HAKİKATA GEÇİŞ

HAKİKATA GEÇİŞ

Kirlilik olacak,olmalı,olması lazım ta ki zıdları tahakkuk etsin.Kirlilik olmazsa ne temizlik ne de temizliğin gereği olan iman olmayacaktı.imansızlık iman esaslarını ehemmiyetli kılmış,önemi anlaşılmıştır.Herşey zıddıyla bilinir.

Müsbetler vücudi,menfiler ise ademidir.Adem vücudu yeşertmektedir.Adem vücuda vücud ve vücud rengi vermektedir.Adem olmasaydı,vücuddaki mevcutlar görünmeyecek,ortaya çıkmayacaktı.Menfiliklere rızası olmayan Allah,adaleti,hikmeti ve maslahat gereği devamına,vücudun hatırına müsaade etmektedir.Kirlilikler ehli imanı kirletemez belki temizliğini arttırır.

Cevherleri bağrında taşıyan kömürlerin kahrı çekilir,İbrahimlere köprü olan Azerlerin üzerinden geçerim,nesillere hamile olan Nuhun hanımının nazını çekerim,Musanın peygamberlik ringine çıkmasına sebeb olan rakibi firavuna acırım,hazineleri içinde saklayan viranelere tenezzül eder,uğrarım.Gülüme renk katan gübreyi avuçlarım.Beni Allah’a götüren aşağı ve aşağılık dünyaya ünsiyet ederim.İstirahatıma vesile olan geceyi sever,güneşin doğuşuna vesile olmasıyla o hasreti çekerim.

Şeytan varlığıyla şer olup,yaratılışıyla hayırlı olmuş,dost ve dostluklara sebeb olmuştur.Menfilikler müsbetleri bildirmekle kalmamış,onların tanınmasına da vesile olmuştur.

Eğer zıdlar olmasaydı,Allahın varlığı da dahil her şey en fazla bilinecek ancak tanınmayacak ve anlaşılmayacaktı.Bilmek tanımak gibi değildir.Bilmek ayrı tanımak ayrıdır.Herkes Allahı bilir ancak herkes O’nu tanımaz.Tıpkı İstanbulu bilmek ile onu detaylı,bütün yönleriyle,gidip görerek,mahallelerinde gezerek,uzun müddet olarak orada kalmak elbette bir değildir.Şeytan Allah’ı bilmekte ancak tanımamaktadır.Eğer bilmeseydi itiraz edermiydi?İtirazını bildiği ancak tanımadığı zata yapmıştı.

Şeytan Allah’ı biliyordu ancak tanımıyordu.Onu tanımayan küfrün girdabına,şeytanın çekim alanına,deccalın kapsamına girmiş olur ki ancak Allah’ın hidayeti nasib ettiği insanlar o hal ve durumdan kurtulabilirler.Veya öyle bir güç ve samimiyet olmalı ki,bir anlık kopan bağlantı ve hattan kendini kurtarabilsin.Zira hem imam ve hem de kürüfdeki cazibe devam etmektedir.Alanına gireni etkiler.Çarkına doladığı kimseleri üğüdür.Kuvvetine göre,yakınlığı nisbetinde,teveccühü ölçüsünde kendisine bağlar.İşte iman güç ve kuvvetinin ehemmiyeti bu noktada kendini göstermekte ve hissettirmektedir.

Önemli olan O’nu tanımak,O’nu perdeleyip unutturan günahlarda ısrar etmemektir.

“Lâ sagîrate mea’l-ısrar, velâ kebîrate mea’l-istiğfar – Israr edilirse küçük günahlar büyük günah olur, tövbe edildiğinde büyük günahlar affedilir.” fehvasınca esas büyük günah ısrar edilen küçük günahlardır.”

“Demiri sıcak yanından tutan demirci babalar, hamur eline yapışmayan somuncu babalar gibi, bir şeyin babası olmak lazım. Gelin siz de bu kudsi mesleğin babası olun ve zirvelere tırmanın mesleğinizde. Muhyiddin b. Arabi Hazretleri Şam’ da caddede yürürken dar ağacında berdar edilen (asılmış) birini görür. Etrafındakilere suçunun ne olduğunu sorar. “İçki, zina, adam öldürme… hepsini işledi ve gün geldi, derdest edilip asıldı” derler. Hazret koşar ve ayaklarını öper şakinin, kendi mesleğinde zirveye çıktığı için. Bize de böyle olmak düşmez mi? Yani mesleğin babası olmak ve zirveye çıkmak.”(M.F.Gülen Serzeniş)

İşte dünyaya gelmese ve de cennette kalsaydık her şey bilmeden öteye geçmeyip tanınmayacak dini tabirle marifet gerçekleşmeyecekti.Allah bizi sırf ve sadece marifet ve marifeti için bu dünyaya göndermiştir.Marifette kavrama,hissetme,ihata,bağlanma gibi bir çok sıfat mevcuttur.Allah’ı normal bir kişide bilmekte,alim de tanımakta,peygamberde anlamaktadır ve Allah’ı Allah’da bilmekte ve bildirmektedir.Farklı boyutlar farklılıklardan zuhur etmektedir.

Bazı şeyler bizatihi güzeldir,onlara hüsnü bizzat denilir.Bazıları da bilvesile güzeldir.Güzel olmasalarda güzelliğe vesiledirler.Onlarada hüsnü bil vesile denilir.” Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâniinin esmasına aid binlerdir.

Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ: Atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ: Kar’ı, pek bâridane ve tatsız telakki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder. Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.”[1]

Şeb-i yeldayı müneccimle muvvakkit ne bilür

Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat…

Hayatıda ancak acısını çeken,gerçekleri gören bilir.

Kanuni Sultan Süleyman:

Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır

Olmaya baht-ü saadet dünyada vahdet gibi

II.Selim Han:

Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın

Kâm alırsan adl ile ol dem be-câdır saltanat

Fatih Sultan Mehmed ise:

Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad

Hamdülillah var gazâya sad hezârân rağbetüm

III. Mustafa Han’da:

Yıkılubdur bu cihan sanmaki bizde düzele

Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele

Şimdi ebvâb-ı Saadet’te gezen hep hâzele

İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e

Yıkım olmadan yapım ve ustalık olmaz,ustalıklar ortaya çıkmaz,ustaların arasındaki fark zahir olmaz.

Allah her şeye geçişi bir sebebe bağlamıştır.İnsanlığa geçişi Hz.Adem’den sperm vasıtasıyla ve Havva’ya,oradan da hayata geçişi sağlamıştır.Hayata ve havalarda uçuşu bir yumurtaya,neşvü nema bulup gelişmeyi ve belli bir sebze ve meyve gibi güzel bir hal almayı çekirdeğe,asrı cehaletten asrı saadete geçişi Hz.Muhammede,orta çağdan yeni çağa geçişi Fatihe,cehaletten geçişi ilme,karanlıktan kurtuluşu nura,tarikattan hakikat ve marifete geçişi Bediüzzamana,ilme ve cehaletten kurtulup hayata atılışı ve yükselişi öğretmene,ahirete gidişi kabre kabre gidişi ecele bağlamış ve berzahları,geçişleri onlar aracılığıyla kılmıştır.Bundandır ki o sebebler şahıslarında kıymetli ve değerlidirler. Çünki onlar tükenmenin değil çıkış,yükseliş ve geçişin öncü ve ara noktaları.Hayatın Köprüleridirler.

Hayattaki fırtınalar bizleri köklerimize daha sabit ve sağlam olarak bağlamaktadır.

“Hayattaki fırtınalar konusunda üstad:”Bu gibi hadiseler fırtınaya benzer;ağacın çürük meyvelerini düşürür.Geriye sağlamları kalır.Tedbir hizmettendir.Menfi hareket yasak.Biz devenin üstünde bir hazine götürüyoruz.Deve,yumurtaların üstünde yürüyor.Ne yumurtalar kırılacak,ne de deve duracak.”[2]

Hz.Âdem ve zürriyeti dünya dağına ufkunun açılması için indirilmiştir.

“Bir çok yüksek ufuklu insanların ufuklarının açıldığı yerler olan dağlar ve mağaralardır.MeselaHz.Adem cennetten Serendib dağına inmiş,Nuh tufanda cudi dağına konmuş,Hz.İbrahim marifete dağda ulaşmış,Hz.Musa Turda tecelli ve kelama mahzar olmuş,Rasulullah Nur dağının Hira mağarasında peygamberliğe adım atmıştır.Yunus dağlarda ve mağaralarda seyahat etmiş,hele üstad sürekli dağlarda,bağlarda,bulunduğu yerlerin en yükseğinin en tepesinde bu eserleri neşretmez,ilhamına basamak olmuştur.[3]

28-06-2004

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Sözler.231-232.

[2] Hayatım-Hatıralarım.57.

[3] Bak.age.49-50.




HAYAT DERSLERİ

HAYAT DERSLERİ

İnsan fabrikasyon gibi bir varlıktır.Fabrika hatası fabrikaya aittir.Allah yaratılışta fıtrat modeliyle yaratmaktadır.Hristiyanlıktaki gibi günahkar doğmamaktadır.Geçmişlerinin günah yükünü de yüklenmemektedir.Anne-babasının yaptıklarını günah olarak yüklenmez ancak o kendi günah yükünü yüklenmektedir. Sadece seçmede yetkili değildir.Allah soruları farklı seçmekte ve tercih etmektedir.Allah kimseye taşıyamıyacağı yükü yüklememektedir.Bakara suresinin son ayetinde de mealen,Allah kimseye taşıyamıyacağı yükü yüklemez ancak insanların vüs’at ve kapasitesi oranında yükleri yükleyeceği bildirilirken ve yapılan duada da taşıyamıyacağımız yükün yüklenmemesi için de duada bulunulmaktadır.

İnsan bu dünyada imanla terakki eder ve gerçek insan olur.İmanda terakki ettikçe ademden yani yokluktan o nisbette uzaklaşılıyor.Yokluktan uzaklaştığı gibi hem varlığa hem de vacib-ul vücut olan gerçek varlığa yakınlaşmış ve kavuşmuş oluyor.

Küfür ise o bağlılığı ve bağlantıyı kopararak insanı yokluğa atıyor ancak Cenab-ı Hak rahmetiyle onu yokluktan alıp cehennem gibi bir müebbed hapse mahkum ediyor,idam etmiyor.

Tevhid kelimesi ayrı tevhidin kendisi ayrıdır.Bizler onun kendisiyle uğraşmalı yoksa kelimesiyle uğraşmamalıdır.Şöyleki;şimdiye kadar özellikle tekkelerde ehli tarik,tevhid kelimesinin kendisiyle uğraşmış,oysa tevhidin kendisiyle uğraşılmalı.Bu ise,Hakikattır.Evliyanın birisi arkadaşına yazdığı mektubda;ben tevhid denizinden bir fırt aldım doydum derken arkadaşı cevabında;ben denizi içtim doymadım ancak karnımın bir yerinde kaldı deyip karnının büyük olduğunu ifade etmiştir.

Bunun gibi de,tevhid adeta hücrelere sindirilmeli,massedilmeli,nakşedilmelidir.

Hadisde;”Ya rabbi taaccübümü arttır.”denilmesi..Herşeyde O’nu görmek,her şeyden O’na bakmak.Herşey O değil,her şey O’ndandır.

Taaccübün artması ise,eşyanın hakikatına vakıf olmak,Allah’a vasıl olmak iledir.O yolun saliki olmaktır.

Eşyanın hakikatı,her şeyin sırrıdır.Tıpkı kader gibi.Kader de bir sırdır,ilahi sır.Esrar perdesinin açılmasıyla,her şeyde hikmet,fayda ve maslahatlar zuhur eder.Herşey aydınlanır.

Hayatta şahit olduğumuz veya duyduğumuz bir ibret,ders,sırlı bir olay öbür yolu adeta bizi bizden alıp götürmektedir.Birde tüm hayat boyu böyle bir hakikata şahit olan bir insanı düşünün…Böyle bir hayatı yaşayın.

“Ağlarım, ağlatam hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bîzârım”

Peygamberin bakışı,gönderilişi,sözü temyiz ve ayırd edicidir.Herşeyi birbirinden adeta cennet ve cehennem gibi tefrik etmektedir.O zat bir mihenktir.Farklı farklı olan madenleri birbirinden ayırt edici özelliğe sahiptir.Cennetlikler ve cehennemlikler olarak…

Bir bakışıyla veya ona bir bakışla kömür elmas derecesine yükselmektedir.

O zat aynı zamanda kendilerininde ifadesiyle,ateşin etrafında dolanan kelebekleri ateşe düşmekten koruyan bir insan gibi,cehennem ateşinin etrafında dolaşanları ateşe düşmekten korumakta ve kurtarmaktadır.

Cehenneme düşmekten korumak,cennete götürmekten önde gelir.

Beden ruhun mezarı,beden mezarından dünya kabristanına yani özel kabirden umum kabristanına bir geçiştir.

Allah ruhu bu dünyada terbiye etmektedir.Hadisde gelen;”Dünya ahiretin tarlasıdır.”ifadesi,ruhun hem beden tarlasında hem de dünya tarlasında ekimiyle ahiret pazarında oluşumuna ve sergilenmesine zemin oluşturmaktadır.

Dünya zalim,zalim ise edna ve ezlem.Doğum sancısız olmuyor.Dünyaya a’ladan gelen o insan,bu edna ve ezlemler tarafından adeta hamurun fırın ve ateşte pişişi gibi pişiyor,oluyor,hamlıktan kurtuluyor.

Hamdım-Piştim-Yandım…

Hayat yaşanmak içindir,harcanmak için değildir.Allah insan ve dünya hayatını,bu hayatı korumak ve hayatın sahibine layık hale getirmek amacıyla var etmiştir.

”Maksadımız bir nakış yazmaktır ki,bizden ebedi kalsın.Çünki şu varlığımızda beka yoktur.”(Münazarat)

İnsanın bu dünya hayatından sonra,kışırı gider,yaptığı ve bıraktığı nakşı kalır.Bu yönüyle o insan bir antika sanat hükmündedir.

Allah “Elestü bi rabbiküm” yani –Ben senin rabbin değilmiyim?-dedi.Sen de “Belâ” –Evet,Rabbimsin,dedin.Bu Belâ sözüne şükür nerede?Evet demenin şükrü nedir bilirmisin?Bela çekmektir.Belânın sırrını bilirmisin?O Allah yolunda Fakr ve Fenâ kapısından girmektir.Fakru fena dergahında halkaya katılmaktır.”

Verilen söze sadık olmak ve sadık kalmak.Hz.Ali ve onun gibi bir kısım zatlar ruhlar alemindeki sözleşmeyi çevresinde bulunan kimseleri hatırlamakla kalmayıp,sağlarında sollarında,önlerinde arkalarında bulunan kimseleri tanıyıp bildiklerini ifade etmişlerdir.

Duygularımız bu söze ve sözleşmeye şahittir.

Buda O’nda yok olmaktır.O’nda kendini bulmaktır.Kibirden uzaklaşmaktır.

”Bir gün Süleyman aleyhisselam yüz binlerce insan,cin ve hayvanatın huzurunda öyle yükseldi ki,meleklerin göklerdeki tesbih seslerini duydu.Sonra öyle alçaldı ki,ayakları deniz sularına deymeye başladı.Bu sırada bir ses duydu:

-“Eğer süleymanın kalbinde zerre kadar kibir olsaydı,onu yükselttiğim nisbetten daha çok aşağı düşürürdüm”dedi.”(İhya)

Hadisde;“Cenab-ı Hak Süleyman Aleyhisselamı mal ve mülk ve ilim arasında muhayyer bıraktı.O ilmi seçti ve seçtiğinden dolayı ona mülk ve mal da verildi.”

İnsan hayata 1 olarak gelir.Kazandıkları ise sağındaki sıfırlar,bir gidince geriye sıfırlar kalır ve kaybettikleri,değersizlikler ise,1-in solundaki sıfırlardır.Sıfırlar arttıkça,1-in değeride düşer.

“Kendisini bilen Rabbisini de bilir.”Vahid-i Kıyasi nevinden,insan Allahın sonsuz sıfat ve özelliklerini kıyas yoluyla bir nebze akla yaklaştırabilir.Benim kendime ve vüs’atime göre nasıl bir sehabetim varsa,ezeli ve ebedi olan Allah’da ezeli ve ebedi bir sahibliği vardır.

Kişi kendi hakikatını anlıyamazken,Cebbar olan Allahı nasıl idrak edebilir?O ki eşyayı yoktan yaratmış,şekillendirmiş.Sonradan olan insan O’nu nasıl anlayabilir.”(Asar-ı Bediiye)

Ali Ulvi Kurucu,Tarihçe-i Hayat’ın Önsözünde:”Büyük ve eski bir Arap şairinin, bir beytiyle çok derin bir hakikatı ifade ettiğini öğrendim: “Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak Cenab-ı Hakka zor gelmez.”

Bütün büyük zatlar bunun bir göstergesidir.

Allah,bir çok insanı olduğu gibi,bütün alemleri tek bir şahsiyette dercedip toplamaya kadirdir.Zira:”Alimin ölmesi,alemin ölmesi”sözü bu hakikatı göstermektedir.

Nitekim tüm alemlerin tüm özelliklerini bir insanda toplayan Allah,aynı şekilde bütün insanları da bir insanda toplamaya kadirdir.

Hayatın kılçıklarını ayırın.Dünya hayatı kılçıkları ayırmak için var edilmiştir.

Hayatta ve hayattan alınan,atılan ve yenilenenler…

Hayattan aldığımız çok şeyler olduğu gibi,bıraktığımız kazuratlarda çoktur.Hayat fabrikası tıpkı şeker fabrikası gibi;şekerleri bir tarafa ayrıştırırken,pancarın posalarını da diğer tarafa boşaltmaktadır.

Hayat pancarından amaç,şükür şekeridir.Tevhid üsaresi ve özüdür.

Mehmet ÖZÇELİK

23-04-2005




GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK

GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK

(Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini [Kur’anı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur.)”[1]

“(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.)”[2]

“(Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.)”[3]

(De ki: Bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.)”[4](14 asır geçtiği halde, birçok din düşmanı, hâşâ Allah’ı yalancı çıkarmak için uğraşmışsa da bunu yapamadılar.]

“(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?)”[5]

“(Eğer o [peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.)”[6]

“(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamdettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.)[7] [Kur’anı Allah indirdiği için, onu bozabilecek birisinin çıkamayacağı açıkça bildiriliyor.]

“(Kur’an gibi [eşsiz] bir kitabı sana indirmemiz, [mucize olarak] yetmez mi?)”[8]

“([Ey Resulüm, bu Kur’an sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derlerdi.)”[9]

Tezkiye-i ehl-i beyt kitabının müellifi Osman efendi anlatıyor:

Maarif meclisine gittiğim zamanlarda, Sebecilerin bir sandık içinde tefsirleri geldi. Basılmasına izin verilmedi. Sebebini sordular: (İslamiyet’e uymayan bir yeri mi var?) dediler. Evet, (Hz. Ali’nin kâfir ve zalim olduğunu yazıyorsunuz) dedim. Hiddetten gözleri döndü. Kızma, az dinle dedim:

Kitabın başında yazılmış ki: (Talha, Ali’ye sordu ki, Osman Kur’andan 70 âyeti, Ömer de, 80 âyeti çıkardı deniyor. Bu söz doğru mu? Ali evet doğrudur, dedi. Talha yine sordu ki: Değişmemiş olan Mushaf sende imiş, öyle mi? Ali, evet bendedir. Hem de, bu Kur’anın iki katı bende var, dedi. Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermeyecek misin? dedi. Eğer Ebu Bekir yerine, beni halife yapsalardı verirdim. Bana biat etmedikleri için, vermem ve vasiyet edip, kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalacak, buyurdu.) Tefsirinizde böyle yazıyor.

Yahudiler, Tevrat’taki Muhammed aleyhisselamı bildiren 20 âyeti sakladıkları için, Allahü teâlâ, bunlara (Kâfir) diyor. Hz. Ali, Kur’anın iki mislini ki üç binden fazla âyeti saklamış oluyor. Bu yazınız ile, Hz. Ali’ye kâfir demiş oluyorsunuz, dedim.

Sebeci, şaşırıp kaldı, bir cevap veremedi. Daha sonra “Ben ne şii, ne de sünniyim, ben masonum” dedi. [Masonluğu da Yahudiler kurmuştur. Her tefrikanın, her oyunun içinde bir Yahudi parmağı niçin vardır?] Bu yalanları çıkaran kimseler, açıkça gösteriyor ki, ne şii, ne de sünnidir. İbni Sebe denilen bir Yahudi ve onun oyununa gelen zavallılardır. (Tezkiye-i ehl-i beyt)

Sünnilerle Alevileri yakınlaştıracak en güçlü ortak ittifak noktası Kur’andır.Bu Hz.Ali ve zamanındakiler için geçerli olduğu gibi zamanımızdakiler içinde aynen geçerlidir.

Zayıf ve mantık dışı bir görüşde olsa,bazılarınca Kur’anın Hz.Alide olduğunu onunda bunu gizlediğini söylemek hayatı Kur’an uğruna geçen böyle bir şahsiyete iftiradır.

“Lâkayd Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfızîliğe dayandı. Hem zalime karşı miskinliği esas tutan Hristiyanlık,nihayet tecellüd; cebbarlığa ve zalime karşı cihad, izzet-i nefsi esas tutan İslâmiyet eyvah nihayet miskinlikte karar kıldı.”[10]

Alevilik konusunda daha önce de yazmıştık

Alevilikte inançta bir netlik yok,amel mutlak olarak zikredilir.Neye nasıl inanılacağı,nasıl bir amelde bulunulacağı hususunda bir netlik yoktur.Hz.Aliye mensubiyet söz olarak söylenildiği halde yaşantıda tamamen taban tabana zıd bir yaşayış içerisinde bulunulmaktadır.

Farklı noktalara isnad edilmektedir.Aynı kaynaktan istifade edilmemektedir.Birinci kaynak Olan Hz.Ali veya onunda kaynak kabul ettiği Kur’an-a bağlılıkta tam bir netlik görülmemektedir.

Yeterli bilgiye sahib değillerdir,bilgilendirilmemişlerdir.

Kur’an-a şüpheli bakmakta,sahiplenilmekte veya yetersiz kalınmaktadır.

Ehli sünnete yakın olanlar;Caferiye,ehli beyt vakfı,cem evlerini temsil eden dedeler.Buna rağmen alt yeterli bir yaklaşıma sahib kılınmamakta,bilgilendirilmemektedir.

Bektaşilikle Hindulara bağlandırılmaya çalışılmakta,eski olaylar adapte edilmektedir.Sürekli bulanık tutulmakta,siyasetle iç içe bulundurulmaya çalışılmaktadır.Bektaşilik ve Rafizilik,Alevi ve Caferilerden farklı olarak değerlendirilmelidir.

Tabanla tavandakiler arasında tam bir mutabakat bulunmamaktadır.

İdeolojik ve siyasete hep alet edilmeye çalışılmışlardır.Bunun ise yeni yeni farkına varmakta fakat içinde bulunanlar devam etmektedirler.

İbadet gibi kavramlar,insana hizmet ve kalbime bak kabilinden yorumlarla geçiştirilmektedir.

Alevilikte Temsil problemi bulunmaktadır.Ehli sünneti Diyanet temsil ediyor dersek,ya Alevileri kim temsil edip bilgilendiriyor?

Herkesin ortak bir noktaya çekilip asgari müştereklerin tesbit edilmesi gerektir.

Aleviler dışlanmış mı,dışlamış mı?Her iki durumda söz konusu olmaktadır.

Alisiz Alevilik,İslamiyetsiz Alevilik haline mi getiriliyor ve getirilmiş?Alevilik Hz.Ali ile mezcedilmemektedir.Böyle bir durum olsa mesele kendiliğinden çözülecek ve bir çok ortak noktalarda birleşimle yoluna gidilecektir.

Sünni dayatması var mı?Pek denilemez.

Bir kısmı islamın içinde ama daha evrensele uzanma hesabı bilinçsizce yapılmaya çalışılıyor,islamın evrenselliği anlaşılamıyor.

Hakikat inkişaf olunca,şeriat irtifa olur denir mi?Yanlış olarak kendilerinin hakikata gitmekte olduğunu ifade ederek dini vecibelerden soyutlanmış olarak değerlendirmektedirler.

Alevi,ya ateistleştiriliyor ya da Sünnileştiriliyor mu,nereye adapte edilmekteler,yoksa her yere mi?Başı boş dolaşan koyunu elbette kurdun biri kapar.Belirsizlikler çok belirsizlikleri doğurmaktadır.

Caferi,şerri Allaha vermez.Allah’ı tenzih düşüncesiyle şerrin yaratılmasını Caferiler Allah’a vermezler.Oysa şerrin yaratılması ayrı şeydir,kesb ve işlenmesi ayrı şeylerdir.Yani Halkı şer,şerri yaratmak şer değil,kesbi şer yani şerri işlemek şerdir.Ateşin varlığının çok faydaları olmakla beraber kişi kendisi için şer yapabilir,bu da ateşin şer olmasını gerektirmez.

İçi boş bir sevgi öne çıkarılmaktadır.

Namaz kılmamaya Bektaşi örnekleri verilmektedir.

Bir Bektaşiye: “Ne için namaz kılmıyorsun?” demişler. O da: “Kur’anda:”La takrabus salate”var” demiş. Ona demişler: “Bunun arkasını, yani;”Ve entüm sükara”yı da oku” denildiğinde, “Ben hâfız değilim” demiş…”[11]

Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[12]

“Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rüfaî Tarîkatlarının bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-yı Raşidîn, Aşere-i Mübeşşere’ye

ilişmemek şartıyla muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç-dört faidesi var:

Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.

İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt’in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faidedir.

Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine âlet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali’dir (R.A.) ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.”[13]

Bir ramazan bayramı dönüşü altıncı sınıf öğrencilerimin geçen bayramlarını tebrik etmiştim.O sınıfın çoğu öğrencisi yatılı,aynı köyden ve alevi idiler.O saf ve temiz bir kalb ile kızın birisi kalkarak;Hocam bizim köyde bayram kutlanmadı,biz kutlamıyormuşuz,dedi.

Bende kendisine bu bayramın hepimizin bayramı olduğunu,Hz.Ali’nin de bundan farklı kutlamadığını ve onun örnek hayatından kesitler sunarak izah etmeye çalıştım.

Ve bu çocuk bu belirsizlikler içerisinde büyüyecek ve büyütecektir.

Bir alevi öğrencimde ramazan ayı ve mübarek gecelerde kendilerinin cem evlerine gittiklerini ve oraya saz çalmaya gelenlerin kendilerini eğlendirdiklerinden bahsetti.Ve orada bulunmalarının saz ve çalgı gösterisinden ibaret,manevi bir havayı teneffüs etmediğini ifade etmiş oldu.

Bir öğrencimde,sınıfta uzun boylu anlattığım namaz konusunu evde dile getirerek,neden kendilerinin de namaz kılmadıklarını söylemesi üzerine annesi,Sünnilerin caminin önüne Hz.Ali’nin resmini koyup,ona basarak geçmelerinden dolayı kılmadıklarını bana ilettiğinde şunu söyledim;Hz.Alininde küçük yaştan itibaren peygamberimiz ile birlikte namaz kıldığını,namaz emredildikten sonra küçük olduğu halde peygamberimizden ancak iki vakit namaz az kılıp tamamıya namazı terk etmeden kıldığını,şehid edilirken bile namaz uğrunda şehid edildiğini ve bazılarının da o namazda şehid edildiğinden biz namaz kılmıyoruz demesine karşı,eğer Hz.Ali yemek yerken öldürülseydi yemek yemiyecekler miydi,uyurken veya başka herhangi bir işle meşgul iken öldürülseydi onu yapmıyacaklar mıydı?

Birde zaten o zamanda resim denilen bir olay yoktu ki,cami kapısına resmi konulupta ona basarak geçilmiş olsun.Farzı muhal olarak bir kişi bile böyle yapmışsa buda herkesi bağlamaz ve kılmamaya bir özür teşkil etmez.

Bu durum bize birazda Agop’un halini hatırlatmaktadır.Düşündürmesi sebebiyle yazmaya fayda görmekteyim:

Yahudi olan Agop hanımına Yahudilikten vaz geçeceğini söyler.Hanımıda sen bilirsin,der.Hahambaşına gelerek Yahudilikten ayrıldığı söyler ve bir papaza gelerek;Ben hristiyan olacağım fakat önce araştırmak istiyorum,der.

Papazda buna gerekli kitapları verir ve Agop hristiyanlığı araştırarak kafasına yatmadığını papaza bildirerek dinlerine girmeyeceğini söyler.

Nihayet Müslümanları temsilen bir Müftüye gelerek Müslüman olacağını ancak önceden araştırmak istediğini söyler.Müftü beyde kendisine gerekli kitapları verir.Araştırmasını ister.Çünki bir elbise değiştirme değilki hemen oracıkta değiştirsin.

Ancak Agop islamiyeti araştırırken ecel vaki olur ve ölür.

Hanımı kocasını Yahudi mezarlığına götürür,kabul etmezler.Hristiyan mezarlığına götürür onlarda hristiyan olmadığını ifade ederek kabul etmezler.Müslümanların mezarlığına koyacağı sırada onlarda daha Müslüman olmadığını söyleyerek kabul etmezler ve Agop kendi dininden ayrıldığı diğer dinleride kabul edemeden öldüğünden ortada kalır.

Hanımı baş ucuna eğilerek şöyle ağıt yakar;Agop Agop!Musayı kızdırdın,İsayı küstürdün,Muhammedi de bulmadın,kaldın ortada kaldın ortada…

Sünniler dini konularda bu kadar bilgilendirilmeye sahibken yetersiz kaldıkları halde,Alevilerin bunlardan mahrum olarak ne derece yetersiz olacakları düşünülsün!!!

Mehmet ÖZÇELİK

29-01-2004

[1] Enam 115.

[2] Hicr 9.

[3] Bakara 23-24.

[4] İsra 88.

[5] Nisa 82.

[6] Hakka 44-47.

[7] Fussilet 41-42.

[8] Ankebut 51.

[9] Ankebut 48.

[10] Sünuhat.21-22.

[11] Şualar 284,Tarihçe-i Hayat 414,Muhakemat.15.

[12] Mesnevî-i Nuriye 183.

[13] Emirdağ Lâhikası-1 242.




GÖZ YAŞI ÇARESİZLİĞE ÇAREDİR

GÖZ YAŞI ÇARESİZLİĞE ÇAREDİR

Her ne kadar ağlamak kalbi dağlamak olsa da,gerçekte kalbe ve içe dalmaktır.Kendini bilmek,kendine gelmektir.İlahi dergaha bir tazarru ve niyazda bulunmaktır.Tıpkı ağlamasıyla büyük bir güce sahib olan çocuğun anne ve babasını,çok büyükleri etrafında koşturup döndürmesi,yardımına koşturması gibi…

Kul da acz ve fakrıyla ağlayarak dergahı ilahiyeye hacatını arzetmesiyle tüm sebebleri arkasın atahşide vesiledir.

Damlalardan deryalar oluşur.Büyük bir enerjik güce sahibdir.Allah’a yönelip ağlayan,göz yaşları akıtan bir göz,bir kalb de çok barajları çalıştırır,enerji üretir.

Cehennem ateşini söndürecek tek yol göz yaşıdır.

Biriken umumi göz yaşları zulüm ateşini söndürür,gidişi aksine döndürür.

Ağlayabilmek bir seviye,ağlayamamak bir seviyesizliktir.

Bu göz yaşları bazen gözden bazen kalbden bazen de vicdan gibi duygulardan damlar.

Deva için ya gelin ağlaşalım ya da uğraşalım.

Ağlamak erkeğe yakışmaz denir.Ağlamak kadına atfedilir.Oysa bu ağlama ne için ve kimin için ağlanıldığına göre değişir.

Acziyette büyük bir kuvvet,kudrette büyük bir acziyet olup ters orantılıdır.

Allah’a karşı gösterilecek acziyette de dağları yerinden oynatacak,yıldızları gölgede bırakacak büyük bir güç vardır.

İslam aleminin dştüğü zillet;uğraşmayı ve ağlaşmayı bilmemesindendir.Akıllar dumur uğramış,kalpler katılaşmış.

Bir çok evliya bulunduğu makama gözyaşlarının kendilerini yükseltmesiyle yükselmişlerdir.

Gözyaşıyla yumuşayan kalb,çok katı ve sönmemiş kalbleri de kendisiyle beraber yumuşatır.

Gözyaşı değeri ifade eder,değerlidir.Basit şeyler için akıtılan bu değerler,o nisbette değerini kaybeder.

