ARMEGEDON

ARMEGEDON

” Yağmur yağarken şemsiye açınız
Armagedon, ingilizce bir kelime. Ünlü Redhouse onun türkçe anlamını şöyle veriyor: “Kıyamet gününde iyilik ve kötülük orduları arasında çıkacak savaşa sahne olacak meydan, mahşer”. Başkan Bush, “Misilleme!” diye haykıran Amerikalılarına bunu vaad ediyor. Tarifteki “iyiler” de, elbette onun komuta edeceği ordulardır. Ama “kötüler”, vardırlar da ortada değildirler. “Oralardadırlar!” diye bir takım ülkeleri, hatta bölgeleri vurmak savaşı “iyiler”in kesin zaferiyle bitirir mi? Yoksa yeni “kötüler”i mi, mantar gibi oralarda bitirir? Amerika halkı burnundan soluyor da olsa, bunun düşünülmekte olduğu anlaşılıyor. Biraz serinlik gelsin diye ölü sayısı yavaş yavaş, alıştıra alıştıra duyurulmaktadır. Önce yüzlerden bahsedilmiştir, mükemmel yönetici yetenekleri gösteren New York Belediye Başkanı Giuliani “4700 kayıp kimse var” derken 30 bin ceset torbası sipariş etmektedir. İkiz Kulelerde 50 binin üstünde kimse çalışıyordu ve teroristler bunu biliyorlardı. Ayinlerde rahipler İncilin “Allah kalbimizde ölçüsüz intikam duygularına yer vermesin” parçasını okurlarken “ölçüsüz misillemeler”in “ölçüsüz intikam duyguları”na yol açacağını hatırlatmak istemektedirler.
Evvelden fedailer haşhaş içirilerek sağlanırlardı. Öğrenilmiştir ki uçakları kulelere toslatan fedailer bu maksatla binlerce saatlik uçuş kursları görmüşlerdir ve gözlerini kırpmadan pilot kabinlerine girmişlerdir. Bu, onların kalplerine ekilmiş kin ve nefret tohumlarının köklülüğünü gösterir.
Önümüzde açılan “yeni bir milat” değildir. İçine girilen “yeni bir fırtına dönemi”dir.
Şemsiyelerimizi açık tutalım.”

M.Emin Koç

ABD Başkanı Bush, radikal bir Evangelist Hıristiyan’dır. Yahudilerde “arz–ı mev’ud” inancı ne ise, Evangelistlerde de “Armagedon savaşı inancı” o derece köklüdür. Evangelistlerdeki bu temel akide, “arz–ı mev’ud inancı” ile birebir ilintilidir. Bu bağlamda Evangelistlere, Siyonist Hristiyan da denmektedir.

Başkan Bush, bunlardan biridir, “fundamantalist bir Armageddon”dur.

Tüm rota Armagedon’a göre

Bush’un baş papazı Jerry Falwell, Yahudi–Evangelist bağlantısının en önemli aktörüdür; Irak’ı işgal sürecinde özellikle Kuzey Irak’ta önemli misyonerlik çalışmaları yapmıştır, yapmaktadır.

Sizin anlayacağınız, iki hafta önce İstanbul’a gelen Bush’un danışmanlarından futurist Prof. Nisbitt’in ifadesiyle, Başkan Bush Ortadoğu’ya Armageddon inancıyla çöreklenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi de bu mantık etrafında şekillendirilmektedir. NATO’nun yeni rotası da bu inançla oluşturulmuştur… vesselam.

BOP planı da, NATO konsepti de, bölgemizdeki işgaller de Evangelist Bush’un, “Armageddon inancı” doğrultusunda oluşturulmuş Haçlı projesidir.

Bush’un mensup olduğu Evangelistlere göre, Armagedon savaşı, Kudüs yakınlarındaki Magedon ovasındaki tepelikte olacak bir Deccal savaşıdır . Bu savaşın öncesinde ise İsrail’in, “arz–ı mev’ud” inancında belirtilen sınırlara kadar genişleyerek “Büyük İsrail” olması şarttır. Armagedon savaşının ardından Bush’un tanrısı Davut’un tahtında Mesih’i hakim kılacak… Böylece hem “dünyevi zümre” olan Yahudiler, hem de “semavi zümre” olan Hıristiyanlar muratlarına erecek…

İşte BOP’un dinsel perde arkası… İşte NATO’nun yeni konseptinin arka plan dinsel ritüeli…!

Şu kapı kulları ne yapıyor Allah aşkına!

İmdi, gazilik ve şehitlik gibi medeniyetimize ve dinimiz İslam’a has iki temel kavram etrafında yoğrularak asırlarca insanlığa adalet taşımış, Mehmetçik adını peygamberimiz Hz. Muhammed’den almış Türk askerini, bu “Armageddon’un emir eri” konumuna sürükleyenler, ne yaptıklarının farkındalar mı!

Bu, laikliği toptan ihlal değil mi, ne dersiniz?

Armageddon’un yerli kapı kulları, asırlar boyunca hilalin temsilcisi aziz Türk milletini, böylesi vahim bir “Haçlı gidişatı”na taşeron yapmakla ne büyük ihanet işlediklerinin farkındalar mı?

Öte yandan Amerika’nın BOP’unun yerli “dinlerarası diyalog” tezgahtarları, “medeniyetler arası çatışma yok–mok” diye geveleyerek, aslında Evangelist Bush’un bu Armagedon hedefini ve hevesini örtmeye çalışıyorlar.

Armagedon karşısında Hatemi şaşkın ördek gibi…

Irak’ın işgali, BOP çukuru vs. gelişmelere ilişkin “yerli diyalogcular”dan tık yok; baş aktör F. Gülen Amerika’da, komisyonların demirbaşı M. Aydın bakanlık koltuğunda, dinsel danışman H. Karaman yeni safağı atmış kuşe–i uzlette şokta.

Bir tek Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, şu ekümenik sevdalı Bartholomous’un avukatı Kezban Hanım’ın beyi Hatemi şaşkın şaşkın konuşuyor. Bakınız, Armagedon konusunda Defne Sarısoy’a neler anlatıyor diyalogcuların “lügat maskotu” Hatemi Hoca: “Bugünkü Bush iktidarında çok tehlikeli deliler var. Orduda, hükümette, çeşitli iktidar mecralarında bazı beyinler var. Birtakım sapkın protestan tarikatleri kendi fundementalist inanışları ve ideolojileri ile iktidar nezdinde taraftar toplamaya çalışıyorlar. Sözünü ettiğim protestan fundamentalizmine göre, Hz. İsa’nın gelmesi için bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armageddon” denen o nihai savaşın çıkması lazım. Matrix filmi de tam manasıyla bu fikirlerin simgeleriyle doluydu. İnanmış bu Protestanlar, bir taraftan da Armageddon savaşının çıkması için uğraşıyorlar. Bu savaş nasıl çıkar? Mutlaka İsrail’in Araplara hücum etmesi veya Müslümanlar’ın İsrail’e hücum etmesi lazım. Armageddon Savaşı Kudüs yakınlarındaki Magedon Tepesi etrafında gerçekleşecek. Armegeddon Savaşı Müslüman ordusunun İsrailoğullarına saldırmasıyla çıkacak. Protestan fundamentalizmi, Armegeddon Savaşı’nda İsrail’in desteklemesi gerektiğini savunuyor. Çünkü Hz. İsa da ‘İsrail Arslanı’ olarak dünyaya gelmiştir. Yahudiler, Müslümanlar’a karşı Armageddon Savaşı’nı kazanmadıkça, Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönmeyecek. İsa’nın dönmesi için savaşın çıkması ve kazanılması şarttır. Bu savaşı önce Hz. İsa olmadan Yahudiler’in kazanması lazım. Onun için İsrail ile sıkı bir işbirliği dini nedenlerden dolayı mecburidir. Ama bu savaş bittikten sonra da, 144 bin Yahudi hariç, o 144 bin Yahudi de Hz. İsa’ya iman eden Yahudiler olacak, hepsi kırılacak. Bu sefer de Amerika ve Hz. İsa’ya bağlı olanlar yeryüzünde kalacak…” Öğleden sonra günaydın efendim!

Hilal veya Haç; tercih sizin beyler!

Bush’un BOP çukurunda debelenerek aziz milletimizi Armageddoncuların emir eri yapmaya çabalayan eski tüfek mücahidler, yeni yetme değişmişler–dönüşmüşler, kimi etkililer, bazı yetkililer, görüyor musunuz ne vahim işlerle uğraşıyorsunuz? Ne belalar sarıyorsunuz milletimizin başına; bu Müslüman milleti kimlere kapı kulu yapıp kıyamete doğru hızla yaklaştığımız bu zaman diliminde dünyalarını da, ahiretlerini de kaybettiriyorsunuz?

Ey akl–ı selim sahipleri, Armageddon savaşı projesinde Haçlı’nın askeri olmak yerine, asırların en yüce medeniyetinin adalet timsali askeri olarak kalmak, İslam’ın şehit ve gazi rütbeleriyle Hilal’in gölgesinde kalmak daha hayırlı değil mi?

Tercih sizin…

İnancımız, tarihimiz, medeniyetimiz ve âli menfaatlerimiz Haçlı’nın emir eri değil, kıyamete kadar Hilal’in muhafızı olmaya davet ediyor.

Yarın, askerimizin Mehmetçik namını kendisinden aldığı Peygamberimiz Alemlere Rahmet Hz. Muhammed’in (SAV), Irak’ta ortaya çıkıp İslam coğrafyasına musallat olacağını haber verdiği “Şeytan’ın orduları”na, Deccal’in askerlerine değinelim dilerseniz. Ne dersiniz, değinelim mi?

Yakın geçmişe kuşbakışı
NİHAL BENGİSU

Spekülatif bir çalışma: ARMAGEDON
Yakın geçmişe kuşbakışı

“Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin 15 / 18)

Bir dönemin bazı basın organlarında yeralan, içinde İsrail, ABD, Türkiye ve Müslüman kelimelerinin bulunduğu cümleleri hatırlayın. Okuduğumuz şeyler, sloganik dokuları ve ‘doğru bir fikrin desteklenmesi için kurmacanın mümkün olabileceği’ anlayışıyla hazırlandığı için olsa gerek, gerçekten önemli olan kimi noktalar konusundaki duyarlılık eşiklerimizi bir hayli aşağı çekmişti. Her gün pişirilen ama önümüze soğuk gelen Yahudi- İsrail- Mossad ya da lobi-masonluk- ABD çağrışımlı olguların mantık ve gerçeklik kurallarına aykırı olarak ‘tüketilmesi’ yüzünden siyasi bilinç vidalarımız hayli yalama olmuştu çünkü. Kudüs denince Filistinliler gelirdi aklımıza, içimiz cız ederdi ama orada kalırdı her şey. Üstelik ‘kahrolsun siyonistler, kahrolsun Yahudiler’ v.s. şeklindeki sloganların hem çirkin hem banal kaçtığı kısa süreli bir döneme girmiştik; globalleşmeye sonuna kadar inananların dünyasında din farklılıklarının kültürel birer zenginlik olacağından, bu farklılıkların ortak insanlık tecrübesine birer katkı olarak değerlendirileceğinden bahsediliyordu. Radikal tutumların globalleşen dünyada fay kırıkları meydana getireceği söylendi, medeniyetler çatışması dendi, oysa bunları konuşmak için bile çok erkendi. Çünkü dünya üzerinde gücüne güç katmak için her yolu mübah gören, siyasetini ve stratejisini ‘efsanelere’ göre kurgulayan; yerin ve göğün, toprağın ve ateşin, tanrının ve şeytanın kimyasında yalnızca gücü arayan bir çığlığın karşısında minik, zavallı modern sosyolojik tezlere idealizmin karanlık odasında ‘Amiral battı’ oynamak düşerdi yalnızca! Zaman, üslup ve ifade yetersizliği ile sorunu odağın dışına taşıranların ‘suçlu’ olduğunu hissettiriyor şimdi, tabii her ne gerekçe ile olursa olsun sorunu vizyon dışı bırakanların da.

…İsrail ve Körfez ve Türkiye

” 23 Şubat 1996 tarihinde, Türkiye, Ortadoğu’nun sorunlu bölgesindeki İsrail ile tarihi bir anlaşmaya imza atıyordu.” “Armagedon – Türkiye İsrail Gizli Savaşı” isimli kitap İsrail konusunda oldum olası temkinli bir politika izleyen Türkiye’nin Körfez savaşı sonrası değişen dengeler uyarınca zorlandığı rol ve durumları İsrail siyasetinin referans kaynağı olan efsaneler ve Tevrat’la ilişkilendirerek cevaplamaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları’ndan çıkan kitap kendi alanında oldukça iddialı. Aydoğan Vatandaş’a göre savaşın çıkması, Saddam Hüseyin’in rolü ve Tevrat’ta Babil olarak zikredilen bugünkü Bağdat’ın yerle bir edilmesi “Armagedon”a varan zincirin halkalarını oluşturuyor. “Armagedon” ise Yahudilerin dünya hakimiyetine ulaşmak için yapacakları düşünülen son savaşın adı. Efsaneye göre savaş Yahudilerin galibiyetiyle sonuçlanacak. Kitap Körfez savaşının seyri ile Tevrat’ın ilgili ayetleri arasında senkronizasyon kurarak ilerliyor:

“Babil (Bağdat) yiğitleri cenk etmeden el çektiler, hisarlarında oturuyorlar, güçleri tükendi, kadın gibi oldular, onun meskenlerine ateş verildi, kapı sürgüleri kırıldı. Şehir her taraftan alındı ve geçitler tutuldu. Kamışlıkları yakıldı” (Yeremya bölümü, 51, 30-32).

“Irak Haber Ajansı (IRNA) dün yaptığı açıklamada ABD uçaklarının Musul’un kuzeyindeki buğday ve arpa tarlalarına yangın bombası atarak binlerce hububatı yaktığını iddia etti. Irak’ın BM temsilcisi Abdülemir El Anbari de BM Genel Sekreteri Butros Gali’ye bir mektup göndererek, ABD uçaklarının…”

ABD – İsrail ikilisinin bölgedeki hedefleri çevre ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını bir ön koşul haline getiriyor. Türkiye’yi de yakından ilgilendiren Çekiç Güç’ün bölgeye konuşlanması ve bir Kürt devleti sürecinin başlatılması da İsrail lehine çakılan önemli çivilerden biri; hele hele kurulması planlanan Kürt devletinin İsrail’in vaadedilmiş toprakları arasına girdiği göz önüne alınırsa… Aydoğan Vatandaş 15 Ağustos 1994 tarihinde Genel Kurmay Başkanlığı’ nın Birleşik Görev Kuvveti Türk komutanlığına Çekiç Güç ile ilgili olarak gönderdiği bir yazıya da yer vermiş. Metinde ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden izin alınmadan kurulan ve “Provide Comfort” harekatı ile ilgisi olmayan bir kriptodan bahsedilmekte. Türk personelin ‘giremediği’, haberleşme ve bilgisayar sistemleri ile mücehhez ve kuşkusuz ABD’nin Türkiye’de bulunma gerekçesini aşan bir kriptodur bu. İlgi çekici ve ‘uyarıcı’ mahiyette bir kaç alıntı da CIA Türkiye masası şefi Graham Fuller’den. Buna göre Kürtlerin özerklik arayışına ( uzun vadede İsrail sınırları içine girecek bu bölgenin istikrarsızlaştırılmasına!) gelebilecek muhtemel bir direnişin neticesi ‘tehlikeli ve masraflı’ olacaktır. Vatandaş’ın şeytan üçgenine benzettiği Çekiç Güç’ün ABD- İsrail ittifakını gözler önüne seren marifetleri bunlarla sınırlı kalmayacaktır elbet. 10 Şubat 1993’te Eşref Bitlis’in uçağının ‘düşürülmesi’ ve 7 Ocak 1993’te Uğur Mumcu’nun öldürülmesi de Türkiye’de Kürt devletinin önünde duran sivil-asker bürokrasisine verilen gözdağlarıdır. Kitap, Susurluk vakıalarının ortaya çıkışını da adı geçen hedefler doğrultusunda kategorize ediyor. Devletin çeşitli birimlerinin karar ve destekleri ile kurulan ve ‘kendi yöntemleriyle’ savaşan özel gücün deşifre edilmesi, Susurluk’a kadar kahraman olanların kaza sonrası ‘çete’ suçlamalarıyla anılır oluşu bu hareketten rahatsız olan ‘tasfiyeci’ güçlerin operasyonundan başka bir şey değil…

Aydoğan Vatandaş 1974 İstanbul doğumlu. 1995 yılına kadar Deniz Harp Okulunda okuyan Vatandaş çeşitli dergi ve gazetelerde yaptığı araştırma dosyaları ile tanınıyor. Armagedon/ Türkiye- İsrail Gizli Savaşı, halen Aksiyon Dergisi’nde çalışan Vatandaş’ın ilk kitabı.

Olay ve belgeler, basında yer alan ya da gizli kalan görüş ve telakkiler arasındaki ilişkileri tedrici olarak; okuyucunun heyecanını üst sınırlara taşıyan bir kontekstle kurgulanmış. Yazar sözkonusu faktörler arasındaki bağlantıları kitabın sonundaki ekte verdiği dava dosyaları bilirkişi raporları ve (özellikle Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılması konusunda alınacak tedbirlerle ilgili) üst düzey yazışmalarla destekliyor. Kitabın Foucoult Sarkacı’ndan yapılan bir alıntı ile başlayıp sözü geçen kehanetlerin hatırı sayılır bir ‘karşılığı’ makamına ‘Üst düzey bir askeri yetkilinin konuşması’ ile bitmesi kitaba ‘sinematografik’ bir süreç kazandırmış.

“Armagedon” Aydoğan Vatandaş’ın ilk kitabı ve bir başlangıç olarak da çok iyi. Yeni Dünya Düzeni rotasında yaşadığımız çalkantıların pek ‘hasbelkader’ olmadığına dair derli toplu bir şeyler okumak istiyorsanız, sağlam bir perspektifle hazırlanmış bu çalışmayı tavsiye ederiz. ‘Armagedon’ içerdiği olay, bilgi, belge ve beyanatları ile yakın geçmişe kuşbakışı bakma fırsatını da veriyor. ‘Projeksiyonlarına’ kuvvet Aydoğan Vatandaş…

***** Hasim Söylemez

Yeni yıl kehanetleri

2000 tutmadı, 2001 verelim!

2000 yılı için söylenen çoğu kehanetler fos çıkarken yeni yıl için söylenen kehanetler ise hem sevindiriyor hem üzüyor. Kâhinlere göre 3. Dünya Savaşı yeni yüzyıl içinde çıkacak, bunun sonucunda dünya büyük kuraklıklar yaşayıp çölleşecek. Tüm dünya bu kehanetleri tartışırken, yerli kâhinlerimiz de Türkiye’nin 2050 yılında dünyadaki tek süper güç olacağını ileri sürüyor

Sonradan olacak şeyleri, gaipten haber vermek anlamına gelen ve kökeni Arapça olan “kehanet” kelimesi insanoğlunun varlığından beri merak uyandırmış, daima inanılan bir güç olarak telakki edilmiş. Kehanet tarihine bakıldığında ise bu gizemli kelimenin her toplumda varolduğu karşımıza çıkıyor. Kehanet, Şamanizm kültünü yaşayan toplumlarda olduğu gibi, eski Yunan mitolojilerinde ve milattan önceki dönemlerdeki Mezopotamya uygarlıklarında karşımıza çıkıyor. Binlerce yıl boyunca ortaya atılan değişik kehanetler, dünyanın genelini ilgilendirdiği gibi, yöresel olarak kabul görenleri de var. Değişik yolları deneyerek ortaya kehanetler atan kişiler türemiş, kimisi insanları sömürmüş, kimisi de verdiği haberlerin gerçekleşmesiyle insanların güvenini kazanmış.

Ancak kâhinler tarafından ortaya atılan 2000 kehanetlerinin çoğu fos çıktı. Ne gökyüzünde uçan arabalar var, ne de Ay’da koloni kuran insanlar. Yine 2000 kehanetleri çerçevesinde insan ömrünün 150 yıla çıkacağını haftalık çalışma saatinin 25 saate ineceğini haber verenler de yanıldı. En önemlisi 1999 tarihinde kıyametin kopacağını söyleyenler yanılmak bir yana utandılar. Evet 2000 kehanetlerinin büyük çoğunluğu fos çıktı, şimdi sıra yeni milenyum kehanetlerinde. Kimi kâhinlere göre yeni milenyumda kıyamet kopacak, kimine göre ise yeni dünya savaşları başlayacak. Özellikle kaynağını İncil ve Tevrat’tan alan kâhinlere göre ise bu milenyumda Mesih’in gelecek olması insanların merakını uyandırmış durumda. Bütün bu kehanetler beklenirken, yapılan tarihi hesaplamalarda ise büyük yanlışlıklar yaşanıyor. Değişik takvimleri baz olan kâhinlerin vermiş olduğu rakamlar birbirleriyle çelişiyor. Kimi takvime göre yeni milenyum geçen sene başladı, kimine göre bu sene başlıyor. Kimi takvimlere göre ise milenyum 5 yıl önceden başlamış. Genel olarak dünyada insanlar böyle kehanetler ve tarihlerle meşgul olurken, Türkiye’de de yöresel bazda bir takım kehanetler ileri sürülüyor. Örneğin; 2050’de Türkiye dünyadaki tek süper güç olacak.

Armagedon gerçekleşecek mi ?

“Tevrat’ın Şifresi ” isimli kitabın yazarı Michael Drosnin İsrailli matematikçi Dr. Eliyahu Rips’i kaynak gösterip Tevrat’ın şifrelenmesi yoluyla birçok konuda kehanetlerde bulunuyor. Rabin Suikastı, Körfez Savaşı gibi önemli konularda haklılığı ortaya çıkarken, insanların asıl merakını uyandıran konu ise; Armagedon kehanetinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği. Yazar Drosnin kitapta Armagedon’u kıyamet ve mahşer anlamında kullanıyor; bunun da savaşla olabileceğini belirtiyor. Yani gerçekleşecek olan 3. Dünya Savaşı, eğer Tevrat’ın şifresi doğru ise yüzyılın sonunda ya da gelecek on yıl içinde gerçekleşecek. Yazar Drosnin Armagedon’u Ölü Deniz civarında bulunan “Mühürlü Kitap” olarak bahsedilen parşömenlerden esinlenerek dile getiriyor. Parşömenlerdeki şifrelerin bilgisayarla çözüleceği haber veriliyor ve şifreler çözülüyor. 2000 ve 2006 yılları Dünya Savaşı ile birlikte şifrelenmiş. Bu iki yıl hem atomik soykırım hem de Dünya Savaşı ile şifrelenmiş.

Tevrat kaynaklarından sonra Amerika’da yaşayan Hopiler de bir yıkımdan bahsediyor. Arizona eyaletinde yaşayan Hopilere göre; çeşitli zaman dilimlerinden geçen dünyayı son bir yıkım beklemekte ve bu yıkımdan sonra en son olacak kıyamete kadar gelecek bir mutluluk süresi beklemektedir. Bu yıkımın 2000 yılı başında, nükleer bir savaş veya bir göktaşı düşmesiyle gerçekleşeceğine inanılır. Hopiler tam bir tarih vermezken Mayalar büyük yıkım için gün bile veriyor. Maya kutsal takviminin bitişi MS 22 Aralık 2012 olarak kabul ediliyor ve bu tarihte bu yıkım gerçekleşecek, yani dünya son bulacak.

Nostradamus’a göre

3. Dünya Savaşı 2076’da

Kâhinlerin en ünlüsü olarak tarihe geçen Nostradamus’a göre gerçekte kıyamet 3797 yılında kopacak. Bunu da Son Gün’ün gelip çatması , yeryüzü ve gökyüzünün yep yeni bir çehreye bürünmesi ölümün ölümsüzlüğe dönüştüğü dönem olarak belirtiliyor. Ancak Nostradamus’a göre bundan önce 3750 yılında 5. Dünya Savaşı çıkacak, 2106 yılında 4. Dünya Savaşı son bulup 1000 yıl gibi bir süre barış yaşanacak. 2076’da 3. Dünya Savaşı çıkacak ve bu savaş 25 yıl sürdükten sonra, savaş sonrasında çölleşmiş bir dünya meydana gelecek. 2050 yılında SS devleti tekrar kurulacak. Nostradamus 2000 yılında atomik bir saldırı sonucu Roma’nın yok olacağını, Avrupa ile İtalya arasında bir savaş başlayacağını bu savaştan İtalya’nın galip geleceğini haber veriyor. Nostradamus’un bu son kehaneti diğer bazı kehanetleri gibi gerçekleşmiş değil. Yine Yehova Şahitlerine göre kıyamet 2000’li yılların başında kopacak.

Diğer bir kâhin Edgar Cayce de 2000 yılı için pek iyimser değil. 2. Dünya Savaşı’nın başlangıç ve bitiş tarihlerini bilen ve uyuyan kâhin olarak isimlendirilen Edgar Cayce’ye göre 21. yüzyılda kutuplar yer değiştirecek, yeni karalar ortaya çıkacak. Kızıl Çin’le Rusya’nın da birleşeceğini haber veren Cayce’ye göre aynı zamanda 21. yüzyıl barış ve sevgi getirecek.

Herkes Mesih bekliyor

2000’li yıllar için söylenen en önemli kehanetlerden birisi de Mesih’in geleceği ile ilgili. Hemen her dindeki insanların Mesih’in geleceği inancı 2000 yılı itibariyle iyiden iyiye alevlenmiş durumda. Hatta Yahudi bir tarikat Ölü Deniz civarındaki tepelerde Mesih’in geleceğini bekliyor. Bu tarikat 2000 yılı ile birlikte beklentisini iyice arttırmış durumda. Hopi Kehaneti ise bir Mesih yerine iki kurtarıcı kardeşin 2000 yılının ilk çeyreğinde yeryüzüne geleceğini ileri sürüyor. Yahudi kökenli ve İncil’den etkilenerek oluşmuş Mesih beklentisi tüm dünyayı sarmış. Bazı gruplar Mesih beklentisinde aşırıya giderek bu kurtarıcıyı bekliyor. Gelecek olan Mesih’in ise Hz. İsa olduğu yönündeki görüşler ağırlık kazanıyor. Hz. İsa gelecek diye uzun yıllar Mesih bekleyen marjinal gruplar “Şam’daki Beyaz Minare’nin altına inecek” diye, Hz İsa için her cuma caminin avlusuna bir at çekip bekliyorlar. Mesih beklentisi Müslüman olan bazı gruplarda da karşımıza çıkıyor. Ancak genel olarak Müslümanlarda Mesih inancı yerini Mehdiliğe bırakıyor. Yani müjdelenmiş kurtarıcı olacak şahıs. Bu yüzdendir ki; özellikle Türkiye’de birçok dini cemaat Mehdi’nin kendi içlerinden çıkacağını hatta daha ileri giderek Mehdi’nin kendi liderlerinin olduğunu söylemişlerdir. Mehdi için söylenen zaman ise tıpkı Mesih’teki gibi 2000’li yıllar. Bu yüzden kendisini Mehdi ilan edip piyasada dolaşan birçok meczup bulunuyor. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Güç; İslam’da kehanetin olmadığını belirterek: “Gaipten haber verme İslam’da kabul görür şey değildir. Rüya ya da sadece peygamberlere gönderilen vahiyler sonucunda gelecek ile ilgili yorumlar yapılabilir. Sıkıntılar artınca da insanlar mecburen kehanetler inanmak zorunda kalmışlar. Bu yüzden bir çok kişi kendisini Mesih veya Mehdi ilan ediyor” şeklinde konuşuyor.

Türkiye süper güç

olacak mı?

Dünya’nın genelini ilgilendiren kehanetlerin yanısıra Türkiye’yi birebir ilgilendiren kehanetler de var. Mehdi inancı doğrultusunda Türkiye’de birçok cemaat Mehdi’nin Türkiye’den çıkacağını ileri sürüyor. Yeni milenyumda çıkacak olan Mehdi’nin başta Türkiye olmak üzere tüm dünyayı kurtarması bekleniyor. Türkiye kehanetlere göre siyaset, sosyal hayat, spor ve sanat alanlarında da birtakım değişiklikler yaşayacak. Ancak kim tarafından ortaya atıldığı bilinmeyen ve Türkiye’de büyük çoğunluğa hakim olan bir inanca göre Türkiye 2000’li yıllarda süper güç olacak. Ortalıkta dolaşan kahenetlere göre, Türkiye 2040’li yıllarda dünyada kendisinden bahsettirecek, 2050 yılında ise dünyadaki tek süper güç olarak kabul edilecek. Yine kehanete göre Türkiye’nin süper güç olma aşamasında diğer Türk devletlerinin de Türkiye’ye tâbi olması sözkonusu olacak. Burada varılmak istenen Osmanlı ruhunun tekrar yeşereceği. Yani aynı kaynağa göre Türkiye önümüzdeki 10 yıl içinde kendi eksikliklerini tamamladıktan sonra Avrupa Birliğine girebilecek. Türkiye’yi önümüzdeki 2 yıl içinde bir takım değişiklikler de bekliyor. Kehanetlere göre Türkiye’de 2001’de erken seçim aşamasına gidilecek ve 2002 yılında ise seçim yapılacak. Mehmet Memiş (Medyum Memiş) cinler ile yaptığı istişare sonucunda bu yargılara ulaştığını söylüyor. Yine Memiş’e göre Türkiye’de önümüzdeki iki yılda ekonomik olarak sıkıntılar devam edecek. Ancak Türkiye’de 17 Ağustos’ta yaşanan deprem gibi büyük felaketlerin olmayacağını söylüyor. Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içinde sanat alanında büyük değişiklikler ve başarılar olmayacağı belirtilirken spor alanında özellikle futbolda başırların devam edeceği dile getiriliyor. Memiş, Galatasaray Futbol Takımı’nın 2001’de de dünyada kendisinden bahsettirecek başarılara imza atacağını söylüyor.

Memiş her ne kadar kehanetler ortaya atılırsa da insanın şer olan olayları hayıra çevirmesinin mümükün olabileceğini iddia ederek şöyle konuşuyor: “İnsan şer karşısında dua ederse ve Allah da bu duaları kabul ederse şerler hayra dönüşebilir. Kehanetler illa da gerçekleşecek denilemez”. Ekonomi Uzmanı Doç. Dr. Kamil Uslu ise, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde ekonomik yönden sanıldığı kadar kötüye gitmeyeceğini belirtiyor: “Türkiye önümdeki yıllarda daha da iyiye gidecek. Dengeler sağlanacak, oluşan olumsuzluklar yeni yılın başında aşılacak. Yeni gelişmekte olan ülkemizde enflasyonda da ciddi bir düşüş bekleniyor” şeklinde konuşuyor.

Milenyum 2001’de başlar

Tıpkı kâhinlerin ortaya attığı kehanetler gibi, yaşadığımız dönemin tarihi de tartışılıyor. Kâhinler başka başka takvimlerden faydalanarak ortaya attıkları kehanetlerinin gerçekleşmesi tarihi birbirini tutmuyor. Her kâhine göre dünya değişik tarihlerde yok olacak. Gnümüzde tartışılan konu ise yeni milenyumun 2000 yılında mı , yoksa 2001 yılında mı başladığı. Kullandığımız miladi takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor.

Mısır’da eskiden beri kullanılan Güneş Takvimi Roma İmparatoru Julyen tarafından 360 günden 365 güne çevirilip düzeltmeler yapılıyor. Böylece miladi takvimin ilk şekli ortaya çıkıyor. Daha sonra Jülyen Takvimi Mart’ta başlayan yeni yıl, 500. yılında Aziz Jean’dan dolayı 1 Ocak tarihine alınır. Gregor tarafından Ocak ayına alınan miladi takvim son ve gerçek şeklini almış olur. Yani biz bugün bu takvimi kullanıyoruz. Ve bu takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor, başka bir deyişle yeni milenyum 2000’de değil 2001 tarihinde sayılmaya başlanıyor. Hz. İsa’nın doğumunu baz alan takvimler ise miladi takvime göre çok daha ileride. Hz. İsa’nın doğumun baz alan hesaplamalara göre şuanda 2005 yılı yaşanıyor. Hicri takvime göre hesaplama yapanlara göre ise 2000 yılı için daha bayağı bir zaman var. Hicri takvim ise şu anda 1421 tarihini gösteriyor.

Dünyada ve Türkiye’de söylenen kehanetlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmez ama yeni milenyumun tüm insanlar için hayırlar getirmesi hepimizin temennisi.

2000 kehanetleri fos çıktı

Nostradamus göre 3—4 Temmuz 1999 tarihinde kıyamet kopacaktı

Nostradamus göre 1999 yılının yedinci ayında gökyüzünden Deccal inecek, yeni yüzyıl yaklaşırken salgın, açlık, askeri terör kol gezecekti.

1893’de Thomas De Witt Talmage tarafından söylenen; “Yaşam kalitesi o kadar artacak ki, 150 yıl yaşamak artık sıradan bir hadiseye dönüşecek”(ti).

Yine Talmage göre, “Yüzyılın sonunda kârın işveren ve çalışan arasında paylaşılması prensibiyle büyük şirketlerin ve iş dünyasının çıkarları büyük bir uyum içinde işleyecek”(ti).

1927 yılında ortaya atılmış; “Nükleer zeplinler gökyüzünde saatte 550 km hızla yol alacak!”

1940’ta, “uyuyan kâhin” Edgar Cayce tarafından ileri sürülmüş; Çin, güçlü bir demokrasiye sahip dindar Hıristiyan ülkesi olacak. Rusya, dindarların kıblesi olacak. ABD’de siyah—beyaz gerginliği çatışmalara neden olacak, yoksullar zenginlere karşı ayaklanacak.

1940’ta söylenmiş; “Binlerce km. uzaklıktaki insanlar ve maddeler, elektrik devrelerinin iki ucundaki kameralar aracılığı ile birbirine bağlanacak”(tı).

1966’da şöylenmiş bir kehanete göre; 2000’de makinalar o kadar çok üretecek ki, ABD’de herkes tek başına zengin olacak.

1967 yılında söylenmiş; Aya koloni kurulacak, insanoğlu Mars’a ayak basmış olacak, gökyüzü insanın kontrolüne geçecek.

1975’de söylenmiş; “Gökyüzünde tekerleksiz arabalar uçacak, böylece tekerleğin sonu gelmiş olacak”(tı).

1982’de söylenmiş; “Haftalık çalışma süresi azalacak. 2000’de 25 saat olacak. İki üç kişinin aynı işi yapması vardiyalar sayesinde çalışma saatleri esneklik kazanacak”(tı).

1900’da söylenmiş; “Savaşlar, tıpkı gladyatörler gibi demode olacak. Savaş bu yüzyılda varlığını koruyamayacak kadar gereksiz, aptalca ve medeniyet dışı olacak”(tı).

1900’de söylenmiş; 100 yıl sonra torunlarımızın torunları, Noel yemeğinde büyük elma büyüklüğünde çilek yiyecek.

Doç. Dr. Engin Beksaç (Sakarya

Üniversitesi Öğretim Üyesi):

Her bin yılın

bir kehaneti var

Kehanetler İnsanoğulunun varlığından beri var. Hangi tarihe bakarsanız bakın, hangi toplumu incelerseniz inceleyin kehanetler karşınıza çıkıyor. İlkel kabilelerden, modern topluluklarda bile bir kehanet inancı var ve insanlar bu güçten her zaman korkmuşlardır. Yaşanır veya yaşanmaz burası tartışılacak bir durum ama bu anlayış gelmiş ve gelecek tüm dünya topluluklarında var. Her bin yılda bir kehanet uydurulmuş, her bin yılda özellikle kıyamet ile ilgili kehanetler uydurulmuş.

Arif Arslan (Kehanet Kitabının yazarı):

Gaybı Allah bilir

Kur’an’da bilinmez denilen ve Allah’tan başkasının bilmediği gayb, mutlak gaybdır. Yani kişinin kazancı, kaderi, eceli, rızkı, yağmurun ne zaman yağacağı ve rahimlerde olanın durumu ile birlikte daha pek çok konuya ait gayb hükümleri, sadece Allah tarafından bilinen gaybdır. Mesela, yüzyıllardan beri üzerinde olduğumuz fay hattının ne zaman ateşleneceği bilinmeyen gayb hükümlerindendi. Nitekim bilemedik ve 17 Ağustos 1999 günü saat 03:03’de ateşlendi. Neden o geceydi, buna sebep neydi? Bu bizim için gizlidir, gizli kalacaktır. Yapılan yorumların tamamı tahminden öte geçmeyen şeylerdir. Kesin olarak bu iş şundan oldu diyecek hiç kimse yoktur. Yoksa bugün olmasa bile yarın depremi önceden keşfedebilecek aletler de bulunabilir. En azından birkaç dakika önce bu tespit edilebilir. Çünkü ilim bu tür konuları çözebilir. Bunlar gayb aleminden emir alemine çıktıktan sonra belli emarelerle anlaşılabilir.

MESİH DECCAL SESSİZCE GÖREVİNE BAŞLADI

Kıyametten önceki son dönem olan Ahir Zaman’da Mesih Deccal’in ortaya çıkıp insanları din ahlakından uzaklaştıracağı, yeryüzünde büyük kargaşaya ve zulme neden olacağı pek çok güvenilir hadisle bildirilmiştir.

Mesih Deccal, insanları kendi sistemine inandırmak için karışıklığı ve katliamları olması gereken bir gelişme gibi göstermekte ve bu uğurda, hiç bir günahı olmayan suçsuz çocukların dahi öldürülmesini teşvik etmektedir.

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde “Allah Hz. Adem’i yaratmış olduğu günden bu yana, Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır.” 1 sözleriyle Deccal’in fitnesinin büyüklüğüne dikkat çekmiş ve tüm insanları bu tehlikeye karşı uyarmıştır. Bir başka hadiste ise “Allah’ın gönderdiği her peygamber ümmetini Deccal ile uyardı” 2 sözleriyle Deccal’in fitnesinin yalnızca Müslümanlar için değil tüm insanlar için büyük bir tehlike olduğuna işaret edilmiştir.

Peygamberimiz (sav)’in, hadislerinde Deccal’in çıkış alametleri olduğunu bildirdiği olayların birbiri ardınca gerçekleşmiş olmasından ise, Mesih Deccal’in ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Dünya üzerinde yaşanan pek çok olay, Peygamberimiz (sav)’in ve İslam alimlerinin, Mesih Deccal’in ortaya çıkacağı tarih ve yapacağı faaliyetler hakkında verdikleri bilgilerle tam olarak mutabıktır. Büyük İslam alimi Said Nursi “…Deccal, büyük bir baskı ve büyük bir zulüm ve büyük bir şiddet ve dehşet ile hak ettiklerinden büyük bir iktidar görünür.”3 (Şualar 469) sözleriyle Deccal’in gücünün ve iktidarının şiddete ve baskıya dayalı olduğunu bildirmektedir. Son zamanlarda yeryüzünde artan şiddet, anarşi ve kargaşa, katliamlar ve işkenceler, devlet ve örgüt terörleri ise Deccal’in faaliyet halinde olduğunu ve tüm bunları yönettiğini göstermektedir.

Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, Deccal’in insanları iyilikten uzaklaştırabilmek için her yola başvuracağı, çeşitli hile ve aldatmacalarla geniş kitleleri etkisi altına alacağı bildirilmektedir. Deccal’in bu yolla insanları kendi idealleri doğrultusunda istediği gibi yönlendireceği “Deccal’in tabileri (ona uyanlar) çoktur. Kendisine birçok kimse iltihak eder (katılır).” 4 hadisiyle haber verilmiştir.

Deccal bu amacına ulaşabilmek için inkarı benimseyen kitleler kadar iman sahibi insanları da aldatmaya çalışacaktır. Deccal’in, verdiği telkinler ve kullandığı taktiklerle bir kısım zayıf imanlı insanları kandırmayı başaracağı ve bu yolla çevresine taraftar toplayacağı hadislerde şöyle bildirilmektedir:

Her kim Deccal’in çıktığını işitirse ondan uzaklaşsın. Allah’a yemin olsun ki kişi kendini mümin zannederek (kendine güven içerisinde) onun yanına gider ve Deccal’in şüphelendirmesiyle onu takip eder.5

Deccal’in çıktığını işittiğinizde ondan kaçınız. Çünkü bir adam onu reddetmek niyetiyle yanına gelir, fakat ona tabi olup kalır. Zira Deccal ile beraber kalpleri vesveselendiren çok şeyler vardır.6

Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in bu amaçla üç İlahi dinin mensupları olan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlara farklı metodlarla yaklaşacağı ve onları birbirlerine düşürerek yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk çıkarmaya çalışacağına işaret edilmektedir. Hadislerde Deccal’in bu fitnesi sonucunda yeryüzününün büyük bir savaş alanına döneceği, kan dökmenin, ölümlerin alabildiğine artacağı bildirilmekte; Deccal’in hedef almayacağı hiçbir yer kalmayacağı haber verilmektedir:

… (O sırada) fitneler, karışıklıklar, ihtilaller çok olur da insanlar birbirlerini öldürürler. İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar. İşte öyle sıkıntılı bir zamanda … mel’un (lanetlenmiş) Deccal… çıkar…7

…. (Deccal) kayalık bir mevkiden çıkacaktır da, sağ tarafa ve sol tarafa (yani her tarafa ordular göndermek suretiyle) en süratli şekilde şiddetli fesatlar yapacaktır.8

Hiçbir belde yoktur ki onu Deccal orduları çiğnemeyecek olsun.9

Deccal anarşi, terör, şiddet, savaş ve kan dökmeyi kendince makul gösterebilmek için bazı inananları da, bu felaketlerin ahir zamanda mutlaka yaşanması gerektiği yalanıyla aldatmaya çalışır. Deccal’in bu oyununa göre, ahir zamanda beklenen müjdeli gelişmelerin gerçekleşebilmesi için, bunun öncesinde medeniyetlerin birbirine düşman olup yeryüzünde büyük bir savaş yaşanması gerekmektedir. Bu yanılgıya göre ahir zamanda gelmesi beklenen Mesih’in ortaya çıkışından önce Yahudilerin ve onlara destek olan bir kısım Hıristiyanların bir yanda, Müslümanların ve Katoliklerin ise diğer tarafta yer aldığı “Armagedon” adı verilen büyük bir savaş yaşanmalıdır. Deccal’in telkinlerine göre “yedi yıl sürecek bir felaket döneminin yaşanması; bu dönemde Yahudilerin ve diğer iman edenlerin zulüm görmesi; ve Armagedon savaşıyla birlikte Yahudilerin üçte ikisinin ölmesi ve İsrail topraklarının harap olması” gerekmektedir. Deccal, kutsal metinler üzerinde yaptığı aslı olmayan birtakım mecazi yorumlarla Hıristiyanları ve Yahudileri Mesih’in ancak tüm bu şartlar oluştuğunda yeryüzüne geleceğine inandırmaya çalışmaktadır. Deccal’in Hıristiyanlara telkin ettiği bu inanca göre, Hz. İsa’nın önderliğinde bu savaşı kazanacak olan Yahudiler, Hz. İsa’ya tabi olacak ve Hıristiyanlığa dönüş yapacaklardır.

Deccal bazı Hıristiyan gruplarını Hz. İsa’nın gelmesi için pek çok önşart oluşması gerektiğine inandırarak büyük bir karmaşaya sürüklemeye çalışmaktadır. Oysa ki ortada karmaşık olan hiçbir şey yoktur: “Deccaliyet Allah inancının olmamasıdır. Allah inancının olması da Mesihiyettir”. Hz. İsa’nın gelişi Allah’ın bir mucizesidir. Ancak bu, öncesinde karmaşa oluşmasını gerektirecek bir konu değildir. Allah tarih boyunca elçilerini pek çok mucizelerle desteklemiştir. Allah hayatın her anında insanlara pek çok yaratılış mucizesi de göstermektedir. Evrenin mükemmel dengesi, hücredeki olağanüstü kompleks yapı, hayvanlardaki ve bitkilerdeki harikalıklar, insan vücudunun kusursuz işleyişi gibi özelliklerin her biri çok büyük birer mucizedir. Allah, iman edenlerin imanlarının pekişmesi için pek çok güzellik yaratmaktadır. Hz. İsa’nın gelişi de yine Allah’ın iman coşkusu için yarattığı bir güzellik ve bir iman hediyesidir. Allah, takdir ettiği zaman geldiğinde Hz. İsa’yı tüm insanlığa gösterecektir. Böyle bir güzelliği, pek çok önşart ile karmaşaya sürüklemenin Deccal’in şeytani planının bir parçası olduğu görülmeli ve bu tuzağa karşı dikkatli olunmalıdır.

Mesih Deccal Ortadoğu’da Karmaşa İstiyor…

Deccal bu yolla Hıristiyanları Hz. İsa’nın gelişine kadar, dünyada bir savaş, kargaşa ve anarşi ortamı olması gerektiğine inandırmaya çalışmaktadır. Irak savaşının da, oluşmasını bekledikleri bu kıyamet alametlerinde anahtar bir rol üstlendiği fikrini benimsetmektedir. Etkisi altına aldığı insanlara, Mesih’in gelişinden önce barışı vaaz etmenin sözde bir delalet, kutsal kitapların sözüne karşı gelmek ve hatta Deccallik olacağına inandırmakta, bu yolla Ortadoğu’da gerilimin düşürülmemesi gerektiğine ikna etmektedir.10 Bu doğrultuda savaş karşıtı ülkeleri ve barış hareketlerini Deccal hareketi olarak göstermekte, Mesih gelene kadar asla barış olmaması için bölgedeki savaş ortamının mutlaka sürmesini sağlamayı amaçlamaktadır.

Bazı Ortadoğu ülkelerinde eğitim eksikliğinden, demokrasi kültürünün tam anlamıyla gelişmemiş olmasından kaynaklanan birtakım sorunlar yaşandığı açıktır. Ancak bu sorunların giderilmesinin yolu hiçbir zaman savaşmak ve şiddete başvurmak olmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, savaş her zaman her iki tarafa da kayıp ve yıkım getirmektedir. Nitekim Irak Savaşı’nda da olduğu gibi, pek çok Iraklı masum hayatını kaybetmekte, yakınlarını yitirmekte veya sakat kalmaktadır. Aynı şekilde bu bölgede bulunan pek çok yabancı asker de ölmektedir. Her biri eğitimli, kültürlü gençlerden oluşan bu askerlerin kaybedilmesi hem aileleri hem de ülkelerinin geleceği açısından önemli bir kayıptır. Oysa ki her iki tarafın da, hiçbir maddi ve manevi zarara ve can kaybına uğramadan çözüm elde edilmesi çok kolaydır. Allah’ın emrettiği ahlakın gereği olan sevgi, hoşgörü ve adalet anlayışı yaşanırsa her türlü sorun barışçıl yöntemlerle çözülebilecek ve kolaylıkla uzlaşı sağlanabilecektir.

Ortadoğu’nun pek çok bölgesi Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar için kutsaldır. Bu beldeler zaten Hıristiyan ve Yahudilerin de atalarının topraklarıdır. Müslümanların sevip saydığı tüm peygamberler bu topraklarda yaşamış, bu beldede tebliğ yapmışlardır. Hepimiz için değerli ve kutsal olan bu topraklar çok geniştir; üç İlahi dinin mensupları da bu topraklarda dilediği gibi yerleşebilmeli, ibadetlerini özgürce yerine getirebilmeli, ticaretini yapabilmeli, huzur ve barış içinde birarada yaşayabilmelidir. Başta petrol olmak üzere bölgenin sahip olduğu yeraltı zenginlikleri de tüm halkların eşit olarak faydalanacağı şekilde değerlendirilebilir. Bunun için ise barış ve huzur ortamının olması şarttır. Bölgenin ihtiyacı toplumların sanat, tıp ve bilimsel açıdan ilerlemesi, temel insan haklarını ve bireysel hakları koruyan bir ortam oluşturulması, demokrasi anlayışının tam anlamıyla yerleşmesidir. Buna bağlı olarak ekonomik kalkınmanın sağlanması önemlidir. Ancak tüm bunlar için ayrılabilecek maddi olanakların askeri giderlere ve silahlara harcanması büyük bir kayıptır. Bunun için samimi iman edenlerin ittifak etmesi, mevcut imkanların savaşmak için değil, bu ittifakın sağlanması için kullanılması gerekmektedir.

