birer birer her şeyi tarif ediyordum.”İşte, o vakit Kureyş baktılar ki, Beytü’l-Makdisten doğru ve tam haber veriyor. “
Özetle;Mi’racın hakikatı,Peygamberimizin kemâlat mertebelerini geride bırakarak elde etmesi ve manevi yolculuğunu tamamlamasıdır.Mi’raç ile insanlığın çıkacağı en mükemmel noktaya çıkmasıyla bunu göstermiştir.
Diğeri kulu Muhammedi kâinatın üstüne çıkararak kâinata yukardan baktırmış,varlığının büyük alâmetlerini bizzat O’na göstermiştir.
İmam Rabbanî :*“Resûlullah Efendimiz Mi’raç gecesinde zaman ve mekân dairelerinden çıkıp imkân darlığından da kurtulunca, bir anda ezel ve ebedi buldu; başlangıcı ve sonu bir noktada gördü.” der.
En önemli diğer husus ise;hiçbir peygambere nasib olmayan iddia ettiği imanın hakikatlarını bizzat görerek söylemiş ve iddia etmiştir.
Neyi söylemişse görerek söylemiştir.Allah-ı,Ahireti,melekleri,peygamberleri ve cennet ile cehennemlikleri bizzat müşahede etmiştir.
Ümmetine de en şerefli hediye olan namaz hediyesini getirmiştir.
Dünyada ayı ikiye yararak insanlara mucizesini gösterirken,aynı zamanda mi’raç ile de meleklere en büyük mu’cizeyi göstermiştir.
MEHMET ÖZÇELİK
04-07-2010




RAHMET PEYGAMBERİ

RAHMET PEYGAMBERİ
Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz;yağan yağmurlardan daha fazla rahmetlere vesile olmuştur.
O’nun gelip yaptığı bir yana,eğer gelmeseydi kaybedeceğimiz şeyin büyüklüğü ise başlı başına bir yana.
O’nun gelmemesiyle en büyük kayıp yaşanacaktı.
Peygamberimiz 25 yaşında Hılf-ul Fudul-da bulunuyor.Daha o zamanda faziletin temellerini atmaya başlıyor.
*Kanunu değiştiren,Mucize..Allah onun için kuralını değiştiriyor.Olmayacak şeyler,O’nun iltimasıyla olur oluyor.
Müşrikler hep peygamberimizden olmayacak gibi düşündüklerini istemişlerdir.
“Hani onlar, Ey Allahım, eğer şu (Kur’an) senin katından inmiş hak (kitap) ise hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir,demişlerdi.
Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.”
*Gece vakti ay çıkmış.Nasıl olsa yapamaz diye,ayı ikiye yarmasını istemişlerdir. Ancak ay ikiye yarılmış,olmazlar olmuştur.
Olmadı dememişler,kendilerini ve çevrelerini aldatmak için,Muhammed-in sihri göğe kadar çıkmıştır,dediler.
“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve Süregelen bir sihirdir,derler.”
*”(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
“Yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe;
Yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.
İnsanlara hidayet (Kur�an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, Allah, bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?� demeleri engel olmuştur.
De ki: Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.
De ki: Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.”
Kur’an-da kalp mühürlenmesinden bahsedilir.
Allah Resûlüne cephe alan, onunla mücadele eden müşrikler hakkında nâzil olan âyette,müşriklerin kalplerinde şirkin tam hâkimiyet kurması ve tevhide yer kalmaması, “kalp mühürlenmesi” şeklinde ifade edilmiş.
*Bir mü’mine düşen en önemli görev,özellikle bu asırda yüz şehidin sevabını kazandıran mana,O’nun sünnetine uymak ve bunu sürdürmektir.
Ahmet ibni Hanbel, kavun yemedi. Niçin ?, dediler.
Resulullah nasıl yedi bilemiyorum da ondan, dedi.
*Gül gibi güzel kokuyu,su gibi rahmeti ifade eden o zat hakkında Fuzuli ve şairler;
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su.
(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
Dostu ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su.
(Dostu yılan zehri içse bu zehir onun dostu için âb-ı hayat olur. Fakat, düşmanı su içse o su düşmanına elbette yılan zehrine döner.)
Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak orayı aydınlatmak ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.)
Yâ Habîba’llâllah yâ Hayre’l-beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların sürekli su diledikleri gibi ben de seni özlüyorum.)
*Nabi Medineye yazıp Rasulullahın türbesine astığı şiirde:
Bi-hamdillah nasib oldu saadet ya Rasulallah
Günahkârım-sefihkârım-siyehkârım-tebehkârım
Beni reddetme ferdâ-yı kıyamet ya Rasulallah
Keminen Yusuf-ı Nabi yi ahbab-u ekarible
Şefaat ya Rasulallah Şefaat ya Rasulallah
*Sen Ahmedü Mahmudu Muhammedsin efendim
Hak dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim. (Şeyh Galib)
*Sakın terki edepten kuy-i mahbubi Hüdadır bu
Nazargahı ilahidir, makamı Mustafa’dır bu.(Nabi)
-N’ola tacum gibi başumda götürsem daim,
Kademi resmini ol Hazret-i Şah-ı resülüm,
Gül-i gülizar-ı nübüvvet o kadem sahibidür,
Ahmeda durma yüzün sür kademine Gül’ün.(Sultan I. Ahmed’e (Bahtî) ait)
*Efendimsin cihanda itibarım varsa sendendir
Meydanı aşkında iştiharım varsa sendedir
Benim feyzi hayatım hasılı ruhi revanımsın
Eğer sermaye-i ömrümde kârım varsa sendendir
Benin canım civanım itibarım varsa sendedir.(Şeyh Galib Dede)
*O zat şefkati kadar,adaletli idi.
Kureyş kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bir kısım ileri gelen Kureyşliler Peygamberimize aracı göndererek kadını affetmesini, çünkü onun saygın birinin kızı olduğunu söyler. Peygamberimiz buna çok üzülür ve ayağa kalkarak şunları söyler:”Ey insanlar! Sizden önceki insanlar aralarında varlıklı biri hırsızlık yaptığında ona dokunmazlar: zayıf biri hırsızlık yaptığında ise ona ceza verirlerdi. Allah onları bu yüzden yok etti. Allah’a yemin ederim, bu suçu işleyen kızım Fatıma bile olsaydı, ona ceza vermekte tereddüt etmezdim.”
Hadiste:”Allahın tayin buyurduğu cezalardan birisinin yerine getirilmesi bir çok bölgelere kırk gün –Nesai’nin rivayetinde- otuz gün- yağmur yağmasından daha iyidir.”
Kutlu doğum insanlık için mutlu bir doğum olmuştur.
MEHMET ÖZÇELİK
15-04-2011




RASUL KAVRAMI

RASUL KAVRAMI

Aziz ve Muhterem Müslümanlar!

Âyette:”Bütün dinlerden üstün kılmak üzere,Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen odur.Şahid olarak Allah yeter.”[1]

Peygamberin gönderilmesi ile imtihan gereği olarak bazı insanların cehenneme girmesi bir azab değildir.Bir rahmet olup,peygamberin gönderilmemesi bir azabtır.

Âyette:”Eğer biz,bundan önce onları helak etseydik,muhakkak ki şöyle diyeceklerdi:Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de,şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık.”[2] Çünki onlar helâketi gerektirecek hareketlerde bulunmuşlardı.

Peygamberler insanlığa rahmet olarak gönderilmiş olup;hem dünya saadetini,hem de âhiret saadetini temin etmenin esaslarını göstermektedirler.

Peygamberler insanlığı arındırmak üzere gönderilmişlerdir.Âyette:”Nitekim kendi içinizden,size âyetlerimizi okuyan,sizi temizleyen,size kitab-ı ve hikmeti getirip size bilmediklerinizi öğreten bir resul gönderdik.”[3]

Öğretmekle kalmayıp problemlerin çözüm kaynağını oluşturmaktadır.Âyette:”Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz –Allah’a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve rasule götürün;bu hem hayırlı,hem de netice bakımından daha iyidir.”[4]

Gerçek yol Peygamberlerin,Sıddıkların,Şehid ve Salihlerin yoludur.[5]

“Sen onların içinde olduğun halde Allah,onlara azab edecek değildi.”[6]

Rasulullahın sünnetine uyulmaması,bilinip yaşanmaması helâketi gerektiren sebeblerdendir.Onsuz bir hayat,azab içinde azabdır.

Bütün insanlığın dili ve kabiliyetiyle konuşan o zât (ASM),[7]hiçbir değişikliğe de uğramamıştır.[8]

Ve bunlar insanlara gerçek gaye olan İman ve İbadet görevini hatırlatmışlardır.[9]

Peygamberler bütün insanlığa Müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderilmişlerdir.[10]

Alemlere rahmet olarak gönderilmişlerdir.[11]

Bundandır ki peygamberlerin gönderilmesi elbette sorgulanmayı gerekli kılmıştır.[12]

Allah rasulünü ve yolunu terketmemek ilâhi rahmete mazhariyetle beraber,[13]şükrün bir ifadesidir.Yüz çevrilmesi ve terkedilmesi halinde Allah’a bir zarar verilmiş olmaz.[14]

Peygamberin yolundan gitmek cennete girmeyi ve kurtuluşa ermeyi gerekli kıldığı gibi,[15]ona isyan ve hududunu aşmakta cehennemi ve azabı lüzumlu kılmaktadır.[16]

Tarihçilerin tesbitine göre;İffet sahibi o zât (ASM)’ın yirminci dedesi Adnan,kırkıncı dedesi ve Hz. Âdeme kadarki soyunda da bir zina olayına rastlanmamıştır.

Peygamberimizin babası Hz.Abdullah,kendisi yerine 100 deve kurban edildikten sonra dönüşünde,yolda giderken bir genç kadının Hz.Abdullaha yanında kalmasını teklif etmesi üzerine şöyle der:Harama gelince;Ölüm onun biraz aşağısındadır.Yani harama düşmektense ölmek evlâdır.O halde şu meydana çıkmıştır ki;benim helal olarak gördüğüm mutlaka helaldır.Sen git,dengini ara.Senin istediğin iş nasıl olabilir?Kerim kişi ırzını ve dinini korur,der.

Bundan sonra Zühre oğullarının reisi Veheb bin Abdi Menafın kızı Fatımayla evlenip gerdeğe girdikten sonra,tekrar eski kadınla karşılaştıklarında o kadın Hz.Abdullaha iltifat etmez.Sebebini sorduğunda da;Daha önce alnında bulunan nurun gitmiş olduğunu,söyler.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Fetih.28.

[2] Tâha.134.

[3] Bakara.151.

[4] Nisa.59.

[5] Nisa.69.

[6] Enfal.33.

[7] İbrahim.4.

[8] İsra.77.

[9] Enbiya.25,Mü’minun.32.

[10] Bakara.119,Furkan.56,Fetih.8,Fatır.24,Sebe’.28,İsra.105.

[11] Enbiya.107.

[12] A’raf.6.

[13] Âl-i İmran.132.

[14] Âl-i İmran.144.

[15] Nisa.13,Fetih.17,Ahzab.71.

[16] Cin.23,Ahzab.36,Nisa.14




SÎRET VE SÛRET

SÎRET     VE      SÛRET

            Ebu Said el-Hudri-den rivayette Peygamberimiz:” Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin,eğer buna gücü yetmezse diliyle tağyir etsin,buna da gücü yetmezse kalben nefret etsin,bu ise imanın en zayıf derecesidir.”[1]

            Âyet-i Kerime de:” Gerçekten siz bilirsiniz ki,Davud zamanında kavminiz Cumartesi günü balık avından men edilmişken,içinizden bu emri çiğneyip geçenlere –zelil ve hakir maymunlar olun-dedik.”[2]

            Rasulullah aleyhisselam’a:” Şu maymun ve hınzırlar meshedilen yahudilerden kalma mıdır?”diye soruldu. Aleyhis Salâtu vesselam:” Allah bir kavmi helak veya meshetti mi artık onlara bir nesil ve devam kılmaz.”diye cevap verdi.”[3]

            “ Biz,o azabı,onlarla bulunanlara,onlardan sonra gelip duyanlara,ibret ve takva sahibi mü’minlere de bir nasihat kıldık.”[4]

            Bu sebt kavminin başına gelen maddi ve manevi değişikliğin gerçek ve tahakkuku ile beraber;şu da Mücahid-den nakledilir:” Onların kalbleri maymun haline gelmiş olup,yoksa kendileri maymunlaşmadılar.”yani”maneviydi”de denilmektedir.[5]

            Farabi eserinde:” Tenasül kuvveti de ikiye ayrılır ki;birisi hakim kuvvettir,diğeri hadım kuvvettir. Hakim kuvvet kalbde bulunur,hadım kuvvet tenasül uzuvlarında bulunur. Tenasül kuvvetini ihtiva eden husyelerden biri,canlıyı vücuda getiren maddeyi hazırlar. Öbürü ise canlıya,kendi nevine mahsus olan suretini veren maddeyi ifraz eder. Maddeyi hazırlayan kuvvet (husyenin) dişilik kuvvetidir. Sureti veren kuvvet ise (husyenin) erkek kuvvetidir. Binaenaleyh,dişi,dişilik maddesini hazırlaması itibariyle dişidir. Erkekte o maddeye kendi nevinin suretini ve kuvvetini vermesi itibariyle erkektir.”[6]

            “Bir zayıf Hadiste,Hz. Musa (AS) devrinde böyle davranan birisinin (Maneviyatı dünya işlerine alet eden),domuz şeklinde meshe uğradığı haber veriliyor. O,her mecliste Hz. Musa-dan ve O’nun büyüklüğünden bahsediyor olmasına rağmen,bütün bunları kendi çıkarlarına alet ettiği için Allah’da onu mahlukatın en habisine tahvil etti.

            Allah,melek,cin gibi tarafımızca görünmeyen,bilinmeyen,tamamıyla anlaşılamaması bizim ihatasızlığımızdan,kısırlığımızdan,çerçeve ve buudlarımızın darlığından ileri gelmektedir.

            Ruh ve duygular sahibi olan insan;sahib olduğu bu değerleri ne kadar ve nasıl tarif edebilmektedir? Ancak yaratıcının tarif ettiği tarif kadar bir ma’rifet…

            Allah-ı bilmek ve ma’rifetullah,nisbeti nisbetince Allah tarafından bilinmenin bir yoludur. Bilinmek ve hatırlanmak için,bilmek ve hatırlamak gerektir.

            Muhabbetullah ise;onda fani olmaktır.

            Beden ölünce,ruh kundağına sarılıp sarmalanarak,çıplak kalmadan latif ve estetik elbisesini giymekte,ona giydirilmekte ve alemi misalde beklemektedir.

            İnsan sadece bir bedenden  ve maddeden ibaret olmadığını da göstermektedir.

            “ İnsanın tabii haline aykırı olan her durum bir anormalliğe sebeb olur. Bu da sadece heyecanlık noktasında takılıp kalmakla ortaya çıkmaz,her iki halde de (meleklikte de) ortaya çıkar.”[7]

            İnsanın terbiye edilmesi,insaniyetini kazanması ve koruması demektir.            

            Hadis-i Kudsi de:” Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı.”[8] Yani insan,ismi Rahmanı,Allah-ın isim ve sıfatlarını,Samediyyetin ayinesi oluşunu en güzel manada gösterir bir mahiyette yaratılmıştır.

            Maddi yiyeceklerin insan üzerindeki tesiri gibi,manevi gıdalarda insanlar üzerinde müessir olmakta,onun manevi yapısını etkilemektedir.

            Hadis-de ahirzamandan bahsedilirken bir kısım insanların helak olup,diğer bir kısmında “Kıyamet gününe kadar maymun ve domuz suretlerine tebdil edecek” ifadesini İbnü’l Arabi bu tebdilin,geçmiş ümmetlerde olduğu gibi hakikat olmak ihtimali bulunabileceği,tebdili ahlaktan kinaye olmak ihtimali de vardır,demiştir.”[9]

            Rasulullah-dan:-Fe Te’tune efvacen- (Ve siz de bölük bölük gelirsiniz.)[10] hakkında soruldu=Buyuruldu ki;Ümmetimden on sınıf muhtelif suretlerle cehenneme sürüleceklerdir.

Birincisi:Maymun. İkincisi:Domuz. Üçüncüsü:Tepe aşağı ki onları,yüzleri üstüne cehenneme sürüyeceklerdir. Dördüncüsü:Kör. Beşincisi:Sağır ve dilsiz. Altıncısı:Dilleri göğüslerine kadar uzamış ve ağızlarından cerahat akmakta bulunmuş olduğu haldeki, ehli mahşer onlardan iğrenecektir. Yedincisi:Elleri,ayakları kesik. Sekizincisi:Ateşten direklere asılmış. Dokuzuncusu:Leşten ziyade kokmuş. Onuncusu:Ateşten elbise giyinmiş olarak mahşere geleceklerdir.

            Ayriyeten devamında da bu gibi durumu hangi günahların gerektirdiği de açıklanmaktadır.[11]

            Kur’an-ı Kerim bu tip insanları;”İçi boş,ruhsuz kütükler”[12]

            İnsan hariçten etkilenmeye müsait bir varlıktır. Hakimiyet nisbetinde,etki gösterirler. Mesela;” Cin insana galib gelir ve ona musallat olursa,insandaki insanlık sıfatı kaybolur.”der Mevlâna.[13]

            Hadiste:” Ruhlar,cünûdu mücennededir,tanıştıkları ölçüde bir araya gelirler.”[14] Yabanilik oldukça,menfilikler zuhur eder.

            İslâmiyetteki Tevhid-in hakikatı olan her şeyde Ma’rifetullaha nazarların çevrilib yönlendirilmesindeki en büyük sebebte ruhun bu üstünlüğünü ve hariçten etkilenmesini azaltmak veya ortadan kaldırmaktır. Kendi yaratılış fıtratında devamını sağlamaktır. Yükselişte hızını arttırmaktır.

            Hadis-de:” Suhayb,Allah-ın ne hoş bir kuludur ki,undan korkusu olmasa bile günah işlemez.”diğerinde;” Ebu Huzeyfe-nin azatlısı Salim,Allah-a aşık olduğundan ondan korkmasa bile günah işlemez.”[15]

            Maneviyatı, ruhu bedenine hakim olan insan –Mevlâna-nın ifadesiyle-devesine binip onu dizginlemiş bir insan gibidir. Bedenin hakim olduğu insan ise,devesi kendisine binmiş insan durumundadır. Onun boyunduruğu altına girmiştir.