Gözyaşlarıyla huzur bulunur.Tıpkı göğün ağlaması demek olan yağmur,çok kurak,çorak toprakları,tohum ve çekirdekleri güldürür,gülleri açtırır.

Gözyaşı da bir rahmet gibi çok baharlardan haber verir.

Bulutlanıp su ve yağmur ile ağlamayan gök ve bulutlar kasavet verir.

Alemimiz de ve çok İslam aleminde bulut çok,yağmuru indirecek durum olmadığından her tarafı kasavet ve karanlık kaplamış.Genelde yağmurdan sonra gülen gözüyle güneş açar.İslam aleminin bugün o güneşi doğduracak hale büyük bir ihtiyacı vardır.

Peygamberimiz duaları esnasında şöyle duada bulunurlardı:”Ya Rab!fayda vermeyen ilim,doymak bilmeyen nefis,azabtan korkmayan kalb ve yaşarmayan gözden sana sığınırım.”

Cenâb-ı hak Hz.İsa’ya olan vahyinde.”Ey İsa,bana kalbinden huşu,bedeninden huzu’,gözlerinden göz yaşı hediye et ki,ben de mukabilinde seni yakınlığıma nail edeyim.”(Edeb-üd Din)

Gözyaşı rahmeti celbe vesiledir..o da en kısa ve keskin yoldan…

Gözyaşı ırmak olsun aksın,çok bahçelerin çiçeklerini açtırsın,ve etrafa kokusunu ve feyzini saçsın…

Gözyaşı temizleyicidir.Halimize ve geçmişimize ağlamak onlardaki kiri gidermek,geleceğe gülerek gitmektir.

Gözyaşı keffaretüz zünub ve cehennemden azaddır.

Hz.Adem zellesi sebebiyle cennetten çıkarılmış ve yıllarca Havva ile ayrı kalarak günahlarına ağlamıştı.Temizlenip aklanmaya ve kavuşmaya sebeb oldu.

Göz penceresinden alemi seyreden ruh,gözün yaşıyla da aleminin rengini değiştirmektedir.

Gözün yaşı özün yaşıdır.Özden gelip öze dönmek içindir.

Bitkiler,hayvanlar,insanlar göğün ağlamasına hasret ve intizar etmektedirler ta ki gülmek için…Aksi ise ölmek demektir.Yeryüzü onunla hayat bulacak,hayat olacak…

Onun gibi de;göz yaşı hayattır,hayata bakış,hayata geçiştir.

Ağlamak,dertleri içden dışa atmaktır.Bir devadır.Depresyonu azaltır.Ağlıyamamak ağlanacak bir hal,diğer bir ifadeyle halsizliktir.

Hanım babasının vefatında ağlıyamamış,bunun üzerine aklını kaybedecek hale gelip,sakinleştiriciler ile bir derece kendine gelebilmişdi.Hatta bunun sıkıntısı uzun müddet devam etmişti.Kardeşi ise ağlamakla rahatlamışdı.İçteki birikimi birisi dışarı atarken,diğeri içerisinde birikerek sıkışan bomba etkisi gibi patlak vermişti.

Gözyaşı bir serumdur.

Gözyaşı rahatlamaktır.

Gözyaşı acıyı dökmek,atmak,gidermektir.

Gözyaşı vücudun deşarzıdır.

Göz yaşsız göz ve kişi kurak bir tarla gibidir.

Gözün aydınlığıdır göz yaşı

Hüznün sonu,sevincin başlangıcıdır göz yaşı.

Neşenin ve gülmenin başlangıcıdır,habercisidir.

Gözü besler,vücuttan zararlı maddeleri dışarı atar.

Bedene sıhhattir.

İlahi rahmet kapısını çalmaktır.

Acziyetin kudrete ilticasıdır.

Rahatlatır,dinlendirir,temizler.

Göz yaşı rahmet ve merhamete,sevgi ve acımaya sebebtir.

Hadiste:”Allahım!Yaşları ile kalbe şifa veren sel gibi akıcı iki göz ver bana.”

Hz.Âişe ise:”Alahım,bana cehennemi söndürecek kadar gözyaşı ver…”

Bütün çabalar göz yaşlarını dindirmek içindir.Zulümler ise sindirmek içindir.Gözyaşlarını bitirmek içindir.

Allah gözyaşı ile yoğrulan bir mümine cehennemi haram kılmıştır.

İslamın doğuşunda gözyaşı vardır.Hicrette gözyaşı vardır.Kur’an-ın inişi gözyaşlarını dindirmek vesilesiyledir.Diri diri gömülen kızların ağlamalarıdır ki;”O diri diri gömülenler hangi günahlarından dolayı gömüldükleri sorulacak…”âyeti gibi âyetlerin inmesine sebeb teşkil etmiştir.

-İbni Abbas (ra)dan:( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“İki göze asla cehennem ateşi dokunmaz;Biri Allah korkusundan ağlayan göz,diğeri Allah yolunda nöbet tutan göz.”[1]

“Ağlayın su yükselsin

Belki kurtulur gemi

Anne seccaden gelsin

Bize dua et e mi?”(N.F.Kısakürek)

Yunus peygamberin göz yaşları ağır basmış,deryayı aşmış,balık Yunus,Yunus da yüzmeye başlamıştı.Tıpkı Yunusun balığın içinde yüzdüğü gibi…

Âyetlerde:”Artık kazandıkları günahın cezası olarak az gülsünler çok ağlasınlar”[2]

-“Yatsı vaktinde ağlayarak babalarına geldiler.”[3]

-“Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur’ân’ı işitmek onların Allah’a teslimiyetlerini daha da artırır.”[4]

-“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Adem, soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan İbrahim ile İsmail’in soyundan hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine Rahmanın ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[5]

-“Sonuçta ne gök ağladı üzerlerine, ne yer; nede kendilerine bir mühlet verildi.”[6]

-“Doğrusu güldüren, ağlatan O’dur.”[7]

-“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?”[8]

06-11-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Rüdani.C.3/191.Cem’ul Fevaid-6092.

[2] Tevbe.82.

[3] Yusuf.16.

[4] İsra.109.

[5] Meryem.58.

[6] Duhan.29.

[7] Necm.43.

[8] Nemc.60.




CHP’NİN TARİHİ SERÜVENİ

CHP’NİN TARİHİ SERÜVENİ

:..CHP Türkiye Cumhuriyetininin kuruluşu ve kurucusu ile beraber süregelmiş,İnönü ile jandarma devleti olan tek şef dönemini yaşamış,daha sonra kominist,sosyalist ve solculuk ideolojisinin temsilciliğini devam ettirerek bir asra yakın süredir bunun savunuculuğunu yapmış bir parti ve temsilcilerinden oluşmaktadır.

Oysa savunulan kominizmin bilançosu:

“Komünizmin dünyaya getirdiği ölü sayısı yaklaşık olarak 100 milyondur; Rusya’da 20 milyon, Çin’de 65 milyon Vietnam’da 1 milyon, Kuzey Kore’de 2 milyon, Kamboçya’da 2 milyon, Doğu Avrupa’da 1 milyon, Latin Amerika’da 150 bin, Afrika’da 1,7 milyon, Afganistan’da 1,5 milyon ve uluslararası komünist hareketin ve iktidarda olmayan komünist partilerin neden olduğu 10.000 civarında ölü.”[1]

Bugünlerde ise Mustafa Sarıgül’ün başlattığı dindar portresi ile bu parti sarsılmaktadır.Adeta sağ ile sol arasında bir köprü oluşturması için ortam hazırlanmaktadır.

Ancak buda birçokları gibi,bu tesisi kuranlarca tekrar kaldırılmaya çalışılmaktadır.Tıpkı ortadoğuda Saddam,Hafız Esad ve buna benzer rejimi tesis edenlerin bugün çeşitli bahanelerle bunları ortadan kaldırma çabaları gibi…

İpimizi bağlayanlar azar azar salmaktalar.Tıpkı yıllar öncesinden diktatörleri getirenlerin bugün onları götürmeleri gibi…

Bu bir çatırdama ve bitiş mi,yoksa oluş mu?İstikrar ve istikametin sarsıldığı bir yerde bu ses bir çatırdamadır.

Bu partide de diğer partilerde olduğu gibi;alt kesimle üst kesim arasında hat kopukluğu yaşanıp,birbirlerini yeterli derecede temsil edememektedirler.

Dün olduğu gibi bugün de,CHP birinci derecede fakirleri savunup onların partisi olduğunu iddia ederken,nedense en az oyu onlardan almış ve en çok oyuda üst ve bürokrat kesimden almıştır.

Alt kesimin yeterli olmasa da dine yakınlılığı herhangi bir sebeble sürdürülebilir,namaz kılanlar bulunabilirken,siyasi çehrede bu durum ve dine cephe alma açıkça kendisini göstermektedir.Bazen bu dindarlara kızma adıyla dine sataşma yoluyla da sürdürülür.

-Sol başlı başına Türkiyede ve dünyadaki haliyle ele alınıp işlenmesi gereken bir iddia olup,incelenmesi ve irdelenmesi gerekir.

Neyin taraftarı ve savunucusu?Neyin muhalifi ve düşmanı?

-Solculuk edebiyatı ve Fakirlik edebiyatı yıllarca CHP tarafından sürdürülmüştür.

Solculuk ive sağcılık ile hep kavga ortamı körüklendi.

Din hep hayattan soyutlanıp ya ihrac edildi veya en ılımlı haliyle vicdanlara hapsedildi. Din vicdanlara hapsedilebilir mi?Oysa bu durumda dini hayattan soyutlamak olmaz mı?Yüzde doksansekizi Müslüman denildi ancak hep onlara muhalefette bulunuldu.

Nitekim öğretmenlikten emekli olan bir sınıf öğretmeni kendisinin yıllarca kullanıldığını ifade ederek,yanıldığını dile getirmişti.Ki bu durumda olanlar ve duyulanlar azımsanmayacak kadar çoktur.

Peki bunun yıllardır kendi düşüncesi doğrultusunda yanlış yetiştirdiği öğrencileri ne olacak?Bu işin geriye dönüşü de yok…

Dün inkâr edenler bugün inanmaktadır.

” En ünlü ateist: Artık Tanrı’ya inanıyorum

Reading Üniversitesi’nden emekli olan felsefe profesörü Antony Flew 50 yıldır savunduğu inancından çark etti. 81 yaşındaki Flew gerekçesini ise şöyle açıkladı: “Hayatın var olması için gereken ve içinde inanılmaz bir karmaşık düzen barındıran DNA araştırmaları, hayatın var olmasının ardında zeki bir varlığın bulunduğunu gösteriyor.” 1950’de yazdığı “Teoloji ve Aldatmaca” adlı makalesi birçok dilde 40 baskı yapan Flew’in Tanrı’ya dönüşü, şu ana kadar onun fikirlerinden etkilenen ateist çevrelerde de büyük tepki uyandırdı.

Londra’daki University College’ın biyoloji profesörlerinden Lewis Wolpert, “Sadece bir filozof bu kadar budala olabilir. Gerçek şu ki Tanrı’nın varlığını kanıtlayacak bilimsel bir veri yok” diyerek tepkisini dile getirdi. Babası rahip olmasına rağmen 15 yaşından beri kendini ateist olarak tanımlayan Antony Flew, “İnsanların benim önceki fikirlerimden etkilendiğini düşünecek olursak, sebep olduğum bu büyük zararı telafi etmeye çalışacağım” diyerek özür diledi.

Dünya çapında yankı uyandıran açıklamasında Flew, yeni bilimsel keşiflerin, evrenin yaratılışının arkasında ilahi bir varlığın bulunabileceğini gösterdiğini söylerken, Danvin’in Evrim Teorisi’nin kendisini tatmin etmediğini de belirtti. İlk canlının cansız bir maddeden türemiş olabileceğine inanmadığını ifade eden profesör, bununla birlikte, bir Hıristiyan olmadığını, ayrıca Hıristiyanlık’la İslamiyet’teki tanrı inancına katılmadığını savundu.

23 kitabı var

Tanrı’nın varlığının ispatının ya da yalanlanmasının imkansız olduğuna inandığı için kendini “olumsuz ateist” olarak tanımlayan Flew, Oxford, Aberdeen ve Keele üniversitelerinde de eğitim vermişti. Profesör, halen 23 kitabından biri olan “Tanrı ve Felsefe” adlı çalışmasının giriş bölümünü, yeni edindiği fikirlere göre değiştirmekle uğraşıyor.”[2]

-CHP başta devlet partisi olarak kuruldu ve devlet partisi olarak sürdürüldü.Devlet ve rejimi koruma uğruna halk feda edildi.Ona göre;halk devlet içindir,devlet halk için değildir.Bundan dolayı da insanlar standart olarak devlet elbisesine göre biçimlendirilerek,daha doğrusu budanarak bir acubeye benzetilmiş,devlet elbisesi o insanlara göre ölçülüp biçimlenmemektedir.

-163.maddeyi arzulayarak inanç ve fikir özgürlüğünün önünün alınmasını istemektedir.

-Fakirlerin partisi olup,onları savunduğunu ifade ettikleri halde oylarını hep zengin kesimden almakta ve onlara hizmet götürmektedirler.Nedense genel başkanları dahil önemli bir kısmının zenginleri züğürtlerin çenesini yoracak kadar fazladır.

-Dini kesime olan tahammülsüzlüğü devamlı içte dinle bir bağlantılarının olmadığını en baştakiler tarafından seslendirilmektedir.Bir tahammülsüzlük ve hazımsızlık görülmektedir.

Bediüzzaman Said Nursinin tesbitiyle;bu partinin içinde bulunan militan tipli yüzde beş,yüzde doksan beşi yönlendirmektedir.

-Yapılan araştırmalar bu partinin hızla düşüş içerisine girdiğini göstermektedir.Seçimlerde bir başarısızlık ve oylarda bir düşüş gözlenmektedir.Mevcut oylar dahi bir iyileşme temenni ve dileğiyle verilmektedir.

-Bir üretim ve proje üretememektedir.Kendisi ve taraftarları için muhalefeti seçmiş bir partidir.Üretilen projelere dahi engel olma yoluna gitmektedir.

-Başbakan Tayyib Erdoğan-ın bu parti için söylemiş olduğu;-Kökü Bereketsiz-sözüne karşı Genel Başkanları Deniz Baykalın mahkemeye vereceğini söylemesine karşı,benim tavsiyem odur ki;yapacaklarıyla böyle olmadıklarını isbat etmektir.

-İşte ürettikleri ve meclise sundukları tasarılardan birinde,18 yaşından küçük çocuklarda kahvehaneye gidebilsinler diye meclise bir önerge vermekteler.Odda bunun zeka açtığını öne sürerek..teklifi sunandan belli değil mi?

-Bu parti devletçi bir partidir.İsmi Halkçıda olsa kendisi devletçi bir partidir.

-CHP hala değişememekte ve değişime ayak uyduramamaktadır.

-İşte CHP milletvekili Ali topuzdan inciler:”İslam bizim öz kültürümüz değildir.”

-Başörtüsü taktığı için meclisten çıkartılan Milletvekili Merve Kavakçıya yazdığı “Başörtüsüz Demokrasi”adlı eserinde;CHP zihniyetince yapılanlar şöyle anlatılmaktadır:”DSP’li vekillerin ayağa kalkarak bir ağızdan”Dışarı!Dışarı”diye bağırdıklarını ve alkışla tempo tuttuklarını duyuyorum.Başım dik,gönlüm ferah,ancak kalbimin hızla atışına engel olamadan onları şaşkınlıkla seyrediyorum.

DSP’liler çağrışmalarına devam ederken dönüp bu olanları seyreden suskun gruba bakıyorum.O –rekek-olmakla övünen MHP’lilere,”Başörtüsü meselesini Refah Parisi çözemedi,bizler çözeceğiz”diyenlere,evlerinde eşleri,kız kardeşleri,yeğenleri,hatta kızları başı örtülü olanların sessiz kalışlarına hayretle bakıyorum…”

Bülent Ecevit:”Burası,devletin en yüce kurumudur.Burada görev yapanlar,devletin kurallarına,geleneklerine uymak zorundadırlar.Burası devlete meydan okunacak yer değildir.Lütfen Bu kadına Haddini Bildiriniz!”

-Falih Rıfkı Atay:”Lenin ve Atatürk öldüyse,Stalin ve ismet İnönü başımızdadır.”sözü..

“Bu memlekete kominizm gelecekse onu da biz getiririz.”bir yıllardır savunulan CHP zihniyetidir.

H.C.Güzel:” Seçim ortamında, aynı zamanda bir siyasî parti lideri olan Başbakan’ın, “CHP’nin kökü bereketsizdir” demesinden niçin bu kadar gocunuyorsunuz? Bu, 50’li yıllardan bu yana, siyaset arenasında söylenen sözlerin en hafifidir. Lâkin yarası olan gocunur. Başbakan’ın söylediği gibi CHP, “kökten bereketsiz” bir partidir. Yani, çok partili hayata girdiğimiz 1946’dan bugüne, CHP’nin bir tek bereketli, verimli, olumlu işini gösterebilir misiniz? “,” Deniz Baykal, pek kızmış, pek gücenmiş… “Sizi Ali Topuz’a havale ettim” diyor. Ali Topuz da, Başbakan’ı Hitler’e benzetiyor. Aynı zamanda acı bir itiraf olan “Hitler de oy alıp seçimle gelmişti” benzetmesiyle gülünç duruma düşüyor. Topuz, unutmasın ki, II. Dünya Savaşı sırasında Hitler’le flört edenler CHP yöneticileriydi. Üstelik, Türkiye’yi yıllarca Nazi öntemleriyle idare edenler de onlardı.”

-AP eski milletvekili Rasim Cinisli-nin de ifade ettiği gibi;”İhtilalin içinde İsmet Paşa ve CHP vardı.”Abdulmelik Fırat’ta teyid etmektedir. Ve devamla:”27 Mayıs demokratik devlet hayatının belini kırmıştır.Bir müdahaleler dönemini başlatmış,öte yandan demokrasiye müdahale kültürü oluşturmuştur.

…27 Mayıs demokrasinin kendi kuralları içinde gelişmesini ve olgunlaşmasını önledi,milli irade dışında yol arama heveslerini ise güçlendirdi.Öyle ki artık siyasetçiler millete bakmak yerine içerdeki ve dışarıdaki bazı güçlere bakar oldular.27 Mayıs milli irade üzerine vasiler tayin edilmesidir.Milletin iradesinin elinden alınmasıdır.Hikmeti hükumet dediğimiz iktidar olma cevherini milletin elinden alıp başka güçlere terslim edilmesidir.”

Durumu değerlendiren Ali Fuat Başgil e göre ise:”Memleket azgın bir denizde kırık bir tekneye benziyor.Nereye varacağını şu an ben de kestiremiyorum.”

Kara gözüküyor mu?diyenlere ise.”Ben kara göremiyorum.Bu ihtilal Türkiye’yi en az elli yıl geriye götürmüştür.”dedi.

-CHP’lilerin ihbarıyla ve Celal Bayara göre Türkiyenin her tarafından 150 bin kişi hakkında ihbar yapılıp toplattırıldı.[3]

Değil Türkiyedeki dünyadaki tüm deterjanlar dahi toplansa 27 mayısın kirlerini temizlemeye yetmez.Lekeli bir dönem

Başta başbakan Adnan Menderes olmak üzere bir çok kişi kendilerine yapılanlardan dolayı intihara teşebbüs etmiş,bir kısmı son anda kurtarılmıştı.

Tarihe ve ülkücülere not düşmek gerek;O zamanda Milli Birlik Komitesi üyesi olan Alpaslan Türkeş’in ajans haberleriyle ihtilal haberleri duyulmuştu.Türkeş ihtilalin neresindeydi?Şu an neresindeler?

Zira Menderesin en büyük suçu! Ezanı aslından yani Arapça olarak okutturmasıydı.Bin öğrenciyi kıyma makinasında kıyma,bebek-köpek maması iftiraları da cabası…

27 mayısta ihtilalciler yedi bin subayı ordudan atmışlardı.[4]

27 mayıs gayrı meşru yeni bir çocuğun doğuş dönemidir.Zir bu 71,80 ve 28 Şubat-1997-yi tetiklemiş oldu.

Egemenlik kayıtsız ve şartsız güçlü,silahlı ve iktidarı elinde bulunduranındır!

Biraz batı kültürü okuyan Derviş:”Birinin özgür seçişini ifade ediyorsa türbanla hiçbir sorunum yok.Bu,birçok genç hanımın kendi iradesiyle seçtiği bir şey.”der.

İhtilalin şakşakcılığını üniversiteler yapmıştı.Şimdilerde de öyle.Cüppeli çiftçiler,fırtına bekliyor.Adeta asırlar gibi gelen 1,5 yıllık açık hava,puslu havayı sevenleri sun-i olarak puslanmaya ve paslanmaya yönlendirmiş.Şimdi hava raporu;ziyaretçilerin çiçek yerine lokum getirmeleri duyurulur…

-Cumhur-un başı olan bir kimse Ahmet Necdet Sezer bile bu ülkede İmam-Hatipleri tehlike saymaktadır.İmam-Hatipler ise onu tekzib etmektedirler.

-Türkiye Barolar birliği başkanı Özdemir Özok:”İmam Hatip lisesi mezunu bir başbakanı içime sindiremiyorum.”diyebilmektedir.

Kendisine tavsiyemiz ise,önce Nörolog ve Psikoloğa daha sonra da midesini tedavi ettirmeye davet ediyoruz.Mutlaka bir bozukluk çıkacaktır.

Bir de ortaya çıktı ki,meğer başbakanlıktan 90 bin euro istemiş,vermemişler.Demek sindirim sistemini bozan paraymış.

İmam-Hatiplileri içlerine sindiremiyenlerin boğazında kaldı,boğazında kalsın.Dar boğazlar…Dar boğazlılar…

İmam-Hatib meselesi tüm okullara da aynı sistemin teşmil edilmesiyle çözüme kavuşturulur ve eğitime katılım kızlı erkekli olarak ve istekle artış sağlanmış olur.

Oraların imam yetiştiren yerler değil,topluma maddi manevi aktibvite,kalite ve değerler kazandıran yerler olarak düşünülmesi gerekir.

Aslında temel çözüm Tevhid-i Tedrisat Kanununun bir daha gözden geçirilerek düzenlenmesi,eğitimin ve kalitenin önünü tıkayan bu problemin kaldırılması gerekir.

Sadece imam-hatib değil,topluma bir kazanç sağlayacak ve üniversitelerin önündeki yığılmaları kaldıracak olan tüm meslek liseleri 28 şubatla en büyük darbeyi yemiş oldu.

27 Mayıs,12 Mart,12 Eylül,28 Şubat hep çözüme yanaşmamanın bir ürünüdür.Kendi çiftlik gibi diş kulelerindeki taşlarının oynamamasını isteyenlerin hantallığıdır.

Çözümsüzlükte çözüm,gerilimden kazanç aranmaktadır.

Bugün hukukçular,anayasa mahkemesi üye ve başkanları her biri bir gazete köşesinde yazı yazmakta veya bir şirkette görev almakta veya bir partiye üye ve aday olmaktadır.Demek bu işin yolu,iş bulmadan önce önce çatacaksın,sonra işin hazır.Demek bu insanların bir bildikleri varmış!Elbette ben onlardan iyi mi bileceğim,onlar hem o kadar okumuşlar ki….

Sol partilere ihtiyaç var deniliyor,adeta olması,gelişmesi ve devamı için her uygun zemin hazırlanıyor.Bu adeta virüslere ve menfiliklere müsaade etmek gibi bir şey.Elde olmadan veya istenilmeden olması halinde elbette mücadele edilir.Yayılmacılığına değil,yayılmamasına çalışılır.Zorla kavga edecek kişi aramaya gerek yok.

Ancak yanlış ifade edilen bu sözün doğrusu ise,müsbet tenkidin yapılması veya her zaman ve heryerde olmaksızın muhalefetin olması bu olabilecek bir haldir.

-Ülkücülük hareketi ve MSP ve devamı olan fazilet ve refahın bir iki sene arayla tamamen dibe vurup,liderlerinin eliyle bitirtilmesi hiç de tesadüfi değildir.Adeta bu partileri yönetenler değil de kuranlar tekrar kurdukları gibi yıktılar.Belki miadı doldu,belki ifade etmesi gerekenler ifa ve ifade edildi.Ayrı bir sayfa açılması gerekiyordu.Yıkılan ve heba edilen yıllar ve onların kalıntısı ise tarihin derinliklerine gizlilikleri ile beraber gömülmüş oldu.samimi olanlar buna kurban gittiler.En za kırk yıl yani bir nesil kavgayla kendi dönemlerini kapatmış oldular.Geriye bir burukluk,bazen hala süregelen bir inad,hayse beyseler,şaöyle olsaydı böyle olacaktılarla yapılan avunmalar.Kayıpları ödeyecek ve de ödetecek ise hiç kimse!

CHP’yi de aynı akibet beklemektedir.

Ancak bir ihtimal ölümünü değilde,ömrünü uzatabilir;Yıllardır partinin içinde bulunup ılımlı ifadelerde bulunan Zülfü Livaneli’nin sözleri uygulama ve fiiliyata dökülmeyince bir netice vermedi.Ancak Şişli Belediye Başkanı Mustafa sarıgül’ün,yıllardır içerisinde enerjinin biriktiği ve bir patlama anını kollayan partinin fay hattının oynamasına,düğmenin basılmasına sebeb olan hem sözlü ve hem de uygulamaya yönelik ılımlı çıkışları bu partinin ölüşünü dönüşüme çevirerek uzatmaya sebeb olabilir.

Bu partinin ömrünün dolduğunu Bülent Ecevit de söylemektedir.Ancak onunki biraz politik olup zaten ölmüş olan kendisini diriltmeye yönelik bir çaba ve çırpınmadır.Yüzde yirmi ikilerden yüzde birlere düşmenin sancısının neticesidir.

Zülfü Livaneli bir demecinde:”Partinin (CHP) kurtuluşu özgürlükçü,demokrat,Türkiye’de bütün kesimlerin kardeşçe yaşamasını öneren ve AB’ye yönelen bir yapıda.Katiyen sol değil.Solun ne anlam içerdiğini artık kimse söyleyemez.Sol ne demek,hangi sol?Kamboçya’da bir milyon kişiyi öldüren Pol Pot solu mu?Tony Blair gibi Irak’ta savaşan sol mu?Sol’u bana kimse anlatamaz artık.Sol dedikten sonra soru işaretleri başlıyor.CHP geçen süre içerisinde Kürt ve din hareketlerine karşı Türk milliyetçiliği ve Cumhuriyet refleksine kaydı.AKP,AB’ye daha çok sahip çıktıkça,CHP’de rejim koruma refleksine daha çok giriyor.”[5]

Bu durumda Zülfü Livaneliye sormak gerek.Tanımlayamadığın solu yıllardır millete zorla kabul ettirmeye çalışmana ne demeli?Yıllardır milleti aynı durakta durdurmanın bedelini kime ödetmeli?Kim ödemeli?Yine dediğin gibi,sol ve rejim adına yine bu millet harcanmadı mı?

Demekki korunan ve sahiblenen millet değil,rejim ve devletmiş…Harcanan ise millet…

Görünürde bunun sorumlusu;İsmet İnönü,Bülent Ecevit,Deniz Baykal,Erdal İnönü…Geride ise sizler ve partiye oy verenler…

CHP ciddi manada seksen yıllık geçmişini arkasına atarak değil de,gözünün önüne alarak genel muhasebesini yapıp,halka rağmen hakl particiliği yerine halka kulak verip,halka inip ve dinleyip ona göre kararlar almalıdır.

Mesela,Deniz Baykal bir iki yarımca denemeler yaparak başörtülü öğrencilere yönelik iyimser mesajlar vermeye çalıştı.Bu durumu çözme manasında öncülük etseydi ne kaybeder,neler kazanırdı?

CHP hükümet yerine muktedir muhalefeti tercih etmektedir.Kazanmasa da iktidarlığı elinden bırakmamanın hazımsızlığı ve sıkıntısını topluma çıkarmaktadır.

Tüm Türkiyenin partisi olmak istiyorsa,dar düşünce ve uygulamalardan vazgeçerek,herkese yönelik kucaklayıcı politikalar yürütmesi gerektir.

Azınlık uğruna çoğunluğu dışlayan değil,herkesi kucaklayan olmalıdır.

Seksen yıl önce millete biçilen bu elbiseler artık sıkmakta ve dar gelmektedir…

-Biz gidenlerden siz gelenlere mesajlar.Bizler kaypak bir zeminde yetişen nesilleriz.O kaypaklık ise hala varlığını sürdürmektedir.Kavga ortamında büyüdük.Manevi kıtlık,maddi kısırlık,internetin son anlarında da olsa ucundan yakaladık.İmkansızlıklar içerisinde büyüyen bir nesil ne kadar üretken olabilir?Ne kadar güzel çiçekler açabilir?Çiçek açacaklara vesile olmuşsak ne mutlu bizlere…

Kavgacı partilerin içerisinde büyüyen üç nesilin evlatlarıyız;Baba-Evlat-Torun…Bu partilerin silinip süpürülmesi kader cihetiyle rahmet oldu.İnşaallah kavgasız bir nesille,gelişen zihniyete sahib bir gençlik oluşur.Kavgalı ortamda büyüyenler müsbet hareket edemezler.

Belkide bu partilerin içerisinde bulunan meczub ve iyi niyetli insanlardır ki,bu partilerin devamına sebeb oldu.

Nitekim Fatih’in İstanbulu fethe çalıştığı bir ortamda düşmesi gereken kale bir türlü düşmemektedir.Bunu keşfeden Fatih’in hocası Akşemseddin,Rumların tarafında bulunan Cibali baba adındaki bir meczubun,kaleye atılan topları tutarak geri çevirmesiyle bir türlü muvaffak olunamamakta ve bir de üstüne üstlük Cibali Babanın;Ya Rabbi,Gavurcuklarımı koru,duasıda fethi güçleştirmektedir.

Diğer bir örneği ise;

Çaycı Emin Çayırlı Hatıralarında;”Sabahlarıerkenden evine gidip sobasını yakardım. Yine böyle bir gün gitmiştim. Çok soğuk bir gündü, farkına varmadan sabah ezanından iki saat önce gitmiştim. Seccadenin üzerinde ibadet ediyordu. Mum ışığında, seherin soğuğunda, hazin bir sesle dua ediyor, için için yalvarıyordu. Ben heyecan içerisinde tam bir buçuk saat ayakta bekledim. Bu ulvî hali titreyerek, ürpererek seyrettim.

Nihayet ezan sesleri uzaklardan gelmeye başladı. Ama o zamanki malûm Türkçe ezan sesleri… Dönüp bana dedi:

“Emin, sen çok büyük bir hata ettin! Kasem ederim, yemin ederim ki, benim bir vaktim vardır, o vakitte melâike de gelse, kati bir surette kabul etmem. Sen çok yanlış ettin. Bir daha böyle hareket etme, bu kadar erken gelme, ezan okunmayınca gelme!’ dedi.

“Efendim affet, kusura bakma! Ay ışığı dolayısiyle vakti bilemedim. Erken gelmişim. Bir daha ezandan önce gelmem’ dedim.

“Üstadın Kutb-u Âzamla konuşması”

“Bir gün beraber ikindi namazını kıldık. Namazdan sonra tesbihatta iken: “Kambur, ben mi haklıyım, yoksa sen mi haklısın?’ diye birisine hitap ediyordu.

“Ben yine bir çok zamanlar olduğu gibi, hayretler içindeydim. Odasında benimle kendisinden başka kimse yoktu. Benim merakımı görünce, meseleyi şu şekilde izah etti:

“Onuncu Söz, haşir ve âhiret hakkındadır. Ben o eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum (1926 senesi). Baktım o günlerde bir İslâm düşmanı, ıslahı gayr-i-kabil… Arefeye bir kaç gün vardı. Ben beddua ettim. Benim bedduama karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicaz’daki Kutb-u A’zam ise, onun ıslahı için dua ediyorlardı. Benim bedduam ferdî kaldığı için iade edildi. Aradan uzun seneler geçti. Baktım, bu sene (1938-1939senesi) bana nihayet hak verdiler. Ben halbuki bunun ıslahının gayr-i kabil olduğunu biliyordum. Onlar nihayet bu sene başladılar beddua etmeye. Benim konuştuğum Kutb-u A’zam’dır; Mekke-i Mükerreme’dedir. Bütün Hicaz’la birlikte beddua etmeye başladı. Bana hak verdi. Ben de ona hitap ettim.”

Dualarımızı düzeltelim…Dualarımızın iyi ve kabul olması için dua edelim.