Bölgedeki bu gibi sorunlar temelde din ahlakının tam anlamıyla yaşanmamasından ve materyalizm, ateizm gibi Deccal’in desteklediği dinsiz ideolojilerin etkisinden kaynaklanmaktadır. Ancak elbetteki bu, yalnız Ortadoğu’ya has bir sorun değildir. Dünyanın pek çok bölgesinde insanların din ahlakından uzaklaşması nedeniyle ahlaki dejenarasyon, seri cinayetler ve çeşitli sapkınlıklar yaygın olarak görülmektedir. Samimi iman edenlerin, din ahlakı dışındaki söz konusu bu uygulamaların ortadan kalkması için ciddi bir çaba göstermesi gerekmektedir. Ancak elbette Deccal bu durumun tüm dünyada yaygınlaşmasını isteyecek, savaş ve terör ortamının sürdürülebilmesi için çeşitli taktiklerle ve sinsi planlarla ortaya çıkacaktır.

Hıristiyanlar Mesih Deccal’in Oyununa Karşı Dikkatli Olmalıdırlar

Hıristiyanların ve Yahudilerin Deccal’in tüm bu tuzaklarına karşı dikkatli olmaları gerekmektedir, çünkü Deccal bunları sanki dini birer hüküm gibi göstermeye çalışacaktır. Deccal, İncil’e tabi olan samimi Hıristiyanlara oyun oynayarak, onları kendi kutsal kitaplarına muhalif olacak şekilde sapkın bir ideolojiye sürüklemeye çalışmaktadır. İncil’in öğretilerini hiçe saydırarak, kendi sapkın fikirlerini onlara doğru ve meşru göstermek istemektedir. Gerçekte ise Allah adına ortaya çıkarak hakkı batıl, batılı ise hak olarak göstererek büyük bir oyun oynamaktadır. Onları din adına, iyilik adına hareket ettiklerine inandırmakta ve Allah’ın adını kullanarak onları kötülüğe teşvik etmektedir. Kuran’da Deccal’in bu yöntemine karşı insanlar “…Aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır Suresi, 5) ayetiyle uyarılmışlardır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde ise Deccal’in insanlara iyiyi kötü, kötüyü ise iyi göstererek aldatacağı şöyle haber verilmiştir:

“Şüphesiz beraberinde bir cennet ve bir cehennem (diye isimlendirdiği iki ırmak) bulunması da onun fitnesidir. Aslında cehennemi bir cennet olup, cenneti de bir cehennemdir.” 11

Sonra Deccal çıkacak, beraberinde bir ırmak ve bir ateş bulunacaktır. (Onu inkar edip) Ateşine düşenin sevabı vacip olacak, (ona iman edip) ırmağına düşenin ise günahı vacip olacaktır. 12

Deccal çıkar. Beraberinde su ve ateş vardır. İnsanların su olarak gördüğü yakıcı bir ateştir. İnsanların ateş olarak gördükleri de soğuk ve tatlı bir sudur…13

Deccal’in Mesih’in gelmesi için sözde kutsal kitaplara dayandırarak öne sürdüğü tüm şartlar, gerçekte Deccal’in yeryüzünde kötülüğü hakim kılabilmek için kurduğu bir tuzaktan ibarettir. Hadislerde “onun cenneti cehennem, cehennemi ise cennetir” benzetmesiyle bildirildiği gibi Deccal, herşeyi tersine çevirerek, güzel iyi ve doğru olanı onlara kötü göstermeye çalışmaktadır.

Deccal, Hıristiyanların karşısına hiç umulmadık bir vakitte ve hiç beklemedikleri hileli yöntemlerle çıkmıştır. Allah’ın adını kullanarak ve isteklerini kutsal nedenlere dayandırarak yaklaşması, onun gelişini çok daha farklı şartlarda bekleyen bir kısım Hıristiyanların aldanmasına sebep olmuştur. Deccal, yeryüzüne sevgi, barış ve huzurun hakim olmasını Deccallik olarak gösterip, asıl Deccaliyet olan kendi fikir sistemini ise inandıkları dinin bir gereği olarak göstererek Hıristiyanlardan da bir topluluğu etkisi altına almaya çalışmaktadır. Onlara “Hz. İsa’ya itaat edin” ya da “İncil’de böyle buyruluyor” diyerek, yaptırmak istediklerini çok makul gibi göstererek yaklaşmaktadır. Asıl hedefi ise, ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa’ya karşı mücadelesinde, istediği gibi yönlendirebileceği geniş kitleler oluşturmaktır. Bu yolla toplumları birbirine düşürerek tüm dünyayı büyük bir kaos, karmaşa, bozgun ve helaka sürüklemeyi amaçlamaktadır.

Huzuru, kurtuluşu, barışı, Ortadoğu’nun huzura kavuşmasını kutsal kitaplara karşı yapılan Deccali bir hareket olarak göstermekte; kan dökülmesini, hiçbir suçu olmayan masum insanların, zavallı kadınların, çocukların acımasızca öldürülmesini, bölgeye amansız bir dehşet saçılmasını ise onlara adeta sözde kutsal bir ibadet gibi sunmaktadır. Kendileriyle aynı kitaba inanan, kendileri gibi Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul eden, aynı ibadetleri yerine getiren Katolikleri ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak göstermektedir. Aynı şekilde kendileri gibi Allah’a inanan, aynı peygamberleri sevip sayan, aynı ahlaki prensiplere sahip olan, Hz. İsa’nın gelişini aynı şekilde büyük bir heyecanla bekleyen Müslümanları da mücadele edilmesi gereken bir topluluk olarak göstermektedir.

Oysa ki Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar birbirlerine düşman değildirler; aksine Deccal’in desteklediği ateizme ve din düşmanlığına karşı birbirlerinin müttefikidirler. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler, aynı şekilde Allah’a iman etmekte, aynı peygamberleri sevmekte ve saymaktadırlar. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa veya Hz. Davud Yahudiler için ne kadar önemli ise, Müslümanlar için de en az o kadar önemlidir. Aynı şekilde Hz. İsa Hıristiyanlar için ne kadar önemliyse, Müslümanlar için de o kadar kıymetli ve kutsaldır. Tüm İslam alemi bindört yüz senedir bu kutlu peygamberin yeryüzüne ikinci kez gelişinin müjdesini vermekte ve büyük bir heyecanla bu tarihi olaya hazırlık yapmaktadır. Bunun yanı sıra Yahudilerin ve Müslümanların üzerinde yaşadıkları ve Allah’a hizmet ettikleri topraklar, Yahudiler için ne kadar kutsal ise, Müslümanlar için de en az o kadar kutsald?r. O halde savaş, karmaşa ve anarşi ortamı olması ve tüm ilahi dinlerin mensupları için kutsal olan topraklarda kan dökülmesi için meşru hiçbir sebep yoktur. Bu konuyu çok akılcı bir şekilde düşünmek gerekmektedir: Barış ve huzur içerisinde yaşamak neden Deccallik olsun? Neden Mesih’in gelebilmesi için yılarca yeryüzünde korku ve dehşet hakim olması, felaketler yaşanması gereksin? Neden Mesih gelene kadar barış olmasın, savaş sürdürülmeye çalışılsın? Yahudilerin üçte ikisi niye ölsün, neden aynı dine inanan insanlar birbirlerine düşman olup savaş açsın? Katolikler ve Müslümanlar neden Yahudilerin ve Hıristiyanların düşmanı olsun? Hıristiyan, Yahudi ya da Müslüman masum çocuklar neden haksız yere öldürülsün?

Bunların hiçbiri için hiçbir makul gerekçe yoktur. Deccal huzuru, kurtuluşu, barışı, kardeşliği, sevgiyi, şevkati, merhameti insanlara Deccali hareketler olarak göstermektedir. Bu yolla Yahudileri, Hıristiyanları ve Müslümanları birbirlerine düşürerek hedefine ulaşmaya çalışmaktadır.

Hıristiyanların dindar olmaları, Allah’tan korkmaları, peygamberleri, Hz. İsa’yı içten bir bağlılık ve büyük bir sevgiyle sevmeleri ve yeryüzüne ikinci kez gelişine hazırlık yapmaları çok güzel bir nimettir. Ama bu konuda Deccal’in oyununa gelmemeleri de son derece önemlidir. Milyonlarca Hıristiyanı körükörüne inandırmaya çalıştığı ve Hz. İsa’nın gelebilmesi için mutlaka oluşması gerektiğini öne sürdüğü şartlardan her biri, gerçekte Deccal’in insanlığı müthiş bir bozulma ve hüsrana sürükleyebilmek için kurduğu tuzaklardan ibarettir. Bu şekilde çok geniş bir kitleyi etkisi altına alarak terörü, şiddeti, anarşiyi adeta kilitleyecek bir sistem oluşturmayı hedeflemektedir.

Tüm Hıristiyanların, bu durumun Deccal’in bir oyunu olduğunu açıkça görmeleri ve bu büyük tehlikeye karşı Allah’ın gösterdiği yola uyarak ve din ahlakının gereğine uygun şekilde karşılık vermeleri gerekmektedir. Deccal’in insanları bu gibi metodlarla aldatacağı, tüm peygamberler tarafından yaşadıkları toplumlara tebliğ edilmiştir. Yapabileceği en şeytani kandırma yöntemi zaten bu şekilde Allah ve din adına ortaya çıkarak, samimi dindarları etkilemeye ve birbirlerine düşürmeye çalışması olacaktır. Deccal’in bu bilgiler doğrultusunda değerlendirilmesi ve bu yönde kuracağı tuzaklara karşı uyanık olunması gerekmektedir.

Deccal’in Bu Telkinleri, Tevrat ve İncil ile Çelişmektedir

Deccal’in Eski Ahit’e bazı anlamlar yükleyerek, Müslümanlar ve Katolikler ile Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında bir savaş yaşanması, şiddet ve gerilim ortamının ayakta tutulması ve barışın engellenmesi gerektiği şeklindeki telkinleri, hem Yeni Ahit hem de Eski Ahit ile tümüyle çelişmektedir. Bu çarpık anlayış, Hz. İsa’nın Hıristiyanlara öğretmiş olduğu ahlaka tamamen terstir. Hıristiyanlığın temelinde sevgi, barış ve hoşgörü vardır. Matta İncili’nde Hz. İsa’nın öğrencilerine “düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin” (Matta 5/44) dediği yazılıdır. Luka İncili’nde ise, Hz. İsa’nın “bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir” (Luka, 6/29) dediği bildirilir. Yeni Ahit’in hiçbir yerinde şiddeti meşrulaştıran hüküm bulunmamaktadır; masum insanların katledilmesi yönünde bir düşünceye ise kesinlikle yer yoktur. Hıristiyanlık bir sevgi ve barış dinidir. İncil’de Hıristiyanlara düşmanlarını bile sevmeleri, tüm insanlara iyilik yapmaları, kötülüğe karşı iyilikle cevap vermeleri emredilmiştir. İncil’e bakıldığında Hz. İsa’nın insanlara hep sevgi, barış ve dostluk tavsiye ettiği görülmektedir:

“… Sakın kimse kötülüğe kötülükle karşılık vermesin. Birbiriniz ve tüm insanlar için her zaman iyiliği amaç edinin.” (Pavlus’un Selaniklilere 1. Mektubu, 5: 14-15)

… Kavgacı değil, uysal olsunlar. Tüm insanlara her zaman yumuşak davransınlar. (Pavlus’un Titus’a Mektubu, 3: 1-2)

Birbirinizi kardeşlik sevgisiyle, şefkatle sevin. Birbirinize saygı göstermekte yarışın. (Pavlus’un Romalılara Mektubu, 12: 10)

İncil açıklamalarında önemle üzerinde durulan bir başka konu ise ayrılıkların, çekişmelerin, husumetlerin ve çatışmaların ortadan kaldırılması ve ortak bir düşüncede birleşerek barışın ayakta tutulmasıdır:

… Hepiniz uyum içinde olun, aranızda bölünmeler olmadan aynı düşüncede ve aynı yargıda birleşin. (Pavlus’un Korintlilere Birinci Mektubu, 1: 10)

Herkesle barış içinde yaşamak için elinizden geleni yapın. Ey sevgililer, hiçbir zaman öç almayın… (Romal?lara Mektup, Bap 12, 18-20)

‘Komşunu sev, düşmanından nefret et’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. (Matta, Bap 5, 43-44)

Deccal’in şiddeti teşvik eden telkinleri, bazı Hıristiyanların kıyamet alametleri ile ilgili inançlarını dayandırdıkları Eski Ahit’le de çelişmektedir. “Kan dökenlerin telkinlerini dinlememek” ve “kötülük görmeye dayanamamak” (İşaya, Bap 33, 15) Tevrat’ta bildirilen hükümlerdir. Samimi olarak Allah’a iman eden Hıristiyanların ve Yahudilerin pek çok konuda yaşadıkları güzel ahlakı, kitaplarında yer alan bu hükümler konusunda da yaşamaları ve barışın savunucuları olmaları gerekmektedir. Tevrat’ta şiddetin ve zulmün kınandığı; barışın, sevginin, merhametin ve güzel ahlakın övüldüğü açıklamalardan bazıları şu şekildedir:

Hükümde haksızlık etmeyeceksiniz… komşunun kanuna karşı ayağa kalkmayacaksın… Öç almayacaksın ve kavminin oğullarına kin tutmayacaksın ve komşunu kendin gibi seveceksin… (Levililer, Bap 19, 15-18)

Kötülüğü değil, iyiliği arayın ki yaşayasınız, ve böylece Rab, orduların Allah’ı, dediğiniz gibi sizinle beraber olur. Kötülükten nefret edin ve iyiliği sevin ve kapıda hakkı pekiştirin… (Amos, Bap 5, 10-15)

Tevrat’ta bildirilen diğer bir hüküm ise “kan dökülmemesi ve salih insanların yurtlarına pusu kurulmaması”dır:

Allah’ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu memleketinin içinde suçsuz kan dökülmesin ve senin üzerine kan olmasın. (Tesniye, Bap 19, 10)

Ey kötü adam, salihin oturduğu yere karşı pusu kurma; onun yurdunu yıkma… Düşmanın yıkılınca sevinme, düştüğü zaman yüreğin mesrur (sevinçli) olmasın; yoksa Rab bunu görür… (Süleyman’ın Meselleri, Bap 24, 15-20)

İncil ve Tevrat her ne kadar sonradan tahrif edilmiş olsa da, içinde Kuran ile mutabık bazı hak hükümler de içermektedirler. Samimi olarak iman eden Hıristiyanlar ve Yahudiler, Eski ve Yeni Ahit’te yer alan bu açıklamaları göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler. Aksinin, kutsal kitaplarına ters düşmelerinin yanında, Deccal’in amacına hizmet etmek olacağını görmeleri gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Deccal’in Ortadoğu’da ve tüm dünyada kan dökmek için yaptığı eylemlere, ancak güzel ahlakın savunuculuğunu yaparak engel olunabilecektir.

Müslümanlar da Deccal’in Oyununa Karşı Dikkatli Olmalıdırlar

Deccal, Hıristiyanlara oynamak istediği oyunun bir benzerini Müslümlanlara da uygulamaya çalışmakta; yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgun çıkarabilmek için onları da etkisi altına almak istemektedir. Müslümanları da aldatarak, bu ortam içerisinde kendilerine yöneltilen şiddete şiddetle karşılık vermelerini teşvik etmekte ve böylece şeytanın kan dökme arzusunu yerine getirmek istemektedir. Diğer yandan Müslümanların kendi aralarında da terörü teşvik ederek onları kendi içlerinde de birbirlerine düşürmeye çabalamaktadır. Böylece korku ve dehşet ortamını giderek tırmandırmayı, masum insanların kanını dökerek yeryüzünü kendi ahlakını hakim edebileceği bir fitne ortamına çevirmeyi hedeflemektedir.

Büyük İslam alimi Bediiüzzaman Said Nursi tüm Müslümanları bu tehlikeye karşı uyarmış, Deccal’in İslam dünyasını baskı altına alacağını, salih Müslümanlara zor ve çetin günler yaşatacağını haber vermiştir:

Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları (zarar veren dehşetli şahısları) … beşerin hırs ve şikakından (ikiyüzlülüğünden) istifade ederek az bir kuvvetle nev-i beşeri (insanları) herc-ü merc (darmadağın) eder ve koca Alem-i İslamı (İslam alemini) esaret altına alır.14

Samimi iman sahibi Müslümanlar bu tehlikeyi görmeli ve Deccal’in oyununa gelmemelidirler. Herşeyden önce “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4) ayeti gereği kendi aralarında sarsılmaz bir birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmelidirler. Bu konuda, yaşadığı dönemde müşriklerle dahi anlaşma yoluna giden Peygamberimiz (sav)’in ahlakını kendilerine örnek almalı; ihtilaftan, çekişmeden titizlikle kaçınmalıdırlar. Nitekim Peygamberimiz (sav), müminlerin birbirlerine düşmeleri durumunda, Deccal’in etkisi altına girebileceklerini hatırlatarak Müslümanları böyle bir tehlikeye karşı uyarmıştır:

O günlerde araları bozuk olan müminler Deccal’in hedefi olmaktan kurtulamazlar.15

Peygamberimiz (sav)’in bu sözünden Deccal’in fitnesinden korunmak isteyen müminlerin, tüm Müslümanların kardeş olduğu bilinciyle hareket etmeleri gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Kuran’da da iman edenlerin birbirlerine destek olup dayanışmaları, aksi takdirde yeryüzünde büyük bir bozulma ve kargaşa olacağı bildirilmiştir:

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Müslümanlar kendi içlerinde olduğu gibi, Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı da Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde davranmalı, bu konuda da Deccal’in oyununa karşı dikkatli olmalıdırlar. Allah Kuran’ın pek çok ayetinde güzel ahlakın, iyiliğin, kötülüğe iyilikle karşılık vermenin önemini bildirmiş, Yahudilere ve Hıristiyanlara yani Kitap Ehli’ne karşı da, Müslümanların iyi niyet ve hoşgörü ile yaklaşmalarını buyurmuştur. Rabbimiz Kuran’da, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirmektedir. Müslümanlar Deccal’in bu yöndeki aldatmacalarına karşı da yine her zaman Kuran ayetlerine göre hareket etmeli, sabırlı, tevekküllü ve itidalli davranmalı, sevgiyle, şevkatle karşılık vermelidir. Allah Kuran’da müminlere kötülükle karşılaştıklarında dahi bu tavra iyilikle karşılık vermelerini şöyle bildirmiştir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

Bu konudaki en güzel örneklerden biri Peygamberimiz (sav)’in göstermiş olduğu güzel ahlaktır. Hz. Muhammed (sav), Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı her zaman son derece adil ve merhametli davranmış, İlahi dinlerin mensupları ile Müslümanlar arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturulmasını istemiştir. İslamiyet’in ilk yıllarında Mekkeli müşriklerin eziyet ve baskılarına maruz kalan Müslümanların bir kısmı Etiyopya’daki Hıristiyan Kral Necaşi’ye sığınarak Hıristiyanlarla dostluk ve barış içerisinde yaşamışlardır. Peygamberimiz (sav)’le birlikte Medine’ye göç eden müminler ise, Medine’de yaşayan Yahudilerle, sonraki tüm nesillere örnek olacak bir birarada yaşama modeli geliştirmişlerdir. İslam’ın yayılış döneminde de, Arabistan’daki Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına gösterilen tolerans, Müslümanların Kitap Ehli’ne karşı hoşgörü ve adaletinin önemli birer örneği olarak tarihe geçmiştir.

Medine Anlaşması’nın “Beni Avf Yahudileri, inananlarla birlikte bir ulus oluşturdular. Yahudilerin dini kendilerine, Müslümanların dini kendilerinedir” hükmüyle, Müslümanların Yahudilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri hoşgörünün temeli de yine Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır.

Müslümanların bu ahlakının bir başka örneği de Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın hoşgörüsüzlük ve baskıyla dolu olduğu bir dönemde, Musevi cemaatlerine gösterdiği büyük toleransla tarihe geçmiştir. Tarih boyunca Müslümanların bu ahlakları, Yahudilerin zorluk ve sıkıntı içinde oldukları çeşitli dönemlerde İslam topraklarına sığınmaları ile neticelenmiştir. İspanya’dan haksız yere sürülen Yahudilere, Osmanlı İmparatorluğu kapılarını açmış ve yurtlarından çıkarılan binlerce Yahudiyi Osmanlı barındırmıştır. İslam topraklarında, Yahudiler ve Müslümanlar birarada, huzur ve güvenlik içinde kardeşçe yıllar boyunca yaşamışlardır. Osmanlı tebası içindeki Museviler de, Devlet-i Ali’nin kendilerine gösterdiği toleransı her zaman minnetle anmışlardır.

Osmanlı yönetiminde aynı durum Hıristiyanlar için de söz konusu olmuştur. Hıristiyanlar da Osmanlı topraklarında hoşgörü, güvenlik ve özgürlük bulmuşlardır. 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana daimi bir çatışma ve kaos içinde kalmış olan Ortadoğu’da, Osmanlı yönetimi boyunca asırlar süren bir barış ve huzur ortamı kurulmuştur. Hıristiyanlar ve Yahudiler birbirlerinin dinlerini kabul etmemelerine rağmen, Osmanlı yönetiminin oluşturduğu bu hoşgörü ortamında karşılıklı diyalog ve uzlaşı içerisinde olmuşlardır. Osmanlı egemenliğinde Yahudiler sinagoglarında, Hıristiyanlar kiliselerinde, Müslümanlar da camilerinde Allah’a ibadet etmiş, üç dinin insanları barış içinde birarada yaşamışlardır.

Peygamberimiz (sav)’in ve Osmanlı yönetiminin Kitap Ehli’ne göstermiş olduğu güzel ahlak, hoşgörü ve barış anlayışı tüm Müslümanlara örnek olmalıdır. Allah’ın Kuran’da “Kitap Ehli’yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle bildirdiği gibi, “en güzel şekilde yapılacak bir mücadele”den asla taviz verilmemelidir. Aksinde Deccal’in istediği fitne ve kargaşa ortamının oluşacağı unutulmamalıdır. Müslümanların tüm bu esaslar üzerinde Kitap Ehli’ne saygı, sevgi ve anlayış ile yaklaşmaları ve yaşadıkları bu ahlak ile, onlara ayette bildirilen “ortak bir kelimede birleşme” çağrısını en güzel şekilde iletmeleri gerekmektedir:

De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. (Al-i İmran Suresi, 64)

Kuran ahlakının getirdiği bu sevgi ve hoşgörü anlayışıyla hareket edildiğinde, Deccal’in medeniyetleri birbirlerine düşürmeyi, kan dökmeyi ve tüm dünyayı büyük bir savaş alanına çevirmeyi hedefleyen oyunu Allah’ın izniyle bozulacaktır.

Sahte İsa: Mesih Deccal

Yazının başından bu yana anlatıldığı gibi Deccal, Hıristiyan toplumlarına Mesih’in ortaya çıkışı için suni birtakım kıyamet alametleri oluşturulmasını telkin etmekte ve bu suni alametleri gerçekleştirmeleri için onları teşvik etmektedir. Bu şartlar oluştuğunda ise Deccal, kurduğu sahte düzenin bir gereği olarak bu sefer de “Suni Mesih” iddiasını ortaya atacaktır. Hz. İsa’nın gelişinden önce pek çok sahte Mesih ortaya çıkacaktır ancak Mesih Deccal bunların en şiddetlisi olacaktır. Hadislerin işaretlerine göre Hıristiyanlar ve Yahudiler arasından etkisi altına aldığı birtakım gruplar bu olayı organize edecek ve Deccal’i insanlara Hz. İsa olarak sunacaklardır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in önce “peygamberlik”, bunun ardından da “sözde ilahlık” (Allah’ı tenzih ederiz) iddiasında bulunacağı şöyle haber verilmiştir:

(Deccal) Çıktığı zaman … herkes onu sahici bir mürşit sanıp peşine takılacak, sonra Küfe’ye gelince aynı şekilde çalışmalarını sürdürecek, derken peygamberlik iddia edecek… Bunu gören akıl sahibi kişiler ondan ayrılacaklar… Daha sonra uluhiyet (ilahlık) davasında bulunacak… Haşa “Ben Allah’ım” diyecek…. (Taberani bunu Sahabi olan b. Mu’temer’den böyle rivayet etmiştir.)16

O (Deccal) önce: “Ben bir peygamberim”, diyecektir. Halbuki benden sonra hiçbir peygamber yoktur. Sonra ikinci bir iddiada bulunarak: “Ben Rabbinizim” diyecektir. Halbuki siz ölünceye kadar Rabbinizi göremezsiniz…17

… Şeytanlar ona: “Ne istersen söyle, yapalım!” diyecekler. O da: “Haydi gidin, insanlara benim onların Rabbi olduğumu söyleyin!” deyip her birini bir tarafa salacak……18

İmam Şarani ise Deccal’in sözde ilahlık iddiasıyla milletleri etkisi altına alacağını şöyle haber vermiştir:

Deccal bir milletin yanına gelerek onları (kendi batıl yoluna) davet eder. O millet de Deccal(in ilah olduğun)a iman edip kendisine icabet ederler.19

Tüm bu bilgilerden Deccal’in insanlara kendisini önce yalnızca bir yol gösterici olarak tanıtacağı, sonrasında ise sözde Mesihliğini ve ardından ilahlığını (Allah’ı tenzih ederiz) ilan edeceği anlaşılmaktadır. Deccal, geniş kitleleri bu duruma ikna edebilmek için teknolojinin imkanlarından faydalanacak, en gelişmiş illüzyon hilelerini ve hipnoz yöntemlerini kullanacaktır. Bediiüzzaman Said Nursi Deccal’in başvuracağı bu yöntemleri sözlerinde şöyle haber vermiştir:

Büyük Deccal’in ispirtizma nevinden teshir edici (hipnotize edici) özellikleri bulunur… Sadece dünyayı maksad edinen bu münkir (inkarcı), mutlak inançsızlıktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata (kutsal değerlere) hücum eder. İşin hakikatini bilmeyen halk, bunu harikulade bir iktidar ve cesaret olarak görür.20

Bir başka sözünde ise Bediiüzzaman Deccal’in insanları aldatmak için yapacağı bu hileleri şöyle açıklamıştır:

Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hadisatı nev’inden (hipnotizma ve cinlerle bağlantı şeklinde olaylarla) müthiş harikalara mazhar (sahip) olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbarane (zorla) suri (hakiki, ciddi ve samimi olmayan) hükumetini bir nevi rububiyet (Rablik, sahiplik) tasavvur edip Uluhiyetini (İlahlığını –Allah’ı tenzih ederiz-) ilan eder…21

Bediiüzzaman’ın da belirttiği gibi, Deccal hipnotizma ve büyü gösterileri gibi aldatmacalarda usta olacak, teknolojik hilelerle suni mucizeler göstererek kendisini insanlara sözde Hz. İsa olarak tanıtacaktır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in göstereceği bu suni mucizeler ve bu yolla insanları nasıl etkisi altına alacağı şöyle haber verilmiştir:

Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedeviye: “Söyle bakayım! Eğer ben senin için ananı ve babanı diriltirsem benim senin Rabbin olduğuma şehadet eder misin?” diyecek.Bedevi de: “Evet,” diyecek. Bunun üzerine iki şeytan onun babası ve anası suretlerinde ona görünecekler…22

Bunun üzerine Deccal, başındaki şekavet (haydutluk,bedbahtlık) ehline:

“Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem, benim uluhiyet (ilahlık) iddiası işinde şüphe eder misiniz?” diye sorar. 23

Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak o kişiyi öldürüp testereyle biçecek. Hatta o kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal (orada bulunanlara): “Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. Şimdi ben onu dirilteceğim…” diyecektir.24

Hadislere göre Deccal, sözde ilahlığını ilan ederken bunu delillendirmek için çeşitli hilelerle mezardan insan kaldıracak, insanlara kendisini ölüleri diriltiyor gibi gösterecek, alışılmadık ve aklın sınırlarını zorlayacak kitle şovları yapacaktır. Hıristiyanlar tüm bunların, Hz. İsa’nın gerçekleştireceğini düşündükleri mucizeler olduğunu sanacaklar ve böylece Deccal’in sözde ilahlığına ikna olmaları çok kolay olacaktır. Halkın büyük bir bölümü Deccal’in bu abartılı gösterilerinden etkilenecek ve onun gerçek Hz. İsa olduğuna kanaat getireceklerdir.

Deccal’in buraya kadar anlatılan tüm bu oyunları Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, İslam alimlerinin izahlarında ve diğer dinlerin kutsal kaynaklarında Deccal hakkında verilen bilgilerle birebir mutabıktır. Bu bigiler ışığında Deccal’in organize ettiği faaliyetlerin Deccali hareketler olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların tüm bunları bilerek hareket etmeleri ve Deccal’in oyununa karşı çok dikkatli olmaları gerekmektedir.

Deccal, Hz. İsa’nın Gelişine Kadar İnsanları Aldatmayı Sürdürecektir

Deccal, Mesih’in gelişine zemin hazırlama adı altında Hıristiyanları çok büyük bir aldanışa sürüklemeye çalışmaktadır. Hz. İsa’nın gelişine hazırlık yapmak elbetteki çok büyük bir hizmet, peygambere gösterilen çok güzel bir sevgi, saygı ve hürmet ifadesidir. Ancak Deccal bunu etkisi altına aldığı insanlara çok farklı yollardan; zulmü ve kan dökmeyi meşru göstererek yaptırmayı hedeflemektedir. Nitekim hadislerin işaretlerine göre Deccal’in bu yöndeki çabası, Hz. İsa yeryüzüne gelene dek de son bulmayacak, çevresine topladığı insanları Allah’a, dine hizmet, Hz. İsa’ya sadakat adı altında aldatmaya devam edecektir. Ne Deccal’in bu oyunlarının deşifre edilmesi, ne de Deccal’in oyununa gelerek terörü, şiddeti, savaşı ve kan dökmeyi körükleyen insanların uyarılması, Deccal’in durdurulması için yeterli olmayacaktır. Bir kısım Hıristiyanlar, tam bekledikleri tarzda iddialarla ortaya çıkmasından, beklenen zamanda zuhur etmesinden ve mucize olduğunu sandıkları birçok sahte harikalıklar göstermesinden dolayı bu uyarılara aldırmayacaklardır. Deccal’in fitnesi, taraftarlarının sayısı ve yaptıkları Deccali faaliyetlerin boyutları giderek daha da artacaktır (en doğrusunu Allah bilir).

Ancak burada unutulmaması gereken, tüm bunların kaderde bu şekilde olduğu için yaşanacak olmasıdır. Ne Deccal’in ne de ona destek veren taraftarlarının kendilerine ait müstakil bir güçleri yoktur. Bir kısım insanlar Hz. İsa’nın gelebilmesi için gereken kıyamet alametlerini suni olarak kendileri hazırladıklarını düşünmektedirler; ama gerçekte bunları yaratan Allah’tır. Hz İsa’nın gelmesi için çaba gösterenler, istedikleri sonucu elde edeceklerdir. Hz. İsa gerçekten de gelecektir. Ama onun gelişi Allah dilediği ve kaderde bu şekilde belirlediği için olacaktır. Yoksa söz konusu kimseler kendi inançları doğrultusunda gereken şartları hazırladıkları için değil. Çünkü Allah’ın takdiri dışında hiç kimsenin böyle bir şeye güç yetirmesi söz konusu değildir.

Aynı şekilde Deccal’in, Hıristiyanlardan bir gruba kendi isteklerini makul gösterip yönlendirmesi de yine Allah’ın takdir ettiği kaderde olduğu için gerçekleşmektedir. Yoksa Deccal tam tarif edildiği şekilde ortaya çıkmıştır ve tüm alametlerinden Deccal olduğu anlaşılmaktadır. Ama yine de kaderde böyle belirlendiği için, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasından bazı kitleleri kandırmayı başaracaktır. Nitekim tüm bu uyarılara rağmen, Deccal yine kandırmaya ve oyununu oynamaya devam edecek, çevresindeki insanlar onun sahte yüzünü fark etmeyeceklerdir. Bu durum Hz. İsa’nın gelişine dek sürecek ve Hıristiyan cemaatleri ve diğer insanlar ancak gerçek Mesih’in ortaya çıkmasıyla bu gerçeklerin farkına varacaklardır.

Gerçek İsa Mesih’in Gelişiyle, Deccal’in Fitnesi Tuzun Suda Erimesi Gibi Yok Olacaktır

Deccal’in tüm oyunları ancak Hz. İsa’nın gelmesiyle bozulacaktır. Deccal, Hz. İsa’yı gördüğünde tuzun suda erimesi gibi eriyecek; bütün hileleri açığa çıkacak, halkın gözü önünde küçük düşecek ve büyük bir yenilgiye uğrayacaktır. Mesihlik iddiasıyla yaptığı tüm sahte mucizelerin birer aldatmacadan ibaret olduğu ortaya dökülecek; yaptığı bütün illüzyonlar, hipnotizmalar, teknolojik gösteriler, kitle şovları etkisiz hale gelecektir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in Hz. İsa vesilesiyle gerçekleşecek olan bu mağlubiyeti şöyle haber verilmektedir:

Allah’ın düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa aleyhisselamı görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa onu terk edip bıraksa bile helak oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lakin Allah onu bizzat İsa aleyhisselamın eliyle yok edecektir.25

… Deccal ortalığa fitne saçarken Cenab-ı Hak, Mesih İsa İbni Meryem’i gönderir… Hz. İsa Deccal ile Lüdde (Beytül Makdis’e yakın bir belde) kapısında karşılaşır ve onu yok eder.26

Deccal’in yenilgiye uğrayacağı yer ise hadislerde bildirildiği gibi Kudüs olacaktır. Hz. İsa yeryüzüne yeniden döndüğünde, Beytü’l Makdis’te (Mescid-i Aksa) Deccal’le karşılaşacak ve hadiste bildirildiği üzere “Hz. İsa’nın nefesi dahi Deccal’in fitnesinin yok edilmesine yetecektir”:

…O’nun (Hz. İsa a.s.’ın) nefesinin kokusunu duyan hiçbir kafirin ölmemesi mümkün değildir. Deccal’in yalancı olduğu etrafa dalga dalga yayılacaktır. Deccaliyet perişan olacak fikir sistemi yok edilecektir.27

… Deccal ortalığa fitne saçarken Cenab-ı Hak, Mesih Meryem Oğlu İsa’yı gönderir… nefesini idrak eden her kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s) Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdis’e yakın bir belde) karşılaşır ve onu yok eder.28

Günümüzde süregelen bazı gelişmelere göre Deccal, yenilgiye uğrayacağı bu yere şimdiden yerleşmiş durumdadır. Bazı belirtiler, suni şartlarla suni bir Mesih oluşturmaya çalışan taraftarlarının, Deccal’i, Mescid-i Aksa’nın altında oluşturdukları geniş tesislerde saklıyor olabileceklerini göstermektedir. Deccal’i destekleyen bu kimseler buraya mistik bir görünüm vererek, geniş kitlelere onun gerçek Mesih olduğu izlenimini vermeye çalışıyor olabilirler. ( En doğrusunu Allah bilir.)

Deccal gerçek Mesih olan Hz. İsa’nın geleceği vakte kadar buradaki geçici mekanında kalacaktır. Fakat, Allah’ın izniyle buradaki mabedini inşa edemeden Hz. İsa vesilesiyle yok edilecektir.

Deccal’in karşılaşacağı bu durum Kuran’da da “Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir…” (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle hatırlatılmaktadır. Bir başka ayette ise “De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” (İsra Suresi, 81) sözleriyle hakkın daima batıla karşı üstün geleceğinin haber verilmesi de yine, Deccal’in tüm oyunlarının eninde sonunda mutlaka bozulacağını göstermektedir.

Samimi İman Sahiplerine Düşen Sorumluluk

Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin gelişiyle birlikte, Deccal’in yeryüzüne hakim etmeye çalıştığı Allah’ın sonsuz gücünü kabul etmekten kaçınan felsefeler ve putperest inançlar tümüyle yenilgiye uğrayacaktır. Kuran ahlakının yaşanmasıyla birlikte dünya savaşlardan, çatışmalardan, düşmanlıklardan, zulüm ve haksızlıklardan kurtulacak; insanlık barış, mutluluk ve huzur içinde bir dönem yaşayacaktır. Dolayısıyla hangi inancı benimsemiş olursa olsun, samimi olarak Hz. İsa’nın gelişine hazırlanan iman sahiplerinin, böyle bir ortamın alt yapısını oluşturacak çalışmalarda bulunmaları, her türlü ayrılığı ve çatışmayı engellemek için gayret etmeleri gerekmektedir.

Samimi iman eden Hıristiyanlar, Deccal’in adeta bir zorunluluk olduğuna inandırdığı savaşı, kitle katliamlarını, kan dökmeyi teşvik eden sahte kıyamet alametlerinin, barış ve sevgiyi savunan Hıristiyan öğretileriyle hiçbir şekilde bağdaşmadığını ortaya koymalıdırlar. Bu düşünceyi savunan kimselere içerisinde bulundukları durumun yanlışlığı göstermeli, onları doğru olana çağırmalıdırlar. Sağduyu sahibi Hıristiyanların ve Müslümanların bu yöndeki gayretleriyle Allah’ın izniyle dünyanın pek çok yerinde tırmandırılmaya çalışılan gerilim engellenebilecektir. Kuran’da salih amellerde bulunan Yahudi ve Hıristiyanların Allah Katında ecirleri olduğu bildirilerek bu ahlakın gerekliliği hatırlatılmıştır:

Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)

Unutmamak gerekir ki, Deccal’in bir kısım Hıristiyanlara telkin ettiği gibi savaşın körüklenip barışın engellenmesi her iki tarafa da büyük kayıplar, acı ve gözyaşı getirecektir. Samimi olarak iman edenlerin ittifak etmesi durumunda ise, Deccal’in yeryüzünü büyük bir savaş ortamına çevirebilmek için oynadığı oyun Allah’ın izniyle bozulacaktır.

KAYNAKLAR:

1 Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyni el Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayıncılık, Genişletilmiş 8. Baskı, İstanbul, tarihsiz, s. 225

2 Sahih-i Buhari, Fiten 27

3 Şualar

4 Et-Tebrizi, Veliyüddin Muhammed bin Abdillahi’l-Hatibi’l-Ömeri, Mişkatü’l-Mesabih, (Dımeşk: 1382/1962, 3:38.2

5 (İmam-ı Ahmed. Ebu Davud. Hakim)(Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 99)

6 (Ebu Davud, Melahim: 14) (Kıyamet Alametleri, İsmail Mutlu, s. 82)

7 İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri,Bedir Yayınevi, s. 482

8 Sünen-i İbni Mace; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri,Bedir Yayınevi, s. 493-494

9 Sahih-i Müslim, Cilt 8 – s. 500

10 Evanjelizm Beyaz Saray’ın Gizli Dini, İsmail Vural, s. 23 (Grace Hallsell, Prophecy and Politics: Militant Evangelists on the Road to Nuclear War)

11 İbn-i Mace, 4075, 4076; Tırmizi, Fiten: 59, no. 2240, 4/510

12 Ebu davud, Fiten 4244, 2/497; İbni Ebi Şeybe, Musannef, Fiten: 5, 8/591)

13 (Müslim) (Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 13)

14 Hizmet Rehberi, 86

15 (Hakim, Müstedrek, 4:529-530) Şaban Döğen, Mehdi ve Deccal, Gençlik Yayınları, 2. Baskı

16 Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212

17 Sünen-i İbni Mace, 4077

18 Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212-213

19 İmam Şa’rani, Ölüm Kıyamet Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 491

20 (Nursi, A.g.e., s. 513-515 (Mehdi ve Deccal, Şaban Döğen, s. 74-75)

21 Mektubat, s. 55

22 Sünen-i İbni Mace, 4077

23 Sahih-i Buhari, Cilt 15, s.6981

24 Sünen-i İbni Mace, 4077

25 (Müslim, Kitabü’l Fiten: 34)

26 Hz. İsa ölmedi + Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104

27 Sünen-i Ibn-i Mace, 10/32

28 Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104

******* SİYONİST HIRİSTİYANLAR

ABD’nin Irak’a saldırmasının arka planındaki gizli amaçlara ilişkin bugüne kadar birçok görüş dile getirilirken, haftalık haber ve yorum dergisi Türkiye’de Cuma, bu haftaki kapak dosyasında ABD’nin bu insanlık dışı saldırısının gerçek sebeplerini irdeledi.
“Hıristiyan Siyonistlerden Küresel Vahşet” ana başlığıyla konuyu kapağına taşıyan dergi, ABD’nin Irak saldırısının arkasında Hıristiyan siyonistlerin olduğu gerçeğine işaret ederek, bu gerçeği uzman görüşler ve kaynak kitaplar ışığında birçok yönden ortaya koydu.
Hıristiyan siyonistlerin (Evangelistlerin) ABD’de iktidarı ellerinde tuttuklarına dikkat çeken dergi, bu grubun fundamentalist dinci bir akıma mensup olduğunu ve inançları gereği Armagedon savaşını başlatmaya çalıştıklarını vurguladı.
Hıristiyan siyonist tarikatın, özellikle ABD’de son zamanlarda yayıldığı ve başta Bush ailesi olmak üzere Amerika’nın üst yönetimindeki insanları da içine aldığını anlatan dergi, George W.Bush’un da tıpkı babası ve dedesi gibi, Yale Üniversitesi’nde, siyasî yelpazenin sağ kanadındaki öğrencilerin gizli grubu olan “Kuru Kafa ve Kemikler” (Skulls and Bones Society) isimli bir teşkilâtın üyesi olduğunu ve bu teşkilâtın Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli fikir merkezlerinden birini teşkil ettiğini yazdı.
Evangelist kelimesinin, Yunanca “evangelicel”, yani “iyi haberleri paylaşan kimse” anlamına geldiğini belirten dergi, bu grubun kendilerini zahmetsizce Armagedon savaşını ve dünya gezegeninin yok oluşunu izleyecekleri yere, yani semaya yükselmesi için Tanrı’nın elini çabuk tutmasını sağlayacaklarına inanan Hıristiyan bir tarikat olduğuna temas etti.
ABD’nin hem 1991 senesinde hem de bugün Irak’a saldırması ile Tevrat’taki efsaneler arasında birebir ilişki olduğunu ifade eden dergi, Tevrat’ın zikredilen bölümünde geçen Babil’in Bağdat, Keldaniler diyarının da Irak olduğunu bizzat ABD’de yayınlanan kitaplarda açık biçimde görüldüğünü kaydetti. Dergi, ABD’de Yahudilere hoş bakmayan siyasetçilerin yükselmesinin çok zor olduğu gerçeğine de dikkat çekerek, karar alma mekanizmalarının beyni durumundaki The Washington Institute, JINSA, Rand Corporation, International Republican Institute (IRI), Middle East Institute, CSIS vb. düşünce-araştırma kuruluşlarının hemen tamamının bunların tekelinde olduğuna işaret etti.

Bu yazı İngilizlerin ünlü TheGuardıon gazetesinde yayınlandı.

BİR NAMUSLU BİLİM ADAMI;BAŞRAHİBİN İFŞAATI

( Unutmayalım ):”Orta doğu’da Kıyamet Alameti” başlıklı bu yazının sahibi Giles Fraser, bir baş rahip.Aynı zamanda Oksford’da öğretim üyesi..

Tam da barış sürecine hayat veren taze bir başlangıç yapılmışken, ABD’nin dört bir yanında ki dini gruplar yol haritasına düşmanlığı tahrik ediyor.Geçen ay Washington’da ‘inançlar arası Siyonist liderlik zirvesi’ düzenleyen Hıristiyan-Yahudi grupların hedefi,’cani Filistin terörizminin bir devletle ödüllendirilmesine’ karşı çıkmaktı.Konferansa katılanlar arasında Hıristiyan sağının en etkili şahsiyetlerinden bazıları bulunuyordu;onların arkasında da ‘orta doğu tarihini’ vaaz eden kiliselerden, radyo istasyon-Larından ve din menkul devasa bir öğütlenme var.

19.yüzyılın sonlarından bu yana, giderek artan sayıda kökten dinci, İsa’nın ikinci gelişinin İsrail’in siyasi coğrafyasına bağlı bulunduğuna inanır hale geldi.1967 sınırlarını aklınızdan çıkarın;onlar için İsrail’in sınırları, İncil’in arkasında ki haritalar da gösterilen den oluşmak zorunda.

BM’nin 1949’da İsrail Devletinin varlığını tanıması, İsa’nın ikinci gelişine bir

hazırlık olarak kabul edilmiş ve buna inananlar arasında büyük bir coşku yaratmıştır.

1967’deki Altı Gün Savaşı da benzer bir yankı buldu.İncil kehanetlerinin gerçekleşme

sinin karşısın da Filistinlilerin yerlerinden yurtlarından edilmesine pek bir önemi yok

tu. Altı Gün Savaşı’nın ardından Billy Graham’ ın üvey babası Nelson Bell, Christianity Today (Günümüzde Hıristiyanlık)dergisinde şu iddiayı öne sürüyordu:
“2 bin yıldan bu yana Kudüs ilk kez tamamen Yahudilerin eline geçti.

Bu incil’in takipçileri için heyecan verici ve Kutsal Kitabın doğruluğuna ve geçerliliğine duydukları inancı tazeleyen bir gelişme .”

Savaşın ardından uluslar arası toplum İsrail’deki elçilerini geri çağırırken BMİsrail’in Batı Şeria’yı işgalini kınayan 242 sayılı kararını kabul ederken,Uluslar arası Hıristiyan Elçiliği İsrail’e destek veriyordu.O zamandan beri Hıristiyan sağı toprak karşılığı barış görüşmesine veya iktidar paylaşımına dayalı herhangi bir anlaşma yapılmasına inatla karşı çıktı.

Hem Hıristiyan hem de Yahudi kökten dincileri, El-Aksa Camii’nin yıkılmasını savunmayı ısrarla sürdürüyor.ABD kiliseleri,Yahudi yerleşimcilerle e-posta köprüleri kurmaya ve onlara para desteği sağlamaya teşvik ediliyor.

Dünyada bulabildiği her dostu memnuniyetle karşılayan İsrail hükümeti, uzun süredir Aşırı sağcı Amerikalı Hıristiyan gruplarla kurduğu bağlantıları sonuna kadar kullanıyor.

Kudüs’ün Filistin’in Baş piskoposu gibi ılımlı Hıristiyanlar, tekrar tekrar talep etmelerine rağmen Ariel Şaron’la görüşemiyor; oysa İsrail’in kapısı Baptistlere ve televizyonlar da boy gösteren evanjelistlere daima açık.

Bu amaç izdivacında asıl çarpıcı olan, evanjelik Hıristiyanlığın İncil’in kehanetini yorumlama biçimi:İncil’le göre Kıyamet savaşları çıkacak ve bu da Yahudilerin Hıristiyanlığa dönmesiyle sonuçlanacak.Hıristiyan Siyonistlerin en etkili şahsiyetlerinden Hal Lindsey’e bakılırsa, Gayya’dan Eilat’a uzanan vadi kanla dolacak ve “144bin Yahudi İsa’nın karşısında diz çöküp kurtulurken, geri kalan Yahudiler bütün Holokostların en büyüne maruz kalarak yok olacak.”Eğer o kadar etkili olmasaydılar, bu deli saçmalarına dönüp bakmaya bile değmezdi.Lindsey’in ‘The Late Great Planet Earth’(Büyük Yeryüzü Gezegeninin Geleceği)adlı kitabı ABD’de 20 milyon, dünyanın geri kalanın da ise 30 milyonluk satışa ulaştı.

Bu çılgınca teolojik arka plana karşı bu günler de ideolojik bir savaş veriliyor.Hıristiyan sağının kıyamet alametlerine dair yorumunun bir diğer Holokost ile neticelenmesi gerçeğine rağmen, bazı İsrailli politikacılar ve gazeteciler, kökten dincileri kendi hikayelerine daha da sıkı sarılmaları için teşvik ediyor.Jerusalem Post gazetesinde son yayımlanan yazısın da Michael Freund, evanjelistlere, Tony Blair ve Colin Powell’ın Başkan Bush üzerinde yaptığı baskıya karşı lobi faaliyeti yürütmeleri çağrısın da bulunuyor.Şöyle yazıyor Freund:”Eğer İsa bugün yaşıyor olsaydı, ABDDış işleri Bakanlığı onu muhtemelen bir Yahudi yerleşimci olmakla ve barış önünde engel teşkil etmekle suçlayacaktı.”