            İnsanın bedeni ile ruhu, maddesi ile manası da bununla orantılıdır.

27-02-2000

MEHMET     ÖZÇELİK


[1] Müslim.Riyazü-s Salihin. 1 / 228.

[2] Bakara.65.

[3] Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 11 / 146-147, 16 / 443-446,368.

[4] Bakara.66,Maide.60,A’raf.166.

[5] Bkn.Hesaplaşma.N. Kutsal. Sh. 128.

[6] el-Medinetü,l Fazıla. Farabi.Çevr. N. Danışman. Sh. 61-62.

[7] İslama Göre İnsan Psikolojisi. M. Kutup. Çevr. A. Nuri.126.

[8] Lem’alar. B. S. Nursi. 92,Kitab-ı Mukaddes. Tekvin.27 ayet. bab. 1. sh. 2.

[9] Sahih-i Buhari Muhtasarı.Tecrid-i Sarih Terc. ve Şerhi. 12 / 45-46.

[10] Nebe’.18.

[11] Mesnevi. Mevlana. Terc. Tahirul Mevlevi. 5 / 1633, Safvetü’t Tefasir. M. A. Sabuni. Terc.Doç. S. Gümüş, Dr. N. Yılmaz. 2 / 117,369,470, Mecmaut Tefasir. Beyzavi. /Arapça) 6 / 441.

[12] Münafikun.4,

[13] Ruh Nedir? M: Kırkıncı. 100.

[14] Fezail-i A’mal. Müslüman Şahsiyeti. M. Z. Kandehlevi.161.

[15] Acluni. Keşfu-l Hafa. 11 / 323, Bkn. İlmihal. İSAM. 1/54.




SEVR VE HUT

SEVR VE HUT

Bir hadisTe Peygamber Efendimizden:”Dünya ne üzerinde duruyor?”denildiğinde cevaben;

“Sevr ve Hut”yani öküz ve balık üzerinde,diye buyurmuşlardır.

Veciz ve beliğ konuşan Peygamberimiz bununla önemli bir noktaya parmak basarak,dünyanın temelini iki noktaya oturtmuş olmaktadır.

Birisi;”Dünya öküz üzerindedir.”derken;dünyada,karada yaşayanların tümünün gelir ve maişeti,toprağın öküz tarafından sürülerek,onun sırtından elde edilen mahsullerle devam ettirilmektedir.

Şimdi traktörle bu iş yapılmasına rağmen,bazı yerlerde hala öküz ile sürülmenin devam etmesi,işin gerekliliğini hala taze tutmaktadır.

Bununla beraber şu anda aynı soru olan;”Dünya ne üzerinde durmaktadır?”sorusuna;”Dünya traktör üzerindedir.” denilse,bir gerçek ifade edilmiş,yanlış edilmemiş olur.

Zira insanların hayatının temelini oluşturan,temel gıda toprağın öküz veya traktörle sürülüp,onun sırtından elde edilen önemli kaynağı ifade eder.

Diğeri ise;”Dünya balık üzerinedir.” Dünyada yaşayan iki kısım insan grubundan biri karalarda yaşarken,diğeri ise;sahillerde yaşamaktadır.

Sahillerde yaşayanların genelde geçim kaynağı;sudan elde edilen balık iledir. Hayatlarını,geçimlerini balıkla sağlarlar.

Buradan hareketle;”Devlet ne üzerindedir?”sorusuna;”Kılıç ve kalem üzerindedir.”denilmesi,yanlış olmaz.

Yani;dış tehlikelere ve iç emniyete karşı ordu harb ve silah teçhizatını temsil eden kılınç ile ifade edilirken;

Devletle memuriyet ve resmiyet işlerini yürütmek amacıyla kalem kullanılmakta,işlerin yürütülmesi kalemle temsil edilmektedir.

Bunun gibi de;dünyada su ve toprak iki önemli faktörü ve temeli oluşturmaktadır. Her ikisi de hayata kaynaklık etmektedir.

-Sevr ve Hut aynı zamanda iki meleğin adı olup;bunlar dünyanın tanzim ve tedbiriyle görevli meleklerdir.

-Sevr ve Hûta dair acaip ise akıl dışı olup;ya israiliyat veya temsilat veya muhaddislerin tevilatıdır.

Nitekim Peygamberimizin 70 yaşında ölen bir münafık için;”70 yıldır yuvarlanmakta olan bir taş bu gün cehennemin dibine düşmüştür.”ifadesiyle belirtmiştir.[1]

28-6-2000

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakn. Lem’alar. B. Said Nursi. 92, Asar-ı Bediiyye. B. S. Nursi. 201, R. N. Kutsi Kaynakları. A. Badıllı.596.




S A H A B E

S A H A B E

Mevlâna Câmi der:” Ya rasulallah! Ne olaydı,Ashab-ı Kehfin köpeği gibi,senin ashabının arasında cennete girseydim. Onun cennete,benim cehenneme gitmem nasıl reva olur? O, Ashab-ı Kehfin köpeği;ben ise senin ashabını köpeği.”[1]

“Sohbeti nebeviye bir iksirdir.”diyen Bediüzzaman;böylece sahabenin bu iksirden içtiğini de ifade eder.

Elbette insanlık için rasulullahın imtiyazı,farklılığı ne ise,sahabilerin de O’nun yanında olmasından kaynaklanan sebeble imtiyazı da onun gibidir.

Sahabeler,özellikle dört halife,tevrat ve İncil-de olduğu gibi,Fetih suresinin son ayetlerinde tavsif olunmaktadırlar.

Nitekim Hz. Ömer-in İslâmdan önceki hali ile,İslâmdan sonraki halini kıyasladığımızda aradaki fark daha zahir görülür.

Zira onlar çarşıda-pazarda ve her hallerinde kemalât-ı insaniyenin alasında ve zirvesindedirler.

O zamandaki doğrular ve yanlışlar ve buna benzer işler;cennet ve cehennem ve onun arası gibi açık ve zahir idi. Zıtlar ve zıtlıklar o derece birbirinden ayrılmış idi. Fikirler hep ahirette ve onunla meşgul idi.

Îsar hasletine sahib olan sahabeler,nefislerini birbirlerine,her konuda tercih ederlerdi. Fedakarlığın doruğunda idiler.

Diğer insanların onlara yetişememesindeki en önemli sebeblerden birisi de;bir defa;” Sübhane Rabbiyel A’la”demekle,bütün kainatın hep bir ağızdan tesbih edişlerini görmektedirler.

Allah-ı görür gibi ibadet olan İhsan hasletine sahib şahsiyetlerdirler.

Hadis-de:”ashabım yıldızlar gibidirler. Onların hangisine uyarsanız,hidayete erersiniz.”

Evet.Onlar hidayet vesilesidirler. Doğrudan hidayete götürürler.

Onlar düne hemen geçerler. Bizler gibi bir sene bekleme mecburiyetinde kalmazlar. Zamanın mahkumu değil,zamana hakimdirler.

Onlara yetişilmez. Çünki kışta,sınırda nöbet bekleyenle,içerdeki hiçbir olur mu? Onlar saffı evveldir. İslam binasının oluşumunda birinci sırayı almışlardır.

“Bir şeye sebeb olan,onu yapan gibidir.”hakikatınca;İslâmın bu güne kadar gelmesinde onlar en büyük bir vesiledirler.

Onlar müslüman olurken mucize görmeden de iman ediyor,şüphede kalmıyorlardı. sarsılmaz bir imana sahiptiler

Hadiste gelen:”Ahirzaman-da beni görmeyen ve iman getiren,daha ziyade makbuldür.”sözü umumi değil,hususi fazilete dairdir.

Hakim en-Nişâburi sahabeleri 12 tabakaya ayırır=

1)Raşid halifeler ve onlarla beraber ilk iman edenler. Bilhassa “Aşere-i Mübeşşere”den geriye kalan altı sahabi.

2)Dâru’l-Erkam Ashabı. Yani Hz. Ömer-in müslümanlığından önce iman etmiş olup,imanlarını gizleyen ve Erkam b. Ebi’l Erkam-ın hanesinde bir araya gelenler.

3)Habeşistana hicret edenler.

4)Birinci Akabe bey’atında bulunanlar.

5)İkinci Akabe bey’atında bulunanlar.

6)Efendimize (SAM)Kuba’dan Medine-ye teşriflerinden önce gelip iman eden ilk muhacirler.

7)Bedir ashabı.

8)Bedir’le Hudeybiye arasında hicret edenler.

9)Rıdvan bey2tında bulunanlar.

10)Halid bin. Velid ve Amr İbnü-l As gibi,Bey’atü’r-Rıdvan ile Mekke-nin fethi arasında hicret edenler.

11)Fetihden sonra müslüman olanlar.

12)Veda haccında Allah Rasulünü (SAM)görme şerefine ulaşan çocuklar.”[2]

Hz. Ebubekir üstün vasfından dolayı;Tevrat’da da –Sıddık- diye tarif edilmiştir.

Ebu Zür’a er-Râzi:”Allah rasulünün ashabından birisinde noksanlık ve kusur bulmaya çalışan birini gördüğünde,onun zındık olabileceğine şüphe etmemelisin. Çünki rasul ve Kur’an hak olduğu gibi,Kur’an ve Rasulün getirdikleri de haktır. Bunları bize nakleden de sahabe-i Kiramdır. Onları kritiğe tabi tutmak isteyenler,Kitabullah ve Sünneti iptal edebilmek için Sahabe-yi cerh masasına yatırmak istiyor demektir. Gerçekte ise cerh ve kritiğe tabi tutulması gereken kendileridir,zira onlar,zındıktır.”der.[3]

Hadiste:”Her kim,bir peygambere uygunsuz söz söylerse onu öldürün. Her kimde benim ashabım hakkında uygunsuz söz söylerse onu dövün.”[4]

“Dövün”ifadesinin “Boynunu vurun”anlamı olduğu da söylenir.

“Ashabıma sebbetmeyin. Zira;ashabımdan birinin bir ölçek miktarı infakına sizden birinizin Uhud dağının miktarı infakınız muâdil olamaz.”

Sahabeler;Rasulullahın ilk talebeleridirler. Talebelerin kıymeti,aynı zamanda öğretmenlerinin de üstünlüğünden anlaşılır.

Üstün öğretmenin üstün talebeleridirler sahabeler.

Âyet,Hadis ve Tüm İslâmi eserler,hep onların faziletlerinden bahsetmektedirler.

1-4-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Sözler. B.S.Nursi.450.

[2] Marifeti Ulumil Hadis.22,bkn.zaman gaz.19-02-1995.

[3] İbni Hacer.İsabe. 1 / 10,bak.zaman gaz.28-2-1995.

4-Şifa. 2 / 221, Feyzul Kadir. 6 / 146-147,bak.zaman gaz.28-2-1995.




ŞEREF MADALYALARI

ŞEREF MADALYALARI

1) Sahabi olmak : Ne büyük şeref. Bir an olsun sohbet-i Nebevinin iksirinden içmek.. Huzurunda oturup,huzur bulmak. Yolunda toprak olmak,semalara yükselmek. İçeceği su veya testi olup,mübarek dudaklarından ebedin kokusunu işmam etmek. Mübarek yed ve kademlerini bûs ile,rayiha-i tayyibe ile muattar olmak. Önünde zırh,arkasında duvar,yanında sıyanet meleği olmak. Cemalinden Cemalullahın tecellisini seyretmek. Tebessümüyle yanaklarından açan güllerin arısı olmak. Kurbiyeti Rahmana vasıl olmak. Şems ve kamerin etrafında hâlelenmiş birer yıldızı nurani olmak. Hidayet timsali,hidayet güneşinin seyyareleri,sistemleri olmak… Mevlevi-vâri etrafında dönmek… Gece-gündüz aşkıyla yanmak,tutuşmak…Vahyin muhatabı olup,doğrudan doğruya Hitabat-ı Sübhaniyeye mazhar olmak… Hayat suyunu kaynağından içmek… hayatı yaratanın elçisinden;hayatı,insaniyeti,mahiyeti eşyayı,kendini bilip,iltifatına mazhar olmak…Ahlakıyla ahlaklanıp,insanlık alemine sultan olmak…Ashab-ı Kehfin Kıtmiri gibi,kapısında Kıtmir olmak… Onun bahçıvanlık yaptığı bahçenin ağacı olup,onun sulamasıyla sulanmak. O’nun bahçesini sulayan ve O’na şemsiyelik yapan bulut olmak… Yürüyen ayağı,tutan eli,gören gözü,dinleyen kulağı,manalarla meşgul olup,düşünen aklı olmak…

Uzun söze ne hacet:O’nun sohbetiyle sohbetlenip,O’nun şerefiyle şeref-yâb olmak. Ne büyük saadet..ne büyük lezzet…

Evet,en büyük izzet…

2)Tâbiin veya Tebe-i Tabiin olmak : O nübüvvet zincirinin son halkası olmak..Yıkılmaktan ve kopmaktan O’nun himmetiyle kurtulmak… Leyla’yı arayan Mecnun gibi,O mahbubu O’nun mahbublarından sormak,O’nun takibcisi olmak…O zatın yanında olmasak da,yakınında bulunmak…Velayet merdiveniyle o zatla görüşebilmek,kalb ayağıyla huzuruna varıp tefeyyüz etmek… Basiret gözüyle O’nu hakiki makamında seyretmek…

Bunların neticesinde Cenâb-ı Hakkın Hakimane hikmetini hikmetle temaşa edip,anlamak… Kabri kalpten Sani’a pencere açıp zahir ve batın duygularla,evvel-ahir,zahir ve batın olan Cenâb-ı Hakkın marifet denizine bir Ğavvas gibi dalıp inciler çıkararak alemi asğar ve avalimi asğara ilan etmek…

Yani velayet yoluyla hakikatlara nüfuz edebilmek…En kısa ve eslem yol olan hakikat mesleğinde bulunup,marifetullah da uzun mesafeler katedebilmek…Tıpkı Hz. Ali gibi ki;o zat der:”Eğer alem-i ğayb açılsa yakinim –inancım- ziyadeleşmeyecek.” İşte inancın doruk noktası…İşte hasselerin fethi… Onun için alemi misal,dünyanın bir mahallesi gibi,onun için ruhlar alemindeki macera,dünle bugün gibi…

Maddeyi aşıp manaya geçmek…Seradan çıkıp,süreyyaya yükselmek…Esfelden a’laya urûc edebilmek… Kışrı terk edip,özü alabilmek…İnsanın hevâ ve hevesini tahrik eden dünya zevkinden,fâniyattan;ukbâya,bâkiyata geçmek…

Veya diğer büyük bir şeref madalyası olan,Cenâb-ı Hakkın her yüz senede bir gönderdiği Müceddid ve mehdi’nin ordusunun bir neferi olmak..İman ve Kur’an hizmetinde fani olmak…Küfür ve inkarın bel kemiğini kırmak… Dirilmemek üzere öldürmek…Kalkmamak üzere yatırmak…Bir daha uyanmamak üzere uyutmak ve unutturmak

Ezalar gıdan,cefalar meyven olur. Her şeyden önce hizmetin senin gübren olur,tekamülüne ve olgunlaşmana,hakiki insan vasfını takınmana büyük bir amil olur.

Veya gönderilen vasıfla kalmak,İslâmiyet içre…Cehenneme karşı bir siper yapmak…İman cephesine,inanç askerine bir kale yapmak…Çekirdek olarak atıldığımız toprakta ağaç olup meyve veremezsek de,asliyetimiz olan çekirdekliğimizi korumak…

Evet,müslümanlık;iman tohumunun yeşermesi. Ebede uzanıp giden ağacın saadet dalına yapışıp,cennet meyvesini elde etmek…Müslümanlık;Allah’a, O’nun sevgili rasulüne,o ali peygamberin al ve ashabının yoluna revan olup gitmek,o ulvi davaya bütün zerreler ile teslim olmak…Müslümanlık;Emniyet,selamet,sadakat,fazilet ve serapa hak yol…Müslümanlık;ebedi bir sigorta,garanti…Ahlak-ı hasene ve insaniyetin nurani bir simgesi..Müslümanlık;sabır,sabır,sabır…Gayret,gayret,gayret…Cehd,azimet,tefekkür dinidir…Müslümanlık;maddede manayı görmek,kışırda lübbü bulmak,her şeyde bir-i görmek,sanatta sanatkarı,Leyla’da Mevlâ’yı görmektir…

12-8-1993

MEHMET ÖZÇELİK




VELİLER ŞÂHI HAZRETİ ALİ

VELİLER ŞÂHI HAZRETİ ALİ

(Doğumunun 1436. yılı Anısına)

Peygamber Efendimizin amcası Ebu Talib’in oğlu olan Hz. Ali;hem yeğeni,hem de damadıdır. Annesinin adı ise;Fatıma binti Esed b. Haşim’dir.

Peygamberimiz otuz yaşlarında iken Hz. Ali doğmuştur. Ona Ali ismini de Efendimiz koymuş ve kendi dilini de ağzına vererek uyutuncaya kadar emzirmiştir. Annesi de Esed (Haydar) ismini koymuştur.[1]

Yaşıtları olan zatlar;Zübeyir bin Avvam,Talha bin Ubeydullah ve Sa’d bin Ebi Vakkas’dır.

peygamber Efendimizin Mekke’de zuhur eden bir kıtlık üzerine,fakir durumda olan amcasının yükünü hafifletmek için yanına almıştır. Beş yaşında hicrete kadar yanında kalmıştır.[2]

Efendimiz Hz. Ali’yi hem maddi,hem de manevi sahada şah-ı Velayet olacak o zatı kendi fidanlığında ve fideliğinde koruma altına alarak,mübarek eleriyle ihtimamla yetiştirmiştir.

İstikbalde gelecek ümmetinin değerli şahsiyetleri olan Abdulkadir-i Geylani,Mehdi gibi zatlara üstad olarak yetiştirmiştir.

A N N E S İ

Haşim oğullarından olan annesi,Peygamberimizle soyu Haşim’le birleşir. Kendisi Haşim oğulları kadınları içinde,Haşimi erkek sulbünden ilk erkek çocuğu dünyaya getiren kadın olarak da bilinir.

Hz. Ali’nin Talib,Akil ve Cafer adında üç kardeşi olup,kendisi en küçüğüdür.

Ümmehani (Hind),Cümane,Reyta ve Esma adında dört kız kardeşi vardır.