Allah bu milleti şaşırtmasın…

Mehmet ÖZÇELİK

26-01-2005

[1] Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Yayınları, s. 17.

[2] Milliyet”14-12-2004.

[3] Bak.Yeni Şafak.27 Mayıs-2 Haziran.2004.

[4] M.Kırkıncı.Hayatım-Hatıralarım-Bak130.

[5] Yeni Şafak.25-08-2004.




DAR DÜŞÜNCELER …DAR GÖRÜŞLER

DAR DÜŞÜNCELER …DAR GÖRÜŞLER

1970 yıllarının yıkıcı ruhu ve ruh haleti 1980 yılından itibaren birden bire yerini değiştirdi,adeta toprak altına girdi,kendisini setretmek için….

Bunların büyük kısmı sefahete yöneldi,bir kısmı laiklik ve irtica sendromuna girerek sağa sola saldırmaya,devlet ve devlet yapısının imkanlarını sevmedikleri,arzu etmedikleri bir rejimi savunmaya soyundular.Tıpkı yıkma hedefi olanın yavaş yavaş yıkmaya veya yapma numarasına çalışması gibi…Kimi de fakirliği savunduğu halde birden bire kendisini en zenginlerin sırasına koydurarak şahsi menfaatlarına yürütme sevdasına düştü.

Ancak bunda farklı özelliklerde olan bu insanlar 1980-den sonra adeta kayboldu,o hararetli savunucular başka dünyalara gittiler.

Derken ve bunları düşünürken,mevzii de olsa,ferdi olarak bazen dernek veya sendika adıyla nüksetmeye başladı.

Palazlandığını veya bende varım düşüncesini gündeme getirmek amacıyla bu milletin bin yıllık değerlerine saldırmaya başladılar.Öyle ki bir gayr-ı müslime rahmet okutur derecesinde…

Memleketimizin cilvesinden olsa gerek;bir kişi gündemde kalmak,bir partiye yamanmak,öne çıkmak amacıyla ya cami duvarına veya zemzem suyuna bevleder.

Köhnemiş 80 öncesi fikir ve gayzların kusmuklar olarak milleti rencide ettiğine şahid oluruz.

Kur’an Kurslarına yapılan saldırılar da bu kusmukların kokuşmuşluğudur.Bunu yapan kişi hangi niyetle yaparsa yapsın,yaptığı iş mantıklı,inançlı,dürüstçe bir iş olmadığı bilinmelidir.Bu tıpkı kalabalık bir toplulukta yellenen birisinin kalkıpta aslında ben bunu size rahatsızlık vermesi için yapmamıştım,niyetim öyle değildi veya iyiydi dmesine benzer.

Kesk başkanı Sami Evren’in, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’ân Kursları Yönetmeliği’nde yaptığı değişikliklerden bahisle: “Yapılması düşünülen yönetmelik değişikliği ile 1400 yıl önceki köhnemiş fikirlerin çocukların kafalarına sokulmaya çalışılacağını”söylediği söz de bu kabil sözlerdendir.

Tarihte ahmaklığıyla meşhur Habenneka adında bir ahmak varmış.Kendisine adını sorduklarında boynuna smış olduğu isimliğe bakar,sonra adını söylermiş.

Bir gün bu uyuyunca adamın birisi bunun boynunda isimliği çıkarıp kendi boynuna takmış.Uyandığında da ona kim olduğunu sormuş.Habenneka’da boynunda isimliği görmeyince susmuş,karşısındakinin boynunda da görünce şöyle demiş:”Sen Habennekasın Habennekasın da ya ben kimim?”

En büyük ahmaklık kişinin kendisini,kim olduğunu ve kimlerin memleketinde yaşamış olduğunu bilmemesi ve geçmişinden kopmuş olmasıdır.

Hacimsiz ve kapsamsız insanlar dar düşünceli ve dar görüşlü insanlardır.

Mehmet ÖZÇELİK

16-12-2003




İBRETLERLE DOLU BİR HAYAT

İBRETLERLE DOLU BİR HAYAT

Hayat ve hayatın her bir parçası ibretlerle doludur.Hayatımız da ibretler mevcut olduğu gibi,her bir karesinde ve noktasında da o ibret nazarıyla baktığımızda görebiliriz.

Âhiret her şeyin Fâş olduğu bir yerdir.Yani her şeyde birer ibret levhalarının bulunacağı bizzat gözle görülecek,akılla anlaşılacak ve kalb tarafından onaylanacaktır.

Dünyada bu ibretlere nadiren rastlamamızdaki sebeb ise;kareleri ve taşları yerli yerine oturtamamamızdan kaynaklanmaktadır.

Farkına varamamamızdaki bir diğer önemli sebeb de;Her faydamıza olan şeyden ders çıkarırken,zahiren zararımıza olan şeylerden bir fayda ve ders çıkarmamamızdan, çıkaramamamızdan veya çıkarmak istemememizden kaynaklanmaktadır.

O halde o ince noktaları fikir merceğinden geçirerek bakmalı veya fikrimizi inceltmeliyiz.

Hayat tesadüflerden uzak ibretlerle dolu,düşündürücü olaylar zincirinden oluşmaktadır.

Hayatta hiçbir şeyde tesadüf yoktur.Tesadüfe tesadüf edilmemektedir.Zira tesadüfte bir bilinçsizlik,hedefsizlik,gaye ve amaç gibi tasarruf ve tasarımların olmaması söz konusudur.Oysa sabah nasıl ki biz evden bir amaçla çıkmakta isek,aynı şekilde alemde her bir atom dahi o amaçla cereyan etmektedir.

Zira birden ona kadarki sayıları rastgele attığımızda bu sayıların şaşırmadan peşpeşe gelme ihtimali katrilyonda bir ihtimal bile değilken,katrilyonlarca atom ve oluşumların bir ihtimalle peşpeşe gelmesini ne akıl kabul eder,ne de insanlıkla bağdaşır bir ihtimaldir.

Kur’an-da da ifade edildiği gibi:”Umulur ki kerih ve çirkin gördüğünüz bir şeyde sizin için hayır,hayır ve hoş gördüğünüz bir şeyde de sizin bir şer ve kötülük vardır.”

Tıpkı Konyadaki yıkılan inşaatı daire karşılığı müteahhide veren yaşlı amcamız,kendisine düşen dairelerden memnundu.Bu memnuniyeti evli kızıyla da paylaşmak amacıyla bir dairesini de ona vermişti.Ancak yıkımda o da vefat edenler arasında idi.

Gerçeğin görülebilmesi için kaderin sır perdesinin aralanması gerekmektedir.

Tıpkı hayatın her kesitinde görmemiz gereken şu vakıa gibi ki;

Süvarinin biri bir çeşmenin başında hem dinlenmek ve hem de atını dinlendirmek amacıyla konaklar.Telaşından çaldığı bir kese altını oraya düşürür.Bir müddet sonra oraya gelen bir vatandaş çeşmenin başındaki kese altını alıp gider.Süvari yolda altını çeşmenin orada düşürdüğünün farkına vararak geriye döner.Ancak bu sefer çeşmenin başında başka birisi bulunmaktadır.Keseyi onun aldığını düşünerek adamı zorlar ve tehditlerde bulunur.Bir sonuç alamayınca da tartışma sonucu adamı vurur ve kaçar.

Bu ibretli olayı uzaktan seyretmekte olan bir diğer şahıs bu işin içindeki işi anlamak ve bu sırrı çözmek amacıyla araştırmaya koyulur.

Ve sonuçta şu neticeye varır:Birinci adam ikinci adamın babasının kesesini çalmış,durumdan habersiz olan ikinci şahıs böylece babasının çalınan kesesini geri almıştır.

Üçüncü yaşlı şahıs yıllar öncesinde süvarinin babasını öldürmüş ve kendisi de süvari tarafından öldürülmüştür.

Ancak elbetteki kimse kimsenin günahını yüklenmez ve sorumlu da değildir.Ancak aralanan sır perdesinden bu dünyada bize yansıyan bu kadardan çıkarılan ibretler…

İşte hayatın kesitinden yansıyan birkaç misal:

Bayramın ikinci günü aile efradıyla oturmuş sohbet ediyorlardı.Zaten vakit de biraz geçtiği için birkaç saat sonra da yatacaklardı.

Onlar böyle bir sohbet içerisinde iken hesapta olmayan bir telefon gelmiş,telefondaki komşusu ısrarla beş dakikalığına hemen gelmesini istiyordu.Komşusunu kıramazdı ve kalktı beş dakikalığına da olsa komşusuna gitti.Komşusunu memnun etmiş,gönlünü almış ve eve dönüyordu.

Gördüğü durum ise gayet korkunçtu.Beş dakika önce 36 dairelik 11 katlı bina karton gibi ve bir kağıt destesi gibi üst üste yığılmıştı.Evde iki çocuğu ve kocası vardı.

Telefonda adeta komşusu kendisine gelmesi için yalvarırken,şimdi de kendisi çevredekilere yalvarıyor,çocuklarını ve beyini kurtarmalarını istiyordu.

Bina tuz gibi olmuş belki ancak en üst kattakiler kurtulabilirlerdi.20’den fazla insan ölmüş,40’dan fazla kimse yaralanmıştı.Üç tane yan yana aynı müteahhidin yaptığı bu ortadaki bina çökmüş,diğerleri şimdilik çökmemişti.

Mukadderat gereği son anda gelen bir telefonla anne kurtulmuştu.

3-Şubat-004’deki bu çökmede sevinemiyenlerden birisi de Yılmaz ailesi idi.Çünki onlarda Kurban bayramlarını geçirmek üzere Cihanbeyli ilçesine gitmişlerdi.Evde haberleri seyrederken kendi oturdukları binanın yerle bir olduğunu görmüş ancak komşularının akibetinden haber alamamışlardı.Bayramlarını yarıda keserek hastahanelere gidip komşularının akibetlerini öğrenme telaşına düşmüşlerdi.

-İlk kurban kesmeye keçi ile başlamıştım.2004 yılı kurbanında da bir keçi almıştım.Malum olduğu üzere keçiler inat olduğundan baş edilmesi güç olur.Bizde de öyle oldu.

Bayramın birinci günü kurbanı keseceğimiz yere bir çukur kazmış keçiyi de yanımızda bulundurmaktaydık.

Gerçekten ibretli ve düşündürücü bir durumla karşılaşmıştık.Çünki o inatçı dediğimiz keçi kendi ayağıyla kazılan çukurun önüne gelmiş ve başını açılan çukura koyarak kurban edilmeyi beklemekteydi.

Bazen insanın akılla anlayamadığını,o hayvanlar hisleriyle anlamaktaydılar.

-Konyada çürük yapılma sonucu yıkılan bu binalardaki yaşananlar tam bir ibret levhaları halinde görülmekteydi:

157 saat sonra ölümle kucaklaşan Yasemin Herkesin ümidini kesip ayrılacağı bir sırada Ledi adlı bir köpeğin ısrarı ile dönüp tekrar baktıklarında kısık sesiyle su su diye bağırmaya çalışan anne ilk soru olarak 1,5 yaşındaki Bahar’ı sormak olmuştu.Onların hayatta olduğunu öğrenmek kendisi için en büyük kurtuluş olmuş,hayat mücadelesi daha da artmıştı.

Minik Bahar’ı ise babası son anda kurtarmıştı.

-Hemşire yeni yapılan bu binaya yeni taşınmıştı.Geliş macerası ise tam bir ibretlikti.Daha önce Adapazarında görev yapmaktayken depremle karşılaşmış ve kurtulmuştu.Denizliye gelmişlerdi.Orada da şiddetli depremden kurtulmuş ve bu sefer dostları kendisine nereye giderse orada deprem olduğunu söyleyerek,bu sefer deprem olmayan bir yere gitmesini söylemişlerdi.O da bu tavsiye üzerine Konyaya gelmiş ve bu binaya taşınmıştı.Gecede hastahanede nöbeti vardı.Ve nöbet için hastahaneye gitmekteydi.Kendisinden sonra ise bina yıkılmış ve buradan da sağ salim kurtulmuştu.Devamı mı şu anda habersiziz…Hayatın her safhası zincirleme birbiriyle bağlantılıdır.

Binada bir kutlama töreni yapılmaktaydı.Arkadaşlarından otuz kişi kadar gelmişlerdi.Depremde beraber…

Bu binada çok zayiat verilmişti.

Yine bu binada oturanlardan bir kısmıda bayram dolayısıyla memleketlerine gitmişlerdi.Depremin olduğunu dışarıda öğrenmişlerdi.

Bina yıkıldığında 18 kişi bayram münasebetiyle başka yerlerde bulunuyorlardı.Bayramda onların kurtulmaları için bir bahane olmuştu.Onlarda ahirettekilerle değil de,buradakilerle bayram yapmışlardı.

Umudunu yitirmeyenlerden biri olan 16 yaşındaki Muhammed’de 131 saat sonra kurtarılmış,hayata yeniden dönmüştü.Ümitlerin ve umutların bittiği yerde hayata göz kırpılıyordu.Kurtarma görevlisi anlatıyor:”Çalışma sırasında plastik bir hortumun hareket ettiğini gördük.O bölgeyi hemen boşalttık.Titiz bir çalışma ile hareket edip hortumun yanına yaklaştık.Orada bir delik gördüm.İçeriye baktığımda Muhammed’in gözlerini gördüm be (Ne yapıyorsun orada?) dedim.Çok şaşırmıştım ve heyecanlıydım.”

Muhammed’in ilk sözünün:”Ağabey beni kurtarın.”olduğunu ifade eden kurtarıcı Çevikbaş,şöyle anlattı:”Muhammet,bize (daha önce beni kurtaracaktınız ama dönüp gittiniz.Ben yukarıda kurtarma çalışmaları sırasında konuştuklarını duydum.Sonunda bir ışık görünce belki farkedersiniz diye yakınımda bulunan hortumu oynattım.) dedi.Şu anda tarifi yapılamaz bir mutluluk yaşıyorum.”

Muhammed şunları anlattı:”Sarsıntının başlamasıyla merdivenlerden aşağı koşmaya başladım.Bina çöktükten sonra umutsuzluğa kapılmamaya çalıştım.Yukarıda enkazda çalışanlar olduğunu duyuyordum.(Nasıl olsa beni kurtarırlar)diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım.Bulunduğum yerde cep telefonu aradım ama bulamadım.Annemin ve kardeşlerimin durumunu düşündüm.”

“Hiç su içtin mi?”sorusuna karşılık”İçmedim,yemek de yemedim.Kaç gün orada kaldığımı bilmiyorum.”diyordu.Oysa ümidini yitirmeden 6 gün kalmış ve bir o kadar daha da bu ümidle kalabilirdi.

Oysa baba Ahmet Kalem çoktan oğlu Muhammed,Hasan ve eşi Havva için mezar bile hazırlamışlardı.

11 kat 5 metrelik moloz haline gelmişti.Binanın yıkılacağı esnada bir ailede bulunan 5 kişi birbirine sarılarak bu dünyadan göçmeyi tercih etmişlerdi.

Bazısı da buraya gelmeden gitmeyi tercih etmişti.Fatma hanımın iki gün sonra dünyaya gelecek olan yavrusu da annesiyle beraber gidenler arasında idi.

Cep telefonları en umulmadık anlarda bile insanın imdadına yetişiyor,hayatını kolaylaştırıyordu.İşte cep telefonu burada da imdada yetişmiş,cepten abisine ulaşmıştı.

Ekrem bey 175 metre karelik olan arsasına daire karşılığında vermişti.Artık kızı da bir ev sahibi olacaktı.Bundan dolayı da sevinçliydi.Ev bitmiş ve kendisine verilen arsa karşılığı daireyi 6 ay öncesinden kızına vermişti.Kızı ve 2 torunu artık ev sahibi idiler.Ancak bu sevinç uzun sürmemiş,tüm ailede evle birlikte kaybolmuştu.

Böylece;Muhammedin durumu ise tam bir ibret levhasıydı.Her türlü kurtarma çalışması yapılmış ve aradan beş altı gün geçip artık ümitler kesilerek kimsenin kalmadığına kanaat getirilmişti.İşte böyle ümitsiz bir anda duyulan kısık bir ses ve esinti sonucu tekrar araştırma yapılarak Muhammed kurtarılmıştı.Bir kendisi sağ kalmıştı.

Yaratılıp dünyaya gelişimizden,yaşayıp ölüşümüze kadar hayatın her bir satırında binlerce hikmet ve ibretlere şahit olmaktayız.Ancak bazen bakıyor görmüyor veya ibret ve ders almıyor veya çok çabuk unutup es geçiyoruz.

Hz.Hüseyin’in ifadesiyle;İnsanlar hep ölümü başkasına verir,kendinden uzak düşünürler.

Harikalar diyarındayız…

25-05-2004

Mehmet ÖZÇELİK




BAZI MEŞHUR OLAYLAR

BAZI MEŞHUR OLAYLAR

HİCRETTEN EVVEL OLAN OLAYLAR

-6212 :Hz.Âdem’in Yaratılışı.

-3974: Hz.Nuh Tufanı.

-3548:Mısır’ın ilk İmarı,oluşumu.

-2570:Hz.İbrahim’in Doğumu.

-2470:Hz.İsmail’in Sünnet Edilmesi.

-2317:Hz.Yakub Peygamberin Mısıra teşrifleri.

-2291:Mısırda yedi sene süren Kıtlık ve Pahalılık.

-2176:Fir’avunun Mısırda erkek çocuklarını öldürtmesi.

-2166:Lâtin Krallığının Teşekkülü.

-2165:Atina Krallığının Teşekkülü.

-2075:Hz.musa’nın Mısırdan Çıkışları.

-1638:Hz.Davud’un Suriye’de Padişahlığı.

-1598:Hz.Süleyman’ın Padişahlığı.

-1327:Roma şehrinin Yapımı.

-1155:Buht-un Nasr’ın Suriye ile Kudüs-ü Şerifi Tahribi.

-1110:İran Şahlığının Kiyaniyan tabakasına intikali.

-916:İskenderin Mısırı İranlılardan geri alışı.

-915:İskenderin İranı istilasıyla Dâran’ın öldürülüşü.

-638:Sasani tabakasının zuhuru.

-612:Mısırın Roma iltihakı.

-585:Hz.İsanın Doğumu.

-517:Romada Papa Tayini.

-484:Camın icadı.

-234:Ayasofyanın Yapımı.

-201:Su terazisinin icadı.

-163:Fransa krallığının teşekkülü.

-40:Tuy kalemi icadı.

-33:Leh krallığının teşekkülü.

-25:İskoçya krallığının teşekkülü.

-14:İngiltere krallığının teşekkülü.

-11:İspanya krallığının teşekkülü.

HİCRETTEN SONRAKİ OLAYLAR

-1:Bedir ğazası.

-10:Veda haccı.

-10:Mekke-i Mükerremenin fethi.

-10:Hayber kalesinin fethi.

-10:Hz.Ebubekrin hilafeti.

-13:Hz.Ömerin hilafeti.

-14.Basranın bina edilişi.

-14:şam’ın fethi.

-19:Kayseriyyenin fethi.

-20:Mısırın fethi.

-24:Hz. Osmanın hilafeti.

-27:Kıbrıs adasının fethi.

-35:Hz.Alinin hilafeti.

-36:Ehli İslam tarafından İstanbulun ilk muhasarası.

-49:Ğalatada Arab camiinin ilk binası.

-60:Kerbala vak’ası.

-75:İslam parasının basımı.

-80:imam-ı Âzamın doğumu.

-82:Sicilya adasıyla Mesina boğazının fethi.

-92:İslamın Endülüse varışı.

-95:Ğalatada Arab camiinin ikinci binası.

-120:Kağıt icadı.

-121:Arablar arasında Kimya ilminin yayılışı.

-150:İmam-ı Âzamın vefatı.

-183:Danimarka krallığının teşekkülü.

-362:Rusya devletinin teşekkülü.

-455:Macar krallığının teşekkülü.

-480:Abdulkadiri Geylaninin doğumu.

-516:Satın icadı.

-561:Abdulkadiri Geylaninin vefatı.

-604:İlk Mevlid-i Şerif okunması.

-604:Hz.Mevlananın Doğumu.

-672:Hz.mevlananın vefatı.

-676:Gözlük icadı.

-687:Gemi pusulası icadı.

-688:Devleti ebed müddet Osmanlının doğuşu.

-699:İstiklalin başlangıcı ve Hutbe-i Şerifenin okunuşu.

-726:Bursanın fethi ve Gazi Hüdavendigarın doğumu.

-728:Osmanlı hümayunun sikke basımı.

-728:Devlet-i Aliyyede Muvazzaf asker düzenlemesi.

-758:Şeyhzade Süleyman Paşanın denizden Rumeliye geçip Geliboluyu ve havalisini fetihleri.

-762:Top icadı.

-773:Edirnenin fethi.

-791:Hz.şah-ı Nakşibendinin vefatı.

-792:Hüdavendigar Gazi hazretlerinin Kosovada muzafferiyet ve şehadetleri.

-796:Selanik ve Yenişehirin fethi.

-797:Yıldırım Beyazıd Han hazretlerinin Niğbolu galibiyeti.

-798:Andalo hisarının inşası.

-798:bursada Camii Kebire temel atımı yapmaları.

-804:Timur Vak’ası.

-833:Bursada Emir Sultan hazretlerinin Vefatı.

-835:Yanya fethi.

-848:Sultan Murad Han hazretlerinin Varna galibiyeti.

-851:Tab’,baskı sanatının icadı.

-852:İkinci Kosova zaferi

-856:Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin Rumeli hisarını bina etmeleri.

-857.Karadan gemileri götürmesiyle İstanbulu fethetmeleri.

-858:Eski sarayın binası.

-862:Amerikanın keşfi.

-868:Fatih camiinin tamamlanması.

-875:Yeni Sarayın tamamlanması.

-880:Mengili Giray Hanın Osmanlı devletine mutavaatı.

-892:Kemal Reisin donanma ile İspanyaya Çıkışı.

-903:İkinci Beyazıd Sultan Han camiinin binası.

-903:Ümid Burnu yolunun keşfi.

-920:Birinci Sultan Selimin meşhur Çaldıran olayı.

-922:Birinci Selimin Mısırı fethi.

-922:Emaneti Celile ile şerefyab olmaları.

-922:Ceb saati icadı.

-922:Haleb ve Şamın fethi.

-923:Dersaadette tersane binası,yapımı.

-935:Birinci Viyana muhasarası.

-937:Can Berd Ğazalinin vefatı.

-947:İmparator Karlosun hezimeti.

-961:Seydi Reisin Doğu Okyanusuna birinci seferi.

-965:Süleymaniye camiinin tamamlanması.

-979:Kılıç Ali paşanın Kaptan-ı Derya,Deniz Kuvvetleri komutanı tayini.

-978:Takıyyüddin gözlemevinin inşası ve onda birlik sayı hesab usulü.

-985:Endülüsün tahliyesi.

-1005:Sultan 3.Muhammed Hanın Ağrı kalesini fethi ve galebesi.

-1012:İslam memleketlerinde tütün kullanımı.

-1050:Enfiyenin İstanbulda kullanımı.

-1051:Avrupada gazete icadı.

-1094:İkinci Viyana muhasarası.

-1116:Büyük Petronun Rusyaya düzen koyması.

-1135:Üsküdarda Matbaanın tesisi.

-1167:Çiçek aşısı icadı.

-1199:Balon icadı.

-1206:Telğraf icadı.

-1213:3.Sultan Selimin Mısırı Mısırı fethi ve kurtarması.(Selimi Salis oldu mülkü Mısra Fatihi sani)

-1215:Taş Basması icadı.

-1222:Vapur icadı.

-1222:İkinci Sultan Mahmud Hanın Haremeyni Muhteremeyni Vehhabilerden tahliye himmeti.

-1233:Avrupa umumi sulh anlaşması.

-1240:Tren icadı.

-1241:Vak’a-i Hayriye ve Asakiri Nizamiyenin tesisi.

-1242:Dersaadette Tıb mektebinin tesisi.

-1253Eski köprünün inşası.

-1254:Karantina düzeninin konulması.

-1255:Tanizmatı Hayriye.

-1259:Sultan AbdulMecid Hanın Madeni para ve akçenin doğru ayarla basımına gösterdikleri himmet.

-1265:Ayasofya camiini imarı.

-1269:Hırka-i Saadet dairesini yeniden inşaya muvaffakiyetleri.

-1277:Mukaddes harem-i Saadetin yapımına muvaffakiyetleri.

-1277:Bursa Camii Kebirini yenilemeleri.

-1278:Torpil’in icadı.

-1281:Vilayet teşkilinin başlangıcı.

-1281:Purusyalıların Avusturya ile Saduh muharebesi.

-1283:Umumi menfaat için sandıkları tesisi.

-1283:İğneli tüfenk icadı.

-1286:Süveyş kanalının açılması.

-1287:Purusya ve Fransa devletlerinin muharebesi.

-1287:Almanya imparatorluğunun ilanı.

-1287:İtalya devletinin Romayı istilası.

-1288:Dersaadette Tramvay ihdası.

-1289:Tütünün inhisar altına alınıp kısıtlanması.

-1289:Tersane-i Âmirede Yüzen Havuz kullanımı.

-1290:Galatada tünel açımı.

-1290:İzmir demir yolunun inşası.

-1293:Kanuni Esasinin vaz’ı,konulması.

-1293:Son Rusya muharebesi.

-1295:Berlin kongresi.

-1296:Resmi Vesika sicillerinin tutumunun tesisi.

-1297:Dersaadette müzenin resmi açılışı.

-1312:Dersaadet rıhtımlarının temel atımı.

-1313:Dersaadette Dar-ul Acezenin resmi açılışı.

-1315:Devlet-i Âliyyenin Yunan ile meydana gelen savaşı ve zaferi.

-1316:Hamidiye Çocuk hastahanesinin resmi açılışı.

-1318:Hicaz Telgraf hattının resmi açılışı.

-1318:Hicaz demir yolunun temel atımı.

Mehmet ÖZÇELİK

28-11-2004




AYRILAN YOLLAR

AYRILAN YOLLAR

Yolların ayrıldığı nokta,ilk nokta.Habil ile Kabil’in yolu,yolların ilkidir..ilk nokta..ayrı yol..ayrılan yol ve yollar…

Tıpkı bir kaynaktan çıkan suyun,değişik kanal ve kanalizasyonlara ayrılışı gibi…

Hayırla şerrin iki temsilcisi..farklılıkların ana kaynağı.Birinde hayır tüm güzellikleriyle ferağat ve fedakarlık derecesinde mevcut olurken,diğerinde şerler tüm tevabileriyle bir arada bulunmakta;kin,nefret,hased olarak kendini göstermektedir.

“Oluklar çift;birinden nur akar,birinden kir…”

Cennet ve cehenneme ayrılan ilk yol.İlk yolun ilk yolcuları..çift kanal..herşeyin tayin ve taksimi için ilk başlama ve başlangıç noktası…

Hz.Adem’in sulbünde yerleşen spermlerin takdirle tayin edilmesi gibi,takdir edilenlerin içinden de mukadder ve müstahsen olanlar temyiz ve tefrik edilmektedirler.

Bütün bu farklılıklar cennet ve cehenneme adam yetiştirmek içindir.

Başta insan olmak üzere şu varlık aleminde kendi mukadder kemalatına bir seyir ve çıkış vardır.Herşey kendisi için takdir edilen o mükemmelliği yakalamak ve o noktaya ulaşmak için çaba göstermektedir.

Aslında farklılık kişinin kendisi olması,kendisi gibi kalmasıdır.Her insan başkası gibi olabilir veya yaşayabilir ancak başkası olamaz.Başkası olan kendisi olamaz.Herkes kendisi olmalı ve kendisi kalmalıdır.Yanlışlar ve yanlışlıklar kişinin kendisi ve kendisi gibi olması demek değildir.Bu da başkası gibi olmak özellikle ve sonuç olarak şeytanlaşmaktır.

Şeytanın adım ve hilelerine tabi olmak kendinden geçip,sıyrılıp onun gibi ve onda var olmaktır.

Hakta kendinden geçip fani olan insanlar,var olup varlığa geçen insanlardır.

Yunus’un;Ben ben de değilem/Bir ben vardır bende/Benden içeru…

Benliğini bulup iç alemine nüfuz eden insanlar kendi derinliklerine seyir edecek,aranılanları orada bulacaklardır.Dışa,kendisinin dışına seyir içerisinde olanlar kendilerinden uzaklaşacak,aradıkları kendilerini başkalarında kaybedeceklerdir.

Benini bulmayan ve bulamayan,beninde kalmayanlar şu dünyanın yüzünde sadece bir ben olarak kalmaya mahkum olacaklardır.

‘Kişi sevdiğiyle beraberdir.’Kişi olduğu veya benzediği kimse ile aynı ben içerisindedir.Hayırda ise bir bütündür.Bütünde bir bendir.Ben de de bir bütündür.

Cennet;benliğinde kalmayanları nüfus değişikliği sebebiyle kabul etmemekte ve sahtekarlıktan dolayı cehennem hapsine mahkum etmektedir.

Kendisi olmak istemeyenlerin ilki olan Kabil kısa bir tatminden sonra yerini nedamet,feryat ve gizlilik içerisine terketmektedir.

Herkes elinin emeğini yemekte ve kendisi için mukadder olan kadere ulaşma düğmesine basan kimse olmaktadır.

Kendisi olmayan veya kendisi gibi olanlarla ittifak kurmayanlar;kaynağından ayrılan su damlaları gibi buharlaşmaya,kaybolmaya,yutulmaya mahkumdurlar.

Ben ve benliğin adı Habil,Ben’siz ve densizliğin adı da Kabil olmuştur.

Mehmet ÖZÇELİK

22-12-2003




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ALEVİLİK

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ALEVİLİK

Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAM) nasıl ki Kur’an-ın ahlakı ile ahlaklanmış ise,Hz.Ali’de küçüklüğünden beri Peygamberimizin ahlakı ile ahlaklanmış bir şahsiyettir.

Peygamber efendimizi namaz kılarken gördüğünde bunun ne olduğunu sormuş,namaz olduğunu öğrenerek küçük yaşından beri bir veya iki vakit peygamberimizden az olarak namazı sonuna kadar kılmış ve o yolda da vefat etmiştir.

İlk inanan dört kişiden birisidir.Şecaat kahramanı ve ilimde deryadır.Peygamberimiz onun hakkında:”Ben ilmin şehriyim,Ali onun kapısıdır.”Yani ilim şehrine ancak Hz. Ali kapısıyla girilebilir.

İslam dininin bu zamana kadar gelmesinde temel olmuştur.

Peygamber efendimizle olan amca çocukluğu ile kalınmamış,bizzat rasulullah kızı Fatıma-tüz Zehra’yı ona vermiş akrabalık daha da pekişmiştir.

Fetih suresinin son ayetinde diğer üç halife gibi övülmüş,simasında secdenin eseri görülenlerden olarak vasıflanmıştır.

Diğer halifelerle birlikte aşere-i mübeşşereden olan bu zatlar hem Kur’anca hem de rasulullah tarafından sena ve övgüye mahzar olmuş şahsiyetlerdir.

Hz.Ali ve diğer sahabileri ne kadar da övmeye kalkışsak övmelerimiz ve ifadelerimiz sönük kalır,kendi sözlerimizi övmüş oluruz.

Peygamberimiz diğer halifelerle de hem manevi bağı kuvvetlendirmiş hem de maddi bağı kuvvetlendirerek akraba olmuşlardır.

Hz.Ömer kızı Hz.Hafsa-yı peygamberimize vermiş,peygamberimizin kayın pederi olmuştur.Hz.Ebubekir kızı Hz.Aişe-yi peygamberimize vermiş,oda peygamberimizin kayın pederi olmuştur.Hz.Ömer Hz.Ali-nin kızı Ümmü Gülsüm-le evlenmiş,Hz.Aliyi kendisine kayın peder yapmıştır.Peygamberimiz Hz.Osman-a iki kızını vermiş ve onların vefatı üzerine yine olsa yine de vereceğini söylemiştir.

Şimdi bu derece birbirlerine yakın ve yaklaşan bu zatların birbirlerini bilmemeleri,-haşa- kötü ise birbirlerine bu derece yakınlaşmak için akrabalık kurmaları neyin ifadesi olabilir?Başta peygamberimiz ve diğerlerinin ne göz yumması ne de küfürlükle itham edilen bu şahsiyetlere birbirlerinin kızlarını vermeleri düşünülemez.Bizler bile vereceğimiz bir kimsenin kafir olması bir yana,sefih ve değersiz bir kimse olsa acaba kızımızı verir miyiz?Bizim için bile söz konusu olmayan bir eksiklik onlar için hiç mi hiç mümkün olamaz.