ABD’de 45 milyondan fazla evajelist var ve Bush için hayati önemde bir oy deposu konumundalar.Bu yüzden Bush’un onların baskısına karşı diretip Şaron’u barış planına ikna etmesi saygı duyulacak bir tutum.Belki de Bush, Blair solun oylarını nasıl toplayabiliyorsa, aynı şekil de evanjelistlerin oylarını sağlama almayı başarabilir:Yani Britanya’nın solcuları gibi evanjelistlere de gidecek başka yerleri olmadığı anlatılabilir.

Ne var ki Kudüs Başpiskoposu Riah Ebu El Assal, Bush ‘a güvenmiyor.Avrupa’nın iktidarsızlığıyla ABD’nin İsrail’e Yahudi yerleşimleri inşa etmeyi durdurmak konusunda baskı yapmayı reddetmesinin bileşiminden, zaten ölü doğmuş bir antlaşma çıktığını düşünüyor.El-Assal, “İsraillilerin Filistin topraklarını işgali sadece altı gün almıştı;pekala üç günde çekilebilirler” diyor. El-Assal, Dünya Kiliseler Konseyi’ni, işgal altında ki topraklardan gelecek bütün ürünlere karşı yaptırım uygulamaya ikna etmiş durum da.

Kudüs Piskoposluğu’nun Gazze ve Nablus’ta hasteneleri var.Onlar,Hıristiyanlığın gerçek görevlerini bu tür alanlar da hayata geçiriyorlar.Bunun tam aksine, Amerikalı evanjelistler barış sürecine karşı çıkıyor ve Iraklılara Hıristiyanlığı kabul ettirmek için Irak’a sızıyorlar.

(GILES FRASER:Putney Baş rahibi ve Oxford Wadham Felsefe Fakültesi’nde öğretim üyesi, The Guardıon, 9 Haziran 2003)

“Evanjelist Hıristiyanlar, İncil’in arkasındaki haritaya ulaşıncaya kadar İsrail yayılmasını coşkuyla destekliyor.Bu çılgınlar;yayılma tamamlanınca İsa Mesih gelecek, 144 bin Yahudi İsa’ya diz çöküp Hıristiyanlığa dönecek, geri kalanları helak (holokost/Tanrıya kurban)olacak, diye inanıyor.Amerika yönetimi bunların baskısı altında.Hem Hıristiyan hem de Yahudi kökten dincileri, El-Aksa Camii’nin yıkılmasını savunmayı ısrarla sürdürüyor.Evanjelist Hıristiyanların kıyamet alametlerine dair yorumda bir diğer Holokost(Yahudi helak’ı)olacak denmesine rağmen, bazı İsrailli politikacılar ve gazeteciler, kökten dincileri kendi hikayelerine daha da sıkı sarılmaları için teşvik ediyor.”

***** Birileri Armagedon istiyor

Atilla Akar: “Dünya bazı organizasyonlarca bir virüs gibi sarılmış. Derin güçler, nasıl ki komplo kurup dünyayı yönlendiriyorlarsa, bunların planlarını ve hesaplarını kamuoyuna anlatan birileri de olmalıdır”.

– Atilla Bey, ne zamandan beri komplo teorileriyle ilgilenmeye ve kitap yazmaya başladınız?

– 11 Eylül saldırısıyla birlikte “Global Komplo” ya da “Global Derin Devlet” organizasyonlarıyla yakından ilgilenmeye başladım. Diğer bir tabirle bende jeton 11 Eylül saldırısıyla düştü diyebilirim. Ama tabii ki kişisel bir altyapım, birikimim ve merakım vardı ki; bunu kendimce analiz edebilecek bir noktaya, seviyeye geldim. 11 Eylül olduğunda ve bütün televizyonlar kulelere çarpan uçak görüntüleriyle yayın yapmaya başladığı andan itibaren, daha ortada hiçbir veri yok iken ‘Bu ancak bir komplo olabilir’ dedim.

– Ondan sonra neler yaptınız?

– Jetonun düşmesiyle birlikte ister istemez araştırmaya, incelemeye ve bu yönde daha derinlemesine bilgi sahibi olmaya çalıştım. Sonunda da “global komploları” irdeleyen iki kitap yazdım. Bunlardan ilki “Kıyamet Komplosu”, diğeri ise “Derin Dünya Devleti” Birinci kitabımda Dünya Ticaret Merkezi’nin global amaçlı bir komplo sonucu yerle bir edildiğini, uçakların içinde “terörist” olmadığını ve söz konusu uçakların uzaktan kumanda teknolojisiyle kontrol edilerek binalara çarptırıldığını yazdım. İkincisinde ise “Derin Dünya örgütleri”nin yapısı, üyeleri ve dünyaya etkilerini kaleme almaya çalıştım.

– Tapınak Şövalyeleri ile bugünün en etkin örgütleri olan Dış İlişkiler Konseyi CFR (Council of Foreign Relations), Bilderberg arasında bir bağlantı mı var?

– Komplocu organizasyonlar yeni değil. Komplolar neredeyse insanlık tarihi kadar eskidirler. Bugünkünün farkı, oyunun alanının büyümüş olmasıdır. Dünkü örgütlerin hedefi tek tek ülkelerdi. Bugünkü örgütlerin hedefi ise tüm dünyadır. Ortaya net bir fotoğraf koyabilmek için geçmişi de kurcalamak ve hatırlatmak gerekiyordu, öyle de yaptım. Onun için de konuya Templier Şövalyeleri ile başlamayı uygun gördüm.

– “Global komplo” derken tüm dünyayı planlarını uygulamak için istedikleri şekilde yönlendiren grup, örgüt ve organizasyonlardan bahsediyoruz… Bunları kimler yapıyor?

“YUTTURMACANIN ADI: GLOBALİZM”

– Bu konuda sağ da, sol da hata yapıyor. Sol, olayı sadece ekonomik ve sınıfsal bir olay görerek, ezoterik boyutlarını anlamayarak hata yapıyor. Sağ da sadece ezoterik tarafını görerek işin sınıfsal, ekonomik boyutlarını görmüyor. Bu ikisini sentezlemek lâzım. Emperyalizmi salt ekonomik bir olay olmaktan çıkatmak gerekiyor. Daha doğrusu emperyalizme de yön veren derin “şebeke” ekonomik operasyonların yetmediğini görmüş ve şimdi de bunu siyasi üst yapı ile tamamlamak istiyor. Bu yutturmacanın adı da “globalizm” olmuş. Bunlar esas olarak Amerika’da yuvalanmışlar. Bu çekirdek yapı, 1919 yılında, Paris’te ilk “Yuvarlak Masa Toplantısı”yla işe start verdi. Bir avuç global bankerin aldığı birtakım kararları hayata uygulamak için strateji geliştirdiler. 1921 yılında ise Dış İlişkiler Konseyi’ni (CFR) kurdular. O günden beri adım adım büyümüşlerdir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları onlara yayılma fırsatı doğurmuştur. 1954’te de Avrupa ayağı olan Bilderberg kuruldu. Burada bir parantez açayım. Bilderberg, Derin Dünya Devleti’nin planlarına göre; yıkılmış Avrupa’nın yeniden inşasıdır. Bunlara, kanser gibi tüm dünyaya yayılmak için Bilderberg de yetmemiştir. Bunun için de Trilateral Komisyon kurulmuştur. Bu oluşum da Asya’ya yönelik oluşturulmuştur.

– CFR, nasıl bir yapı? Bünyesinde kimler yer alıyor?

“DERİN ÖRGÜTLERİN BÜNYESİNDE YAHUDİLER VAR”

– Büyük sermaye babalarının kurmuş olduğu bir yapı… Buna her isteyen giremiyor. Bu yapıya dahil olmak için çok dar ve güçlü ilişkilere sahip olmak, çok elit olmak gerekiyor. Çekirdek yapının 10-12 kişiden meydana geldiği söyleniyor. CFR, “Derin Dünya Devleti”nin “politbüro”sudur. Oraya ait olabilmek için Rockefeller ailesi gibi olmak şart. Süper zenginlik de yetmiyor. Belli kan bağından, aynı gelenekten olmak gerekiyor.

– Hangi kan bağından olmak tercih konusu?

– Bu ailelerin Yahudi kökenli olduğu iddia ediliyor. Bir tür dayanışma içine giriyorlar. Öyle öyle yükseliyorlar. Bunlar sadece birbirlerinden kız alıp veriyorlar, ortaklık yapıyorlar ve aynı ezoterik cemiyetlerin üyeleri oluyorlar.

– Bunlar nasıl oluyor da tüm dünyayı etkiliyorlar?

“JAPONYA’YA ATOM BOMBALARINI KİM ATTIRDI?”

– Birinci ayak ekonomi… Paraya sahip olan siyasi gücü de elde ediyor. Her alanda etkin oluyorlar. Zamanla etki alanlarını genişletiyorlar. Siyaset, finans, sosyal ve kültürel alanlara da el atıyorlar. Parlamentoya, senatörlere ve ABD başkanlarına, bürokrasiye, CIA, FBI’ya, devlet elitlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede faaliyet yapmaya başlıyorlar. CFR (Dış İlişkiler Konseyi) önceleri Amerikan dış politikası konusunda tavsiyelerde bulunan bir think-tank kuruluşu gibi faaliyet gösteriyor. Sonra her alana sirayet eden bir yapı olduğu ortaya çıkıyor. İkinci Dünya Savaş’ında Japonya’ya atılan atom bombalarının kararını bir think-tank kuruluşu alabilir mi? Herhangi bir basit fikir üretme merkezi böyle bir kararda rol oynayabilir mi?

– Bu örgütlenmelerin nihai amaçları nedir?

– Tek devletli, tek bayraklı, asimile edilmiş tek milletli bir dünya devleti kurmaktır. Başka türlü dünya üzerinde ulusal devletler var olduğu sürece istedikleri hedefe ulaşmalarının zor olduğunu çok iyi biliyorlar.

– Dünyanın geleceği için büyük tehlike olarak görülen bu yapılara ilişkin kitaplar ülkemizde son zamanlarda ortaya çıkmaya başladı. Bunları önceden tanıyan, bilen ve tehlikelerini sezen ülkelerde hiç karşı örgütlenmelere gidildiğine dair bir bilgiye ulaştınız mı?

– “Derin Dünya örgütleri” hakkında iki kitap yazmış biri olarak karşı örgütlerin kurulduğuna dair bir ize rastlamadım. Varsa da ben bilmiyorum, çünkü olaya bu açıdan bakmadım. Bu örgütler, insanlığı saran bir tür virüs gibidirler. Hele yeni bir virüs ise önce onu analiz etmeli, tabiatını anlamalı ve ona karşı bir aşı geliştirmek gerekli. Global komplolara imza atan bu derin örgütler de bir tür virüstür ve insanlık şu anda bu tehlikeye karşı aşısız yakalanmıştır.

– Tüm dünya ülkeleri mi, yoksa sadece üçüncü dünya ülkeleri mi?

“DERİN DÜNYA VİRÜSÜ YERKÜREYİ SARMIŞ”

– ABD dahil tüm dünya ülkeleri, “Derin Dünya virüsüne” aşısız yakalanmış durumda… Tüm ulusal devletleri ortadan kaldırmayı istiyorlar. Bunların bir aidiyet hissi yok.

Birileri Armagedon istiyor

Dünya, onlar için bir oyun alanı, satranç tahtası… Ama şu an onlar için bir korugan uçak gemisi gerekiyor; o da: Amerika… Ancak nihayetinde ABD’ye de karşıdırlar. Amerika’yı da, Amerikan halkını da bu belalara süren onlardır…

– Örgütlerin bünyesinde etkin olarak rol alanların çoğunluğunun Yahudi oldukları ve motiflerini kullandıkları söyleniyor… Neden daha çok Yahudiler?

“BİRİLERİ ARMAGEDON İSTİYOR”

– Hepsi değil.. Ama birilerinin Armagedon’u istediği kesin. Dünyayı “Kutsal Savaş”a sürükleme niyetindeler. Ona inanıyorlar. Armagedon’da galip çıkacaklarını düşünüyorlar. Zannediyorlar ki; “bu dünya bize kalır” ve “kral biz oluruz.” Bu, kökeni Tevrat’a giden bir inanış. Buna göre “son savaş” Kudüs yakınlarında Mediggo Tepesi diye bilinen yerde olacak. “Tanrı da İsrailoğullarına zafer vaad ediyor!” ABD’de buna inanan çok yaygın Protestan-Evanjelik tarikatlar var. Onlar da safça bu değirmene su taşıyorlar. Binyılcı, kıyametçi eğilimler bunlar. Bence 11 Eylül de, Irak Savaşı da bunların ittifakı sonucu oluşmuş şeyler. Bugün bize çok dünyevî gibi gelen şeyler aslında binlerce yıllık teolojik kavgaların tortularından başka bir şey değil. Ama çok tehlikeli!

– Irak’a açılan savaşın ardından neler olur?

– Irak savaşının ardından bölgedeki başka ülkelere karşı da savaş açılacağını düşünüyorum. Saldırı sırası değişebilir, ama ülkeler değişmeyecek. Irak’tan sonra İran, Libya, Suudi Arabistan, Suriye, Kuzey Kore ve Yemen’e saldırılar olacak… Başka aşamaları da hayata geçirmek için caymayacaklar. Zira planları bunu gerektiriyor.

– ABD’nın İran’a saldıracağı, tam bir komplo teorisi olmaz mı?

– Hayır olmaz. Ellerinde liste var. Sıradaki ülkeler için sadece bahane bulmaya çalışacaklar. En güzel bahane de “terör”dür. Bırakın “Derin Dünya”yı küçük ulusal yapılar da bile darbeler “terör” gerekçesiyle yapılmıyor mu? Bu terörü kimler meydana getiriyor? Sağda solda patlayan bombaları kimler ateşliyor? Bunları üç-beş tane idealist genç mi planlıyor? Bu senaryoyu global düzene taşıyın. Aynı şey! Sadece konsept değişiyor ve olayın çapı büyüyor.

– Amerika komşumuza saldırdı. Bundan sonra neler olabilir? Türkiye için bir tehlike var mı, nedir? Direnen ülkelere nasıl ve ne türlü zararlar veriyorlar?

“ABD, IRAK’TA ALACAĞI CESARETLE SAĞA SOLA SALDIRACAK”

– Eğer ABD bu savaştan beklediği sonuçları alabilirse, dünya çok karanlık bir sürecin içine yuvarlanacak demektir. Saydığımız ülkelere buradan aldığı cesaretle saldıracaktır. Çünkü arkasında İlluminati var ve onlarda kaos felsefesine inanıyorlar. Türkiye’ye gelince; zaten hep tehlikedeydi, ama bu kez tehlike çok yakınlaştı. Eğer böyle giderse Türkiye, Kuzey Irak’ta ABD ile sıcak bir çatışma bile yaşayabilir. Ben bu ihtimali hiç yabana atmıyorum. Direnen ülkelere ise aba altından sopa gösteriyorlar. Ekonomilerini felç etmekle, kredi vermemekle, karışıklık çıkartmakla tehdit ediyorlar. Bu santajlar Türkiye’ye de yapılıyor.

– ABD’nin halihazırdaki Başkanı Bush’un bahsettiğimiz örgütlere üye olmadığı belirtiliyor. Ancak önceki Başkan Clinton, Bilderberg üyesi… Irak savaşı onun döneminde de konuşuluyordu. Neden “derin güçler”, Clinton’a değil de Bush’a bu savaşı yaptırdılar?

– Önemli bir soru… Zaten Bush’un iktidara gelmesi de bir tür darbe ile oldu. Oylar bir hafta sayılmadı, sonra mahkeme kararıyla Başkan olduğu açıklandı vs… Bana göre Amerika’daki Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında pek fark yok. Sadece iyi polis-kötü polis oynanıyor. İster Demokratlar, ister Cumhuriyetçiler gelsin, sonuçta Amerika’da kazanan CFR’dir. Çünkü her iki partide de kadroları, adamları var. Clinton gitmiş, Bush gelmiş fark etmez. Biri iyi polis, diğer de kötü polistir.

CIA, FBI ve diğer ABD’deki tüm kuruluşların üstünde olan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın yayınladığı “Global 2015 Raporu” var. Bu rapora göre; 2015’e kadar eğer Amerika, birtakım önlemler almazsa hem ekonomik hem de siyasal ve sosyal açıdan gerileyecek. Rapor, Bill Clinton döneminde çıkmış, ama Bush’a devrediliyor. Konsept belirlenmiş. Kim gelirse gelsin önlemler alınacaktır. Bunun için de Amerika’yı dizginlerinden kopartıp sağa sola saldırtmak gerekiyor. Kamuoyunu ikna etmek için de bir Pearl Harbour gerekiyordu. Teorisini de Yahudi asıllı Samuel Huntington ki -CFR üyesidir- “Medeniyetler Çatışması” ile yaptı. Bu saptama ve hedef doğrultusunda söz konusu yapı, bütün analizleri yaparak bundan böyle bir maraza çıkartmak gerektiğine karar verdi. 11 Eylül bunun bir neticesiydi. Bu anlamda 11 Eylül olmuş bitmiş bir olay değildir, halen sürüyor…

– ABD, savaş kararına güya meşruiyet kazandırmak için ikinci bir tasarıyı BM’ye götürseydi ve olumsuz bir netice çıksaydı nasıl gelişmeler yaşanırdı?

– İhtimal ki yeni bir 11 Eylül benzeri olay tertip edeceklerdi. Ancak bu ihtimal hiç ortadan kalkmamıştır. İşlerin yeniden sarpa sarması durumunda 11 Eylül benzeri komplolar, provokasyonlar beklenmelidir. Muhtemelen de bu kez Avrupa’da olacaktır. Gene ihtimal ki; Fransa ve Almanya’da olacaktır. Bunu iki nedenle yapacaklardır: Hem Avrupa hükümetlerine gözdağı vermek hem de en büyük Hıristiyan coğrafya olan Avrupa toplumlarını İslâm’a, Doğulu halklara karşı kışkırtabilmek için.

Aydoğan Vatandaş, genç yaşına rağmen ‘Apokalipse’, ‘Haarp’ ve yayınlanır yayınlanmaz toplatılan ve hakkında 5 ayrı dava açılan ‘Armegedon’ adlı üç kitaba imza attı. Aydoğan Vatandaş’la ‘yasaklanan kitaplar’ını ve ‘ilgi alanları’nı konuştuk.

Armagedon/Türkiye-İsrail Gizli Savaşı adlı kitabınız 1998 yılında toplatıldı ve dava açıldı. Kitabı yayımlamadan önce böyle bir sonuç bekliyor muydunuz?

Elbette bekliyordum. Kitabı yazarken savunmalarımı da hazırlıyordum. O dönem çok ilginç bir dönemdi. Her an darbe olabilir endişesiyle yaşanılan bir dönemdi. Kitabı yazdığımda 23 yaşındaydım. Kitabı okuyan, yazdıklarımın farkına varan neredeyse herkes ‘bu kitabı 30’undan sonra yazamazdın’ dediler bana. Bu değerlendirme doğru olabilir. Armagedon’u, sahip olduğum bilgilerin bana yüklediği sorumluluk duygusuyla yazdım. Bir tür zorunluluktu bu. Madem ki biliyordum o halde yazmalıydım. Yetişme tarzımdan kaynaklanan ‘hiçbir şeyi zamana bırakmama’ ilkesi önemli bir itici güç oldu. Bir şey yapılmalıysa o an yapılmalıdır. Sonucuna daha sonra katlanırım diye düşündüm hep. Kazandığım da oldu kaybettiğim de.

Halk arasında toplatılan kitapların gerçeği yansıttığına inanılır ve bu kitapların satışları yasaktan olumlu etkilenir. Sizin kitaplarınız nasıl etkilendi?

Benim kitaplarım da bu yaygın inanıştan fazlasıyla etkilendi elbette. Daha önce de ifade ettiğim gibi insanların tutuklandığı, her gün darbe endişisiyle yaşadığı bir dönemde yazdım kitabı. Hatırlarsanız Orgeneral Çevik Bir emekli olduktan sonra bazı gazeteciler yavaş yavaş seslerini yükseltmeye başladılar. Ben bu kitabı yazdığımda Çevik Bir Genelkurmay II. Başkanı’ydı. Böyle bir dönemde böyle bir kitabın yazılmış olması kuşkusuz bir teveccühü de beraberinde getirdi. Bu da son derece normal.

Neden hep gizli, tehlikeli konularla ilgileniyorsunuz?

‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ sözünden belki. Belki de riski seven yanımla ilgili. Bu tür konulara özellikle eğilmiyorum aslında. Kendimi buna odaklamış değilim. Ancak kimi zaman öyle şeyler öğreniyoruz ki, sorumluluk gereği ister istemez bu tür alanlarda yazıyorum.

Bu tür konulardan sıkıldığınız olmuyor mu hiç?

Sıkıldığımı söyleyemem ama kimi zaman strese girdiğimi söyleyebilirim. Yazdığınız bir yazıdan ya da bir haberden sonra açılan bir tehdit telefonu huzurunuzu kaçırabiliyor. Bunlar insanı rahatsız ediyor.

Çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz?

İyi ve de disiplinli çalışıyorum. Yoğunlaştığım konuyla ilgili çok iyi araştırma yapmaya çalışıyorum. Daha önemlisi yapmaya çalıştığım şey ne denli zor olursa olsun, kesinlikle başarabileceğimi düşünüyorum. Bu yüzden de ortaya iyi bir eser çıkıyor.

Şu anda hangi proje üzerinde çalışıyorsunuz?

Şu an Türkiye için ne yapabilirim, nasıl bir vizyon belirleyebiliriz bunu araştırıyorum. Hazırlamakta olduğum iki kitabım var. İzin verirseniz şimdilik isimleri bende kalsın.

Görevleri herşeyi mümkün kılar

Aydoğan Vatandaş, gazetecilerin tehdit edilmesi hakkındaki düşüncelerini şöyle belirtiyor:

“Armagedon adlı kitabımla ilgili yargılanırken çok sıkı, psikolojik bir baskı yaşadım. Toplam 5 davada 30 yılla yargılanıyordum. Bundan daha kötü bir tehdit o sırada olamazdı sanırım. Aslında bu konuda yapacak bir şey de yok. Türkiye’de herkesi ortadan kaldırmak mümkündür. Devletin öyle birimleri var ki, bırakınız Türkiye’yi, Yeni Zelanda’da bile darbe yapar ve yasal olarak hiçbir şey yapamazsınız. Ancak Genelkurmay Psikolojik Harp Dairesi’nin kuruluş yapısını ve çalışma esaslarını incelediğinizde, bu yaptıklarının kesinlikle görev alanı içerisine girdiğini görüyorsunuz. Mehmet Eymür, ‘Yeşil’i kullanması ile ilgili olarak sorulan bir soruya ‘bizim görevimiz bunu mümkün kılar’ diyordu. Başbakan Ecevit de birtakım gizli görevlilerden bahsediyor. Başbakan gizli görevlilerden bahsedeceğine, bu gizli görevlilerin görev alanlarının yeniden tanımlanabilmesini sağlamaya çalışmalıdır. Bu da şimdilik çok zor gözüküyor.”

Okuyucuların kendisine, edindiği bilgilerin kaynağını sorduklarını ve çok iyi tepkiler aldığını söyleyen Vatandaş, ihtiyaç duyduğu konularla ilgili her türlü kitabı okuduğunu belirtiyor: “Kitap okuma konusunda biraz pragmatistim. Neye ihtiyaç duyuyorsam onu okuyorum. Bu bazen hazırlamakta olduğum bir yazı ya da kitapla ilgili Türkçe ya da İngilizce bir kitap oluyor ya da yeni çıkmış bir şiir kitabı.” Havva Setenay İLHAN

EMİN ALPER, SÜLEYMAN KONAK

HABER YORUM;

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

20. yüzyılın ilk yarısı Osmanlının da ortadan kaldırılmasıyla birlikte dünyanın geleceğinde İslam Medeniyetinin söz sahibi olma gücü kalmadı. Müslümanlar her coğrafyada deyim yarindeyse bir ölüm kalım mücadelesi verdiler. Neredeyse yok oluş felaketi ile karşı karşıya kaldılar. Ancak yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte bu karabasan dönemi yavaş yavaş sona erdi ve hatta müslüman toplumlar yeniden tarihin yapımında kurucu aktörler olarak kilit rolü oynama azmi, çabası ve iradesi göstererek yeni bir sıçrama döneminin eşiğine geldiler. Yüzyılın ilk yarısında hedeflenen müslüman toplumları pasifleştirerek yok etme projelerinin iflas ettiği görüldü. Bu durum emperyalist güçlerin Sovyetlerin dağılma süreci ile birlikte müslüman coğrafyaya tekrar yönelerek aynı amaçlar doğrultusunda yeni plan ve projeler geliştirme ihtiyaçlarının ortaya çıkmasına yol açtı.

Soğuk savaş döneminin 1990’ lı yıllarla birlikte sona ermesi ile birlikte global müstekbirler insanlığın önüne önce Yeni Dünya Düzeni (YDD) projesini sundular. Bu düzen şimdi Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile hayata geçirilmek isteniyor. Bölge halkları çok iyi biliyor ki bu aslında Siyonistlerin binlerce yıllık hedefi olan Büyük İsrail Projesinden (BİP) başka bir şey değildir.

Bu amaçların gerçekleştirilmesi için Bush’un güvenlik danışmanı Rice’nin de başlangıçta söylediği gibi bölgedeki 22 ülkenin sınırlarının değişmesi gerekmektedir. Bunun ilk adımları da Afganistan ve Irak’ın işgalleri ile atılmıştır.

İkinci hedef enerji kaynaklarının ele geçirilmesidir. Daha şimdiden bolge petrollerinin %40’ı olan Irak petrolleri, Afganistan’daki zengin uranyum kaynakları fiilen olmak üzere el değiştirdi. Bu durum dünya bor tuzlarının %75 ine sahip bulunan ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir.

Üçüncü olarak yüksek ve ileri teknolojinin bölge ülkelerinin eline geçmesi de engelleniyor. Bizim ülkemizde değişik zamanlarda yapılmaya çalışılan nükleer santrallerin çeşitli ‘tesadüfler’(!) sonucunda sürekli ertelenip akim kalması, bölge ülkelerinin ( Tabi ki İsrail hariç) elinde bulunabilecek nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların küresel tehdit olarak dünyaya gösterilmesi bu amaca hizmet etmektedir.

Bir başka hedef ise küresel sömürü aracı olan doların mevcut hegemonyasının sürdürülmesidir. Bölgedeki enerji kaynakları da kullanılarak bu ülkelerin ekonomik olarak felç edilme durumunun sürdürülmesi amaçlanmaktadır. Öyle ki her imkana sahip olan bir ülke bile doları yoksa hiçbir şey yapamaz haldedir. Dolar bulmak için ise ya borçlanması ya da mevcut imkanlarını başka birilerinin bastığı kağıt parçaları ile değişmesi gerekmektedir. Bunun da özellikle bölge ülkelerinin köleliğinin devam etmesi anlamına geldiği çok açıktır.

İkiz kulelere yapılan şaibeli saldırılar sonrasında dünyaya nizamat vermek için yola çıkan Amerikanın yaptığı işin adını “Teröre karşı topyekün haçlı savaşı” olarak koyması da bir tesadüf değildi.

Yaşadığımız bu coğrafyaya yönelik hesaplar, bu coğrafyanın gerçeklerini, dinamiklerini, değerlerini yok sayarak belirleniyor. Bu kuşatıcı projeler bile meydana gelecek sürprizleri önleyemeyecek, kontrol altına alamayacaktır. Bunca baskı, aşağılama ve kan, bütün hesapların boşa çıkarılacağı gelişmeleri tetikleyecektir.

BÜYÜK DOĞU MU BÜYÜK ORTADOĞU MU ?

Sayın Başbakan Kültür Bakanlığının düzenlediği Üstad’ı anma toplantısında “Üstad’ın ideolocyasının kendisine bugünkü ufukları açtığını” söylemiş. Galiba bize, “Baylar ve bayanlar endişeye kapılacak bir şey yoktur. Büyük Ortadoğu Projesi aslında Üstad’ın Büyük Doğu idealinden başka bir şey değildir.” demek istedi. Biz de Üstad’ın ideolocya örgüsünden iki paragrafı bu vesile ile hatırladık…:

“Biz hangi milleti ve siyasî zümresiyle olursa olsun, Avrupalıların hoşuna gittikçe ve alkışını topladıkça, böbürlenmek yerine başımızı taştan taşa vursak daha iyi ederiz. Zira bizim, hangi milleti ve siyasî zümresiyle olursa olsun, Avrupalının hoşuna gitmemiz ve alkışını toplamamız, ancak kendimizi tahrip ve inkarımız nispetinde kabildir.”

“Şu yüzden ki, biz Avrupalının kendi familyasından sandığı bir millet değiliz. İstediğimiz kadar ondan olduğumuzu iddia edelim, onun kılığına bürünelim ve harfleri ile yazalım, Avrupalı bu iddiamızı, hatta bu iddiada muvaffakiyetimizi alkışlarken, için için bize gülecek, bizden tiksinecek ve tuzağa kendi ayağıyla düşen bu safdil avı kaçırmamak için her şaklabanlığı yapacaktır.”

MÜSLÜMAN ALİMLER BİRLİĞİ

Geçtiğimiz ay içinde Tanınmış âlimlerden Yusuf El Kardavi başkanlığında, “Dünya Müslüman Alimler Birliği” kuruldu. Birlik, müslümanların kendi içlerindeki dağınıklığa son vermeyi amaçlıyor. Aynı zamanda İslam dünyası dışındaki toplumların da İslam dini hakkındaki yanlış bilgilerini düzeltmeyi, önyargılarını yok etmeyi de hedefliyor.

Dünya Müslüman Alimler Birliğinin amaçlarına uygun olarak hareket etmesini, hedeflediği çalışmaları en güzel bir şekilde yapmasını, müslüman birliğini sağlamasını temenni ediyoruz.

Büyük Ortadoğu Projesiyle İslam dünyasının işgal edilmek istendiği bir dönemde başta D-8 olmak üzere, Dünya Müslüman Alimler Birliği gibi önemli kuruluşlara çok ihtiyacımız var. Bu kurumlara sahip çıkmalı, işgale sömürüye ve adaletsizliğe karşı ciddi bir kalkan olduklarının farkında olmalıyız..

ACABA MI ?

ABD’nin eski başkanlarından Reagan, Siyonizm’in armagedon diye adlandırdığı büyük kıyamet savaşına işaret ederek “İsa ile Deccal arasında, Kudüs civarında vuku bulacak savaşı muhtemelen bizim nesil görecek.” diyordu.

Peygamberimiz, Deccal denilen büyük fitneden bahsederken, kendisinden önceki bütün peygamberlerin ümmetlerine bundan bahsettiğini bildirmişti. Deccal dünyaya şerri hakim kılmak için savaşacak ve “Rablık” iddiasında bulunacaktır. İslam kaynakları 70.000 yahudinin ona tabi olacağını yazar. Hz. İsa ikinci defa avdet edecek ve deccalle savaşarak onu yenecektir. Siyonist evangelist ittifakının armagedon dediği bu savaşa bizim kaynaklarımızda Melhame-i Kübra adı verilmektedir. Bu savaşın gerçekleşeceği yer ise “atların diz kapaklarına kadar kana gömüleceği” haber verilen Amik Ovasıdır. Amik Ovası Konya’nın güneydoğusunda ve Torosların eteklerinde yer almaktadır.

Merak ettiğimiz, İsrail-ABD ikilisinin Konya’mızda yıllardır tatbikat yapma heveslerinin ve son zamanlarda gündeme taşınan Kıbrıs’ın kuzeyinde üs kurma ihtiyacı duymalarının konu ile ilgisi olup olmadığıdır.

DÜN – BUGÜN

DÜN

Milletvekilleri el kaldırma makineleri değildir. Hükümet el kaldır dediğinde kaldıran, indir dediğinde indiren milletvekili anlayışı AKP iktidarının ilk gününde tarihe gömülmüştür. (Seçimlerden sonra.)

BUGÜN

Ben milletvekiliyim açıklama yaparım diyenler…Yapamazsın kardeşim. Bağımsız yapamazsın. AKP çatısı altında, bu markanın altında yapamazsın. Öyle bildiri mildiri…( DEP eski milletvekillerinin serbest bırakılmasından sonraki hükümet politikalarını eleştiren bildiri yayınlayan AKP’li vekillere. R.T.E.)

NATO TOPLANTISI

Son NATO toplantısı İstanbul’da yapıldı. Ülkemiz ABD’ninki başta olmak üzere bir çok devlet adamını ağırladı. Toplantı için neden Türkiye’nin seçildiği, İstanbullulara verdiği zahmetler vs çokça tartışıldı.

NATO toplantısının en önemli konusunun BOP olduğu biliniyor. Komünizmin çökmesinden sonra NATO’nun varlığını sürdürebilmesi için gerekli yeni düşmanın ‘İslam’ olduğu artık kesin.

Toplantıda BOP’ u somutlaştırıcı adımlar atıldı. NATO bünyesindeki “istihbarat teşkilatı”nın işlevi artırıldı. Irak güvenlik birimlerine verilecek eğitim NATO bayrağı altına alınarak işgal meşrulaştırıldı. Afganistan’daki asker sayısı artırıldı.

Bush zirvede diğer üye ülkelere şunları söylüyor.: “NATO’nun görevi sadece bir güvenlik örgütü olmakla sınırlanamaz. Demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerlere de öncülük yapmalıdır.” (NATO’nun buna göre birinci hedefinin bizzat Bush’un kendisi olması gerekiyor.)

NATO toplantısı sırasında birde skandal meydana geldi. Değerli medyamıza olay “Önce elini göster sonra tokalaş.” esprisi ile yansıdı. Ev sahibi olduğumuz ülkemizde, misafir bir devlet başkanına hoş geldin demek için tokalaşmak isteyen devlet bakanlarımıza elleri o şahsın korumaları tarafından “tırnak muayenesinden” geçirildikten sonra izin verildi. Sömürge ülkelerinde bile rastlanılmayacak bu olay karşısında sayın devlet bakanımız Beşir Atalay beyin önce biraz şaşırdığı ama daha sonra o zat ile tokalaşarak onurlandırıldığı da medyamızda yer aldı.

HRİSTİYAN SİYONİSTLER Hristiyan Siyonistliğin doktrinini tanımlamak için sıkça kullanan diğer bir terim ise “dispensationalisttir”. Dispensation kelimesi ingilizce de şu anlamlara gelmektedir: 1- Dağıtma, bölme, idare, tertip. 2- Muafiyet, af, hariç tutma,dışında bırakma, istisna. Hristiyanlık ise terim olarak ” bir dinin etkili olduğu dönem” ve “kilise tarafından çok özel olarak verilen izin” manalarına gelmektedir. Bu Hristiyan Siyonist gruplar, Kitab-ı Mukaddeste dönüm noktası olan yedi aşama, dönem belirledikleri için kendilerine “dispensationalist” demektedir.

İnançlarına göre bu yedi aşama şunlardır:
– Yahudilerin Filistine geri dönmeleri
– Yahudi devletinin kurulması
– Dünyanın, İsrailoğulları dahil tüm uluslarına İncil’in vaaz edilmesi.
– Rapture ( Vecd ). Kiliseye iman edenlerin cennete yükseltilmesi.
– Tribulasyon (felaket dönemi). Yedi yıl sürecek olan felaket dönemi. Bu dönemde, yahudiler ve diğer imanlılar zulüm görecekler. Ancak yine bu dönemde iyilerle Deccal önderliğindeki kötüler savaşacak.
– Armagedon savaşı. İsrail’deki Megiddo Ovasında yapılacak olan savaş.
– Deccal ve ordusunun yenilmesi ve Mesih’in krallığını kurması. Krallığın başkenti Kudüs olacak.
– Krallık yahudiler tarafından yönetilecek. Bu yahudiler Mesih’e bağlanacaklar yada Hristiyanlığa dönüş yapacaklar.
Ayrıca Armagedon savaşı öncesinde, o zamandaki felaket ve acılardan kendilerini muaf tuttuklarına inandıkları için onlara Türkçe’de “muafiyetçi” denilmektedir.

Değişik muafiyetçi gruplar arasında bazı farklılıklar olabilmektedir. Örneğin yahudilerin akıbetleri hakkında bazı farklılıklar bulunabilir. ( Toptan dönüş yapanların vs. ) muafiyetçiler kehaneti gerçekleşeceği yerler olarak coğrafi konum tespit etmekten hoşlanırlar, İsrail’deki Megiddo Ovası gibi. Muafiyetçiler Deccal hakkındaki bölümlerde geçen bazı İbranice kelimelerin, İngilizce Rusya ve Moskova kelimelerini çağrıştırdığını düşünerek Deccal’İn Rusya tarafından yönetileceği şeklinde yorumlarda yapmaktadırlar.

Armagedon savaşını nükleer silahlarla yapılacağını ve Rusya’ya karşı İsrail’in yanında yer alacak ABD’nin ahlaki çöküş yaşayacağına inanmaktadırlar. (Hal Lindsey’in The Late Great Planet Earth / Merhum Büyük Gezegen Dünya adlı kitabı bu teolojiyi en iyi anlatan ve en çok satan kitaptır.)

Hristiyan Siyonistliğin Tarihi
Hristiyan Siyonizminin tarihi aslında bugünkü İsrail devletinden, hatta Yahudi Siyonizminden bile çok öncedir. Filistin’de bir yahudi ulusunun kurulmasının, Mesih’in ikinci gelişine işaret edeceği fikri ilk olarak Oliver Cromwell ve Paul Felgenhauever gibi 17. Yüzyıl Protestan lideri ve teologların söylev ve yazılarında belgelendirilmiştir.(Halsell, 135)

Yazar Aydoğan VATANDAŞ ile Söyleşi

Gizli Cemiyetler Gelecek Avcısıdır
Bush’un zihninin arkaplânında Evangelizm var

2023- Genel bir alışkanlıktır, dünyada olan olayları açıklarken; ekonomik, sosyal ve siyasî kriterler odak olarak alınır. Siz ise farklı bir yol benimseyerek insanların inançlarını, kültleri irdeleyerek günümüzdeki gelişmeleri yorumlaya çalışıyorsunuz. Kitaplarınızda “dünya tarihinin aynı zamanda gizli örgütlerin tarihi olduğunu da” söylüyorsunuz. Orada nasıl bir tanım bulmak mümkün?

Aydoğan Vatandaş- Oktay Sinanoğlu, Aytunç Altındal gibi çok daha kıdemli ve de becerikli beyinler bunu çok önce tespit etmişler ve yazmışlar. Özellikle Oktay Sinanoğlu bu konuda çok şey fark etmiş. Gizli cemiyetler tarihin her döneminde varlar. Hitler’in arkasında nasıl Thule Society var idiyse, Başkan Bush’un arkasında da Sculls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Tarikatı) var. Onların arkasında da başka bir yapı var. Ben bunu son derece normal buluyor ve çok kolay anlayabiliyorum. Ama bu tür örgütlerin gücünü de abartmamak gerekir, her şeyi onların kontrol ettiğine inanmak doğru değil.
Türkiye’den yola çıkarsak; nasıl ki Türk siyasetçilerinin dinî inançlarını, bazı cemaatlerle olan ilişkilerini analiz yaparken bir faktör olarak gözönünde bulunduruyorsak, o hâlde dünya siyasetini ya da Amerikan siyasetini analiz ederken de buna yön verenlerin zihinsel arkaplânını ve inançlarını ihmal etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Özellikle Amerikan muhafazakârlarını analiz ederken, bu dinsel algılamaların dünya politikalarına yansımalarının sosyal bilimler açısından bir faktör olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.

2023- Peki nasıl çalışıyorlar bu gizli cemiyetler?

Aydoğan Vatandaş- Bu cemiyetler aslında gelecek avcısıdır. Bir gelecek tasavvurları vardır ve geleceği elde etmek için akıl almaz yöntemlere başvururlar. Kendilerine sorarsanız kozmik bir mücadele içerisinde olduklarını söylerler. Çoğu apokaliptiktir ve kült özelliği gösterirler. Büyü, simya gibi okült konularla tarih boyunca uğraşmışlardır. Bugün de bu işi bazı teknolojiler vasıtasıyla yapmak istiyorlar. Yetenekli bazı insanlar eğer gelecek potansiyelleri varsa çocuk yaşta tespit edilir ve yetiştirilirler. Hulûl edilip yönlendirilebilir hâle getirilmiş olanları alanlarında meşhur edilir, önemli mevkilere gelmeğe başlarlar. Bir kısmı bazı gazetelerin yöneticisi de olurlar. Sonra ülkelerin karar mekanizmalarında söz sahibi olmaya başlarlar. Bu kişiler genellikle kendi başına bir şey olamayacak, millî duyguları zayıf, maddiyata, mevkie düşkün, çeşitli zaafları olan kişilerdir. Bu kişiler tespit edilir; ya onlar vasıtasıyla birtakım gizli cemiyetler kurdurulur ya da bu kişiler zamanla karar mekanizmalarına getirilir.

2023- Siz Irak Savaşı’nın arkaplânında Yahudi-Evangelist ittifakının olduğunu Tempo’ya verdiğiniz bir mülâkatta dile getirdiniz.

Aydoğan Vatandaş- Evet, Mart ayında yapılan bir söyleşiydi. Çünkü Amerika’da 40 milyona yakın Evangelist Hıristiyan var ve bunlar aslında en fundamentalist olanlar. Bunların ilâhiyat görüşlerini çok iyi bilmemiz gerekiyor ki kendisi de bir Evangelist olan Bush ve yakın çevresinin dünyada ne yapmak istediğini analiz edebilelim. Fakat bunu yaparken, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde suyun, petrolün, euro-dolar savaşının birer faktör olduğunu ve tabiî ki İsrail’in başlı başına bir faktör olduğunu gözden ırak tutmamak gerekiyor. Ama bunların yanı sıra, dinsel gizli cemiyetlerin faaliyetleri ve etkilerini de, bugün yaşanan gelişmelerde oynadıkları rolü de ihmâl edemeyiz.

2023- Kim bu Evangalistler?

Aydoğan Vatandaş- Bunların ilâhiyat görüşlerinin masaya yatırılması gerekiyor. Evangelistler’in, benim “Ezoterika” kitabında da incelediğim, birçok apokaliptik, kıyametçi, milenyumcu kült gruplarla çok yakın benzerliği var. Şimdi AUM tarikatına baktığınız zaman apokaliptik kült özellikleri taşıdığını, kıyamet beklentisi ve hatta kıyameti hazırlama çabası içinde olduğunu görüyoruz. “Armagedon” olarak adlandırılan son savaşa hazırlandıklarını ve bu savaşta saf tutma gayretinde olduklarını görüyoruz. Bugün birçok kültte bulunan bu ortak noktanın kökenleri büyük oranda Tevrat ve İncil’den kaynaklanıyor. Özellikle İncil’in apokaliptik âyetlerinde bu konuyla ilgili önemli bilgiler yer alıyor. Evangelist Hıristiyanlar’ın İncil’deki bu âyetleri birebir okuduklarını ve birebir dünya siyasetine yansıtmayı kendilerine hedef aldıklarını biliyoruz. Bunu nereden biliyoruz? Bir kere Armagedon deyimini ilk olarak kullanan, kendisi de bir Evangelist, Amerikan Başkanı Ronald Regan’dı; “Armagedon’a hazırlanmamız gerekir” ifâdesini kullanmıştı. Yine George Bush’un en çok etkilendiği kitaplara ve verdiği demeçlere baktığımız zaman bu dinsel arkaplândan çok fazla etkilendiğini görüyoruz.

Ortadoğu’da Hiroşima Alameni

23.10.2003

Ortadoğu’da Hiroşima Alameni
Temmuz sayımızın kapak konusunda, dünyayı tehdit eden korkunç senaryodan, yani Siyonizmin Mesih Planı’ndan bahsetmiş ve bu planın gerçekleşmesi yolunda atılan adımları sıralamış, özetle şöyle demiştik: Mesih Planı Yahudi krallığını öngörüyor. Bu plan Yahudi kontrolündeki düzen ile Müslümanlar arasında bir çatışmayı gerektiriyor. Bu planın ilk adımlarından birini Süleyman Mabedi’nin yeniden inşası oluşturuyor. Diğerini ise Megiddo Ovası’nda gerçekleşeceğine inanılan son savaş, yani Armagedon. Günümüzün Hıristiyan siyonistleri ve dindar siyonistler Armagedon zamanında yaşadıklarını düşünüyorlar. Hatta buna Şaron kadar ABD Başkanı Bush da dahil. Siyonistler Tevrat’ın İşaya 13:13-14 ayetindeki “(Tanrı) gökleri sarsacağım ve yeryüzü yerinden oynayacak” cümlesini bir nükleer savaş olarak yorumluyorlar. Tabi ki bunlar sadece bir yorumdan ibaret kalmıyor, İsrail ve dolayısıyla ABD nükleer silahlarını artırırken, diğer ülkelerin, özellikle Müslüman ülkelerin bu silahlara sahip olmaması için savaşı bile göze alıyorlar. Ve o yazımızda Irak’a saldırının da bu amaçla yapıldığını söylemiştik. Geçtiğimiz ay Mescid-i Aksa’da yapılan “Kudüs’ün Geleceği Tehlikede toplantısı”, Harem-i Şerif’in sahipliğinin tartışılacağı günlerin yaklaştığına dair öngörümüzü haklı çıkardı. Şimdi İsrail’in Armagedon için yaptığı hazırlıklara değineceğiz. Yani nükleer silah depolarına ve o silahların hangi bölgelerde üretildiğine dair kanıtlara…
İsrail beşinci nükleer güç
İsrail’in dünyanın beşinci büyük nükleer gücü olduğunu, hatta bu alanda Fransa ve Çin ile rekabet edebileceğini, yani bütün Ortadoğu’yu havaya uçuracak kadar “kitle imha silahları”na ev sahipliği yaptığını biliyor muydunuz?
Dünyanın belli başlı nükleer güçleri olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’in arasına İsrail’in de katıldığından kaçımızın haberi var? İsrail’in Haaretz Gazetesi’nde yazan askeri uzman Ze’ev Shiff’in “Birleşmiş Milletler’in nükleer silahlar (kitle imha silahları) ile alakalı kurallarına İsrail’in uyacağını sananlar sadece rüya görüyorlar” dediğini bilen kaç kişi?…
Peki ya Şaron’un “Arapların petrolü, bizim de kibritimiz var” derken, kibrit ile kastettiği şeyin, kitle imha silahları olduğunu anlamak için çok zeki olmaya gerek var mı?
İsrail Cumhurbaşkanı Ezar Weissman, “Nükleer sorun hız kazandı, gelecekteki savaş konvansiyonel değil, nükleer olacak” derken, çok açık bir biçimde İsrail’in kitle imha silahlarına sahip olduğunu itiraf etmiş olmuyor muydu? Dimona’daki plütonyum işleme tesislerinde nükleer bir teknisyen olarak çalışan ve kendisi İsrailli sol görüşlü bir Yahudi olmasına rağmen, Filistin halkını destekleyen Mordechai Vanunu’un Dimona’daki nükleer tesislerin fotograflarını gizlice çekip, İsrail’in kitle imha silahlarıyla ilgili belge ve bilgileri, Londan Sunday Times’a verdiği bir röportajda gözler önüne serdikten sonra, İsrail mahkemeleri tarafından 18 yıl hapse mahkum edilmesi her şeyi yeterince açıklamıyor mu? Hele, 1967’de Dimona’daki nükleer tesisine yaklaşan kendi uçağını, 1973’te ise bu tesisler üzerinden kazara geçen Libya yolcu uçağını düşürüp, 107 sivil insanı öldürmesi, İsrail’in bu konuda ne kadar acımasız güvenlik tedbirleri aldığını ve bu meselede ne kadar hassas olduğunu göstermiyor mu? Yakın geçmişte İsrail’in Irak’ın nükleer santralini bombalaması, Şaron’un Hindistan’a Pakistan’ın nükleer silahlarını yok etmek için birlikte hareket etmeyi teklif etmesi ve İran’ın nükleer silah yapma çalışmalarını BM ve ABD’yi arkasına alarak sabote etmeye çalışması bize bir şeyleri ispatlamıyor mu? Evet, bütün bu kanıtlar ispatlıyor ki İsrail, kitle imha silahlarına sahip çok tehlikeli bir devlettir. Bu silahlara ise Fransa, İngiltere ve ABD’nin yardım ve yataklık yapmasıyla kavuşmuştur.