Efendimiz kendisine mürebbilik yapan bu ahlak ve haya sahibi müslüman olan üstün vasıflı yengesini evinde ziyaret eder ve kuşluk uykusunu orada uyurdu.

H. 4. yılda vefat ettiğinde Efendimiz:”Bugün,annem vefat etti.” buyurarak üzüntüsünü dile getirmiş ve kendi gömleğini çıkararak kefen yapıp,cenaze namazını kıldırarak cenazesinin üzerine yetmiş tekbir getirdiğini Hz. Ali nakletmektedir.

Peygamberimiz:”Ebu Talib’den sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır.”

“Ona cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim.”

“Kabir hayatı,kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de,kabirde yanına uzandım.”buyurmuştur.

Kendisinin yetişmesinde;evladlarından önce kendisinin yedirilip-içirilmesinde ve yetişmesinde büyük emeği geçen ve –annem- dediği Fatıma binti Esed’in kabrinde ağlamış ve ona uzunca duada bulunmuştur. [3]

MÜSLÜMAN OLUŞU

Hz. Ali,İslâmla ilk şereflenen müslümanlardandır.

Daha çocuk yaşta idi,yani on yaşlarında olduğu halde,bu büyük çocuk üzerine damlayan huzmeler halindeki nurun etki ve tesiriyle,kimseye danışmadan kendi iradesiyle tercih etmiş ve büyüklerin bile söyleyemeyeceği şu sözü de o zaman söylemişti:”Allah beni yaratırken Ebu Talib’e sormadı ki,bende ona ibadet etmek için gidip kendisine danışayım.”

Cebrail ilk vahyi getirmesinden sonra,Peygamberimiz görsün diye abdest alıp,beraber namaz kılmışlardır.

Efendimiz eve gelerek Hz. Hatice’ye de göstermiş ve öğretmiştir.

Bunların bu şekilde abdest alıp namaz kıldıklarını gören Hz. Ali’de onlarla beraber abdest alıp namaz kılmaya başlamıştır.[4]

EVLENMESİ

Hz. Ali,Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma’yla Medine’ye geldikten beş ay sonra Receb ayında nikahlanmış ve Hicretin ikinci yılında Bedir gazasından sonra Zilhicce ayında da evlenmiştir.

Hz. Fatıma’nın sağlığında başka kadınla evlenmeyib ondan;Hasan,Hüseyin ve ölü doğan Muhsin adlı üç oğlan,Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adlı iki kız çocukları olmuştur.

Hz. Fatıma’nın vefatından sonra ise bir çok defa evlenmiş ve çok sayıda çocuğu olmuştur.[5]

İslâmiyete fıtri taraftar ve muhabbet-dar olan Şerifler Hz. Hasan’dan,Seyyidler ise Hz. Hüseyin’in neslinden gelmektedir.

Hz. Ali aynı zamanda Peygamberimizin katibi ve vahiy kâtibliğini yapmış ve Hudeybiye anlaşmasını da yine o yazmıştır.

Peygamber Efendimizin cenazesini bizzat kendisi yıkamıştır.

Peygamberimizin mescidine açılan kapılardan sadece Hz. Ali’nin kapısını açık bırakmıştır.

İ L M İ

Hz. Ali’nin ilimde ise büyük vukûfiyeti vardır. Peygamberimiz:”Ben ilmin şehriyim,Ali’de kapısıdır.”buyurarak,Peygamberimizin veya onun getirdiği din ve Kur’an-a Hz. Ali kapısından girilerek haberdar olunacağı veciz olarak ifade edilmiştir.

Hz. Ali:”Yemin ederim ki ben;Kur’an-ı Kerim-den inen her ayetin nerede indiğini,neye ve kime dair olduğunu bilirim.”

”Bana kitabullahdan sorunuz;her ayetin gecede mi,gündüzde mi,ovada mı,dağda mı nazil olduğunu bilirim.”

Küçüklüğünden beri peygamberimizle beraber oluşu,o zatın ahlakıyla ahlaklanmasına ve en ince sırrına vakıf olmasına sebeb olmuştur.

Peygamberimiz cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hz. Ali için:”Sen bendensin;ben de sendenim. Sen bana bağlısın,ben de sana bağlıyım.”

“Cennet,ashabımdan üç kişiydi;Ali’yi,Ammar’ı,Bilal’i özler.”diyerek layık olduğu iltifatta bulunmuştur.[6]

Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiklerinde müslümanları ikişer ikişer karışık olarak birbirleriyle kardeş ilan ettiğinde kendisi de Hz. Ali’ye:”Sen de benim kardeşimsin. Sen,bana varissin,ben de sana varisim.”buyurmuştur. Diğer rivayette ise:”Sen,dünyada ve ahirette benim kardeşimsin.”demiştir.[7]

İbni Abbas onun hakkında:”içi hikmet ve ilimle dolu idi. Vallahi,ona ilmin onda dokuzu verilmiştir. Yine,Allah’a yemin ederim ki,o,ilmin geri kalan onda birini de,sizinle ortaktır.”demiştir.

Muaviye onun şehid olduğunu duyduğunda:”Fıkıh ve ilim,Ebu Talib’in oğlunun ölümüyle gitti.”demiştir.

İbni Mesud:”Hz. Ali,Medinelilerin feraizi hakkında sözü,Ali’den daha kuvvetli olan yoktur.”demiştir.[8]

Yirmi Harici Hz. Ali’ye gelerek tek tek şu aynı soruları sordukları halde,onlara ayrı ayrı cevablar vermiştir.

SORU:”Ya Ali,ilim mi üstün,yoksa mal mı?”

Cevaben: -İlim maldan üstündür. Zira ilim seni korur,halbuki sen malı korursun.

-İlim harcandıkça artar,mal harcandıkça azalır.

-İlim sayesinde düşmanlar dost olur,fakat mal böyle değil.

-İlim dünyadan uzaklaştırır,ahirete yaklaştırır;mal ise böyle değildir.

-Ölüm sebebiyle ilim,sahibinin mülkiyetinden çıkmaz,fakat mal böyle değildir.

-İlim sahibine sirayet eden bir nurdur,mal ise buna muhaliftir.

-İlim Allah’ın kelamından çıkar,mal ise topraktan çıkar.

-İlim peygamberlerin sevgilisidir. Mal ise Nemrud, Fir’avn, Haman ve Karun’ların sevgilisidir.

-İlim kendine hizmet edilendir,mal ise hizmet edendir.

-İlim ruhun gıdasıdır,mal ise cesedin gıdasıdır.

-Ürkme zamanlarında ilim sana arkadaş olur,mal ise sana ürküntü verir.

-Yolculukta ilim senin arkadaşındır,mal,mal ise yolculukta senin düşmanındır.

-Tek başına ilim taatsız da olsa kurtulmana sebeb olur,fakat mal böyle değildir.

-İlim peygamberlerin mirasıdır,mal ise eşkiyanın mirasıdır.

-Kıyamet gününde ilmin hesabı yoktur,fakat malın helal ise hesabı,haram ise azabı vardır.

-İlmin sahibi şefaat edecek,malın sahibi ise şefaat edilecektir.

-İlim sahibi asla unutulmaz,fakat mal sahibi unutulur.

-İlim kalbi nurlandırır,mal ise karartıp katılaştırır.

-İlmin sahibi Allah’a kulluğu,mal sahibi ise Allah’lığı iddia eder. (Fir’avn gibi)

…Ve devamla:”Bu konuda bana daha soru sorsaydınız,yaşadığım müddet başka başka cevaplar verirdim.”buyurdu.”[9]

“Alimler kendi ilimleriyle amel etmediklerinden dolayı,insanlar ilme rağbet etmiyor.”

“İman kalb de beyaz bir nokta meydana getirir. İman ziyadeleşince nokta da artar. Kul,imanı tam manasıyla olgunlaştırınca kalbin tamamı beyazlaşır. Nifak,kalb de siyah nokta meydana getirir.Nifak artınca siyah nokta da artar. Kul,nifaka dalarsa kalbin tamamı kararır.”

“Cenneti arzulayan kimse,dünyada şehvetlerinden uzaklaşır.”

Kamil,olgun bir insan olmanın esaslarını sıralarken:

1)Rahat hayata,çetin hayatı ve mücadeleyi tercih etmek.

2)Allah’ın irade ve mağfiretine sığınmayı,kendi kapasitesine güvenmeye tercih etmek.

3)Tevazu,büyüklük ve gösterişe tercih edilmeli.

4)Az yemek,fuzuli yemeğe tercih edilmeli.

5)Ahiret dünya hayatına tercih edilmeli.[10]

“Dünya bir cifedir. Ondan bir şey isteyen,köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olmalı.”

“Sizin için korktuğum şeylerin en başında,hevaya uymak ve uzun emelli olmak gelir. Hevaya uymak hak yoldan alır. Uzun emelli olmak ise,ahireti unutturur.”

“Bilgisiz yapılan ibadette hayır yoktur. Anlayış vermeyen ilimde hayır yoktur. Tefekküre götürmeyen kıraatta hayır yoktur.”

“Kalbler;içi boş kablara benzer;hayırlı olan hayırla dolu olanıdır.”

“Takva;hataya devamı bırakmak ve amellere güvenip aldanmamaktır.”der.

GADİR HUM

Hz. Peygamber Mekke ile Medine arasında bulunan Hum suyu başında bir konuşma yapmış,Allah’a hamdu senadan ve ashabına bazı öğütlerde bulunduktan sonra onları vefatını müteakib Allah’ın kitabına sarılmaya ve Ehli Beytine sahib çıkmaya teşvik etmiştir.(Müslim.Müsned)

Yani Şiilerin hilafeti vasiyet yoluyla Hz. Ali’ye tahsis ettiğine dair ileri sürülen rivayetlerin asılsız olduğuna dair Hz. Aişe (Tuhaf şey,Rasulullah Ali’ye ne zaman vasiyet etmiş?) diyerek,olmadığını söyler.[11]

HİLAFETİ

Mısri,Kufi,Basri zorbaların Hz. Osman’ı şehid etmelerinden sonra,boş kalab hilafete birinin atanması meselesi çıkıyordu.

İşin vehametini anlayan Hz. Ali yapılan ısrarları kabul etmemekte diretiyor ve ferasetiyle şöyle diyordu:”Beni bırakınız,başkasını arayınız. Önümüze bir iş çıkacak ki onun akıllar almaz,gönüller mütehammil olmaz şekil ve renkleri vardır. Bence emir olmaktan ise vezir olmak evladır. Siz her kimi intihab ederseniz,ben de ona bey’at ve cümleden ziyade itaat ederim.”

Ancak görevi almaması alması tehlikesinden geri değildi ve görevi istemese de devr aldı.

Artık en önemli mesele olan Hz. Osman’ın katillerinin bulunması idi. Fitne ateşleri yakılıyor,yanıyor ve alevlendirilmeye çalışılıyordu.

Ancak katil belli olmadığından Hz. Ali sabrı tavsiye ediyordu. Yani Hz. Ali Adaleti Mahza denilen;Hak haktır,küçüğüne büyüğüne bakılmaz,bir kişi de olsa hakkı mahfuzdur,masumdur,kuralı gereği,katil belli olmadan bazı hakların feda edilemeyeceğini söylüyordu. Ayette de:”Kim bir nefsi haksız yere öldürür veya yer yüzünde fesad çıkarırsa o bütün insanları öldürmüş gibidir.”

Hz. Talha,Zübeyir ve Aişe-i Sıddıka taraftarları ise,durum Hz. Ebubekir ve Ömer Ömer zamanındaki safvette olmadığından Adaleti İzafiye olan küllün,umumun selameti için cüzün,ferdin feda edileceğini savunuyorlardı.

Ancak bu –Allah için- bir içtihad neticesi olduğundan isabet eden Hz. Ali iki,diğerleri bir sevab alır. Zira düşünce,İslâmiyetin menfaatının esas olmasıdır.

Bu harbde hem ölen,hem de öldüren ikisi de cennetliktir.[12]

Hz. Ali –Velilerin şahı- demek olan Şahı Velayet ünvanına layık bir şahsiyet olup,maneviyatta sultandır.

Bu iki tarafın muharebesi olan Cemel Vak’ası,zahiren şer olmakla beraber hakikatta bir çok hayırları doğurmuştur.

Baharda esen şiddetli rüzgar ve yağmur çiçeklerin açılmasına vesile olduğu gibi,öyle de bu fırtınalarda müslümanların:”İslamiyet tehlikededir,yangın var.”diyerek her taifeyi İslâmiyetin muhafazasına sevk etti.[13]

O zatın neslinden maddi sultanlar gelmemesine mukabil,manevi sultanlar,aktablar,insanlığa ışık tutacak önder şahsiyetler çıkmış olmaktadır.[14]

Bu olaylar bir yandan da Peygamberimizi doğrulayarak onun:”Hz. Hasan’ın altı ay hilafetiyle;Cihar-ı yar-ı Güzinin (Hulefa-i Raşidinin) zamanı hilafetlerini;”Benden sonra hilafet otuz yıl olacaktır.” ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini,sonra o saltanattan Ceberut (zorbalık) ve fesadı ümmet olacağını haber vermiş,haber verdiği gibi çıkmış.[15]

Ve yine Hz. Ömer,Osman ve Ali’nin de şehid olacağını gaybi gözüyle görmüş ve haber vermiştir.[16]

Peygamberimiz Hz. Ali’ye:”Sen de Hz. İsa gibi(AS) iki kısım insan felakete gider. Biri,ifratı muhabbet (aşırı sevgi,Şialar ve Rafiziler),diğeri,İfratı adavetle.. (aşırı düşmanlıkla,Hariciler gibi.) [17]

Ve Hz. Aişe için;”İçinizde birisi mühim bir fitnenin başına gelecek ve etrafında çoklar katledilecek.”[18]

Hav’eb denilen taşlık bir yerde,köpeklerin havlamalarını duyacaklarını da söylemiştir. Cemel vak’ası başlayacağı zaman Hz. Âişe deve (Cemel)’de gece vakti giderken Hav’eb mevkiinde köpeklerin ulumasını işittiğinde Peygamberimizin sözünü hatırlayarak hemen oradakilere Hevdec’den:”Burası Hav’eb mi?” diye soruyor. Onlar durumu anlayıp, Hz. Âişe’nin döneceği korkusuyla –Hayır- cevabını veriyorlar. Neticede iki taraf karşılaşıyor.

İçinde cennetle müjdelenenlerden Hz. Talha’nın da bulunup on üç bin kişinin şehid olduğu bu dahili muharebe için Hz. ali şöyle der:”Din kardeşlerimiz olup üzerimize Bağy ve Huruç ettiler.”[19]

İmam-ı Azam Ebu Hanife’de:”Hz. Ali’nin evâmir ve âmâli malumumuz olmasa bağiler hakkında ne muamele olunmak lazım geleceğini bilemezdik”der.[20]

Peygamberimiz Hz. Ali için:”Ya Ali,ben Kur’an-ın tenzili üzere mukatele ettim,sen de tevili üzerine mukatele edeceksin.”buyurmuştur.[21]

Hz. Ali ile Hz. Muaviye’nin Sıffin’deki muharebesi ise,Hilafet ve Saltanat muharebesidir. Hz. Hasan ve Hüseyin ise,Emevilere karşı muharebesi Din ve milliyet muharebesidir.”[22]

Bu savaşta tereddüt gösterenlere karşı Hz. Ali:”Bana,hakdan udul ile(Sapmayla) cemaattan huruç edip ayrılanlar ile,yani Havaric ile mukatele etmek üzere emrolundu.”diyerek,kendisiyle beraber olan Ebu Eyyubel Ensari’de:”Rasulullah (SAM) bana nakz-ı ahd eden (sözünü bozan) cevr ve zulüm eyleyen ve hakdan udul ile cemaattan huruc edip ayrılan kimseler ile mukatele eylemek üzere emretti.”demiştir.

Peygamber efendimiz:”Baği bir taife,Ammar-ı katledecek.” Sonra Sıffin’de katledildi. Hz. Ali,onu Muaviyenin taraftarları baği olduklarına hüccet gösterdi. Fakat Muaviye tevil etti. Amr ibnul As dedi:”Baği yalınız onun katilleridir,umumumuz değiliz.”[23]

Sıffin’de:içerisinde 26’sı Bedir’den olan yirmi beş bin şehid olurken,bağilerden de kırk beş bin kişi öldürülmüştür.[24]

ŞEHİDLİĞİ

Harici’lerden üç kişi Hicaz’da toplanarak intikam alma hırsıyla,Abdurrahman ibni Mülcem el-Muradi;Hz. Ali’yi, berk ibni Abdullah et-Temimi Muaviye’yi,Amr ibni bekiriz-Sa’di’de;Amr ibni As’ı zehirli kılıçla öldürmeye karar alırlar.

Kufe’ye gelen İbni Mülcem ramazanın 27’sinde sabah namazına giderken 63 yaşında olan Hz. Ali’yi şehid eder.

Mısır’a gelen Bekir’de yanlışlıkla Amr ibnul As’ın imamete vekil kıldığı Harice ibni Habibe’yi öldürür. Amr ibnul As kurtulur.

Şam’da olan Muaviye ise sabah namazına giderken,Berk tarafından uyluğundan yaralanır. Adamları müdahale ederek kurtulur. Ancak kılıç zehirli olduğundan Said adındaki doktor bunun iki şekilde tedavi edileceğini söyler. Biri demiri kızdırıp yaranın üzerine koymak,diğeri ise;bir şerbeti içecek fakat ondan sonra çocuğu olmayacak. Muaviye ikincisini kabul eder. Yara iyileşir,dediği gibi çocuğu olmaz.[25]

Şiilerin bir kısmının Hz. Ali’nin kıyametten önce dirileceğini [26] söylemelerine karşı Hz. Hasan:”Öyle olsa biz onun mirasını taksim etmezdik.”sözüyle izah eder.

Şiilerin Hz. Ali’ye olan bu muhabbetleri,Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e olan düşmanlıklarından kaynaklanmaktadır.

-Haşa- Hz. Ebubekir’in hilafeti gasbettiği,Hz. Ömer’in ise;onların köklü olan süper Sasani devletlerini bir daha doğrulamayacak bir şekilde yerle bir etmesindendir. Bu ezeli ve ebedi düşmanlıktır ki;onları Hz. Ali’ye muhabbete sevk etmiştir.