Hz. Ali zamanında olan olayların temelinde yatan sebeb içtihadî veya siyasidir.

Peygamberimiz kendisinden sonra hilafetin otuz yıl olacağını söylemiş,dört halife ve Hz.Hasan-ın altı aylık hilafetiyle otuz yıl sürmüştür.Kan dökülmemesi için Hz.Hasan kendi rızasıyla hilafetten ferağat etmiştir.

Peygamberimiz hastalığının şiddetlenmesi üzerine mescide çıkamaz.Bunun üzerine imamete Hz.Ebubekiri imam olarak nasb eder.

Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanlar bir yandan defin işleriyle uğraşırken,bu arada da hilafete kimin tayin edileceği hararetle konuşulur ve planlar yapılır.Öyle ki iş büyük bir patlak vermeye kadar gider.İslamdan önce olduğu gibi Medinede ki Evs ve Hazreç tekrar birbirlerine kılıç çekip eski düşmanlıklara dönme tehlikesine kadar varır.Ancak Müslümanların ittifakıyla ve tercihi ile Hz.Ebubekir seçilir.

Hz.Ebubekir peygamberimizin vefatından sonra gelerek yüzündeki örtüyü açar ve:”Mematında hayatın gibi ne güzel ya rasulallah-diyerek öpüp ağlar ve yüzünü örterek etraftakilere teselli verir.

Neticede Hz.Ebubekirin islamdan önce ve sonra da hep peygamberimiz ile beraber oluşu,hicretteki beraberliği,Kur’anca böyle tavsifi,rasulullahın onu imam tayin etmesi meseleleri ile ilk seçimle cumhur tarafından Hz.Ebubekir hilafete getirilir.

Hz.Ebubekir kendisinden sonrası için herhangi birisini tayin etmez.Ve Hz.Ömer seçilir.Hz.Ömer de şehid edilip vefat edeceği anda Müslümanlar tarafından oğlu Abdullahı tayin etmesi istenilince,bir evden bir şehid yeter,Müslümanlar kendi halifelerini kendileri seçsin diyerek herhangi bir kimseyi tayin etmez.

Üçüncü Halife olarak Hz.Osman seçilir.

Her üçünün hilafetinde de Hz.Ali onların kâdıl Kudat-ı yani baş hakimlik görevini yapar.Hz.Ebubekir halife olduğunda ikinci gün giderek onu tebrik eder.Hz.Ömer sefere çıkacağı zaman yerine Hz.Aliyi bıraktığında bunu kabul eder.Eğer aralarında bir problem olmuş olsa idi ya kabul etmez veya kabulden sonra çekilmez veya da onlara karşı baş kaldırırdı.Eğer bir haksızlık durumu söz konusu olmuş olsa idi böyle bir şahsiyetin haksızlığa karşı sessiz kalması düşünülemezdi.

Hz.Osmanın evinin etrafının çevrildiğini,Hz.Osmanın tehlikede olduğunu duyar duymaz Hz.Hasan ve Hüseyini göndererek korumalarını,muhafızlığını üstlenmelerini sağlar.Buna rağmen şehit edildiğini duyunca çocuklarını azarlayarak onları dövmeye kalkar.Ancak onların;isyancıların arkadan merdiven dayayarak içeri girip öldürdükleri özrünü beyan etmesi üzerine dövmekten vaz geçer.

Hz.Aişe ile yapılan Cemel vak’ası ve Hz. Muaviye ile yapılan Sıffin vak’aları bir içtihad neticesinde vuku bulmuş olmaktadır.Bu durumda da isabet eden Hz.Ali ve taraftarları iki sevab alırken,Hz.Aişe ve Muaviye taraftarları bir sevab almışlardır.Kesinlikle küfrü gerektirecek bir olay değildir.Burada hem katil hem maktul ehli cennettir.

Evliyalar silsilesinin başı olan Hz.Ali gibi bir şahsiyetin zahiren siyasette başarılı olamama gibi görülen husus,onun geçici dünya saltanatından ziyade,ebedi manevi saltanatın sultanı oluşundandır.

Hz.Aliye;neden kendisinden öncekilerin döneminde olmayan karışıklıkların kendi döneminde olduğunun sorulması üzerine şöyle demiştir:Onların döneminde bizler vardık,ancak bizim dönemimizde onlar yoktur.

Hz.Hüseyine kerbalada yapılan ciğer parçalayıcı durum tüm Müslümanları dağdar etmektedir.Yezidin zulmü tel’in edilmektedir.

Bugün yirmi kola ayrılmış olan Şiilik,Rafizilik ve Aleviliğin temelinde Yemenli bir Yahudi olan Abdullah bin Sebenin ekmiş olduğu Yahudilik tohumları bulunmaktadır. Bundandır ki Şiilikde de Yahudi inancı hakim durumdadır.

Peygamberimiz bir gün Hz.Aliye;Sende Hz.İsanın sureti var,demiştir.Nasıl ki Hz.İsaya bir kısım Yahudi düşman olup onu inkar ederken bir kısmı da ona ilah demiştir.

Hz.Aliye de Hakem olayından sonra,-Hüküm ancak Allahındır-diyen hariciler huruc edip Hz.Aliye düşmanlık besleyip onu tekfir ile inkar ederken,bir kısım şiada Hz.Aliye ilahlık isnadında bulunmuştur.

Hz.Ali kendisine;Sen Allahsın,diyen Yahudi ve münafığı öldürmeye kalkınca kurnazlığından;Elbetteki Allahlar öldürür,diyerek,öldürülmekten kurtulmuş ve Hz.Ali onu sürmüştür.Bu olaylar ta o zamandan başlamıştır.

Bu güne kadar ehli sünnetin dışında gelen tüm hikayeler birer uydurmadır.Gerçek Kur’anın bu olmayıp Hz.Alinin yanındakidir,denilerek Hz.Ali gibi bir şahsiyete Kur’anı saklama iftirasında bulunmaktadırlar.İslamın en küçük bir meselesi için her şeyini feda eden bir insanın,islamın temeli olan Kur’anın yanlış olmasına ses çıkarmaması ve yanında olduğu söylenilen Kur’anı çıkarmaması tam bir iftira ve onu tanımamaktır.

Bu konuda “Tezkiye-i ehl-i beyt”kitabını yazan H.Hilmi Işık şahit olduğu bir hatırayı şöyle anlatmaktadır:”Maarif meclisine gittiğim zamanlarda,Şiilerin birkaç sandık içinde,bir tefsirleri geldi.Basılmasına izin verilmedi.Sebebini sordular,şeriata uymayan bir yeri mi var,dediler.Evet,Hz.Alinin kafir olduğunu yazıyorsunuz,dedim.Hiddetinden gözleri döndü.Kızma!Dinle dedim:Başında yazılmış ki,Hz.Talha Hz.Aliye sordu ki,Hz.Osman Kur’anı kerimden yetmiş ayeti,Hz.Ömerde seksen ayeti çıkardı deniyor.Bu söz doğru mudur?Hz.Ali,evet doğrudur dedi.Hz.Talha yine sordu ki,değişmemiş olan Mushaf sende imiş,öyle mi?Hz.Ali,evet bendedir.Hem de bu Kur’anın iki katı bende var,dedi.Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermiyecek misin?dediler.Eğer Ebubekir yerine,beni halife yapsalardı verirdim.Bana biat etmedikleri için,vermiyeceğim ve vasiyet edip,kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalsın diyeceğim,buyurdu.

Tefsirinizde böyle yazıyor.Senden Allah rızası için soruyorum ki,Yehudiler,Tevrattaki Muhammed aleyhisselamı bildiren yirmi ayeti sakladıkları için,Allahu taala Kur’anı Kerimde bunların kafir olduklarını bildiriyor.(Ayetlerimi saklayandan daha zalim,daha çok kafir olur mu?) buyuruyor.Hz.Ali (RA) Kur’anı Kerimin iki mislini salkıyarak üç binden fazla ayeti kerimeyi saklamış oluyor.Bu yazınız ile,Allahın arslanını daha zalim,daha kafir yapmış olmuyor musunuz?Allah için,buna doğru cevab ver,dedim.

Şaşırıp kalıp,bir cevab veremedi.Ben ne şii,ne de Sünni değilim.Ben Masonum,dedi.”[1]

Eğer sadece şii olanlar Müslüman olup cennete girecekse,sekiz katlı cennet acaba onlara çok değil mi?

Bu konuda Rafizi olanlar ifrat durumdadırlar.Hadisde:”Benden sonra,rafizi denilen kimseler meydana çıkacak.Onlara rastlarsanız,öldürünüz.Çünki onlar,müşrikdir.Ali bunların alameti nedir?diye sordu.Onlar,sana aşırı bağlılık gösterecek,sende bulunmayan şeyleri,sana söyliyeceklerdir.Kendilerinden önce gelen din büyüklerini kötüleyeceklerdir.”(Darekutni )

Bugün başta İran olmak üzere Hz.Aliye olan muhabbet,Hz.Ebubekir ve Hz.Ömere olan düşmanlıktan kaynaklanmaktadır.

İslamın çıktığı dönemde dünyada iki süper devlet bulunmakta idi.Biri Sasani imparatorluğu yani İran,diğeri ise Bizans idi.Hz.Ömer bunların bu saltanatını Sa’d bin ebi Vakkas komutasındaki ordu ile yerle bir etti.Adeta onun kinini Hz.Aliye muhabbetle gerçekte ise onlara düşmanlıkla sürdürmektedirler.

Şiiliğin yayılmasında 45 yaşında ölen Şah İsmailin büyük katkısı olmuştur.Ancak Şiiliğin anadoluya önemli çapta yayılmasını ise Yavuz Sultan Selim engellemiştir.

Şii alimlerinin iddiaları delil ve kaynaktan ziyade yoruma dayanmaktadır.Görüşleri mesnedsizdir.

Ancak nasılki bir Sünni,Sünni olduğunu söylediği halde Sünnilikten uzaksa,bir şii ve özellikle alevi de Hz.Aliyi sevdiğini söylediği halde onun yolundan uzak bir yaşantı içerisindedir.

Zira namazda en fazla itina gösteren ve bu önemli yolda ölen odur.Onu sevenlerinde kendilerini o yola adamaları gerekirken,nefsi bir fetva ile o namazda öldürüldüğü için kılmadıklarını söylemektedirler.Acaba yemek yerken veya su içerken öldürülmüş olsa idi bu insanlar bunu yapmıyacaklar mı idi?

Hz.Ali;Bir denize bir damla içki düşse,orası kurusa,ot yeşerse,o otu bir koyun yese,ben onun sütünü içmem,etini yemem,diyen bu zatın haramdan kaçışı nerede,onu sevdiğini söyleyenlerin durumu nerede?

Kişi sevdiğiyle beraberdir.Onu sevenin onunla beraber ve onun gibi olması veya ona benzemesi gerekir.

Ancak son dönemlerde Sünniler ile Alevilerin arasındaki köprüler siyasetin önderliğinde ortadan kaldırıldı,aradaki buzlanmalar arttırılmış,sonuçta düşmanlığa vardırılmaya çalışılmıştır.İç ve dış tahrikler sonucu menfiliklere pirim verilmiştir.

Buna rağmen alt vatandaş yönünde pek önemli problem olmamakta,anlaşma,konuşma hatta akrabalık bağları bile tesis edilmektedir.

Bu soğukluğun giderilmesi,iletişim ve yakınlığın sağlanarak ortak noktalarda birleşilmesi ve anlaşılması gerekmektedir.Gayrı müslümle anlaşan bir müslümanın bir çok noktalarda birliği olan insanlarla anlaşamaması düşünülemez.

Gerek halk seviyesinde gerekse de alimler seviyesinde buluşulması gerekir.

Caferiler bu noktada biraz daha ılımlı bir yol izlemektedirler.Deliller serdedilmeli,meselelere insafla yaklaşılmalıdır.

Caferiler namazı üç vakit olarak kılmalarını,Hud.114.ayete ve İsra.78.ayete dayandırırlar.Ancak bununla beraber onlar içinde efdal olan namazın kendi vakitleri olan beş vakit içerisinde kılınması,üç vakitte kılınmasının bir kolaylıktan dolayı tercih edildiğini ve ağırlık kazandığını ifade etmektedirler.Tıpkı bizde sadece hacda yapılan cem-i takdim ve tehir onlarda tüm zamanlarda delil olarak alınmaktadır.

Caferiler secde de alınlarını koydukları toprak cinsinden bir şeyi yanlarında bulundurmaları tamamen yoruma dayalı bir uygulamadır.Rasulullahın alnını toprak üzerine koyup secde etmesi,yerin sertliğinin hissedilmesi amacıyla olup,alna toprağın doğrudan teması şart değildir.Zira kendilerinin de ifade ettiği gibi Rasulullah hasır üzerine de secde etmiştir.O ise toprak değil.Belki yorumla,o da topraktan oluşmuştur diyerek tekellüflü bir tevil içerisine girilmiş olur.

Bir delil olarakta: “Hişam bin Hakem diyor; ben Hz. İmam Sadık (a.s)’a nelerin üzerine secde etmenin caiz olduğunu sorduğumda, İmam (a.s) şu cevabı verdi: “Secde sadece yere ve yenilen ve giyilenleri hariç, yerden bitenlerin üzerine caizdir.” Ben: “Fedan olayım, bunun sebebi nedir?” dedim. Hazret şöyle buyurdu: “Çünkü secde etmek Allah karşısında huzu etmek ve küçülmek demektir. Bu yüzden de yenilecek ve giyilecek şeyler üzerine secde etmek doğru değildir. Zira dünya oğulları, (düşkünleri) yedikleri ve giydikleri şeylerin kullarıdırlar. Halbuki secde eden, secde anında Allah’a kulluk etmektedir. Dolayısıyla da ona secde halinde dünyaya aldanmış olan dünya uşaklarının mabudu olan şeylerin üzerine alnını koyması doğru olmaz. Alnını yere koyması ise daha efdaldir. Çünkü bu, Allah’a karşı tevazu ve küçüklüğünü göstermek için daha uygundur.” [2]

Aleviler kendilerini kendi sitelerinde şöyle tanımlarlar,belki de öyle görünmek isteyen birkaç kişi tarafından:”

“Alevilik nedir, Aleviler kimlerdir?

Alevilik çeşitli ve farklı kültürlerden, dinlerden, inançlardan aldığı ögeleri sentezleyerek bünyesine alarak orjinal bir öğreti yaratmıştır. Alevilikte Hırıstiyanlık’tan, İslamiyet’ten, Budizim’den, Mani inancından, Zerdüşlük’ten, Anadolu’nun yerli inançlarından vb. unsurlar görülür. Düşünüldüğünün tersine Alevilik İslamiyet’ten farkı, onun şartlarına, olmazsa olmazlarına uzak duran bir felsefedir.

Alevilik; insanı merkezine koyan (insanı merkez alan) Anadolu’ya özgü eşi benzeri olmayan bir felsefe, bir inanç, bir yaşam biçimi, bir kültür, bir öğreti ve hatta bunların tümünü de aşan bir toplumsal olgudur.“

“Alevi öğretisinin temelini insan sevgisi yani hümanizm oluştur. Aleviler insanda tanrısal özellikler görürler. Onlara göre insan tanrının yeryüzündeki yansımasıdır. İnsana gösterilecek sevgi ve saygı yeryüzündeki her türlü ibadetten daha değerlidir. İnsana değer verilmelidir çünkü insan dünyadaki her şeyin yaratıcısıdır. İnsan yaratan ve yaşatandır. Hümanizm, insan sevgisi temelinde tüm “kerametlerin/ mucizelerin” insanda olduğuna inanır. Bunu “her ne arar isen insanda ara” özdeyişiyle dile getirir.”

“Alevilik dogmatik ve bağnaz değildir. Aleviler kuralcı ve biçimciliği reddederler. Öze, önem verirler. Diğer dinlerde, inançlarda olan, insan yaşamının her alanına müdahale eden kendileri dışında “doğruyu” görmeyen katı donuk yaklaşımları Alevilikte bulamazsınız. Dogmatizme karşı, bilimden yana, insan aklının ve iradesinin özgürlüğüne inanırlar.”

“Alevilikte bir söz vardır: “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy!”

“Alevi öğretisinde “72 millete bir nazarla bakmak” ilkesi esastır.”( www. aleviyol. com)

-Haksız olarak Osmanlıya saldırılmakta,kendi menfilikleri setredilmektedir.

-1950’de başlayan dini solumaya adeta tahammül edilememektedir.

– Aleviler için sürekli canlı tutacak bazı kıbleler,onu sloganlayacak ve devam ettirip arkasında bir çoklarını sürükleyecek oyunlar hep pazarlanmaktadır.Tıpkı Dersim ve Sivas olayları gibi.Gündemde tutmak için sürekli kızdırılıp pişirilmekte,kinler canlı tutulmaktadır.-Gelin canlar kardeş olalım-sözünün yerini düşman olalım almaktadır.

Alevilerdeki inanç ve yaşayışta farklı farklıdır.Sünni gibi yaşayanından,sünni dışı yaşayanına kadar hepsi mevcuttur.

Alevilerin gerçek kimliklerinin gösterilmesi ve onlara öğretilmesi gerekir.Tıpkı sünni olduğunu söyleyenlerin,sünnet dışı yaşamaları gibi…

Bu konuda Bediüzzaman şu açıklamalarda bulunur:

“Evet çoklar var ki, büyüklerine ve mürşidlerine itimad edip tenbellik eder. Hattâ bazan, “Namazımız kılınmış” der. (Bir kısım Alevîler gibi)…”[3]

“ Sevad-ı a’zama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı a’zama dayandığı zaman, lâkayd Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adedce ekalliyette kalan salabetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.”[4]

“Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise hadd-i vasattır ki, Ehl-i Sünnet Ve Cemaat onu ihtiyar etmiş.

…Belki Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali’nin (R.A.) tarafdarıdırlar. Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali’yi (R.A.) lâyık olduğu sena

ile zikrediyorlar. Hususan ekseriyet-i mutlaka ile Ehl-i Sünnet Ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürşid ve şah-ı velayet biliyorlar. Alevîler, hem Alevîlerin hem Ehl-i Sünnetin adavetine istihkak kesbeden Haricîleri ve mülhidleri bırakıp, ehl-i hakka karşı cephe almamalıdırlar. Hattâ bir kısım Alevîler, Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terkediyorlar.”[5]

“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î mes’eleleri bırakmak elzemdir.”[6]

“Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz” mealindeki âyet, o zamandaki ihbar-ı İlahî ile bilinen kat’î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şübhe ile, münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem “Lâ ilahe illallah” der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse, namazı kılınabilir. O Aliköy’de Alevîler çok olduğunu ve bir kısmı Râfızîliğe kadar gidebilmesi nazarıyla, onların en fenası da, münafık hakikatına dâhil olmamak lâzım gelir. Çünki münafık itikadsızdır, kalbsizdir ve vicdansızdır, Peygamber (A.S.M.) aleyhindedir. (Şimdiki bazı zındıklar gibi.) Alevî ve Şiîlerin müfritleri ise; değil Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, belki Âl-i Beyt’in muhabbetinden, ifratkârane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i Şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil ehl-i bid’a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali Radıyallahü Anh yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radıyallahü Anhüm)e ilişmeseler, Hazret-i Ali Radıyallahü Anh o üç halifeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar yeter.

Hem madem Risale-i Nur şakirdlerinin en büyük üstadı, Peygamber’den (A.S.M.) sonra Celcelutiye’nin şehadetiyle İmam-ı Ali Radıyallahü Anhu’dur; onun muhabbetini dava eden Şiîler, Alevîler, Risale-i Nur’un derslerini Sünnîlerden ziyade dinlemeseler, Âl-i Beyt’e muhabbet davaları yanlış olur. Zâten kaç sene evvel, o Alevî köyünde üç Ali’nin himmetiyle masumlar Risale-i Nur’u şevk ile yazmalarını işittim. Hattâ o zamanda, o köyü de duama dâhil etmiştim. İnşâallah yine orada imam olmak istenilen kardeşimiz Ali’nin himmetiyle ve Hâfız Ali’nin (R.H.) vârisi Küçük Ali gibi kardeşlerimizin gayretiyle, onların hakkındaki dualarım boş gitmeyecek; o köydeki iki kısım Sünnî, Alevî ittifak edecek.”[7]

“Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rüfaî Tarîkatlarının bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-yı Raşidîn, Aşere-i Mübeşşere’ye ilişmemek şartıyla muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç-dört faidesi var:

Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten [8]bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.

İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt’in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faidedir.

Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine âlet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali’dir (R.A.) ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.”[9]

“İşte; şimdi gizli münafıklar, Vehhâbîlik damariyle, en ziyade İslâmiyet’i ve hakikat-ı Kur’aniyeyi muhafazaya me’mur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip, ehl-i hakikatı Alevîlikle ittiham etmekle birbiri aleyhinde istimal ederek, dehşetli bir darbeyi İslâmiyet’e vurmağa çalışanlar meydanda geziyorlar.”[10]

“Lâkayd Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfızîliğe dayandı.”[11]

BEN BİR ALEVİYDİM

(Alevi bir öğretmenin hatırası)

Genelde herkes ailesinin dini üzeredir.Ben de bir alevi ailesinde dünyaya geldim.Otomatikman bir alevi olmuş oldum.

Okumayı seven bir kimse idim.Okudum ve ilk okul öğretmeni oldum.Bir müddet sonra tayinim Bitlis’e çıktı.Çok korkmuştum.Kürtlerin içerisine nasıl gidecektim!Eğer benim birde alevi olduğumu öğrenirlerse halim ne olurdu?

Bu düşünceler içerisinde iken,çok sevdiğim Hasan Sabbah’ı rüyamda,bir uçağın içerisinde o ve ben olduğumuz halde Bitlis’e doğru gidiyorduk.

Bu bana bir işaret oldu.Artık rahatlıkla gidebilirdim.Gönlüm rahatlamıştı.

Hanımım oruç tutuyordu ama ben tutmuyordum.Tutamazdım da..çünki aleviydim!tutmamam gerekiyormuş!..öyle diyor dedelerimiz…

Küçük de bir çocuğumuz vardı.Buna her gün süt gerekmekteydi.Çünki annesinin sütü yoktu.Komşumuz olan imam efendi,sağ olsun devamlı bize yakınlık gösteriyor,süt gönderiyor hatta para bile almıyordu.

Bu hoca efendinin göstermiş olduğu bu müsbet hareket,bende büyük etki yaptı.

Bir gün hanım;-Bey!Bu hoca efendi bize bu kadar iyilikte bulundu,bari hiç olmazsa sen de arada bir camiye namaz kılmaya git,bir görün…

Ben de namaz kılmasını bilmediğimi söyledim.

Hanım ise bana,onların yaptığı gibi yapmamı söyledi.

Eni sonu gittim gittim..zorda olsa haftada bir iki sefer tepkileri de üzerime çekmemek hem de minnet borcumu ödemek için gidiyordum.

Bir ara çarşıya çıktığımda gizlice bir kitapçı dükkanına gidip,resimli bir namaz hocası aldım.Böylece namazın kılınışını daha iyi öğrenmeye başladım.

Bir gün yine namazdan çıktığımda hoca efendi elimden tutarak;Hoca,bugün bize gideceğiz,diyerek beni evine götürdü.

Bana bir kitap okudu.Çok hoşuma gitmiş,beni çok etkilemişti.

Sohbet sonrası ayrılırken kitabı vermesini istedim,bir niyetim de içerisinde bazı eksiklikleri bulup tesbit ederek,hocaya itirazda bulunmaktı.

Yanıma kağıt kalem koyup okumaya başladım.Bir kitap,iki kitap,üç kitap derken,hiç birisinde bir eksiklik ve itiraz edecek bir nokta bulamamıştım.

Bu kitablar Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur eserleri idi.

Gün be gün kendimde bazı değişikliklerin farkına varıyordum.Artık namazı sürekli kılmaya karar verdim.

Bir Cuma günü camiye gittiğimde hocanın hutbesinin konusu aleviler olmasından dolayı,hoca Alevileri atıp tutuyordu.Dikkatimi çekerek dinlemiş ancak rahatsız olmamıştım.

Namaz sonu herkes çıkmış,bir hoca bir de ben kalmıştık.O zamana kadar kimse benim alevi olduğumu bilmiyordu.

Hocaya dönerek;Hocam,ben de aleviyim,der demez şaşıran hoca,Öyle mi?deyip ağlamaya başladı.Ben ise kendisine;Hocam,bu söyledikleriniz daha onda biri bile değil,dediysem de,hoca çok üzülmüştü.

Yaz tatilinde memleketime gitmedim,orada kalıp Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye başladım.Artık ben ve hanım beş vakit namazımızı kılıyorduk.

Babam gil bizi arayıp,gitmeme sebebini sorduklarında da;yolun uzak oluşu bahanesini öne sürerek geçiştirmeye çalışıyorduk.

İki yıl kadar sonraydı.Babam bize gelmişti.Hanımı önceden tenbihleyerek;sofrayı kurmasını,benim sofraya biraz geç geleceğimi,eğer babam sorarsa özellikle namaz kıldığımı söylemesini planlamıştım.

Aynı planımız üzere babam beni sormuş,aynı cevabı alınca sofradan çekilerek,ısrarla yemek yemiyeceğini söylemeye başlamış.Benimde çok ısrarlarıma rağmen yememekte kararlıydı.Ben rahatça yemeğimi yemeye başladım.Yemeğini bitiren hanıma da;Namazı geçirmemesini,hemen kalkıp kılmasını tenbihledim.Bununla da ayrı bir şok olmuştu babam…

Buna rağmen Kırk gün bizde kalan babama kitap okuyor,açıklamalarda bulunuyordum.Ve nihayet babamda namaza başlamıştı.

Ancak köye dönen babamı akrabalar ve çevre sıkıştırarak tekrar namazı bıraktırmışlardı.

Bir yıl sonraki yaz tatilinde artık köye gitmemin,orada bu gerçekleri anlatmamın zamanı gelmişti.

Köyün gençlerini toplayıp onlarla sohbetler düzenledim.Gün be gün gelişmeler oluyordu.

Benim bu durumuma öfkelenen özellikle bir kısım yaşlılar sırf benim için İzmir’den üç tane dede getirttiler.Beni tekrar eski durumuma döndürmek istiyorlardı.Ancak böyle bir toplantıya köyün aydın ve kültürlü kimselerinin de katılmaları şartıyla kabul ettim.Öyle de oldu.

Bunlar Kur’an-ın 32 cüz olduğunu,iki cüz’ün eksik olduğunu söylüyorlardı.

Bende kendilerine;Öyleyse çıkarın,ortaya koyun o iki cüz’ü,madem varsa neden göstermiyorsunuz?Madem gösteremiyorsunuz,o halde bu 30 cüz’ü kabul edin!

Ancak bunlar bu iki cüz’ün Hz.Ali ile ilgili olduğu için çıkarılmış olduğu kanaatına varmakta ve öyle bir inanca zorlanmakta idiler.

Gençler ise onların tutarsız ifadelerine itibar etmeyip,benden taraf oldular.

Dedelerle de bir netice alamamışlardı.Fakat ben on’dan fazla gencin namaza başlamasıyla bir netice almıştım.

Bende yeni bir kanaat oluştu;Artık köye gelmeliydim.

Ve nihayet köyüme olmasa da,köyümüze yakın Sünni bir köye tayinimi yaptırmıştım.Hafta sonları köye gidiyor,gençlerle ilgileniyordum.Gözle görülür büyük bir gelişme oluyordu.

Ancak her hayırlı işin bir muzır manisi olduğu gibi,bizim bu gayretimizin de muzır manisi olmuş,12 Eylül ihtilali olmuştu.

Bir çok yerleri aradıkları gibi,bizi de aradılar.Kitaplardan dolayı suçlu bulunarak sürgüne yollandım.

Sürgün benim için bir terfi,tarlanın sürülmesi gibi olmuştu.Kendimi bulmuş,kafa dengi insanlarla karşılaşmıştım.Şimdilik çevremden uzaklaşmıştım.

Biz Hz.Ali’yi seviyoruz diye iddia ediyoruz fakat asla onun yaşantısıyla ilgisi olmayan bir hayat içerisinde hayatımızı sürdürüyorduk.

Şu anda yurt dışında olan alevi bir arkadaşım da anlatmıştı;Kendisinin rafizi olduğunu,hristiyanlar gibi Hz.Ali’ye Allah dediklerini,öyle kabul ettiklerini ve bu durumda kendisi gibi bir çoklarının olup,ancak kendisinin Risale-i Nur’ları okuyarak kurtulmuş olduğunu anlatmıştı.

Sünniler islamiyeti bilmiyorsa,aleviler hiç bilmiyordu.

Veya yanlış telkinlerde sürekli kindar bir ortamda canlı tutuluyorlar.

Hepsi öylemiydi?Elbette değil.Aleviler Sünnileri,Sünnilerde Alevileri gerektiği gibi tanımıyorlar adeta tanımalarına müsaade edimiyordu.Sürekli çarpışmalı ortamlar oluşturuluyordu.

Bir gün Sünni arkadaşlar içerisinde konuşurken,Alevilerin sünnetsiz olduklarından bahsetti,alevi olan diğer bir arkadaşımız ona karşı;çıkarıp göstereyim mi?dedi.

Bu gibi hoş olmayan şeyler az değil.

Adeta birbirimizi kulaktan duyduğumuz sözlerle tanıyor ve tanıdığımız gibi de görmek istiyoruz.

Diyalog ve iletişim eksikliği ciddi boyutta mevcut.

Birkaç Sünni arkadaştan işitmiştim;Dedeleri zamanında Sünniler ile aleviler birbirlerine gider gelirler,samimilik ve dostluklarını devam ettirirlerdi.

Özellikle siyasetin açtığı yara ile bu yakınlık bir çok uçurumların açılmasına neden olmuştur.

Düşünemiyoruz ki;eğer babamız,bir büyüğümüz,çok sevdiğimiz birisi eğer yemek yerken öldürülmüş olsa,kesinlikle bizde yemek yemiyeceğiz mi deriz?Yoksa,madem o bu yemeği yerken öldü,severdi,bizde bunun gibi yapalım,bunu yiyelim veya normal olarak yemeye devam edelim derdik.

Hakeza,kitap okurken öldürülse idi,bizde o halde ve o yolda okumayalım demeyiz.

Hz.Ali madem ki şerefli bir görev olan namaz yolunda öldürülmüş,bizde aynı yolda ölünceye dek kılalım ve o yolda ölelim dememiz gerekmez mi?

Hz.Ali ki;Eğer bir denize bir damla içki düşse,orası kuruyup ekin olsa,o ekini bir koyun gibi hayvan yese onun etini yemem,sütünü içmem veya ekilse,ekmek olsa ben o ekmekten yemem,diyecek kadar içkiden kaçarken,teamüllere baktığımızda tersi durumlarla karşılaşmaktayız.

Her üç din mensubları da kendilerini kurtaracak bir mehdi ve Mesih beklemekteler.Böyle bir kurtarıcıyı beklemek elbette bizim de hakkımız vede ihtiyacımızdır.

Öyle inanıyorum ve iman ediyorum ki;Ana ve baba tarafından Hz.Ali’nin torunu olan Bediüzzaman Said Nursi ve onun Risale-i Nur eserleri biz aleviler için bir kurtuluş vesilesi ve bir kurtarıcı olacaktır.

Beni kurtaran bu hakikatlar,inşallah onları da kurtaracaktır.Yeter ki bir an evvel ulaştırılsın ve anlatılsın…

Zira bu insanlar asla hristiyan ve Yahudilerden daha azgın kişiler değillerdir.Onlar islama girip islamı yayarken,neden bizler uzak kalalım???

Bize uzanacak bir ele ihtiyacımız var ve o eli bekliyoruz.

Rahmeti ilâhiyyeden ümid vârız.

Bu aynı zamanda kulak verilmesi gereken bir feryattır…

Mehmet ÖZÇELİK

11-12-2002

[1] İslama hizmet.H.H.Işık.sh.64.

[2] Bihar-ül Envar c. 82 s. 147.

[3] Sözler.413.

[4] Mektubat.475.

[5] Lemalar.25-26.

[6] Lemalar.26,Emirdağ Lahikası.1/205.

[7] Emirdağ Lahikası.1/78-79.