Haritada işaretlenmiş yerler
ABD’li bilim adamları Federasyonu’nun İsrail’e ait nükleer tesislerin gizli uydu fotoğrafları, İsrail’in ne kadar tehlikeli bir ülke olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
Rafael: Haifa yöresindeki Rafael, İsrail Savunma Bakanlığına ait yüksek teknolojik silah araştırma ve geliştirme organizasyonu olup, 1966’dan beri nükleer silahların bir araya getirildiği, parçalarının birleştirildiği yerdir ve bugün artık balistik füze yapımına yoğunlaşmıştır. Haifa’nin doğusundaki Yodefat ise çok daha modern bir nükleer silah tesisidir. Dimona’dan buraya plütonyum taşınmaktadır. Pentagon’un 1987 tarihli raporlarında da Rafael balistik füze araştırma ve geliştirme merkezi olarak geçmektedir. Raporda roket motorları ve anti-balistik füze çalışmalarının da burada yapıldığından bahsedilmektedir.
Eilabun: Eilabun İsrail’in ikinci büyük nükleer silah deposudur. Taktik nükleer mermiler, nötron bombası ve nükleer kara mayınları burada bulunmaktadır. Söz konusu mayınlar Golan tepelerine, yani Suriye sınırına yerleştirilmiştir.
Palmikhim: Vandenberg Hava Kuvvetleri Üssü olan Palmikhim, İsrail Savunma Gücü’nün araştırma ve geliştirme merkezidir. Burada bir uçak pisti, yedi tane büyük hangar ve güvenlik bölgesinin güney ucunda da füze monte birimi vardır.
Nes Zionyaa: Nes Zionyaa ise kimyasal ve biyolojik silahlar birimidir. 1989 tarihli Savunma İstihbarat Ajansı raporunda İsrail’in Jericho tipi füzelerinin kimyasal ve biyolojik savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip olduğu belirtilmiştir.
Tel Nof: Stratejik hava gücüne sahip Tel Nof, başkent Tel-Aviv’in güneyindedir. Nükleer vuruş misyonuna sahip F-4 ve F-16’lardan oluşan ünlü Siyah Filo burada bulunmaktadır. Bu stratejik hava kuvvetleri, birer füze deposu ve üssü olan Tirosh ile Hirbat Zekharyah’tan birkaç mil ötede, dördüncü yolun (Route 4) biraz dışındadır. Buradaki bazı uçaklar 24 saat alarm halindedir. Nükleer vuruş gücüne sahip sekiz tane F-45 Suriye ve Mısır’ı vurmak için 1973’te sürekli alarm halindeydi. Amerika’dan satın alınan 24 F – 15 E tipindeki taktik nükleer bomba uçaklar (Strike Eagles) da buradadır ve hedefi İran’dır.
Be’er Yaakov: Be’er Yaakov’un hemen yanı başında Jericho ve Arrow füzeleri ile bunları fırlatan Shavit araçları burada üretilmektedir. Jericho ve Shavit aynı yerde, Arrow ise diğer birimde gün ışığına çıkarılmaktadır. Burada üretilen füzeler Hirbat Zekharyah’a, Tel-Aviv-Kudüs ana hattına bağlı bir demir yolu ağıyla getirilmektedir.
Soreq Soreq: Soreq, Yavne kasabası yakınlarındadır. Nükleer silahların üretim ve dizaynının adreslerinden biridir. Buradaki nükleer reaktör beş megawatt gücünde olup 1960’da ABD tarafından İsrail’e verilmiştir ve Amerika 1977 yılına kadar da gerekli nükleer yakıtı İsrail’e temin etmiştir.
Tirosh Tirosh: Tirosh Tirosh’da nükleer silah depolarından olup, yaklaşık 25 metrelik aralıklarla konumlandırılmış 70’e yakın yer altı sığınağını birbirine bağlayan bir ağa sahiptir. 38. Yol’un (Route 38) kavşak noktasında buraya giriş yolu vardır ve yol üzerinde bu tür yerlerde görmeye alışkın olduğumuz “güvenlik bölgesidir girilemez yazısı” göze çarpmaktadır. Hemen, biraz ileride bir kontrol noktası mevcuttur. Burası Tel Nof Hava Üssü’ne ve Hirbat Zekhrayah füze sahasına çok yakındır. Tirosh, stratejik silahların, Eilabun ise taktik kitle imha silahlarının depolandığı birimler olarak gözükmektedir.
Hirbat Zekharyah: Hirbat Zekharyah, İsrail’in stratejik ve mobil füzeleri olan kısa menzilli Jericho-I ve orta menzilli Jericho-II’nin bulunduğu birimdir, füzeler yaklaşık 100 tanedir. Bunlar 800 ve 1200 kilometrenin üstünde bir menzile sahip, nükleer ve kimyasal silah başlıklı füzelerdir. Ankara’yı rahatça vurabilecek güçtedir. Bu bölgede kireç taşı çok yoğun bir biçimde bulunduğu için, bu füzeler de kireç taşı süsü verilerek saklanmaktadır.

En önemli tesis: Dimona
Bir zamanlar tekstil fabrikası yalanıyla üstü örtülmeye çalışılan Dimona’da 20 senedir, her yıl yaklaşık 40 kg.lık plütonyum üretilmektedir. Ürdün sınırına 25 mil uzaklıkta, Beersheba ve Sodom arasındadır. Dimona ayrı bloklar halinde inşa edilmiştir. Bloklar “Machon 1, 2, 3” şeklinde isimlendirilmiştir. Dört tanesi nükleer silahlar için gerekli temel elementleri sağlarken, diğerleri bu dördüne destek sağlamaktadır. Machon 1 reaktörü Fransızların inşa ettiği kubbeli bir yapıdır. Machon 2 ise Machon 1’deki temizlenmiş plütonyumu tekrar işleyen bir reaktördür. Termonükleer silahlarda kullanılan Lityum-6 izotopu burada açığa çıkarılmaktadır. Bu işlemi yapan reaktörler olmadan, nükleer silahlar asla elde edilemeyeceği için, Dimona hayati bir önem taşımaktadır. Burada 2700 kişi çalışmaktadır ve bunlardan sadece 150 kişiye Machon 2 reaktörüne girme izni verilmektedir. Bu rektörün yer altında tam altı katı daha vardır. Machon 2 vurulduğu zaman, İsrail’in nükleer silah çalışmaları büyük bir darbe alacağı açıktır. Machon 8 ise, gazların parçalanmasıyla üretilen, parçalanabilir alternatif bir madde olan zenginleştirilmiş uranyum için kullanılmaktadır. Bu, ileri düzeyde bir lazer tekniğiyle yapılmaktadır. Plütonyum 239 izotopunun oranının arttırılması işlemi ve uranyumun zenginleştirilmesi işlemi de Machon 9’da yapılmaktadır.
The Bor The Bor: Tel-Aviv’de Savunma Bakanlığı binasının altında bulunan bir yer altı komuta merkezidir. İsrailli üst düzey yetkililer kriz zamanlarında burada toplantılar yaparlar. Küçük bir hesap yapacak olursak… Her nükleer silahta yaklaşık dört kilo plütonyum kullanıldığı dikkate alınırsa, İsrail’in 100 ila 200 arasında bir nükleer silah kapasitesine, altı kilogram lityumdan bir termonükleer silah üretildiğini de göz önüne alırsak 220 kilogram lityum-6 (lithium-6 deuteride)’dan da 35 tane termonükleer silaha sahip olduğunu anlarız. Irak’taki kitle imha silahlarını bahane ederek, Bush hazretlerine destek veren AKP ve Başbakan Erdoğan, İsrail’in kitle imha silahları karşısında sus pus olmaya devam edecek mi? Anadolu Gençlşk dergisi 45. sayı

*****

Tanrı Bizden Neler İstiyor?

5. Bölüm

Tanrı’nın Yeryüzüyle İlgili Amacı Nedir?

Yehova yeryüzünü neden yarattı? (1, 2)

Yeryüzü şimdi neden bir cennet değil? (3)

Kötü insanlara ne olacak? (4)

Gelecekte İsa hastalar, yaşlılar, ölüler için ne yapacak? (5, 6)

Gelecek nimetleri paylaşmak için ne yapmanız gerekir? (7)

1. Yehova yeryüzünü insanın üzerinde sonsuza dek yaşayabileceği şekilde yarattı. Yeryüzünün her zaman doğru, mutlu kişilerin oturduğu bir yer olmasını istedi. (Mezmur 115:16; İşaya 45:18) Yer hiçbir zaman yok edilmeyecek; sonsuza dek kalacak.–Mezmur 104:5; Vaiz 1:4.

2. Tanrı insanı yaratmadan önce yeryüzünün küçük bir bölümünü seçip güzel bir cennete dönüştürdü. Orayı Aden bahçesi diye adlandırdı. İlk erkek ve kadın olan Âdem ile Havva’yı yerleştirdiği yer burasıydı. Tanrı’nın onlarla ilgili amacı, çocuklarının olması ve tüm yeryüzünü doldurmalarıydı. Onlar yavaş yavaş tüm dünyayı cennete dönüştüreceklerdi.–Tekvin 1:28; 2:8, 15.

Kaybolan cennet

3. Âdem ile Havva Tanrı’nın kanununu bile bile çiğneyerek günah işlediler. Bu nedenle Yehova onları Aden bahçesinden kovdu. Cennet yitirilmişti. (Tekvin 3:1-6, 23) Ancak Yehova yeryüzüyle ilgili amacını unutmadı. Yeryüzünü insanın sonsuza dek yaşayacağı bir cennete çevirmeyi vaat etti. Tanrı bunu nasıl yapacak?–Mezmur 37:29.

4. Yeryüzünün cennet olması için önce üzerindeki kötü insanlar ortadan kaldırılmalıdır. (Mezmur 37:38) Bu, kötülüğe son verme amacı güden Tanrı’nın Armagedon savaşında yapılacak. Ondan sonra Şeytan 1.000 yıl boyunca hapsedilecek. Bu, kötülerin dünyayı bozmasına izin verilmeyeceği anlamına gelir. Hayatta kalanlar yalnızca Tanrı’nın kavmi olacak.–Vahiy 16:14, 16; 20:1-3.

5. O zaman İsa Mesih 1.000 yıl boyunca yeryüzü üzerinde Kral olarak hüküm sürecek. (Vahiy 20:6) O, zihin ve bedenlerimizden günahı yavaş yavaş kaldıracaktır. Biz de, tıpkı Âdem ile Havva’nın günah işlemeden önceki durumu gibi, kusursuz insanlar olacağız. Artık hastalık, yaşlılık ve ölüm olmayacak. Hasta insanlar iyileşecek, yaşlılar yeniden gençleşecek.–Eyub 33:25; İşaya 33:24; Vahiy 21:3, 4.

6. İsa’nın Bin Yıllık Hükümdarlığı sırasında sadık insanlar bütün yeryüzünü cennete dönüştürmek için çalışacak. (Luka 23:43) Aynı zamanda, ölmüş olan milyonlarca insan yeryüzünde yaşamak üzere diriltilecek. (Resullerin İşleri 24:15) Eğer Tanrı’nın kendilerinden istediği şeyleri yaparlarsa yeryüzünde sonsuza dek yaşamaya devam edecekler. Yapmazlarsa ebediyen yok edilecekler.–Yuhanna 5:28, 29; Vahiy 20:11-15.

7. Böylece, Tanrı’nın yeryüzüyle ilgili başlangıçtaki amacı yerine gelecek. Siz bu gelecek nimetleri paylaşmak ister misiniz? Öyleyse Yehova hakkında bilgi edinmeye ve O’nun taleplerine itaat etmeye devam etmelisiniz. Yehova’nın Şahitlerinin yöresel İbadet Salonlarında yapılan ibadetlere katılmanız bunu yapmanıza yardımcı olacaktır.–İşaya 11:9; İbraniler 10:24, 25.

Armagedon’dan sonra yeryüzü cennete dönüştürülecek

**** Dinler tarihi boyunca, kutsal kitaplarda sözü edilen Mesih’in dünyaya ineceği gün tartışmave merak konusu oldu. Ancak İncil ve kutsal metinlerdeki kodların yanlış yorumlanması sebebiyle kehanetler hiçbir zaman doğrulanamadı. Oysa herkesin gözden kaçırdığı bir ayrıntı tüm şifreleri açığa çıkaracaktı. Neydi bu ayrıntı? Bu yüzyılın başına kadar yapılan tüm kehanetler; Mesih’in, ‘vaat edilen topraklar’da İsrail Devleti’nin kurulmasından yedi yıl önce dünyaya ineceğini iddia ediyordu. Oysa kutsal metinler doğru okunduğunda bu sürenin yedi yıl öncesi değil, kırk iki yıl sonrası olduğu ortaya çıktı. Ve kırk iki yıl sonrası bize çok da uzak olmayan bir geleceği haber veriyordu. Bu keşfe göre Mesih’in gelişi, 1967 yılındaki haber verilen altı günlük savaşın ardından İsrail’in resmen kurulması milat olarak alınırsa, tam olarak 2009 yılı ortaya çıktı. Kehanetse yaklaşan kıyametin bir nükleer savaş sonucunda ya da bir göktaşı yüzünden gerçekleşeceğini söylüyordu. Ancak insanlığı kurtaracak tek bir şans daha vardı… Tüm dünyada çok satan kitapların yazarı Peter LORIE, bu kez tüm insanlığı ve dünyanın geleceğini etkileyecek yorumlarını bizimle paylaşıyor. Armagedon, Mesih ve kıyamet hakkında, Amerika’da Nisan 2004 yılında basılan ve büyük ilgi gören sarsıcı bir kitap.

Armagedon,

Bildiğim kadarı ile henüz sivil asker ayrımı yapan bir silah üretilmedi. Bu yüzden bütün silahların (bunlara taktik nükleer silahlar dahil) sivilleri de öldürdüğünü söyleyebiliriz.

Taktik nükleer silahlar düşman şehirlerini, sanayi bölgelerini ve diğer stratejik hedefleri yok etmek için değil büyük düşman zırhlı birliklerini büyük düşman askeri birliklerini veya düşman deniz filolarını yok etmek için kullanılıyor. Belki bu yüzden sende taktik nükleer silahların sivillere zarar vermediği gibi yanlış bir fikir oluştu.

Taktik nükleer silah denilen şeyler, kıtalararası balistik füzelerde bulunan nükleer savaş başlıklarının küçültülmüş modelleridir. Söz gelimi bir balistik füzede bulunan nükleer başlık 20 milyon ton dinamitin patlama gücünüe eşit bir yıkım gücüne sahipken bir 155mm top mermisiyle atılan taktik nükleer savaş başlığı 1000 ton dinamitin patlama gücüne eşit bir yıkım gücüne sahip. Top mermisiyle atılanlar olduğu gibi uçak ile atılanlarda var.

NecmettinErbakan.Net web sitesine GİRİŞ

BAŞYAZI (18.04.2003)

“Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak”

11 Eylül saldırılarından sonra ABD, Afganistan’ı vurmaya hazırlanıyordu. Bütün dünya saldırıların gerisinde ABD’nin iddia ettiği gibi “İslâmi terör” olup olmadığı konusunda somut belge isterken, Türkiye bunun tersi bir yol tutmuştu. Zamanın Başbakanı Ecevit’in “ABD’nin var demesi bizim için yeterlidir” sözleriyle tüm İslam dünyasını hayretler içerisinde bırakışı henüz hafızalarımızdan silinmedi.

ABD kaynaklı yoğun bir dezenfermasyonla dünya etkilenmiş, NATO harekete geçirilip 5. Maddenin uygulanması için karar çıkartılmıştı. ABD’de faaliyet gösteren New Age tarikatının internet sitelerinden “2007’den önce başta Ortadoğu olmak üzere dünya yanacak ama ondan sonra özgürleşeceksiniz” mesajları yayınlamaya başlamıştı.

İşte o günlerde Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Büyükanıt, “Artık Batılı ülkelerin de gerçeği görmeleri gerektiğinin” altını çizmiş; Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon ise Türkiye’nin yıllarca önünü tıkayan terörün dışardan beslendiğinin çok açık ve net olarak tüm dünya tarafından bilindiğini hatırlatmıştı. Tolon, Türkiye’nin NATO’nun 5. maddesinin işletilmesiyle ilgili taleplerinin hep geri çevrildiğini, şimdi bu maddenin işletilmek istenmesi karşısında “5. Maddenin işlemesi için ABD’nin saldırının dışardan geldiğini çok açık ve net olarak bütün NATO üyesi ülkelere ispatlama zorunluluğunun” olduğunu hatırlatmıştı. Bu çağrıların hiçbiri geçerli olmadı. 5. Madde işletildi. ABD önce Afganistan’a saldırarak bu ülkeyi işgal etti. Şimdi de Irak işgal edildi.

Irak’ın işgali tamamlanır tamamlanmaz siyonist hahamların yaptığı açıklamalar çok dikkat çekici bir hal alınca biz de Türkiye’nin Erbakan sayesinde haberdar olduğu bir kitaptan bu köşede yaptığımız bir alıntıyı bugün yeniden gündeme getirmenin faydalı olacağını düşündük. 26 Eylül 2001 tarihinde buraya taşıdığımız alıntılar şunlardı:

“1999 Yılında Hıristiyan Koalisyonu belirli dini cemaatlerde Koalisyon bağlantısı olarak görev yapacak 100 bin eylemciyi işe almak için 17 milyon dolarlık yıllık bütçe ayırdı. Cumhuriyetçi parti içinde dini sağ muazzam bir kurumsal güce sahiptir. Birleşik Devletler’in bir sonraki başkanını özel amaçları için büyük bir titizlikle, deyim yerindeyse elemeyi planlamaktadır…”

“Biz Birleşik devletler vergi mükellefleri olarak dış ve askeri yardımda İsrail’in küçük devletine senede 6 milyar dolardan fazla vermekteyiz. Hem de federal bütçeden İsrail’e giden milyarlarca dolara ek olarak.”

“Brüksel’deki NATO merkez bürosunda bir brifinge katıldım. Yardımcı savunma müdürümüz Robin Beard ve NATO büyükelçimiz Robert Hunter bana Orta Doğu’da bir nükleer yüzleşmenin olabileceğinden dolayı endişeli oldukları itirafında bulundular. Bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyorlar… Orta Doğu barış süreci trajiktir. İsrail kaçınılmaz bir nükleer değiş tokuşa önderlik ediyor. Tek yaşama ümitleri nükleer bir ön savunma vuruşudur.

“Menachem Begin’den beri hiçbir İsrail başkanı gerek halk, gerekse gizli toplantılarda Yeni Hıristiyan Sağ liderleriyle durumu gözden geçirmeden Birleşik Devletler’e gezi yapmayı aklından bile geçirmedi.

“Son bir hadise kaldı; tapınağın yeniden inşa edilmesi… Tapınağın yeniden inşa edilme zamanı gelmiştir… Eğer tapınağı inşa etmek için camiyi (Mescid-i Aksa) yok etmek büyük bir savaş çıkaracaksa bırakın çıksın…

“Evet dediğim gibi, ahir zamana çok yakınız. Ortodoks Yahudiler camiyi uçuracaklar ve bu müslüman savaşını provoke edecek. Bu savaş İsrail’e karşı dünyayı kökünden değiştirecek, kutsal bir savaş olacaktır. Bu savaş Mesih’i araya girmeye zorlayacaktır.

“Tanrı’ya şükürler olsun, Armagedon savaşını seyretmek için cennetin kapalı tribününden yer alacağım. Bütün Yeniden Doğmuş olanlar Armagedon savaşını semadan izleyecekler.”

Daha Irak’ta işgal yönetimi dahi oturtulmadan İsrailli hahamların “erken fetva” ile Irak’ı İsrail toprağı ilan etmeleri sıradan bir olay değildir. Belli ki, siyonistler beş bin yıllık Kabbala’nın esiri olarak itikat ettikleri “Tanrı’yı kıyamete zorlama” işine devam edecekler!

*** ALİ BULAÇ “Tanrı’yı kıyamete zorlamak”

Onlara bakılırsa ABD, kadife eldivenler takıp Irak’a gidecek, hiç kimsenin burnu kanamadan kötülük imparatorluğuna son verecek. Arkasından gelecek olan sadece Irak için değil bütün bölge için yeni bir cennet hayatının başlamasıdır. Bütün bölgenin büyük bir felaketin eşiğinde olduğu apaçık ortada. İlk aşamada bu kıyamet senaryosundan en çok etkilenecek olanlar ise kimsenin kuşkusu olmasın Filistinlilerdir. Şaron ve İsrail şahinlerinin büyük bir iştahla bekledikleri savaş, eğer öngörüldüğü şekilde yapılacak olursa tarihi Filistin topraklarında yaşayan yüz binlerce Filistinli yerlerinden sürülecektir.

ALİ BULAÇ a.bulac@zaman.com.tr “Tanrı’yı kıyamete zorlamak” Savaş çığırtkanları ABD’nin hiçbir meşruiyete dayalı olmayan savaşını haklı göstermek için muhtemel her türlü kötü ve yıkıcı sonucun bir “komplo” olduğunu söylüyorlar. Onlara bakılırsa ABD, kadife eldivenler takıp Irak’a gidecek, hiç kimsenin burnu kanamadan kötülük imparatorluğuna son verecek. Arkasından gelecek olan sadece Irak için değil bütün bölge için yeni bir cennet hayatının başlamasıdır. Bütün bölgenin büyük bir felaketin eşiğinde olduğu apaçık ortada. İlk aşamada bu kıyamet senaryosundan en çok etkilenecek olanlar ise kimsenin kuşkusu olmasın Filistinlilerdir. Şaron ve İsrail şahinlerinin büyük bir iştahla bekledikleri savaş, eğer öngörüldüğü şekilde yapılacak olursa tarihi Filistin topraklarında yaşayan yüz binlerce Filistinli yerlerinden sürülecektir. Bundan birkaç gün önce bu senaryodan söz etmiştim: Şaron ve Amerika’daki uzantıları Irak savaşının önlerine tarihi bir fırsat koyduğu inancındadırlar. Yıllar öncesinden üzerinde çalışılan meş’um bir plana göre “Filistin meselesi”nin nihai çözümü Filistinlilerin tümünün Ürdün’e sürülmesi ve tarihi Filistin topraklarının tümüyle İsrail’e bırakılmasıdır. Irak savaşı eğer Irak’ın bölünmesine yol açarsa, ülkenin güney kısmı Haşimoğullarından birinin –bu muhtemelen Prens Hasan’dır– yönetiminde Ürdün’e verilebilir. Böylelikle bugün Filistin’de yaşayan Filistinliler ve Filistin’in dışında yaşayan mülteciler burada toplanacaktır. Kudüs’ün ise tamamen İsrail’in yönetimine verilmek istendiğini ayrıca zikretmeye gerek yoktur. Bu bir kehanet veya bir komplo teorisi değildir. Sadece bir fanatizmdir, bir çılgınlıktır. Yıllar önce üzerinde çalışılmış bir hedef, uygun zamanda gerçekleştirilmesi istenen bir plandır. Şaron’un ve Amerika’da bugünkü yönetimi derin bir şekilde etkileyen fanatik Yahudilerin ideali olan söz konusu meş’um planı bizzat İsrailliler artık yüksek sesle dile getiriyorlar. Çünkü onlar da bir kıyamet senaryosundan derin endişe duyuyorlar. 25 Ocak 2003’te İstanbul’da “100’ler Meclisi”nin düzenlediği savaş karşıtı toplantıya konuşmacı olarak katılan İsrail Kadın Barış Örgütü Başkanı Raya Rotem bunu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde dile getirdi. Rotem “Şaron hükümeti, Filistinlileri sürmek için Irak savaşını paravan olarak kullanacak.” dedi. (Zaman, 26 Ocak 2003) Raya Rotem, savaşın sadece Irak’ın değil, bütün Ortadoğu’nun yapısını değiştireceğini söylüyor. Dünyada her zaman bütün stratejik hesapların ve bu hesaplara dayalı savaşların salt “doğru akli çerçeve”de yapıldığını düşünenler çoğu zaman yanılıyor. Öyle büyük fecaatler var ki, temellerine inildiğinde bunlara kör bir fanatizmin yol açtığı görülür. Hitler’in çılgınlıklarının hangisi sağduyunun ürünüydü? Bugün de Amerika’nın yeni stratejik hedeflerinden bir bölümünün akıl almaz bir fanatizmden beslendiğini, örneğin ABD Hıristiyan sağı ile İsrail arasındaki ilişkinin İncil’in emri olarak nitelendirdikleri bir Armagedon inancından kaynaklandığını söyleyenleri bir parça da olsa kaale almak lazım. Bu inanca göre Mesih’in inişi için bütün Yahudiler İsrail’de toplanmalı, Filistinlilerin tümü sürülmeli ve “kan atın sırtını geçinceye kadar akmalı”. O zaman İsa yeryüzüne inecek ve iyilerin başına geçerek kötülere karşı savaşacak. Jerry Falwell gibi fanatikler insanlık tarihini sona erdirmek ve nihai kurtuluşu sağlamak için Tanrı’yı “kıyamete zorlamak” gerekir, diyorlar. Hıristiyan sağ politikacılar ve bu inançta olan Protestanlar, İsrail’in Tanrı’nın bir emri olduğu inancındadırlar. (Bkz. Grace Hallsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Çev. M. Acar–H. Özmen, Kim Yayınları, Ankara, 2002.) Ronald Reagan, “Armagedon’u yaşayacak nesil biz olabiliriz.” demişti. Bu inanç, buna inanmayanların kitlesel imhasını öngörür (Türbülasyon) ve Virgine papazı McLean’a göre, “Kitab–ı Mukaddes’teki kehanet gereği Türbülasyon Holokost’tan daha yıkıcı olacaktır”

***** Marmara Depremi
COK ONEMLI LUTFEN TAMAMINI OKUYUN
Konu: Marmara Depremi

17 Ağustos 1999, Gölcük Saatler gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle
kendilerini evlerinden dışarıya atarkensanki bir kıyameti yaşıyor
gibiydiler. Ali Kırca’ nın yönettiği Siyaset Meydanı’nda enkazdan kurtarılan
bir bayan şunları söylüyordu ‘O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir
şey var ki bu,depremden farklı bir şeydi. Bir iddiaya göre depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’ a kadar geniş bir alanda görülen “ateştopu” ile ilgili bilimsel
bir açıklama yapılamıyordu. Birtakım teoriler ortaya atılmaya
başlandı.Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı. Kimine göre de
Yugoslavya”yaatılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle
depremin gerçekleştiğini söylüyordu. Hatta bazılarına göre işi PKK bile
yapmış olabilirdi. Nitekim CNN televiyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı
bir röportaj sırasında depremin arkasında PKK mı var” sorusuna “Sanmıyorum”
cevabını vermişti. Oysa bu sorunun doğal yanıtı “siz ne
saçmalıyorsunuz,depremle PKK nın ne alakası var.” Olmalıydı. Bu soruya
verilen cevap, akıllara, PKK nın deprem oluşturabilme ihtimalinin olduğunu
düşündürdüğü gibi, yapay depremlerin olabileceği sonucuna da götürmektedir.
Bu teoriler arasında akla en yatkın olanı Future Times da yayınlanan
araştırma dizisinde yer alan hikayeydi. Bu senaryoya göre, San Andreas fay
hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok
büyük zarar vereceğini bilen ABD,yerkabuğundaki değişimleri zleyerek, daha
deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik
noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline
dönüştürmenin yolunu bulmuştu.Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı
mucit Nicola Tesla tarafından geliştirilen bu düşük frekanslı
elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini,hem Ruslar hem de
Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak
kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle, çok uzaktan, hatta uzaydan
geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak Pentagon yıllardır çok
güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandanda barışçı
“deprem indirgeme” sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı
ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce
Avustralya’ nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve
geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi sıra.
Değişik zamanlarda Kafkaslar’ da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki
Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle endüktif deprem yaratma
konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika’ da HAARP ve diğer
askeri tesislerin kumanda merkezlerinde yürütülüyordu. Bu arada, Türkiye,
Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu
bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına
gönderilmeye başlandı. Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de
denenmek istendi. Bölge zaten yılardır bu amaçla sismik espiyonaj
altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatletakip edenler, depremden hemen
sonra, Türk Telekom’ un Türkiye’ nin sismik bilgilerini Pentagona ileten
NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini ufak puntalarla gazetelere düşen
haberlerden hatırlayacaklardır. ABD’ nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay
hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay
hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından
yürütme işi İsrailli 2uzmanlara verilmişti.
Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek
oradaki, yeratı,denizaltı korunaklarına
kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değildi. Deney
basarılı
olacağından sonunde kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti.Bu
amaçla Gece Şahini tatbikatı” nın Gece 03:00
da başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00 da düğmeye basılacak ve Gece
Şahini devreye alınacaktı. 1-2 dakika içinde de
oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı
zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı.
Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece bir şeyler yanliş
gitti Doga kendini yönetmek
isteyenlerden bir kez daha intikam almişti. 45 saniye süren deprem,
beklenenin 10.000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Zayiflayan ve titreyen
elektrikler geri geldiginde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha bir kaç
dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler,
şimdi korkudan buz gibi donmuş,hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin
ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk cocuk, o enkazın altında
can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu tarihin en büyük felaketiydi; hem de
insan eliyle yaratılan…
İşte o andan sonra çantalardan çıkan Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce
bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik
enerjisi felç edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu.
Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin”benim de telefonum kesikti” şeklinde garip bir
açıklama yaptı.Cumhurbaşkanı ve başbakan şaşkındı. Saatlerce “üzgünüz”
bile diyemediler. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve birleşik Devletler
Başkanı Clinton ile irtibat
kuruldu. O anda İsrail’ de Ben Gurion’ un Lod askeri havaalanından 4 adet
savaş uçağı savaş uçağı eşliğinde
2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve
NATO Güney Deniz Saha komutanlığı’ na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil
durumuna geçirildi. Amerikan 6′ ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını
İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar. Bu arada devreye Avrupa
ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler
alınıyordu.Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ yekarşı
olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket
halindeydi, panik yoktu. Herşey
kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. İsrailli
askerler ve üst düzey subaylar o gece gölcük’te ne arıyorlardı. Bu devir
teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir
kimliği yoktu.Bunun nedenini şimdi daha iyi anlıyoruz. Hiç kimse bu güne
kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını
sormadı. Ya şaşkınlıktan, ya da telaştan,enkaz altında kaç İsrail askerinin
öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı.O felakette kaç İsrail
askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı nede İsrail böyle bir bilgiyi
açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise
oraya biz yardım için geldikleriydi.Hemen bir hastane kurdular. Esas
amaçları enkazaltındaki askerlerini ve önemli askeri
malzemeyi çıkartarak götürmekti. Biz de “Bak şu İsrail’e helal olsun, hemen
yardımımıza koştu” diyerek sevindik.
Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken
bölgede de çok hızlı ve çok gizli askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes
kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin
haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar gecenin karanlığından da
yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran Tesla makinesinin
kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm izleri yok etmeye
çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen Rus araştırma gemisi dahi sabah
saat 06:30′ da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta
delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı.
Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar
araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur
ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa
yasak bölge ilan ediliyordu. Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra
Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmesine izin veriliyordu.
Amerika tüm imkanlarını seferber etti. Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye
yardım etmesini istedi. Kasım’ da Türkiye’ye geleceğini ilan edip; Ecevit’
in de bu arada amerika’ ya (belki de binlerceşehidin diyetini konuşmaya)
kendini ziyarete geleceğini haber verdi.İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık
Bakanı Osman Durmuş’un”yabancılara tek bir hasta bile vermem demesini, ABD
Deniz Kuvvetlerine ait yüzer hastanede tek bir hastanın bile tedavi
edilmediğini,750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün
süreyle gümrükte tutulmasını şimdi yadırgayabiliyor musunuz? Enkaz altında
binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuz var. Onlar
geride gözleri
yaşlı on binlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf
Kaliforniya’da Johnny’ ler, Susan’ lar ve Alice’ ler yaşasın diye
yaşamdan çalındıklarını dünya bilsin.

Bir iddiaya göre depremden hemen önce Gölcük’
ten Avcılar’ a kadar geniş bir alanda görülen “ateştopu” ile ilgili bilimsel
bir açıklama yapılamıyordu.

Halbuki ilk açıklama 4-5 gün sonra TV’de yapılmıştı. Yani ateştopunun nasıl ortaya çıktığı meselesi. Şöyle denildi o zaman, yerin altında sıkışmış olan gazlar, deprem sırasında kayaların biribirine sürtünmesi sırasında ortaya çıkan kıvılcımların etkisi ile parlamıştır.

Karadeniz’de petrol ve doğal gaz çıkartılıp, TR yakınlarında da arandığına göre, Marmara denizinin tabanında bir gaz kütlesi bulunması yadırganamaz sanırım.

İklim değiştirme konusuna gelince, yağmur ve fırtınayı tetiklemeyi anlayabilirim de, depremi nasıl tetikleyebilirsiniz? ABD bunun için onyüzbintonlarca (büyük miktarda) patlayıcı kullanılmalı ve bunu donanmanın göbeğinde, donanmaya hissettirmeden 30-40 personeli ile başarabilmeli? :2:

Bir teoride de donanma ile işbirliği içinde oldukları söyleniyor. Eğer öyle birşey olsaydı, yani bundan donanmanın haberi olsaydı; herhangi bir deprem oluşturma denemesini, devir-teslim kutlamalarının yapıldığı akşam yaptırmazlardı.

Birde donanmaya laf atan softa teorisi var, hemen depremin olduğunun ertesi günü ortaya atılan bir düzmece hikayedir ki şöyledir:
– Kutlamaların yapıldığı akşam, eğlencenin tam gaz devam ettiği sırada yüksek alkol almış yüksek rütbeli bir asker, salonda Kuran-ı Kerim’i parçalamış ve denize atmış (nasıl kol vardı ise adamda, o kadar mesafeye fırlatabilmiş, hala daha hayret ediyorum) ve o anda deprem başlamış… :hmmm:

IcenGuard

tesla ile depremin nasıl bir alakası var acaba? Mantık hataları olmasına ragmen fena hikaye degil.

Spekülatif bir çalışma: Armagedon

Sayı: 160 | Nihal Bengisu Karaca – n.bengisu@aksiyon.com.tr

Yakın geçmişe kuşbakışı “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin 15 / 18) Bir dönemin bazı basın organlarında yeralan, içinde İsrail, ABD, Türkiye ve Müslüman kelimelerinin bulunduğu cümleleri hatırlayın. Okuduğumuz şeyler, sloganik dokuları ve ‘doğru bir fikrin desteklenmesi için kurmacanın mümkün olabileceği’ anlayışıyla hazırlandığı için olsa gerek, gerçekten önemli olan kimi noktalar konusundaki duyarlılık eşiklerimizi bir hayli aşağı çekmişti. Her gün pişirilen ama önümüze soğuk gelen Yahudi— İsrail— Mossad ya da lobi—masonluk— ABD çağrışımlı olguların mantık ve gerçeklik kurallarına aykırı olarak ‘tüketilmesi’ yüzünden siyasi bilinç vidalarımız hayli yalama olmuştu çünkü. Kudüs denince Filistinliler gelirdi aklımıza, içimiz cız ederdi ama orada kalırdı her şey. Üstelik ‘kahrolsun siyonistler, kahrolsun Yahudiler’ v.s. şeklindeki sloganların hem çirkin hem banal kaçtığı kısa süreli bir döneme girmiştik; globalleşmeye sonuna kadar inananların dünyasında din farklılıklarının kültürel birer zenginlik olacağından, bu farklılıkların ortak insanlık tecrübesine birer katkı olarak değerlendirileceğinden bahsediliyordu. Radikal tutumların globalleşen dünyada fay kırıkları meydana getireceği söylendi, medeniyetler çatışması dendi, oysa bunları konuşmak için bile çok erkendi. Çünkü dünya üzerinde gücüne güç katmak için her yolu mübah gören, siyasetini ve stratejisini ‘efsanelere’ göre kurgulayan; yerin ve göğün, toprağın ve ateşin, tanrının ve şeytanın kimyasında yalnızca gücü arayan bir çığlığın karşısında minik, zavallı modern sosyolojik tezlere idealizmin karanlık odasında ‘Amiral battı’ oynamak düşerdi yalnızca! Zaman, üslup ve ifade yetersizliği ile sorunu odağın dışına taşıranların ‘suçlu’ olduğunu hissettiriyor şimdi, tabii her ne gerekçe ile olursa olsun sorunu vizyon dışı bırakanların da.

…İsrail ve Körfez ve Türkiye

“ 23 Şubat 1996 tarihinde, Türkiye, Ortadoğu’nun sorunlu bölgesindeki İsrail ile tarihi bir anlaşmaya imza atıyordu.”

“Armagedon — Türkiye İsrail Gizli Savaşı” isimli kitap İsrail konusunda oldum olası temkinli bir politika izleyen Türkiye’nin Körfez savaşı sonrası değişen dengeler uyarınca zorlandığı rol ve durumları İsrail siyasetinin referans kaynağı olan efsaneler ve Tevrat’la ilişkilendirerek cevaplamaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları’ndan çıkan kitap kendi alanında oldukça iddialı. Aydoğan Vatandaş’a göre savaşın çıkması, Saddam Hüseyin’in rolü ve Tevrat’ta Babil olarak zikredilen bugünkü Bağdat’ın yerle bir edilmesi “Armagedon”a varan zincirin halkalarını oluşturuyor. “Armagedon” ise Yahudilerin dünya hakimiyetine ulaşmak için yapacakları düşünülen son savaşın adı. Efsaneye göre savaş Yahudilerin galibiyetiyle sonuçlanacak. Kitap Körfez savaşının seyri ile Tevrat’ın ilgili ayetleri arasında senkronizasyon kurarak ilerliyor:

“Babil (Bağdat) yiğitleri cenk etmeden el çektiler, hisarlarında oturuyorlar, güçleri tükendi, kadın gibi oldular, onun meskenlerine ateş verildi, kapı sürgüleri kırıldı. Şehir her taraftan alındı ve geçitler tutuldu. Kamışlıkları yakıldı” (Yeremya bölümü, 51, 30—32).

“Irak Haber Ajansı (IRNA) dün yaptığı açıklamada ABD uçaklarının Musul’un kuzeyindeki buğday ve arpa tarlalarına yangın bombası atarak binlerce hububatı yaktığını iddia etti. Irak’ın BM temsilcisi Abdülemir El Anbari de BM Genel Sekreteri Butros Gali’ye bir mektup göndererek, ABD uçaklarının…”

ABD — İsrail ikilisinin bölgedeki hedefleri çevre ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını bir ön koşul haline getiriyor. Türkiye’yi de yakından ilgilendiren Çekiç Güç’ün bölgeye konuşlanması ve bir Kürt devleti sürecinin başlatılması da İsrail lehine çakılan önemli çivilerden biri; hele hele kurulması planlanan Kürt devletinin İsrail’in vaadedilmiş toprakları arasına girdiği göz önüne alınırsa…

Aydoğan Vatandaş 15 Ağustos 1994 tarihinde Genel Kurmay Başkanlığı’ nın Birleşik Görev Kuvveti Türk komutanlığına Çekiç Güç ile ilgili olarak gönderdiği bir yazıya da yer vermiş. Metinde ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden izin alınmadan kurulan ve “Provide Comfort” harekatı ile ilgisi olmayan bir kriptodan bahsedilmekte. Türk personelin ‘giremediği’, haberleşme ve bilgisayar sistemleri ile mücehhez ve kuşkusuz ABD’nin Türkiye’de bulunma gerekçesini aşan bir kriptodur bu. İlgi çekici ve ‘uyarıcı’ mahiyette bir kaç alıntı da CIA Türkiye masası şefi Graham Fuller’den. Buna göre Kürtlerin özerklik arayışına ( uzun vadede İsrail sınırları içine girecek bu bölgenin istikrarsızlaştırılmasına!) gelebilecek muhtemel bir direnişin neticesi ‘tehlikeli ve masraflı’ olacaktır. Vatandaş’ın şeytan üçgenine benzettiği Çekiç Güç’ün ABD— İsrail ittifakını gözler önüne seren marifetleri bunlarla sınırlı kalmayacaktır elbet. 10 Şubat 1993’te Eşref Bitlis’in uçağının ‘düşürülmesi’ ve 7 Ocak 1993’te Uğur Mumcu’nun öldürülmesi de Türkiye’de Kürt devletinin önünde duran sivil—asker bürokrasisine verilen gözdağlarıdır. Kitap, Susurluk vakıalarının ortaya çıkışını da adı geçen hedefler doğrultusunda kategorize ediyor. Devletin çeşitli birimlerinin karar ve destekleri ile kurulan ve ‘kendi yöntemleriyle’ savaşan özel gücün deşifre edilmesi, Susurluk’a kadar kahraman olanların kaza sonrası ‘çete’ suçlamalarıyla anılır oluşu bu hareketten rahatsız olan ‘tasfiyeci’ güçlerin operasyonundan başka bir şey değil…

Aydoğan Vatandaş 1974 İstanbul doğumlu. 1995 yılına kadar Deniz Harp Okulunda okuyan Vatandaş çeşitli dergi ve gazetelerde yaptığı araştırma dosyaları ile tanınıyor. Armagedon/ Türkiye— İsrail Gizli Savaşı, halen Aksiyon Dergisi’nde çalışan Vatandaş’ın ilk kitabı.

Olay ve belgeler, basında yer alan ya da gizli kalan görüş ve telakkiler arasındaki ilişkileri tedrici olarak; okuyucunun heyecanını üst sınırlara taşıyan bir kontekstle kurgulanmış. Yazar sözkonusu faktörler arasındaki bağlantıları kitabın sonundaki ekte verdiği dava dosyaları bilirkişi raporları ve (özellikle Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılması konusunda alınacak tedbirlerle ilgili) üst düzey yazışmalarla destekliyor. Kitabın Foucoult Sarkacı’ndan yapılan bir alıntı ile başlayıp sözü geçen kehanetlerin hatırı sayılır bir ‘karşılığı’ makamına ‘Üst düzey bir askeri yetkilinin konuşması’ ile bitmesi kitaba ‘sinematografik’ bir süreç kazandırmış.

“Armagedon” Aydoğan Vatandaş’ın ilk kitabı ve bir başlangıç olarak da çok iyi. Yeni Dünya Düzeni rotasında yaşadığımız çalkantıların pek ‘hasbelkader’ olmadığına dair derli toplu bir şeyler okumak istiyorsanız, sağlam bir perspektifle hazırlanmış bu çalışmayı tavsiye ederiz. ‘Armagedon’ içerdiği olay, bilgi, belge ve beyanatları ile yakın geçmişe kuşbakışı bakma fırsatını da veriyor. ‘Projeksiyonlarına’ kuvvet Aydoğan Vatandaş…

Vatandaş” beraat etti

Sayı: 210 | Yalçın Karadeniz

Dergimizin muhabirlerinden Aydoğan Vatandaş,“ARMAGEDON, Türkiye İsrail Gizli Savaşı” isimli kitabı sebebiyle yargılandığı davadan beraat etti. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde TCK’nın 159. maddesi uyarınca “Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaret, tahkir ve tezyif ettiği ” iddiası ile haklarında 1 ila 5 yıl hapis cezası istemi ile yargılanan Aydoğan Vatandaş ve TİMAŞ Yayınevi Genel Müdürü Osman Okçu beraat etti. Kitap hakkındaki toplatma kararı da kaldırıldı. Yaklaşık 10 aydır süren davada, Aksiyon Dergisi muhabirlerinden Aydoğan Vatandaş tarafından yazılan “ARMAGEDON, Türkiye İsrail Gizli Savaşları” isimli kitapta, Körfez Savaşı ile başlayan süreç kapsamında kurulması planlanan Kürt Devleti projesi irdelenmişti. Bu eksende Eşref Bitlis suikastı, MUAVENET Gemisinin vurulması, Uğur Mumcu suikasti ve Susurluk kazasının farklı bir bakış açısıyla ele alındığı kitapta çarpıcı bilgilere yer verilmişti. Sultanahmet Adliyesi’nde salı günü yapılan karar duruşmasında kitabın yazarı Aydoğan Vatandaş, kitabında TSK’yı hedefleyen tek bir satır bile bulunmadığını belirtti. Kitapta yer alan bilgilerin kamu yararı gözetilerek yazıldığını söyleyen Vatandaş, beraat talebini tekrarladı. Sanıkları ve delilleri inceleyen mahkeme heyeti, savcının kitap hakkındaki “Kitapta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik her hangi bir hakaret olmadığı gibi bir çok yerde övüldüğü, Saratoga Gemisi olayı, Uğur Mumcu suikasti, Eşref Bitlis olayı ve Susurluk kazasına farklı bakış açısı getirdiği, kitapta suç teşkil eden hiç bir ifadenin bulunmadığı” yönündeki mütaalasını da dikkate alarak sanıklar ve kitap hakkında beraat kararı verdi. Vatandaş duruşmadan sonra ‘ aşk herşeyi yener’ derken, avukatı Ahmet Cengiz Tangören kararı hukukun zaferi olarak niteledi.

2000 tutmadı, 2001 verelim!

Sayı: 317 | Haşim Söylemez – h.soylemez@aksiyon.com.tr

Sonradan olacak şeyleri, gaipten haber vermek anlamına gelen ve kökeni Arapça olan “kehanet” kelimesi insanoğlunun varlığından beri merak uyandırmış, daima inanılan bir güç olarak telakki edilmiş. Kehanet tarihine bakıldığında ise bu gizemli kelimenin her toplumda varolduğu karşımıza çıkıyor. Kehanet, Şamanizm kültünü yaşayan toplumlarda olduğu gibi, eski Yunan mitolojilerinde ve milattan önceki dönemlerdeki Mezopotamya uygarlıklarında karşımıza çıkıyor. Binlerce yıl boyunca ortaya atılan değişik kehanetler, dünyanın genelini ilgilendirdiği gibi, yöresel olarak kabul görenleri de var. Değişik yolları deneyerek ortaya kehanetler atan kişiler türemiş, kimisi insanları sömürmüş, kimisi de verdiği haberlerin gerçekleşmesiyle insanların güvenini kazanmış.

Ancak kâhinler tarafından ortaya atılan 2000 kehanetlerinin çoğu fos çıktı. Ne gökyüzünde uçan arabalar var, ne de Ay’da koloni kuran insanlar. Yine 2000 kehanetleri çerçevesinde insan ömrünün 150 yıla çıkacağını haftalık çalışma saatinin 25 saate ineceğini haber verenler de yanıldı. En önemlisi 1999 tarihinde kıyametin kopacağını söyleyenler yanılmak bir yana utandılar. Evet 2000 kehanetlerinin büyük çoğunluğu fos çıktı, şimdi sıra yeni milenyum kehanetlerinde. Kimi kâhinlere göre yeni milenyumda kıyamet kopacak, kimine göre ise yeni dünya savaşları başlayacak. Özellikle kaynağını İncil ve Tevrat’tan alan kâhinlere göre ise bu milenyumda Mesih’in gelecek olması insanların merakını uyandırmış durumda. Bütün bu kehanetler beklenirken, yapılan tarihi hesaplamalarda ise büyük yanlışlıklar yaşanıyor. Değişik takvimleri baz olan kâhinlerin vermiş olduğu rakamlar birbirleriyle çelişiyor. Kimi takvime göre yeni milenyum geçen sene başladı, kimine göre bu sene başlıyor. Kimi takvimlere göre ise milenyum 5 yıl önceden başlamış. Genel olarak dünyada insanlar böyle kehanetler ve tarihlerle meşgul olurken, Türkiye’de de yöresel bazda bir takım kehanetler ileri sürülüyor. Örneğin; 2050’de Türkiye dünyadaki tek süper güç olacak.