Her yerde ve her zaman olduğu gibi,burada da Ehli Sünnet vel Cemaatın yolu;ne ifrat,ne de tefrit olmayıp orta yoldur. Yani;

Allah için sevmek,Allah için buğzetmek…

6-8-1991

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.İslam Tarihi. Mekke Dönemi. Asım Köksal. 2 / 119.

[2] İslam Ansiklopedisi.Diyanet. 2 / 371,Peygamberimizin Hayatı.Salih Suruç. 1 152,İ.Tarihi.age. 2 / 172.

[3] İ.Tarihi. Medine Devri. 4 / 135-137.

[4]Age. Mekke Devri 2 / 149,P.Hayatı. 1 / 200.

[5] İ.Ansiklopedisi. 2 / 371,392,P.Hayatı. 1 / 563.

[6] İ.Tarihi.Mekke Devri. 2 / 119.

[7] Tirmizi. İ.Tarihi. Medine Devri. 4 / 108.

[8] İ.Tarihi.Medine Devri. 1 / 217.

[9] Ta’lim-ül Müteallim. B. Ez-Zernuci, Terc. Dr.Y.V.Yavuz.38

[10] İslam’da Eğitim.B.Bayraklı.sh.166,244,259,273.

[11] İ.Ansiklopedisi. 2 / 377.

[12] Mektubat. B. Said Nursi.50.

[13] Bak.age.92.

[14] Bak.Lem’alar.B.Said Nursi.18.

[15] Mektubat.age.94.

[16] Age.96.

[17] Age.99,Nehcül Belağa. B.Işık,M.U.Taylan,F.Bozgöz.65,81,bak. İmam-ı Rabani ve İslam.Mevdudi.Terc.H.Karaman.97-98,161.

[18] Age.90.

[19] Bak.Yetmiş üç fırka.M. Uysal.68.

[20] Kısas-ı Enbiya.A.Cevdet Paşa. 2 / 256.

[21] Age. 2 / 302.

[22] Mektubat.51.

[23] Age. 99,K.Enbiya. 2 / 302.

[24] K.Enbiya. 2 / 314.

[25] Age. 2 / 344.

[26] Bak.73 fırka.25.




HADİSDEKİ TERİMLER VE ANLAMLARI

HADİSDEKİ TERİMLER VE ANLAMLARI

İnsan hayatı için ruh ve akıl ne ise;insanlık ve onun da ötesinde kainat için Kur’an ve Hadis öyledir.

Eğer kâinattan peygamber Efendimizin (SAM) nuru çıksa gitse,kâinat ve her şey vefat edecek.

Eğer Kur’an çıksa,gitse kâinat deli-divane olacak. Belki akılsız kalan kafasını bir gezegene çarpacak,bir kıyameti koparacaktır.

Efendimiz için ne söylesek yeridir ve de azdır. Zira O’nu Allah övmüş,yadetmiştir.

Binaenaleyh,Peygamberimizin zatı gibi,sözleri de nurludur. Karanlıkta kalan kalbler onun sözleriyle nurlanır,aydınlanır ve aydınlatır. Ölmüş vicdanlar hayat bulur.

O’nun sözlerinin nuraniyetine bakınız ki;1400 sene önce söylediği sözlerle asırları,asrımızı ve gelecek asırları nurlandırmakta,feyizlendirmektedir.

Bunun içindir ki;sahabeler Peygamber Efendimizin her ha, hareket ve sözünü –Kur’an-ı Kerim-i muhafaza gibi- hıfzetmişler,kaçırmayarak bizlere kadar,sağlam bir silsile içerisinde nakletmişlerdir.

Bunları dönem olarak ele alacak olursak;

1)Zatının ve hadislerinin hıfzedildiği birinci dönem.

2)Tedvin ve Tasnif dönemi. Yani bu hadislerin düzenlenib bir kitab haline getirilerek,akabinde tasnif işlemleri yapılmış,hadisler çeşitli konular halinde sınıflandırılmıştır.

Bu konuda;-İmam-ı Malik-in Muvatta-ı

-Ahmed bin Hanbel-in Müsned-i ve Kütüb-ü Sitte ki altı kitab diye isimlendirilen ;

-Buhari ve Müslim-in sahihleri.

-Ebu Davud,Tirmizi ve Nesâ-inin Süneni.

-İbni Mâce adlı eserlerdir.

Peygamber Efendimizin mübarek sözlerini sarraf gibi,diğer insanların sözlerinden ayırıp tesbit etmek üzere,İslam literatürüne bazı terimler getirilmiştir. Sıhhatinin bilinmesi için çalışmalarda ve araştırmalarda bulunulmuştur.

-Muhteviyat bakımından gayet geniş olan Hadislerin çeşitleri konusu birkaç cilt eser yazacak kadar bir araştırmayı gerektirmektedir. Bunları birkaç başlık altında özetleyecek olursak;

1)SAHİH HADİSLER= Bir hadisin sahih ve doğru olabilmesi için Adalet ve Zapt yönünden güvenilir olan Râvilerin,arada kopukluk olmaksızın zincirleme olarak,her türlü illetten uzak kalıp yapmış oldukları rivayete denir.

2)HABERİ VAHİD=Her ne kadar bir kişinin nakletmesi anlamına gelse de,kesinliği ifade etmediği için,kesinliliği ifade eden mütevatir hadis olmaması demektir.

3)ZAYIF HADİS=Sahih hadisin şartlarını içerisinde taşımayan hadislere denir. mesela;adalet ve zapt durumundaki eksiklik,rivayet edenlerdeki kopukluk gibi hususlardır.

4)MEVZU HADİSLER=Mevzu hadis,zayıf hadis olmayıp,uydurma hadistir. Mesela; Peygamberimiz zamanında birisi,kızlarından birisiyle evlenmek istediği aileye gelerek;”Beni Rasulullah gönderdi,istediğin kadınla evlenmemi emretti.”diyerek ailesinden kızı ister. Onlar tahkik ettiklerinde işin yanlışlığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Peygamberimiz o adamı gayet ağır bir şekilde cezalandırır. Öyle ki münafıklar bile böyle bir şeye tevessül edemezler.

Bu uydurma işini ilk yapanlar Şia-lardır. Bu durum ise başta Hz. Ali-yi yükseltme amacıyla başlamıştır.

Aynı zamanda 3. Halife Hz. Osman ve ondan sonraki karışıklıklar ve fitneler buna mahal vermiştir.

Peygamberimizin meşhur olan şu hadisi ki:” Men kezebe aleyye müteammiden fel- yetebevve’ mak’adehu minen-nar.”,”Kim bilerek ve kasden (ben söylemediğim halde)bana yalan ve iftirada bulunursa (yalan söz söylerse)cehennemde yerini hazırlasın.”

Müslümanları hassasiyetli davranmaya sevk etmiş,hadisin aslına sadık kalınmış,aksi durumda rivâyet etmekten sakınılmıştır.

Tevatür de iki kısımdır. Bir kısmı;

SARİH TEVATÜR=Açıkça tevatürlüğü bilinir.

MANEVİ TEVATÜR=Bir cemaat içinde,bir adamın söylediği bir sözü,diğerleri sükut ile tasdik etmeleridir.

Veya;Bir olayın naklinde mesela;”Bir kıyye taam (okka,1282 gr.) ikiyüz adamı tok etmiş.” her kes bu hadisenin oluşunda müttefik olup,ancak başka başka suretlerde açıklama yaparlar.

peygamberimizden bize naklolunan hadislerde,büyük bir kısmı Tevatür iledir. Mu’cizeler ve Peygamberliğinin delili ile ilgili hadisler…

Bunlarda;Ya Sarih,ya manevi,ya sükuti ve az bir kısmı da Haber-i Vahid iledir.

Hadislerdeki an’aneli rivayetler;o hadislerin güvenilir râvilerin ittifak etmesiyle,hadisinde tam bir güvenilirliliğini ve onlara karşı itimadı sağlar. Şüpheleri izale eder.

Kelime-i şehadetin iki kelamından biri Allah’ı,diğeri ise Peygamberimizi ifade eder. Allah O’nu kendine şehadet eden varlığının yanına almış,onunla tamlığını ifade ve tasdik etmiş. Doğru olan Allah,Doğru zatı kendisiyle beraber şehadette bulunmayı şart koşmuş.

Allah hak ve doğruyu söyler,Rasulü de…

1-4-1997

MEHMET ÖZÇELİK




SADAKTE YA RASULALLAH

SADAKTE YA RASULALLAH

“Evet doğru söyledin ey Allah’ın Rasulü.” Çünki sen aynı zamanda doğru ve eminsin.

Hadiste buyurulmuştur:”(İdareciliği) İdarelerini kadına tevdi eden bir millet asla felah bulmaz.”[1]

Çünki kadın fıtraten zayıftır. şefkatte ise çok kuvvetlidir. Kadının şefkat ve merhamet duyguları galeyana getirilerek,çok şeyler yaptırılabilir.

Aslına bakılacak olursa,kadının görevi,en mukaddes görevdir. Tüm erkeklerin birleşmesi halinde bile yapamayacakları annelik görevidir. Çocuk büyütme,insan yetiştirme olayı en önemli bir meseledir.

Kadınlar evlerinden çıkarıldığı,yuvalarından uçurulduğu içindir ki,bizde bir asırdır insan yetiştirme olayı ihmal edilmiş,üzerinde durulmamıştır. Yetiştirme olayı evde başlar. Evde kadınla başlar,kadınla biter. Kadın biterse ailede biter,millet de…

Kızlarımıza ve kadınlarımıza sahib olmak isteyenler,onun yuvasını yıkmışlar,onu yuvasından koparıp çalmışlardır. Zira bu olay ve taktik insanlık tarihinden beri süregelmiştir.

Habil-Kabil arasındaki olay,kadına sahib olmaktan ileri geliyor. Tarihte,40 yıllık zahidlik yapan Bersisa’nın aldanışı kadından idi. Bugün insanların özellikle gençlerin yollarından çıkarılıp saptırılması için kadın kullanılmaktadır. Bu sefâhet ve sefilliğin yaygınlaştırılması için,alet olarak kullanılan kadınların her vesile ile arttırılmasına gidilmektedir.

Sefâhete sed olan,kız arkadaş edinmeye mani,erkeklerin zevklerini tatmine engel,kısacası sefâhet çirkefine düşmekten alıkoyan örtü ve Tesettürüne saldırılmasındaki sebeb buradan ileri gelmektedir. Bu vesile ile kızları arzu ettikleri gibi kullanamayacakları düşüncesi,kadın pazarlamacılarını ürkütüp ürpertmekte,korkutup saldırtmaktadır.

Gorbaçov:”-Perestroika- adlı eserinde:”Kadını,evinden çıkarıp çalışma alanına ittiğimiz ve gerçek görevi olan anneliği elinden aldığımız içindir ki,bu gün sorumsuz,sevgisiz,enerjisiz,sarhoş nesiller ortaya çıktı.”[2]

Batılı eğitimciler:”Batılı anne çocuk doğurmak,onun eğitimine katılmak istemiyor. Kazara hamile kalsa bile,Kürtajla bebeği aldırıyor. Bunun neticesi olarak Avrupa’da ve Amerika’da geniş nüfus gittikçe azalıyor. Pek çok özendirici tedbir getirdiğimiz,aileyi maddi yönden destek sağlamak için kanunlar çıkardığımız halde,kadını anne olmaya ikna edemiyoruz. Mutlak bir yerlerde yanlış yapıyoruz,ama nerede? Gelin sorunun cevabını birlikte arayalım. Bu kördüğümü bir an önce çözelim.”[3]

Kürtaj ise bir cinayettir. Hayat sahibi ve adayı olan bir canlının çeşitli gaddarca uygulamalarla öldürülmesidir. Bunlar parçalanır,güçlü tuz çözücüleri ile derisi tuzlarla zehirlenir,yakılarak,dışarı atılıp,imha edilir. Bu arada anne de nasibini alır veya çocukla ölebilir. Vicdani rahatsızlık anneye yeter.

Kürtaj;rahim genişletilerek maşa gibi bir şeyle çocuk parçalanılarak çıkarılır.

Tam bir vahşet ve işkence…

Fransa’da 1968 yılında gayrı meşru ilişkilerin meşru hale getirilmesinden sonra başlamıştır.

1988’e kadar ABD’de saniyede 20 kürtaj yapıldığı belirtilir. Yani 22 milyon bebek imha edilmiştir.[4]

Oysa çocuk ilk bir aydan itibaren 6 aya kadar tamamen şekillenmektedir. üç kırk yani 120 gün olan 4 aydan sonra ruh onda mevcud olmaktadır.

1984’de 20 ülkede 13 milyon bebeğin hayatına son verildi.

Doğum parayla,kürtaj bedava.İşte insanlık ayıbı…

Birisinin doğmasını Allah irade ettikten sonra kimse engelleyemez. Fir’avun Musa’yı engelleyebildi mi? İnsanın iradesi nerde,Allah’ın ki nerede?

Bizde yapılan entrikalarda aynı zincirin bir halkasını oluşturur. Nüfuz planlaması,Fir’avunun rüyası üzerine gerçekleştirmiş olduğu binlerce erkek çocuğu öldürtmesinin diğer meşru kılıf giydirilmeğe çalışılan adıdır. Kur’an-ı Kerim-de bu olaya işaret edilmektedir.[5]

Bu kadınlar türlü türlü aldatmacalarla avutulur. Gözleri boyanır. Bunların günleri bitirile bitirile bitirilmeye çalışılır. “Günümüzü gün edelim.” kandırmacasıyla,günleri seneleri ve de ömürleriyle beraber hem dünyaları,hem de ahiretleri bitirilir. Böylece günlerini gün edenler,yarınlara bir şeyler bırakmamaktadırlar,bırakamamaktadırlar. Başkalarına muhtaç hale getirilmektedirler.

Rivayete göre Ömer muhtar şöyle der:”Her insanın iki günü vardır. Biri kendi günü,diğeri de gelecek nesillere aid olan gün…Kendi gününü yaşayanlar gelecek nesillere bir şey bırakmamışlardır. Fakat kendi gününü feda edenler,gelecek nesillere büyük bir ikbal bırakmış ve nesillerin sinelerinde bir yad-ı cemil olarak kalmışlardır.

Batı ve batıyı taklid edip izinden gidenler,kadını güzelliği için ve zevklerini tatmin eden bir mal olduğu için severler. Aksi halde hiçbir şey düşünmeden onu terk eder ve atar. İhtiyarlığında ve çirkinliğinde onu sevmez,iltifat etmez.

Misal olarak;Holywood film şirketi CAN’ın sahibi Edward Kenny şöyle der:”Müslümanların evlilik uygulamalarına akıl erdiremiyorum. İnsanın kendisini ömrünün sonuna kadar aynı kişi veya kişilerle beraber olmak mecburiyetinde hissederek evlenmesi çok garib,en basit bir şeyi bile,uzun müddet kullanamıyoruz. İşe yaramaz hale gelince veya işe yaramayınca,hatta bıkkınlık verince atıyor ya da satıyoruz. Bizdeki evlilik uygulamalarında hiçbir sınırlama getirilmiyor. Kadın erkeği,erkek kadını beğenmediği zaman bırakabiliyor. Tam sayısını bilmiyorum ama 30’a yakın eş değiştirdim. Geçen gün iş yerime geldiğimde bir buketle karşılaştım. Tartışarak ayrıldığımız ilk karım Nensy’den gelmişti.

Şu bir gerçek ki,Nensy hariç,hiçbir karımla mutlu olamadım. Tam 34 yılım böyle mutsuzlukla geçti. hala bunalımdayım,hayatın hiçbir şeyinden zevk almıyorum. Doktora gittim,bundan böyle yalnız yaşamamı tavsiye etti. Şimdi büyük oğlum jean’la beraber yaşıyorum.”der.[6]

“En basit bir şeyi bile uzun müddet kullanamadığından”bahseder. Çünki onlar için her şey gibi kadında kullanmaya yarayan bir eşya bir eşya bir mal değerindedir. Onlar için kadın yol geçen hanıdır. Eşkiyası,soysuzu,her tipsizi uğrayabilir.Onlar için hayat zevk içindir. Kadının da zevki nisbetinde yanlarında bir yeri vardır,aksi takdirde hiçbir yeri yoktur.

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi;kadınlar bulundukları makamlarından,layık oldukları annelik özelliklerinden uzaklaştırıldıkları takdirde, onlara annelik gibi şerefli bir mevki hazırlanmadığı zaman,onu da toplumu da ızdıraba düçâr edecektir.

O zarif ve zaif kadınlara yapılacak olan zulme Allah asla müsaade etmez. Bu zulmü devam ettirmez. O milletlerin başından bela eksilmez. Onlar incirse toplumlar da incir ve feryad eder. Hiç duyulmadık musibetler başa gelir.

Bir gün Peygamberimiz sahabelerine:”Ben,rabbimden,benim ümmetimi helak etmemesini istedim. Rabbim benim duamı kabul buyurdu. Dedi ki:”Onların helaki kendi aralarında olacaktır. Günah işledikleri zaman ben onları birbirine düşürecek ve vurduracağım.” Ben bununda kalkmasını diledim;ama Rabbim bunu kaldırmadı.”[7]

Geçmiş ümmetlerin bir günahına mukabil Allah onları helak ederken;Hz. Âdem’den beri günahları bir kerede işleyen şu asrın insanlarına verilen bu tür bela elbette çok değildir! Dalalet ve sefâhetten uzaklaştırmak içindir. Her zaman olduğu gibi yine:”merhamet ve ihsan etmek senden,düşmek ve sürçmek benden.” diyen Sena-i gibi,bu hakikat tezahür etmektedir.

Taberâni-nin İbni Abbas’dan rivayet ettiği hadiste.”Hiçbir peygambere ihtilam olmak vaki’ olmamıştır. İhtilam şeytandandır. Burada da görüldüğü gibi;şeytan en fazla bunlara yanaşmakta,bunların içerisine girip fitnesini daha fazla işletme imkanı bulmaktadır.

Peygamberimiz:”Kanın damarlarınızda dolaştığı gibi,şeytan içinizde öyle dolaşır.”buyurur.

Sefâhet ve eğlenceyi şeytan kadınla körükler. Bu da o toplumun çöküş sinyalleri ve habercisi olduğunu ildirir. İşte tarihi ve ibretli bir olay:

-“Timurlenk Sivas’ı zaptettiği sırada adamlarına sormuş:Fethettiğiniz ülkenin sakinleri ne yapıyor?