[8] BEKTAŞİLER:Alevilikten esinlenmesine karşın kendilerini İslamdan ayrı düşünmediler. Tarikat izlenimini uyandırdılar. (Aşık, talip, muhip, derviş, baba halife, dede babalık aşamaları vardır.)7 halifeleri vardır. Hacı Bektaş yolunun öğrencilerinden olup da dergah ve tekkelerde hizmet edenlere derviş denir. Nikah birdir. Evlenen yoldan düşer. Cenazeleri Sünniler gibi kaldırırlar. Cenazeyi din büyükleri kaldırır. Sazsız semah okunur. Hıdır kurbanı ve orucu 11 Şubat’ta başlar, 4 hafta sürer. 12 gün Muharrem orucu tutulur. Tek namaz(oturduğun yerde), dik namaz(cenaze namazı), halk namazı(kırklar namazı) vardır arka arkaya kılınan namaz makbul değildir. Güneş bir nurdur. Güneş Muhammed, ay Ali’dir.”( ANADOLU VE BALKANLARDA ALEVİ YERLEŞMESİ. Yazar : Nejat BİRDOGAN)

[9] Emirdağ Lahikası.1/241-242.

[10] Tarihçe-i Hayat.501.

[11] Sünuhat-Tüluat-İşarat.21.




BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Bir varmış,biri varmış,bir zamanlar varlık alemi olan dünyaya gelmiş.Gelişine başta ailesi çok sevinmiş.Ailesinin çabası evlatlarının varlığını sürdürmekmiş.Kendisi de hayatı boyunca hem kendi varlığını sürdürmek hem de ailesinin ve çocuklarının varlığını sürdürmek için çok çabalamış.Çokta yorulmuş.Varlığını devam ettirmek öyle pek de kolay olmuyormuş.

Başarılı ve zeki birisi olmasına rağmen kalabalık bir aile oluşu ve ailenin kendisini okutamaması dolayısı ile o gün revaçta olan köşkerlik şimdiki adıyla ayakkabıcılık mesleğini seçmiş.Zaten memlekette herkesin mutlaka bir ayakkabıcılık mesleğine girişi ve çalışması vardır.

Bir ara kısa bir dönem için etrafta yaygın olan göz hastalıklarından dolayı köylere gidip trahomda çalışmış.Amcası oğlu Kamberle bu işi yapmışlar.

Hayatının çizgisini ise bu sırada görmüş.Zira karşılaştıkları bir ihtiyar,nurani bir kişi bunlar hakkında bazı sırlardan bahsetmiş.

Önce Kambere dönüp,kendisinin ailesiyle mutlu olmadığını ve boşanacağını söyleyerek,yeni evleneceği kişiden bir kızının olacağını ve kendisinin de genç bir yaşta öleceğini söylemiş.Ve Kamber aynen bu olayları yaşayarak vefat etmiş.

Kendisine gelince;Mühim ve ölümcül bir kaza atlatacağını,eğer ölmezse 73 yaşına kadar yaşayacağını söylemiş.

Kendiside bazen bunları anlatırdı.Aynen de 1985 yılında ölümü muhakkak olacak olan bir trafik kazasında bulundukları kamyon köprüden uçtu.Kamyonun oturdukları yerinin korumalı olması sebebiyle yara alsa da ölümden kurtuldu.Gözü gücünü kaybetmişti.

73 yaşını bekliyordu.ölümüne hazırlanıyordu.Hatta bir Cuma günü gusül abdesti almış,öleceğini tahmin ediyor ve bekliyordu.

2004 yılı 72 yaşın bitip 73 yaşına girdiği yıldı.Enişteye sormuştum.Acaba 73 yaşın başımı,ortası mı yoksa sonumu olacaktı?

Kendisi gibi ben de bekliyor,birazda tedirgin oluyordum.Takdiri ilahi gereği başı imiş,başı olmuş,26-Mart-2004’de bir Cuma günü vefat etmişti.Rahmetullahi aleyh…

Kendisi okumamış,okuyamamış fakat onun acı ve eksikliğini hissettiğinden beni okutmuştu.

Niye sahabeler bu kadar büyük diye düşünürdüm.Öyle ki sahabelerin içerisinde iman edip de rasulullaha gelerek;Allah yanında amellerin en hayırlısının ne olduğunu sorup,aldığı cevapta da Allah yolunda cihad olduğunu öğrenen o insan bir vakit namaz bile kılmadan savaşa gitmiş,şehid olmuş ve en büyük veli de ona yetişememiştir.

Bunu teyiden,”Efendimiz sahabeye:”Ebubekirin sizden üstünlüğü çok namaz kılmasından değil,çok zekat verdiğinden de değil,çok cihad ettiğinden de değildir.Onun göğsünde öyle bir iman var ki,kıyamete kadar gelecek bütün müminlerin imanı bir teraziye Ebubekirin imanı bir teraziye konsa,Ebubekirin imanı ağır basar.”(Hayatım-Hatıralarım-M.Kırkıncı.189)

Bu bir mukayese için olmayıp,teşbihde de hata olmaz.Ben okumuş,babam ise okumamış bir kişi olmasına rağmen onun yakaladığı samimiyet ve sebatı tam olarak yakalamış değilim.

Babamla namaza beraber başlamıştık.O başladığından beri hiçbir gün dahi aksatmadan seher vakti abdestini alır,imam ve müezzinden önce kış ve yaz,karanlık ve hastalık demeden her gece sabah namazına camiye gider,sabah namazını cemaatla kılardı.Ameli azda olsa sürekli idi.

Hayatın sıkıntıları ve zorlukları kendisini sıkmış ve zorlamıştı.Uzun bir istirahatı kendisi de arzu ediyordu.

Eskilerin dualarında imanla ve pis olmadan gitmeyi dualarında sürdürmeleri gibi,iki gün yatak,üçüncü gün toprak onların en büyük istekleriydi.Ne kendileri çekmeli,ne de etrafındakilere çektirmeli idi.

Birinci gün fenalaşmış,ikinci gün ağırlaşmıştı.Gidici gibi idi.Devamlı yakınlarını soruyor,bir hafta öncesinden uzak ve yakındakileri sorup helallaşıyordu.

Bu durum bana yıllar öncesini hatırlattı.Talebeliğimizin son yıllarında Kayseride,bir dostumuz sekerat halinde sıkıntıda olan bir akrabasının bir türlü ölemediğini ve 41 yasin okumamızı istemesi üzerine gitmiştik.

Gördüğümüz manzara ise gayet korkunçtu.Mübalağa gibi görünse de hal şöyleydi;neredeyse karnı bir metre kalkıyor ve iniyordu,boğazından çıkan hırıltı adeta arabanın eksozu gibiydi,yüzü simsiyah adeta karnında bulunan dikenli bir tel ağzından çıkarılıyor gibi bir haldeydi.Biz beş ilahiyatçı arkadaş Yasinleri okumaya başladık.Her bir devirde karnı iniyor,sesi kısılıyor,nabzını yokluyorlar,kulaklarını ağzına dayayıp nefes alıp almadığına bakıyorlardı.

Okuduğumuz yasinler 38’i bulmuştu ki 26 yaşındaki o genç vefat etmişti.

Hatta bunu anlatırken biri şu noktaya da dikkatimizi çekmişti;38 nedir biliyormusunuz,demişti ve eklemişti;Kayserinin trafik numarası…

Acaba gencin hayatta yaptığı bir yanlışlık var mı diye o dostumuza sormuştum.O da pek böyle bir durumuyla karşılaşmadıklarını söylemişti.İlla bir suç olması gerekmediğinden bazen imtihan ve ödüllendirmek için de olabilirdi.

Babamın yanında kaldığım son gecede bunu düşünmüş ve Yasinleri okumaya başlamıştım.Kardeşlerim de evde okuyorlardı.Nefes almakta zorlanıyordu.Gündüz doktorda şaşırmış,iyiye gider bir hal almıştı.Ancak Yasin ve Cevşeni okumayı sürdürmüştük.Üçüncü günün akşamında hakkın rahmetine kavuşmuştu.Rahmetullahi aleyh.

Bir yokmuş..şimdi ise yokmuş..iki nokta arasında yaşamış..bir zamanlar var iken şimdi yokmuş.

İşte o benim babamdı.

Vefatından iki ay öncesiydi.Kendi yaşıtı olan bir arkadaşının hasta olduğunu duymuş,telefonla onu arayarak halini sormuştu.Kendisi iyi,arkadaşı ise hasta idi.

Bu sefer musalla taşında ikisi yan yana yatıyor ve cenaze namazları beraber kılınıyordu.Kabirde de yan yana kazılan mezarda komşu olmuşlardı.

Aradan geçen bir hafta sonra kız kardeşim gördüğü rüyada,onu Şanlıurfa da bulunan,peygamberler şehri olan bu beldede dergaha götürüyorlardı,kendisine şimdilik onu bir müddet dergahta tutup,tedavisini yaptıktan sonra bırakacaklarını,kabrine şimdilik gitmemelerini,gitseler de bulamıyacaklarını söylüyorlardı.

Belki de küçüklüğünden beri sakat olan ayak ve belinden dolayı maddi ve manevi kirlerinden arındırılarak temizlenip öyle gönderilmek üzere o peygamberler şehri ve Bediüzzamanın misafirliğinde ve gözetiminde tutuluyordu.

Yaşanmış bir olay olarak,60 yaşlarındaki köylü bir vatandaş düşünmektedir;eğer Azrail gelse önce kimin ruhunu alır?Kendi köyünde bulunan insanları gözünün önüne getirdiği gibi,bildiği yakın köylerdeki insanları da göz önünde bulundurarak şu hükme varır;

Falan kişi felçli,filan benden en az on yaş büyük diyerek en az yedi-sekiz kişi sayar ve rahatlar.Demek ki Azrail gelse önce mutlaka onlara uğrayacaktır.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış,kaderin takdir sırası değişmemiş,sıralarda olan farklılık ve değişiklik kendi hesabını değiştirerek iki gün sonra vefat etmişti.

Eniştemizin annesi de sık sık yaptığı duada;Ya Rabbi!bana Peygamberimin yaşından fazla ömür verme,der.Ve samimiyetinin ve o sevdiği zata kavuşma isteği kabul edilir ve 63 yaşında vefat eder.Rahmetullahi aleyh…

Mevlananın Mesnevisinde anlatılan bir olayda;Süleyman peygamber zamanında hocanın birisi evden çıkınca Azraili görür.Bakar ki Azrail kendisine bakıp gülmekte.Bu korku ve telaş ile aralarının iyi olup tanıştığı Süleyman peygamberin yanına gider ve kendisini buradan uzaklaştırmasını söyler.Süleyman peygamberin sebebini sorması üzerine verdiği cevapta;

Azrailin kendisine güldüğünü,bununda hayra alamet olmadığını söyler.Süleyman peygamber nereye göndermesini sorduğunda da hoca bizzat kendi isteğinde,Hindistanın,lahor’un,Sinca kasabasına göndermesini ister.

Maddi her güç yani cinler,rüzgar ve hayvanlar emrinde olan Süleyman peygamber üç aylık yola yani Filistinden Hindistanın Lahorun Sinca kasabasına üç saat içerisinde ulaştırır

Aradan geçen bir hafta sonra Azrail bir sebeble Süleyman peygamberin yanına uğradığında geçen haftaki hocaya gülüş sebebini sorar.

Azrail bir daha gülerek meseleyi kendisinin de daha hala çözemediğini söyleyerek şöyle anlatır;

Allah bana geçen hafta ruhunu alacağım insanların listesini vermişti.Listede hocanın da ismi vardı.Ancak Allah bana hocanın ruhunu Hindistanın,Lahor’un,Sinca kasabasında almamı söylemesi üzerine,hocanın bu üç aylık yola üç saatte nasıl ulaşabileceğini düşünerek hayretimden güldüm ve Allahın hikmetinden sorulmaz diye de düşündüm.Ve bana verilen adrese gittiğimde hocanın orada hazır bulunduğunu görünce ruhunu aldım.Ancak oraya nasıl geldiğini hala çözmüş değilim,diyerek ilahi hikmeti dile getirmesi üzerine olayın diğer yönünü Süleyman peygamber özetle;Kendisinin gülmesinden dolayı hocanın telaşa kapıldığını,yanına gelip bizzat kendi isteğiyle oraya ulaştırmamı istemesi üzerine ben de onu oraya gönderdim diyerek kaderi planın eksik bilinen noktasını da tamamlamış oldu.

İnsanlar hayat ve yaşantılarıyla,kaderin hesabını kendi iradeleriyle tamamlamaktadırlar.

Altı yaşındaki çocuğun birisi arkadaşlarıyla oyun oynamaktadır.O sırada ezanın okunması üzerine oyunu bırakıp abdestte koşar ve arkasındanda cemaata yetişip namazını kılar.

Bu durum dikkatini çeken yaşlıca birisi çocuğa yaklaşarak daha küçük olduğunu,hele biraz daha büyüdükten sonra namazı kılabileceğini söylemesi üzerine zeki çocuk şu cevabı verir:

Amca,dün beraber olduğumuz benden bir yaş küçük arkadaşım dün öldü.Evet o benden bir yaş küçük idi.Ölüm ona benden bir sene evvel ulaştı.

Ölüm bir yokluk değil bir oluş ve kavuşma idi.Bir terhis ve istirahat idi.Bir nimet ve bir kurtuluş idi.Beden kafesinin kırılıp,ruh kuşunun geniş alemlere geçişi idi. Mevlananın ifadesiyle bir Şeb-i Arus yani gerdek gecesi idi.Gerçek sevgiliye kavuşma ve O’nunla bir buluşma idi.Ölüm tohumun ölüşü gibi yeni bir aleme ve alemde doğuş idi.Eskiyen beden elbisesinin yenilenmesi idi.Ruhun hürriyetidir ölüm.Anne karnından daha geniş bir aleme geçiştir adeta…Ölüm yüzde doksan dokuz sevdiklerimize kavuşmadır.Ölüm umumi bir yoldur.Ölüm öldürülemez.Ölüm hayat gibi mahluk olup ancak onu yaratan onu öldürür.Herkesi öldüren ölüm bir gün kendiside ölecektir.Şairin ifadesiyle hiç güzel olmasaydı ölüm,ölür müydü peygamber.Gidenler gittikleri yerden memnunlar ki,dönmüyorlar geri.Ölüm dönüşü olmayan bir gidiştir.İki kapılı bir handan geçiştir.Ölüm dünya imtihanın bitmesi ve ücret almaya gidiştir.Doğuşun hakikatı gibi,ölüş de bir hakikattır.

Ölümden korkanlar için ise Ölüm;tıpkı imtihanda olan bir öğrencinin,hele bir de ilk anlarını boşa ve boşta geçirmişse düştüğü sıkıntılı,ümitsiz ve telaşlı,korkulu hal ve anıdır.İşte o an ve zaman..Düşünmesi dahi uykuları kaçıracak korkunç haldir.Herşeyini vererek olmaya çalışacağı anlar ve saniyeler ve onların değeri ve o insanın acınacak hali ve düştüğü ahval…

Yâ men bi-dünyağuş teğal

Gad ğarrehu tùlül emel

Evelem yezel fi ğafletin

Hatta denâ minhul ecel

El mevtu ye’ti bağteten

Vel kabru sandùkul amel

İsbir alâ ehvâiha

Lâ mevte illa bil ecel…

Ey dünya ile meşgul olan kişi,

Onu tùlü emel,uzun emel ve hayaller aldattı.

Gaflet içinde süregeldi,

Tâ ki ölüm yaklaşana kadar…

Ölüm ansızın gelir

Kabir ise amellerin bir sandukası,saklandığı yerdir.

Dünyanın korku ve dehşetlerine karşı sabret.

Ölüm ancak ecel,sürenin bitmesi iledir.

-Gel nazar kıl mezarımın taşına

Âkil isen aklını al başına

Bir dem bende safâ sürdüm cihanda

Âkibet bak taş diktiler başıma…

Mehmet ÖZÇELİK

08-04-2004




BABASINI ÖYLE GÖRMEK İSTİYORDU

BABASINI ÖYLE GÖRMEK İSTİYORDU

Daha ortaokul öğrencisiydi.Saf ve samimi bir kız idi.Ancak bu samimiyetini sürdürecek bir destek bulamıyordu.Babasının kendisi için örnek olmasını çok istiyordu.Adeta bu duygularla dolmuş,bunu da dışarıya aksettiremeden kapatmıştı. Gördüğü rüya ise alemini değiştirmede bir adım olmuştu:

Ramazandan bir gün önceydi.Gördüğü rüya hem kendisini sevindirmiş,hem de ümidlendirmişti.

Rüyasında tek başına hacca gidiyordu.Bir cümlelik bir rüya.Yeni bir yola giriyordu..yeni bir hayatmıydı yoksa bu?

Rüyanın neticesini ise bir gün sonra görmüştü.Adeta iki bayramı,iki bereketi yaşıyordu;Biri ramazanın bereketi,diğeri ise bir yandan babasının diğeri ise kendisinin namaza başlayışı.Bu namaz ramazanlık bir namaz değil,inşallah şu anda da devam ettiği gibi,ileride de devam ettirilecek bir namaz idi.

Bu insanların namaza başlamaları için illaki rüya görmeleri veya hacca gitmeleri mi gerekmektedir?

Tevbe,istiğfar,samimiyet ve gayret yeni bir hayata atılan adımdır.




BEREKETLİ ADIYAMAN

BEREKETLİ ADIYAMAN

Adıyaman tarihi yapısı itibarıyla M.Ö. 40.000 yılına kadar uzandığı,M.Ö.900-700 yılları arasında Asurluların etkisinde kaldığı,Türklerin 751 yılında Talas savaşıyla İslamiyeti kabul etmesi üzerine,643 yılından itibaren İslâmın etkisi alanına girdiği rivayet edilmektedir.

Adıyaman;Güneydoğu Anadolu bölgesinde,Karasal bir iklime sahip,yer altı zenginlikleri bakımından zengin olup,sadece Türkiye’de çıkan petrolün % 55 civarındaki bir bölümü Adıyaman’da çıkmaktadır.

Gerek Nemrut dağı,gerekse Pirin mağaraları,Eski Samsat ve Eski Kahta ilçelerindeki tarihi kalıntılarla turistik bir kent izlenimini hala sürdürmektedir.

Adıyaman biri sel diğeri yangın olmak üzere iki büyük felaket yaşamıştır.

“1237-1246 tarihleri arasında Selçuklu tahtına geçen II.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Adıyaman taraflarında peygamberliğini ilan ederek isyan etmiş olan ‘Baba İshak’(Babailer isyanı) ın çevresinde toplanan Türkmen boyları kısa bir sürede silahlanarak Kefersud,Adıyaman ve Samsat bölgesinde başlattıkları ayaklanma devletin zayıflığını ortaya çıkarmıştır.”[1]

-XVI.yüzyılda Dulkadirli Türkmenlerine bağlı Maraş Yörüklerine tabi Araban (Araplar) taifesi bulunmaktadır.Araban taifesinin de kendisine bağlı Kara Yağmurlu ve Alagözlü cemaatları vardır.Bunlardan Kara Yağmurlu cemaatı bu yüzyılda Adıyaman Behinsi kazası Keysun nahiyesinde kışlamakta olup,13 hane 1 mücerred nüfusu bulunmaktaydı.Alagazlü cemaatinin ise Kahta kazası Turuş kazasında kışladıkları bilinmektedir.Alagözlü cemaatinin bu tarihte 109 hane ve 15 mücerred nüfusu bulunmaktadır.”[2]

Ve bu tarihte Behisni de Ceritler (Ceridler),Çağırkanlı’lar yaşamış[3] ve “Bu taifeye bağlı Kırlarlı,Süleymeni ve Yaycılar adında üç cemaat bulunmaktadır. (Bunlar da)..Behisni kazasına bağlı Terbizek,Bakla köyleri ve Serçe isimli mezrada kışlamaktadırlar.de yaşamıştır.[4]

“1540 yılında Adıyaman Behisni’de mevcut Yörüklerin hepsi Ekrad-ı İzeeddin Bey’e bağlıdır.(Bu ise Bozulus Türkmenlerindendir.”[5]

Ayrıca Kırşehir’de de bulunan Çimeli Köyü,çimeli’ler Maraş Yörüklerindendir.[6]

-Büyük devlet olan Osmanlı içerisinde barındırdığı tüm gayri Müslimlere de görevler vermiş ve bundan da bir sıkıntı duymamıştır.Osmanlı büyük oynamıştır. İçindekileri dışlamamış,içine alıp barındırmıştır.Mesela;

AdıyamandaAzâ-i Meclis-i İdare de görevli biride;Abraham Efendi, Mümeyyizân-ı Meclis-i De’avi üyesi Kirkor Efendi,Sandık Emini Agop Efendi,Meclis-i İdare-i Vilayet’te Azâ-i Müntehabe yani seçilmiş azâlardan Bedon Efendi,Tomas Efendi gibi meclisin idaresinde gayrı Müslimlerde görev almışlardır.Böylece Osmanlı cüzlerden oluşmuş bir küll’dür.Ne vakit ki Lozanla beraber bu cüzler içten koparılmaya ve bölümlere ayrılmaya çalışılmışsa,koca imparatorlukta çatlamaya ve yıkılmaya başlamıştır.

Adıyaman kalesinin güney tarafı Gavur Mahallesi olarak bilinmektedir. Müslimlerle gayrı Müslimler iç içe yaşamışlardır.Osmanlı ve halkı bundan korkmamıştır.Çoğunlukla gayrı Müslimler Eskisaray,Hoca Ömer ve Şambayat’ta bulunmaktadır.

Eskisaray’da;2718 kişiden Müslümanlardan 411 erkek,387 kadın,Ermenileren 625 erkek ve 584 kadın,Katoliklerden 134 erkek ve 137 kadın,Protestanlardan 200 erkek ve 240 kadın bulunmaktadır.

Hoca Ömer mahallesinde;Müslümanlardan 711 erkek ve 655 kadın, Ermenilerden 95 erkek ve 75 kadın bulunmaktadır.

Samsatın muhtelif köylerinde Ermeni ve Protestanları bulunmaktadır.

Gerger’in muhtelif köylerinde Ermeni,Katolik ve Protestan bulunmaktadır.

Besni de bazı mahalleler onların adıyla anılmıştır.Ermeni mahallesi,Katolik mahallesi,Protestan mahallesi…

Bunlara aid özellikle kiliseye bitişik okullar bulunmaktadır.

Hısnı Mansur,Besni ve Kahta kazalarında gayrı Müslimler Müslümanların yüzde onunu oluşturmaktadır.Zamanla bu yüzdelik daha da azalmıştır.Mesela Hısnı Mansur kazasında;6176 hane olup,bunun 11.505’ini Müslümanlar,1.355’ini gayrı Müslim nüfus oluşturmaktadır.[7]

Osmanlı’da onlarla ilgili hukukta:

“Osmanlı döneminde gayrimüslimlerin evlenme, boşanma gibi özel hukuka ilişkin davaları kendi yönetimleri ve mahkemeleri tarafından kendi kanunlarına göre yürütülürdü.

” Osmanlı dünyasında yaşayan gayrimüslimler, özel hukukta kendi dinî kurallarını uygularlarken, ceza hukuku alanında İslâm hukukuna tabi idiler. Diğer taraftan gayrimüslimlere ceza konusunda Müslümanlara verilen cezanın yarısı tatbik edilirdi. Örneğin zina, fuhuş, kız kaçırma gibi suçları işleyen gayrimüslimlere, Müslümanlara verilmesi gereken cezanın yarısı verilirdi. Yine dövme, sövme, yaralama ve öldürme suçlarında da durum aynıydı. Gayrimüslimler, şarap içmekte serbest iken, Müslümanlara şarap satmaları yasaktı.” Gayrimüslimlere, sosyal hayatta çok daha toleranslı davranıldığı açıktır. “

Bosna ruhbanlarına ve Galata Cenevizlilerine verilen “emannâmeler” Osmanlı Devleti’nde din ve ırk farklılığından dolayı temel hak ve hürriyetlerin kısıtlamaya gidilmediğinin en bariz örnekleridir. Bu konuda örnek vermek gerekirse; semt pazarlarının günü bile gayrimüslimlerin dinî günlerine denk getirilmemeye çalışılmıştır. Bilecik’de semt pazarının günü mahallî idare tarafından Pazartesi’nden Pazar gününe alındığında; ibadet ettikleri güne rast geldiğinden dolayı gayrimüslimlerin şikâyetleri üzerine pazarın merkezî idare tarafından tekrar Pazartesi gününe alındığı bilinmektedir.

Benzer bir hadise 1817’de Adapazarı’nda vuku bulmuştur. Kurulan semt pazarı, reayanın tatil ve dînî günü olan Pazar gününe geldiğinden bunun Cumartesi gününe alınması için merkezi hükümet, mahallî idarecilere talimat göndermiştir. [8]

İlk radyo 1937 yılında Adıyaman’a gelmiştir.

Ahmet Özçelik şahid olduğu ve o zamanda gazetede neşrettiği bir olayı şöyle dile getirmektedir;

Vali Rağıb Gerçeker zamanında Almanya’dan gelen Miskover ve Dr.Dorner Nemrud ve Kâhta’da çok araştırmalar yaptı.Bir çok tarihi eserleri kendisiyle beraber götürdü.Hatta bir seferinde çektiği fotoğrafları bana tab etmek için göndermişti.Ancak çektiği o filimleri köylülerin resimleri,halay sahneleri ve hayvan resimleri olarak göndermişti.Baktığımda hep buldukları tarihi eserlerin resmi idi.

Durumu Valiye ilettiğimde önemli değil,birkaç demir de onlar götürsün dedi.Bu durum sürekli devam etti.Ben de bunun peşini bırakmadım.Daha sonra sadece onlarla ilgilenmekle görevli olan komiseri görevden almakla olay kapandı.Ancak götüreceklerini götürmüşlerdi.

Adıyaman maddi-manevi açıdan bereketli bir yöredir.Ancak bereketli oluşu keşfedilmeyi beklemektedir.Tıpkı kuytu bir yerde kalan tarihi eserlerin ve kıymetli cevherlerin ehillerince aranıp yerinin tesbit edilmesini bekleyişi gibi…

Adıyaman’ın bu adı alması ise;Şu anda stadın yanında yerleri bulunan yedi güçlü kuvvetli kardeşlerden alarak –Yedi Yaman- denilmiş,daha sonra Arapların gelerek o geniş vadileri görmeleriyle –Vadil Yaman- (Geniş vadili yer)) denilmiş ve zaman içerisinde –Adı Yaman- olmak üzere Adıyaman olarak kalmıştır.

Daha Önceleri ise VII.Y.Y. Emevi Sultanı veya Abbasi Halifesi,Hükümdar ve Sultanı olan Mansur’dan alarak Hısn-ı Mansur (Mansur’un kalesi) adı ile isimlendirilmiştir.

Önceden Malatya iline bağlı olup,1-Aralık 1954 yılında 6418 sayılı kanunla vilayet olarak kabul edilmiştir.

Adıyaman konusunda Amcam Ahmet Özçelik ile Güney FM radyosunda yapmış olduğumuz uzunca sohbetimizde şunlar dile getirildi.

Adıyaman önceleri gayet küçük bir yerdi.Şimdiki Vilayet binasının veya 56-lar binası veya kütüphanenin oraya bir çocuk gittiği zaman,senin buraya geldiğini babana söyleyeceğim, derlerdi.O derece kimse kütüphanenin oraya bile gelemezdi.Oralar ıssız olarak kabul edilirdi.

Adıyaman’da meslek olarak hemen hemen herkes köşkerlik yani ayakkabıcılık yapmıştır.En geçerli meslek idi.Öyle ki kızlarını köşkere vermek aileler için büyük bir önem ve gurur vesilesi kabul edilirdi.

Ayrıca çulhacılık mesleği de yapılırdı.Bugün ise bu meslekler sürdürülmediği için artık unutulmuş,o ustalıklar,o güzel meslek,adeta antika değerindeki bir sanat sahipsizlikten tarihe kavuşmuş oldu.

Adıyaman sosyal yaşantı itibarıyla da farklıdır.İnsanlar o kadar zengin olmamakla beraber gayet sıcak,samimi bir yaşantı içerisindedirler.Adeta yüzlerinde sevinç ve gülmeler eksik olmaz.

Kelle vurmalar yaygındı.Yani gece bağlarında kazana kelle koyarak pişirip dinlenmesi için ocağın üzerinde bulunduran veya kabıyla toprağa gömülerek üzerine yatılırdı.

Nitekim Amcamın anlattığı bir hatırada;”Amcam Veysi ile birisi babamgilin tarlada kelle pişirdiklerini duyup almak üzere gelirler.Karanlık olmasına rağmen babam gelenlerin olduğunu sezince tencereden anneme kelleyi çıkarttı ve yerine taş ve çirpi koydurttu.Ocaktan biraz uzaklaşıp yatma numarası yaparak almalarına göz yumduk.Geldiler,kazanı götürdüler.İleride amcam bari gitmeden kabı açalım da biraz burada yiyelim diyerek kabı açarlar.Ancak yerinde taşla çirpiyi görünce kızarak kabı orada bırakıp giderler.

Bu bir gelenek idi.Kelleyi vuranlar onu yedikten sonra kabı bir vesile ile getirir,sahiplerine verirlerdi.Bu durumda normal karşılanırdı.Ondan dolayı kelle yapanlar uyanık olur,kelleyi kaptırmamaya çalışırlardı.

-Biride Karadana’nın bir meselesi vardı.Bir gün köylünün biri gelmiş,dükkanın önünde oturarak arpa taplaması yemekte.Karadana buna dayanamayıp dükkana da gitmişken tekrar adamın oturduğu yere gelir.Ancak adamı bulamaz.Oradaki altıncıya sorar.Oda niçin sorduğunu söylediğinde;çok acıdığını,adamın köyden gelip parasının bile olmadığından kuru bir arpa taplaması yediğini,acıyıp ona kebap yedireceğini söyler.

Bunun üzerine altıncı -aman ha- der.O büyük bir sürü sahibi olup her sene gelerek 20-25 tane Reşat altını aldığını,şimdi de 22 tane alıp kayışının arasına koyduğunu söyler.Bunun üzerine kebab yedirmekten vazgeçip ona bir oyun oynamak üzere adamı arar.Uzun aramalar sonucu çeşmeden çıkarken adamı yakalar.La Hasso sen nerdesin,deminden beri seni arıyorum,ben sizin ekmeğinizi çok yedim,illa seni kebap yedirmeye götüreceğim,der.Adam her ne kadar ben Hasso değilim demeye çalışsa da onu konuşturmadan önceden anlaştığı Dolmanın oğlu Mustafa’ya,kebapçıya getirir.

1,5 kişilik kebap gelir,yenilir.O arada bir kişiye bakıp geleceğim deyip oradan ayrılır.Hasso bekler,gelmez.Kebapçı başka bir isteğinin olup olmadığını sorar.Hayır deyince parayı ister.Köylü ne parası der.O adam beni getirdi,o verecekti deyib vermeye yanaşmayınca plan gereği kebabçı işçi çocuğa dönüp,-Oğlum gitte jandarmayı çağır,bunun üzerini arasın,der.Adam işin kötüye gidip üzerinin aranacağından,altınların ortaya çıkacağından korkar ve gitmemesini,vereceğini söyler.Ne kadar olduğunu sorduğunda bir mecidiye der.Kebab 5 kuruş iken neredeyse on kişinin parası birden,fazlasıyla alınır.

Daha sonra kebapçının yanına gelen Karadana,ne olduğunu aynısıyla anlatmasını ister.Kebapçı da;Sen gittikten sonra kebabı bitirdiğinde,parasını istediğimde o verecekti,deyince,dedim ki;yahu o deli,seni buraya getirdi yediniz ya,o delinin teki,yolda kimi görürse Hasso Hasso der yer gider.

Öyle mi yav,o delimiydi…Oooy oyy..

Deliydi ya..

Parayı istemeden veren köylü,kebapçıya dönerek;Kebapçı kebapçı al şu parayı,ben Hasso değilim amma,o adam beni zorla Hasso etti.

İşte böyle yetmiş yaşındaki bir insan bile latife yapardı.

-Adıyaman’da çoklukla ziyaret ve türbe bulunmaktadır.Bunlardan bir kaçı;Abuzer-i Gaffari,Mahmud-el Ensari,Zeynel Abidin,Hacı Yusuf,İzollu Baba,Hasan Mekke,Muhiddin-i Arabi,Saffan Hazretleri,İshak Baba…

Adıyaman’a manevi hizmetleri geçenlerden ise bir kaçı;Gani Hafız,Mahmut Hafız,Cüleyli Hoca,Müftü Hayri Hoca,Mahmut Allahverdi….

Bunlardan Saffan Hazretlerinin Hz.Peygamberin devesinin başını çeken birisi olup,Ermenilerle yapılan savaşta Samsat yolunda,Birig köyünde İslamın sancaktarı olup,şehit düşer ve oradaki makamında şeceresi yazılıdır.

Abuzer-i Gaffari ise;kendisi bir komutan ve bir sancaktar olup,ileri zatlardan biri olarak,Rasulullahın zamanında yaşamış olan sahabilerden değildir.