Armagedon gerçekleşecek mi ?

“Tevrat’ın Şifresi “ isimli kitabın yazarı Michael Drosnin İsrailli matematikçi Dr. Eliyahu Rips’i kaynak gösterip Tevrat’ın şifrelenmesi yoluyla birçok konuda kehanetlerde bulunuyor. Rabin Suikastı, Körfez Savaşı gibi önemli konularda haklılığı ortaya çıkarken, insanların asıl merakını uyandıran konu ise; Armagedon kehanetinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği. Yazar Drosnin kitapta Armagedon’u kıyamet ve mahşer anlamında kullanıyor; bunun da savaşla olabileceğini belirtiyor. Yani gerçekleşecek olan 3. Dünya Savaşı, eğer Tevrat’ın şifresi doğru ise yüzyılın sonunda ya da gelecek on yıl içinde gerçekleşecek. Yazar Drosnin Armagedon’u Ölü Deniz civarında bulunan “Mühürlü Kitap” olarak bahsedilen parşömenlerden esinlenerek dile getiriyor. Parşömenlerdeki şifrelerin bilgisayarla çözüleceği haber veriliyor ve şifreler çözülüyor. 2000 ve 2006 yılları Dünya Savaşı ile birlikte şifrelenmiş. Bu iki yıl hem atomik soykırım hem de Dünya Savaşı ile şifrelenmiş.

Tevrat kaynaklarından sonra Amerika’da yaşayan Hopiler de bir yıkımdan bahsediyor. Arizona eyaletinde yaşayan Hopilere göre; çeşitli zaman dilimlerinden geçen dünyayı son bir yıkım beklemekte ve bu yıkımdan sonra en son olacak kıyamete kadar gelecek bir mutluluk süresi beklemektedir. Bu yıkımın 2000 yılı başında, nükleer bir savaş veya bir göktaşı düşmesiyle gerçekleşeceğine inanılır. Hopiler tam bir tarih vermezken Mayalar büyük yıkım için gün bile veriyor. Maya kutsal takviminin bitişi MS 22 Aralık 2012 olarak kabul ediliyor ve bu tarihte bu yıkım gerçekleşecek, yani dünya son bulacak.

Nostradamus’a göre

3. Dünya Savaşı 2076’da

Kâhinlerin en ünlüsü olarak tarihe geçen Nostradamus’a göre gerçekte kıyamet 3797 yılında kopacak. Bunu da Son Gün’ün gelip çatması , yeryüzü ve gökyüzünün yep yeni bir çehreye bürünmesi ölümün ölümsüzlüğe dönüştüğü dönem olarak belirtiliyor. Ancak Nostradamus’a göre bundan önce 3750 yılında 5. Dünya Savaşı çıkacak, 2106 yılında 4. Dünya Savaşı son bulup 1000 yıl gibi bir süre barış yaşanacak. 2076’da 3. Dünya Savaşı çıkacak ve bu savaş 25 yıl sürdükten sonra, savaş sonrasında çölleşmiş bir dünya meydana gelecek. 2050 yılında SS devleti tekrar kurulacak. Nostradamus 2000 yılında atomik bir saldırı sonucu Roma’nın yok olacağını, Avrupa ile İtalya arasında bir savaş başlayacağını bu savaştan İtalya’nın galip geleceğini haber veriyor. Nostradamus’un bu son kehaneti diğer bazı kehanetleri gibi gerçekleşmiş değil. Yine Yehova Şahitlerine göre kıyamet 2000’li yılların başında kopacak.

Diğer bir kâhin Edgar Cayce de 2000 yılı için pek iyimser değil. 2. Dünya Savaşı’nın başlangıç ve bitiş tarihlerini bilen ve uyuyan kâhin olarak isimlendirilen Edgar Cayce’ye göre 21. yüzyılda kutuplar yer değiştirecek, yeni karalar ortaya çıkacak. Kızıl Çin’le Rusya’nın da birleşeceğini haber veren Cayce’ye göre aynı zamanda 21. yüzyıl barış ve sevgi getirecek.

Herkes Mesih bekliyor

2000’li yıllar için söylenen en önemli kehanetlerden birisi de Mesih’in geleceği ile ilgili. Hemen her dindeki insanların Mesih’in geleceği inancı 2000 yılı itibariyle iyiden iyiye alevlenmiş durumda. Hatta Yahudi bir tarikat Ölü Deniz civarındaki tepelerde Mesih’in geleceğini bekliyor. Bu tarikat 2000 yılı ile birlikte beklentisini iyice arttırmış durumda. Hopi Kehaneti ise bir Mesih yerine iki kurtarıcı kardeşin 2000 yılının ilk çeyreğinde yeryüzüne geleceğini ileri sürüyor. Yahudi kökenli ve İncil’den etkilenerek oluşmuş Mesih beklentisi tüm dünyayı sarmış. Bazı gruplar Mesih beklentisinde aşırıya giderek bu kurtarıcıyı bekliyor. Gelecek olan Mesih’in ise Hz. İsa olduğu yönündeki görüşler ağırlık kazanıyor. Hz. İsa gelecek diye uzun yıllar Mesih bekleyen marjinal gruplar “Şam’daki Beyaz Minare’nin altına inecek” diye, Hz İsa için her cuma caminin avlusuna bir at çekip bekliyorlar. Mesih beklentisi Müslüman olan bazı gruplarda da karşımıza çıkıyor. Ancak genel olarak Müslümanlarda Mesih inancı yerini Mehdiliğe bırakıyor. Yani müjdelenmiş kurtarıcı olacak şahıs. Bu yüzdendir ki; özellikle Türkiye’de birçok dini cemaat Mehdi’nin kendi içlerinden çıkacağını hatta daha ileri giderek Mehdi’nin kendi liderlerinin olduğunu söylemişlerdir. Mehdi için söylenen zaman ise tıpkı Mesih’teki gibi 2000’li yıllar. Bu yüzden kendisini Mehdi ilan edip piyasada dolaşan birçok meczup bulunuyor. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Güç; İslam’da kehanetin olmadığını belirterek: “Gaipten haber verme İslam’da kabul görür şey değildir. Rüya ya da sadece peygamberlere gönderilen vahiyler sonucunda gelecek ile ilgili yorumlar yapılabilir. Sıkıntılar artınca da insanlar mecburen kehanetler inanmak zorunda kalmışlar. Bu yüzden bir çok kişi kendisini Mesih veya Mehdi ilan ediyor” şeklinde konuşuyor.

Türkiye süper güç

olacak mı?

Dünya’nın genelini ilgilendiren kehanetlerin yanısıra Türkiye’yi birebir ilgilendiren kehanetler de var. Mehdi inancı doğrultusunda Türkiye’de birçok cemaat Mehdi’nin Türkiye’den çıkacağını ileri sürüyor. Yeni milenyumda çıkacak olan Mehdi’nin başta Türkiye olmak üzere tüm dünyayı kurtarması bekleniyor. Türkiye kehanetlere göre siyaset, sosyal hayat, spor ve sanat alanlarında da birtakım değişiklikler yaşayacak. Ancak kim tarafından ortaya atıldığı bilinmeyen ve Türkiye’de büyük çoğunluğa hakim olan bir inanca göre Türkiye 2000’li yıllarda süper güç olacak. Ortalıkta dolaşan kahenetlere göre, Türkiye 2040’li yıllarda dünyada kendisinden bahsettirecek, 2050 yılında ise dünyadaki tek süper güç olarak kabul edilecek. Yine kehanete göre Türkiye’nin süper güç olma aşamasında diğer Türk devletlerinin de Türkiye’ye tâbi olması sözkonusu olacak. Burada varılmak istenen Osmanlı ruhunun tekrar yeşereceği. Yani aynı kaynağa göre Türkiye önümüzdeki 10 yıl içinde kendi eksikliklerini tamamladıktan sonra Avrupa Birliğine girebilecek. Türkiye’yi önümüzdeki 2 yıl içinde bir takım değişiklikler de bekliyor. Kehanetlere göre Türkiye’de 2001’de erken seçim aşamasına gidilecek ve 2002 yılında ise seçim yapılacak. Mehmet Memiş (Medyum Memiş) cinler ile yaptığı istişare sonucunda bu yargılara ulaştığını söylüyor. Yine Memiş’e göre Türkiye’de önümüzdeki iki yılda ekonomik olarak sıkıntılar devam edecek. Ancak Türkiye’de 17 Ağustos’ta yaşanan deprem gibi büyük felaketlerin olmayacağını söylüyor. Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içinde sanat alanında büyük değişiklikler ve başarılar olmayacağı belirtilirken spor alanında özellikle futbolda başırların devam edeceği dile getiriliyor. Memiş, Galatasaray Futbol Takımı’nın 2001’de de dünyada kendisinden bahsettirecek başarılara imza atacağını söylüyor.

Memiş her ne kadar kehanetler ortaya atılırsa da insanın şer olan olayları hayıra çevirmesinin mümükün olabileceğini iddia ederek şöyle konuşuyor: “İnsan şer karşısında dua ederse ve Allah da bu duaları kabul ederse şerler hayra dönüşebilir. Kehanetler illa da gerçekleşecek denilemez”. Ekonomi Uzmanı Doç. Dr. Kamil Uslu ise, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde ekonomik yönden sanıldığı kadar kötüye gitmeyeceğini belirtiyor: “Türkiye önümdeki yıllarda daha da iyiye gidecek. Dengeler sağlanacak, oluşan olumsuzluklar yeni yılın başında aşılacak. Yeni gelişmekte olan ülkemizde enflasyonda da ciddi bir düşüş bekleniyor” şeklinde konuşuyor.

Milenyum 2001’de başlar

Tıpkı kâhinlerin ortaya attığı kehanetler gibi, yaşadığımız dönemin tarihi de tartışılıyor. Kâhinler başka başka takvimlerden faydalanarak ortaya attıkları kehanetlerinin gerçekleşmesi tarihi birbirini tutmuyor. Her kâhine göre dünya değişik tarihlerde yok olacak. Gnümüzde tartışılan konu ise yeni milenyumun 2000 yılında mı , yoksa 2001 yılında mı başladığı. Kullandığımız miladi takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor.

Mısır’da eskiden beri kullanılan Güneş Takvimi Roma İmparatoru Julyen tarafından 360 günden 365 güne çevirilip düzeltmeler yapılıyor. Böylece miladi takvimin ilk şekli ortaya çıkıyor. Daha sonra Jülyen Takvimi Mart’ta başlayan yeni yıl, 500. yılında Aziz Jean’dan dolayı 1 Ocak tarihine alınır. Gregor tarafından Ocak ayına alınan miladi takvim son ve gerçek şeklini almış olur. Yani biz bugün bu takvimi kullanıyoruz. Ve bu takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor, başka bir deyişle yeni milenyum 2000’de değil 2001 tarihinde sayılmaya başlanıyor. Hz. İsa’nın doğumunu baz alan takvimler ise miladi takvime göre çok daha ileride. Hz. İsa’nın doğumun baz alan hesaplamalara göre şuanda 2005 yılı yaşanıyor. Hicri takvime göre hesaplama yapanlara göre ise 2000 yılı için daha bayağı bir zaman var. Hicri takvim ise şu anda 1421 tarihini gösteriyor.

Dünyada ve Türkiye’de söylenen kehanetlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmez ama yeni milenyumun tüm insanlar için hayırlar getirmesi hepimizin temennisi.

ALİ BULAÇ

06.12.2004 PAZARTESİ
“Cariyenin Çocukları”

Dinin etkilediği algılar bir iki günde oluşmaz. Oluşumları gibi etkileri de uzun yüzyıllara yayılır ve din müntesiplerinin tarih boyunca temas halinde bulundukları kutsal metinler onların diğer din müntesiplerine ilişkin bakışlarını şekillendirir. Gerçek duygu ve düşünceler her zaman açıktan ifade edilmez, bazı kritik zamanlarda da aniden açığa vurur.

1986’da ABD, Libya’yı vurduğu gün ABD Başkanı Ronald Reagan, “Bu savaşın derin anlamları var. İsmailoğulları’nın son ferdini de çölün derinliklerine sürünceye kadar savaş sürecektir.” demişti. Muhtemelen çoğu kimse Reagan’ın ne demek istediğini anlamamış veya anlayanlar yadırgamıştı. Ama Reagan, dindar bir insandı ve tıpkı bugünkü Başkan Bush gibi, Armagedon savaşına ve zamanın sonunda İsa Mesih’in ineceğine inanıyordu. Dinî nesep açısından biz ve Ehl-i Kitap (Yahudi-Hıristiyanlar) aynı ataya, yani Hz. İbrahim’e mensubuz. Biz Müslümanlar Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’den, İsrailoğulları diğer oğlu İshak’tandırlar. Yani amca çocuklarıyız. Ama annelerimizin farklı olması ciddi sorunlara yol açıyor. Ehl-i Kitap’ın gözünde İsmail’in annesi Hacer siyahi cariye olduğundan, bizler asil ve özgür bir kadın olan Sara’dan doğma Hz. İshak’ın çocukları ve torunlarıyla aynı asalete sahip değiliz: “Ve Sara, Mısırlı Hacar’ın İbrahim’e doğurmuş olduğu oğlunun güldüğünü gördü. Ve İbrahim’e dedi: ‘Bu cariyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu cariyenin oğlu benim oğlumla, İshak’la beraber mirasçı olmayacaktır’. Ve oğlundan dolayı bu şey İbrahim’in gözünde çok kötü göründü.” (Tekvin, 21: 8-11.) Ortak dinî köken dolayısıyla Yeni Ahit’e göre de İsmail aynı durumdadır: (Galatyalılara, 4: 21-31.) Bu yüzden İlahi mazhariyetlerin iki kol arasında eşit bir şekilde dağıtılmış olması söz konusu olamaz; çünkü Tanrı İsrailoğulları’nı seçti. Bu, bizlerin eşit ortak olmamızı engelleyen önemli bir husustur. “Kavimlerin kralları Sara’dan doğan çocuk ve soyundan olacaktır.” (Tekvin, 17: 15-16)

İbrahim’in iki oğlu olduğu halde, Allah’ın va’di açısından İbrahim’in sadece tek geçerli oğlu vardı, o da “biricik oğlu” İshak’tı. (Tekvin, 22: 2) “Yeryüzünün bütün kabileleri sende (İshak’ta) mübarek olacaktır.” (Tekvin, 12: 3.) Kitab-ı Mukaddes’e göre Yahudi’nin üstünlüğü ve bu üstünlüğün İshak soyundan gelen İsrailoğulları’na verilmesi “Allah’ın niyeti”dir. “Tanrı’nın sözleri Yahudilere emanet edildi.” (Romalılara, 3: 1-2) Başka bir ifadeyle “Yahudi olmayan peygamber yoktur”. Yeni Ahit, açıkça “Allah bütün vaatleri ve ahitleri İsmail’in soyuna değil, İshak’ın soyuna vaat edilmiştir.” (Galatyalılara, 4: 21-31) der. Tabiatıyla Kur’an-ı Kerim, bu iddiayı reddeder ve şöyle düzeltir: “İsmail, va’dinde duran gönderilmiş (rasul) bir peygamberdi.” (19/Meryem, 54) Ama zaten Yahudilik ve Hıristiyanlık, Kur’an’ı İlahi vahy kabul etmiyor. Hıristiyanlar, kurtuluş ve İbrahim’e mensubiyet bakımından “kendilerine uygun bir yol” buluyorlar. İncil “Kurtuluş Yahudilerdendir” (Yuhanna, 4: 22) der. Hıristiyanların İbrahim’e nispetleri İsa dolayısıyladır. İsa bir Yahudi idi, peygamber değildi, ama “Tanrı’nın biricik oğluydu.” (Yuhanna, 3: 16-17) İkincisi, İbrahim’e mensubiyet sadece fiziksel Yahudilik”le değil, ruhsal ve manevi Yahudilik”le de mümkündür: “Fakat Allah’ın kelamı sakıt olmuş demek değildir. Çünkü hep İsrail’den olanlar İsrail değildir; çünkü İbrahim’in soyu oldukları için hepsi evlat değildirler; fakat ‘Senin soyun İshak’ta çağrılacaktır’ denilmiştir. Yani beden evladı Allah’ın evladı değil, fakat va’din evladı soy olarak sayılır.” (Romalılara, 9: 6-8) Mesajı en iyi İsa temsil ettiğine göre, İsa’ya bağlananlar hem kurtulur, hem İbrahim’e nispet edilir. Peki biz Müslümanlar için bir çıkış yolu var mı? Bazı Hıristiyanlar, -mesela Daniel Wickwire-, bizim için “zayıf da olsa bir ümit” bulabiliyorlar.

Peki biz, bu “ortak dini miras”a dahil olma ümidimizi “Hıristiyanlık üzerinden mi” koruyacağız? Hatırlanacağı üzere, 6 Ekim’de açıklanan “İlerleme Raporu”na Avrupa’dan çok itirazlar geldi. Verheugen itirazları şöyle sıraladı: “Ben, Türkiye’nin olası üyeliğine karşı yapılan itirazları biliyorum. Yeterince Avrupalı değilmiş, yeterince Hıristiyan değilmiş, çok büyükmüş, çok uzakmış, çok fakirmiş, çok geri kalmışmış vs.” (Zaman, 7 Ekim 2004.) 01.11.2004

FEHMİ HUVEYDİ

06.12.2004 PAZARTESİ
Ortadoğu’nun şekillendirilmesinde Türkiye’ye biçilen rol

Hedef sadece Ortadoğu değil bütün İslam dünyası ve bölge haritasındaki umutlu değişimlerle ilgili güvenilir Amerikan konseptinin son değil, ilk adımı olduğu görülüyor. Dilerseniz buna ‘teröre karşı savaş’ sancağını yükselten değişim hadiselerine ilişkin Amerikan planının ‘ilk mönüsü’ diyebilirsiniz. Bu kesinlikle bir çıkarım ve bazı ‘masum’ insanların varlığını yalanlamakta ısrar ettiği ‘komplo’ mantığına teslim olmak da değil, Türkiye başkentinden gelen haberlerin bir okumasıdır.

Yeni Şafak gazetesi geçtiğimiz 30 Ocak tarihinde ABD Başkanı George Bush’un Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’a 28 Ocak Çarşamba günü Beyaz Saray’daki kabulü sırasında Fas’tan Endonezya, oradan Güney Asya, Orta Asya ve Kafkaslara uzanan ‘Büyük Ortadoğu’ya’ ilişkin yeni bir Amerikan projesinin işaretlerini verdiği bağlamında bir haber yayımladı. Gazeteye göre proje ABD başkanının Erdoğan’la görüşmesinde sunduğuna uygun olarak Türkiye’yi omurga konumuna getiriyor. Washington, Türkiye’den Ortadoğu’da eksen rol oynamasını istiyor. Şöyle ki Washington, Türkiye’nin demokrasi modelini ve dini ‘ılımlılığını’ revaca çıkarma görevini üstleniyor. Hatta bu, öyle bir dereceye ulaşıyor ki ABD Başkanı Türkiye’nin İslam dünyasının çeşitli bölgelerine ülkelerinde tatbik edilen ‘ılımlı’ modelin misyonerliğini üstlenmesi için vaiz ve imamların gönderilmesini bile öneriyor.

Haberin doğruluğunu teyit eden birçok delil var elimde. Yeni Şafak gazetesi Türk İslami hareket çevrelerine yakın bir gazete ve Sayın Erdoğan’a eşlik eden Türk basın heyetindeki gazetenin başyazarı Fehmi Koru, bana kendisiyle geçtiğimiz pazartesi günü New York’ta yaptığım telefon görüşmesinde ziyaretle ilgili raporu kapsamında haberi gazeteye gönderenin bizzat kendisi olduğunu belirtti ve Başbakan’a eşlik eden bütün gazetecilerin konudan haberdar olduklarını ifade etti. Kendilerine Başkan Bush’un Erdoğan’a projesinin birçok ayrıntılarını sunduğu belirtilmiş ve İslam dünyasına vaizler ve imamlar gönderilmesi düşüncesi ise Beyaz Saray çalışanlarından sızdırılmış.

Yine delillerden biri de Amerikan yönetimi nezdinde Türk modelinin İslam dünyasına tatbik edilmeye en uygun model olduğuna dair güçlü bir kanaatin olmasıdır. Buradan hareketle şu üç sebeple bir genelleme yapmak uygun düşer. İlki Türk modeli dinin rolünü büyük ölçüde sınırlamakta, hatta dinin kamusal hayattaki rolüne karşı çıkmakta. Bu ise Washington’ın özellikle de 11 Eylül sonrası İslam ülkelerine yönelik sahip olduğu bütün baskıları kullandığı gibi ihtiyaç duyduğu bir ilke. İkincisi ise Türkiye kendisini Batı’nın bir parçası, ABD’nin değişmez ve şüphe götürmez dostu olarak görmekte. Dolayısıyla Batı ailesinin bir parçası sayılır ve İslam dünyasıyla yüzeysel ilişkilerini muhafaza etmekte. Üçüncü sebep ise Türkiye, İsrail ile sağlam ilişkilere sahip. Bu durum Washington ve Avrupa Birliği tarafından olumlu karşılanmakta ve teşvik görmekte.

Bu değerlendirmeler sebebiyle Türkiye, Amerikan bakış açısıyla sadece bölgenin sakinleşmesi amacıyla değil aynı zamanda Washington’ın istediği ılımlı şartları barındıran İslam modelinin sunumu amacıyla projesindeki öncü rolü yerine getirmesi için aday gösterdiği model müttefik sayılmaktadır.

Haberin doğruluğuna işaret eden delillerden birisi de Büyük Ortadoğu projesi olarak adlandırılan şey halihazırdaki süreçte ABD’nin iki temel hedefiyle uyum göstermektedir. İlki teröre karşı Amerikan savaş cephesinin belirlenmesi. İkincisi ise Amerikan imparatorluk hayalini ve Amerikan yüzyılı olarak adlandırılan oluşumun gerçekleştirilmesi yönünde ilerlemek. Bilgi bağlamında Amerikan imparatorluğu rüyası bazı Amerikan yönetimi unsurları nezdinde siyasi bir arzu değil sadece. Aynı zamanda bazıları nezdinde bir imani akide ve ideolojidir. Bu sonuncuları olan Hıristiyan köktenciler Müslümanları kötüler ve ‘Allah’ın iradesini’ yerine getirmemeye çalışan bir engel olarak görmekteler. Bu iradenin İsrail’in desteklenmesi ve kötülük ile iyiliğin arasını ayıracak ‘Armagedon’ savaşı patlak vermeden önce Kudüs’te Mescid–i Aksa’da heykel inşa edilmesinde temsil edildiğini düşünmekteler. Bu savaş öncesi Hz. İsa’nın dönüşü kaçınılmaz ve sonrasında bunu bütün Yahudilerin Hıristiyanlığa girmesi izleyecek. Bu durum bütün dünyanın Hıristiyanlaştırılması noktasında kendini gösteren nihai hedefin gerçekleştirilmesi için yolu hazırlayacak!

Soğuk savaş bitmeden önce ABD, Sovyetler Birliği’yle mücadele için Arap ve İslam dünyasında müttefikler edinmekte kararlı oldu ve amacı ise bu müttefik ülkelere mümkün olduğu kadar Arap ve İslam ülkesi katmaktı; ancak Sovyetlerin çöküşü sonrası şartlar tamamen değişti. Amerikan hegemonyasını dünyaya yaymak ve halihazırda veya gelecekte iradesine meydan okuyabilecek herhangi bir gücün çıkışını engellemek için bazılarının iştahı kabardı. Başkan oğul Bush’un Beyaz Saray’a geçmesi sonrası Siyonizm’le işbirliği içindeki köktenci sağcı güçlerin sınır ötesine uzanma ve her iki tarafın üzerinde buluştuğu arzulanan hegemonyanın gerçekleştirilmesi umutları canlandı. Her iki taraf da Amerikan imparatorluğu kurulmasını istemekte, İsrail’in desteğiyle dünyanın Hıristiyanlaşmasını, Allah’a yaklaşılmasını, Arap ve Müslümanların tam bir hezimete uğratılmasını arzu etmekteler.

Bizler ABD’nin sadece Arap dünyasını değil, bütün İslam dünyasını yeniden çizme genişliğine sahip olduğunu düşündüğümüzde ABD’yi kınama gücüne sahip değiliz. Ancak Arap ümmetinin teslim bayraklarını çektikleri ve dayatılacak bütün planlara ve şartlara boyun eğmeye hazır hale geldiği izlenimi verenlere karşı bir tutum izlenmek zorundayız.

(Londra’da yayımlanan Şarkulevsat gazetesi, 4 Şubat 2004)

MISIRLI AYDIN VE YAZAR 06.02.2004

*****”Dinler tarihi boyunca, kutsal kitaplarda sözü edilen Mesih’in, dünyaya ineceği gün tartışma ve merak konusu oldu. Ancak İncil ve kutsal metinlerdeki kodların yanlış yorumlanması yüzünden kehanetler hiçbir zaman doğrulanamadı. Oysa herkesin gözden kaçırdığı bir ayrıntı tüm şifreleri açığa çıkaracaktı. Neydi bu ayrıntı?

“Bu yüzyılın başına kadar yapılan tüm kehanetler; Mesih’in ‘vaat edilen topraklar’da İsrail Devleti’nin kurulmasından yedi yıl önce dünyaya ineceğini iddia ediyordu. Oysa kutsal metinler doğru okunduğunda bu sürenin yedi öncesi değil, kırk iki yıl sonrası olduğu ortaya çıktı. Ve kırk iki yıl sonrası bize çok da uzak olmayan bir geleceği haber veriyordu.

“Bu keşfe göre Mesih’in gelişi, 1967 yılındaki haber verilen Altı Gün Savaşı’nın ardından, İsrail’in resmen kurulması milat olarak alınırsa, tam olarak 2009 yılı ortaya çıktı.

“Kehanetse yaklaşan kıyametin bir nükleer savaş sonucunda ya da bir göktaşı yüzünden gerçekleşeceğini iddia ediyordu. Ancak geride, insanlığı kurtaracak tek bir yol daha vardı!”

Tüm dünyada çok satan kitapların yazarı Peter LORIE, bu kez tüm insanlığı ve dünyanın geleceğini etkileyecek yorumlarını bizimle paylaşıyor. Armagedon, Mesih ve kıyamet hakkında sarsıcı bir kitap…

Savaş Evanjelik-Yahudi ittifakı istiyor Savaş Evanjelik-Yahudi ittifakı istiyor (Aydoğan Vatandaş’a göre, savaşın gerçek nedeni ne petrol ne de su: Her şey Armagedon’daki kutsal kıyamet savaşı TEMPO Dergisi’nden Tutkun AKBAĞ’a konuşan Aydoğan Vatandaş, savaşla ilgili ilginç teorilerde bulundu:) Bütün mesele, Evanjelik Hıristiyanlarla Yahudiler arasında kurulan kutsal ittifak: Bush da Hitler gibi seçilmiş olduğuna inanıyor. Senaryoya göre, Bush Deccal Saddam’la savaşacak, kıyamet kopmadan önce Hz. İsa yeryüzüne inecek ve yeniden doğuşçu Hıristiyanların ruhlar? göğe yükselecek. Bu arada İsrail de Kudüs’ü başkent ilan edip, Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman’ın Mabedi’ni inşa edecek. Yaşanan ve yaşanacak her şeye bir komplo teorisyeninin gözüyle baktığınızda, dünyanız ‘kararabilir’. Bir komplo teorisyenine göre her şeyin bir de perde arkası vardır ve onu görmek gerekir. Peki kapımızdaki yeni savaşın perde arkasında neler oluyor? Gazeteci Aydoğan Vatandaş, derinden derinden Türkiye’nin en etkili komplo teorisyeni olma yolunda ilerliyor. Savaşa, Ortadoğu’ya, ABD’ye, Bush’ a ve dünyaya bambaşka bir gözle bakıyor. Aydoğan Vatandaş’ın komplocu gözünden, dünya kıyamet gününe doğru gidiyor. Irak’ta ABD’nin yapmaya çalıştığı savaşın arkasında ise Evanjelikler Yahudilerin ittifakı söz konusu. İşte dünyaya bir başka gözle bakacağınız komplolar… -Irak savaşı önceden belli miydi ya da daha önceden planlanmış mıydı? Öncelikle ABD’nin Irak’a müdahale çabasına, Türk kamuoyunda yeterince bilinmeyen bir faktör olarak Evanjelik Hıristiyan-Yahudi ittifakına değinmek istiyorum. ABD’nin Ortadoğu politikaları kuşkusuz bir tek faktöre indirgenemez. Birileri şunu söyleyebilir: Irak dünya petrol rezervlerinin büyük bir kısmına sahiptir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde petrol rezervleri tükenme tehlikesiyle karşılaşacak olan ABD’nin bu petrole ihtiyacı olacaktır. Diğer taraftan Irak’tan petrol alan ülkelere baktığımızda ABD’nin dünya egemenli?ini tehdit eden ülkeler olduğunu görüyoruz. Yani ABD, Irak petrollerini ele geçirerek bu ülkeleri kendine bağımlı hale getirmek istiyor olabilir. Bu bir tezdir. Başka bir tez de diyebilir ki, Ortadoğu’da önümüzdeki 10 yıl içinde insanlar içecek bir bardak su bile bulamayacaklar. O halde burada bir Kürt devleti kurmak suretiyle, İsrail bölgenin su yollarını ele geçirmek istiyor. Bunların tümü reel politik açısından makul ve geçerli senaryolardır. Benim söylemek istediğim, bu savaşın tek bir faktöre indirgenemeyeceğidir. Bu, aynı zamanda çok eski bir planın ilk adımlarından biridir. ABD’nin Ortadoğu politikalarında pek öne çıkmayan bir diğer faktör de, Evanjelik Hıristiyanlarla Yahudiler arasında kurulan ittifaktır. Amerikan siyasetçilerinin, İsrail yanlısı politikalarının, ideolojik-dinsel arka planını bu ittifakın oluşturduğu söylenebilir. -Evanjelikler kimdir? Bu nasıl bir ittifaktır? Hıristiyanlık üç ana mezhepten oluşur: Katolik, Ortodoks ve Protestan. Ortodoksluk Balkanlar, Doğu Avrupa ve Rusya’da; Katoliklik İtalya, İspanya ve Güney Amerika’da; Protestanlık ise Avrupa’nın kuzeyi ile Kuzey Amerika’da yaygındır. Protestanlığın çok çeşitli alt kolları bulunmaktadır. Bunlardan Scofield İncil’ini referans alan Evanjelik geleneğe göre, kıyametin kopmasından önce Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez gelecek ve az sayıdaki yeniden doğuşçu Hıristiyan’ın ruhları semaya yükselecek. Onlar rahat koltuklarından aşağıda, iyiler ordusunun başındaki İsa ile kötüler ordusunun başındaki Deccal arasında Armagedon’ da geçen, kanlı kıyamet savaşını seyredecekler. Hz. İsa’nın dönebilmesi ise yeryüzünde sahnenin hazırlanmasıyla başlar. -2. Körfez Savaşını başlatmak isteyen ABD, bu senaryoyu mu hazırlamak istiyor? Bu sahnenin hazırlanması için bir yığın aşama gerekiyor. Yahudilerin Filistin’e dönüp İsrail devletini kurmaları, Kudüs’ü başkent yapmaları, Mescid-i Aksa’nın yerine III. Süleyman Mabedi’nin inşa edilmesi, develerin kurban edilmesi… Tüm bunların İncil tarafından öngörüldüğüne, bu çerçevede İsrail devletinin yaptıklarının Tanrı’nın iradesine uygun olduğuna inanılıyor. Yine bu öğretiye göre, sahnenin hazırlanması konusunda İsrail’e yardım etmek, kıyametin çabuklaştırılması için ne gerekiyorsa yapmak gerekmektedir. Grace Halsel, Forcing God’s Hand (Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Kim Yayıncılık, 2002) adlı kitabında bu öğretinin tarihsel dayanaklarını; bu çerçevede Hıristiyan sağ, Amerikan Yahudileri ve İsrail sağı arasında ne tür ittifakların kurulmuş olduğunu ve İsrail’e her yıl ne kadar yardım aktarıldığını anlatıyor. Rod Dreher de aynı gerçeğe işaret ettiği yazısında (http://www.nationalreview.com/dreher/ dreher040502.asp; 5 Nisan 2002) şöyle diyor: “Tuhaf gelebilir, ama doğru: Yahudilerin yanı sıra İsrail’in en güçlü Amerikan destekçileri Evanjelik Hıristiyanlardır -ki bunların çoğu, Tanrı’nın Yahudilere tarihi Filistin üzerinde ilahi bir hâkimiyet hakkı tanıdığına kuvvetle inanmaktadırlar. Şimdiki gibi, İsrail’in dostsuz kaldığı zamanlarda, İsrailliler Washington üzerinde baskı kurma konusunda, bu güçlü oy blokunun desteğine güvenmektedirler.” -ABD kıyameti koparmak istiyor öyle mi? Saçma gelecek ama bu insanlar çılgın ve fena halde şartlanmış durumdalar. Orta ile ortaüstü sınıf Amerikalılardan oluşan söz konusu fundamentalist Hıristiyan kitle, değişik Protestan kiliselerine mensup. 16 milyon üyeli Güney Baptist Kongresi içinde de yaygındırlar. Monica Lewinski davasında Clinton’ı sorgulayan savcı Kenneth Starr’ın ve kimi Amerikan Kongresi üyelerinin mensup olduğu İncil kiliseleri ve mega kiliseler denen kilise üyeleri de bunlar arasında yer alıyor. Yaklaşık her on Amerikalıdan biri bu mezhebin bir üyesidir ki, bu yaklaşık 30 milyon insan demektir. Eski Başkan Ronald Reagan ve baba George Bush da dahil, birçok önemli kişinin bu öğretinin sempatizanı olması kayda değerdir. Halsell’e göre, eski İsrail Başbakanı Netanyahu’nun da aralarında bulunduğu üst düzey İsrail yetkilileri, ABD’ye geldiklerinde tanınmış Evanjeliklerle görüşmektedir. -Evanjeliklerle Yahudiler birbirlerini seviyorlar m?? İşin bir ilginç yanı, Evanjeliklerle Yahudilerin, birbirlerinden hoşlanmadıkları halde, menfaat ortaklığı nedeniyle birbirlerine katlanmalarıdır. Kıyametin üzerine kopacağı neslin şu anki nesil olduğuna inanan Evanjelik Hıristiyanlar ile Kudüs’ü başkent yaparak bölgenin hâkim gücü olmak isteyen İsrail arasındaki ittifak, ABD’nin tek yanlı Ortadoğu politikalarını açıklamada önemli bir faktördür. Hitler de öyledir. Kendini gizli birtakım öğretilerin, efsanelerin, cemiyetlerin kontrolüne bırakmıştır. Hitler’in bilinen büyü/maji uygulamaları bile var. Düşünebiliyor musunuz, büyü bu adamlar tarafından askeri amaçla kullanılmış. -Bush da Hitler gibi mi? Bence, Bush da Hitler gibi, dünya güvenliği için son derece tehlikelidir. Geçen hafta Newsweek dergisi, George W. Bush’un, her sabah düzenli olarak dini kitap okuduğunu yazdı. Habere göre, Bush’un son zamanlarda takip ettiği dini kitabın adı ‘En Yüce İçin Yapabileceğim Azami Şey’. Yazarı, Mısır’da Osmanlı’ya karşı savaşanlara İncil götürürken ölen Baptist vaiz Oswald Chambers. Dergiye göre, bu başkan ve başkanlık makamı, modern zamanların en din eksenli olanı. Bush’un en sadık siyasi tabanını dindar Hıristiyanlar oluşturuyor. Başkanlık kampanyasına başlamadan önce Teksas’ta bir grup papaz? toplayan Bush, ‘daha yüksek bir vazifeye çağrıldığını’ söylemiş. Yani Bush tıpkı Hitler gibi kendisinin seçildiğine inanıyor. Saddam da bunlara göre Deccal’dan başkası değil. Newsweek, Bush’un Usame bin Ladin ve Saddam Hüseyin için kullandığı ‘evil’, ‘şer’ sıfatının dini temeli olduğunu savunuyor. -Peki bu grup Armagedon’u mu gerçekle?tirmek istiyor? Onlar, Kitab-ı Mukaddes’in bazı bölümlerini, İsrail’deki Megiddo Ovası’nda yapılacak olan son büyük savaşı önceden bildirdiği şeklinde yorumlamaktadırlar. Bu savaş Kitab-ı Mukaddes’te İbranice Armagedon diye geçmektedir. Armagedon ‘Megiddo Tepesi’ anlamına gelmektedir. Yani bu savaş bugünkü İsrail’deki Megiddo Ovas?’nda gerçekleşecektir. Armagedon ancak ve ancak Yahudilerin bir millet olarak ‘Eretz İsrail’ (Vaat edilmi? topraklarda) yeniden bir araya gelmelerinden sonra gerçekleşecektir. Diğer çeşitli kiliseler tarafından da kabul edilen bu doktrine ‘milenyalist’ denilmektedir. Çünkü Kitab-ı Mukaddes’te bu savaşın iki binli yıllarda olacağına dair işaretler bulunmakta ya da bu kitap öyle yorumlanmaktadır. Diğer yandan, İsa Mesih bu savaşta gökyüzünden inecek ve Deccal’i burada öldürecektir. Bundan sonra krallığını kuracak ve yıllar süren bir barış dönemi başlayacaktır. İşte fundamentalist Hıristiyan Siyonistlerin İsrail’e olan yakın ilgileri, Mesih’in ikinci gelişine yol açacak olan bu savaşı bir an önce yerine getirmek için çalıştıklarına dair inançlarında yatmaktadır. -Peki bu senaryolar çerçevesinde Türkiye’yi nas?l bir gelecek bekliyor? Zaman bizi haklı çıkardı. 1997’de epey başımızı ağrıtan ‘Armagedon/Türkiye-?İsrail Gizli Savaşı’ adlı kitabımızda; Saddam Hüseyin’in bazı güçlerden aldığı cesaretle Kuveyt’e girişini; bunun ABD için bölgeye müdahale gerekçesi olmasını ve bir Kürt Devleti’nin kıvılcımı sayılabilecek Kuzey Irak olgusunun ortaya çıkacağını; Özal’?n 1987’de yaşanan büyük Peşmerge göçünün bir benzerinin yeniden yaşanmaması için bölgeye Çekiç Güç’ü davet etmek zorunda kalmasını; Çekiç Güç’ün PKK’ya destek vermesini; Türkiye’nin bölgede bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bölgesel bir dış politika arayışı içerisine girmesini ve bununla birlikte Gayri Nizami Harp usullerini uygulamaya koymasını; Buna karşılık; 1- Muavenet Gemisi’nin ABD Saratoga Gemisi tarafından kaptan köşkünden vurulmasını (1992), Uğur Mumcu Suikastının tertiplenmesini (1993), Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesini (1993), Susurluk kazasının tertiplenmesini (1996), 28 şubat sürecinin tetiklenmesini (1996-1997), ABD tarafından Türkiye’ye ödetilmiş bedeller olarak değerlendirmiştim. Emekli Orgeneral Edip Başer de geçen gün Sepetçiler Kasrı’nda “Bu, Yeni Dünya Düzeni’nin ilk adımıdır” demişti. Novus Ordo Soclorium. Bu ibare 1 ABD dolarında, piramidin hemen altında yazan Latince bir ifadedir. Biz bunu ilk olarak Körfez Savaşı’ndan önce Baba Bush’un ağzından duyduk: Yeni Dünya Düzeni.. Oysa bu ifade dolar var olduğu günden bu yana var. BM’den 60 bin ABD askerinin Türk topraklarını kullanarak Kuzey Irak’a geçmesine izin veren tezkerenin kabul edilmemesi beklenmedik bir gelişme değildi. Benim analizime göre, Türkiye ne zaman ABD karşıtı bir diplomatik hareketlilik içerisine girse Türkiye’de ya bir uçak düşer, ya bir suikast olur. Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olmasının ardından tezkere kabul edilebilir. Eğer olmazsa ABD sanırım yine eski yöntemlere başvuracaktır: 1- AKP’nin bölünmesi için gerekli senaryolar uygulanmaya başlanır; 2- AKP’nin islamcı bir parti olduğu, laikliğe büyük tehdit olduğuna ilişkin ABD kaynaklı psikolojik harp argümanları pompalanır; 3- Bu psikolojik harekât AKP ile TSK arasında gerginliğe neden olur; 4- Laik yönü ağır basan bir aydınımıza bir suikast tertiplenir; 5- Kritik askeri personelin bulunduğu uçaklarımız düşebilir; 6- Türkiye’nin bir deprem ülkesi oldu?unu hatırlatan haberlerde artış gözlenir ve yanı sıra irili ufaklı depremler olmaya başlar; 7- Ordunun yönetime el koyması için manipülasyonlar hız kazanır.Ama kuşkusuz Türkiye’de de tüm bunları okuyabilecek insanlar ve kurumlar da vardır. Ve onlar da boş durmazlar. A. ÖZDEMİR-23 Kasım 2002,SABAH

******” İran’daki Bushehr Nükleer santrali Bombalanacak!
Tarih: 2.11.2003 Saat: 10:50
Konu: Siyonizm

İran’ın Körfez kıyılarındaki halen inşa halinde olan Bushehr nükleer santrali’nin, haziran 2004 ‘de açılması planlanıyor.

SİYONİZM’İN SIRADAKİ HEDEFİ

İsrail ile ABD’nin oluşturduğu Siyonizm ittifakı Irak işgaline devam ederken basında çok da dikkat çekmeyen bir haber yer almakta. ABD/İsrail şer ittifakı ısrarla nükleer çalışmalarını durdurması yolunda İran’a ikazda bulunmakta….

İsrail/ABD şer ittifakının kopardığı fırtınanın merkezinde İran’ın Körfez kıyılarındaki halen inşa halinde olan Bushehr nükleer santrali var. Reaktörün inşasının bu yılın sonlarında bitirilmesi planlanıyor. Nükleer yakıtı daha sonra temin edilecek. Haziran 2004 de ise tamamen faal hale gelecek. Bu çok konuşulacak proje üzerinde İran yaklaşık çeyrek asırdır çalışıyor. Santralin bitimine yaklaşılan bu günlerde İran ile ABD/İsrail ikilisi arasındaki tansiyon da artmış durumda. Halbuki İran NPT anlaşmasını yani nükleer gücün sadece insanlık yararına kullanılması ile ilgili anlaşmayı imzalamıştı. Şu ana kadar İran’ın NPT’yi ihlal ettiğine dair hiçbir delil olmamasına rağmen, ABD ve İsrail İran’ın nükleer silah üretme çabasında olduğunu ileri sürüyor.

Önümüzdeki günlerde büyük bir ihtimalle ABD/İsrail şer ittifakı “korunma amaçlı (!)” bir saldırı düzenleyerek faaliyete geçmeden hemen önce Bushehr santralini imha edecektir. Böyle bir saldırı hem bölge hem de dünya için yeni bir dönem başlatacaktır. İran ile savaş NPT anlaşmasının sona ermesine, yeni bir silahlanma yarışına ve dünyada nükleer bir kaos oluşmasına sebep olacaktır. Peki bu kaos siyonizmin vaat edilmiş topraklara girmeden hemen önceki Armagedon savaşı mı olacak?

Siyonizm kendi efsanelerini canlandırmak için her yolu denerken küçük bir hatırlatma yapalım. Mersin’de kurulması planlanan nükleer santrali bir hatırlayın. Ayrıca, Termik santrallerde tükenebilir enerji kaynakları olan petrol, doğalgaz ve kömür kullanıyor, bunların ithalatına da milyarlarca dolar veriyoruz!!!

Turgut Alp Lapalı

****modules.php?name=News&new_topic=4ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell dün yaptığı bir konuşmada ABD’nin Hıristiyan Yahudi bir devlet olduğunu söylemiş. Ardından da gaf (!) yaptığını fark edip lafı çevirmiş ve ABD’nin çeşitli dinlerden insanların yaşadığı bir ülke olduğunu söylemiş. Aslında Powell bir gerçeği itiraf ediyor sözlerinde…

ŞECAAT ARZEDEN MERD-İ KIPTİ SİRKATİN SÖYLERMİŞ

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell dün yaptığı bir konuşmada ABD’nin Hıristiyan Yahudi bir devlet olduğunu söylemiş. Ardından da gaf (!) yaptığını fark edip lafı çevirmiş ve ABD’nin çeşitli dinlerden insanların yaşadığı bir ülke olduğunu söylemiş. Aslında Powell bir gerçeği itiraf ediyor sözlerinde.

80’li yıllarda Ronald Reagan’la başlayıp baba Bush’la devam eden, Clinton dönemiyle 8 yıllık bir kesintiye uğrayıp oğul Bush’la icraatlarının zirvesine çıkan fundemantalist Protestan lobisi ABD’de işbaşındadır.

Önceleri kendilerini fundementalist diye adlandıran Martin Luther tarafından kurulmuş olan bu mezhep, sonraları Evanjelikler olarak tanınmışlardır.

Katolik ve Ortodoks Hristiyanlardan farklı olarak Evanjelik Protestanlar ilginç bir şekilde Yahudilerin dünyadaki destekçileri olduklarına inanırlar.

Vaat edilmiş topraklarda yani Filistin’de büyük İsrail devletinin kurulacağını, tüm Yahudilerin buraya yerleşerek burada dünya hakimiyetini sağlayacakları günü beklemektedirler.

Aslında böyle bir mezhebin kurucusu olan Martin Luther’in bir Yahudi olduğu iddia edilmektedir. Yine inanışlarına göre Yahudilerin İsrail topraklarında Deccal ile yapacakları büyük savaştan sonra Mesih’in yeryüzüne inerek Deccal’i yeneceğine ve Yahudilerle birlikte dünyayı yöneteceğine inanmaktadır.

Bir kısım iyimser (!) Evanjelik Mesih geldikten sonra Yahudilerin Hristiyan olacağına inanmaktadır. Armagedon öncesi Evanjelikler ve Yahudiler bazı işaretler beklemektedir.

-Tüm Yahudilerin dünyaya dağılması -Yahudilerin tekrar biraraya gelip büyük İsrail’i kurması -Süleyman Mabedinin tekrar inşası

Süleyman Mabedi Mescid-i Aksa’nın altında bulunmaktadır. Yahudiler Mescid-i Aksa’yı yıkıp tekrar Süleyman Mabedi’ni inşa etmeyi beklemekteler.

Yukarda kısaca anlattığımız bilgiler ışığında son ABD Başkanı’nın icraatlarına bakalım. Koyu bir Evanjelik olan Reagan döneminde ABD nükleer silahlanmaya çok büyük yatırım yapmıştır.

Daha sonra Bush Körfez Savaşı bahanesiyle şöyle Ortadoğu’yu bir yoklamış, her nedense Irak’ta kalmayıp geri çekilmiştir.

Demokrat Parti’li Clinton döneminde ABD Evanjeliklerin hükümetteki etkisini yıkmaya çalışmıştır. Ancak Monica skandali patlak vermiş ve ilginçtir ki Clinton koyu bir Evanjelik olan Savcı Starr tarafından sorgulanmıştır. Clinton’a karşı yapılan bu karalama kampanyalara rağmen seçimler ancak karmaşa sonucu Evanjelikler tarafından kazanılmıştır. Muz Cumhuriyetlerinde bile olmayacak kadar komik bir oy sayımı işlemi sonucunda Demokrat aday her nedense (!) yarıştan çekilince küçük Bush Başkan olabilmiştir. Sonrası malum….

Önce Afganistan. Şimdi Irak. Filistin’de gün geçtikçe artan büyük zulüm.

Evanjeliklerin, Yahudilerin, kısaca tüm Siyonistlerin politikalarına hizmet etmemeliyiz. Öyleyse iç kavgalarımızı ve koltuk hırslarımızı bir kenara bırakıp Ülkücülük’ tanımını bir defa daha okuyalım.

Turgut Alp Lapalı

********

Yehova’nın Şahitleri—Kimlerdir? Nelere İnanırlar?

Nelere İnanırlar?