-Ağlıyor Efendimiz,demişler.Timur;

-Ağlayanlardan korkulur. Haracı,vergileri biraz daha ağırlaştırın,emrini verir.

Vergileri ağırlaştırılır. Timur yine sorar:Halk ne yapıyor? Adamları;

-Ulu hakanımız halk düşünüyor. Timur;

-Düşünenlerden korkulur. Halkı biraz daha tazyik edin,buyruğunu verir.

Kuyruklar topal hakanın buyruğunu yerine getiriler. Halka olmadık işkenceyi yaparlar. Timur yine sorar;

-Şimdi ne yapıyorlar?

-Tuhaftır efendimiz,derler. Halk şimdi bayram yapıyor. Timur derin bir nefes alır. Artık bu şehirden korkulmaz. Onlar ipin ucunu kaçırdılar,der.

Onlar gibi bizimkiler de ipin ucunu kaçırınca vur patlasın,çal oynasın. Nerde çalgı,orda kal ki,bayram,şenlik yapıyorlar.”diyor Serdengeçti..”[8]

Acaba bizlerde hangi bölüme girmekteyiz? Ağlıyor muyuz? Düşünüyor muyuz? Yoksa eğleniyor muyuz?

İslâm ve İslam hukukuna göre kadın:-Kadın;velayet sahibi olan erkeğin [9] malına tasarruf eder.[10] Velayet ve sahiblik erkekte olduğundandır ki;bir müslüman kadın kitab ehli bir gayri müslimle evlenemez. Ancak erkek evlenebilir.[11] Evin özellikle kadının yükü erkek üzerine olduğu içindir ki;malın yani mirasın üçte ikisine de sahib olur.[12]

Biri kendi hakkı,biride maişetini tekeffül ettiği hanımının hakkı. Böylece adilane eşitlenmiş olmaktadır. Kadın erkeği değil,erkek kadını geçindirmekle yükümlüdür.

İki kadının şehadeti bir erkeğe mukabil tutulmasındaki [13] hikmet ise;Kadın zaif olduğundan,ufak bir tehdit neticesinde mağlub düşecektir. Şefkatli olduğundan,şefkati karşıdakinin masumca tavrına kapılarak ceza vermekten kaçınacaktır.

Merhamet ve ilmiyle bu hükmü veren Allah’ın şefkatinden fazla şefkat etmek,şefkat değil,zulümdür.

Yusuf Has Hacib’in –Kutadgu Bilig-den bazı tavsiyelerinde:”Yabancıyı eve sokma,kadını dışarıya çıkarma;bu kadınları sokakta gören göz onların gönlünü çeler.

-Göz görmezse gönül arzu etmez;Ey oğul,gözün görürse,gönlün arzular.

-Gözünü gözetirsen,gönlün bir şeye akmaz;arzu etmeyince de,insan hiçbir şeye kapılmaz.

-Yemekte-içmekte kadınları erkeklere katma;eğer katarsan ölçüyü kaçırırlar.

-Kadının aslı ettir;eti muhafaza etmeli;gözetmezsen,et kokar;bunun çaresi yoktur.

-Kadına saygı göster,ne isterse ver;evin kapısını kilitle ve eve erkek sokma.

-Bir de hizmetçilere iyi muamele et;onlara yiyecek,içecek ver ve giyeceklerini eksik etme…”[14]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Buhari. 5 / 136, 8 / 97.

ii Zafer dergisi.1992.Kasım.sh.6,agd.1992.Ağustos.sh.23.

[3] Zaman gazt.1-9-1993.

[4] Agg.12-13-Aralık-1991.

[5] A’raf.137,127,kasas.21,4,Taha.39,Mü’minun.25.

[6] Sur Dergisi.1992-Ocak.sh.5.

[7] Zafer derg.agd.1992-Aralık-sh.23.

[8] Mabedsiz şehir.agy.sh.129-130.

[9] Nisa.34.

[10] Nisa.32.

[11] Maide.5.

[12] Nisa.7,11.

[13] Bakara.282.

[14] Sur Derg.agd.1992.Kasım.sh.8.




PEYGAMBERİMİZİN HAYATI

PEYGAMBERİMİZİN HAYATI

“Şu kâinatın sahib ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şey’i bilerek, görerek terbiye ediyor ve her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zî-şuur ve zî-fikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zî-fikirle konuşacak, elbette zî-şuurun içinde en cem’iyetli ve şuuru küllî olan insan nev’i ile konuşacaktır. Madem insan nev’i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev’-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta ve nev’-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı Arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üç yüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev’-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.”[1]

FİL VAK’ASI

Peygamberimiz daha doğmamıştı. Doğumuna elli gün kadar vardı.[2] Ebrehe adındaki Habeş Meliki,insanların Ka’be yi tavaf etmelerini engelleyip,kendi yaptırdığı kiliseyi ziyaret etmelerini sağlamak amacıyla,Mekke’ye gelerek Kabe’yi yıkmaya karar verir. Fil-i Mahmudi diye bilinen büyük bir file binerek ordusuyla Mekke üzerine yürür.

Mekke’ye yaklaşmıştı. Abdulmuttalib’in otlamakta olan 200 devesini ğasbeder. Bunun üzerine Abdulmuttalib develerini istemeye gittiğinde Ebrehe:”Bizde zannettik, Ka’be’yi yıkmamamız için ricada bulunmak üzere geldin. Develerini verin.”deyince;Mekke’nin reisi olan Abdulmuttalib: ”Ben develerimin sahibiyim. Ka’be’nin sahibi de Allah’dır. O onu korur.”diyerek ayrılır.[3]

Ka’be’nin önünde,Allah’dan koruması için duada bulunarak,halka evlerine çekilmelerini söyler ve çekilirler. Kur’an-da bahsedilen malum Fil olayı budur.

“Görmedin mi Allah fil sahiblerine ne yaptı? onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?Onların üstüne Ebabil kuşlarını göndermedi mi?Ki o kuşlar,onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atarlardı. İşte bu atışlar onları,yenik ekin yaprağı gibi param parça ediverdi.”[4]

“Bu olay Mina ile Müzdelife arasında olan Muhassir (yoran,yorucu,aciz bırakan) vadisinde olmuştur. Filler burada bitkin kesildiklerinden,daha ileriye gidememiş olmaları sebebiyle bu ad verilmiştir.

Peygamberimiz Semud kavminin diyarı olan Hacr’a uğradığında:”Kendilerine zulmedenlerin meskenlerine girmeyin ki,onların başına gelen sizin başınıza da gelmesin. Ancak ağlar vaziyette oradan geçin.”buyurdu,sonra başını örttü,vadiyi geçinceye kadar gidişini hızlandırdı.”[5]

DOĞUMU

Asırların hararetle beklediği,gecelerin kararıp,artık güneşe hasretin doruk noktaya vardığı günde,o zat aleme teşrif buyurdular.

Tarih,Miladi 571,Nisan ayının yirmisi,fil vak’asından elli veya elli beş gece sonra,Kameri aylardan Rebiül Evvel ayının 12. gecesi, Mekke’de,mütevazi bir ev,günlerden Pazartesi,Seher vakti.”[6]

İnsanlığın dönüm noktası gerçekleşiyordu.

Amine’den mervidir:”Ben sair hatunlar gibi gebelik zahmeti çekmedim,gebelere arız olan ağırlıkları görmedim. Fakat gece rüyamda gördüm. Bir kimse gelip,Ya Amine! Muhakkak bilmelisin ki sen Hayrul alemin ile hamilesin. Doğduğu vakit adını –Muhammed- koyasın,dedi. Vakti veladet eriştikte kulağıma büyük bir ses geldi,ürktüm. Hemen bir ak kuş geldi,kanadıyla arkamı sığadı. Benden,korku ve ürkme halleri geçti. Bir yanıma baktım,bir beyaz kase ile şerbet sundular. Alıp içtiğim gibi her tarafımı nur kapladı. O anda –Muhammed-(ASM) dünyaya geldi. Etrafıma baktım,gördüm ki;Abdi Menaf kızlarına benzer,fakat gayet uzun boylu bir çok kızlar,beni tavaf ediyorlar. Taaccüb ettim.”Ya Rab! Bunlar kimler ola!”dedim.[7]

Ebe olan Şifa Hatun;doğuyla batının nurla dolduğunu,Fatıma Hatun da:Evin nurla dolup,yıldızların salkım salkım dökülecekmiş gibi olduğunu söyleyerek,harika olaylardan bahsediyorlardı.[8]

Ka’be civarında oturup,sohbet eden dedesi müjdeyi alıyor,Nur torununa koşarak,onu koklayıp öpüyor ve ona –Muhammed- diyordu.

“Hatemul Enbiya Hazretleri,sünnetli ve göbeği kesilmiş olduğu halde doğmuştu. Arkasında iki küreği arasında ta kalbinin hizasında bir nişanesi var idi ki ona (Hatem-i Nübüvvet) ve (Mührü Nübüvvet) denilir.

Hz. Âişe’den mervidir:”Mekke’de bir yahudi var idi. Veladeti Muhammediye gecesinin ferdası (yarını),mecma-ı Kureyşe (Kureyşin toplandığı yere) gelip,Bu gece aranızda bir oğlan doğdu mu? diye sormuş. Evet,Abdullah bin Abdulmuttalibin bir oğlu oldu,demişler.İşte Hatemul Enbiya odur ve arkasında alameti vardır,diye haber vermiş. Varmışlar,o Hazreti görmüşler. Yahudi onun şekil ve şemailine bakıp arkasındaki Hatemi Nübüvveti görünce aklı başından gitmiş ve Nübüvvet,artık Beni İsrail’den gitti. Bundan sonra başka peygamber gelmek ümidi bitti. Kureyşe bir mertebe devlet ve satvet elverecek ki,haberi meşrikten mağribe dek erecek,demiş”[9]

Şık ve Satih gibi daha bir çok kahin de ondan,onun geleceğinden haber veriyorlardı.[10]

Mekke’deki bir adet üzere Peygamberimizde süt anneye,Halime’ye verildi. Bu,gerek sıhhat için,gerekse köyde yaşayanların dillerinin bozulmaması açısından faydalı idi. Burada dört yılını geçiren peygamberimiz bunun önemi hususunda:”Ben aranızda en halis Arabım. Çünkü, Kureyşliyim. Aynı zamanda,Beni Sa’d bin Bekir yanında süt emdim ve lisanımda onların lisanıdır.”[11]

Doğmadan önce babasını kaybeden peygamberimiz,altı yaşında annesini,sekiz yaşında da dedesini kaybetmiştir.

Fakir olan,ancak şefkat bakımından zengin olan Amcası Ebu Talib’in yanında kalan peygamberimiz oniki yaşında iken amcasıyla Şam’a ilk olarak ticarete gider.

Ancak yol boyunca gidiş ve konaklayışlarında bir bulutta onlarla beraber hareket etmekte,şemsiyelik yapmaktadır.

Büyük bir bilgin olan Busra panayırındaki Rahib Bahira (Buheyra,asıl adı Circis veya Sercis’dir. Avrupalı tarihçiler,Serciyus derler.)[12] nın dikkatinden bu durum kaçmamaktadır. Bu gariplikteki manayı bilen Buheyra,adeti değilken,onları toptan davet eder,ancak iş de bir eksikliğin olduğunu sezince:İçiniz de gelmeyen var mı?deyince,eşyalara bakmak üzere bir çocuğun olduğunu söylediklerinde,asıl aradığının o olduğunu bilen Buheyra,onu da getirmelerini söyler.

Efendimizi süzen Buheyra,aradığını bulmuştur. Sorular sorar,cevaplar alır. Sonunda sırtına bakar,peygamberlik mührünü görür. Amcasına;Bu senin neyindir? Amcası,Oğlumdur.-deyince;Hayır,o senin oğlun değil,bu çocuğun babasının hayatta olmaması lazım”deyince,amcası –evet-der. Bunun üzerine Buheyra amcasına,yahudi milletinin hasud bir millet olduğunu,bunu gördüklerinde tanıyıp öldürebileceklerini söyleyerek,hemen geri dönmelerini tavsiye eder ve dönerler.[13]

DOĞUMUNDAKİ HARİKALAR

Doğumu anında alem bir çok şeylere şahit olmuş,harikulade olaylar vuku bulmuştur. Bunlar ise:

-Kutsal bilinen Sava gölü batmış,Kisra’nın ondört burcu yıkılmıştır.”Savâ gölünün batıp,İstahrabat’da (Fars vilayeti) ateş perestlerin bin yıldır yanmakta olan ateşlerinin sönmesi ve hikmeti ise;artık Şam Satih için Şam değildir.

Sâsanilerden sarsılıp yıkılan ondört burçlar sayısınca,Kral ve kraliçe gelecek ve artık,olacak olacaktır.”[14]

-Doğduğu gece,ahirzaman peygamberinin doğduğuna işaret eden bir yıldız doğmuştur.

-Ka’bedeki putlar devrilmiştir. Böylece putperstliğin tarihin karanlıklara gömülmeye mahkum olacağının işaretiydi. O’nun gelişi, artık büyük bir müjdenin habercisiydi. O da:”Hak geldi,batıl zail oldu. Batıl da yok olmaya mahkumdur.”[15]

NESEBİ

Efendimizin 20. dedesi olan Adnan’a kadar soy kütüğü şöyledir:1)Abdulmuttalib 2)Haşim (Amr) 3)Abdi Menaf (Muğire) 4)Kusayy (Zeyd) 5)Kilab (Bunun büyük oğlu olan Kusayy peygamber efendimizin baba tarafından,küçük oğlu Zühre ise ana tarafından atasıdır.) 6)Mürre 7)Ka’b 8)Lüeyy 9-Galib 10)Fihr (Diğer adı Kureyş olup,kureyş kabilesinin tümü bunun 7 oğlunun soyundan gelmektedir.) 11)Malik 12)Nadr 13)Kinane 14)Huzeyme 15)Müdrike (Amir) 16)İlyas 17)Mudar 18)Nizar 19)Maadd 20)Adnan[16]

M.Ö.135 yıllarına kadar varıp,kuzeyde bulunan Arapların da atasıdır.

Tarihçi Taberi ise;bunu Adnan’dan daha ileriye götürerek,Uded,Humeysa,Selman,Avs,Buzz ve Hz. İbrahim’in 83. kuşakta atası olduğunu söyler.

Bazı tarihçiler ise;bunu ta Adem’e kadar götürürler.[17]

Peygamber Efendimizin (SAM) Hz. Âdem’e kadar varan soyunda zina olayına rastlanmaz. Bu konuda peygamberimiz:”Ben,Adem’den babama ve anneme gelinceye kadar,zinadan değil,hep nikah mahsulü olarak meydana geldim.”buyurur.[18]

Tarihçi İbni Sa’d’a göre:”Ensab alimlerinden Muhammed bin Kelbi demiştir ki:”Peygamberin(SAM) 500 büyük annesini tesbit ve kaydettim. Hiç birinde cahiliyet devri ahlaksızlıklarından ne bir zinaya,ne de başka bir kötülüğe rastlamadım.”der.[19]

Âdem’in sulbüne varıncaya kadar Rasulullahın bütün ecdadı,hem meclislerin,hem de harp meydanlarının ileri gelenlerinden idi. Bir hadiste:”Cenâb-ı Hak İbrahim oğullarından İsmaili intihab etti. (Seçti) İsmail oğullarından Beni Kinaneyi,Kinane oğullarından Kureyşi,Kureyşden Beni Haşimi,Beni Haşimden de beni seçti.”buyurmuştur.[20]

ANNE VE BABASI

Her yönüyle mümtaz olan Hz. Abdullah babasının ve bir çok insanın sevgisini kazanmış bir kişidir. Her kadın onunla evlenmeye can atar. Zira ahir zaman nebisinin nuru onun alnında ay ışığı gibi parlamaktadır. Hatta:”Amine ile evlendiğinde diğerleri evlenemediklerine üzülürler.”[21]

Hz. Amine ile de soyları Kilâb’da birleşir.[22]

Hz. Abdullaha yüz deve kurban edildikten sonra dönerken bir kadın Hz. Abdullaha yanında kalmasını teklif eder, O’da:”Haram’a gelince;ölüm onun biraz aşağısındadır. (Yani,harama düşmektense,ölüm evladır.) O halde şu meydana çıkmıştır ki,benim helal olarak gördüğüm mutlaka helaldir. (Sen git) dengini ara. Senin istediğin iş nasıl olabilir? Kerim kişi ırzını ve dinini korur.”

Buradan sonra Zühre oğullarının reisi Veheb bin Abdi Menaf’ın kızı Amineyle evlenip gerdeğe girdikten sonra,tekrar eski kadınla karşılaştıklarında o kadın Hz. Abdullaha iltifat etmez. Sebebi sorulunca;alnında bulunan nurun gitmiş olduğunu söyler.” [23]

İmam Suyûti,Peygamberimizin anne-babasının iman etmiş olduğunu söyler.”Resul-i Ekrem (SAM)’in peder ve valideleri,ehli necattır ve ehli cennetdir ve ehli imandır.”[24]

DEDESİ

Asıl adı Şeybe olan Abdulmuttalib peygamberimizin dedesi olup,asil bir zattır.

Hatta Mekke’de kıtlık olsa,onun hürmetine Allah’dan yardım isterler ve yağmur yağardı.

Bir gün Haremi Şerifde uyurken gördüğü rüyayı kahinlere söylediğinde onlar:”Senin neslinden bir çocuk doğacak;yer ve gök halkı ona iman getirecek.”dediler. [25]

Kureyşin reisi olan bu zata rüyasında zemzem kuyusu gösterilmiş ve onu bulmakla,senelerdir meçhul olan zemzem bulunmuş,şerefine bir şeref daha katmıştı.

“Fetret döneminde gelen Abdulmuttalib Hanif dininden olup,ehli necat,ehli cennetliktir..”[26] Hem âyette:”Biz bir kavme peygamber göndermedikçe onlara azab etmeyiz.”[27]

Abdulmuttalibin iman etmemiş olduğunu söyleyenler,Peygamberimizin şu hadisine dayanırlar:”(Abdulmuttalib) Kavmi ile birliktedir. Evet. Abdulmuttalib de,putlara tapa tapa onun gibi ölüp gitmiş olanlar da,cehennemdedir.”buyurmuşlardır.[28]

Amcası ise peygamberimize iman etmemiştir. Ancak O’nu korumuştur. Cenâb-ı Hak onu zayi etmeyecektir.[29]

“Her ne kadar Hz. Abbas,ölüm esnasında dudağının kımıldayıp,kardeşinin ağzına kulağını verdiğinde Kelime-i Tevhidi duyduğunu peygamberimize söylemişse de;Peygamberimiz:”Ben duymadım.”demiştir.[30]

EVLİLİĞİ VE HZ. HATİCE

Peygamber Efendimiz yirmibeş yaşında iken dul ve zengin olan kırk yaşındaki Hz. Hatice ile evlenmiştir. O hayatta iken başka kadınla da evlenmemiştir.