Sahabe olan Abuzer-i Gaffari hakkında hadiste de;O’nun yalnız yaşayacağı ve yalnız olarak öleceği bildirilmiş ve öyle de olmuştur.

Mahmud Ensari ise,Ensari aşiretlerinden olup oda komutan olarak ileri gelenlerden ve oda orada şehit düşmüştür.

İleri gelenlerden Gani Hafız âma olup,çok muhterem bir zattı.Kur’an kursu öğretmeni olup,gayet Kur’an-a vakıf bir kimse idi ve oradan da emekli oldu.

Adıyaman’da bazılarına Hâfız denilmesindeki bir sebep de,o insanların Kur’an-ı Kerimi öğrenmiş ve ezberlemiş olmalarından değil,âma olmalarından veya Kur’an-dan biraz bilmiş olmalarından kinaye olarak söylenmektedir.Bu da azımsanmayacak derecededir.

Şu söz ise bir hakikatı ifade etmektedir.Malatyalı bir zatında ifade ettiği üzere; Muhyiddin-i Arabi’nin beddua sadedinde;”Malatya’nın topalı,Besni’nin keli,Adıyaman’ın körü eksik olmasın.”

Muhammed Hâfız da ileri gelen zatlardandı.Yaşlı bir zat idi,Kur’an-ı çok güzel okumasına rağmen,sesi az,kendine yar değildi,sesi çok az çıkardı.Denilirdi ki;Keşke hoparlörler,mikrofonlar o zaman olaydı da bunun sesini dinleyeydik…

Cüleyli Hoca çok güzel vaaz ederdi.İslami kaideleri anlatır,ramazanlarda ikindi vakti Ulu Caminin şu andaki cenaze namazı kılınan yerde,havluda kürsüye çıkar insanlara vazederdi.

Müftü Hayri Hoca Adıyaman’ın sayılan müftülerinden idi.

Tıpkı bu insanların hali Fatihin İstanbul’u fethetmeden önce Bizans halkının gönlünü fethetmesi idi.Nitekim Fatih kale kapısından girerken Bizans kızlarının kendisine çiçek atma memnuniyetinde de görülmektedir.

Memleketlerin gönül erleri de onların gönüllerini fetheden insanlardandır.

Adıyaman halkının okumamışı dahi kendi çabasıyla kendisini yetiştirmiş,şiir veya kültür alanında belli bir seviyeyi yakalamıştır.Rifat Efendi,İbrahim Hakkı Baba gibi…

Mesela;Akif Gürler.Birinci eşi ölür ve ikincisini almak ister.Bu düşünce ile Ömer Efendiden Hanım adındaki kardeşini kendisine vermesini ister.Ancak bir türlü vermezler.Bir gün Ömer Efendi arkadaşlarıyla Çarşı Camisinin hücresinde oturdukları bir sırada önceden aşağıdaki yazmış olduğu Hanıma karşı olan sevgi,onsuz keder ve yanmışlığını,başının derdlerden kurtulmazlığını,ciğerinin yandığını,bu dünyadan vurulmuş kanlar içerisinde olarak gidişini şiiri Akif Bey’e okur.Aralarından sessizce kalkan Ömer Efendi eve gelerek hanımı Zeyneb’e;Kız kardeşi Hanım’ı Akif’e verdiğini söyler.Onlar ise şimdiye kadar asla gönlü olmamasına rağmen ne olup da böyle bir karar verdiğini sorarlar.Oda durumu anlatıp vermeyi kabul ettiğini söyler.Şiirinde:

Âh-u kim neyleyim gün be gün artar kederim

Ne beladır ki tükenmez bu benim derd-i serim

Yine eflâke çıkar derdi dilim nevhelerim

Korkarım,seni âhım yakar ey mâhişelerim

Günde bir hal ile eyvah ciğerhûn olurum

Daha bilmem ne kara günlere saklar kaderim

Ben senin zülfü dilâ yüzüne berdar olurum

Şöyle bil ki dû cihanda bî haberim

Var senin âlâmı gamın cümlesin bâr etsin.

Bu da bir çiledir ey dil kaderimdir çekerim.

Akif’e yâr-ı vefa görmedin ey vâh-ı âhir

Göz açık bağrı yanık sine kızılkan giderim…

ADIYAMAN’IN MECZUBLARI

Anadolu’nun şekillenmesinde ve oluşumunda maddi Alp Erenler kadar belki onlardan daha fazla olarak manevi erenlerin mevcudiyetidir.Bu insanlar Mekke ve Medine başta olmak üzere bulundukları yöre ve oradaki akraba,mal birikimi gibi her şeylerini bırakarak Anadolu’ya gelmişler.İstanbul ve Çine kadar gitmişlerdir.Gittikleri yöredeki insanlara maddi rehber, imam,şeyh ve mürşid olup o insanlara yol ve yön göstermişlerdir.Oradaki insanlarda onlara bir şükran olmak üzere sürekli hatırlanmaları için ölmez bir türbe ve ziyaretgah haline getirmişlerdir.Hayatta iken hayat verdikleri o insanlara,ölümlerinden sonra dahi onların çocuklarına hayat vermişler,onlara hayat olmuşlardır.Kendileri hatırlanırken manevi yönleri ön plana çıkmış,o diyarın manevi atmosferine katkıda bulunmuşlardır.

Adıyaman’da da bu kabilden manevi şahsiyetler mevcuttur.

Bunlar bazen meczub olarak da kendilerini göstermişler.Bazen deli bazen veli gözüyle onlara bakılmış,meczub olarak nitelenmişlerdir.

Meczubluk kendinden geçme halidir.Başkalarının dünyalarından ayrı olarak kendilerine veya kendi gibilerinin dünyalarına mahsus bir hayattır.Aklın ve dünyanın ölçüleriyle ölçülmeyecek bir haldir.

Mesela;Fatih zamanında meşhur olan Cibali Baba gibi ki;Fatih tüm yöntemleri deneyerek surları top atışına tutar,ancak bir türlü surlardan gedik açılmaz.Çünkü Bizans’ın içinde bulunan Meczub Veli Cibali Baba;Allahım gavurcuklarımı koru,deyip dua etmekte ve atılan topları adeta geri çevirmektedir.

Fatih secdeye kapanıp Allah’tan nusret ve fethin müyesser olması için dua eder ve fetih gerçekleşir.

Bir rivayete göre;eğer Fatih;Ya rabbi ya beni ya onu al,deseydi,Allah Fatih’in ruhunu alırdı.O derece Cibali Baba Allahın yanında veli bir kul idi ancak akıllı değil,meczub idi.

-Nitekim Allah” Leyle-i Kadri, umum ramazanda; saat-ı icabe-i duayı, Cum’a gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin vaktini, ömr-ü dünya içinde saklamış.”[9]

Yine meczubun birisi yırtık pırtık eski elbiselerle çarşıda dolaşır.Müftü Efendi ise onun bu durumundan pek rahatsız olur.Her gördüğü yerde adeta onu azarlayıp sıkıştırırcasına yeni elbiseler giymesini söyler.

Bir gün müftü rüyasında peygamberimizi görür.Rüyasında;o veli kuluna dokunmamasını,rahatsız etmemesini söyler.

Müftü bu sefer o meczubu yeni takım elbise giymiş olarak görünce hoşlanır ve ona;Tam şimdi güzel oldun,hep böyle giyin,diyerek yine ona kendi bildiğini hatırlatır.

O meczub ise verdiği cevapta;Sana Rasulullah söz anlatamadı,ben mi söz anlatacağım,der ve oradan ayrılır.

Ş.Urfa’da cereyan eden bir hadise ve hatırada:“Medresede Dergahın (Ş.Urfa) İmamı cemaata şunları anlattı:”Dergahın benden önceki imamı,hem büyük bir alim hem de evliyadan bir zattı.Üstadımızı defnettiğimiz türbeyi o yaptırdı.Herkes bunu kendisi için yaptırdığını zannediyorlardı.Vefatına yakın”Sakın beni oraya koymayın,dergahın yanındaki kabristana defnedin.Oranın sahibi gelecek.”dedi.Üstad (Bediüzzaman Said Nursi)vefat edince imamın ihbarı tam tahakkuk etmiş oldu.”[10]

Yavuz Sultan Selim:

Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş

Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş

Bu meczublardan özellikle bilinenler ise;

İ S O

-İso,kış günü yalın ayak gezer,ayakkabı verdiklerinde de onu giymez,mutlaka birine verirdi.Bazen de birini yakalayıp ona zorla bir şeyler aldırır 3 gün içerisinde onu birine verirdi.Vereninkini kabul etmezken,bir ham bulalım da ondan alalım,derdi.

-Babası gilde yatıp kalkardı.Babasının ismi İmamdı.

-İso,bir gün bir bakkala gelir,peynirlerin üzerine sinekler konmaktadır.Niye belediye bunlara bakmıyor,demek kendi dertlerine düşmüşler,derdi.

-İso,bir gün Hılt Ebzer’in yüksek binasına bakar ve;Bu bunu nasıl sırtına alacak,derdi.

-Babası öldüğünde de;Eğer babam şu şu günahlardan sorulursa işi yaş,eğer onları kolay cevaplarsa diğer işi kolay olur,derdi.

-İso,bir gün Hüseyin adlı bir vatandaşla özellikle yanındaki Muhammed’e;adını bilmediği halde adıyla hitab ederek,Bana biraz bastık getir,der.O kişide bizde bastık yok deyince,Hanımın evde falan yere koymuş der.Eve gider ve denilen yere bakar ki gerçekten de kendisinin bile haberinin olmadığı o yerden bastığı alır ve getirir.

-İso,bir gün birini çekiştirir,çekiştirdiği kimsede birden orada belirerek;Ya İso,ben sana ne yaptım ki…”deyince,birden-Sen burada mıydın,deyip geçiştirir.

-İso kebap dürümünün önce ekmeğini yer,sonunda da kebabını,etini yerdi.

Çok efendice yemek yerdi.Öyle yemeği ve ekmeği birden ağzına doldurmaz,çok efendice ve edeblice yerdi.

-İstanbul’a giden bir Adıyamanlı.Orada konuşurken birinin dikkatini çeker.O kişi buna;Eğer Adıyaman’a gidersen benden İso’ya selam söyle der.Kim olduğunu sorduğunda ise;Sen selamımı söyle o anlar der.

Adam Adıyaman’a gelir unutur.Aradan bir sene geçer.Birgün kahvede biriyle buluşacaktık.Birden kapıdan içeriye İso girdi der.Hemen hatırlar ve İsoya dönerek;Ya İso İstanbul’dan biri….deyip daha cümlesini tamamlamadan,tamam tamam -Aleyküm Selam –geç oldu ama tez oldu,diyerek adam söylemeden selamı alır.

-Geçici olarak çalışan bir işçi.Bir gün iş yerinde şantiyede arkadaşlarıyla beraber namaz kılarken bunu gören şef hiddetlenir ve bunları işten kovar.Ancak Ali usta ustalıkta farklı biri olduğu ve onu farklı olarak düşündüğü için ona kal der.O ise kabul etmeyip şefin üzerine yürür ve arkadaşlarıyla beraber işten ayrılır.

Zaten senenin birkaç ayını çalışmakta idi,şimdi ise oda elden gitti.Ne yapacağını şaşırır.İyi bir usta olduğundan Adıyaman’ın bağlı olduğu Elazığ Bölge Müdürlüğünden buna gelip çalışması için davet çıkar.

Ali Ustanın da kökü başı beş lirası vardır.O da ancak gidip gelme parası olup yemek parası bile bulunmamaktadır.

Şiddetli bir kış yaşanmaktadır.Bilet almak üzere terminale gelir.Yolda İsoyla karşılaşır.Karşısına dikilen İso;Cebindeki beş lirayı bana ver,hemen evine çocuklarının yanına dön.Sen iki büyük nimetle karşılaşacaksın,der.Biraz şaşkınlık biraz rahatlamakla birlikte ısrar etmez ve eve döner.Çok geçmeden belediyeden işe alınmak üzere çağrılır ve ikinci nimete de ulaşır.

Ayriyeten İso,hükumetinde çok geçmeden yıkılacağını söyler ki çok geçmeden birkaç ay içerisinde oda gerçekleşir.

İso’nun bir değirmen olayı vardır.Değirmene unluk götürüp getiren Dursun amca diye birisinin bizzat ağzından dinlemişiz.

Bir kış günü dışarıda şiddetli kar yağıyordu.Gece vaktiydi.Hammal Dursun dediğimiz amca anlatıyordu ki Bir gece yine Zeyno gilin unluğunu götürür.Akşam olduğundan değirmen sahibi biraz beklemesini söyler.Bunları yaptıktan sonra seninkini çekeriz der. Dursun emmide olur der.Ve daha sonra çekilir, buğdayların ağzı bağlanır.Değirmenci gece gidemeyeceğini,ondan dolayı da burada kalmasını Dursun emmiye söyler ve kabul edilir.Daha sonra ateşi yakıp yanına uzanırlar.Saat gece on bir sıralarında yatarlarken birden kapı çalınır.

Bu saatte,karlı,soğuk bir gecede acaba bu kim ola ki derler.Acaba yolunu şaşıran birisi mi diyerek kapıya gelen değirmenci; kim o der.Kapıdaki,açın yav,ben İso’yum,der ve açarlar.

Bir bakarlar ki İso.Her zamanki gibi İso yalın ayak,göğsü açıktır.Ne aradığını sorduklarında İso;Yav ben acım,bana biraz Havre yapın der.

Havre değirmende un ile hamur yapıp sadece tuz koymadan sacda pişirilir.Onlarda bu gece vakti ne havresi,sabah yaparız deseler de İso diretir.Bir türlü söz anlatamayacaklarını bildiklerinden mecburen havre yapmaya koyulurlar.

Değirmenci kendisi hamur yoğurmaya koyulurken,Dursun emmide sönmekte olan ateşi karıştırmaya koyulur.Ateşi yakıp orada bulunan tenekeyi üzerine koyarak üzerinde hamuru pişirmek isterler.Dursun emmi ateşi karıştırır fakat ateş söndüğünden bir türlü yanmaz.Ancak taşın üzerinde bulunan kibritle yakmak için kibriti aldığında,kar suyunun onu yaşarttığını görürler.Yakmak mümkün değildir.Bunu da İso’ya göstererek vaz geçmesini,sabaha kalması için razı etmeye çalışırlar.Fakat İso yine diretip,siz hamur yoğurun ben size hemen bir kibrit getiririm,der.

Bunlarda bu saatte ve bu kadar uzak bir mesafeden kibrit getirmenin mümkün olmayacağını bildiklerinden başlarından savmak amacıyla olur derler.

İso çıkar gider.Bunlarda hemen kapıyı kapatıp yerlerine yatarlar ki birden kapı yine çalınır.Açtıklarında İsonun elinde kibritle geldiğini görürler.Birbirine yapışık,yeni, kullanılmamış iki kutu kibrit.İnanamazlar ve kendi kendilerine her halde cebinde kibrit vardı,mahsustan bize kibrit almaya gidiyorum dedi ve bizi kandırdı derler..

Nereden aldığını sorduğumuzda da;Gittim Bey Dayı dükkanı kapatacaktı.Kapatma dedim,bana bir kibrit lazım ama param da yok,sonra vereyim dedim,oda tamam tamam dedi ve bana bu kibriti verdi,dedi.

Mecburen tekrar kalkıp hamuru yoğurup İsonun Havresini yaparlar.

Ancak hamurun ucundan biraz koparıp yedikten sonra bitirmeden ben gidiyorum der.Yahu gitme,bu karda dışarıda kurt falan vardır,dediklerinde,He yav der,gelirken şuradaki tudun dibinde gözleri çınar gibi yanan dört kurt vardı,bana baktılar,bende onlara hadi gidin dedim gittiler.Onlar bana dokunmazlar deyip çıkar gider.

Dursun Emmi ertesi günü merakla unu fırına getirdikten sonra hayvanı orada bırakıp Bey Dayının bakkal dükkanına gider ve ondan;Dün gece İso’nun buraya gelip gelmediğini sorar.Bey Dayıda,he ya,ben dükkanı kapatacağım sırada İso geldi,bana kibrit lazım dedi,parasıda yanımda yok,sonra veririm dedi ve kibritini verdim,gitti der.

-İso’yu babası bir gün kavun tarlasında çalıştırır.İso ise bol bol kavun yer.Bunu gören babası İso’ya;

İso,iyi kavun yiyorsun ha,der.

İso’da;Bu sıcakta,bu sıcağı it’de yese,o da bu kadar kavunu yer,der.Elbette bu kadar sıcağı yiyen,bu kadar da kavunu yer,deyip kendini savunur.

-İso bazen terbiye dışı sözlerde söylerdi.

-İso bir gün yengesi gile gelir.Yengesi ise çamaşır yıkamaktadır.İso;Bugün ben öleceğim der.Yengesi de yahu şimdi ölmenin sırası mı,işimiz var deyince,-Neyse o zaman ben de yarın öleyim der.

Ve İso ertesi günü vefat eder.

Bir gün çarşıda adamın birisi İso’ya yaklaşır ve ona para uzatarak,uzun zamandır gelmeyen oğlunun gelmesi için dua etmesini ister.Üç aydır askerde olan oğlundan bir mektub almadığını söyler.İso ona,o parayı cebine koy,akşama gelir der.Ve gerçekten de oğlu akşam eve gelir.

-Hacıfakıoğlu Said Emmi bir gece köyden eşekle beraber yola çıkmış gelirken,önlerine bir çay çıkar.Çayı eşekle beraber geçmeye çalışırken selin gelmesi üzerine eşekle beraber suya yuvarlanacağı sırada biri gelerek bunu ve eşeğin yularını tutarak dışarıya çıkarıyor.Bunlara;

A burdan böyle git,diyor.

Said Emmi hele dur kimsin diyene kadar bu meçhul şahıs gecenin karanlığında kayboluyor.

Günler sonra çarşıda gezmekte olan Said Emminin yanına yaklaşan İso;

Said Emmi,suda akıyordun ha,deyib yine buradan da beklemeden ve seslenmesine aldırmadan çekip gidiyor.

K A D O

-Kado,kesinlikle kötü laftan hoşlanmazdı.Kötü konuşanı ağır bir şekilde tenkid eder,onun yüzüne vururdu.Hatta kötü söz söyleyen olursa kendi yüzünü yolardı.

-Kado,uzun gömlek,fistan giyer,yalın ayak,başı açık olarak gezerdi.Kimseye zararı olmayan bir deli idi.

-Oruç tutar,davetlere giderdi.Oruçtan dolayı yemek yemezdi ancak enfiye çekerdi.Kendisine niye böyle yaptıklarını sorduklarında ise;Onu da içmeyeyim de çatlayayım mı yani,derdi.

-Kado terzi Halil-in kardeşi oğlu idi.Halil gilde,maskanda yatardı.

Her gün tıraş olurdu.Berber Alinin dükkanına gelir,tıraşını olur,onlarda şaka ile usturanın tersiyle yapınca,onlara nasıl yapılacağını söylerdi.Eğer yüzünde bir yerde bir kıl kalmış olsa hemen onu gösterip almalarını söylerdi.

Bir gün bir köylü geliyor,Halilden şalvarını istiyor,oda diyor ki;ben sana demedim mi iki gün sonra gel.Bu durumu uzaktan gören Arif Hocanın oğlu Mahmut,İsoyu çağırıyor ve köylüyü göstererek;İso bu adam var ya,senin maskanını alacak,istiyor deyince İso gidiyor ve adamın ensesine şiddetle vurarak-Sen mi benim maskanımı alacakmışsın-diyor.Adam neye uğradığını bilemeden hemen oradan kaçıyor.

R E M O

-Remo Külhanda yatar,yeri de belli değildi.Kimsenin evinde kalmaz,kendi külhandaki yerine gelirdi.

Bu zat külhanda yatıp kalkardı.Kendisi için orası Gül Hanı idi.Bundan dolayı hiçbir yerde kalmaz,Gül Hanıma gideyim derdi.

Devamlı yerin göğün sahibine bak der,yerin göğün sahibini düşündürürdü.

Abdestli namazlı biriydi.

Dışarı çıkıp yürüyünce,kedilerde peşinden gider ve onlara yemek verirdi.

Çerkez Hoca bundan bir gün dua ister.O ise yine yürü yürü,yerin göğün sahibine bak ve olur olur der ve dua eder.Ve duanın tesiriyle şifa bulur.

Ve özellikle;Keşke İmamlar Salat-ı Tüncina’yı okusalar,derdi.

-Remo tutun altında yatar,kafası da yere hiç değmezdi.

-Remo bazen kahvede duvara doğru döner ve kebap veya içli köfte veya başka bir yemek adı söylemesiyle,çok sürmeden o yemek oraya mutlaka birisi tarafından gelmiş olurdu.

-Abukiya onu rüya aleminde,büyüklerin toplanmış olduğu bir mecliste,en baş köşede oturmuş olarak gördüğünü ifade etmiştir.

-(Peynirci)Mehmet Abi anlatır;Bir gün babam çok şiddetli bir şekilde ve de kıvranmakta idi.Ölüyorum diyerek sancılar içerisinde idi.Birden gece geç saat olmasına rağmen kapı çaldı.Açtık ki Remo.Babamı görüp yanına gelerek sırtına sertçe vurdu. Kuluncuna vurmasıyla birlikte ağzından yumurta sarısı gibi bir şey çıktı.Bunun üzerine babamın ağrısı geçti ve rahatladı.

Evvelden Külhanda demir ızgaralar vardı ve onun üzerine taşlar konur ve kireç kaynatırlardı.Çünkü kireç ocakları o zaman yoktu.Evlere lazım olan kireçleri oradan alırlardı.Hamamcı yapar ve hamamda onlar satılırdı.İşte Remo o demir ızgaraların altında yatar,ateş alevleri,üzerine ateş kül dökülür ve yanmazdı.Bu herkes tarafından da görülmüş ve bilinmektedir.

Hatta Göz Doktoru Ramiz Bey vardı.Rıza Murad isminde bir doktor gelmişti.Ona,bak ateş üzerine düşüyor ve yanmıyor diye onlara göstermişti.Ne yüzü yanardı,ne de elbisesi.

-Remo külhanına Gül Hanı der ve oradan ayrılmazdı.Ölümü de Gül Hanında olmuştur.

-Nereden geldiğini ise kimse bilmezdi.

H I R A

Aslen Besnilidir.Asıl adı Muhammed’dir.

Özelliği ise,Adıyaman’a gelir,konfeksiyon dükkanlarına girer,kumaş toplarını indirerek düzenler ve temizlerdi.Bir başkası dükkana baktığı zaman mutlaka buraya Hıra’nın eli değmiş derlerdi.O derece düzenli ve temiz hale getirirdi.

Ne yersin dediklerinde,kebap olursa yerim derdi.Ve Besni’de de ölmüştür.

İbretli bazı durumları vardı ki,herhangi bir cenaze geçtiği zaman onun yaşantısına uygun olarak bazı ibretli tesbitlerde bulunur,ah yazık oldu,şöyle veya böyle olsaydı kabilinden konuşmalarda bulunurdu.

A L T I N C I

Bu da insanlardan altın alırdı.Nitekim Besni’de birisi birisine bir altın vererek,Adıyaman’a gittiğinde bunu Altıncıyı bul,elini öp ve bu altını ona ver der.

O kişide Adıyaman’a gelir ancak unutur.Bir gün Altıncının yanından geçerken,bir türlü yanına varma durumu gerçekleşmeyince Altıncı o kişiye;Bari elimi öpmeyeceksen,altınımı ver de öyle git der.

Bir mecliste iki eliyle bir şeyler tartar.Kendisine böyle ne yaptığını,neyi tarttığını sorduklarında cevaben:

Adıyaman ile Bağdat’ın evliyalarını tartıyorum,hangisi daha ağır,der.

Hangisi daha ağır geldi dediklerinde;

Hemen hemen Adıyaman evliyaları Bağdat evliyalarına ulaşıyor,aynı der.

Kendisine güldüklerinde;Ağalar ağalar,gülün bakalım siz mi bana gülüyorsunuz,ben mi size gülüyorum,derdi.

ÇIPLAK BABA

Bir ağanın hizmetinde çalışmaktadır.

Kendisine Çıplak Baba denilmesi ise;Ahırda hayvanların altlarını temizledikten sonra çıplanır ve orada yuvarlanır.Acaba hayvanlar yattıklarında onları rahatsız edecek herhangi çöp ve taş gibi zararlı bir şey kalmış mı diyerekten tecrübe ederdi.

Hatta bunu sürekli olarak yapmış olmasından dolayı da iftiraya uğramıştır.

Bir gün efendisi hacca gider.Efendisinin hanımının yanına gelerek efendisinin gönlünün içli köfte istediğini söyler.Kadın kızmakla karışık olarak;Şuna bak hele,kendi gönlü içli köfte istiyor,birde efendisini bahane ediyor,der.

Ve yine de kırmaz ve içli köfteyi yapar.

Tabakla beraber içli köfteyi verirken bir de tenbihte bulunur;Aman ha tabağı geri getiresin,der.O da olur der ve çıkar.

Bir müddet sonra geldiğinde;Noldu içli köfteyi Efendine verdin mi der.

O da cevaben verdiğini,Efendisinin çok memnun olduğunu söyleyince,tabağı ne yaptığını sorar.

Efendisinin örtüyü verdiğini,tabağı ise gelirken getireceğini söyler.

Kadın ise,birazda kızarak,kim bilir kime verdi,tabağı nerede unuttu,der.

Artık hacıların dönme zamanı gelmiş,Efendisi de hacdan eve dönmüştür.Ancak bir de elinde hanımının içine içli köfte koyduğu tabak da vardır.

Efendi ise,gerçekten de hacda iken gönlünün içli köfte istediğini ve o anda azabının yani hizmetçinin kendisine içli köfteyi getirdiğini,öyle ki köftenin daha hala sıcak olup soğumamış olduğunu söyleyerek,işte bu da tabağı deyip verir.

Hac için tebriğe gelenlere de kendisini değil,onu ziyaret etmelerini söyler.

HACI EBZER BABA

Tarikat şeyhlerinin gösterdikleri kerametler haktır.Bugün bu ilmende sabittir.Allah’ın o kuluna özel bir ikramıdır.İslamiyet ve iman gıda ise,keramet onun meyvesi mesabesindedir.Gıdasız insan yaşıyamaz ancak meyvesiz yaşayabilir.Keramette gerektiği zamanlarda insanların imanını arttırmada bir vesiledir.

Anlatacağım olay bizzat komşumuzda gerçekleşmiş olup,ben dünyaya gelmeden ve merhum babam çocuk iken görmüş ve şahid olmuş olduğu bir olaydır.

Olay Kab Camiinin güneyindeki şu anda Ziya Gilin oturduğu evde olmuştur.

Adıyamanın keramet sahibi şeyhlerinden olan Hacı Ebzer Baba çeşitli zamanlarda artık herkesinde alışmış olduğu şiş saplama kerametlerini bir çok defa göstermiştir.

Ancak bu sefer göstereceği keramet herkesi şaşkına çevirecek ve olmaz dedirtecek bir keramettir;Kafa Kesme Kerameti…

Herkes Pazar gününü iple çekmeye başlar,nasıl olacak diye…Ve acaba kesilecek talihli kim?

Şimdiki Hacıfakı gillerden,altıncı Hacının babası Mustafa’nın başı kesilecek.

Merhum pederim Celal Özçelik’in anlattığı üzere;Mustafa amca havlunun ortasında ayakta duruyordu.Bizlerde toprak evin damında çoluk-çocuk,kadın-erkek,genç-ihtiyar yığılmış bekliyor,olacakları şaşkınlıkla seyrediyorduk.

Hacı Ebzer Baba elinde bıçakla Mustafa amcanın etrafında yirmi dakika kadar döndü,konsantre oluyordu.

Birden elindeki bıçağı Mustafa amcanın boynuna vurarak kellesini eline aldı,havaya kaldırarak bir yirmi dakika kadar daha kafa elinde olduğu halde dönmeye başladı.Mustafa amcanın kafasız vücudu ortada dim dik olarak duruyordu.

Hacı Ebzer Baba kerametini gösterdikten sonra kafayı yerine geçirmek üzere vücudun üstüne koymaya başladı.Ancak kafa vücuda yerleşmiyordu.Hacı Ebzer Baba bir yandan terliyor,bir yandan yerleştirmek için zorlamaya çalışıyor ancak bir türlü kafa yerine yerleşmiyor ve olmuyordu.Belli ki bir şeyler eksikti.

Neredeyse bir yirmi dakika kadar daha böyle uğraştıktan sonra,bir şeyler hatırlamış gibi dama doğru bakıp ve özellikle kadınların oraya doğru yönelerek,yalvarırcasına;Bacılarım,Allahını seven gitsin,diyerek özellikle kadınların gitmesini istiyordu.Kadınlar gittiler…

Ve kelleyi yerine yerleştirmişti ancak kelle biraz eğik duruyordu.

Kadınların gitmesini istemesi ve istediği gibi kafayı yerleştirememesinin sebebi olarak da;daha sonra öğrendiğimize göre kadınların içinde birisinin özel halli olmuş olmasındandı.

Mustafa amca bizim komşumuzdu.Ben ise onu yaşlı iken görmüştüm.Gerçekten de evimizin önünden geçerken boynu biraz eğri olarak elinde bastonuyla geçerdi.

Arkadan biri seslenecek olsa başını dönderip ona bakamaz,tüm vücuduyla ancak dönebilirdi.O hafif eğrilik açıkça görülmekteydi.

Bu olay Adıyaman’da büyük yankı yapmıştı.

Bunu duyanlardan birisi olan bir hakim,birazda alaylı bir yolla;Hiç böylede şey mi olurmuş,diyerek kabul etmemişti.

Bu haber Ebzer Babanın da kulağına gitmişti.Güneş gibi açık,herkesin görüp şahid olduğu bir şeyi nasıl inkar ederdi?

Bir gün Hacı Ebzer Baba şimdiki Ziraat bankasının altında yan yana bulunan üç fırından biri olan Zeyno’nun fırınının önünde oturmaktaydı.

O sırada Hakim 3-4 yaşlarındaki çocuğunun elinden tutmuş oradan geçmekte idi.Bunu tam bir fırsat ve iyi bir ders olacağını bilen Hacı Ebzer Baba,yerinden fırlayarak hakimin elinden tuttuğu çocuğunu almasıyla birlikte yanmakta olan fırına girmesi bir olur.

Hakim feryadı basar.Yetişin,oğlum yanıyor,kurtarın diye yardım ister.Herkes bu durumu ibretle bekler.Hakiminde yapacağı bir şey yoktur.Çünkü ekmek çıkmakta ve yanmakta olan fırına girecek ve çocuğunu kurtaracak bir hali de yoktur.

Yarım saate yakın bir zaman geçtikten sonra Hacı Ebzer Baba kucağında çocukla beraber fırından çıkar.Hakimin ilk işi çocuğun elbisesine ve vücuduna bakmak olur.Bir yandan da çocuğuna oğlum bir yerlerin yandı mı,bir şeylerin var mı der.

Hakim yanıkları ve yanmaları araya dursun,çocuk devamlı olarak;Baba,amca beni ne güzel bir yere,yeşilliklere götürdü,der.Hiç babasını işitmez bile…

Verilecek ders verilmiş ve alınacak mesaj alınmış olduğundan hakim mahcub bir şekilde çocuğunun elinden tutarak sessizce ve başı önünde eğik olarak oradan ayrılır…

*Hacı Ebzer Baba için çok kerametlerden bahsedilir.Bir tanesi de şöyle anlatılmaktadır:

Yine artık adiyattan olan şiş saplamalar devam etmekte iken,devlet erkânından üst düzey birisi bunları inkâr edip,hafife almaktadır.

Yine bir gün Abzer babanın müridleriyle toplanıp şiş saplamasını bizzat gözüyle görünce bacakları dolanmaya ve titremeye başlar.Abzer babanın elindeki şişle üzerine doğru geldiğini görünce kaçmaya başlar.

Arkadan bunu takib etmekte olan Abzer baba,buna yetişemeyince şişi arkasından hızla fırlatır.Şiş bu zatın sırtından girmiş,karnından çıkmıştır.Ancak tehlikeli bir durum söz konusu olmayıp,Abzer baba şişi adamın sırtından çekerek alır.

Alınması gereken derste alınmış,bir daha da kabalıkta bulunulmamıştır.