Yehova’nın Şahitleri, göklerin ve yerin Yaratıcısı, Mutlak Güce Sahip Tanrı Yehova’ya inanırlar. İçinde yaşadığımız evrendeki, son derece karmaşık tasarımlı harikaların varlığı mantıken, tüm bunların üstün zekâlı, güçlü bir Yaratıcı tarafından meydana getirildiğini gösterir. İnsanın nitelikleri işlerine yansıdığı gibi, aynı durum Yehova Tanrı için de söz konusudur. Mukaddes Kitaba göre, “dünyanın yaratılışından beri, Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri . . . . O’nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor.” Aynı zamanda, “gökler Allahın izzetini beyan eder” ve bunu tek kelime etmeden, sessizce yapar. —Romalılar 1:20, Müjde; Mezmur 19:1-4.

Yeryüzü Yehova tarafından insanın ebediyen oturması ve ona bakması için yaratıldı

İnsan, kilden çanak çömlek yaparken de, televizyon ya da bilgisayar yaparken de, bir amaca sahiptir. Yeryüzü, içindeki bitkiler ve hayvanlar ise bunlardan çok daha harikadır. Trilyonlarca hücresiyle insan bedeninin yapısına akıl erdiremeyiz. Düşünme merkezi beynimiz de akıl sır ermeyecek kadar şahanedir! Eğer insan nispeten önemsiz buluşlarını bile bir amaçla yapmışsa, Yehova Tanrı da hayranlık uyandıran eserlerini hiç kuşkusuz amaçsızca meydana getirmemiştir. Süleymanın Meselleri 16:4 Yehova’nın ‘her şeyi gayesi için yarattığını’ söyler.

Yehova yeryüzünü bir amaçla meydana getirdi. Bu, ilk insan çiftine söylediği şu sözlerden anlaşılabilir: “Semereli olun, ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun . . . . denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hâkim olun.” (Tekvin 1:28) Bu çift, itaatsiz olduklarından, dünyayı, hem doğruluk standartlarına uyacak hem de bitkileriyle ve hayvanlarıyla tüm yeryüzüne sevgiyle bakacak ailelerle doldurmayı başaramadı. Ama onların başarısızlığı Yehova’nın amacını boşa çıkarmıyor. Bu olaydan binlerce yıl sonra şunlar yazıldı: ‘RAB, dünyaya şekil veren, onu boşuna yaratmadı. . . . . Üzerinde oturulsun diye ona şekil verdi.’ “Dünya ebediyen duruyor”, yok edilemez. (İşaya 45:18; Vaiz 1:4) Yehova’nın yeryüzüyle ilgili amacı gerçekleşecek: “Öğüdüm duracak, ve bütün muradımı yapacağım.” —İşaya 46:10.

Bu nedenle Yehova’nın Şahitleri, dünyanın ebediyen duracağına ve Yehova’nın onu güzelleştirilmiş, oturulabilir duruma getirme amacına uyan insanların, ölmüş olanların da, yeryüzünde sonsuza dek yaşayabileceğine inanırlar. Tüm insanlık Âdem ve Havva’dan kusurluluğu miras aldı, o halde hepimiz günahkârız. (Romalılar 5:12) Mukaddes Kitap ‘günahın ücreti ölümdür’ der. “Yaşıyanlar biliyorlar ki, öleceklerdir; fakat ölüler bir şey bilmezler.” “Suç işliyen can, ölecek olan odur.” (Romalılar 6:23; Vaiz 9:5; Hezekiel 18:4, 20) Öyleyse, ölüler nasıl tekrar yaşayıp yeryüzünün nimetlerinden yararlanabilir? Bu ancak Mesih İsa’nın fidye kurbanlığı sayesinde olabilir, çünkü o şunları dedi: ‘Diriliş ve yaşam benim. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır.’ ‘Mezarda olanların hepsi onun sesini işitecekler ve mezarlarından çıkacaklar.’ —Yuhanna 5:28, 29, Müjde; 11:25, Müjde; Matta 20:28.

Bu nasıl olacak? İsa’nın yeryüzündeyken duyurusunu başlattığı ‘krallığın iyi haberinde’ bu açıklanıyor. (Matta 4:17-23) Ama Yehova’nın Şahitleri bugün iyi haberi çok özel bir yolla vaaz ediyorlar.

YEHOVA’NIN ŞAHİTLERİ NELERE İNANIRLAR?

İnançları Kutsal Yazılara Dayanan Nedeni

Mukaddes Kitap Tanrı’nın Sözüdür ve hakikattir II. Tim. 3:16, 17; II. Pet. 1:20, 21; Yuh. 17:17

Mukaddes Kitap geleneklerden çok daha güvenilirdir Mat. 15:3; Kol. 2:8

Tanrı’nın ismi Yehova’dır Mezm. 83:18; İş. 26:4; 42:8; Çık. 6:3

Mesih Tanrı’dan daha aşağı konumdadır Mat. 3:17; Yuh. 8:42; 14:28; 20:17; I. Kor. 11:3; 15:28

Mesih Tanrı’nın yaratıklarının ilkidir Kol. 1:14; Vah. 3:14

Mesih haç üzerinde değil, bir direk üzerinde öldü Gal. 3:14; Res. İşl. 5:30

Mesih’in insan hayatı, itaatli insanlar için fidye olarak ödenen bir bedeldi Mat. 20:28; I. Tim. 2:5, 6; I. Pet. 2:24

Mesih tek kurban olarak yeterliydi Rom. 6:10; İbr. 9:25-28

Mesih ölümsüz bir ruh olarak diriltildi I. Pet. 3:18; Rom. 6:9; Vah. 1:17, 18

Mesih şimdi bir ruh olarak hazır bulunuyor Yuh. 14:19; Mat. 24:3; II. Kor. 5:16; Mezm. 110:1, 2

Şimdi ‘sonun vaktindeyiz’ Mat. 24:3-14; II. Tim. 3:1-5; Luka 17:26-30

Mesih’in yönetimindeki Krallık yeryüzüne barış ve adaletle hükmedecek İş. 9:6, 7; 11:1-5; Dan. 7:13, 14; Mat. 6:10

Gökteki Krallık yeryüzüne ideal yaşam koşulları getiriyor Mezm. 72:1-4; Vah. 7:9, 10, 13-17; 21:3, 4

Yeryüzü hiçbir zaman yok olmayacak ve boş kalmayacak Vaiz 1:4; İş. 45:18; Mezm. 78:69

Tanrı bugünkü ortamı Armagedon savaşında ortadan kaldıracak Vah. 16:14, 16; Tsef. 3:8; Dan. 2:44; İş. 34:2; 55:10, 11

Kötüler sonsuza dek yok olacak Mat. 25:41-46; II. Sel. 1:6-10

Tanrı’nın onayladığı insanlar sonsuz yaşam alacak Yuh. 3:16; 10:27, 28; 17:3; Mar. 10:29, 30

Hayata götüren sadece tek bir yol vardır Mat. 7:13, 14; Efes. 4:4, 5

İnsan, Âdem’in günahı yüzünden ölüyor Rom. 5:12; 6:23

İnsan canı ölümle yok olur Hez. 18:4; Vaiz 9:10; Mezm. 6:5; 146:4; Yuh. 11:11-14

Ölüler diyarı insanlığın ortak mezarıdır Eyub 14:13; Vah. 20:13, 14

Ölülerin dirilme ümidi var I. Kor. 15:20-22; Yuh. 5:28, 29; 11:25, 26

Âdem’den miras alınan ölüm kalkacak I. Kor. 15:26, 54; Vah. 21:4; İş. 25:8

Sadece “küçük sürü”yü oluşturan 144.000 kişi göğe gidip Mesih’le birlikte saltanat sürüyor Luka 12:32; Vah. 14:1, 3; I. Kor. 15:40-53; Vah. 5:9, 10

144.000’ler Tanrı’nın ruhi oğulları olarak yeniden doğarlar I. Pet. 1:22, 23; Yuh. 3:3; Vah. 7:3, 4

Ruhi İsrail’le yeni bir ahit yapıldı Yer. 31:31; İbr. 8:10-13

Cemaatin temeli Mesih’tir Efes. 2:20; İş. 28:16; Mat. 21:42

Dualar Mesih aracılığıyla yalnızca Yehova’ya yöneltilmelidir Yuh. 14:6, 13, 14; I. Tim. 2:5

Tapınmada resim ve heykel kullanılmaz Çık. 20:4, 5; Lev. 26:1; I. Kor. 10:14; Mezm. 115:4-8

Ruhçuluktan kaçınılmalıdır Tes. 18:10-12; Gal. 5:19-21; Lev. 19:31

Şeytan, dünyanın görünmez yöneticisidir I. Yuh. 5:19; II. Kor. 4:4; Yuh. 12:31

İsa’nın bir takipçisi dinlerarası kaynaşma akımlarında yer almaz II. Kor. 6:14-17; 11:13-15; Gal. 5:9; Tes. 7:1-5

İsa’nın bir takipçisi dünyadan ayrı kalmalıdır Yak. 4:4; I. Yuh. 2:15; Yuh. 15:19; 17:16

Tanrı’nınkilerle çelişmeyen ülke yasalarına itaat edilmelidir Mat. 22:20, 21; I. Pet. 2:12; 4:15

Bedene ağızdan veya damardan kan almak Tanrı’nın yasalarına aykırıdır Tek. 9:3, 4; Lev. 17:14, Res. İşl. 15:28, 29

Mukaddes Kitabın ahlakla ilgili yasalarına itaat edilmelidir I. Kor. 6:9, 10, İbr. 13:4; I. Tim. 3:2; Sül. Mes. 5:1-23

Sebt gününü tutma emri yalnızca Yahudiler’e verildi ve Musa Kanunuyla birlikte son buldu Tes. 5:15; Çık. 31:13; Rom. 10:4; Gal. 4:9, 10; Kol. 2:16, 17

Ruhban sınıfı ve özel unvanlar uygun değildir Mat. 23:8-12; 20:25-27; Eyub 32:21, 22

İnsan evrim sonucu oluşmadı, yaratıldı İş. 45:12; Tek. 1:27; Mat. 19:4

Mesih, Tanrı’ya hizmet ederken izlenmesi gereken bir örnek bıraktı I. Pet. 2:21; İbr. 10:7; Yuh. 4:34; 6:38

Suya tamamen batırılarak yapılan vaftiz, vakfın simgesidir Mar. 1:9, 10; Yuh. 3:23; Res. İşl. 19:4, 5

İsa’nın takipçileri Kutsal Yazılardaki hakikati herkese sevinçle ilan ederler Rom. 10:10; İbr. 13:15; İş. 43:10-12

Copyright © 2004 Watch Tower Bible and Tract Society of Pennsylvania. All rights reserved.

15. Bölüm, Tanrı’dan Yuhanna’ya gelen esinleme

16. Bölüm

Tanrı’nın öfkesi ve yedi tas

Bundan sonra tapınaktan yükselen gür bir sesin yedi meleğe, «Gidin, Tanrı’nın öfkesiyle dolu yedi tası yeryüzüne boşaltın!» dediğini işittim.

2Birinci melek gidip tasını yeryüzüne boşalttı. Canavarın işaretini taşıyıp onun benzeyişindeki puta tapanların üzerinde iğrenç ve ıstırap verici yaralar oluştu.

3İkinci melek tasını denize boşalttı. Deniz, ölü kanına benzer bir kana dönüştü ve içindeki bütün canlılar öldü.

4Üçüncü melek tasını ırmaklara ve su pınarlarına boşalttı, bunlar da kana dönüştü. 5Sulardan sorumlu meleğin şöyle dediğini işittim:

«Var olan ve var olmuş olan kutsal Tanrı!

Bu yargılarında adilsin.

6Kutsalların ve peygamberlerin kanını döktükleri için,

içecek olarak sen de onlara kan verdin.

Bunu hak ettiler.»

7Sunaktan gelen bir sesin,

«Evet, gücü her şeye yeten Rab Tanrı,

yargıların doğru ve adildir»

dediğini işittim.

8Dördüncü melek tasını güneşin üzerine boşalttı. Bununla güneşe, insanları ateşle yakıp kavurma gücü verildi. 9İnsanlar korkunç bir ısıyla kavruldular. Tövbe edip bu belalara egemen olan Tanrı’yı yücelteceklerine, O’nun adına sövdüler.

10Beşinci melek tasını canavarın tahtı üzerine boşalttı. Canavarın egemenliği karanlığa gömüldü. İnsanlar, ıstıraptan dillerini ısırdılar. 11Istırap ve yaralarından ötürü gökteki Tanrı’ya sövdüler. Yaptıklarından da tövbe etmediler.

12Altıncı melek tasını büyük Fırat nehri üzerine boşalttı. Gündoğusundan gelen kralların yolu açılsın diye ırmağın suları kurudu. 13Bundan sonra ejderhanın ağzından, canavarın ağzından ve sahte peygamberin ağzından kurbağaya benzer üç kötü ruhun çıktığını gördüm. 14Bunlar, mucizeler yapan cinlerin ruhlarıdır. Gücü her şeye yeten Tanrı’nın büyük gününde olacak savaş için bütün dünyanın krallarını toplamaya gidiyorlar.

15«İşte hırsız gibi geliyorum! Çıplak dolaşmamak ve utanç içinde kalmamak için uyanık durup giysilerini üstünde bulundurana ne mutlu!»

16Üç kötü ruh, kralları İbranicede Armagedon denilen yerde topladılar. 17Yedinci melek tasını havaya boşalttı. Tapınaktaki tahttan yükselen gür bir ses, «Tamam!» dedi. 18O anda şimşekler çaktı, uğultular ve gök gürlemeleri işitildi. Öylesine büyük bir deprem oldu ki, insan yeryüzünde oldu olalı bu kadar büyük birdeprem olmamıştı. 19Büyük kent üçe bölündü. Uluslara ait kentler de yerle bir oldu. Büyük Babil, Tanrı’nın önünde anıldı ve Tanrı’nın ateşli gazabının şarabını içeren kâse kendisine verildi. 20Bütün adalar ortadan kalktı, dağlar yok oldu. 21Gökten, insanların üzerine, taneleri yaklaşık kırk kilo[g] ağırlığında şiddetli bir dolu yağdı. Dolu belası öylesine korkunçtu ki, insanlar bu beladan ötürü Tanrı’ya sövdüler.

——————————————————————————–

17. Bölüm, Tanrı’dan Yuhanna’ya gelen esinleme

http://www.hristiyan.net

Kutsal Kitap’ın Değişmezliği

Ana Sayfa

Peygamberlere Göre (Nebi’îm) Kutsal Kitap’ın Değişmezliği

“Ve kavmın İsraili kendine ebediyen kavm olarak kendin için sabit kıldın; ve sen, ya RAB, onlara Allah oldun. Ve şimdi, ya RAB Allah, kulun hakkında ve evi hakkında söylediğin sözü ebediyen durur, ve söylediğin gibi yap.” (2 Samuel 7:24-25)

Musa’nın Tevrât’ın da ve Davud’un Zebûr’un da olduğu gibi, aynı şekilde diğer peygamberlerin kitaplarında da (Nebi’im’de) Tanrı’nın Sözünün ebedi olduğunu görebiliriz. “Ot kurur, çiçek solar; fakat Allahımızın sözü ebediyen durur.” (İşaya 40:8) Peygamberlerin kitaplarında birçok “peygamberlik sözleri” de vardır. Şimdi, “peygamber” veya “peygamberlik” sözleri hakkında biraz düşünelim. Bu sözler ne demek ve nereden çıktılar? Kitab-ı Mukaddes’te “peygamber” kelimesi şöyle oluşmuştur:

“Evelleri İsrâilde Allahtan sormak için gittiği zaman adam böyle derdi: Gel, Görene gidelim; çünkü şimdi Peygamber denilene önceleri Gören denirdi.” (1 Samuel 9:9)

Kitab-ı Mukaddes’teki “peygamberlik” kavramı, bir peygamber gelecekte olacak olayları olup bitmeden önce açıklamaktadır. “İşte size her şeyi önceden söylemiş bulunuyorum.” (Markos 13:23) Böylece bir peygamber gerçekten Tanrı tarafından geldiğini belli etmektedir. Çünkü ancak Tanrı gayb haberin sahibidir.

“De ki: Göklerde ve yerde Allâh’tan başka kimse gaybı(görünmeyeni, Allâh’ın gizli ilmini) bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Doğrusu onların âhiret hakkındaki bilgileri ardarda gelip bir araya toplandı.” (Neml 27:65-66)

“O, gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez. Ancak râzı olduğu elçilere gösterir.” (Cin 72:26-27)

Bütün Eski Ahit’te, Tevrât, Zebûr ve Peygamberlerin kitapları birçok peygamberlik sözü içerirler. Gelecek şeylerle (gayb) ilgili Kitab-ı Mukaddes’te, yüzlerce değil, binlerce ayet bulunmaktadır.1

____________________

1. Wickwire, İlâhiyata Ait Bir Kaynak Kitap, ss. 139-152.

Bu da aynı şekilde önemli bir gerçek ifade ediyor ki, Tanrı’nın kitaplarının ta kıyamet gününe kadar geçerli kalacağını. Ahiret gününe gelmeden önce o kitapların değişmesi Tanrı’nın güvenilirliğini tehlikeye atardı.

Peygamberlerin aracılığıyla verilmiş olan sözlerin yerine gelmesi gerekiyor, yoksa Tanrı, yalancı duruma düşmüş olur. O zaman peygamberlik sözlerinin, gelecek çağlarda değişmemesi gerekir. Tanrı tüm ayetlerini korumaktadır.

“O günlerde Petrus, yaklaşık yüz yirmi kardeşten oluşan bir topluluğun ortasında ayağa kalkıp şöyle konuştu:

“Kardeşler, Kutsal Ruh’un, İsa’yı tutuklayanlara kılavuzluk eden Yahuda ile ilgili olarak Davud’un ağzıyla önceden bildirdiği Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi gerekiyordu.”(Elçilerin İşleri 1:15-16; Bkz. Mezmur 41:9)

Gelecek zamana ait olayları kavrayabilmek için, Kitab-ı Mukaddes tek kaynaktır. Kur’ân’da bunun bilgisi yoktur.

“De ki: “Ben size, Allâh’ın hazîneleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem.” (En’âm 6:50)

“Andolsun (Muhammed) onu apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında (verdiği haberlerden dolayı) suçlanamaz.” (Tekvîr 81:23-24)

Tüm kitaplara göre, gayb haberleri sadece ve sadece Eski Ahit ve Yeni Ahit’teki peygamber ve elçilere verilmişti, ama Kur’ân-ı Kerîme göre Hz. Muhammed’e her hangi bir gayb haberi verilmemişti. Dolayısıyla, eğer bir kimse Tanrı’nın peygamberleri aracığıyla verilmiş olan gayb haberlerini öğrenmek isterse, ancak ve ancak Kitab-ı Mukaddes’te gayb haberleri bulabilir. Bu gelecekte olacak olayların çoğu “Son Günleri”, “Mesih’in Tekrar Gelişi”, “Armagedon Savaşı”, “Yedi Yıllık Büyük Sıkıntı”, “Rabbin Günü”, “Gelecek Çağ”, “Mesih’in Bin Yıllık Krallığı”, “Tanrı’nın Eğemenliği”, “Yargı Günü”, “Ahiret Günü”, ve “Kıyamet Günü” hakkındadır. Kitab-ı Mukaddes’te bu konularla ilgili binlerce ayet vardır. Elbette bu çağın son günlerindeki bulunan bilgi mü’minler için yazılıdır. Tanrı’nın kendisi bu gelecekte olacak bilgiyi Kıyamet Gününe kadar korunma altına almıştır. Tanrı’nın insanlarla yapmış olduğu ahitleri ebedidir, değişmezdir. Görenedir görene, köre nedir köre ne?

İslâm ülkelerinin İlâhiyat Fakültelerinde gelecek şeylerle (Gayb) ilgili bir bilim dalı yoktur. Ama buna karşın Hıristiyan İlâhiyat Fakültelerinde Gelecek Şeyler ile ilgili “Eschatology”2 adlı bir bilim dalı vardır. Neden? Çünkü Kitab-ı Mukaddes’te, hem Eski Ahit hem de Yeni Ahit’te, gelecekte olacak olaylarla ilgili binlerce ayrıntılı âyet vardır. Kitab-ı Mukaddes gayb haberlerleriyle doludur. “İsa’nın bildirisi, peygamberlik ruhunun özüdür.” (Esinleme 19:10)

Eski Ahit’te, peygamberler tarafından vaat edilmiş olan “Mesih” hakkında, 60’tan fazla peygamberlik ayetleri bulunmaktadır.3 Ayetlerde Mesih’in nerede doğacağı, nasıl yaşayacağı, ve nasıl öleceği beliriltmiştir. İncîl’de ise, İsâ Mesih’in bir bakireden nasıl doğduğu ve Eski Ahit’in Mesih ile ilgili peygamberlik ayetlerinin tek tek yerine geldiği açık bir şekilde görünmektedir. Ayrıca İsa Mesih’in tekrar gelişi hakkında, hem Eski Ahit hem de İncîl’de birçok peygamberlik ayetleri bulunmaktadır.4 Bu ayetlerin gerçekleşebilmesi için, dünyanın son günlerine kadar Tanrı’nın kutsal kitaplarının sabit kalması lazım. Kitab-ı Mukaddes, zamanın sonunda dünyayı çepeçevre saracak olan korkunç sıkıntılardan söz ettiği için, sözünün sonsuza dek değişmeksizin kalacak olması, kendisine iman edenleri yatıştırabilmekte, en zor anlarda bile ona güven duyabilmelerini sağlamaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İsa Mesih’in bir “Müjde” getirdiğini ima etmektedir. “Allâh seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu Mesih’dir.” (Al-i İmrân 3:45) Ama Kur’ân, hiç bir yerinde bu İncîl’deki Müjdenin tam olarak ne demek olduğunu anlatmamıştır. Kur’ân’da 9 kez Hz. İsa’nın “Mesih” olduğundan bahsedilmektedir, ama “Mesih” kelimesi Kur’ân’da anlatılmamıştır.5 Bunu anlayabilmek için İncîl’e bakmamız lazım.

Buraya kadar, Tevrât, Zebûr ve Peygamberlerin Yazılarını inceledik. Şimdi ise Yeni Ahit’in, yani İncîl’in açıklamasına, dikkatle bakalım.

____________________

2. Eschatology: Eskatolojik, tarihin son olayları ile ilgili

her şey – Yunanca “Eschata”, son şeyler, son olaylar.

3. Wickwire, İlâhiyata Ait Bir Kaynak Kitap, ss. 140 & 145.

4. İbid, ss. 39-40.

5. Kur’ândaki bulunan Hz. İsa Mesih ile ilgili 85 tane ayet

şunlardır: 2:87 & 253; 3:45-55 & 59; 4:156-159, 163 &

171-172; 5:17, 46, 72, 75 & 110-119; 6:85; 9:30-31; 19:17-23,

27-34 & 36; 21:91; 23:50; 43:57-65; 57:27; 61:6 & 14.

İsrail’ in Gizli Gücü

“NÜKLEER SİLAHLAR”

SUNUŞ :

Ve Tanrının Yerusalem’i (Kudüs’ü) işgal etmek isteyenlere vereceği yara şu olacak : Etleri ayak üstü oldukları halde eriyecek, gözleri kendi oyuklarında dağılacak ve dilleri ağızları içinde eriyecek ….ve atla, beygir ,deve merkep ile o ordugâhlarda bulunan hayvanların yarası insanlarınkine benzeyecektir . “(Zekeriya 14:12,15)

Yukarıda bahsedilen Muharref Tevrat’ tan bir alıntıdır. İster istemez, bu sözleri okuduğumuzda “Acaba Hıristiyanlarca, Hz. İsa (A:S)’ ile Deccal arasında İsrail’ in Megiddo ovasında gerçekleşeceğine inanılan Armagadon Savaşı’ nda biyolojik veya nükleer silah mı kullanılacak ? sorusu aklımıza gelmekte. Bu soruyu Allahu a’lem deyip geçiyoruz. Çünkü gaybı ancak Allah bilir. Ancak Hz. İsa (A.S) ve Deccal arasında bir savaşın olacağı ve daha sonrada Mehdi’nin geleceği “Kıyamet Alametleri” olarak İslam kaynaklarında (Hadis kitaplarında) da zikredilmektedir.

Bu çalışmaya bizi sevk eden sebep; İsrail’ in ABD’ ye baskı yaparak, İran’ ı tehdit etmesindeki gerçekliği araştırmak. İsrail Dışişleri Bakanı Şalom, “İran’dan gelen bir tehditle karşı karşıyayız. İran, 2006’da nükleer silahlara sahip olabilecek radikal bir rejime sahip” diye konuştu. İsrail Dışişleri Bakanı ayrıca; Avrupa, Rusya, Ortadoğu ve bütün dünyanın, İran’ın tehdidi altında bulunduğunu öne sürdü.[1]

Bu makalede İran’ ın mı yoksa İsrail’ in mi başta bölge ülkeleri olmak üzere, dünyaya tehdit unsuru olduğunu okuyacaksınız.

“Hem suçlu, hem de güçlü” sözü tamda İsrail için söylenebilecek bir söz ! Çünkü; İsrail bugün BM’ nin kendisiyle ilgili çıkardığı hiçbir karara uymamıştır. İsrail’ in Güney Lübnan’dan çekilmesi, Golan tepelerinden çekilmesi, Batı yakasından çekilmesi ve bağımsız bir Filistin devletini tanıması, Kudüs’ten çekilmesi üzerine BM kararları vardır. Bütün bu kararlarda “kayıtsız-şartsız uygulanmalı” ifadeleri vardır. Bu kararlar on yıllardır, BM arşivlerinde tozlanmaya bırakılmıştır. İsrail uyması gereken kararların tersine tutumlar almakta, hatta bu kararları aşağılamakta, Güney Lübnan’da sivil halka saldırmaktan, Golan tepelerinin bir kısmından sonsuza değin çekilmeyeceğini açıkça ilan etmektedir. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaktadır.[2]

İsrail, Muharref Tevrat’ ı ölçü almış, kuruluşundan günümüze hep “Kutsal Terör” anlayışı ile varlığını idame ettirmiştir.

Illinois Üniversitesi öğretim görevlisi Carl Estabrook, “İsrail, devlet olarak varlığını kargaşa, kaos ve savaşlara borçludur” diyor. Counter Punch gazetesindeki yazısında, “İsrail, ordusu olan bir devlet değil, devleti olan bir ordudur” diyor.[3]

Filistin meselesi tarih boyunca, değil sadece Araplarda bütün İslam aleminde yaşayan Müslümanlar’ ın gündeminde özel bir yer teşkil etmiştir ve etmeye de devam edecektir. Ancak üzülerek belirtelim ki, Fehmi Hüveydi’ nin de dediği gibi, “Neden İsrail’in yaptıklarını bir araya getirip kitaplaştırmaz veya belgesel film haline getirip muhtelif dillerle dış dünyaya iletmezler”.[4] Gerçekten de Müslümanların bu konuda üzerine düşen görevleri yaptığı söylenemez. BBC İsrail’ in Nükleer Silahları konusunda bir belgesel film hazırlıyor da, bizim televizyonlarımız niye böyle bir belgesel hazırlamıyor?. Fehmi Hüveydi kendi sorusuna birazda üzülerek şöyle cevap veriyor: “Maalesef bizim televizyon kanallarımız da belki Şakira ve Nansi’nin şarkılarıyla meşgul oldukları için bu gibi konulara fırsat bulamıyorlar.” Veya İsrail’ in Nükleer Silahlanması’ nı ele alan bir kitap Müslüman bir yazar tarafından yazılmış ve yabancı dillere çevirilmişmidir ?

Günümüz Türkiye Müslümanları’ nın İsrail’ e karşı en büyük tepkisi miting meydanlarında birtakım sloganlar atmaktan öteye gitmemiştir. Bu konuda eli kalem tutan yazar çizerlerimizin de yukarıda zikrettiğimiz, belgesel ve yabancı dillere çevirilmiş eserler, tarzında bir çalışması da bilinmemektedir. Bu söylediklerimizi, öz eleştiri olarak kabul edip, en azından bundan sonra, bu konuda bir şeyler yapılabileceği kanaatindeyiz !

Biz, İsrail’ in Nükleer Silahlanması’nı kaleme aldığımız bu çalışmamızda, sadece fotoğrafı net görebilmek için, parçaları bir araya getirmeye çalıştık. Umarız, bu tür çalışmaların devamı gelir ve Dünya kamuoyunda beklenen tesiri yapar.

GİRİŞ :

İsrail Başbakanı Ariel Şaron, elinin altındaki gücü “Petrol Araplarda olabilir, kibrit bizde” sözüyle ifade etmişti. Politika bu olunca; diğer bölge ülkelerinin kitle imha silahı elde etmeye çalışmasının tek sebebinin İsrail olduğu ortaya çıkıyor. Tehdit ettiği ülkeleri daha fazla silahlanmaya zorlayan bir güç bu. Şaron; 1983’te Hindistan’a, “Pakistan’ın nükleer tesislerine ortak saldırı” önerdi. 1970’lerin sonunda İran Şahı’nı yeniden iktidara geçirmek için Tahran’a asker gönderebileceklerini ilan etti. 1982’de ise, İsrail nüfuzunun “Moritanya’dan Afganistan’a kadar yayılması” gerektiğini söylüyordu.[5] Bir başka beyanatında ise Şaron:”İsrail süper bir askeri kuvvettir. Avrupa’nın bütün kuvvetleri bir araya gelse, bize ulaşamazlar. İsrail bir hafta içinde Hartum’dan Bağdat’a ve Cezayir’e kadar uzanan bölgeyi ele geçirebilir.” (Yediot Aharanot, 26 Temmuz 1973)[6]

Altı milyon nüfuslu İsrail iki yüz çok gelişmiş nükleer bombaya sahiptir ve dünyanın beşinci nükleer gücüdür. İsrail’in nükleer gücü, Çin ve Fransa ile rekabet edecek düzeydedir ve biyolojik silahlar yönünden de çok güçlüdür. Bu silahların kullanılmasına yönelik bir stratejik konsepte sahip olması nedeniyle Ortadoğu’da barış ve istikrar karşısında en büyük tehdidi oluşturmaktadır. İsrail’in bu tehdidi, sürekli olarak göz ardı edilmektedir.[7]

Clinton’ ın Strateji Uzmanı General Lee Butler de, “Güç dengesindeki bu fark düşmanlık ve geçimsizliğin had safhada olduğu Ortadoğu için büyük bir tehlike oluşturacaktır. Çünkü bir devletin kendini silahlandırması, doğrudan diğer devletleri de silahlanmaya zorluyor” diyor.[8]

İsrail’e yılda 2-2,5 milyar dolar yardım yapan ABD’nin, bu yardımın bir kısmı ile İsrail’in nükleer gücüne destek verdiği çok açıktır.[9] İsrail’in kurulmasından (1949’dan) 1996’ ya değin A.B.D. parasal yardımından 62.5 milyar dolar almıştır. İsrail bu parayı neredeyse tamamen silah satın alma ve geliştirme ve Batı Şeria’ daki Yahudi yerleşimcilere para sağlamaya ayırmaktadır. [10]

1999 yılı itibarı ile, İsrail’ in elindeki bombalarının sayısı 400’ ü geçti. Tabii ki İsrail bunların hepsini yalanlıyor. Ortadoğu’ da nükleer savaşı çıkaracak ilk taraf olmayacağı iddiasını papağan gibi, sürekli tekrar etmeyi sürdürüyor.[11]

AMERİKA’ NIN, İSRAİL’ İN NÜKLEER SİLAHLARA SAHİP OLMA POLİTİKASINI DESTEKLEMESİNİN DİNİ, STRATEJİK ve POLİTİK NEDENLERİ:

Dini Neden (Evanjelizm) : Yukarıda da zikrettiğimiz üzere, Amerika’nın yılda 2 – 2,5 milyar dolar yardım ile İsrail, Ortadoğu’ da “Amerika’nın Şımarık Çocuğu” haline gelmiştir. Amerika ile İsrail arasındaki bu göbek bağının aslında bir de dini boyutu bulunmaktadır Dini anlayış gereği, gerek Amerika’nın ve gerekse İsrail’ in yakın olduğu dini inanç; her ikisinin de peygamberini peygamber olarak kabul eden İslam dini olması gerekirken, Hıristiyanların, Yahudiler ile Evanjelik inanç bağlamında “Kutsal İttifakı”nı anlamak gerçekten de dini inanç açısından anlaşılması zor bir mesele. Çünkü; Sormak lazım acaba Yahudiler, “Hz. İsa (A.S.)’ ı peygamber olarak kabul ediyorlar mı ? Veya Hz.Meryem hakkında ne düşünüyorlar ?

Hıristiyanlar ile Yahudiler arasındaki “Kutsal İttifak” Hıristiyanların Evanjelizm anlayışından kaynaklanmaktadır.

Evanjelizm ; Sözlük anlamı yönünden, Kutsal Kitap’a yönelmek anlamını taşır. Terim ilk kez Protestan Reformu sırasında Luther ve O’nun bağlıları için kullanılmıştır. Ancak bugün için Evanjelizm, Amerika’daki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifade etmektedir. 20. yüzyıl başında ABD’ de Protestanlar arasında liberaller ve tutucular ayrımı baş göstermiş, tutucular kendilerine önce ‘fundamentalist’ (köktenci) adını vermiş, sonraları da Evanjelikler olarak tanımlanmaya başlamışlardır. Bunlar, Eski Ahit’in; Yahudilerin Tanrı’nın seçilmiş halkı olduğu, Kutsal Topraklar’ ın Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih’in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi hüküm ve kehanetlerini tamamen kabul ederler. Bu nedenle de, bu konuda kendilerine düşen en büyük misyonun, Yahudilerin egemenliğine destek olmak olduğunu düşünürler. Bu desteğin en pratik yöntemi, Amerika’nın İsrail’e yaptığı dış yardımı desteklemektir. Mesih geldiğinde Yahudiler ve onlara destek olan Evanjelikler bir yanda, ‘Yahudilerin düşmanları’ (ki bu, en başta Müslümanları içermektedir) öteki yanda yer alacak, iki taraf arasında büyük bir savaş, Armagedon, yaşanacak ve Yahudiler bunu kazanarak bir dünya egemenliği elde edecektir. [12]

Amerika Birleşik Devletlerinde, milenyalist ya da muafiyetçi (kendilerini Armagedon savaşından – Armagedon Savaşı’ nın bugünkü İsrail’deki Megiddo ovasında gerçekleşeceğine inanırlar [13] – muaf tuttukları için muafiyetçi denilenlerin inandıkları[14] doktrinlere bağlı evanjelik-fundamentalist kiliselerle ilişkisi olan yaklaşık 40 milyon Hıristiyan yaşamaktadır. Onlara göre, İsrail ve Siyonizm’e kayıtsız şartsız desteğin kaynağı dini kanaatleridir. Genel olarak evanjelik-fundamentalist kilise ya da örgüt liderleri aynı zamanda politik meselelerde de seslerini çokça duyurmaktadırlar. Bu gruplar arasında oldukça etkili olan iki grup, Hıristiyan Koalisyonu ve Ahlaklı Çoğunluk, bulunmaktadır. Bu örgütlerin liderleri Pat Robertson, Ralph Reed ve Jerry Falwell, İsrail ve Siyonizme kayıtsız şartsız desteklerini birçok vesilelerde dile getirmişlerdir. Bu nedenlerden dolayı, Amerika’daki aşırı sağ Hıristiyan toplum, seçimlerde kazananların İsrail yanlısı politika izlemelerinde oldukça etkili olan bir gruptur.Fundamentalist seçmenin oylarının sayısından daha da önemlisi fundamentalist liderlerin hükümetin yüksek makamlarında eskiden beri yer almaktan hoşlanmalarıdır. En endişe verici örnek ise bu fundamentalist liderlerin, politik hayatı boyunca Ronald Reagan üzerindeki etkileridir. Birçok ortamda Reagan muafiyetçi teolojiye olan büyük ilgisini açıkça söylemiştir. Amerika’nın dış politikasındaki muafiyetçi teolojinin başlıca kolları şunlardır: İsrail yanlısı politika, nükleer savaş Armagedon için hazırlık, ve Kitabı Mukaddes’te Deccal güçlerinin lideri olarak yorumlanan Sovyetler Birliği karşıtlığı. Bunların hepsi Reagan’ın da başlıca dış politikasını teşkil etmekte idi. Yine Sovyetler Birliği’ne “şeytan imparatorluğu” diyen Reagan’dı. Soğuk Savaş ve silahlanma yarışı da yine Reagan döneminde kızıştı. Bir konuşmasından Reagan İsrail için şöyle dedi: “Armagedon işaretlerini gördüğümüz tam şu sıralarda İsrail bel bağlayabileceğimiz tek sağlam demokrasidir.”[15]

Cumhuriyetçi Parti’den Ronald Reagan ve şimdiki başkanın babası G. Bush da dahil birçok ileri gelenin bu öğretinin sempatizanı olması kayda değer. Bugün Amerika’da 40 milyonun üzerinde Evanjelist Proteston vardır ve bunlar, Eski Ahit’in, Yahudilerin Tanrı’nın Seçilmiş Halkı olduğu, Kutsal Toprakların Yahudilerin olduğu gibi kehanetlerini kabul ederler. Hıristiyan Evanjelikler, Yahudilerle tümüyle aynı inanca sahiptirler. Kabalacı’ lar tarafından hazırlanmış Mesih planına göre, Mesih geldiğinde Yahudiler ve onlara destek olan Evanjelikler bir yanda, Müslümanlar öteki yanda yer alacaklar ve iki taraf arasında Armagedon yaşanacak, Yahudiler bunu kazanarak bir dünya zaferi kazanacaktır.[16]

Bush da Hitler gibi seçilmiş olduğuna inanıyor. Senaryoya göre, Bush Deccal Saddam’ la savaşacak, kıyamet kopmadan önce Hz. İsa yeryüzüne inecek ve yeniden doğuşçu Hıristiyanların ruhları göğe yükselecek. Bu arada İsrail de Kudüs’ü başkent ilan edip, Mescid-i Aksa’ nın yerine Süleyman’ın Mabedi’ni inşa edecek. [17]

Sitratejik Neden : ABD İsrail’i bir uzak karakolu olarak görmektedir. İsrail’in özelde komşu Arap ülkeleri, genelde bütün İslâm ülkeleri üzerinde oluşturduğu tehdit gücünü adetâ kendi tehdit gücü gibi değerlendirmektedir. Bu itibarla bu ülkenin sahip olduğu nükleer gücü İslâm ülkelerine karşı bir denge unsuru olarak değerlendiriyor. Bugün İslâm ülkelerine hâkim olan sistemler her ne kadar ABD çıkarları açısından tehdit oluşturmuyorlarsa da bunun böyle devam edeceğinin garantisi yoktur. İslâm ülkelerinde başlayacak siyâsi değişim sürecinin ABD’nin İslâm dünyasıyla ilgili çıkarlarını tehlikeye sokacağı kesindir. Bu durumda ABD gerek kendinin ve gerekse güvenebileceği uzak karakollarının askeri tehdit gücünü muhtemel değişim sürecinin ortaya çıkaracağı tehlikeleri bertaraf etmekte değerlendirecektir. ABD bugün nükleer güç bakımından her ne kadar dünyanın birinci ülkesi olsa da İslâm coğrafyasıyla arasındaki mesafe bu konuda karşısına birtakım zorluklar çıkaracaktır. Dolayısıyla İslâm coğrafyasının tam kalbine saplanmış bir bıçak görünümünde olan ve ABD açısından güven oluşturan İsrail’in nükleer tehdit gücünün ileride işe yarayacağı hesap edilmektedir. [18]

Hazırlayan:Mehmet ÖZÇELİK




AŞILAMAYAN DUVAR

AŞILAMAYAN DUVAR

Her gece yatmadan önce sünnete uyarak hazırlık yapar,öylece yatardı.

Abdestini alır,sağ tarafına yönelerek kıbleye dönük olarak yatmayı kendisine adet ve ibadet edinmişti.

Her türlü insi ve cini varlıkların kötülüklerinden korunmak üzere Muavvizeteyn yani kendileriyle Allah’a sığınılan iki dua olan Felak ve Nas surelerini okur,gece korkmamak,korkudan emin olmak amacıyla Kureyş suresini okur,her türlü maddi ve manevi korunmak amacıyla Âyet-el Kürsiyi okur,bir Kur’an hatmetmek amacıyla Kur’anın üçte birine tekabül eden üç İhlas ve bir Fatihayı okuyarak bir hatim sevabını alır,Peygamber Efendimizin şefaatına mahzar olmak için on kere salavat getirirdi.

Özellikle Âyet-el Kürsi hayatının her safhasında önemli bir yer tutardı.Yolculuğa çıkacağı zaman,bir hastalığa yakalandığında,her hangi bir imtihanda başarısını pekiştirip garantiye almak amacıyla yedi Âyet-el Kürsiyi okur ve bunun faydalarını da hayatının her döneminde tecrübeyle müşahede ederdi.

Gücü ölçüsünde az da olsa gece namazını kılmaya çalışırdı.

-Bilal ve Ebu Ümame radıyallahu anhumadan:

(Allah rasulu sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Gece namazı kılmalısınız.Çünki bu,sizden önceki Salihlerin adetidir.Zira gece namazı kişiyi Allah’a yaklaştırır,günahlardan alıkor,kötülüklere kefaret olur ve bedenden hastalıkları giderir.”

İnanırdıki duanın tesiri azimdir.İmanı gibi bilirdiki açılmayan bir çok kapılar dua ile açılırdı.Hele hele bu dua müstecab bir dua ve sünnette geldiği üzere meşhur olmuş dualardan ise…

Adeti üzere bir gün gene dualarını okuyarak yatmıştı.O gece hırsızın birisi eve girmek üzere planlar yapmış,duvardan atlayarak içeriye girmeyi düşünmüştü.Hatta işini daha da kolaylaştıran bir durumla karşılaşan hırsız,duvarlardan birinde geçilebilecek kadar oluşmuş olan delikten geçecek ve içeriye girecekti.

Herkes uykuya dalmış,tasarlandığı üzere içeriye girmek üzere hırsız duvardaki açılmış olan deliğin önüne gelmişti.İçeri girmeye gayret etti ancak önünde görünmez bir sed varmış gibi bir türlü o delikten içeriye giremedi.Oysa görünürde girmesini engelleyecek bir sebeb yoktu.

Saatlerce düşündü,geçmeye çalıştı ancak bir türlü netice alamadı.Bunun basit bir şey olmadığını anlayan hırsız oradan ayrıldı.Bu sefer sabah olmasını sabırsızlıkla bekleyen hırsız,ertesi günü ev sahibinin kapısını çaldı.Dünkü başından geçen olayı anlatıp özür dileyerek bu sırrın çözülmesi için ev sahibinden yardım diledi.

Duvardaki bir delik olduğu halde neden duvarı aşamamış ve o delikten geçememişti.

Ev sahibi kendisinin her gece Âyet-el Kürsi’yi okuduğunu ve üfürerek Allah’dan korunmayı dilediğini söyledi.Ancak kendiside duvarda gerçekte bir deliğin bulunmadığını fakat bu deliğin ne almama geldiğini de bilemediğini söyledi.

Bilen birisine Âyet-el Kürsi’yi okudu.Doğru okuyup okumadığını öğrenmek istedi.Onu dinleyen kişi bir yerde yanlış okuduğunu tesbit etmişti.

Demekki gerçekte duvarda bir delik bulunmamasına rağmen hırsıza delik görünmesi o surenin eksik olarak okunmasından kaynaklanmıştı.

Her duvarı aşan Âyet-el Kürsi,kendisi aşılmazlığını bir defa daha göstermişti.

Mehmet ÖZÇELİK

25-03-2004




ALEVİLİK TARTIŞMASI ÜZERİNE

ALEVİLİK TARTIŞMASI ÜZERİNE

Bizlerin Alevilerle ilgilendiğimizden daha fazla,batı dünyası onlarla daha çok ilgilenmektedir.

Bugünlerde ortaya konulan raporlarla alevi ve Kürtlerin azınlık olup olmaması,din dersini istememeleri üzerine bir tartışmayı da toplumda açarak sürekli gerek Ortadoğu da,gerekse de Türkiyede bu durum gündemde tutulmaya çalışılmaktadır.

19-02-2005 tarihli Flaş Tv.Ceviz kabuğu proğramında yapılan tartışmalarda ortaya çıkan manzara şunları göstermektedir:

* Her şeyden önce Alevilik ayrı bir din midir?

Aleviliğin bir din olmadığını kendileri de söylemektedirler.Buna rağmen nüfus cüzdanındaki din hanesinin boş bırakılmasını ısrarla istemektedirler.Oysa oraya herhangi bir mezheb de yazılmamaktadır.Bu durum 1950’lerde kaldırılmıştır.O halde neden rahatsızlık duyulmaktadır?

Üzülerek ifade etmeliyim ki;daha önceki Bektaşi bir yetkilinin de ısrarla ve şimdilerde de özellikle Aleviliğin milattan öncelere dayandığı ve böylece islamiyetle başlamayıp köklerinin daha derine uzandığını söylemekte,İslamiyetten koparılıp adeta ayrı bir din olarak ortaya konulmaya çalışılmaktadır.

Bazen Ali’siz Alevilik sözleriyle de bu tez teyid edilmekte,soyut bir kavram oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Öyle ki,hem Ali ve hem Muhammed onlarda tabi durumunda olup,metbu durumunda değiller görüşü ağırlık kazanmaktadır.

Alevilik bir din olmadığına göre,o halde bir kültür faaliyeti olarak görülmelidir.

* Aleviler ısrarla kendileri için bir cem evi açmaya ve caminin bir yandan bir alternatifi veya en iyi ifadeyle camiye gitmek için ara köprü olarak görülmeye çalışılmaktadır.

Zaten cem evleri açılmakta ve gidilmektedir.Diyanetin bu konuda veya kanunların müsaade etmeyişi tekke ve zaviyeler kanununa aykırı oluşundandır.

Boşlukta kalan insandan bir fayda değil zarar gelir.Yanlışta olsa bir yere bağlanmak onlar için bir faydadır.

Ancak Alevilik bir tarikat,bir yol,bir tarz,bir yorum olduğundan;evvelden tekke ve zaviyelerde,dergahlarda yapılan ibadet manasında bir durum olabilir.Yoksa bir cami ve mescid manasını ifade etmez.

Zira din ve şeriatın ibadet yerleri camiler ve mescidlerdir.Tarikatların ise tabiri caizse kendi dergah,tekke ve zaviyelerinde ibadet mamasındaki sema ve zikirler ayrıdır.Dinin ibadetinin yerine ikame edilemez.

Âyette:” Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaza devam eden, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte bunların başarıya ermişlerden olmaları umulur.”[1]

Buradaki mescid kavramını dinin müeessisi olan Peygamberimizden görmekteyiz.

Peygamberimiz tarafından ilk yapılan mescid olan Kuba mescidi,Medine de yapılan Mescid-i Nebi;Hz.Muhammedin ve Hz.Alinin kıldığı bu mescidlerin dışında cem evi manasında ne bir mescid ne de bir ibadet yeri söz konusu değildir,eğer bunlar ve özellikle Hz.Ali Alevi ve Aliyi sevenlerce ölçü ve örnek alınacaksa.

Koca Selçuklu ve Osmanlıdan bu yana ibadet yerleri olarak camilerin dışında bir ibadet yeri mevcud değildir.Sadece ibadet olmayıp zikir yerleri olan tekke ve dergahlar vardır ki,oralarda bile namaz vakti namaz kılınmayıp camilere gidilirdi.

Eğer her tarikata göre cami yapılacak olursa,bunun altından kalkılması söz konusu olmaz,yüzlerce farklı caminin yapılması gerekirdi.

Onunla da kalınmayıp;aleviler hiç camiye girmemiştir,denilerek namaz ve camiden ihraç edilerek araya sed çekilmeye çalışılmaktadır.Nitekim alevi köylerinde camiler bulunduğu gibi,namaz kılanlar da mevcuddur.

* Genel olarak baktığımızda şunu sormak gerekir;Aleviler ya İslam hukukuna göre amel edeceklerdir ya da dedelerin hukukuna göre…Dedeler -asla tezyif manasında değil-bir müçtehid,fukaha,müceddid gibi bir sıfata sahibmidirler?

O halde bunlar ibadet konularını neye göre hükmetmektedirler?Eğer Caferi mezhebine göre ise,onlar zaten ibadet etmekte,dini uygulamaktadırlar.