Onun hakkında Peygamberimiz:”Bu dünyadaki kadınlardan sana İmran’ın kızı Meryem,Huveylid kızı Hz. Hatice,Muhammed’in kızı Fatıma ve Fir’avn’ın karısı Asiye yeter.”[31]

Hanımları:Hz. Hatice,Zem’a kızı Sevde,Hz. Aişe,Hz. Hafsa,Zeyneb binti Huzeyme,Ümmü Seleme,Hz. Zeyneb,Ümmü Habibe,Cüveyriye binti Haris,Hz. Safiyye,Hz. Meymune’dir.

Kızları:Hz. Zeyneb,Hz. Rukiyye,Ümmü Gülsüm,Hz. Fatıma’dır.[32]

Oğulları: Abdullah (Tayyib-Tahir),İbrahim,Kasım adında da üç oğlu vardır.[33] Kasım’la peygamberimiz “Ebul Kasım” diye de isimlendirilmiştir.[34]

-Peygamberimizin çok kadınla evlenmesi –Haşa,sümme haşa- nefse ve kadına düşkün olmasından değil,belki bir çok hikmete mebnidir. Mesela:Peygamber hanımı olacak derecede asil bir yapıya sahib olmasıyla birlikte ilahi akdin gerçekleşmesinden,(Hz. Zeyneb gibi)[35],Onun şahsında kavim ve kabilesinin İslâmiyete girmesinin sağlanmış olması,İslâmiyetin aileye bakan yönünün korunup,aile hayatından da ümmetin haberdar edilip,o yöndeki sünnetinin de uygulanmasının sağlanmış olması,korunmaya muhtaç olması(Ümmü Seleme gibi),Peygamberimizin aile hayatı ile ilgili tüm bilgiler de Hz. Aişe kanalıyla gelir.

”Bir insanın,nefsani ve şehvani isteklerinin en ateşli ve uyanık bulunduğu çağ,şüphesiz 15 ila 45 yaşları dönemidir.Eğer Hz.Peygamber (S.a.v),bu dönemde bir çok güzel kadınla evlenmiş,sonradan onları terk edip daha başka genç ve güzel kadınlar almış olsaydı,şehvani hisleri tatmin yoluyla ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanırdı.

Halbuki o böyle yapmamış,tam tersine hayatının son on yılı içinde (53 ila 63 yaşları)aralarında Ümmü Seleme gibi yaşları hayli ilerlemiş ve bir çok çocuğu olanlar da dahil,aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır.Mesela,Hz.Sevde 53 yaşında ve dul,Hz.Zeyneb binti Huzeyme 60 yaşında ve dul.Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul.Ümmü Habibe 55 yaşında ve dul.Meymune 2 çocuklu ve dul.Bir başka tarihi gerçekte şudur.Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirinden de ayrılmayı düşünmemiştir.İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır.”(Peygamberimiz neden çok evlendi…Kitabından..)

Hz.Aişe ile küçük yaşta iken evlenmemiştir.Zira Hz.Aişe daha önce sözlü idi.Bir müddet sözlü kaldı.Babası Hz.Ebubekir sözlüsünden rahatsızlık duyunca evliliği iptal etti.Peygamberimizle önce nişanlandı,bir müddet beklemeden sonra onunla evlendi.Bu ise 20’ye yakın bir yaştan sonraya tekabül etmektedir.

Peygamberimiz hanımlarını boşamamıştır.[36]

“Zira böyle olsaydı,yirmibeş yaşında elli yaşına kadar olan ömrünü kendinden onbeş yaş büyük olan Hz. Hatice ile geçirmemesi gerekirdi. Bu evlenmeler,mahalli adetlerle izah edilebilir. Nitekim din teessüs edince,Mekke fethinden sonra Peygamber asla evlenmemiş ve bu sıralarda herkesin istediği kadar evlenme usulünün kaldırıldığına dair ayetler gelmişti.”[37]

Nitekim denildiği gibi:”Göz,göz ağrısından dolayı güneş ışığını inkar eder. Ağız da hastalıktan dolayı suyun tadını inkar eder.”[38] Kişi de iman hastalığından dolayı o zatı görmez ve göremez. Ağzına mı düşmüş.

PEYGAMBERLİĞİ

Yıl miladi 610. peygamberimiz her zaman çekildiği Hira mağarasında. Evine beş km’lik mesafe.”Hz. İbrahim’in Arabistan’da,çok perdeler altında gelen Hanif dini üzere,mendub suretiyle ibadet ediyordu.”[39]

Peygamberimiz dağ kovuğuna çekilenlerin ilki de değildir. O çirkeflerden kaçan Zeyd,Varaka gibi zatlar da vardı.”[40]

Ramazanın onyedi’si Pazartesi gecesi [41],melek Cebrail ümmi[42] olan o zata –Oku- [43]diyordu. Böylece ilk vahiy gelmişti.

Hadisenin cereyanından sonra heyecan ile eve gelen Efendimiz Hz. Hatice’ye;-beni örtünüz-diyordu. Peygamberliğinin başlangıcından,Peygamberliği müddetince en büyük desteği olan Hz. Hatice,peygamberimizi teskin ediyor ve ammi-zâdesi,hristiyan bir bilgin olan Varaka bin Nevfel’e götürüyordu. O zat’da:Kuddüs! Kuddüs! Bu gördüğün melek,Yüce Allah’ın Musa peygambere gönderdiği Ruhul Kudüstür,Namusu Ekberdir. Sen ise bu ümmetin peygamberisin.Ah! Ne olurdu,yeni dine halkı çağırdığın günlerde bende genç olaydım. Kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman,sağ olsaydım.”[44]

Gözü görmeyen bu zat,bir çok gözlülerden daha iyi görüyordu.

Carlyle (1795-1881)’nin dediği gibi:”Muhammed’in dimağına her dakika hazar ve sefer zamanlarında binlerce sual hücum ediyordu. Ben kimim? Niçin varım? Bu hudutsuz kâinat ne? Neye inanmalı? Fakat Hira’nın kayaları,Tur’un göğe yükselen şahikaları veyahut harabeler ve ovalar bu suallere cevap veriyor muydu? Asla,şu devreden kainat,birbirini kovalayan gece ve gündüz,pırıldayan yıldızlar,sağnaklar getiren bulutlar..Bunların hiç biri bu sorulara cevab vermiyordu”[45]

Yirmiüç yılda kendi asrını nurlandıran o zat,bıraktığı Kitab ve Sünnetle de asırları ışıklandıracaktı,kıyamete dek…

Peygamberimiz peygamberliğinin delili olarak yüzlerce mu’cize göstermişti.[46]

Kıyamete kadar devam edecek olan en büyük mu’cizesi ise Kur’an-dır.

Aynı zamanda onun zatı,peygamberliğinin en açık delilidir. Abdullah bin Revaha’nıın dediği gibi:

Bulunmasaydı bile mu’cizatın hiç biri

Verirdi sana onun ma’sum yüzü haberi.[47]

“O zatın yüzü Bedir’den daha güzel,koku bakımından misk’den daha hoş,ipekten daha yumuşaktır.”[48]

Kendisi için değil,ümmeti için vardı,helak olurcasına…[49]

O zatın görevi;İnsanları hakka davet ve tebliğ[50] , iyiliği emretmek,[51] Kendisine vahyedilene uymak,[52] Emredileni söyler,[53] İnsanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarır,[54] bütün bunlara mukabil ne bir ücret,ne de bir karşılık istemez.[55]

DİĞER SEMAVİ KİTAPLARDAKİ DURUMU

Tahrif olmasına rağmen,diğer semavi kitaplarda Peygamberimize işaretler vardır. Bu hususta Peygamberimiz Kur’an lisanıyla onlara der:”Kitaplarınızda,benim tasdikim ve evsafım vardır. Benim beyan ettiğim şeylerde,kitaplarınız beni tasdik ediyor.”[56] Her ne kadar siz tasdik etmeseniz de…

“De ki;Eğer doğru sözlü iseniz,o zaman Tevratı getirip onu okuyun.”[57]

Bir çok hristiyan ve yahudi alimleri bunu ikrar etmişlerdir. Rum Meliki Hirakl’da:”Evet,İsa Aleyhisselam, Muhammed’den haber veriyor.”demiştir.

İşte Tevrat ve İncil’den ayetler:

-“Artık sizinle çok söyleşmem,zira bu alemin REİSİ geliyor. Ve ben de,O’nun nesnesi asla yoktur.”[58]

Şu andaki Kitab-ı Mukaddes’le (Tevrat-İncil) karşılaştırdığımızda orada da aynı ayetlere rastlarız.

-“Ben de Baba’ya yalvaracağım;ve o size başka bir TESELLİCİ,hakikat ruhunu verecektir.”[59]

-“Amma ben,size hakkı söylüyorum. Benim gittiğim,size faidelidir. Zira ben gitmeyince,TESELLİCİ size gelmez.”[60]

-“Bununla beraber ben size hakikatı söylüyorum;benim gitmem sizin için hayırlıdır,çünkü gitmezsem,TESELLİCİ size gelmez,fakat gidersem onu size gönderirim.”[61]

-“O dahi geldikte;dünyayı günaha dair,salaha dair ve hükme dair ilzam edecektir.”[62]

-“Ve o geldiği zaman günah için,salah için,ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir.”[63]

-“Zira bu aleminin reisinin gelmesinin hükmü gelmiştir.”[64]

-“Ve hüküm için,çünkü bu dünyanın reisine hükmedilmiştir.”[65]

-“Amma o hak ruhu geldiği zaman,sizi bil cümle hakikata İRŞAD edecektir. Zira kendisinden söylemiyor. Bilcümle işittiğini söyleyerek,gelecek nesnelerden size haber verecek.”[66]

-“Fakat o,hakikat ruhu,gelince,size her hakikatı YOL GÖSTERECEK;zira kendiliğinden söylemeyecektir. Fakat her ne işitirse,söyleyecek;ve gelecek şeyleri size bildirecektir.”[67]

-“Hak Taala Tur-i Sina’dan ikbal edip bize Sair’den tulu etti ve Fâran dağlarında zahir oldu. (Fâran dağları Hicaz dağlarından ibaret olup,Peygamberimizin peygamberliğini haber verir.)”[68]

-“Rab Sina’dan geldi,ve onlara Sâir’den doğdu,PARAN dağından parladı. Ve MUKADDES’lerin on binlerin içinden geldi.”[69]

-Kur’an-da ise Cenâb-ı Hak:”Hatırla ki Meryem Oğlu İsa:”Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim,benden evvel gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek AHMED adındaki bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim.”demişti.”[70]

-MÜJDELEYİCİ vasfı olan peygamberimize Cenâb-ı Hak da:”Ey Peygamber! Biz seni şahid,müjdeci,uyarıcı;Allah’ın izniyle O’na çağıran,nurlandıran bir ışık olarak göndermişizdir.”[71]

-Hz. İsa’nın BARNABA adındaki Havarisinin yazmış olduğu İncil,bir çok kişilerce elden ele dolaşıp,1738’de ünlü kitab bilgini Savoy’lu Prens Eugene’nin kitaplığıyla birlikte halen Viyana’daki Hofbibliothek’de bulunmaktadır.

Özelliği:Bu İncil Hz. İsa’nın havarilerinden olan Barnaba tarafından kaleme alınıp,aynı özelliğini koruyarak gelmiş olmasıdır.

Oysa diğer dört İncil (Matta-Markos-Luka-Yuhanna) böyle olmayıp,değiştirilmiştir.[72]

Bu kitab da,peygamberimizin peygamberliğiyle,Allah’ın birliği konusu net olarak belirtilmiştir.

Peygamberimiz hakkında iftiralarda bulunulmasına rağmen,[73] bir çok batılı da Peygamberimizden sitayiş-kârâne bahsediyordu.[74]

Mesela:Prens Bismark:”Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim Ey Muhammed!(ASM)”

-Edward Monte:”Resul-i Ekrem idrak ve şuur timsalidir.”[75]

-Âdem’den beri gelen şahsiyetler içinde yüz kişiyi seçen Şikago Üniversitesi Prof’larından Psikanalist bir Amerikalı olan Jules Masserman 15-Temmuz-1974’de –Time- dergisinde:”Liderler nerede?”başlığı altında şöyle diyordu:”belki bütün zamanların en büyük lideri MUHAMMED idi.”[76] Kendisi ise bir yahudi..İkinci sırayı Hz. Musa alırken,üçüncü sırayı Hz. İsa almaktaydı.

Ka’b-ul Ahbar’dan bir rivayette vardır ki:Buhtun Nasr adında zalim bir kişi gördüğü rüyayı,Danyal peygambere tevilini sorar,oda tevilinde;”Ahir zamanda zahir olur bir dindir. Hak Taala Arapdan bir peygamber irsal eder. Cümle dinleri batıl eder ve nesh eder (ortadan kaldırır.) ve cümle yer yüzünü tutar.”der. Aynı zamanda cinniler de peygamberimizden haber verirler.”[77]

ŞAHSİYYETİ

Peygamberimiz umum kainatı kucaklayabilecek ve herkesin kendisiyle hayat bulacağı bir şahsiyettir.

Bütün fazilet ve şerefliler onunla şereflenirler.

Bir batılı:”Hz. Muhammed ilahi öze doğru yönelmiş beşeri bir şekildir.”der.[78] Ve devamla”Hz. Peygamber her şeyden önce “Beşeri küçüklükle” ilahi sırrı birleştiren bir sentezdir. Bu sentez yada zıtlıkların giderilmesi,uzlaştırılması hususu İslâmın belirgin özelliğidir. Ve özellikle İslâmın –en son din-olma özelliğinden doğmaktadır. Eğer Hz. Peygamber –Hatemul Enbiya- yada – Hatemul Mürselin- ise,bu onun kendinden öncekilerin hepsinin bir sentezi olarak gözüktüğü anlamına gelir.”[79]

Bu söz şunu hatırlatmaktadır:”Muhammedun beşer la kel beşer,bel hüve kel yakut beynel hacer.”(Muhammed’de insandır,ancak diğer insanlar gibi değil. Belki o taşlar arasında bulunan (kendiside bir taş olan) Yakut gibidir.)

Hiçbir peygamberden hata sadır olmaz. Çünkü ilahi koruma altındadırlar. Ancak onlardan Zelle [80] denilen durumlar meydana gelir ki,o da –bir nevi- ayağın kayması,ancak düşmemesidir. Vahiy ile [81] kontrol edilir,hatırlatılır.[82]

AHLAKI

Hz. Âişe’nin ifadesiyle:”Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an ahlakıdır.”buyurur.[83]

Hem:”Kur’an-ın ahlakıyla ahlaklanınız.”diyen zat,elbette kendisinin ahlakı da Kur’an ahlakı olacaktır.

İsmet sıfatı gereği o masum ve korunmuştur. Bütün kötü hasletlerden mahfuzdur. O zat buyuruyor ki:”İki defa düğüne gitmeye niyetlendim! ikisinde de üzerime öyle bir uyku çöktü ki,uyudum kaldım. Her ikisinde de uyandığım da düğünün çoktan bitmiş olduğunu gördüm.” Peygamberlikten önce,çocukluk döneminde olan bu hal,olabilecek bir günah ihtimalini de engellemiş olmaktadır.

ÜSTÜNLÜĞÜ

Her şey kendisi için yaratılan bu zat,insanlardan ve peygamberlerden farklı olarak,üstün vasıflarla donatılmıştır.

Hadis-i Kudsi’de:”Levlake levlak lema halaktül eflak”(Sen olmasaydın,sen olmasaydın,ben bu kainatı yaratmazdım.)[84] Yaratılışa vesile tek o zattır.

Âyet’de:”Andolsun ki,biz sana tekrarlanan yedi (âyeti) ve büyük Kur’an-ı verdik.”[85]

Yani:”Habibim,biz sana Kur’an-ı Azimin yedi türlü ayetlerinin ikişer manasını verdik,yani öğrettik. Biri maddeler ilmi ile bilinir,biri dahi ilmi esma ile bilinir.

Alemi ğaybdan sana ilimlerin kendisi,Âdem’e de sadece isimleri verilmiştir. İlimlerin zatı,maddeler ilmidir. Esma,ilmi esmadır.”[86]

Yani Hz. Âdem’e eşyanın isminin İcmali verilirken,Peygamberimize Tafsili verilmiştir.

Şair:Muhabbetden Muhammed oldu hasıl

Muhammed’siz muhabbetden ne hasıl…

Hz. Ali:”Allah,göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili,içinde lamba bulunan bir kandil gibidir.”[87] Âyetindeki,-Mişkât- (Kandil) Muhammed’dir.(SAM) Yani Misbahların misbahıdır.(kandillerin kandilidir,aydınlıkların aydınlığıdır.) Birinci misbahdan kasıd,Hz.Fatımat-uz Zehra’dır. İkinci misbah ise,benim. Birinci zücace (cam),Hz.Hasan,(RA) ikinci zücace Hz.Hüseyindir…”[88]

Eğer kâinattan o zatın(SAM) nuru çıksa gitse,kainat vefat edecektir.

ŞEMÂİLİ

Güzellik deyince hem Siret (İç güzelliği,ahlak),hem de suret (Yüz,görünüm güzelliği) güzelliğinin bir arada olması gerekir. Peygamber Efendimiz bu her iki güzelliği de cem etmiştir.

Yüz güzelliği deyince hemen akla Yusuf peygamber gelir. Peygamberimiz ise:”Evet,ben kardeşim Yusuf’dan da güzelim.”buyurmakla,maddi güzelliği da haiz olduğunu gösterir. Bu konuda Hz.Âişe validemiz:”Mısır kadınları Yusufu görünce ellerini kestiler,eğer benim Efendimi görselerdi,ellerindeki bıçakları kalblerine saplarlardı.”der.