02-07-2004

Mehmet ÖZÇELİK

NOT:Adıyaman’ın eşrafı ve Yukarıdaki Meczublar hakkında Bilgi-Belge ve Hatıralarınızı bizimle paylaşabilirsiniz.Anlatacaklarınızı -www.tesbitler.com-sitesinde –Ziyaretçi Defteri-ne yazabilir veya Mehmet Özçelik adına Güney FM Radyosuna iletebilirsiniz.

ADIYAMAN’DA KULLANILAN LAKAPLAR

A

Aba Kuççogil

Abacı Bekirgil

Abalıbey

Abdulcebbargil

Abikgil

Abikoğlugil

Abilligil

Abo Paşagil

Abukeyagil

Abukoğlugil

Abuzer Çavuşgil

Abuzeri Aşşogil

Abuzeri Gucirgil

Abuzeri Gulligil

Abuzeri Hasangil

Ahçalı Hacı Efendi

Ağa Bekirgil

Ağvan Babagil

Ağzı Yarım

Alamottogil

Alborugil

Alkelonunoğlu Bozo

Ali Berbergil

Ali Berrigil

Ali Hafızgil

Ali Kocagil

Ali Koço (Berber)

Alifanigil

Alikoğlugil

Alipıhgil

Alişirgil

Allı Mamogil

Allogil

Alosiyarogil

Altınlı Hayriye

Amanatgil

Ankifgil

Anteplioğlugil

Arap Hasangil

Arap İzzigil

Araplar

Arif Hocagil

Arnavut Aligil

Ata Hocagil

Attar Bozogil

Attar Kadirgil

Attar Mahmutgil

Avçıngılogil

Avraşogil

Avuşogil

Azapoğlugil

B

Baba Bektaşgil

Ballı Mamogil

Bala Şeyho gil

Balogil

Baltacıgil

Bekir Ağagil

Bekir Beygil

Berber Ahmetgil

Berber Aligil

Bereket Ağagil

Besnili Ömergil

Beynamazgil

Bilbilgil

Bokuyoğgil(Boku Yoğun gil)

Boyacı Hocagil(Boyahçı Hoca)

Bölükeminigil

Bumbulgil

C

Cabir Hocagil

Camızgil

Can-ı İzzet

Celepcigil

Celit

Celkine

Cerdoğlugil

Ceritgil

Ceviziçigil

Cıcıkgil

Cıkinigil

Cıncıklı Mamogil

Cin Aligil

Cindargil-Pektaşlar

Cinogil

Cüleyli Hocagil

Ç

Çakmakçıgil

Çalkayışgil

Çapikgil

Çatogil

Çenesi Kırık

Çerikçigil

Çerkezgil

Çermogil

Çetegil

Çırranogil

Çırrogil

Çıstogil

Çilibiş Gil

Çil Mustafagil

Çirişçi Kadogil

Çivili Hasangil

Çivirogil

Çobangil

Çolak Abogil

Çolak Osmangil

Çolakgil

Çotaloğlugil

Çuka Sefergil

Çüççogil

Çüççü Abışgil

Çüççü İbişgil

Çocuh Memet

D

Daşçıgil

Davulcuoğlugil

Dedogil

Deli Bekirgil

Deli Hacesangil

Delicegil

Dellal Abdullagil

Dellaloğlugil

Demirciler

Devecigil

Devegil

Devgirgil

Diniş Mahmutgil

Diş Ahmetgil

Dolmagil

Durcu İbogil

Düzengil

E

Ebalı(Etıno)

Eco (Kemenci)

Ekmekçi Ganigil

Ekmekçi Mustafagil

Ekmek Kaçıran Bozo

Emin Hoca

Emik Mehemet

Enik Mehmetgil

Enni Ömergil

Erbab Ahmet

Eşekmıllagil

Etemgil

Ettan Gil

Evligil

Eyyogil

F

Fadogil

Fatbeterigil

Fatogil

Ferit Efendigil

Fışşigil (Fışşegil)

G

Gafar Gil

Gaffar Bekirgil

Gavur Tevfik

Gavur Şıho

Gazıgil

Gevende Şıho

Gevro

Gezelo

Göncügil

Grikogil

Gül Gavurogil

Güzel Mıççıgil

H > Kırmızı Harfler Arapçadaki خ sesini verir.

Hacecemgil

Hacı Abuzer baba

Hacı Abuzerbabagil

Hacı Ağagil

Hacı Bilalgil

Hacı Çirişgil

Hacı Emingil

Hacı Fakıgil

Hacı Fehmi Efendi

Hacı Fışfışgil

Hacı Gözgil

Hacı Habipefendigil

Hacı Höttogil

Hacı İspirgil

Hacı Kamagil

Hacı Kasımgil

Hacı Kındasgil

Hacı Meççogil

Hacı Mehmet Ali Efendigil

Hacı Memişgil

Hacı Mullagil (Mılla Gil)

Hacı Paşagil

Hacı Paşanınoğlu Musa

Hacı Recepgil

Hacı Osman Efendi

Hacı Şükrü Efendi

Hacı Veligil

Hacı Yakupgil

Hambal Mıççogil

Hamgelerogil (Hemgellerogil)

Hamılogil

Hami Kolligil

Hançerligil

Hanımanagil

Hanifiağagil

Harıkçıgil

Harputlıgil

Harputlıoğlugil

Hasesgil

Hası Bekmezgil

Hassikgil

Haydar Efendigil

Haylımgil

Hazgırogil

Hele Höllo

Hello Baba

Hemsiyarogil

Hesen Baba

Heyri Höttigil

Hıdırgil

Hıra Aligil

Hırpogil

Hırsız Meme

Hıştogil

Hilmi Çavuş

Horoz Aligil

Hortoğlugil

Hödürogil

Hökkezegil

Hösin Baba

Hössü Faraçgil

Höttano Derviş

Höttogil

Huseni Kodik

İ

Iz yağı Kani

İ

İbahogil

İbanagil

İbicanigil

İbilgil

İbrahim Babagil

İhsan Efendi

İlengeçgil

İlikgil

İsmoğlugil

İvikorrigil

İzollugil

K

Kahveci Mıssagil

Kalozogil

Kamergil

Kani Hafız

Kara Abdullagil

Kara Hacıgil

Kara Kadıro

Kara Mamogil

Karabıyıkgil

Karadanagil

Karalökgil

Karamaçagil

Karın Mamo

Karslıgil

Kart Fatmagil

Kasap ibiş Gil

Kasoğlugil

Kassogil

Katırcı Saitağagil

Kavigil

Kavuşgil

Keklikçi Bekir Efendi

Kelağagil

Kelemoş Gil

Keleşgil

Kelhogil

Kelibogil

Kelisotgil

Kendogil

Kertilli Hocagil (Kertilli Hoca)

Keşkürgil

Ketencigil

Keveligil

Kevi Hello Gil

Kılbalı Kadirgil

Kılbaşgil

Kıldogil

Kılıçgil

Kılkılogil

Kıllı Ahmetgil (Kıllı Ahmet)

Kınacıgil

Kınnabogil

Kırhogil

Kırıkgil

Kızıletgil

Kirazgil

Kirli Cemile gil

Kirli Derviş

Kirli Hacıgil

Kizirgil

Koca Zoppikgil

Kocağagil (Koca Ağa Gil)

Koğagil

Kolağagil

Konyalıgil

Korutmaz Gil

Korttano Gil

Kör Farız

Kör Fevzi

Kör İboş Gil

Kör İnne

Kör Mustafa

Kör Şebapgil

Körsılogil

Köşker Dedegil

Köşker Gadogil

Köşkergil

Köylüoğlugil

Kucur Gil

Kulah Gil

Kullogil

Kummogil

Kurdo

Kurnisgil

Kurt Bekogil

Kurtanogil

Kuru Şıhgil (Kuruşeh Gil)

Kurukafagil

Kuş Mıcco

Kuttik Gadogil

Küçük Aligil

Küçük Mehmet Efendigil

Küffogil

Küftegırgil

Küllihıştigil

Künnogil

Künüş (Künüş Gil)

Kürkoğlugil

Küsülügil

L

Lavogil

Leylekgil

Lillogil

Lokkogil

Loppış

Löklök Mahmut

M

Mahmudi Guligil

Mam Hınzırogil

Mamçakırogil

Mam Kotto Gil

Manikgil

Mansurgil

Maragil

Maşevitgil (Maşavıt Gil)

Mehdiağagil

Mehemet Ağa

Memiyalangil

Merdinnigil (Merdinli Gil)

Meriç Bekir Efendigil (Dayıgil)

Mertegil

Meşiştogil

Mıççangil

Mınigil

Mırrogil – Müftü Hayri Hoca

Mıstalıgil

Minte Gil

Mustafa Çavuşgil (Mustafa Çavuş)

Mutullahgil

Moze Hafız

N

Nahakgil

Nakipler

Nana Hasangil (Nana Gil)

Nandozgil

Natırgil

Naylon Dursun

Naylon Mahmut

Naylon Zekiye

Neşiştogil

Nivogil

Nuri Hocagil

O

Odacı Kadirgil

Onbaşıgil

Osmanı Belekgil

Otçu Hanımgil

Ö

Öcagil

Öcikgil

Öççangil

P

Pabıcı Yallo Gil

Paket Memet

Pala Hocagil

PalazAligil

Pancargil

Partalgil

Paşagil

Pat Hacıgil

Payam Gil

Pehlivangil

Peltek Ömergil

Pepigil (Pepe Gil)

Pıçakcıgil (Pıçakcı Hoca)

Pınarlıgil

Pıtte

Pisimamgil

Polatlıgil

Poturoğlugil

R

Recep Ağagil

Remguriyogil

Reşo Baba

S

Saçalık Gil

Saçaklıgil

Sadettingil (Sededin Gil)

Sadıkbeygil

Sadullahgil

Sağır Karıgil

Said Hafız

Salih Efendigil

Saltoğlugil

Sandıkçıgil

Sarı Şıhgil (Hasan Mekke)

Sarıkızgil

Sarmısakçıgil

Sefer Ağagil

Servergil

Sete Halilgil

Sıçan Aligil

Sıçangil

Sıdık Efendi Gil

Sıradişgil

Sinekligil

Siyabentgil

Sofugil

Sorrogil

Soytarıgil

Sümütgil

Sünnetçigil

Sürmeli Hocagil (Sürmeli Hoca)

Ş

Şaş Hasangil

Şeker Gil

Şerrıgil

Şeyo Gil

Şeytan Hösin

Şıh Beygil

Şıppıgil

Şiltegil

Şişko Kazım

Şollogil

Şorba Sefer

Şörüklü Abogil

Şükrü Hafız

T

Takışgil

Tallogil

Tantanigil

Tapbastıgil

Tavukgil

Tavvoil

Teciroğlugil

Tekkogil

Temirağagil

Terkoğlugil

Tıfık Gil

Tıllanıgil

Tırnalgil

Tizokgil

Tokmakgil

Toppalyamangil

Toros İmam

Tosungil

Tosununoğlu Mahmut

Tüysüzgil

U

Ultagil

Usgevogil (Uskeviyo Gil)

Uskorikogil

Uyuzgil

Uzun Hacıgil

Ü

Üsküllüko Gil

V

Vici Şükrügil

Y

Yağlıcıgil

Yamlı Han Gil

Yaneligil

Yarım Ağa Gil

Yemlihagil

Yılanogil

Yusufbadigil

Z

Zebetgil

Zemherigil

Zerpoğlugil

Zevkoriyogil

Zeynogil

Zezi Bekmezgil

Zıne Zoppe Gil

Zırzırgil

Zibilci Kelo

Zombabagil (Zombaba)

Zontur Gil

Zorbagil

Zulamgil

02-07-2004

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Türkmen Yurdu Kırşehir.Yrd.Doç.Ahmet Gündüz.Sh.11,Bak.Babailer isyanı.A.Yaşar Ocak.

[2] Age.sh.71.

[3] Age.95.

[4] Age.98.

[5] Age.179.

[6] Bak.Age.105.

[7] Bak.Osmanlı Salnamelerinde Adıyaman.DoçSaid Öztürk..

[8] Bkz.: http://www.osmanli.org.tr/yazi.php?bolum=4&id=264.Osmanlı Dünyasında Gayri Müslimler.Osman Selim.

[9] Sözler.B.Said Nursi.342-343.

[10] Hayatım-Hatıralarım .Mehmet Kırkıncı.128.




ABD VE ABD’NİN HRİSTİYANLIK PROPAGANDASI VE ARMAGEDON

ABD VE ABD’NİN HRİSTİYANLIK PROPAGANDASI

VE ARMAGEDON

Şu anda dünyada tek süper devlet ABD.İslam dünyasını diğer süper devlet olan Rusyaya karşı kullanıp onu devirdikten sonra meydanı boş bulmuş ve İslam dünyasına onu rezerve edip adalet,demokrasi,yeni dünya düzeni,Büyük Ortadoğu Projesi adıyla,yine kendilerinin yani W.Bush’un ifadesiyle yeni bir haçlı seferi başlatmıştır.

Osmanlının fethine özenmeye çalışan ABD,fetih ve sulh değil zulüm getirmekte,zulmü götürmektedir.Dünyanın jandarmalığına ve hakemliğine soyunmaya çalışmaktadır.

Bunda her ne kadar Yahudi parmağı bulunsa da,bu durum ABD’nin işine gelmekte,bir yandan içinde gelişen islami gelişmeyi frenlemek,diğer yandan da hristiyanlığa yeni bir canlılık getirme çabasına girilmektedir.

Şimdiye kadar İslam devletlerine istediği başları getirmek için darbe yapan ABD,şimdilerde onları götürmek için darbe yapmaktadır.

Vietnamda bataklığa saplanan ABD,bu sapkınlığını,sapıklık ve saplanmasına devam ettirmekte,Irakta da aynı hatayı denemektedir.

Tam bir zulüm sürmekte,kurdun kuzuya olan bahaneleri aranmaktadır.Adeta zalim Saddamın zulmü aranır hale gelmektedir.

Irak’a kitle imha silahı var bahanesiyle girildi.Ancak bunun da büyük bir yalan olduğu başında olduğu gibi sonunda da belli oldu.ABD dışişleri bakanı Colin Powell hatalarını kabul ederek şöyle dedi:”İstihbaratımız kitle imha silahları konusunda bariz şekilde hata yapmış.”dedi.[1]

Bush ilk defa doğru söyledi:”Haçlı seferlerini başlatıyoruz.”

Bu sözünü doğrulamış oldu.Ebu Gureyb yani gariblerin babası demek olan Iraktaki hapishane,her türlü onurların kırıldığı ve eziyetlerin her nevinin uygulandığı yerler olarak tarihe silinmez bir leke olarak geçmiş oldu.Tıpkı haçlı seferleri gibi…

Eğer maddi bir zenginliğim olsaydı Iraklılara zulmeden İngiliz ve Amerikan askerlerinin resimlerini bastırır,tüm dünyaya dağıtırdım.Ta ki herkes tükürsün diye…

Felluce de yapılanlar ise asrın tam bir vahşeti..

ABD,düğün yerini bombaladı,camiye bomba attı,Hz.Alinin türbesini bombaladı,felluceye saldırdı.Ebu Gureyb cezaevi tam bir skandala dönüştü.

Napalm bombasının kullanılması uluslararasınca da yasak olmasına rağmen sorumsuzca ve pervasızca bu kullanılmıştır.O da Bush’un emriyle…

Ye’cüc-Me’cücün diğer adı Terör ve Anarşidir.İşte bir Ye’cüc-Mecüc hadisesi…

1492-de ABD keşfedildi.Yaptıklarıyla ise adeta geri kapanışını hızlandırmakta,tarihin derinliklerine gömülmeyi sürdürmektedir.

ABD’nin politikası hristiyanlık politikasıdır.

Hristiyanlık faaliyetlerinin hedef ülke olduğu Türkiyede Ankara Ticaret Odasının da hazırlamış olduğu raporda:“Karadeniz ve Güneydoğu Anadoluda yoğunlaşan misyonerlik kapsamında 300’den fazla kilise,çok sayıda kitabevi ve dernek ile 5 radyo ve 7 gazete faaliyet gösteriyor.”

Özellikle hristiyan faaliyetlerinin yoğun olduğu yerler:”Nevşehir,Adıyaman,Adana,Bursa,Diyarbakır ve mersin’de yoğun.”[2]

İşte bir tesbit:XIX yüzyılın ikinci çeyreğinde Osmanlıda mantar gibi misyoner okullarının açılması üzerine yapılan araştırmada şu tesbit edilmiştir.”Misyoner okullarının en fazla,medreselerin bulunmadığı vilayetlerde açıldığı görüldü.Konya,Bursa,Trabzon,Şam,Halep,Kütahya ve Kayseri gibi yerlerde yeterli alim bulunduğu için Müslüman halkın misyoner halkın okullarına rağbet etmediği anlaşıldı.”[3]

Böylece anlaşılmaktadır ki;İmam-Hatib karşıtı davranışların içerisinde misyonerlik faaliyetleri veya onları besleyici faaliyetler ve niyetler sezilmekte ve görülmektedir.

Hristiyanlık dünyası değişik zamanlarda İslam dünyasına saldırmayı bir politika olarak sürdürmektedir.Bir zamanlar Salman Rüşdü’nün kaleme aldığı düzmece sözlerden ibaret olan –Şeytan Ayetleri- kitabının kanı kurumadan,Iraktaki önemli politikası olan hristiyanlaştırma sürecine bu seferde özellikle CIA’nın desteklediği Saroş’un yazdığı ve üç dinin kitabından alınan uydurma ve üç dinin mensublarınında kabul etmediği düzmece –Gerçek Furkan-adlı kitapla suyu bulandırmaktadır.

18.yüzyıldan beri aralıklarda bu uydurma faaliyetlerini sürdürmektedir.Bu kitap 10 yıldır ortadoğuda okutulmakta ve özellikle yabancılar arasında üç dinin kitapları tahrif edilmektedir.

Hristiyan ilahiyatçıları da buna tepki göstermekte ve delil olarak İncilden bir ayetle kabul etmemektedirler.O da;Yazılı olanı söylemekten fazla bir şey söylemek veya eksiltmek caiz değildir.

Bu kitapta yine Teslis inancı kullanılırken,Baba-Oğul-Ruhul Kudüs yerine,Müslümanlara cazib gelmesi için aldatmaca bir ifadeyle oğlun yerine söz ve kelam getirilmektedir.Zira Hz.İsa Kur’an-da –Kelimetullah- (Nisa.171,Âl-i İmran.45)yani Allahın kelimesi,sözü,kelamı olarak zikredilmektedir.

Bu kitabı hazırlayan Saroş kendisiyle yapılan bir röportajdaki ifadesine göre;”Biz Müslümanlara sinema gibi bir çok yolla hakim olmaya çalışmış ancak olamamıştık,faydasız kalmıştı.Bu amaçla etkili olmak için böyle derleme bir kitabı derledik.”

Kültürel bir saldırı…

Bu faaliyetlerin içinde en faal kesim ise;Evangelical kesimdir.Bunlar kendilerini müjdeci olarak ifade edip,siyasi faaliyet içinde iş görmektedirler.Bunların başında Bush ve Clintin gibi ABD devlet başkanları gelmektedir.

Bunların inancına göre;Her bin yılda bir İsa’nın geleceğini beklemekte ve İsa’nın da önemli olayların arkasında geleceğine bir işaret olacağını bildirmektedirler.

Nitekim 11-Eylül-2001’de ABD’de olan önemli bir olay,İkiz kulelerin yıkımı idi.Bu aşağıda da belgesini verdiğimiz üzere sefih birisi alet ettirilerek yaptırılmış idi.Zaten bir çok makalede de görüldüğü,belgelerle açığa çıktığı üzere,İkiz kulelerin yıkılacağı ve böyle bir saldırının yapılacağı başta Mossad ve CIA tarafından bilinmekte idi.Mesela o günde kulede çalışan 3 bin Yahudi işe gitmemişti.

Adeta bu Evangelik faaliyetle Hz.isa’nın gelişine bir zemin hazırlanmaya çalışılmaktadır.

Çünki her üç büyük dinde de hemen hemen birbirine yakın manada şu müjde haber verilmektedir:Tevrat’ta”Yesse’nin gövdesinden bir filiz çıkacak ve onun köklerinden bir fidan doğacak.Rabbin ruhu,hikmet ve sağduyu ruhu,öğüt ve yüreklilik ruhu,bilgi ve Rab korkusu ruhu onun üzerinde duracak.O,Rab korkusundan zevk alacak;o gözlerinin gördüğüne göre yargılamayacak;kulaklarının işittiğine göre karar veremeyecek.Zayıfları adaletle yargılayacak;yeryüzünün yoksullarına haklarını verecek.Bir değnekle vurur gibi yeryüzüne sözüyle vuracak ve dudaklarının soluğuyla kötüyü yok edecek.Adalet onun belinin kuşağı…olacak.Kurt kuzuyla birlikte oturacak;kaplan oğlakla beraber yatacak;buzağı,aslan ve besili sığır bir arada yaşayacak ve onları küçük bir çocuk güdecek.İnek ayı ile birlikte otlayacak;yavruları bir arada oturacaklar ve aslan sığır gibi saman yiyecek.Emzikteki çocuk,kobra yılanının yuvası yanında oynayacak ve sütten yeni kesilmiş çocuk,kara yılanın deliğine elini uzatacak.Benim kutsal dağın üzerinde hiç kötülük yapılmayacak;artık hiç bir zarar verilmeyecek;çünki denizin dibi nasıl onu örten sularla dolu ise yer yüzü de Rab bilgisi ile öyle dolu olacak.”(İşaya,11:1-9,Hz.İsa’nın dönüş müjdesi.H.Yahya.sh.39-41)

Kelime anlamıylada müjde anlamına gelip kendilerini müjdeleyici,İsanın dümdarı,Meryemin müjdelediği ve hatta peygamber makamına koymaktadırlar.

Oysa Hz.Meryem,kendisiyle Allahın ilahi mesajı ilettiği bir kimsedir.Onun dışında ne onun ne de Hz.İsanın ilahlık ve tekrar peygamberlik gibi bir hal ve vazifeleri yoktur.İslam inancına göre de,Hz.İsa’nın gelişi bir peygamber olarak değil,Hz.Muhammedin bir ümmeti sıfatıyla gelecek ve hristiyanlık dünyasının islamiyete girmesine zemin hazırlamış olacaktır.Duasında da,Hz.Muhammedin ümmeti olmayı dilemiş ve Allah tarafından kabul edilmiştir.

Özellikle 1979-dan beri ABD’de etkili olmakta,adeta Bush’un yeni dünya düzeninde yeni bir dini olarak piyasaya sürülmektedir.

Bununla beraber 1963’de ABD’de kurulan The Minarat adlı teşkilat da İslam dünyasındaki ülkelerle irtibat kurmakta,sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olup,kimseye hesab vermeyen bu gizli teşkilatda İslam dünyasına düzen verme şebekesini oluşturmaktadırlar.

Diğer yandan;İsrail yıllardan beri Mescidi Aksanın altını kazarak yıkmaya çalışmaktadır.Taki yıkarak yerine üç dinin içerisinde ibadet edeceği yeni bir mescid inşa etmek.Bu ve benzeri durumlara hristiyanlar da sessiz kalmaktadırlar.

O halde böyle bir durumda hristiyanların ve Müslümanların hesabı nedir?

Hristiyanların hesabı;Bu bahane ile dünyada bulunan tüm Yahudileri orada toplamak ve daha sonra toplu olarak onları imha etmek…

Yani Armagedon Savaşı…

Yahudiler büyük bir başarı ve topluluk oluşturduktan sonra hristiyanlar tarafından teslime zorlanacak ve kabul etmemeleri üzerine imha edilecek,İncil hükmü gereği olarak…Böylece İsanın hakimiyeti ilan edilmiş olacaktır.

Bu da yapılırken Tanrının eli güçlendirilmiş olacak ve dolayısıyla tanrının yeryüzündeki hakimiyeti tesis edilmiş olacaktır.

Müslümanların inancına göre ise;Hadisde;Ortadoğuda iki dinin bir arada bulunamıyacağı ve diğer bir hadisde de;Yahudiler ile Müslümanlar arasında yapılan savaşda Yahudilerin öldürüleceği öyle ki bir ağacın arkasına bile saklansalar,o ağacın;-Ey Müslüman,gel,arkamda bir Yahudi var diyeceği ancak bodur bir ağacın bundan istisna olarak söylemeyeceği zikredilir.

İsrail bu bodur ağaçdan sıklıkla hem israilde hem de mezapotamya olarak isimlendirdiği bölgelerde çoklukla dikmektedir.

Bunun bir de mecazi manası da vardır ki;oda tüm dünya Yahudilere muhalefet edip onun yaptıklarını tasvib etmezken,ABd sadece bunlara destek olmakta,arkasına almaktadır.

ABD Irak’a girmesinin akabinde 3 bin papazıda beraber orada görevlendirdi.

Birinci adımda batı din ve kalbin peşinden koşmamış ve yapışmamıştır.Hep aklı rehber ve kıble edinmiştir.Onda bile istikrarı ve istikameti bulamamıştır.

Doğuda ise din ve kalb hakimdir.O ise akılda zorlanmıştır.

Batı aradığının neticesi olan medeniyeti,doğu ise insanlığı bulmuştur.Bu durumda ikisinin hakikatlarının mezcedilmesiyle gerçekler ortaya çıkacaktır.

BOP’mu?Buşun Ortadoğu projesi.

Peygamberimizin hadisleri bu durmlara işaret etmektedir.

Ravi (r.a.): Ebû Saîd-i Hudrî şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Çok sürmez (öyle fenâlıklar tahaddüs edecek ki) bir Müslümanın en hayırlı malı -kendi dînini fitnelerden selâmete çıkarmak için- dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar (dan ibâret) olacaktır. ”

Bu zulme özellikle Türkiyede seçilmektedir.

“Ünlü gazeteci Bob Woodward’ın geçen hafta piyasaya çıkan Plan of Attack (Saldırı Planı) adlı kitabı Amerika’da günün konusu haline gelmiş durumda. Woodward’a her an başka bir TV kanalında rastlayabiliyorsunuz.

“TBMM’nin 1 Mart’ta tezkereyi reddetmesinden 17 gün sonra 17 Mart’ta yapılan bir toplantıda Türkiye’nin durumu gündeme gelince Başkan Bush şöyle diyor: “Türkiye eninde sonunda bizim yanımızda yer alacaktır. Başbakan Erdoğan (dersini) öğreniyor. Türkiye’siz de kazanırız bu savaşı ama Türkiye’yi yanımıza çekmemiz iyi olur. Önemli olan onların Kuzey Irak’a girmesini önlemektir.” (sayfa 369)

“ABD’li ünlü gazeteci Bob Woodward’ın ‘Saldırı Planı’ adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatılıyor. Kitaba göre Temmuz 2002’nin ikinci haftası, bir CIA timi, Diyarbakır üzerinden Kuzey Irak’a geçiyor. CIA, Türkiye’deki muhataplarına, K.Irak’ta Ensar el-İslam adlı terörist örgüte yönelik bilgi toplanacağını bildiriyor. Türk istihbaratı, 4 ajanının CIA timi ile birlikte olmasını şart koşuyor. CIA ajanlarının Tim adlı lideri şöyle anlatıyor: ‘Türklerin varlığı bizi rahatsız ediyordu. Onlara asıl işimizi söylememiştik. Onlardan Kürtler aleyhine sözler dinledik. Kürtler de Türkler aleyhine konuşuyorlardı. Türk meslekdaşlarımız, bizi gözetleme görevlerinin dışındaki zamanları bol bol sigara içerek ve bir odaya kapanıp Türkçe porno film seyrederek geçiriyorlardı. Ne yaptığımız, amacımız gibi konularda en ufak bir bilgileri yoktu. Onlar odaya kapandıklarında, biz de Kürtlerle Saddam’ın devrilmesine yönelik işbirliğini geliştirdik.’

HIRİSTİYANLIK KKTC’DE MODA GİBİ YAYILMAYA BAŞLADI

Serdar Denktaş, artık yeni bir dönemin başladığını ve bu döneme yoğun bir özeleştiriyle girdiklerini belirterek, manevi değerler ışığında yeniden toplumsal birliğin tesis edilmesi gerektiğini vurguladı. Serdar Denktaş, babası Rauf Denktaş’ın “Genç kızlarımız haç takmaya başladı, Hıristiyanlık KKTC’de moda oluyor” şeklindeki uyarısının ciddiye alınması gerektiğini belirterek, şunları kaydetti:

DİNİMİZDEN UZAKLAŞTIK

• ”Bazı gençlerimiz, moda zannedip açıktan açığa haç takmaya başladı.
• Rum tarafındaki kilisenin etkinliği gibi bir dini etkinlik bizim tarafta yok.
• Bu duruma gelinmesinde en büyük suç, geçmiş dönemlerde yapılmış olan yanlışlardır.
• Zaman içinde bütün milli ve manevi değerlerimizi kaybettik.
• Suç idarecilerindir. İdare ile birlikte halkta da yozlaşma başladı.”

Özellikle bir asırdır hız kazanan misyonerlik faaliyetinin temeli Lozan anlaşmasında Türkiye ile adeta bir resmiyet kazanmış oldu.

İslama karşı Vatikan planına göre:”Papalık,85 bin papaz ve 450 bin misyonerin çalıştığı –Hristiyanlaştırma-örgütüyle İslam dünyasına karşı 280 gizli proje yürütüyor.”[4]

Kendi içinde hızla kan kaybeden papalık ve hristiyan dünyası özellikle fakir İslam ülkelerinde,maneviyattan uzak olan insanlara cazib tekliflerle el atıp saflarına çekmeye çalışmaktadırlar.Bir yandan da açtıkları okullar ve eski kapalı olan kiliselerini tekrar açık oraya görevlendirdikleri papazlarla,yardım kuruluşarı ve Müslüman diyaloglarla hızlarını arttırmaktadırlar.

Hristiyanlık dünyası bir yandan diyaloğa sıcak bakarken,bir yandan da papa,tüm hristiyanları Müslümanlarla evlenmemeye çağırmakda,eğer mecburi bir evlenme durumu söz konusu olduğunda da çocukları mutlaka hristiyan yapmaya davet etmektedir.Çünki her zaman olduğu gibi,onlar için gerçek hakikat,hristiyanlıktır.Elbette diyalogdan onlarında bir menfaat ve hesabı söz konusudur.Ancak hesabını ve dayanağını sağlam yapan kazanır.

Onlar için gerçek amentü şudur:”Gerçekten de peder tarafından oğlun gönderilmesi igib –Mesih isa da havarilerine :Öyleyse gidin ve bütün insanları peder,oğul ve kutsal ruh adına vaftiz edin,size emrettiklerime uymayı onlara öğretin ve eğitin,işte dünyanın sonuna kadar bütün günler sizinle beraber olacağım.”[5]

Dini ve şahsi hüküm olarak onlar bizim için ne ise,bizde daha fazlasıyla onlar için oyuz.Biz İsayı peygamber olarak kabul edip mecburiyet içerisinde kendimizi hissederken,onlar için Hz.Muhammedi kabul etmek ve de mecburiyet durumu söz konusu değil bilakis dinlerini terk etmekle eş değerdedir.

C.Çandar:” İşin en ilginç yanlarından biri, “Büyük Ortadoğu projesi”nin henüz açıklanmamış olması! Adı var, kendi ortada yok. Sadece, gündeme getirileceği biliniyor ve derhal karşı tavır alınıyor.
Amerika’nın, bir zamandır üzerinde çalıştığı ve George W.Bush’un kasım ayında National Endowment for Democracy (NED)’de -Ulusal Demokrasi Vakfı- yaptığı konuşmada ipuçları olan bir “girişim” bu ve önümüzdeki Haziran ayında G-8 Zirvesi’nde, ardından İstanbul’daki NATO Zirvesi’nde ve onu takiben ABD-AB Zirvesi’nde gündeme getirileceği belirtildi.
İpuçlarına bakıldığı ve gündeme sunulacağı “takvim” gözönüne alındığında, anlaşılabilen, bunun bir “Batı Sistemi ortak projesi” haline sokulmak istendiği. Amerikalılar, bu “girişim”in içine Rusya’yı da dahil etmek istiyorlar.
Ve, yine anlaşılabildiği kadarıyla bu “girişim”, önümüzdeki en az 20 yıl için, “Büyük Ortadoğu” diye tanımlanan ve ta Atlantik kıyılarındaki Fas’tan başlayarak Çin Seddi’ne kadar olan ve içine Afganistan’ı, Pakistan’ı ve Orta Asya’yı alan “jeopolitik saha”ya yönelik bir “uluslararası strateji”yi ifade edecek.
Dolayısıyla, öncelikle bunun “ciddi” bir “girişim” olduğunu anlamak durumundayız. Aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan “Soğuk Savaş”ta Amerika’nın başını çektiği “Hür Dünya”nın amacının “komünizmi çökertmek” olarak ilan edilmesi karşısında “Bu iş yürümez” demek, o güne göre ya “monarşi”ler veya “totaliter” rejimler görmüş olan Doğu Avrupa’da o hedefin niçin “uygulanamaz olduğunu” söylemek ne kadar anlamlı olursa, “Büyük Ortadoğu girişimi”nin daha şimdiden -üstelik ne olduğu tam açıklanmadan bile- yürümeyeceğini ilan etmek, o ölçüde anlamlı olur.
Unutmayalım, bundan 15 yıl önce bu sıralarda Sovyetler Birliği’nin çökeceğini iddia etmek bile “fantezi” sayılabilirdi. Ve, unutmayalım, Sovyetler Birliği bugün haritada yok.
“Büyük Ortadoğu Girişimi”nin hedefinin, şimdiki ipuçlarına göre, “İslam Dünyası’nı dönüştürmek ve demokratikleştirmek” olduğu söylenebilir. Bu “girişim”in işlemeyeceğini ileri sürmek, İslam Dünyası’nın “dönüşemeyeceği ve demokratikleşmeyeceği”ni bir “dogma” gibi iddia etmek demek değil midir?