* Alevilik nereden çıkmış ve yeri neresidir?

Eğer Hz.Ali ile başlamışsa –daha önceki yazılarımızda da genişçe ele aldığımız gibi- o zat takvada herketden ziyade,namaz emriyle beraber çocuk yaşta olmasına rağmen peygamberimizden bir veya iki vakit sonra namaza başlamış ve o yolda ve uğurda şehid olmuştur.Eğer cemevine dair bir karine ve kalıntı varsa gösterilmelidir.

Cem evinde değil,camide…

Cem evleri birer kültür evleri olarak olmalı ve yaşatılmalıdır ancak asla ibadet merkezi olarak değerlendirilmemelidir.

Aleviler dışa bağımlı olmadan problemlerini içde çözmeliler.Çok parmaklar karışır ve karıştırır.

* Yanlışta olsa düşünülmelidir ki denilir;Aleviler önce hristiyan sonra Müslüman olabilirler.

Burada onları hristiyan yapma düşüncesinden de kaynaklanabilir,onların islama soğuk ve mesafeli durmasından da olabilir.

Yapılan istatistiklerde görülmektedir ki;Alevilerin % 14-ü ateist olmaktadır.Kendi kimliğini bilmeyen ve islami kimliğe de sahib olmayan insana sahib çıkan çok olur.Nitekim bunu hristiyan misyonerleri de çok iyi değerlendirmektedirler.

Ve sonuçta çıkan tüm kavga ve tartışmalar bu din eğitiminin olmayışı veya eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Aleviler hristiyan tehlikesi altındadırlar.”Ankara’da misyonerlerin Hıristiyan yaptığı gençler Alevi Dedesi Hıdır Bulut’u arayıp yardım istedi. Hıdır Bulut’u arayan Siyasal Bilgiler mezunu Hacı Şakir adlı genç, “İşsizdik, paramız da yoktu. ‘Devletiniz size ayrımcılık yapıyor, sınavlarda özellikle engelliyor, iş vermiyor’ dediler, çok fazla para vererek bizi kandırdılar” dedi.

…Ankara’da misyonerlerle tanışıp kısa bir sürede dinini değiştirerek Hıristiyan olan Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu Tuncelili Hacı Şakir, 3 yıldır misyoner faaliyetlerine hizmet ettiğini belirterek “En iyi üniversiteleri bitirdik, herkes gibi iş sıkıntısı yaşadık. Bizi içinde bulunduğumuz zor durumdan faydalanarak kandırdılar. 3 yılım gitti bunların arasında. Hıristiyan olmuş yüzlerce Alevi genci tanıyorum. Her genç çevresindeki diğer gençleri getirdi, halen getirmeye de devam ediyor. 20 gün İsrail’de kurs gördük. Misyonerliğe katılan her Alevi genci İsrail’de özel bir kursu tamamlıyor. Orada Aleviliğin kurtuluşunun misyonerlik faaliyetinden geçtiği anlatılıyor” şeklinde konuştu.

Misyonerlere katıldığı günden bu yana geçen 3 yıl boyunca vicdan azabı çektiğini belirten Şakir, “Çorum, Tunceli, Diyarbakır, Yalova, Düzce,Tokat gibi iller özel çalışma alanları. Ancak merkez Ankara. İstanbul da buradan kontrol ediliyor. Ben 3 yıl boyunca yönetim kademesine çok yakın çalıştım. Başkan eski bir Amerikan askeri ve inanılmaz uluslararası bağlantılar var. Tepe yönetimi 6 kişilik yabancı ekipte 1 Alman ve 5 Güney Koreli var. Kuzey Iraklı 2 Kürt yönetici de sık sık yurt dışına çıkar gelir. En fanatikleri de İsraillilerdir.”

İyi bir Hıristiyan ve çalışkan bir misyoner olarak bilinen Hacı Şakir’le birlikte önceki gün Batıkent’teki gizli misyoner kilisesini ziyaret eden Alevi Dedesi Hıdır Bulut, 20 Alevi genci bir arada Hıristiyan olarak görünce şoke olduğunu söyledi. Bulut, “Hıristiyan olmamı istediklerinde daha büyük bir şok yaşadım. Liderleri Daniel diye bir Amerikalı. Bana çok paraları olduğunu, Türkiye’den bile zengin olduklarını söyleyerek destek istediler. Bana devletin yıllar önce Ermenilere uyguladığı bir kıyım olduğunu, şimdi de devletin Alevileri 2. sınıf vatandaş olarak gördüğünü söylediler. Benim desteğimle Türkiye’yi kurtaracaklarını ifade ettiler. Bana Peygamberimiz Hz. Muhammed hakkında kabul edilemez ithamlar anlattılar” dedi.

Bütün Alevi dernek ve vakıflara çağrıda bulunan Hıdır Bulut “Gerçekten ülkemiz üzerinde büyük bir din oyunu var. Bunu bana o kilisede açıkça söylediler. Az da olsa bazı Alevi dedelerinin de misyonerlerle işbirliği yaptıklarını belirttiler” dedi.

Misyonerlere katılan Hacı Şakir’in, Alevi Dede’ye verdiği raporda özetle şu bilgiler var:

“Daniel Wickware adlı New York doğumlu ABD vatandaşı Türkiye misyonerlerinin lideri. Wickware Amerikan ordusunda Vietnam savaşına katılmış (kendi beyanı). Kamboçya, Meksika, Mısır, Ürdün ve İsrail de bulunmuş. 1985 yılından bu yana Türkiye’de Protestan rahip görünümünde faaliyet gösteriyor. Halen Ankara’da ikamet ediyor ve kusursuz bir Türkçesi var. Wickware’in yardımcıları 1 Alman ve 5 Güney Koreli yabancıdan oluşan bir ekip. Ekipte ayrıca Kuzey Irak kökenli 2 Kürt yönetici de var. Bunlar da uzun yıllar Fransa ve İngiltere’de yaşamış 2 kişi. Kuzey Irak kökenli olanlar Mesut Barzani’nin Ankara temsilcisi Safen Dizayi’yi ara sıra ziyaret ediyorlar. Kürtlere Avrupa ve Amerika kamuoyunu yanlarına çekmeleri için Hıristıyan olmalarının ciddi bir avantaj olacağı anlatılıyor. Doktor Deniz olarak bilinen Dillion adlı Amerikan vatandaşı da bir Türk kadar iyi Türkçe konuşabilmekte ve para kontrolünü o yapmaktadır.”(Yeni Şafak.21-02-2005)

– Dünya Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun,”Türkiye’de 15 bin Katolik insanın 13 bini Alevidir. Bunlar yoğun misyonerlik faaliyetleri ile devletin kendilerine ayrımcılık uyguladığından yola çıkılarak kandırılmıştır. Bunun için acilen önlem almamız lazım”,

“Alevi gençliği barlara yönlendiriliyor. Alevilik tamamen İslam’ın bir örneğiyken Alevi gençler İslam’la ilgisi olmayan bir hayat tarzına yönlendiriliyorlar. Burada tüm Alevi inanç önderleri, dedeler mesuldür. Bugün Alevi kesime hitap eden radyolarda akşama kadar türkü barların özendirici reklamları yapılıyor ve onlara kültür adına birşey verilmiyor.”(Yeni Şafak.09-03-2005)

Din hanesine mezheb yazılmadığı halde dinin yazılmasından rahatsızlık duymak acaba hangi kimliğin bir tezahürüdür,yoksa kimliksizliğin mi?

Bugün medeni bilinen Avrupada Din Vergisi adında vergi kesilmektedir.Bunu vermek istemeyenin bunu beyan ederek belgelemesi gerekmektedir.

Din ve mezheb sorusu sorulup,din hanesi de yazılmaktadır.

Alevi çocuklarına İslam verilmemeli denilirken kendileri de dini bir birikime sahib olmayan bu insanlar,çocukları boşluğa itmektedirler.

Bir ilahiyat eğitimi almış öğretmenin vermesine tahammül edemeyenler,okumamış ve araştırmamış ve her şeyi kulaktan duyarak gören ve öğrenen bir insan ne kadar yetişir ki,o kadar da yetiştirsin?

* Alevilik islamın özü olarak ifade edilmektedir.

Her şeyi kaldırarak mı?Bu nasıl öz ki Hz.Ali bile onu yakalıyamamış ve uygulayamamış ve uygulamamış!

Bütün hac ve namaz gibi ibadetler kaldırılarak cem içerisinde cem edilmektedir!

Kitabının adı,dininin ve peygamberinin adı ve kendisi nerede?Ve şimdiye kadar bunlarla ilgili araştırma ve incelemeleri yapan kim?Aleviler mi?Kaç tane kitapları var?Nerede?

* Alevilik mitaloji ve hikayelerle beslenmekte ve büyütülmektedir.Hz.Alinin sırtından geçinilmektedir,haksız olarak…

Hikayeye göre;Muhammed göğe çıkacağı –miraca- sırada önüne bir arslan geliyor ve çıkmasına izin vermiyor.İlahi ses kendisine elindeki yüzüğü ona vermesini söyleyince bunu yapıyor ve arslan ayrılarak yol veriyor.Tanrı ile konuştuktan sonra dönüşde gece vakti bir yerde bir ışık görüyor.Oraya varıp kapıyı çaldığında kim olduğunu soruyorlar.Oda Peygamber Muhammed olduğunu söyleyince kapıyı açmıyorlar ve ilahi ses tekrar çalmasını söyleyip üçünde de aynı cevabı verdiğinden dolayı açmayınca dördüncüsünde peygamber değil de herhangi fakir ve gariban birisi olduğunu söyleyince açıp içeriye alıyorlar.

Bunlarda kırklar olup içlerinde Ali’de var.Onlar birisinin yaralanıp kanı akması halinde hepsinin kanının akacağını söyleyip bunu da gösteriyorlar.

Daha sonra Engur şerbetini içerek semaya kalkıyorlar.

Ve namaz yerine ikameye etmeye çalışılan sema,çalgı ibadet olarak kalıyor.

Kaynağı olmayan bu hikayenin,bir de hakikat yönüyle ele aldığımız da;Hz.Ali kaç kere çalgı içinde bulunmuş ve öyle ibadet etmiştir.Tam tersine onun zamanında çalgı bile yoktu.

Olsaydı yapardı gibi bir teori tamamen bir iftira ve onu tanımamaktır.

Hz.Hasan ve Hüseyin’de böyle bir durum görülmemiştir.

* Atatürkünde Alevi ve Bektaşi olup,dergah ve tekkeye devam ettiği söylenir.Tekkeleri kapatmasını ise menfi kimselere isnadla olduğu yönünde yorumlarlar.

Abdulkadir Sezgin ise,Atatürkün Bektaşi değil de,Rufa-i dergahına katıldığını ifade eder.

* Alevilik Beşeri kaynaklı mıdır yoksa İlahi kaynaklı mıdır?

İslamiyet her önüne gelenin kafasına göre yorumlayacağı bir din olmayıp,esasları vardır.Alevilikte ise genelde dedelerin yorumu üzerine bina edilmektedir.

Mesela Hümanizmin izlerinden olan İnsancıllık ön plana çıkarılarak,tüm ibadetlerin üzerinde bir amel olarak değerlendirilir.

Gelin canlar bir olalım denilirkenbugün;Alevilik, Caferilik,Ehliyt,Rafizilik,Şiilik, Bektaşilik gibi kısmlara ayrılmakta ve farklı görüşlere sahib olunmaktadır.

Alevi ve Bektaşilik islamın yorumu mu yoksa bir tarikat ve bir din midir?Yeri belirlenmelidir.Neresi Hz.Aliye dayanmaktadır.Nasıl bir anlayış farkı çıkmaktadır ki;Sünnilerle arasında bu kadar büyük açık fark olsun?

Alevilikte dünya görüşü ile din görüşü birbirine karıştırılmaktadır.

İran Mollaları Türkiyeye tekliflerinde;”Sizdeki Alevileri ya siz Sünnileştirin,ya da bırakın biz Şiileştirelim!”

* En önemlisi de Aleviler ibadet gibi,inançdaki problemlerini düzeltmelidirler.

Adeta Hristiyanlıktaki Teslis inancı,Vahdetül Vücud,Panteizm ile bir benzeyişlik arzetmektedir.

Ali’ye baktım,Allahı gördüm,Hallac-ı mansurun Enel Hakkı yani Ben Allahım gibi…

Ali Allahın ismi olup,Allah Ali,Ali Allahtır,düşünceleriyle itikadi sapma yaşanmaktadır.

Tanrı insanda görülmekte,insan tanrıyı çıkarmaktadır.

Yorumda da;”Ben gizli bir hazine idim,mahlukatı yarattım ta ki kendimi bileyim ve bilineyim.”

“Yere göğe sığmadım,mü’min kulumun kalbine sığdım.”

Yanlışa doğruyla gidilmeye çalışılan masumane gibi görünen bir tevil.Tekellüflü bir tevil.

İlk olarak Yahudi asıllı Abdullah bin Sebe Hz.Alinin karşısına geçerek;Ya Ali sen Allahsın,demiştir.

Bunun üzerine Hz.Ali onu yakmak ve ölümle cezalandırmak istemesine karşı kurnaz davranıp;

-“Bak ben demedim mi Ali Allahtır,diye.İşte Allah olduğu için yakıyor ve cezalandırıyor.”

Bunun üzerine onu sadece oradan sürmekle cezalandırmıştır.Ve zaman içerisinde bu durum özellikle Rafizi cemaatı içerisinde makes bulmaya başlamıştır.

Ali-Muhammed-Allah ve hepsi aslında birdir,bir nurdur inancıyla teslis işlenmektedir.

Alevilikte mecaz ile hakikat birbirine karıştırılmaktadır.

* Alevi olmak için anne ve babanın alevi olması gerekmektedir.Bektaşilik ise sonradan olunmaktadır.Kendilerine tanınan bir imtiyaz!

* Aleviler işlenen suçlarda Cem Yargılaması yapmaktadırlar.Toplmun huzurunda ve toplumun rızası doğrultusunda suç işleyen kimse ya tardedilip sürülüyor veya onunla olan her türlü beşeri münasebetler kesiliyor.

Bu ise beşeri bir hukuk olup,ilahi ve dini değildir.

Alevilerce en rağbet edilmesi gerek kimse Ebu Hanifedir.Zira o hem Cafer-i Sadıkın talebesi hem de akrabasıdır.

* Bugün Kerbalada Hz.Hüseyin ciğer yakıcı durumda öne çıkarılırken neden Hz.Alinin şehid olan diğer oğulları Ebubekir,Ömer ve Osman’dan szö edilmiyor.

Şiada olduğu gibi;Hz.Aliye olan muhabbet,koca Sasani imparatorluğu olan İranı Hz.Ömerin yıkma sebebi olan ona düşmanlıktan kaynaklanmaktadır.

* Sünniler gibi aleviler de kendilerini sorgulamalıdırlar.İslamiyeti,Peygamberi ne kadar biliyor,uyguluyor,Kur’an-ı okuyup anlamaya çalışıyoruz.

* Hadisde:”Hz.Ali,Fatıma,Hasan ve Hüseyin benim ehlimdir.Ve Ebubekir ve Ömer ehlullahtır.Ehlullah ise,benim ehlimden efdaldir.”

* “Benden sonra halife Ebubekir,sonra Ömer,bunlardan sonra ihtilaf zuhur eder.”(Kenzul İrfan fi Ehadisin Nebiyyir Rahman-Muhammed Es’ad Efendi.Hadis no.108,114)

Mehmet ÖZÇELİK

20-02-2005

[1] Tevbe.18.




AJANLIK FAALİYETLERİ

AJANLIK FAALİYETLERİ
*Ajanlık faaliyetleri her dönemde çeşitli ad ve uygulamalarla gerçekleştirilmiştir.Bu bir nevi kendi menfaatı için yapılan,düşmanın zararını defetmek amacıyla girişilen haber ve bilgi toplama servisliğidir.Askeri ve güvenlik stratejisinden ibarettir.

Osmanlı bunu en geniş ve en güzel anlamda uygulamış,başarısında bunu etkisi önemli çapta görülmüştür.Bugün dahi Amerika ve israili dünya çapında farklı kılan olay,onların istihbarat birim ve ağlarının güçlü olmasındandır.İstihbaratı yanlış yaptığı yani şahsi ihtiras,makam sevdası gibi eksik ve su-i istimallere dönüştüğü gün o hatanın neticesi olarak devlet ve gücünde de bir düşüş olacak ve olmaktadır.

Nitekim Enver Paşa Trablusşamda bulunduğu sırada Fransa adına casusluk yapan bir kişinin sorgusunu yapmış ve onu cezalandırarak durumu ve Fransanın harb niyetlerini,Suriyeye saldırmalarını Osmanlıya bildirmiştir.Bu kişi ise; Şam’da asılarak idam edilen Emmanuel adlı Fransız Papaz’dır.

-Bazen gizli istihbarat teşkilatları aynen balık avlamak gibi önceden avı atar ve sonradan yakalamaya çalışırlar.Yani olayın gün yüzüne çıkmasını sağlamak için güya bazı belgeleri topluma bizzat kendileri sızdırırlar.hedefe kısa yoldan varmak için bazılarını saklandıkları ve sakladıkları yerden deşifre etmeye matuf uygulamalarda bulunurlar.Bazen de ortaya sunulan belgeyi belge kabul ederek suçlayacakları kimseyi daha kısa ve kolay yoldan yakalama imkanı bulurlar. Böylece tavşana kaç deyip,tazıya tut diyen yine kendileri olmuş olur.

*-Gizli servisler kendi emelleri için gazete ve gazetecileri,bazende interneti kullanarak bunu herkes tarafından duyulup genel bir görüş haline gelmesini sağlayıb bu yolu kullanarak hem bilgi almayı hem de bilgi sızdırmayı onlar eliyle sağlamış olurlar.

*-Mafya ve casuslukta herşey mübah ve serbest kılınmıştır.Onların dünyasında engel ve yasak diğer bir ifadeyle serbest ortam olup günah,kanunsuzluk gibi kavramlar çıkarılmıştır.Kurallı hayatta kuralsız kişilerdir.Onlarla başarısız olmanın bir sebebi de kuralsızlığa karşı kurallı harekettir.Kurallı hareket kişiyi bir çok noktada bağlarken,onların kuralsızlıkları her gayrı meşruyu meşru kılmaktadır.Alanı da böylece geniş tutulmaktadır.Hatta bazen öyle olmaktadır ki;kurallı hareket edenlerin kuralları çiğnememek için kuralsızları kullanmaları,zamanla onları kontrol edememe veya kontrolden çıkmalarıyla onları kontrol dışı bırakmaya kadar götürüyor. Birbirlerini kullanma adına kollamalara kadar gidiliyor.

Nitekim:” SSCB’ni otuz yıl idare eden Stalin. Evet o, çarın casusu olarak siyasete sokulmuş bir kişidir. 1917 ihtilalinin ikinci adamı olan Troçki’yi tasfiye eden Stalin, bu işi çar adına yapmıştı. Güç ve kuvvet eline geçince tabii olarak rotayı değiştirdi. Bir başka çarpıcı örnek de Hitler’dir. O da ordu tarafından görevli olarak Alman İşçi Partisi’ne sızdırılmıştı.”( Siyasette casusluk ve ajanlık-M.Hilmi Yıldırım )

*-Bugün büyük şehirlerde işlenilen suçlara baktığımızda;hem bir yandan büyük çete diğer adıyla mafyaya özenilerek tek suç işlemekten ziyade,toplu ve örgütlü halde suç işlenildiği görülmektedir.Adeta suç işlemek için bir kurum haline gelmek bu işin rajonu haline geldi.Bir dilencilik şebekesinden,bir kapkaç şebekesine,uyuşturucudan silah tüccarlığına kadar her şeyde bir teşekkül oluşturma hızla yaygın hale gelmektedir.Eskiden bir köyde bir ağanın tasallutuna karşı şimdilerde mafya ile ağalar şebekesi teşekkül etmiş oldu.Buda önemli çapta hukukun dejenere olması,uygulanmaması,uygulanır olmaması,farklı uygulamaların,afların devreye girmesiyle büyük bir artış göstermiş oldu.Buda hukuka ve devlete olan güvencin olmayışıyla güç kazandı.Artık hukuka ve devlete gitmekten ziyade,bu şebekelere müracaat söz konusu olmaya başladı.Tıpkı dinsizin hakkından imansız gelir sözünün değişik versiyondaki bir uygulaması…

Ancak hiçbir şebeke yukarıdan destek bulmadıkça varlığını sürdüremez.Buda balık baştan kokar sözünü doğrulamakta ve bu mafya türü şebekelerin kendilerine dayı diyebileceğimiz kimseleri arkalarına almaları ve onları maddi manevi beslemeleri ile sürdürülmeye çalışılmaktadır.

*-Hiçbir zaman İngiliz ajan Lawrensin o çöllerde ve kabileler arasında yaptığı ajanlık unutulacak cinsden değildir.Ve bu ajanın başta İngilizlere olmak üzere batının doğu üzerindeki hakimiyetinde önemli rol oynamıştır.Batı lawrens ile bir yandan Arapları keşfetmeye çalışırken diğer yandan da yerleşmeye çalışmışlardır.

*-Bugün gerek internet ve cep telefonlarıyla ve gerekse de gelişen haber alma cihazlarıyla bu durum daha rahat ve geniş bir alana yayılmıştır.Adeta ajanlık ve haberleşme ile hızlandırılmıştır.

*-İnkar edilemez bir gerçektir ki;1900 yıllarından önce bu işi en iyi yapan Osmanlı idi ve özellikle II.Abdulhamidın tavassutuyla resmi bir kurum haline gelmişti.Ve özellikle Fatih Sultan Mehmet bu duruma hassasiyet gösterir ve sırların dışarı sızmasını engellerdi.Nitekim bir sefer tertib ettiğinde veziri bile seferin nereye olacağını sorduğunda ona verdiği cevapta;Paşa paşa,eğer seferin nereye olduğunu sakalımdan bir kıl bilmiş olsa onu söker atarım yani sen de bilmeye çalışma ihtarında bulunarak,iki kişinin bileceği bir şeyin sır olamıyacağını da göstermiş olmaktadır.Bu gün ise,sıra bazen değişse de İngiliz,İsrail,ABD,Rus,Fransa ve Çin devletleri gelmektedir.Diğer bir ifadeyle;siyasi alanda CIA,FBI,zaten enstitü demek olup kültürel ve hakimiyet alanında MOSSAD,süper devlet olma anlamında KGB gelmektedir.Mossad-ın dünyada 35 bin ajanı olduğu söylenmekle beraber ayrıca destek aldığı özellikle kendi milliyetinden olanların desteğiyle büyük bir güce ulaşmaktadır.

*-CIA ile ilgili olarak: “Amerikan kapitalizminin gizli polisi”; CIA eski ajanı Philip Age yazdığı “CIA Günlügü” isimli kitapta şunları söylemektedir.

“… Ben kapitalizmin gizli polislerinden biriydim. Yoksul ülkelerdeki Amerikan şirketlerinin, hisse senedi sahiplerinin kaymağı yemelerini sürdürmelerini sağlamak için politik barajın sızıntılarını kapatmak üzere gece gündüz çalışan CIA, Amerikan kapitalizminin gizli polisinden başka bir şey değildir. Ki, yoksul ülkelerde CIA başarısının anahtarı, nüfusun kaymağın çoğunu yiyen yüzde iki ya da üçlük kısmının bulunmasıdır.Şimdi çoğu ülkelerde bu sınıfın geliri 1960’tan sonra daha da artmış, ancak bir kenarda bırakılan ve nüfusun yüzde 50 ya da 70’ini teşkil eden sınıfların gelirleri ise daha da azalmıştır.

… CIA, karşı-sindirme öğretisi, milliyetçilik, vatanseverlik kavramlarını ileri sürüp, azınlıkta kalan zenginlere karşı gelişen halk hareketlerini Sovyet yayılımıyla ilgiliymiş gibi göstererek bu uluslar arası çıkarcı sınıflar arasındaki ilişkiyi örtmeye çalışır.

… CIA mafyayla içiçe uyusturucu ticareti, karapara aklama, silah kaçakçılığı gibi birçok karanlık işler çevirmekte ve buradan elde ettiği gelirlerle karşı-devrimci faaliyetlerini finanse etmektedir. City Bank ve Bank Of Boston isimli bankaların tüm yabancı ülkelerdeki müdürleri ya CIA görevlisi ya da CIA ile sözleşmelidirler.

Uyusturucu ticareti ile uğraşan çeşitli ülkelerdeki tüccarlar, mafya ve devlet yöneticileri ile direkt ya da dolaylı bağ kuran CIA aynı zamanda karşı-devrimci safta olan bu güçleri desteklemektedir.”

*-Başta Türkiye olmak üzere özellikle İslam ülkelerindeki darbelerde ve istedikleri ve kendilerine yakın kimselerin gelmelerini sağlamak üzere yaptıkları devrimlerde de büyük katkıları vardır.Nitekim:” Ülkemizde darbe gerçekleştirildikten sonra CIA görevlilerinin CIA Türkiye Masası şefi Hanze’ yi arayarak ”Kutlarız, senin çocuklar başardı” demesi bile tek başına bu ilişkiyi anlatmaya yeterlidir.”

*-Bir faraziye de olsa,özellikle bilgisayar sistemlerindeki açıklar,cep telefonlarıyla yapılan konuşmaların uydular yoluyla ve şebekeleriyle hafızaya alınması ve yönlendirmesi bu ajanların işlerini daha da kolaylaştırmaktadır.Artık heryerde izlenip dinlenme imkanı teknolojiyle ortaya çıkmaktadır.Nitekim aşağıdakı tanım bir derece bu teoriyi doğrulamaktadır.” ECHELON, 5 devletin (ABD, Ingiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zellanda)istihbarat örgütlerinin dünya üzerindeki iletişim sistemlerini denetlemek için kurdukları ortak projenin kod adıdır. ECHELON projesinin temelleri 1947’deki UKUSA anlaşmasıyla atılmış, ve 1971’de hayata geçmesinden günümüze dek kapsamını ve kullandığı teknolojileri sürekli genişletmistir.Liderligini ABD Milli Güvenlik Dairesi NSA’in yaptıgı ECHELON’un bugün telefon görüşmeleri, emailler, internet bağlantıları, uydu haberleşmeleri gibi akla gelebilecek tüm modern iletişim sistemlerini büyük oranda denetlediğine inanılmaktadır.

ECHELON nasıl çalısır?
ECHELON sisteminin veri toplamak için kullandığı çeşitli yollar vardır.Gelişmiş anten sistemleriyle uydu haberleşmelerini dinlemek (ki çesitli raporlara göre bu antenler ABD, Italya, İngiltere, Türkiye, Yeni Zellanda,Kanada, Avustralya, Pakistan, Kenya topraklarında ve muhtemelen diğer bazı ülkelerde de faaliyettedir), yeryüzündeki telefon hatlarını dinlemek,internet baglantılarını dinlemek (internet ağının anahtar bağlantı-router
noktalarında ECHELON’un veri iletişimini filtreden geçiren sniffer sistemlerinin bulunduğuna inanılmaktadır), kıtalararası iletişim hatlarını dinlemek (ABD’nin okyanus tabanındaki telefon hatlarını kontrol altında tutabilmek için bu kablolara dinleme cihazları yerleştirdiği bilinmektedir,
bu cihazlardan biri 1982’de kabloların bakımını yapan bir Fransız sualtı ekibi tarafından bulunmuştur) gibi çeşitli yöntemlerle, dünya üzerindeki iletişim sistemlerinden geçen veri paketleri ECHELON tarafindan düzenli olarak toplanmaktadır. Elde edilen bu veriler, DICTIONARY (sözlük) adı verilen bir filtreleme sisteminden geçirilir. DICTIONARY, dinlenen veriler içinde ECHELON projesinin 5 ortak devletince belirlenen anahtar kelimeler,isimler, adresler, vs. gibi bilgileri tarayan bir bilgisayarlar ağıdır.Ayıklanan bu “tehlikeli” iletişim unsurları uzmanlarca incelenmek üzere takibe alınır.”Sadece bu iş için, CIA’nin 100 bin ajanı sadece telefon dinliyor ve teşkilat bu iş için 16 milyar dolar harcıyor.Bu da göstermektedir ki;” CIA’nın örgütlediği, yetiştirdiği yeni-sömürge ülkelerin işbirlikçi istihbarat teşkilatlarının da bilim ve teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak benzer faaliyetleri devrimci örgütlere karşı yürüttükleri sır değildir. Örneğin MİT, 1990’da Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’ndan (NSA) her biri 10 ayrı faksı kontrol edebilen 50’den fazla “Faks İzleme Cihazı” almıştır. Mehmet AĞAR’ın açıklamalarına göre 20 bin telefon aynı anda dinlenebilmektedir. Ve ANAP milletvekili Eyüp AŞIK’ın açıklamalarına göre sadece Mehmet AĞAR’ın isteğiyle dinlenen telefon sayısı 2700’e ulaşmıştır.”

*-Bugün ABD’nin belkide yıkımında başta CIA olmak üzere istihbaratdaki yanlışlıklar olacaktır.Zira CIA’nın Irak ile ilgili verdiği raporlar,siyasilerin istediği merkezde idi.Doğruları yansıtmayan belgeler olarak dışa yansıdı.Sonraki düzeltmeler ve yanıldık ifadeleri ise bu ayıbı kapatmaya yetmedi ve Vietnam gibi ikinci bir Vietnamda Irak oldu.Yanlış ve kullanılan istihbaratın yönlendirdiği çıkmaz sokak…Gerek Bush,gerekse de Pentagon bu acziyetini 11 Eylül olayları ve Irak savaşı en belirginleri olarak bunu gösterdiler.Daha da deştikçe diğer kirli çamaşırları açıkça görülmekte,kokusu tüm dünyayı sarmakta ve sarsmaktadır.

*-Ajanlıkla ilgili olarak veya bilgi alma yöntemi konusunda Kur’an-ı Kerimde:”Size bir fasık,yalancı bilgi getiren kimsenin haberinin doğru olup olmaması konusunda araştırın,buyurularak,araştırma,inceleme emredilmektedir. İncil’de ise,Hz. Musa’nın “Gidin ve o ülkede gerekli araştırmaları yapın”denilmektedir.Ve Hz.Musanın annesi suya bıraktığı oğlunun firavunun saraydaki durumunu öğrenmek üzere,sarayda bulunan akrabalarını devreye koyarak bilgi alması ve bunu kendi evladına süt anneliği yaparak devam ettirmesi insan yapısındaki hayatını devam ettirmek için gerekliliğini de göstermiş olmaktadır.

*-Fatih’in istanbulu fethetmesindeki ilk adım Bizans içerisine gönderdiği ve Bizans içerisinden desteklenen bilgi elde etmelerle gerçekleşmiştir.Ulubatlı Hasanın surlara diktiği bayrak kadar başarıda önem arzeder.

*-Peygamberimizde Hendek savaşında,önceden anlaştıkları Hayber Yahudilerinin anlaşmayı bozup müşriklere destek olmalarına karşı Medinenin düşmesi söz konusu idi.Böyle bir sırada Müslüman olan Hayberli birisi rasulullaha gelerek,iki taraf arasını açmak için izin ister.Ve hemen o gece Haybere giderek müşriklerin anlaşmadan vaz geçtiklerini,güvenmediklerinden kendilerinden teminat olarak elli kadar Hayberlileri isteyeceklerini,ancak kendilerinin onlardan erken davranarak onların anlaşmadan vaz geçmeleri halinde öldürülmek üzere elli adamlarını istemelerini tavsiye eder.Kendisi hakkında onlara güvence verip oralı olduğuna dair kesin belgelerin olması Hayberlilere tam bir kanaat verir ve hemen bir elçi göndermek üzere faaliyete geçer.O sahabi hiç vakit kaybetmeden aynı teminat ve bilgileri müşriklere de iletip,iki tarafın aynı işleri yapmaları onun doğruluğu hakkında her iki tarafa kesin bir kanaat vermesi üzerine anlaşma bozulur.Böylece Müslümanları önden müşriklerin ve arkadan da Hayber Yahudilerinin kuşatma tehlikesi ortadan kalkmış olur.Müşriklerin bir netice alamayıp gitmesinden sonra Peygamberimiz daha savaş elbiseleri çıkarılmadan Hz.Aliyi Haybere gönderir ve Hayber Yahudileri Hayberden sürülürler.Hadisde de;Harb hiledir,buyurularak,bu hileden faydalanma yollarının en kısa ve kestirme yolu ise,istihbarat bilgilerine ulaşmak ve gereğini yapmaktır.

*-Aslında ajanlık bir nabız tutma hareketidir.Bu kendi halkının nabzı olduğu gibi,dünyanın nabzını da tutmak demektir.Öyle ki İngiltere;devlete karşı dolmuş olan halkını deşarz edip boşalarak rahatlamalarını sağlamak üzere bizzat kendisi sosyal bir realite olarak devlete karşı kışkırtmakta ve böylece boşalan halkın boşalmasından sonra bir müddet daha rahat idarelerini sürdürmektedirler.Bu onlar için sibop görevini görmektedir.Bir anlık hatırlatmadan sonra unutturma ve uyutma faaliyetleridir.Bu ve buna benzer faaliyetler devletler arasında da uygulanmaktadır.Oynanılan role göre yıkmak amaçlıda kullanılabileceği gibi,halkın bilinmesi,tanınıp tesbiti açısından da bir yöntemdir.Deşifre amaçlı…

*-Ajanlık dün olduğu gibi bugünde çok yönlüdür.Askeri açıdan, teknolojik, ekonomik, siyasi, kültürel gibi bir çok alanda bilgi toplama gerçekleşmektedir.

*-Dışa kapalı olan Rusya Leninle beraber kendi farklı ideolojileri olan kominizmi tesis edip dünyaya pazarlamak üzere birinci derecede kendi bünyesinde her bir insanı bile takib ettirerek istihbarat teşkilatını kurdu.Tam bir baskı ve takib politikası uyguladı.İnsanlar gölgelerinden bile korkarak takib edildiklerine inandırıldı.

-Bu korku özellikle milli şef İnönü döneminde de Türkiyede uygulanarak insanlara jandarma korkusu verilip,konuşmaları bir yana düşünmelerine bile ambargo konuldu.İki insan bile,aynı odada,akraba ve yakında olsalar birbirleriyle fısıltı halinde konuşur oldular.Üçüncü bir kimsenin olması halinde ise birinin muhbir ve ajan olabileceği intibaı yaygın hale gelmişti.

*-İstihbarat elemanları haber alma uğruna her kılığa ve her işe girmektedirler.Ayakkabı boyacılığından ayakkabının altına yerleştirmek üzere ayakkabı tamirciliğine,çeşitli kimliklerle rahat hareket imkanı bulma yöntemlerine baş vurmaktadırlar.

*-11-Eylül olayları istihbarat birimlerine farklı taktik,düşünce ve yöntem çeşitlerini düşündürmüş,stratejide bir kımıldama devresine girmiştir.

*-Osmanlının yıkılmasında bu casusluk faaliyetlerinin önemli bir yeri vardır.Fransız asıllı Kont dö Bonval diğer: Humbaracı Ahmed Paşa’nın 18 yıl boyunca Osmanlıda masonluğun kurulmasındaki aldığı rol ile başlamış ve II.Abdulhamidin yine masonlar tarafından hal’i ile sonlanmış,hedefe varılmıştır.

*-Dönmelerinde casuslukta önemli katkıları vardır.Her ne kadar dönmüşte olsa kendi ırkdaşlarıyla olan bir irtibatı devam etmektedir.Herşeyin aslına çektiği gibi…

*-Bu gizli haberleşmeler gizli mürekkeplerle,bazende eritilen kibrit çöplerinin başları ile sürdürülmüştür.

*-Başta CIA olmak üzere gizli birimlerin en taktik manada devletlere yaptıkları oyunlar;Onları Sun’i Gündemlerle meşgul etmek…Zira birbirleriyle uğraşanlar akıllıca iş yapamazlar.Dünyada önemli çapta bol bol sun’i gündemler oluşturulmaktadır.

-Bazen de üstteki büyüklerin birbirleriyle olan kavgalarından,alttakiler ezilme nasiblerini almaktadırlar veya ağır faturalar ödemektedirler.

*-Gizli istihbarat örgütleri işleri kirli ellere yaptırır,daha sonra da o kirli elleri ortadan kaldırırlar. Türkiyede ciddiye alınması gereken 20 faili meçhul cinayet işlenmiştir.Ancak ciddi manada bunların failleri bulunmamıştır.Ya yapanlar ortadan kaldırılmıştır veya bütün istihbarat örgütlerinin ortak bilgi ve menfaatları çerçevesinde olmuştur.Bu faili meçhul cinayetlerde ister sağ olsun ister sol olsun,mutlaka birilerinin kuyruğuna basma veya menfaatına gölge düşürme veyahut da en önemli ve ciddisi sırrını ifşadır.

*-Bugün istihbaratlar yalan üreterek varlıklarını ve güçlerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. En bariz olanı da CIA.Irakta nükleer silahlar bahanesiyle girdi.Böylece Saddamın milyarlar dolarını uera-ya çevirip ABD ekonomisini tehlikeye atmasına bir tokat oldu,diğer yandan Filistine verdiği desteğin önü alınırken,bir en önemlisi de kendisine yıllarca yetecek Irak petrollerinin üretimini birkaç katına çıkararak,daha önce yaptığı gibi ambargo koymak.Silah fabrika ve şirketlerini faaliyete geçirmek,ortadoğuya hakim olmak,İslam alemine göz dağı vermek,bu bahane ile gelmişken İran ve Suriyeyi de ziyaret etmek,İsrailin önünü açarak gelişmeci politikasını desteklemek,Kürt devletine yeşil ışık yakarak yeni bir kıvılcımı ateşlemek,işgal ile diktiği diktatörleri,bu sefer yıkmak üzere işgal etmek,demokrasi vaadi uğruna karmaşa ve belirsizlik ortamı oluşturarak geçmişe özlem duyurmak,belki kaderin müsaadesi yönüyle de kendi sonunu hazırlayıp,kendi ipini kendisine çektirmek…İşte bütün bunlar CIA’nın verdiği bir yalan raporunun senaryoları,hakikatları ve seyir defteridir ve planıdır.

*-Araştırmaya göre Türkiyede bulunan 100 civarındaki mafyanın yıllık cirosu,60 milyar dolar.Bu pastayı kaptırmak istemez ve bunun için her gayrı meşru yol da meşru addedilir.Bunlar daha ziyade hukukun icra edilmediği veya aciz kalıp dar kapsamlı oluşundan kaynaklanır.İşte dağılan Rusyanın dağılmasından sonra bütün pis işlere hakim olanlar Rus mafyalarıdır ki,bunlar devletin yüzde kırkına hakimdirler.Bu durumda devletin tutumu hukuku eksiksiz ve açık delik bırakmıyacak şekilde adilane uygulaması,gerektiğinde –menfi bir yolda olsa-mafyayı birbirine kırdırarak,aralarındaki anlaşmazlığı körükleyerek dağılmalarını sağlamak,iş alanı açıp işsizlerin o gibi yerlerde değilde,meşru iş alanlarında çalışmalarını sağlayacak ortamları hazırlamaktır.En önemli olanı ise;bu insanların üzerinde en büyük emniyet gücü olan maneviyat gücünün tesisini ve yaygınlaşmasını sağlamaktır.

*-MİT’in ister kasıtlı ister söylenti eseri olarak üzerine sıçrayan çamurlardan kendisini temizlemesi gerekir.Bugünlerdeki MİT-Yargıtay-Çakıcı üçgenindeki yalanlamalardan Yeşil olayına,Hizbullah gerçeğine, kontrgerillanın faaliyetlerine, Susurluk olayları ve uzantısı,neden eski DGM savcısı Nusret Demiral, özellikle Uğur Mumcu cinayetinin üstüne gidilmemesini istemişti,eski başbakanlardan Rahmetli Turgut Özal’a kurşun atan Kartal Demirağ’ın dışında yaptıranlara ulaşılmamıştı,aydınlanmayan faili meçhul 20 cinayetin oluşuna kadar,Jitem içindeki olayların özellikle Eşref Bitlisin uçağının düşürülmesi olayına kadar bir çok noktanın aydınlatılmasıyla bir gusül etmesi gerekir.Hükumetleri yıkmak ve vatandaşı rencide etmek için uydurulan ve piyasaya sürülen Fadime Şahin, Müslüm Gündüz piyon olarak kullanıldılar.Halkın değerleri ve şahsiyetleriyle uğraşılması uğruna…Yıllardır halkından dahi benim gibi herkesin duymasına rağmen,Van’da her evde dahi uyuşturucu üretilmiş olması bilinir iken,yenilerde rastgele bir patlak vermenin ötesinde bir neticenin çıkması,kirli işlerin üzerindeki perdelerin aralanmasının istenmediğini göstermektedir.Belki de Çatlının dediği gibi;Eğer açıklarsam devlet yıkılır.Eğer devlet bir adamın sırtında duracak kadar kirlenmişse varsın yıkılsın.Kirli çamaşırlar ortaya çıkarılıp temizlik işleri yapılmadıkça,su ile sabuna dokunulmadıkça bu kirler ve kirliliklerde devam edecektir.

*-İşte Faili meçhullerin raporu: “Faili meçhul cinayetler komisyonu”nun listesi: 1975: 1 tane, 1977: 6, 1978: 46, 79: 81, 80: 98, 81: 2, 83: 1, 84: 1, 86: 2, 87: 1, 88: 2, 89:3, 90: 68, 91:24, 92: 316, 93. 314… Toplam 916. Elbette ki, bu rakamlar komisyon kayıtlarına geçmiş faili meçhuller ve 1993’ten sonrasını kapsamıyor. Dağda, bağda, köprü altında öldürülenlerin kesin sayısı bilinmiyor. 1997 yılı sonu itibariyle, eğer rakamlarla oynanmamışsa; mahkemelerde 14 973 faili meçhul dosyası bulunduğu, 12523 dosya ile Diyarbakır DGM’nin ilk sırayı aldığı biliniyor. Mayıs 1998 ayı itibariyle 20 379 terörist, 3275’i asker; 4501 güvenlik görevlisi, 4268 sivil olmak üzere toplam 29148 kişinin Güney Doğu’da hayatını kaybettiği biliniyor. Kurtuluş Savaşı’nda 7-8 bin civarında şehit verdiğimiz düşünülürse, onun dört katından daha fazla insan telef olmuş.”

Buda göstermektedir ki,İtalyadaki devrilen Gladio,Türkiyede hala ayakta…

*-Ağır bir ifade de olsa doğrulanması veya tekzibi isnad edilene düşer. Emekli Yarbay Talat Turhan,Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla isimli kitabında Türkiye’de Gladio Özel Harp Dairesi’dir, diyor.(s.14) ” Talat Turhan, “Bir ülkede siyasi cinayetler işleniyor da failleri bulunamıyorsa fail, büyük bir olasılıkla istihbarat örgütleridir. Bu iç istihbarat örgütlerinden biri veya birkaçı olabileceği gibi, dış istihbarat örgütleri de olabilir. Ya da iç ve dış istihbarat örgütlerinin ortak kararıyla gerçekleşen bir eylem şeklinde de gerçekleşebilir.”diyor. (S. II)

“Bir ülkede bu tür eylemlerde fail bulunmuyorsa eylemler artarak devam edecektir.”(s.III)

Turhan’a göre, örgüt Türkiye”nin NATO’ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan, Özel Harp Dairesi’nin talimnamesinde yer alan görevlerini şöyle sıralıyor:

“Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tethiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alı konması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık , şantaj” (s.23)

12 Mart, 12 Eylül dönemlerini yaşayanların hayıflandığını duyar gibiyim:

“Biz bunların hepsini gördük. Meğer bunları anarşistler değil de Özel Harp Dairesi mi yapıyormuş?”

Özel Harp Dairesi’nin kuruluş talimnamesi Amerika’dan alınma. “Contrgerilla Operatıon FM 31-16” talimname, Türkçeye tercüme ediliyor. Sadece adı değişiyor:

ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi- Gayrı nizami Kuvvetlere Karşı Harekat

Bu talimname Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla:ST 31-15, 25 Mayıs 1964 gün ve OPS: 1708-74-64 Mr. Ta.Krl. sayılı KKK emriyle yürürlüğe giriyor. (S.26)”

Özetle: Derin devlet,faili meçhul cinayetler;bu olayların altında çoğu zaman üzerine gidilipte bir türlü neticelerine varılamayan olayların altında yatan işte bu derin devletin izleri görülmekte ve de hissedilmektedir.

Daha öte bir hisle,devletin içerisinde yerleşmiş olan resmi bir birim sürekli olarak rejimi koruma adına himayelikte bulunmakta,gerektiğinde ihtilal gibi olaylar için düğmeye basmaktadır. Kim kurdu?Kimin zamanında kuruldu?Bu gizli birim kimlerden oluşmaktadır.Askeriyede mi,adalet mekanizmasının içinde mi,mit-de mi,emniyetde mi….yoksa hepsinin demi üzerinde…

Uğur Mumcunun öldürülme olayında sisli perdeye dokunması önemli sebeb olarak söylendi ve de yazıldı ancak bir netlik olmadı…Mumcu perdeyi kaldırmak üzere idi.Mesela Hizbullahın kuruluşunda bizzat mit tarafından kurulup kullanıldığı,pkk-ya karşı bir silah görevini görmek için teşekkül ettirilip ancak daha sonra kontrol edilememesiyle birlikte yok edilmeye çalışıldığı bilinen gerçeklerdendi.

Onca dallandırılan hizbullah birdenbire sessizliğe büründürüldü,adeta bir şey değilmiş,bir şey olmamış gibi….

Öyle zannediyorum ki,büyük hizbullah olan el- Kaide de büyük mit cia-nın eliyle kurduruldu.Nitekim bir zamanlar Rusya düşmanlığı ve rakibi vardı ancak şimdi o rakib gidince bir düşman oluşturmak gerekti.Bu düşman önceden ehli kitab-ateist ekseninde sürdürülürken şimdi ise ehli kitab-islam eksenine kaydırılmış oldu.Bunun içinde müşahhas bir düşman oluşturmak ve fiili işlere start vermek gerekti.Bunun için seçilen ve teşvik edilip uygun zemin oluşturulan el-Kaide oldu.Şu anda bütün kavgalar bu eksen üzerine oturtulmuş ve sürdürülmektedir.

Nazlı Ilıcak bir mit görevlisine soruyor:” Damdan düşer gibi sordum: “Kontrgerilla… Gladyo ne zaman tasfiye edilecek?”

Ve tahmin ettiğim cevabı aldım: “Hele bir Avrupa Birliği’nden müzakere takvimi gelsin, AB ile uyum süreci içinde, bu şekildeki sıra dışı yapılanmaların sürmesine imkân yok.” (Tercüman.28-8-2004.)

İstihbaratların istihbarat altına alınması gerek..istihbaratçıların istihbaratlarının yapılması gerek…

30-08-2004

Mehmet ÖZÇELİK




ALDATILDIK AĞLATILDIK – DAĞLATILDIK – BAĞLATILDIK

ALDATILDIK AĞLATILDIK – DAĞLATILDIK – BAĞLATILDIK

Bir asırdık ya aldatıldık ya ağlatıldık ya da heryerimizden dağlandık,iş yapacaklarımız yapmayanlarımız tarafından iç ve dış bağlarla bağlandık,iş yapamaz ve kendimizle uğraşır hale getirildik.

Hep yerimizde saydık,saydırıldık…

Mağlub taraf olarak masaya oturuluşumuz ve oturtuluşumuz her şeyi kabul etmeye iten sebeb oldu.Konuşan değil dinleyen taraf olduk.İş yapan değil şikayet eden olduk.Az gitti uz gitti dee tepe düz gitti,geriye baktı ki bir arpa boyu düz gitti.

Nadasa bırakıldık.Vermek için değil almak için.Bir şeyler veremedik,çok şeylerimiz alındı.

Dünyayı kazanamadığımız gibi,kominizm,materyalist ve sosyalist ve nihayet sefahetlerle bir çok gencimizi bozuk para gibi harcadık,harcandık,haraçlandık.

İşte bir asrı ve o asrın neslini böyle kaybettik.

Yeni gelen nesil farklı gelmekle beraber önceki kalıntıların kırpıntıları hala gölge yapmakta,ayak bağı olmaktadır.