O zatın güzelliğini ne bu diller,ne de bu insanlar övmekten acizdirler. Nitekim denildiği gibi:”Ben Muhammedi sözlerimle övmedim ve övemedim. Belki sözlerimi Muhammed’le övmüş,kıymetlendirmiş oldum.”

Elbette derya kaba sığmaz.

O zatın ömrü boyunca yaptığı;fiili,hali ve kavli olan sünnetleri başlı başına ciltlerle kitabları oluşturur.[89]

MEKKE DÖNEMİ

Mekke şehirlerin anasıdır. Yani:”Ümmül Kurâ”dır O.[90] İlk kurulan anlamına “Beyt-i Atik”dir O.[91] O ki;Ka’be’yi kalbinde barındırmaktadır. Hz. İbrahim ve İsmail’e kucak açmış,Alemlerin Efendisi Peygamber Efendimize de beşiklik yapmıştır.

Kur’an-ın nüzulüne sahnelik yapmış,beldelerin görmediği müjdelere şahidlikte bulunmuştur. Kâinatın kalbi,kendisin de çarpmaktadır.

Müslümanlar ona yönelmiş,onun etrafında pervaneler gibi dönmüş,mevlevi gibi raksetmiştir.

Oradan,alemlere ve asırlara nur saçılmış,insanlar için Rahmet vesilesi olmuştur.

Bunlarla beraber,belki de en büyük Hicranı,hüzün ve kederi,kendisiyle kıymet bulduğu efendisinin orada eziyetlere maruz kalması ve Hicret’e mahkum edilmesidir.

Sadece bulutlar ağlamaz. Belki de mümkün olsa görebilsek veya bize gösterilebilseydi,bulut gibi ağlayacak ve ağlayıcı yaşlar dökecekti.

İşte o şanlı nebi orada,Hicrete kadar iman tohumlarını ekti. İnsanların ebedi hayatlarının kurtulmasına yardım etti. Ancak onlar her vesile ile onun dünyasını karartmaya çabalıyorlardı.

O zat onlara güller atar ve ekerken,onlar ona diken attılar,eziyet ettiler.

12 yıl süreyle her türlü zorluklara,ambargolara,işkencelere sabretti. Hep kendisini öldürmeye çalışanları,diriltmek için… Ve öyle de oldu… Onlar,O’nda dirildiler.

Nihayet doğup büyüdüğü,atalarının diyarı olan Mekke’den,onun bu soğuk halinden Medine’nin sıcaklığına,sıcak kucağına Hicret’e mecbur edildi. Haşin yerden,Enis yere göç etti.

HİCRETİ

Peygamberimiz 622 yılında Mekke’den Medine’ye Hicret ederken,ileriye dönük inkilabların temel taşlarını atıyordu. İslam devleti kuruluyor,kabuğunu kırıb dışa açılış gerçekleşiyordu. İslâmiyeti ruhen ve bedenen uygulayarak,yaşama gerçekleşiyordu. İlahi esaslarda o minval üzere nüzul ediyordu.

Medine de inen ayetler insanlığının hayatının temel unsurları ve kurallarını oluşturuyordu.

Hicret’de Allah için Çile vardır. Bir bedeldir Hicret. Hicret’de güçsüzlerin güçlülere,hakkın haksızlara hakimiyeti vardır.

Hicret’de:”Müşriklerin alay,dayak,küfür,hakaret,boykot ve öldürmeye varıncaya kadar yaptıkları işkencelerden kurtuluş söz konusudur.”[92]

Hicret,sabırla başlar,cihad ve mücadele ile devam eder. İmanla karşı konulur.

Hicret,İbni İshak’ın dediği gibi:”Sadece,herkesçe maruf ve meşhur olan Habeşistan ve Medine’ye değil,hayat emniyetinin ve dini yaşama imkanının bulunduğu ’Her bir cihete’ yapılmıştır.”[93]

Hicret;Rahmettir,İbrettir,Fedakarlıktır,Yüksek idealler ve fikirler uğruna candan ve canandan geçmektir.

Hicret’in mükafatı Allah’adır.[94]

“Bedir arslanları,Uhut şehitleri,Hendek hesaplaşması,Büyük fetih (Mekke),Havazin (Huneyn) çağrısı,Mute azmi ve Tebük ruhu bu derin hicret dayanışmasının meyveleridir.”[95]

İlahi emir neticesinde gerçekleşen Hicret’de af ve müsamaha,mühlet tanıma vardır. Siyasette,harbte,bir çok dalda sünbül verecek dahilerin hatırı uğruna her şeyi sineye çekiş,öldürme değil,dirilmek uğruna ölmek vardır.

Hicret;İsar hasleti olan kardeşliğin,kardeşin nefsini kendi nefsine tercih edişin,kıyamete kadar sürecek esası vardır.[96]

İhtilafa değil ittifaka,birleştirmeye ve kaynaştırmaya vesiledir. Evs ve Hazreç iki büyük kabileleri gibi…

Hicret;mağlub gidenlerin,galib dönüşüdür. Başı zahmet,neticesi rahmet…[97]

Hicret;sevenle sevilen,Allah’la Rasulü arasındaki bir sırdır.

Hicret;asırlara bir mesajdır. Çekirdeğin ağaca dönüşmesidir. Hapisten hürriyete uçuştur.

Hicret;Kaçış değil,dönüştür,oda emniyetle…[98]

Hicret;bir ümid,bir ışık,bir doğuş,bir gelişme ve büyümedir.

Hicret’de cehennemi netice verecek,doğuracak her türlü kötülüklerden iyiliklere geçiş vardır. Çaresizlik anında bir çaredir. Öyle ki,en son öldürmeye teşebbüslerinde,[99]bir çıkıştır.

Efendimiz Hicretle sanki şöyle bir ders vermektedir:”Eğer ben hak üzere olmasaydım, bu kadar zorluklara ve her şeyi terk etmeye kadar gidilir miydi? Tahammül edilir miydi?

Hicret’le;cemaat,Cuma’,[100] ve cami ruhu ortaya çıkmakta,doğrudan doğruya Allah’a yöneliş[101] gerçekleşmekteydi.

Hicret;”Dünyanın değil,dinin kurtarılışıdır.”[102]

Artık;Kur’an bunu teşvik ediyor ve etmekteydi ve de etmektedir.[103]

Başlı başına büyük bir mana taşıyan ve müessese olabilecek hicret,sadık arkadaşın refakatinde başarıyla aşılıyor. Müşriklerin temsilcisi olan Süraka hezimete uğruyor,o da hicretten dersini alıyordu

Hicret esnasında Peygamberimizin yerini söyleyenlere 100 deve mükafat veriliyordu. “Bir çoban bunları gördükten sonra Kureyş’e haber vermek için Mekke’ye gitmiş. Mekke’ye dahil olduğu vakit,ne için geldiğini unutmuş. Ne kadar çalışmış ise,hatırına getirememiş. Mecbur olmuş dönmüş. Sonra anlamış ki ona unutturulmuş.”[104]

Hicret’de tebliğ vardır. Nitekim:”Cafer’i Tayyar (Necaşinin huzurunda) ayetleri okuduğunda papazların gözlerinden yaşlar akmıştı.”[105]

MEDİNE DÖNEMİ

Medine;İslâmiyetin filizlenip dal budak saldığı medeni bir şehirdir. Cenâb-ı Hak Kelamında, 5 yerde ona yer vermiştir.[106]

Peygamberimiz 622 yılındaki Hicretinden,vefatı olan 632 yılına kadar Medine’de kalmıştır.

Mekke’de atılan İlk İslamiyet tohumunun meyve verdiği ve oradan aleme ve asırlara,gök ehline ve cennet ehline dal budak saldığı mübarek bir şehir…

Dışa açılıp devletlere Tebliğlerin yapılıp,onları İslâma davet dönemi. Nitekim;628 yılında bir Arab gemisinin Medine’nin iskelesi Yenbu’dan,Kanton’a geldiği ve Çin İmparatoru Te-tsug’a Peygamberimizin mektubunun ulaştırıldığı bildirilmektedir.[107]

Mekke’deki müşrikine karşı,Medine’de ekseriyetle var olan münafıklardı. “Müslümanlar ise Medine’lilerin ancak onda birini oluşturuyorlardı.”[108]

Medine’deki münafıkları kıyaslama açısından:”Hasan-ı Basri’ye;Şimdi münafık kalmadı mı? dediklerinde cevaben:Eğer mevcud münafıklar helak olsaydı (çokluklarından dolayı) ve ortada kalsaydılar yollarda gezmekten çekinirdiniz.” Veya”Eğer münafıkların kuyruğu olsa adım atacak yer bulamazdınız.”der.[109]

Eğer onun zamanı öyle ise,acaba Medine’nin durumu nasıl idi?

Münafık kafirden daha şiddetli ve tehlikelidir. “Peygamberimiz Mekke’de sabrı,Hicreti tavsiye ederken,burada enerjik ve aktif bir siyaset takib etmiştir. İhtiyatlı politika izlemiştir.”[110]

Ekseriyetle İmani konular Mekke’de,hukuki ve muamelata taalluk eden konular da Medine’de tesis etmiştir.

SAVAŞLARI

Peygamberimiz Medine’ye geldikten sonra,müşrikler işin peşini bırakmamış,ferdi olarak galebe edemedikleri o zatı,artık ordu halinde bulmuşlardı.

Bedir,(624)Uhud,(625)Hendek.(627) Her üç savaşta da küffar müslümanların üç katı idi.

Müslümanlar her üç savaşta da müdafaada olup,küffara mühlet tanımış,Mekke’nin fethiyle atağa geçip ve galibiyetle bir süre maddi kılıncı kınına koymuştur. Sulh ve Cihad Peygamberi.

Zaten Mekke döneminde de bunu yapmış,imansız olarak ölmelerini değil,imanlı olarak İslâmın safına geçmelerini sağlamıştır. Uhud’daki mağlubiyette de bu sır vardır. Zira harb dahisi,İslâmın kılıcı olan Halid bin Velid ve Siyaset dahisi Amr ibni As ve sahabenin büyüklerinin müşrikler içinde bulunmasından,Cenâb-ı Hakkın hikmeti onların izzetini kırmamak ve İslâmiyeti kılınç korkusuyla değil,hakikatını görerek girmeleri için nihayet de mağlubiyeti netice vermiştir.[111]

B E D İ R : Hicretin 2. senesi,17 Ramazan,Cuma. Miladi,13-Mart-624.

Akif’in şiirinde:”Bedrin arslanları” diye tavsif ettiği Bedir savaşına katılanlar,Allah tarafından üç bin melekle desteklenmişlerdir.

Âyette:”Muhakkak ki siz Bedirde zayıf durumda iken Allah size yardım etmişdi de muzaffer olmuştunuz. Öyleyse Allah’dan korkun ki,O’nun yardımına şükretmiş olasınız. O zaman sen mü’minlere:”Rabbinizin gökten indirdiği üç bin melekle yardıma gelmesi size yetmez mi?”diyordun.”[112]

U H U D : Hicretin 3. senesi,7 Şevval,Miladi 625.

Rasulullah Uhud da mağlub olacağının rüyasını görmüş ve ashabına sabr-u sebat etmelerini tavsiye etmişti.

Ancak bu emre uymama harbin neticesini değiştirmiş,galib iken mağlub olunmuştur. İbret alınması bakımından,emre uymamanın dünyada dahi neticesinin husran olduğunu bildirmiş oluyordu. Bu savaşta:”yeni müslüman olduğundan bir kere olsun,ibadet edemeden şehid olan Amr ibni Sabit’de vardı.”[113]

Bu savaşta Rasulullah için en hazin olan Seyyid-üş Şüheda amcası Hz. Hamza’yı kaybedişidir.

H E N D E K : Hicretin 5. senesi,29 Şevval. Miladi 24-Ocak-627.[114]

Selman’ı Farisi’nin teklifi üzerine Medine’nin etrafına –karşıya geçilemeyecek enlik de,içinden çıkılamayacak derinlik de- hendekler kazılarak,oyalanmaya gidildi. Cenâb-ı Hakkın şiddetli bir rüzgar göndermesiyle de perişan olan müşrikler bütün ağırlıklarını bırakarak dönmüşlerdir.

Dikkat çekilen bir noktada;Rasulullahın İstişare’ye [115]vermiş olduğu önemden dolayı,İstişare kararlarına,çoğunluğun kararlarına uyarak onu tatbik etmesidir.

Ve peygamberimiz Savaşta namazı kılmış,terk etmemiştir.[116]

“Harb bir hiledir.”(Buhari) Hakikatınca,müslümanlarla anlaşmayı bozub,Kureyş’lilerle ittifak eden Kureyza yahudileri ve Katafan oğulları Medine’nin etrafını muhasara altına almışlardı.

Müslüman olduğu yahudi ve müşriklerce bilinmeyen Nuaym bin Mesud peygamberimizden aldığı izinle,Kureyş’lilerle yahudilerin arasını açarak,büyük bir tehlikeyi de önlemiş oluyordu.[117]

Hendek’ten sonra bir seferle anlaşmayı bozan Kureyzalılar da memleketlerinden sürüldüler.[118]

KRALLARA TEBLİĞ

Daveti umumi olan Peygamberimiz Medine döneminde Heraklius,Necaşi,Mukavkıs gibi kişilere,onların dillerini bilen sahabelerle mektublar göndererek,onları İslâma davet etmiştir.[119]

V E F A T I

Her fâni gibi peygamberimiz de,doğduğu gibi vefat da edecektir. Hakiki sevgiliye kavuşacaktır. Rabbimiz de Kur’an-da:”Muhakkak sen de öleceksin,onlar da ölecekler.”[120]

Hz. Âişe der:”Rasulullah,Pazartesi günü kuşluk vakti ile öğle vakti arasında vefat ettiler.” O gün de doğup,yine o gün olan Pazartesi ahirete irtihal ettiler.

Ümmü Gülsüm’de:”Pazartesi günü benim maruz kaldığım musibete Kûfe’de Hz. Ali maruz kaldı. Rasulullah o günü vefat etti. Hz. Ali o günü şehid edildi. Babam o günü şehid edildi.”[121]

Etrafı teskin etmek üzere Hz. Ebu Bekir, Muhammed’in de beşer olduğunu onlara hatırlatıyordu.[122]

Peygamber Efendimiz son demlerinde arzu ediyor,mescide çıkamaz olup,yerine Hz. Ebu Bekir’i vekil kılıyordu.

“Kendilerinin de kıldıkları en son namaz akşam namazıdır. Bura da –El-Mürselat- okumuş ve ondan sonra bir daha namaz kılamamıştır.”[123]

Müslümanlarda büyük bir tedirginlik görülmekteydi. Acaba kendilerini karanlıktan kurtaran bu güneş batacak mıydı? Batacaksa ne olacak? Ne yapacaklardı? Kime müracaat edecek? Kimden meded umacaklardı? Sorular..sorular.. Ancak o zatın gidişi başkalarının gidişi gibi değildi. Kendisi gidecek ancak ümmetini boşlukta bırakmayacaktı. Açtığı çığırdan devam edeceklerdi.

Görevini yapmanın verdiği huzurla artık ruhunu teslim edebilirdi.

Mübarek dudaklarından Kelime-i Tevhid ruhuyla beraber Refiki A’la olan en yüce makama yükseliyordu.

“Tarih ise;Hicretin 11. senesi,Rebiül Evvel ayının 12.si,Pazartesi günü,Miladi 8-Haziran-632.”[124]

Hz. Fatıma Rasulullahın vefatında şöyle diyordu:”Semanın ufukları karardı,güneş de dürülüp yas tutmuş gibi nurunu kaybetti. Gece ile gündüz birbirinden ayırt edilmez bir halde koyu ve zifiri karanlıkların girdabına gömüldü.

Allah sevgilisinin vefatından sonra yer kürenin,bu acı ayrılığa üzülmekten dolayı varlıklar alemindeki yeri bir kum yığını halini aldı. Bu sebebten yer yüzünde sarsıntılar ve çarpıntılar çoğaldı.

Varsın dünyanın doğusunda ve batısında bulunup senin vefatını işiten bütün varlıklar ağlasın.” Varsın Mudar ile Yemen kabileleri başlarına topraklar saçsın. (Neye yarar ki?) (Ben) Senin ayrılığına üzülmekten yüzüme göz yaşları resimler yaparak geceliyorum. Gönlümde ise kocaman (ve devasız) yaralar hüküm sürmekte,canım yanmakta,ruhum sızlamaktadır.

Sabır esasen her yerde güzel bir şeydir. Fakat senin ayrılığına dayanmak güzel olmak şöyle dursun,pek ayıptır üstelik.

Benim üzüntüm,ağlayıp sızlanmam ayıplanmaz. Eğer ayıplayan bulunursa,gözümden akan ve coşup taşan yaşların durmayıp çoğalması ve ayıplamaya bir cevap teşkil edecek ve ölünceye dek,bir an durmadan akıp gidecektir. (Ben öyle bir hicran arkına düştüm ki,artık bu hicran gecesinin bir gündüzü de yoktur.)

Ve kabrinden bir toprak alıp:” Hz. Ahmed’in toprağını koklayan, zaman boyunca misk kokusu almasa ne gam…Benim üzerime öyle bir musibet çöktü ki,eğer gündüzlerin üzerine çökseydi,gece olurdu.”der.

-Peygamberimizin nasıl vefat ettiği konusunda;Rasulullahın vefatında yine Yahudi eli bulunduğudur. Son nefesinde yahudi kadınının vermiş olduğu zehirli etin tesiri bulunmaktadır.

Mervan bin Osman Ebu Said b. Mualla anlatıyor:”Rasulullah ölüm döşeğinde iken,yanına Bişr b. Bera b. Ma’rur-un kız kardeşi girince,ona şöyle dedi:”Bişr’in kız kardeşi! Şu anda kardeşinle beraber Hayber’de yediğim etin tesirinden dolayı adeta atar damarlarımın kesildiğini hissediyorum.”

Müslümanlar,Allah’ın kendisini peygamberlikle şereflendirmesi sebebiyle,Rasulullahın şehid olarak ruhunu teslim ettiği görüşündedirler.[125]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Mektubat.B.Said Nursi.sh.83.

[2] Age.sh.162.

[3] Kısas-ı Enbiya.Ahmet Cevdet Paşa. 1 / 54.Fil vak’ası üzerine Arap şairlerinin şiirleri için bak.Hak Dini Kur’an Dili.E.H.Yazır. 9 / 6144.