Şimdiye kadar başlar üzerinde dolaşıp başları bağlayanlar,bugün ayak altında dolaşıp ayak bağı olmaktadırlar.

Aradaki fark ise;düşünemeyip yürüyemiyen bir toplumdan,düşünüp yürüyemiyen,yavaş yürüyen bir topluma intikal gerçekleşmektedir.

Buradan ise düşünüp atak yapan,dünyayı şekillendiren bir topluma geçiş süreci başlayacaktır.

Bugün hala eskiler şekillendirmekteler.

”ABD eski Merkez Kuvvetler Komutanı Tommy Franks, Irak savaşında Türkiye’den her istediklerini aldıklarını söyledi. Franks, “Türkiye uçuş hakkı ve operasyonlara destek vererek önemli katkılarda bulundu” dedi. “[1]

“İsrail hükümeti, Irak’ın başkenti Bağdat’ta Ortadoğu Araştırmaları Merkezi adında bir büro açtı. Kaynaklar, Bağdat’ta İsrail Ortadoğu Araştırmalar Merkezi’nin açılmasının İsrail’in Irak’a topraklarını sızmasının ilk adımı olduğunu belirtiyorlar.

İsimlerinin verilmemesi kaydıyla İslam Online sitesine özel açıklamada bulunan Iraklı kaynaklar, İsrail’in 1 Ağustos 2003 tarihinde Bağdat’ın Dicle nehri kenarındaki Ebu Nuvas Caddesi’nde büyük bir bina kiraladığını açıkladı. Kaynaklar, Bağdat’ın çöküşünden sonra ilk kez İsrail kaynaklı bir merkezin açık bir şekilde bölgede faaliyete geçtiğini bildirdiler. Amerikan işgal güçleri ve ABD savunma Bakanlığı (Pentagon)’nın onayıyla resmen faaliyete geçen İsrail merkezi, çok sayıda Amerikan askerleri tarafından korunuyor.

Siyonist kurumun şubesi

Hedefleri gizli ve belirsiz

“Bu merkezin ilan edilen çalışmaları dışında bilmediğimiz başka hedefleri var. Hepimiz İsrail’in böldeki gizli hedeflerini biliyoruz” diyen Bağdat Üniversitesi Siyaset Bilimi hocası Dr. Enver Abdulaziz, İsrail gizli servisi Mossad’ın dünya’nın birçok yerinde farklı isimler altında çalışmalarının olduğuna işaret etti. Irak’ın Geçiçi Hükümet Konseyi’nden bu merkezin hemen kapatılması talebinde bulunan Dr. Abdulaziz, “Çünkü bu bizim iç güvenliğimize nüfuz edecektir” dedi.

“Kim bir gün Bağdat’ta İsrail’in maslahatlarına hizmet eden bir merkezin kurulacağını tahayyül edebilirdi!” diyen Rafideyn Üniversitesi öğretim görevlisi Musullu Bayan Dr. Suad Bahauddin, ‘Iraklılar hiçbir zaman İsrail sözcüğünü telaffuz etmemişlerdir, bilakis İsrail’den bahsederlerken ‘Siyonist düşman’ ibaresini kullanırlardı” dedi.

“Yüreğimiz parçalanıyor”

-Haydar Aliyev ve oğlu iyi bir kumarcı.Kendisi de tıpkı Süleyman Demirel gibi oda Azerbeycanın 45 yıllık lideri.Azerbeycanın Demireli.İşte tüm dünya böyle çevrelenmiş ve çerçevelenmiş…Başa getirilen bu başlar o toplumun bir asırlık proğramlarını şekillendirmekteler.

-Aliya İzzetbegoviç.Kahtı rical içerisinde bulunan İslam aleminde dindar,çilekeş ve alim bir insan idi.Çilekeş Bosnanın manevi temsilcisi idi.Dedosu yani dedesi,Bosnayı 2.bir Endülüs olmaktan kurtaran lider.Büyük mücahid,İslam kahramanı,Ömer Muhtar,son Osmanlı ve onun için yine;efsane lider,Rumelili hemşehrimiz,demokrat,bilge kral,efendi insan , Avrupadaki bir ülkenin temsilcisi,doğu ile batının köprüsü Bosna,köprü bekçisi Aliya oldu.O batının duyarsızlığından yakındı.250 bin Bosnalının katledilmesine göz yumuldu.O son Osmanlı mirası idi.Ömrünün 9 yılı Yugoslavya zindanlarında geçmiş düşünce adamı idi.1940’da”Genç Müslümanlar”teşkilatı ile bağımsızlık mücadelesini başlattı.1970’de”İslam Deklarasyonu”eseri ile İslam mücadelesini sürdürdü.

İzzetbegoviç:”Bugün hiçbir İslam ülkesinde yeteri kadar özgürlük yok.Özgürlük olmayınca aydınlar kendilerini denizden mahrum edilmiş balık gibi hissediyorlar.”diye şikayet etmiştir.

Yalnız kaldığında mücadelesinde:”Düşmanlarımız burada,dostlarımız nerede!”demiştir.

Bu gibi şahsiyetler adam kıtlığında baharı getirmeye çalışan birer çiçek mesabesinde idiler.

-Mehmet Akif;Bir aksiyon adamıdır..İdealist,toplumun derdiyle dertlenen,topluma sahiblendiğinden toplum tarafından benimsenip sahiplenen,toplumun her cephesinde bir nefer,bir komutan edasıyla coşan ve coşturan,yanan ve yakan,aydın ve aydınlatan bir kişiliğe sahib idi.Olaylara sahibsiz kalmamış haykırmıştır.Şiirlerini manzum,sohbet tarzında,hicivli olarak kullanmıştır.Felaket dönemlerinin mücadele adamı idi.Kendi olmayanlara kızar,batıya bakıp teknik ve teknolojisini almayı tavsiye ederdi.Sefahetlerini taklidden nefret ederdi.
Harcanan bir neslin içinden çıkıp feryad eden sınırlı kişiler.

“BU DA OKUMUŞTU
Çöken apartmanı yapan müteahhit Ali Vedat Kaya’nın ‘mimar’ olması, duyanlara ‘Bu da okumuşu’ dedirtti. Yaptığı yüzlerce konut 1999 Yalova depreminde yerle bir olan ve 168 kişinin ölümünden sorumlu tutulan müteahhit Veli Göçer’in inşaatçılıkla ilgili bir eğitiminin bulunmadığını, Diyabakır’da 1983 yılında çökerek 93 kişiye mezar olan Hicret Apartmanı’nın müteahhiti Kermo Dalmış’ın okur yazar bile olmadığını hatırlayanlar, Konya’daki apartmanı bir mimarın yaptığını duyunca, ‘‘Demek ki okumuş, okumamış fark etmiyormuş. Çok yazık’’ demekten kendilerini alamadılar.”[2]

Üzülerek ifade etmek gerekirse,asrımızda en çok kaybedenler okumuş! Kesimler olmuştur.Bunlara karanlıkta kalan aydınlar diyoruz.

İnsanlar için bir ecel ve süre olduğu gibi,asırlar,milletler,rejimler ve ümmetler içinde bir süre vardır.Ayette:”Her ümmet için bir ecel vardır.”[3]
Bazılarını harcamama uğruna,çoklar harcandı.Mesela,bazılarına imkanlar sağlama uğruna devletin imkanları çar-çur edildi,insanların işleri uzatıldı,zorlaştırıldı, farklı kanunların çıkmasına,sonunda kanunsuzlukların oluşmasına neden olundu.

YIRTILMALI:Şu yanlış inanç;Aydınlar camiye girmez ve giremez,halktan kopuk..bir araya gelmez,onların yaptıklarını yapmaz,yeyip içtiklerini yeyip içmez,teknolojiyi halk kullanmadığı için değilde kullanamadığı için o kullanır..

Kaybolan yıllarım-Kaybedilen yıllar-Kaybettirilen yıllar-Kaybolanlar, kaybedenler…

Medeniyet kuranlar,kurulan medeniyetlerin üzerine kurulanlardır.Kuruntu medeniyeti.Ya suç işlerse,ya rejime zarar verirse.nazariyeler üzerine kurulan bir sistem.

İçiyle dışı şeffaf..içine bak dışını gör,dışına bak içini gör..böyle bir insan olmak.Böyle bir sistem kurmak…

“Allahım senden başka hiçbir şeyi olmayan ben,senden başka her şeyi olanlara acırım.”Konfiçyüs.

-Do you have any idea where you’re going_Nereye gittiğinize dair bir düşünceye sahibmisiniz?

Bu asrın gemisi meçhule kalkan bir gemi gibi,nerede demir atacağı meçhul.sele ve rüzgara kapılan bir yaprak gibi,nerede duracağı meçhul…

–En büyük cinayet Allah inancının öldürülmesidir.Ateizm ise bunun şebekesidir.

-Kitap okumayan bir kimsenin,okuma bilmeyene karşı bir üstünlüğü yoktur.(Twain)

-Müslümana yaptığı ibadet ve hizmetinden dolayı hazımsızlık gösterenler mi daha demokrat ve özgürlükçüdür,yoksa gayrı müslime bile müsamahakar olan Müslüman mı?…

-Gökalp, savaştan önce Romen Diyojen ile Sultan Alparslan’ı karşılıklı olarak konuşturmuş. Diyojen aynen sizin öfkenizle şöyle haykırıyormuş:
‘Yaktırayım Kur’an’ı/ Yıktırayım Kabe’yi
Şark’a gelen görmesin/ Minareli kubbeyi!’
Sultan Alparslan da Romen Diyojen’e cevap veriyormuş:

‘Minareler süngü/ Kubbeler miğfer
Camiler kışlamız/ Müminler asker’

Bu şiirin ibretli tarafı,bunu okuyanın okumasından sonra önce hapishaneye girmesi,daha sonra başbakanlığa gelmesidir.Daha garib bir tesbitle,bunu okuyanı devletin başında bulunanlar cezalandırır,hapishaneye gönderirken,halk kesimi ödüllendirmiş,başbakanlığa terfi ettirmiştir.

Bizler kayıpların olduğu,kaybeden bir asrın çocuklarıyız.Bir kârımız varsa oda,kazanacak bizden sonraki nesle tecrübe ve basamak olduk.

Mehmet ÖZÇELİK

16-03-2004

[1] Milli gaz.12-7-2003.

[2] Hürriyet.4-2-2004.

[3] Yunus.90.




28 ŞUBAT VE GÖTÜRDÜKLERİ

28 ŞUBAT VE GÖTÜRDÜKLERİ

28 şubat postmodern bir darbe,o da zehir gibi zehirleyici,dibe vurucu,dibleri vurucu,samimiyetle iki yüzlülüğün yüzlerinin görüldüğü,bozulan yüzlerin bir darbesidir.

28 şubat medyanın karanlık ve kirli ellerinin bulaşıp karıştırdığı sessiz bir darbedir.

Evet 28 şubat bir dibe vuruştur.Milletin bu acı ve feryadıyla yüzeye çıkma çabalarının doğmasını tetiklemiştir.İyi niyetle yapılmamış,doğuma değil ölüme sebeb olarak yapılmış olmakla beraber,kader cihetiyle müsbet gelişmelerin olmasını hızlandırmıştır.

Arcayürek 28 şubat için:”28 Şubat’ı elbette darbe katagorisine koyacağız.Sessiz bir darbe.Ordu her zaman harbiye marşıyla gelmez ki.16 madde koydu ortaya ve hükümete –uygula-dedi.Nerden bakarsanız bakın,bu bir darbedir.”

Aslında 28 şubat darbeninde ötesinde ekonomik ve askeri darbe yönüyle dibe vuruştur.Tıpkı denizde yüzenlerin yüzeye çıkmaları için dibe inip,dibe vurarak yüzeye çıkmaları gibi,28 şubat bir asırlık süre içinde dibe vuruştur.Kalkmak için bir düşüş,çıkmak için dibe iniştir.Bu ise dibe vuranlardan veya niyetlerinden dolayı değildir.

27 mayıs,12 mart ve 12 eylülün devamıdır 28 şubat…

28 şubat kendince millete ders vermeye çalışan aklı evvellerin ders almaları hatta sahneden tardedilip silinmeleridir…

Ehliyetsiz kimselerin Balans ayarı yapmaya çalışırken,tüm ayarları bozmalarıdır.

Milletin ruh haletine indirilen bir darbe ve bir kabusdur.Bütün değerleri alt üst etmiştir.

Kendi memleketinin insanı adeta rusyadaki gibi fişlenmiş,herkes takibe alınmıştır.Bu derece itimatsızlığın ve güvensizliğin bir tezahürüdür.

Bahaneler ise her zamanki gibi hazır bahanelerdir.Temcid pilavı gibi sürekli olarak milletin önüne kızdırılıp kızdırılıp sunulan bıktırıcı irtica yaygaralarıdır.

Oysa değişim niyetiyle yapılan bu dönüşüm ve bozuş kişilerde olmalıydı,zihniyetlerde olmalıydı.

Hasan cemal’,Ali Bulaç ve şimdi de Mehmet Metiner’in değiştim veya başkalarının onlara atfettikleri dönek sözü aslında bir dönem ifrat hareketlerin itirafıdır.Yaşanılan ve sürdürülenlerin itirafıdır.

Nitekim şimdiye kadar ihtilalleri alkışlayan H.Cemal o değişimiyle şöyle tenkid ediyordu:””Evet döndüm.Demokrasiye döndüm!”Ya siz?”

Bugün hala askerle iş tutanlar,askeri darbeye kışkırtanlar…

Ya siz?

Bugün hala seçim sandığına inanmayanlar,demokrasiyi karşı devrim olarak görenler…

Ya siz?

Bugün hala Türkiyeyi Avrupadan kopartmak için,orta Asyalara sürüklemek için kızıl elma koalisyonları oluşturup,darbe peşinde koşanlar…

Ya siz?

Bugün hala 1960’ların,1970’lerin kominizm tacirleri gibi irtica bezirganlığına soyunup askeri kışkışlayanlar…

Ya siz?

Bu yaşta hala cuntalaşma peşinde olanlar…

Ya siz?

Bu yaşta hala”Elinizi çabuk tutun!”diye askere çağrı yapanlar…

Ya siz?

Bu yaşta hala -kaçıncı yenilgisine rağmen-askerle aynı fotoğraf karesinin içine girebilmek,askerle birlikte gözükebilmek için Ankara yollarına düşenler…

Ya siz?

Bu yaşta hala bir zamanlar Deniz Gezmiş’leri darağacına götüren yollarda yürüyenler..

Ya siz?

Hala postal kokusu sevenler.

Ne duruyorsunuz hala?

Siz hala değişmediğinize,dönmediğinize göre,aynı yolun yolcusu olduğunuza göre ne düşündüğünüzü,ne yapmak istediğinizi açıkça söyleyin.

Seçim sandığı,demokrasi bu ülkeye yaramaz deyin açık açık.Geçmişte olduğu gibi bugünde askerle darbe yapmak en iyisidir diye bağırın yüksek sesle.Avrupa birliğine karşıyız deyin.

Neden gizleniyorsunuz?

Niye kapalı kapıların arkasına,kuytuluklara çekiliyorsunuz?

Niçin Kriptoluk yapıyorsunuz?

Yoksa utanıyormusunuz?

Treni çoktan kaçırdınız;tarih sizi sollayıp geçeli çok oldu.Yoksa hala farkında değimlisiniz?”[1]

Mehmet Metiner’de:”Ben Talibanın Buda heykelini yıkarkenki görüntülerinden hareketle bizimde ilk gençlik yıllarımızda Nemrut dağındaki heykelleri yıkmayı düşündüğümüzü söyledim.

…Tüm hedefimiz devleti ele geçirmekti”

Oysa Nemrut heykelinden önce onun zihniyetlerden yıkılması gerekmektedir.Bu durumda varlığı ile yokluğu bir mana ifade etmeyecektir.

28 Şubat ile ilgili olarak söylenenler.

“28 Şubat bir post-modern darbeydi. Bunu yapanlar da ikrar ettiler. AK Parti de milletin 28 Şubat’a karşı olan reaksiyonuyla iktidara geldi.
28 Şubat’ın sembol ismi Çevik Bir’di. Kendisini destekleyen önemli kuruluşlardan bir tanesi de ABD’deki Yahudi lobilerinin en aşırısı bilinen JİNSA idi. Alain Makowsky’nin şirketi ile beraber JİNSA, Çevik Bir’in en önemli destekleyicileri ve 28 Şubat’ın dışarıdaki fikir hocaları ve destekçileri olarak bilinirler.
Bakın şimdi ne oluyor?
Ali Babacan, İsrail’e Çevik Bir ile beraber gidiyor.”[2]

28 Şubat’ın yargıya, eğitime, sosyal hayata, ekonomiye, kişisel özgürlüklere, fikir ve düşünceye müdahelesi ülkeye ne kazandırdı? 28 Şubat’ın baş mimarı Demirel şimdilik köşesine çekildi.

Sezer Ecevit krizi bile bile kasden çıkarıldı….bir kitap fırlatmakla her şey değişebildi.çünkü DDK-yı denetleyenlerin de denetlenmesini istemişti Sezer…

Kemal Gürüzün başlattığı başörtüsü despotlukları da olayları setretmek için iyi bir ilgi alanı oluşturdu,nazarlar yolsuzluklardan her zamanki gibi irticaya çevrilmiş oldu

Buda yetmedi Kemal Alemdaroğlunun açtığı kominist büro faaliyetlerinin adeta merkezi durumundaki ikna odalarında başları açılanların birde yüzleri ve şahsiyetleri açılmaya çalışıldı ve de oynandı..

28 şubat için:” MGK’ya başkanlık eden Süleyman Demirel; “Bu bir süreçtir. Yani Cumhuriyet’in kurulmasıyla başlamış, devam eden bir süreçtir. Devam da edecektir. Bu böyle gidecek.[3] diyor.

Adeta menfiliklere ve yanlış uygulamalara ışık yakılmış olmaktadır.

MGK’da belirleyici güç durumunda olan ve 28 Şubat’ın hazırlayıcısı olmakla övünen Ordu’nun Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da, Demirel gibi “28 Şubat süreci”nin 1923’ten bu yana sürdüğünü ifade ediyor ve ekliyor: “İrtica ne zaman palazlansa bu süreç kendini gösterir… İrtica tehdidi bin yıl sürse 28 Şubat süreci de bin yıl devam edecektir. Bitmiş değildir.”[4]

Bir iddia.Menzil şeyhini 1981-den itibaren mhp-liler canlandırmaya ve öne sürmeye çalışır,şiddetle bunun öne çıkarılmasıyla ve bu bağlantıda hizbullahında yeşertilmesiyle tüm bahaneler önceden hazırlatılır.

Peki neydi 28 Şubat Kararları:
“* Laiklik hassasiyetle korunmalı, ilgili yasalar titizlikle uygulanmalı, gerekirse yeni düzenleme yapılmalı.
* Yasaları ihlal eden dergahlar kapatılmalıdır.
* TCK’nın 163’üncü maddesinin yarattığı boşluk doldurulmalıdır.
* Eğitimde Tevhid-i Tedrisat ruhu hakim kılınmalıdır.
* Temel eğitim süresi 8 yıla çıkarılmalıdır.
* Kuran kursları MEB’e bağlı okullarda düzenlenmelidir.
* Devletteki köktendinci kadrolaşmanın önüne geçilmelidir.
* İran’ın Türkiye’nin içişlerine müdahalesini engelleyen politikalar oluşturulmalıdır.
* Yargı mekanizmasını etkinleştirmek için yasal düzenlemelere gidilmelidir.
* TSK’dan ihraç edilen personelin kamu kuruluşlarında istihdamı önlenmelidir.
* Laiklik aleyhtarı TV ve radyo kanalları izlenmeli, Anayasa’ya uygunlukları sağlanmalıdır.
* Kıyafet Kanunu’na aykırı olarak ortaya çıkan uygulamalara kesinlikle mani olunmalı.
* Silah ruhsat işlemleri yeniden düzenlenmeli.”[5]

H.Gülerce ise:
“Şimdi biraz şaşırtıcı gelecek; ama böyle bir zamanda 28 Şubat her iki bakımdan da yararlı oldu.
“Hem içte ve dışta rahatlama sağlayarak olumlu değişimi hızlandırdı, hem de samimi, mazbut büyük islami çoğunluk ile İslamcı adını lekeleyen, kullanan, yüce dinimizi vahşete alet etmek isteyen zavallıları ayırdı.
“Hem ‘siyasal İslam’ diyenlerin gözü açıldı, hem milletimizin gözü açıldı.
“İslamcı kesim artık şunu anladı. Din siyasete alet edilmemeli.(…)”[6]

Her şeyde bir ölçüdür;”Beşer zulmeder,kader adalet eder.”Burada bu ölçü belirtilmeden isabetli olmayan bir yorumda bulunulmuş,yazar öyle düşünmese de adeta her yönüyle zulüm kokan 28 Şubat tasvib edilmiş oluyor…

İnsanlar fişlenir,medya ve üniversite adeta işgal edilmiş,borazanlık yaptırılmıştır,memleketin tüm kalelerine girilmiştir.

“Generalinden 28 Şubat İtirafı: Post modern Darbe”
Kemalist Şevket Süreyya Aydemir:”Türk inkilabının güçlü bir fikir sistemi geliştiremediğini,güçlü bir edebiyat yaratamadığını;çaplı aydınlar,nazariyeciler,sanatçılar yetiştiremediğini…” söylemektedir.

Niyazi Berkes-de:”Türk devrimi,toplumdan,halkın kültüründen kopuk,yabancılaşmış bir okumuş yazmışlar,aydınlar sınıfı yarattığı için,aydınlar,topluma öncülük edecek büyük fikirler,eserler ortaya koyamadı.Aydınlar,sadece devlete bağlı kaldı;topluma yabancılaştı.Bu yüzdende sığlaştı.”[7]

Değişim niyetiyle bugün Türkiyede yapılan ihtilal ve devrimler Amerika,İsrail ve İngiltere tarafından Büyük Ortadoğu Projesi de bir zihniyetin ekseriyete iktidar olma çabalarıdır.

Ancak bu güven vermiyor.İngiltere imparatorluğu hayalinin gerçekleşmesine zemin hazırlıyor.İsraili de teminat altına alıyor.

Farklı bir toplumu yani İslam toplumunu farklı bir kesim olan batı,kendisine göre şekillendirmeye soyunuyor.Bunun altında kürt devletinin oluşumu planlanmakta,israilin önü açılmaktadır.Demokrasi götürme amacıyla fitne kazanlarını kaynatma projesidir.

Diğer ifadeyle,cazib gelen-Yeni Osmanlıcılık- düşüncesiyle geçmiş asırda olduğu gibi bu asırda da kendine uygun kafada olan insanlar bu devletlerin başlarına geçirilmeye çalışılmaktadır.Böylece bir asır daha kendileriyle uğraşmaları için kendilerini teminat altına almış olacaklardır.

Önce bu fikri ortaya atanların ortadoğudaki Filistin-İsrail problemini çözüme kavuşturmaları gerektir.

İslam dünyası ılımlı Müslüman yapılmaya çalışılırken,kuzu gibi güdülmeye hazır hale getirilmektedir.Kendi içlerindeki kurtluk ise aynen sürdürülmektedir.

Esasen reform ve değişimle elbisenin değil adeta cildin değişimi hesaplanmaktadır.Bununla başta Amerika ve İngiltere ortadoğuda kendine bir üs aramaktadır.Uzun müddet kalıp çıkmayacak,ekonomisini düzeltecek manada…

Oysa burada bir doku farklılığı söz konusudur.Her doku kendine uygun olmayan,vücudun kabul etmediği dokuları reddedecektir.Doku uyumu şarttır.Büyük Ortadoğu projesinde Doku Uyuşmazlığı söz konusudur.Değişim ancak uyumlu dokularla olabilir.

Evvelden mevzii olarak başlatılan Türk-Kürt,Alevi-Sünni,İsrail-Filistin,Arap-Türk,Arap-Kürt çatışmalarının fitilleri birden fitillendirilecektir.

Bu projenin uygulanmasında samimiyet şarttır.

Osmanlı böyle bir projeyi gerçekleştirirken adalet ve samimiyet mekanizmasını işletmekte idi.Büyümesinde de bu samimiyetin eseri görülmektedir.

Nitekim; ”Prof. Dr. Ramazan Özey’in çalışmalarına göre; kuruluşunda 5.631 km² olan Osmanlı Devleti’nin yüzölçümü, etki alanları ile birlikte Fatih döneminde 2.214.000 km², Yavuz döneminde 6.557.000 km² (8 yıllık saltanat döneminde üç kat arttırmıştır), Kanunî döneminde 14.983.000 km² ve en geniş sınırlara ulaştığı nokta olan 17. yüzyıl sonlarında (Karlofça’ya kadar) 24 milyon km²’yi buluyordu. 1913 yılında dahi Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzölçümü, 180.000 km²’si “Avrupa-i Osmaniye”de, 1.800.000 km²’si “Asya-i Osmaniye”de, 3.000.000 km²’si “Afrika-i Osmaniye”de olmak üzere toplam 4.980.000 km²’yi buluyordu.”[8]

Evvela devletler kendi problemlerini kendi içlerinde demokratik usullerle çözmeliler.Yoksa sırf reform olsun diye sapla samanı birbirine karıştıran,kendi iç aleminde durgunlaşmayan,kabul görmeyen insanların çıkışı bilakis değişimi yavaşlatacaktır.Nitekim;Prof.Dr. Öztürk, “Bir kere, ezanın şu veya bu dilde okunmasının pratik hiçbir sonucu yoktur. Ezan bir paroladır, namaz vaktinin geldiğini ve yakınlarda bir cami olduğunu duyurur. Yani ezan bir ibadet değil, bir duyurudur. Ve bu duyurunun bugün için bir yararı da kalmamıştır. O, bir nostalji, bir folklor haline gelmiştir. Çünkü onun esas işlevi olan ‘namaz vaktini duyurma’ bugün ihtiyaç olmaktan çıkmıştır” diyordu.

Bunda ölçü değil his ve kısır düşüncenin etkisi vardır.Bu kendini aşamamak ve topluma ulaşamamaktır.

O’na göre, “Takvim vardır, gazete vardır, radyo-televizyon duyuruları vakitleri aralıksız bildirmektedir. Yani ezanın illeti kalmadığı için kendisinin de zorunluluğu kalmamıştır. “
Oysa ezan bir şeairdir,islami bir semboldür.

Bizde Atatürk sürekli olarak her kesim tarafından kullanılmakta, sağcısı, solcusu,müslümanı,gayrı müslimi tarafından arkasına sığınılarak her türlü iş yapmanın bir referansı haline getirilmektedir.

Çağa uymayan Atatürk çağa uydurulmaya çalışılıyor.Her konuda yeni cümlelerle ona atıflar yapılıyor.Böylece ilahlık özelliği kazandırılmaya çalışılıyor.

Yüz sene öncesini ve düşüncelerini aşamayan bir toplum ilerleyemez.Her türlü süregelen sıkıntılara sebeb teşkil etmiş olur.

Belkide Adnan Menderesin suçu;Celal Bayarla beraber Atatürkün Etnoğrafya müzesinde tahtanın üzerinde bulunan naşını şimdiki yaptıkları Anıtkabire taşımaları ve onu 5816 sayılı onu koruma kanununu çıkarmış olmalarıdır.Onun keffaretini ödediler.Bununlada bitmedi;yıllarca Atatürk düşmanı ve mürteci olarak ilan edildiler ve kabulde gördü veya gösterildi.Üzerlerinden bir türlü bu yaftaları attıramadılar.

İnsana saygı,değerlere saygı her toplum için esas olmalıdır.

İşte bir haber;”Sezer’e türbansız davet eleştirisi.
ABD’nin yıllık insan hakları raporunun din özgürlüğü bölümü Sezer’i hedef aldı.29 Ekim resepsiyonuna eşi türbanlı devlet yöneticilerini çağırmaması eleştirildi.

ABD raporunda Sezer’e eleştiri
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2003 yılı insan hakları raporunda, Türkiye’de insan hakları alanında önemli gelişme kaydedildiği, ancak birçok “ciddi problemin” devam ettiği ileri sürüldü. Raporda yapılan ihlallere örnekler sıralandı. Örnekler arasına, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Köşk resepsiyonlarına türbanlı eşleri çağırmaması da alındı. Hükümetin, Müslümanlar ve diğer dini gruplara devlet kurumları ve üniversitelerde dini ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı uygulamalarda bulunduğu belirtilen raporda “İslamcı fundamentalist” olarak tanımlanan bazı kişilerin, ordudan atıldığı hatırlatıldı. Devamında da Ankara’da bir hakimin, başörtülü olduğu gerekçesiyle bir kadını mahkeme salonundan çıkardığı, başörtülü öğrencilerin sınıflara girmesine izin verilmediği ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, başörtülü bakan eşlerini, Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna davet etmediği sıralandı. Diğer ihlal örneklerinin bazıları da şöyle belirtildi:
-Güneydoğu’da güvenlik güçlerinin işkence, dayak ve diğer insan hakları ihlalleri devam ediyor. İşkence suçu işleyen güvenlik güçlerinin cezası çok az.
-Kadınlara karşı şiddet problem olmayı sürdürüyor”[9]

Önce bu problemlerin çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Askeriyenin siyasetten elini eteğini çekmesi lazım.Zira ikide bir canı sıkılanların veya hıyanet düşüncesiyle memleketi karıştırmak isteyenlerin askeri çağırmaları ve askeriyenin bu duruma müdahale etme hevesi ve davetin kabul görmesi menfiliklerin sürdürülmesinde en büyük kuvvet ve destek olmaktadır.

Askeriye, içinde bulunan ruhu uyandırması lazımdır.Bediüzzaman askerler hakkındaki sözünde:”Sungur!Bu askerlerde bir ruh var!O ruh benimle dosttur.Bilmiyorum;o,ya bir kişidir veya bir cemaattır veya bir velidir veya bir kutuptur,sağdır veya ölüdür.Bilmiyorum!Fakat bir ruh var ki o ruh benimle dosttur.”[10]

Mehmet ÖZÇELİK

12-03-2004

[1] Milliyet.H.Cemal.7-3-2004,Yeni Şafak.8-3-2004.

[2] Tercüman.24.1.2004.Emin Şirin.

[3] 29 Şubat 2000, Milliyet Gazetesi.

[4] 28 Şubat 2000, Akit Gazetesi.

[5] 1 Mart 1998, Ülkede Gündem Gazetesi.

[6] 29 Şubat 2000, Zaman Gazetesi.

[7] İnkilab ve kadro.11-28,Bak Yeni Şafak.Yusuf Kaplan.4-2-2004.

[8] Tercüman.31-8-2003.

[9] Sabah.27-2.04.

[10] Anadolu iman hareketi.Prof.Zekeriya Kitapçı.




A B B İ R L İ Ğ İ

A B B İ R L İ Ğ İ

Evvela Bediüzzamanın da tesbit ettiği üzere Avrupayı iki katagoride değerlendirmek gerektir.

“Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir:

Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa’ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab ediyorum. Şöyle ki:

O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehasin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan malayani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı manevîsine karşı demiştim:

Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalaletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dava edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.

Ey küfr ü küfranı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetlerle musibet-zede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle, zahirî bir surette aldatıcı bir zînet ve servet içinde bulunmasıyla saadeti mümkün olabilir mi? Ona mes’ud denilebilir mi? Âyâ görmüyor musun ki, bir adamın cüz’î bir emirden me’yus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle tatlı hayaller ona acılaşıyor, şirin vaziyetler onu tazib ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki senin şeametinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalalet darbesini yiyen ve o dalalet cihetiyle bütün emelleri inkıtaa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş’et eden bir bîçare insana hangi saadeti temin ediyorsun? Acaba zâil, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu cehennemde azab çeken bir insana mes’ud denilebilir mi? İşte sen bîçare beşeri böyle baştan çıkardın, yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azab çektiriyorsun.

Ey beşerin nefs-i emmaresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevkettiğini bil. Meselâ bizim önümüzde iki yol var. Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında bîçare âciz bir adam bulunur. Zalimler hücum edip malını, eşyasını gasbederek kulübeciğini harab ediyorlar, bazan da yaralıyorlar. Öyle bir tarzda ki, acınacak haline sema ağlıyor. Nereye bakılsa hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler, zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan umumî bir matem, o yolu kaplıyor. İnsan, insaniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor. Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbur olur. Ya insaniyetten tecerrüd edip ve nihayetsiz vahşeti iltizam ederek öyle bir kalbi taşıyacak ki, kendi selâmetiyle beraber umumun helâketi onu müteessir etmesin veyahud kalb ve aklın muktezasını ibtal etsin.

Ey sefahet ve dalaletle bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış Avrupa! Deccal gibi birtek gözü taşıyan kör dehan ile ruh-u beşere bu cehennemî haleti hediye ettin! Sonra anladın ki: Bu öyle ilâçsız bir illettir ki, insanı a’lâ-yı illiyyînden, esfel-i safilîne atar. Hayvanatın en bedbaht derecesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat ve fantaziyelerindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek! İşte beşere açtığın yol ve verdiğin saadet, bu misale benzer.”[1]

17 Aralık 2004’de Avrupa birliğine girmeye hak kazandık.Bu ise 1963’de yaptığımız müracaatımızın 41 yıllık uzun ince bir yolu oldu.Yıllardır o hayallerle yaşadık.Adeta bizim için bir acube oldu.

Girsekte girmesekte bizim için hayırlı olacağına inanmıştım.Önemli olan kendimizin dikine ayakta durabilme iradesine ve şahsiyetine sahib olmamızdı.

Avrupa olmazsa olmazımız değildi ve de olmamalıydı.Ancak olması ve bu noktada çalışılması boş bir umut olarak değerlendirilmemelidir.

Bir tesbitte;Osmanlı ile şu anda bizim pozisyonumuz şu noktada farklılık arzetmektedir;Osmanlı doğuyu emniyete aldıktan sonra batıya yönelmişti,şu anda biz ise batıyı emniyete alıp doğuya yönelmekteyiz.

Gerçek Avrupa bizim için hedef olmalı.Sefahetiyle öne çıkan Avrupa değil,teknik ve medeniyetiyle öne çıkan Avrupa birliğine girmeliyiz.Dünyanın sulhuna çalışan bir Avrupa Birliğine girdiğimizde dışarıda olmaktan daha çok içeride rol ve etkimiz olacaktır.

Gereklimi idi?Kaderin şu anda onay vermesi,hukuk,siyaset,maddi refah gibi durumlarda önümüzü açması yönüyle gerekli idi.

Şimdiye kadar biz maddi ve manevi idare yönüyle Avrupa ülkelerinden daha iyi idare ediliyor değiliz.Burada başarısı engellenen doğruya batıya kaçmakta,maddi hayatını geliştiremediği gibi,manevi hayatını ve yaşayışını da sürdürememektedir.

Olursa?olursa biraz daha keyfilikten uzak bir sistem ve idare edilmiş oluruz.Memleketimizde ayağımızı bağlayan zincirler gayet çok.

Ne oluruz?Lokma da olabiliriz,lokma da alabiliriz.Ancak kolay lokma olacak bir yapıya da sahib değiliz.Olanlarımız zaten olmuşlardır.Hiç olmazsa samimi ve gayretli insanlar ve gelecek nesillere lokma almış oluruz.

Her şeyden önce birbirimize güveniyormuyuz?Yoksa şüphecimi bakıyoruz.40 yıldır bu şüpheyi izale edebildik mi?Avrupa bize güvenmeli,biz onlara güvenmeliyiz.Uyumsuzluk olmayacaktır.

Kimlik tartışması olurmu?Osmanlıyı büyük yapan olay,büyük oynamasıdır.İçerisinde yetmiş iki milleti barındıracak bir kucağa sahib olmasıyla büyük oldu.Bugün de Amerika Birleşik devletlerini büyük yapan aynı şekilde onun da içerisine herkesi almasıyla mümkün olmuştur.

Herkesi kendi kimliğiyle kabul etmek gerekir.Kimliğini kaybedecek olan için bir tehlikede söz konusu olursa;böylece ya gerçek kimliğine sahib olur,veya zaten hangi kimlikten olduğunun farkında olmayan kimse de kimliğini belirlemiş olur.

Esnaflıkta esas cesaret ve dürüstlüktür.Büyük oynamaktan korkmamalı.Elbette ringe çıkmak kolay olmayıp bir riski almayı da beraberinde getirmektedir.Ancak biz ringe çıkma korkusunu üzerimizden yıllardır atamadık.Bundan dolayıda kazanamadık belki çıkmadan başta kaybettik.

En büyük hastalığımız ümitsizlik ve kendimize ve birbirimize güvenmemedir.

Globalleşen,küreselleşen şu dünyada zaten üslub ve kimlikler girilmese de birbirinden etkilenmektedir.

Bugün çalışmak üzere batı ülkelerine giden vatandaşlarımız dinlerine de dünyalarına da daha sıkı sarılmaktadırlar her ne kadar ufak tefek kayıblar olsa da.Ancak bizler girmeden de kaybetmekteyiz yani kazanamamaktayız veya ne kadar kazanmaktayız?

Dinler arası diyalog Avrupa Birliğine girmede biraz daha yakınlaştırıcı ve tanıtıcı rol oynadı.

Sulh,barış ve yakınlaşmadan her zamanda ve her devirde İslam alemi ve Müslümanlar kazançlı çıkmışlardır.Sermayesi olan kazanır.Kendimizi daha iyi,inancımızı daha sağlıklı anlatma ortamı bulmuş oluruz.

Her zaman seviye ve seviyeli kazanır.

Bizler asırların birikimiyle girmekteyiz.İslamı temsil rolümüz vardır.

Evleniyormuyuz?Evet bizler Avrupa Birliğine girmekle bir evlilik yapmaktayız.Eğlenmeye gitmiyoruz.Ancak kiminle ve kimle evlenmekteyiz bunun şuurunda olmalıyız.

Ehli kitaptan kız alınır,kız verilmez.Bizden evlenen bir çokları mutlu oldular.Bu evlilik ise daha kapsamlı bir evlilik olacaktır.

Bu bir şımarıklık olmadığı gibi,karamsarlığa düşmeyi de gerektirmez.

Bizim de geçmişimiz belli,batınınki de…Şimdi yapılacak ise herkesin müsbet yönde kendisini yeniden değerlendirmesi ve yeni bir sayfa açmasıdır.

Batı geçmişin kefaretini ödeyebilir.Bizler de samimiyetimizi sergileyebiliriz.Her iki tarafın kendi güvenilirliliğini gösterme anı ve zamanıdır.

Bediüzzamanın ifadesiyle;Dünya herkese terakki dünyası olsun da,sadece bizim için mi tedenni dünyası olsun.

İnşallah bu durum iyi gelişmelere ve hayırlara vesile olacaktır.

Bediüzzamanın asrın başında Şeyh Bahid’e söylediği gibi;Osmanlı bir Avrupa devleti ile hamiledir,günün birinde bir Avrupa devleti doğuracaktır.Avrupada bir İslam devletine hamiledir.O da bir İslam devleti doğuracaktır.

İşin birinci ciheti olan Avrupa devleti doğurmamız,sefahet ve her türlü rezaletleri işlememiz bunun birinci cihetini gösterdi.Şu anda batı doğum sancıları çekmektedir.

Doğum yakındır…

Ancak Hazırlıklımıyız?

Kanuniden bu yana inişteyiz.Hala hazırlanmadıksa bu kaybın devamıdır.Bizleri ve İslam ülkelerini bağlayan zincirlerin kopması özellikle 1950’lerden itibaren yürüyüşümüz bir hazırlık safhasını oluşturmaktadır.

Hazırlanmaya devam eder,ev ödevlerimizi de yaparız.Sıkıntı ve engellerle beraber yine de yapmaktayız.

Avrupa Laik ve Demokrat olduğunu ifade etmektedir.Şimdi ise bu o sözünün tescili olacaktır.Her ne kadar bir kesim bunun bir hristiyan birliği olduğunu söylese de,bu durumda onların kendi içlerinde tamamen netleşmediklerini göstermektedir.

Avrupa da kendi içinde netleşmeli ve samimileşmelidir.

ABD’nin tek başına kurduğu yeni dünya düzenine,Türkiyeyi de alarak daha güzel bir şekil verebilir ve de inandırıcı olabilir.

Kim bir koyup üç alacak.Sermayesi ve işi olan ve de işini bilen..Karşılıklı kazanç çerçevesi içerisinde.

Vizyonumuz ne?Vizyon sahibimiyiz.Vizyonumuz değişecek mi?

Geçmişten gelen bir vizyona sahibiz.Kabul edilse de edilmese de bu böyledir.Doğulusu da batılısı da bizi böyle bilmektedir.Temennimiz iyi yönde değişimdir.Hatalarımızı düzeltmektir.

Avrupaya giriş bizim için bir son olmayıp belki yeni bir başlangıçtır.Asıl geçmişin tecrübeleriyle geleceğe yapılacak atılım ve koşunun ilk adımını resmen atmış olmaktayız.

Nasreddin Hocanın;madem un,şeker ve su var,neden helva yapmıyorsun?dediği gibi,Çayla şeker var,neden çay yapılmıyor.Ancak kim çay kim şeker olacak?Kim kimi eritecek?Kim kimde eriyecek?Çayın demini verebilecek mi?

Bütün bunları o dem süresinde,bekleme anında zaman tefsir edecek ve gösterecektir.Zaman en büyük müfessirdir.

Ancak temenni ve gayretimiz iyi bir çay oluşturmaktır.

Asıl imtihanı değerlerimizden taviz vermeden onları korumak ve pazarlamasını yapmak olacaktır.Hassasiyetlerimiz ve değerlerimiz ortaya konulmalı ve anlatılmalıdır.

Gerek batı ve gerekse de biz Hazımsızlık çekermiyiz?İster istemez ilk etapta bazı hazımsızlıklar olsa da zaten dediğimiz gibi yıllardır onun mücadelesi verilmektedir.

Toplumca duygu ve hassasiyetlerimizi canlandırmamız gerekir.Beiüzzamanın tesbiti gibi;Eğer biz İslamın hakikatlarını fiillerimiz ile yaşasak,sair dinlerin mensubları fevc fevc yani bölük bölük İslamiyete gireceklerdir.

Önemli olan kaybetme tehlikesi değil,yaşamama tehlikesidir.Örnek olmama korkusudur.

Dışarıda kalmakla şekillendiren değil,şekillenenlerden oluruz.Dünya belli bir şekillenmeye doğru gitmektedir.Bu şekillenmeyi uyum ve barış yönünde değerlendirebiliriz.

Şu anda alma yönünde karar çıktı.Ancak diğer bir alternatif olarak,almamaları durumunda bir B planı olabilirmi?

B planı İttihad-ı İslam.İslam Birliği.İslam ülkeleriyle yakınlaşma ve bir birlik kurma.Batı bizi içine almak mecburiyetinde.En azından bizi böyle hayırlı bir işe gitmekten vaz geçirip alı koymak için dahi olsa…

AB’ne girmenin beklide en hayırlı yönü;askerin kendi kışlasına çekilerek,darbeler döneminin kapısının kapatılması yönünde olacaktır.Zira her darbe bizleri maddi ve manevi olarak yıllarca geriye götürmektedir.

Siyasetten uzaklaşan ordu,adam gücüyle değil,teknik donanımda kendisini büyütecektir.

Düşünmek gerekmez mi?Acaba bizmi Avrupaya talibiz yoksa Avrupa mı bizlere talib?Zahiren ve resmen talib olan biziz.Ancak genç nüfusu yok olan,iş gücü biten,sefahet ve rezaleti kanal boyu akan,geleceğini garantiye almayan Avrupa bize muhtaç ve bize talibdir.

Avrupa tüm sermayesini kullanmıştır.Bizde ise ise gerek Mor madeni gerekse açılıp kullanılmayan petrol ve yer altı zenginlikleri kullanılmamış sermayelerimizdir.Bir yandan da Avrupa buna talib.Kendisi için iyi bir Pazar.O da iştah kabartacak.

Türkiye doğu-batı ekseninde bir köprü görevini yapmaktadır.Doğuya geçecek olan Avrupanın bize uğraması gerekmektedir.Akıllı olan batı köprüleri yıkmaz.

18.asırda kilisenin taassubu bir derece kırıldı.Haçlı ruhunu canlandıracak canlılıkda değil,hristiyanlık ve kilise inancından gelen Türk ve Müslüman düşmanlığı kaldırılmalıdır.

1856’dan beri Avrupalıyız,diyen Prof.Selami Kılıç;”Osmanlı devleti 1856’da imzalanan Paris Barış Anlaşmasında Avrupalı olarak kabul edilmiştik.Fransa kralını –Alman kralı Şarlken tarafından esir alınıp annesinin ricası üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından bir Osmanlı hükümdarı kurtarmıştı,der.[2]

Bir tesbitte;Doğuyu emniyete alan Osmanlı batıya yürürken,bugün Türkiye batıyı emniyete alarak doğuya yürükemtedir.

Böylece asırlardır kavgalı olan doğu batı doku uyuşmazlığını bu yakınlaşma ile çözme

imkanına sahib olmaktadır.Her devletin fanatikleri bulunur.Mesele ise yanlışların ısrarında değil,doğruların tesbitindedir.

Dünyada olduğu gibi Türkiyedede taşlar yerinden oynamaktadır ve de oynamalıdır da.Birilerinin yanlış yere koyduğu taşlar,bir çok baş yarmaktadır.

Bir nükte ve nokta;Avrupa birliği ile beraber aynı günde ben de ADSL’ye girdim.Ancak sınırlısına girdim,darısı sınırsızına…

18-Aralık-2004 Dünya basınından:

-Alman Basını:”Üyeliğin mimarı Erdoğan.”

-Rum Basını:”Erdoğan Fatih gibiydi.”

-Fransız basını:”Türkiye boyun eğmedi.”

-İngiliz basını.”Türkiye 500 yıl uzak durduğu kıtaya dönüyor.”

-İtalyan Basını.”Robin hood Erdoğan”

-Türkiye gazetelerinden:

-Türkiye:”Restle gelen çözüm”

-Halka ve olaylara Tercüman:”En kritik dönemeç”

-Birgün:”Şartlara makyaj”

-Posta:”Büyüksün Türkiye”

-Radikal:”Kolay gelsin Türkiye”

-Vatan:”Bambaşka bir dönem”

-Hürriyet:”Başardık”

-Sabah:”Avrupa ihtilali”

-Milliyet:”bye bye dönüyoruz”

-Dünden bugüne Tercüman:”Yeni yıldız.Başbakan Erdoğan kararlı durdu”

-Akşam:”Yeni bir dünya”

-Zaman:”Yeni Avrupa,yeni Türkiye”

-Cumhuriyet:”Kıbrısa karşılık tarih”

-Yeni Şafak:”Başardık”

-Devletlerin Bakışı:

-Fransa:”Türkiye boyun eğmedi”

-Belçika:“Bu süreç durdurulamaz”

-İngiltere:”500 yıl sonra dönüyorlar”

-Hollanda:”Uzun ince bir yol”

-ABD:”Almanya’dan güçlü olacak”

-Avustralya:”Konuşan Türkiye”

-Grcistan:”Erdoğan taviz vermedi”

-İtalya:”Robin Hood Erdoğan,Brüksel’de her satır için pazarlık etti.Türkiye büyük bir hazine”

-Yunanistan:”Atina istediğini aldı”

En güzel başlayan gelişme ve uyumlu olacağının,bizdeki bir çoklarondan daha anlayışlı olan bir jest ise:

“AB liderleri Erdoğan’a ‘Şampanya’jesti yaptı:İtalyan II Messaggero gazetesi de,”AB Türkiye’ye buyrun dedi’başlığıyla verdiği haberde,25 AB liderinin Erdoğan’ın Müslüman olduğunu ve içki içmediğini bildikleri için geleneksel şampanya merasimini yapmadıklarını iddia etti.Türkiye’ye karşı olan Avusturya ve Danimarka’nın “veto etme cesareti gösteremediğini” yazan gazete,Chirac’ın”Her ülke her an veto hakkını kullanabilir”sözleriyle şimdiden Türkiye’yi frenlediğine işaret etti.”[3]

Mehmet ÖZÇELİK

19-12-2004

[1] Lem’alar.115-116.

[2] Bak.Yeni şafak.8-12-2004.

[3] Yeni Şafak gazetesi.19-12-2004.