[4] Fil suresi.1-5.

[5] (İbni Ömer) Zad-ul Mead.İbni Kayyım el-Cevziyye. 2 / 263.

[6] Peygamberimizin Hayatı.Salih Suruç. 1 / 52.

[7] Kısas-ı Enbiya.age. 1 / 57,P.Hayatı.age. 1 / 52.

[8] P.Hayatı. 1 / 54.

[9] K.Enbiya. 1 / 57.

[10] Mektubat.age.159.

[11] P.Hayatı. 1 / 84,Tefsir Usulü.Prof. İ. Cerrahoğlu.232.

[12] Age. 1 / 116.

[13] Age. 1 / 118.

[14] İslam Tarihi.Asım Köksal.Mekke Devri. 1 / 56.

[15] İsra.81,P.Hayatı. 1 / 57,K.Enbiya.59,Mektubat.161.

[16] İ.Tarihi.age. 1 / 28,K.Enbiya. 1 / 48,Zadul Mead. 1 / 69.

[17] Tarihi Taberi kenarı.Altı Parmak. 2 / 371.

[18] İ.Tarihi.age. 1 / 19.

[19] Age. 1 / 20.

[20] Mesnevi Şerhi. Mevlana. terc.Tahir-ul Mevlevi. 12 / 264.

[21] İ.Tarihi. 1 / 141.

[22] Age. 1 / 140.

[23] Age. 1 / 37.

[24] Mektubat.361,İslam Ansiklopedisi.TDV. 1 / 76.

[25] K.Enbiya. 1 / 52.

[26] Mektubat.360,İ.Ansiklopedisi. 1 / 273.

[27] İsra..15.

[28] İ.Tarihi. 1 / 334-335.

[29] Mektubat.362.

[30] İ.Tarihi. 1 / 331.

[31] Tirmizi. Fıkhı Ekber Şerhi.Aliyyül Kari.sh.308.

[32] Mübarek Hanımlar. M. Necati Bursalı.58.

[33] F.Ekber şerhi.275.

[34] Zad-ul Mead. 1 / 97.

[35] Ahzab.50-52.

[36] Tahrim.1,3-5.

[37] Müslümanlık.Prof.Y.Z.Yörükan.18,Mektubat.25,Tefsir-u Ayat’il Ahkam minel Kur’an.M.A.Sabuni. 2 / 314.

[38] T.A. minel Kur’an.age. 2 / 316.

[39] Mektubat.260.

[40] Müslümanlık.age.13,İ.Tarihi.age. 2 / 196.

[41] P.Hayatı. 1 / 189.

[42] Bak.Mearif.255.

[43] Alak.1-5-

[44] P.Hayatı. 1 / 192-193.

[45] Kur’an-ı Kerim Bilgileri. Dr.O.Keskioğlu.18.

[46] Mektubat.81,Kitabut Tevhid.Maturidi.203,İktibaslar Kitabı.(I)A.Coşkun.Dr. A.A.Aydın’ın yazısı.114.

[47] Maturidiyye Akaidi.N. es-Sabuni.terc.B.Topaloğlu.115.

[48] Age.202.

[49] Fatır.8,Şuara.3,Nahl.127,Tevbe.128,İsra.29.

[50] Maide.67,99,Al-i İmran.164.

[51] A’raf.199,157,Kehf.110.

[52] A’raf.203.

[53] Hicr.94,Ra’d.36.

[54] İbrahim.1.

[55] En’am.90.

[56] Mektubat.148,Osmanlıca Zülfikar.B.Said Nursi.sh141,Tefsir-i Kebir Terc.Heyet. 2 / 458-463,Hak Dini Kur’an Dili.age. 1 / 501-507,Hadislerle Müslümanlık.M.Y.Kandehlevi. 1 / 34.

[57] Al-i İmran.93,61.

[58] Yuhanna incili.14.Bab.20.ayet.Bak Mektubat.154.

[59] Yuhanna 14.Bab.16.ayet.sh.110

[60] İncil Yuhanna.16.Bab.7.ayet.Mektubat.sh.154.

[61] Yuhanna.16.Bab.7.ayet.sh.112.

[62] Yuhanna incil.16.Bab.8.ayet,Mektubat.155,Osmanlıca Mektubat.268-269.

[63] Yuhanna 16.Bab.8.ayet.sh.112.

[64] Yuhanna.16.Bab.11.ayet,Mektubat.155.

[65] Yuhanna.16.Bab.11.ayet.sh.112.

[66] Yuhanna.12.Bab.13.ayet,Mektubat.155.

[67] Yuhanna.16.Bab.13.ayet.sh.112.

[68] Tevrat.Beşinci Kitab.33.Bab, Mektubat.153.

[69] Tesniye.33.Bab.sh.213,Ayrıca bak. Açıklama.M.Asım Köksal.sh.29,32,İ.Tarihi.age.Mekke Devri. 2 / 97,Tek Nur.Dr.H.Nurbaki.92.

[70] Saf.6.

[71] Ahzab.45-46.

[72] Bak.Barnaba İncili ve Son Peygamber.Dr. O. Kuntman,İslam Dünya Gündeminde.V.Vakkasoğlu.120.

[73] İ.D.Gündeminde.age.101.

[74] Tek Nur.age.108.

[75] İşarat-ül İ’caz.B.Said Nursi.245.

[76] İ.D.Gündeminde.age.107.

[77] Altı parmak.age. 2 / 414-415.

[78] İslamı Anlamak.F.Schuon.Terc.M.Kanık.149.

[79] Age.164.

[80] Bak.Kelam dersleri.S.Uludağ.250.

[81] Necm.3.

[82] Bak Abese suresi.

[83] Hadislerle Müslümanlık.age. 3 / 1139.

[84] Şualar.B.Said Nursi.521,Mesnevi-i Nuriye.B.Said Nursi.38,Sonsuz Nur.F. Gülen. 1 / 8, Keşful Hafa.Acluni. 2 / 232,164,No.2123,Mektubat.İmam-ı Rabbani. 2 / 320, Hülasa kitabında Sağani Mevzu olduğunu söyler,mana bakımından sahih’dir,der.

[85] Hicr.87.

[86] İrfan Sofraları.çevr.Dr.S.Ateş.180-181.

[87] Nur.35.

[88] Atiyye-i sübhaniyye.A. Geylani. Mütr.C.M.Arif.Hazr.B.Uluçınar.sh.90.

[89] Bu hususta geniş bilgi için.Muhtasar Şemail-i Şerif Tercümesi.(Osmanlıca) Muhammed Raif Efendi.(Matbaa’i Osmaniye)366 sayfadır.Ve bunu Osmanlıcadan kendi çevirimiz olan “Şemâil-i Şerif tercümesi”ne de bakabilirsiniz.Şemaili Şerif.Hadislerle Müslümanlık. 1 / 36, İ.Tarihi.Mekke Devri. 2 / 104,Sünnet ışığında İslam ve Hayat.Ahmet Şahin.

[90] En’am.92.

[91] Al-i İmran.96,Hac.27-29.

[92] Bak.Hicret.Doç. İ.Canan. sh. 11.

[93] Age.sh.17.

[94] Nisa.100

[95] Diyanet dergisi.-1981 yıllığı- Hicret özel sayısı.H.Algül.sh.70.

[96] Haşir.9.

[97] Fetih.24.

[98] Fetih.27.

[99] Enfal.30.

[100] Cumia.9.

[101] Bakara.44.

[102] Hicret.age.25.

[103] Enfal.72,Nisa.89.

[104] Mektubat.145.

[105] K.K.Bilgileri.age.5.

[106] Tevbe.101,120,Ahzab.13,60,Münafikun.8,Mu’cemul Müfehres.M.F.Abdulbaki.sh.622,770.

[107] Tarihçi H.G.Wels’in “Dünya Tarihi”cilt.3,sh.57,Bak.Tercüman Gazt.7-5-1987.

[108] Medine Dönemi.Doç.İ.S.Sırma.17.

[109] İhya’yı Ulumid Din.İ.Gazali. 1 / 324.

[110] K.S.Muhtasarı.age. 3 / 527.

[111] Bak.Lem’alar.B.Said Nursi.26.

[112] Al-i İmran.123-124.

[113] Uhud Gazvesi.R.M.Sami.10-11,35.

[114] P.Hayatı. 2 / 96, 1 / 507,579.

[115] Şura için bak.Tefsir-i Kebir.F.Razi. 7 / 160,Hz. Peygamberin Sünnetinde İstişarenin Safhaları.Doç.İ.Canan.Köprü dergisi.1981.Ağustos-Eylül..

[116] Nisa.101-103.

[117] Bak.Tebük Seferi.age.90-91.(Peygamberimiz Tebük’de her hususun özetine dair bir hutbe irad etmiştir.)Bak.İ.Tarihi. Medine Devri. 9 / 207.

[118] P.Hayatı. 2 / 129.

[119] P.Hayatı. 2 / 206,Zad-ul Mead. 1 / 113,Zafer Dergisi.1987-Şubat.Sh.3.Doç.Ahmed Akgündüz, İslam Peygamberi.Prof. M. Hamidullah. Çevr. Prof. Salih Tuğ. 1 / 308,319,343,365,384,416.

[120] Zümer.30.

[121] İlahi Nizam. İmam-ı Gazali. 2 / 717.

[122] Al-i İmran. 144.

[123] Buhari-Müslim. İhya. 1 / 477.

[124] P.Hayatı. 2 / 554.

[125] Hadislerle Müslümanlık. 3 / 1152-1153.




PEYGAMBERİMİZİ TANIMAK VE SEVMEK

PEYGAMBERİMİZİ TANIMAK VE SEVMEK

Rabbimizi bizlere bildiren belgelerden en büyük belge;elbetteki Peygamber Efendimizin bilinmesiyle alakalıdır.

Muallim Cûdi şöyle der:Ben sözlerimle Muhammed-i(SAM) övemedim. Lakin sözlerimi onu övmekle övmüş oldum.”der.

Peygamber Efendimiz;tahrif edilip değiştirilmiş olmasına rağmen Hüseyin-i Cisri gibi bir alim tarafından Tevrat ve İncilde Peygamberimiz ile alakalı[1] yüzden fazla müjdeli haberleri çıkarmış,tebşir edildiğini belgelemiştir. Tahriften sonra bu kadar olursa,elbetteki daha önce ne kadar olduğu düşünülsün.

İşte gerek bunlar,gerekse de hatiflerin müjdesi,kahinlerin şehadeti ve doğumunda zuhur eden harikalar,gösterdiği mucizeler,faziletleri,birer birer her biri o zatın peygamberliğinin delillerindendir.

Asrı saadetin,o gelmeden önceki durumunda insanlar her yönüyle tam bir tükeniş içerisinde idiler.

onun gelmesiyle tükeniş içerisinde olan,bitişin çarkları arasında üğüdülen o insanlar,bir anda bir yükselişe ve varlık içerisinde tekrar var oldular,onunla varlığı buldular.

Zira o zat onlara:”Neci olduklarını,nereden geldiklerini,nereye gideceklerini ve bu dünyadaki vazifelerinin ne olduğunu öğreterek,hayatın şuuruna erdirdi. Edindikleri bir çok ilahlar içerisinde,gerçek Rablerini bularak,kendilerini bulmuş oldular.

Eğer onun tarifinin dışında kainata bakılsa,ağlar ve mâtemhane şeklinde görülür.

O zat;ebedi saâdetin habercisidir.

O zat;âdetlerine mutaassıb kavmin adetlerini değiştirip,yerine güzel ahlak getirmiş,ruhlarına işleyen o kötü ahlak ve huyların yerine,bütün asırlara güzel bir nümûne-i imtisal olacak adetleri kökleştirmiş olmaktadır.

Küçük adetleri değiştirmekte zorlanarak büyük güç sahiblerine karşı o zat;az bir kuvvetle ve kısa bir zaman içerisinde ortadan kaldırarak yerlerini boş bırakmamış,en güzel adetleri yerleştirmiş olmaktadır.

Cenâb-ı Hakkın rızasının ne ve nerede olduğunu en iyi şekilde o haber vermektedir.

Bir insan sırf ay-da ne olduğunu bilip öğrenmek için yarı malını,yarı ömrünü verdiği halde;o zat Aleyhis-salâtu vesselam onun da ötelerinden,ebedi hayattan haber vermektedir. O halde onun verdiği haberleri öğrenmek için bir ömür verilse,elbette yerinde olur.

“O ancak kendisine vahyedilen bir vahyi söyler.”[2]

Onu sevmek Allahı sevmek demektir.

“Eğer Allahı seviyorsanız,bana tabi olunuz. Ta ki Allah’da sizi sevsin.”[3]

-Bu zat arkasına bir çok fazıl kimseleri almıştır. Onlardan biri olan Mevlâna Câmi şöyle der:

“Ya rasulallah,Ashab-ı Kehfin köpeği gibi cennete gireyim,ashablarının zümresinde. o (köpek-Kıtmir) cennete girsin, Bu revamıdır. O Ashab-ı Kehfin köpeği ise,ben de (senin) ashabının köpeğiyim.”der.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] İncilden işaretler için bak. Tefsirr-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Terc.heyet. 21 / 461.

[2] Necm.3-4.

[3] Al-i İmran.31.




PEYGAMBERİMİZ VE MU’CİZELERİ

PEYGAMBERİMİZ VE MU’CİZELERİ

Peygamberimizin;Kur’an-ı Kerim-den sonra,peygamberliğinin en büyük belgelerinden biri de;gösterdiği mu’cizelerdir.

O mucizeler ki;harikulade birer olaylar olarak gerçekleşmiş olup,onun peygamber olduğuna şehadet etmektedirler.

Bunlar bir değil,yüzlercedir. ve bu yüzlerce mucizelerin her biri,yalan söylemeleri mümkün olmayan,güvenilir birer şahsiyet olan sahabelerin şehadetiyle sabit olmakta ve bunlar bazen yüzlerce insanın huzurunda gerçekleşmektedir.İşte bunlardan bir kaçı;

-Peygamberimizin Hz. Zeyneb ile olan tezevvücünde bir-iki avuç hurma mucize eseri olarak,300 kişiye yetmiştir.

-Peygamberimiz Eyyub-el Ensarinin evine Hz. Ebubekir ile gittiğinde iki kişilik yemek yapıp hazırladığı halde,Rasulullahın daveti üzerine o yemekten 180 kişi yediği halde eksilmemiştir. Ve bu durum karşısında da,gayr-ı müslim olan ı insanların müslüman olmalarına da sebeb olmuştur.

-Yine bir gazvede aç kalan ordu Peygamberimize gelip,durumlarını arz ettiklerinde;bunun üzerine ordu da olan gıda toplanır ve ordu çağrılır. Peygamberimizin bereketle dua ettiği o yiyeceklerden alır. Ve o koca ordu,o bereketli yemekten yer ve doyarak kalkarlar.

Bir alimin ifadesine göre:”Eğer ehli arz gelseydi hepsine de kafi gelirdi.”demektedir.

-Yine bir gün birisi Rasulullahdan biraz arpa istedi,oda verdi. Günlerce kullandıkları halde bitmeyince,onu ölçtüler. Bunun üzerine bereket gitti. bu durumu Rasulullaha söylediklerinde,Peygamberimiz onlara:”Ölçmeseydiniz hayatınızca size yeterdi.”buyurdu.

-“Hz. Ebu Hüreyre Rasululahın arkasından evine girer. Getirilen bir sütten Peygamberimiz ona Ehli suffeyi de çağırmasını söyleyince,Ebu Hureyre kendi kendine,-Buna ben daha layıkım,ancak bana yeter.-der.

Yine çağırır ve onlara verir. Onlar içer. Ve sonuçta kendi içer. İçtikçe Peygamberimiz ona –İç- der ve içer,öyle ki artık;

-Anam babam sana feda olsun Ya Rasulallah. Yer kalmadı,buyurur ve rasulullaha verir. Ve O’da afiyetle içer. Binler afiyet…

Elbette yemek mucizesinde olduğu gibi,bu süt mucizesinde de,tüm dünya gelse ve yese ve içse idi,hepsine de yeterdi.

“Kim bilerek bana iftira ederse,cehennemde yerini hazırlasın.”hadisini çok iyi bilen sahabeler,görmüş,bilmiş ve inandıkları hakkı hak olarak söylemişlerdir.

-Su hususunda gösterdiği bir çok mucizelerinden birisinde de;az bir su ile koca bir ordunun ve hayvanlarının su ihtiyacını giderdiği gibi,kırbalarını da o bereketle doldurmalarını sağlamıştır.

-Parmaklarından akan su ile,ordusunun su ihtiyacını –mucize eseri olarak-yerine getirmiştir.

-İnsanların hidayetine vesile olmak üzere,emredip yanına çağırdığı ağaç,yeri yararak huzuruna gelmiş,tekrar emretmesiyle yerine gitmiştir.

-Avucuna aldığı taşlar avucunda zikretmeye başlamış,yere koyduğunda ise susmuşlardır.

-Onun huzurunda hayvanlar konuşmuş,ağaçlar dile gelmiş,bunun gibi yüzlerce mucize göstermiştir o zat aleyhis-salâtu vesselam…

-“Eğer sen olmasaydın,sen olmasaydın,eflaki yani varlıkları yaratmazdım.”hakikatına mazhar bir zattır o zat…

-“Rasulün üzerine düşen ancak tebliğdir.”[1] buyurularak,tebliğle vazifeli bir zattır o zat.

-En büyük makamın ve de kurtuluşun kendisinin sünnetine tabi olmaktan geçtiğini beyan ile:”Ümmetimin fesada gittiği bir zamanda,kim benim sünnetime temessük edip sarılırsa;onun için yüz şehidin ecri vardır.”buyurmuşlardır.

Gemilerdeki pusula gemi için ne derece gerekli ise,O’nun sünnetleri de hayat gemisinde olan bizler için o derece gerekli ve lüzumludur.

Zira o:”Muhakkak ki sen,en büyük bir ahlak üzeresin.”[2]buyurulan bir zattır o zat…

O’na uymak,onun ahlakıyla ahlaklanmak demektir. O’nun ahlakı ise Kur’an ahlakıdır.

Binler salât ve selâm O’nun üzerine olsun…

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Maide.99,92,Al-i İmran.20,Ra’d.40,Nahl.35,82,Nur.54,Ankebut.18,Yasin.17,Şura.48,Ahkaf.35,Teğabun.12.

[2] Kalem. 4.