Ortadoğu’nun “dönüştürülemezliği” demek, 22 Arap ülkesinin toplam gelirlerinin bir İspanya etmemeye ilelebed devam etmesi demektir. Ortadoğu bölgesinde yaşayanların üçte birinin günde 2 doların altında bir gelirle yaşamaya devam etmesi demektir. Yaklaşık 200 milyonluk Arap dünyasında basılan yıllık kitap sayısının dünyanın yüzde 1’ini oluşturmaya, yabancı dillerden çevrilen kitap sayısının 10 milyondan az nüfuslu Yunanistan’ın beşte biri kalmaya devam etmesi demektir. Arap parlamentolarında kadın milletvekili oranının yüzde 3.5’ta durmaya devam etmesi demektir. Rakamlar, BM’nin ünlü raporundan…”

M.Özcan” Bazı gazetecilerin muzipçe yazdıkları gibi medeniyetler çatışmasından sonra sıra geldi projeler çatışmasına! Araplar kendi projeleriyle Amerikan projesini ekarte ediyorlar. Amerikalıların bu girişimini hariçten gazel okumak olarak nitelendiriyorlar. Nitekim Ürdün’ün yeni Başbakanı Faysal Faiz: “Reformlar içeriden başlamalı ve kesinlikle medeniyetimize ve dinimize ait değerlere yaslanmalı” diyor. Amerikalılar hoş “Buna katılmaya mecbur değilsiniz” deseler de aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyorlar. Sözgelimi Amerikan Dışişleri Bakan Müsteşarı Grossman “Reformların başarısızlığı aşırılığı arttırır” demektedir. Halbuki reform süreci doğru orantılı bir şekilde işlemeli ve işletilmeli. Önce bölge ülkeleri ve halkları ABD’nin adaletine ve samimiyetine güvenmeli. Bunun tesisi için de İsrail-Filistin meselesinin adilane bir şekilde çözülmesi gerekir. Ondan sonra reformlar için gerekli olan güven ortamı tesis edilebilir.

Aslında, ABD’nin niyeti baştan bozuk. Bu projeyle kendi imparatorluğunu idame ettirmek istiyor. Aynı paralelde, Soğuk Savaş sırasında komünizmin çözülüşüne giden yolda Helsinki Anlaşması gibi bir anlaşmayla ‘radikal İslâm’ dediği İslâmî kesimlerin üzerine gitmek ve onları yok etmek istiyor. Yani SSCB’nin çökmesinden ve havlu atmasından sonra yeni düşman ihtiyacını karşılamak için devreye soktuğu İslâmî kesimleri de bitirmek için Büyük Ortadoğu Projesini ortaya attı.

ABD herkesi içine almaz,muhibban-ı abd olmadıkça tıpkı masonlar gibi…

(6)Masonluk elitist-seçkinci bir teşkilâttır. Tahsilsizleri, işçileri, çiftçileri, fakirleri aralarına almazlar. Mason olabilmek için yüksek tabakaya mensub olmak gerekir. Bende 1930’lu yıllardan kalma “Muhibban-ı Hürriyet” locasına ait bir yazı var, biri tramvay deposunda memurluk yapan iki vatandaşımız Mason olmak için müracaat etmişler, müracaatı inceleyen raportör “Bunlar her ne kadar namuslu ve dürüst vatandaşlar ise de, içtimai seviyeleri Mason olmalarına yeterli değildir, binaenaleyh taleplerinin reddine…” diye şerh vermiştir.”[6]

Masonluk ta Hz.Süleymana kadar dayandırılıp,temelinde ingiliz siyaseti yatmaktadır.Duvar ustalarının kurmuş oldukları çatının yaygınlaştırılarak,zaman içinde siyasallaştırılmasıyla da hristiyan inancının temelinde diğer dinleri de mensublarıyla beraber içine çekip eritme faaliyetidir.

”ABD’nin resmi olarak tanıdığı 192 ülkenin 135’inde askeri var.Bu ülkelerde 702 askeri üs ya da tesisi var.Sadece almanyada 75 bine yakın ABD askeri var.Irak ve Afganistan hariç yabancı ülkelerdeki asker sayısı 250 bin civarında.Yani ABD ordusunun yüzde 18’e yakını başka ülkelerde.Tarihte örneği olmayan tam anlamıyla bir küresel imparatorluk.”[7]

ABD’ ye göre Adalet bakanlığının ve Beyaz sarayın bildirisinde:”İşkenceye karşı uluslar arası hukukun sorgulamalar için geçerli olmadığının…”[8]belirtilmesi her türlü işkenceyi meşru kılmaktadır.

ABD ırakta Türkiyede yaptığı gibi bir şii Sünni çatışmasını körüklemektedir.İç çatışmayla onları birbirine kırdırırken kendisini de emniyete alma düşünce ve hesapları yapmaktadır.

Kendine yanaşanı korumakta ABD.Celal Bayar devlet başkanı sıfatıyla 23.John Roncalli’nin papa olmasıyla ayağına kadar gitmiş olması,idamla yargılandığında bir kaç saat önce bu papanın tavassutuyla idamdan kurtulur.Kolay değil,çünki Bayar’da Vatikanın Türkiyede bir büyük elçilik açmasını sağlamıştı.[9]

-bir çok kirli işlere eli var.**AİDS’in bulaşma sebebini araştıran İngiliz gazeteci Edward Hooper”The River”adlı kitabında:ABD’nin Şempanzelerden alınan dokularla üretilen aşıların,Afrikadaki çocuklara’Çocuk felci aşısı’nın yapılmasından sonra Aids-in yaygınlaşmış olduğunu söylemektedir.(Bak.Zaman gazt.23-1-2000)

Sahnenin gerisindeki en önemli rol ise İsrailindir.

Bunun senaryoları ise asırlar öncesine kadar dayanır.

Körfez Savaşı ve sonrası CIA adına çalışan ancak daha sonra Guam’daki askeri üsse götürülen Kuzey Iraklı peşmergelerin çoktan ABD’ye götürüldüğü, bu kişilerin Kürt yahudiler olduğu ve şimdi ABD kurumlarında eğitim aldıkları belirtiliyor. İşte bunlar yarın bölgeye yönetici olarak gelecek. Tıpkı Karzai ve diğerleri gibi… ” [10]

İsrail’in İran, Suriye ve Irak’ta Kürtler’in yoğun olarak bulunduğu bölgelerde, komando birimleri eğittiği ve gizli operasyonlarda kullandığı öne sürüldü. Ebu Garib cezaevindeki işkence skandalını ortaya çıkaran Pulitzer ödüllü ABD’li gazeteci Seymor Hersh, Türkiye’nin bu durumdan rahatsız olduğunu ve İsrail’le olan son gerginliğin bu nedene dayandığını iddia etti.

ABD,evvela saldırmaya cesaret edemediği İran’ın etrafını boşaltacak,ya kendi veya İsrail ile veya bir bahane ve sessizce İsraile vurduracak.

Yahudiler her zamanda bir boşluk bulduklarında bunu değerlendirmişler ve boşluğu boşluklarda doldurmaya çalışmışlardır.Tıpkı Hendek savaşı esnasında savaşmamak üzere sulh anlaşması imzalayan hayber Yahudilerinin, müşriklerin tekliflerine açık olarak Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozup müşriklere yüzlerini rahatlıkla dönmüşlerdir,sonucu ise hiç düşünmeden…

Türkiyenin yıllarca çektiği PKK illetinin arkasında bugünkü planlar yatmakta idi.

“Takvimler 16 Eylül 1998’i gösterdiğinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Suriye’ye sınır Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde şöyle diyordu: “Türk devleti olarak komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bu iyi niyetimize rağmen bazı komşularımız, özellikle ismini açıkça söylüyorum, Suriye gibi komşular, iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Türkiye beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Artık sabrımız kalmadı.” bu durum aponun yuvasını terketmesi ve

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, TBMM’nin yeni yasama yılının açılışında Meclis’teki konuşmasında, “Suriye, Türkiye’ye karşı açık bir husumet politikası izlemektedir. PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kez daha tüm dünyaya ilan ediyorum” diyordu. VE Aponun bundan itibaren,şam,atina,rusyada yüz bulamadı ve yakalanışını hızlandırdı.

Marksist-Leninist ideolojiye dayanan bölücü terör örgütü PKK’de oruç tutmak yasaklandı!

Terör örgütü PKK`da, sözde başkanlık konseyi kararıyla, oruç tutulmasına izin verilmemesi sorun yarattı. Örgütün sözde Başkanlık Konseyi 3 Kasım 2001 tarihinde bir bildiri yayımladı. Örgütün yoğun bir mücadeleden geçtiği, bu mücadeleyi engelleyecek düşünsel ve eylemsel tüm çabaların yasaklandığı belirtilen bildiride, oruç tutulması amacıyla örgüt içinden yönetime çeşitli taleplerin gelebileceği, daha önce örnekleri görüldüğü şekilde bu tür faaliyetlerin disiplini bozduğu ifade edildi.Bildiride, “Oruç tutulması taleplerinin ikna yoluyla reddedilmesi, diretenlere ise gerekli yaptırımın uygulanması” istendiği kaydedildi. Oruç konusunda alınan kararın propaganda amaçlı olarak kullanılabileceği ifade edilen bildiride, karşı propaganda için de gerekli tedbirlerin sözde Başkanlık Konseyi tarafından alınacağı belirtildi.”[11]

“Bütün İslâm ülkeleri içinde birçok bakımdan en önemlisi kesinlikle Türkiye’dir” diyen ve eski bir CIA Ortadoğu şefi olan Graham E. Fuller “Siyasal İslâm’ın Geleceği” ismiyle Türkçe’ye yeni tercüme edilen eserinde şu iddiasını her yönüyle isbata çalışmış:
“İslâm tarihinde son derece önemli bir kilometre taşıdır” (s.14) dediği AKP’nin iktidara gelmesinin siyasal İslâm’ın sisteme entegre olması, meşrulaşması ve İslâm dünyasında örnek teşkil etmesi açısından ehemmiyetine dikkat çeken Fuller, gönüllerinde yatan aslanın liberal bir İslâm anlayışı olduğunu açıkça ifade ediyor. “Zırvalayan Amerika” anlayışının dünyada iyice yer etmesinin ABD’yi daha da baskıcı yapacağını ve önümüzdeki yıllarda bu baskının direkt İslâm’a yöneleceğini bunu gerçekleştirmek için de baskıcı rejimlerin sayısının artabileceğini söyleyen ‘sahte demokrasi havarisi’ ABD’nin akıl hocası tek ümidini şöyle dile getirmiş: “Ümit edebileceğimiz tek şey, liberal İslâmcıların modern çağda yenilenmiş bir İslâm anlayışı ve evrensel bir İslâmî değerler formu ortaya koyma yönündeki çalışmalarında sebat etmeleri, süreç boyunca müttefikler bulmaları ve şiddetle ihtiyaç duyulan değişimler ve reformlar yönünde ilerlemeleridir.” (s.345)
Bundan dolayıdır ki;bir asırdır Türkiyenin önü tutulmakta,maddi-manevi gelişimi engellenmektedir.Mesela:

Fransadaki başörtü yasağı;bizden mi onlara bulaştı yoksa onlardan aldığımız laikliğin uygulanmasındaki zorlamadan mı?Zorla başı örtmek suç,zorla başı açmak suç değil!Tıpkı Cüneyt Arkın gibi ki,filimlerinde içki-fuhuş gibi her türlü anormallikler ,diğer taraftan tüm Türkiyeyi dolaşarak başta içki olmak üzere bunların zararlarını anlatmak!Tezatmı,ne kadar birbiriyle uyumlu.Başkasına verir talkımı,kendi yutar salkımı!

Askerin bir zamanlar herkesi fişlerken,şimdilerde de sosyeteyle beraber her kesimi fişlemeye çalışması acaba şişlemek için mi,sorusunu akla getirmektedir.Bir zamanlar rusyada sürekli yapılan bir uygulama idi.Varlığını devam ettirmek için,varlığını devam ettirenlere şüphe ile bakmak veya varlığını tanımayıp yok etmek…Ve birileri de sürekli askerleri davet ederken,askerler kullanılmaya çalışılmaktadır.Askerme buna pirim vermekte yoksa birileri mi pirim ödemektedir?

Türkiye için insan hakları 2003 raporunda:

1-Ordu siyasete müdahil.

2-Bir hakimin baş örtülü bir kadını mahkemeden çıkarması.

3-Cumhurbaşkanı dahi yasakçı.

4-Başörtüsü ve İmam-Hatibler.

Özetle:Ordu etkisi,özgürlüğe kısıtlama,reformlar uygulanmıyor,başörtüsü yasaklamaları,cumhurbaşkanının yasaklayıcılığı…

Süleyman Ateş bir tv proğramında ve de her zamanki görüşünde şunu tekrarlar;O zaman ayrı bu zaman ayrıdır.Ondan dolayı bazı uygulama ve görüşler o zamanda kaldı bu zaman da uygulanmaz,der.Nitekim mevlid de o zaman da yoktu,der.Oysa mevlid peygamber efendimizin doğumu olup bunu islam alemi bir hatırlama olarak yapmakta,ibadet ve yaşamaya teşviktir.Burada islamı yaşamamak değil,yaşamak vardır.Farz ve vacib değil ancak müstahsen bir uygulamadır.O zamanda zaten rasulullah vardı,onu görüyorlar ve konuşuyorlar idi.Şimdi ise onun zatına karşı manevi şahsiyetini bir hatırlama söz konusudur.

En az yarım asırdır Türkiye içten ve dıştan yapılan ve yaptırılan ihtilallerle,tahriklerle,çıkarılan uygunsuz ve uyumsuz kanunlarla sürekli tahrik edilmeye çalışılmıştır.Bununla Türkiyenin de adeta bir Filistin,Irak,İran ve Afganistan gibi olmasına çok gayret edilmiştir.Ancak çok cüz-i ve ferdi çıkışların dışında genel olarak halk buna alet olmamış ve bu sele kapılmamıştır.Mevzii durumlar da sonu getirmemiştir.İşin asıl garib tarafı ise,tahrikler hiçbir zaman alttan gelmemiş,sürekli üstten iç ve dış güçler veya genel adıyla ve bir simge olan derin devlet güçleri bu işi sürekli gündemlerine almışlardır.Küçümsenmeyecek derecede çok uğraşıldı,çok tahrikler yapıldı.Nitekim 163. maddeki yamyamlara bile rahmet okutacak insanlık dışı,ortaçağdakilere ulaşılamıyacak bir seviyesizlikle değil düşünceye hayale dahi ambargo konuldu,ağır cezalarla cezalandırıldı.İşleri değil niyet ve düşünceleri okuyan ve sorgulayan bir kanunsuz kanun…

Türkiyedeki özellikle nur cemaatının sürekli müsbet hareketi ve yatıştırıcı hizmet ve rolleri ve özellikle memlekette oluşturdukları manevi ve feyizli atmosfer o tahriklere pabuç bırakmadı ve münafıkane yapılan hile ve dolapları boşa çıkardı.

Bu yapılan menfilikler ise yapanların verdikleri eziyet dışında kendilerinin ömürlerini kısaltırken,milletin hatta İslam aleminin yükselmesine vesile olmuş oldu.Ateşte eğitim görüp terbiye olan,bir ateş gibi neslin oluşmasına ve çıkmasına dolaylı olarak ve istenilmeden bir zemin hazırlanmış oldu.Lekeli bir kesim ve nesilden,lekesiz ve kirsiz bir nesli doğurmuş oldu.

Mehmet KIRKINCI Hoca-Hayatım-Hatıralarım-adlı eserinde memleketimizde uygulanan bazı gerçekleri şöyle dile getirir:

Hayattaki fırtınalar konusunda üstad:”Bu gibi hadiseler fırtınaya benzer;ağacın çürük meyvelerini düşürür.Geriye sağlamları kalır.Tedbir hizmettendir.Menfi hareket yasak.Biz devenin üstünde bir hazine götürüyoruz.Deve,yumurtaların üstünde yürüyor.Ne yumurtalar kırılacak,ne de deve duracak.”(57)

27 mayısta ihtilalciler yedi bin subayı ordudan atmışlardı.(Bak130)

Şeyh Said üstada.”Efendim!Sizin nüfusunuz kuvvetlidir.Bu harekatımıza iştirak buyurur,yardım ederseniz galib oluruz.”diyor ve Bediüzzaman’ı kıyama davet ediyordu:

Bediüzzamanda Şeyh Saide şu cevabi mektubu yazıyor:

“Türk milleti asırlardan beri İslamiyetin bayraktarlığını yapmıştır.Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir.Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez.Biz müslümanız,onlarla kardeşiz.Kardaşı kardaşla çarptıramayız.Bu şer’an caiz değildir.kılıç harici düşmana çekilir.Dahilde kılıç çekilmez.Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz Kur’an,iamn hakikatlarıyla,tenvir ve irşad etmektir.Teşebbüsünüzden vazgeçiniz.Zira akim kalır.Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olur.”(132-3)

Ta o zamandan oynanan planları sezmiş ve alet olanları uyarmıştır.

Ta Osmanlılar zamanında Ermeni lideri olan Buus Nobar ile Mehmet Şerif Paşa bir Kürt devleti kurmak için anlaşmışlar.Bediüzzaman hazretleri onlara da karşı çıkmış.Bunlar birkaç kendini bilmezdir.Bunların fikri Kürtlerin fikri değildir.Kürtler islamiyetten,Türklerden ayrılmazlar.Ermeniler,Kürtleri kendilerine tabi yapacaklar.Bunları istimal edecekler.”demiş.Üstad,Kürt Teali Cemiyetine de karşı çıkmış”(133)

Bir Arabın Türklerin durumunu tanıttıran;kaybolan aslan yavrusunun koyunlar içerisinde büyüyüp kendisini koyun zannetmesiyle,kendisini ve farkını anlatarak kendisine gelmesini sağlamaları misali anlatılır.(205)

Olaylar, bu milletin tekrar aslının aslanlığını hatırlatmaktadır.

Ali Ulvi Kurucu’dan bir hatıra.!970’de Medine-i Münevvereye hac için gelen Endonezya eski başbakanlarından Muhammed Nasır o yıl Türkiyeden hacca 150 bin kişinin geldiğini hayretle karşıladıktan sonra şunları anlatmıştır:”Aziz dostum,ben Lozan muahedesini çok iyi bilen bir diplomatım.O muahedenin hedefi,aslında Müslüman Türkiyenin başını yemekti.İngiliz heyetinin başmurahhası olan Lord Gürzon’un teklifi Türkiye’nin bir hristiyan devleti olmasıydı.Türk heyetini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı.Eğer türk milleti hristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa –ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hakim olmasını ve sefahete azami hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı.Laiklik,batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti manasına değil,din leyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı.Gelecek nesilleri bu manevi güçten,faziletten mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı.”dedi.(242)

Mehmet Zahid Kotku hazretleri önceden Milli Nizam partisinin kurulmasına izin vermemişken ısrarlar neticesinde olur demiş ve N.Erbakan partiyi kurmuştur.O dönemde CHP ile yapılan koalisyonda hapishanede bulunan tüm kominist ve anarşistler affedilmişti.Ve bütün bunlar yıllardır milletin üzerinde etkili ve sancılı oldular.(Bak.218-225)

Ve böylece hem de ağır faturalar ödenmek suretiyle görünen şu ki;siyasetle bu meselelerin gerçek manada çözümü ilk ve tek sebeb değildir.

12-Eylül-1982-deki ihtilalden sonra,anayasanın kabulü yönünde yapılan oylamada evet yönünde kullanılmasında ısrar eden Kırkıncı hoca,Akşamı İsparta dersanesinin basılmasıyla Bayram abi götürüldüğü 1. şubede,kendisine tanıdık bir ses olarak gelen 1. şubedeki gözü kapalı sorgulanmasında o kişinin şöyle dediğini nakletmektedir:”Eğer o gün (İspartadaki istişarede alınacak kararda),Kırkıncı hoca anayasanın kabulü lehindeki o konuşmayı yapmasaydı ve cemaattan bu yönde bir karar çıkmasaydı,aynı gün Türkiye’de ne kadar Nur talebesş varsa hepsini içeri alacaktık.”dedi.”(247)

Önceleri Necmettin Erbakan S.Demirelin seçilmesi yönünde ısrarla faaliyet göstermekte idi.(bak.266)

S.Demirele Samandağından gelen birisinin;”Samandağındaki bazı kandırılmış Alevi gençlerle Suriyedeki Alevilerin el altından iş birliği yaptığını…”söyledi.

“….1965’te……Alevilerin gençleriyle Kürtçülük zihniyeti güden bir kısım gençler şimdi birlikte hareket etme kararı almışlar.Devlete karşı toplu bir kıyam hareketi gerçekleştirecekler…”(268)

Aynen yıllarca Türkiyede uygulamaya konulan Alevi-Sünni kavgası alanını Irak ve çevresine kadar şimdi de sürdürmektedir.

1980 ihtilali olmasaydı,”Koministler 1981 yılının Nisan ayının ilk Cuma gününde ihtilal yapacaklarmış.”(277)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretleri:”Hz.İsa’nın hristiyan ruhanileri arasında bir alim olarak faaliyet göstereceğini”söylüyor.Mehdi ise,irşad faaliyetlerini İslam aleminde sürdürecektir.”(383)

Bundandır ki,en büyük hizmet irşad hizmetidir.

Muammer Kaddafiyi Öven Ergun Göze ve Ali Bulaç,Yavuz Bahadıroğlu tarafından kendilerine bu hatırlatıldığında;”Hiç de böyle bilmiyorduk,yanılmışız,ne yapalım bir kere yaptık”deyib işi basite almaları hiç de istikrar ve istikametin eseri değildir.Y.Bahadıroğlunun dediği gibi;bunun telafisi için ev ev vilayet vilayet dolaşmaları veya aleyhinde yazarak öncekini okuyanlara bunları ulaştırmakla ancak telafi edebileceklerini söyleriz.Bu adeta yıllarca cemaata abdestsiz namaz kıldıran birisinin,yıllar sonra –yahu ben abdestsiz namaz kıldırmıştım sizlere,onu telafi edin,demesine benzer.Bu kıldırmada ya bilerek bir kıldırmadır veya bilmeden veya yanlış bildirmedendir.Diğer yapılan bu yapılandan ne kadar geri olabilir?Zira birincisi fikirde yapılan bir bozukluk olup,yıllarca insanları ters istikamete yönlendirmedir.Kurtuluşu çıkmaz sokakta gösterip geri dönmeyi bile herkese duyurmadan,herkesin kendisine göre artık geri dönmelerini beklemek gibi bir şeydir.

Şahid olduğum bir nokta da şudurki;bazıları için içtima-i hayata veya siyasete girmek istikameti bulmakta ve bazı zikzaklar çizmekte önemli rol ve kararlara sebeb olurken,-Ali Bulaç,Agah Okyay Güner,Mehmet Sağlam vs. gibi-;bazıları içinde nadiren de olsa biraz daha ölçülü ve dikkatli davranmaya sebeb olmaktadır.Hayreddin Karaman gibi.

Mücadelemiz hastalarda değil,hastalıklarla olmalıdır.

Uygulamalarımızda,tarz,usul ve yapılan hizmetlerdeki isabetsiz hareketler de bizlerin ilerlemesini geciktiren faktörler olmuştur.

Osmanlı kendi kimliğini elde ettiği gibi kimlik ihraç ederken,bugün ihraç etme bir yana kendi kaybettiği kimliğini bulamamakta,onun çırpınışı içerisinde asırlardır savunduğu kendi değerlerine sırt çevirmenin de ötesinde ona düşmandan daha düşmanca bir tavır almaktadır.Ne hazin bir haldir ki;asırlardır savunduğunu şimdi savurmaktadır.

Mahir kaynağın tesbitiyle Rusya kendi savunduğu rejimini yine kendi eliyle atabildi.Bugün hem Rusya hem de ABD rahatlıkla kendi bünyelerine uymayan rejimlerini atıp bir problem yaşamazken,bizler rejimin en küçük bir meselesi altında ezilirken,ezdirmeyiz teranileri ile toplumu ezmekteyiz.Türkiye diğer büyük devletlerin yaptığını yapamamanın acısını ve sıkıntısını çekmektedir.Diğer devletlerdeki elit tabaka bunu rahatlıkla yaparken,bizdeki çöreklenmiş olan elit tabaka ise alt tabaka olan halk tabakası kadar da düşünemeyerek bunu gerçekleştirememektedir.Bir asra yakın çeşitli sebeblerde kominizmi getirdiği gibi tekrar götürebildi.Bizde ise kominizmden beter olan bir uygulama götürme bir yana, daha da beterini getirmektedir.

ABD’nin ikici hedefi İran,üçüncüsü ise Suriyedir.Bu ülkeler ve diğer arab ülkeleri başkaları zalimce kendilerini sorgulamadan onlar kendilerini bir araya gelerek sorgulamalıdırlar.

Mesela İran.Aslında Osmanlı yıllarca İranı almaya değil,frenlemeye çalışmıştır.Çünki alsa onu hangi statüye göre idare edecek.ne ehli kitab,ne de Müslim olup problem olacak ve devam edecekti.Şerri hayrından çok olacaktı.Onun için onu almaya yanaşmamıştır.

O İranki kominizmin başı bile oradan başlamaktadır.Zira İbahiyye mezhebi (Mazdekizm) her şeyi mübah görerek küfrün önünün açılmasını sağlamıştır.Bu parada ve malda olduğu gibi namus ve kutsal değerlerde de aynı oranda geçerlidir.

Her çıkış gibi bir de iniş vardır.Tarihte nice sönmez denilen devletler özelliklede Osmanlı gibi şanlı bir devlet bile çöktü ABD’de hakeza bu zulmüyle kendi çöküşünü hızlandırmaktadır.

Ayasofyanın önündeki Lustinianos heykelinin elindeki kürede şu yazıldığı nakledilmektedir.”Bu top benim elimde durduğu sürece dünyaya sahibim.”ve”Beni yıkacak kimse buradan geçecektir.”rivayete göre,Fatihin fethinden kısa bir süre evvel bu küre düşmüştür.[12]

ABD’nin ise bu manada görünen işaretleri ise bundan geri değildir.

HUNTİNGTON’A GÖRE ABD YOK OLUYOR!

“Medeniyetler Çatışması” kitabının yazarı Samuel P. Huntington’ın yeni kitabı “Who Are We?” (Biz Kimiz) okuyucularla buluştu. Piyasaya 1996 yılında çıkan, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yeniden dikkatleri üzerine çeken “Medeniyetler Çatışması’nın yazarı Huntington yeni kitabında, “eğer benzer kültürlere (değerler, gelenekler, dinler) sahip halklar ve ülkeler bir araya geliyorsa o zaman değişik kültürlerden oluşan ülkeler de parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır” iddiasında bulunuyor.

Huntington, ABD’deki çok kültürlülük, kültürel çoğulculuk ve çift dilliliğin, güçlü bir ulusal kimliğe zarar verecek şekilde ırksal, etnik ve diğer ulus-altı kimlikleri güçlendirdiğini savunuyor.

Yazar, buna paralel olarak küresel iş bağlantıları, küresel iletişim ve küresel sorunların (çevre ve kadın hakları gibi) Amerikan seçkinleri arasında “uluslarötesi” bir kimliği geliştirmesinin de Amerikan ulusal kimliğini zayıflattığını ileri sürüyor.

Yeni kitabında, ABD’nin sadece köklü bir kimlik bunalımına girmediği, ciddi bir yok olma tehdidi ile de karşı karşıya olduğu tezini savunan Huntington, şu iddiada bulunuyor: “Tarihsel olarak Amerikan kimliğinin içeriği dört anahtar unsurdan oluşuyor: ırk, etnisite, kültür (dil ve din) ve ideoloji… Irksal ve etnik Amerika’dan söz etmek artık mümkün değil. Kültürel açıdan Amerika kuşatma altında. Sovyet tecrübesi göstermiştir ki ırksal, etnik ve kültürel bağlardan yoksun olan bir toplumu bir arada tutmak için ideoloji de çok zayıf bir bağdır. Robert Kaplan’ın gözlemlediği gibi ‘ölmek için doğmuş olmak yargısı’nın başka milletlerden çok Amerika için geçerli olduğunun pek çok gerekçesi bulunmaktadır.”

New York Times’da yer alan bir makaleye göre, “Huntington kitabında, gerçekleri, araştırmalar sonucu elde edilen verileri ve tarihsel olayları kendi katı inancı çerçevesinde yorumluyor”.

ABD’yi Anglo-Protestan kültür ve inancının bir parçası olarak tanımlayan Huntington, Amerikalıların yeniden bu değerlere sahip çıkması gerektiğini ve Amerika’nın başarısı için eski tarz asimilasyon politikalarının uygulanmasını savunuyor.

Huntington, artan Meksikalı ve Hispanik göçü ve Amerikan toplumu içinde bunların asimilasyonunun her geçen gün azalmasının Amerikan toplumunu ve kültürünü değiştirerek, ABD’yi iki dilli, iki kültürlü ve iki halklı bir toplum haline getireceğini ileri sürüyor.

Huntington, yasadışı göç hareketlerinin Amerika’nın sosyal güvenliğini tehdit ettiğini savunarak, “Meksikalı Amerikalılar Amerikan Rüyası’nı, ancak rüyalarını İngilizce görürlerse paylaşabilirler” diyor.

400 sayfalık kitabında göçmenlerin bugün Amerikan kültürünü, değerlerini cazip buldukları için değil, uygulanan sosyal güvenlik programlarından dolayı ABD vatandaşı oldukları görüşünü dile getiren yazar, bu göçmenlerin geçmişteki göçmenlerin yaşadıkları sıkıntıları yaşamadıklarını, dolayısıyla onların sahip olmaya ihtiyaç duydukları değerlere sahip olmadan ülkenin imkanlarından faydalandıklarını ileri sürüyor.

Huntington, yeni kitabı “Biz Kimiz”de Amerikan kamuoyunda yaygın şekilde tartışılan göç, din konularını ve WASP (Beyaz-Anglo-Sakson-Amerikan) kültürünün karşı karşıya olduğu tehlikeleri açık şekilde dile getiriyor. “(30-05-2004.)

Kendi içinde 1618-1648 yıllarında 30 sene süren Dinler savaşını başlatan batı,bu sefer bu dinler savaşının alanını genişleterek diğer din ve mensublarını da dahil etmekte,adeta yeni bir dinler savaşının kapısını çalmaktadır.

Dünyaya çektiren ABD’ye Allah sel,kasırga gibi afetlerle vurmaktadır.

”1789 yılında Amerika delegeleri halen tatbikte bulunan (Anayasa) yı hazırlamak üzere toplandılar.Amerikanın kurucularından –Benjamin Franklin-bu tarihi toplantıda verdiği nutukta daha o günden,(Anayasa) da Yahudi tehlikesinin nazarı itibara alınması ve Yahudilerin Amerikanın istikbalini tehdit ettiklerine işaret etmiştir.

Şimdi Filaadelfiya’da –Benjamin Franklin Yurdu- nda muhafaza edilen bu nutuk;fevkalade bir vesika mahiyetindedir.

“Amerika Birleşik Devletlerini tehdit eden büyük bir tehlike var.Bu tehlikenin menba’ı Yahudilerdir.

Muhterem Efendiler!Yahudilerin ikamet ettikleri hangi memleketi gözden geçirirseniz geçirin,Yahudilerin oturdukları memleket halkının manevi ruhları katl için çalıştıkları bariz bir şekilde müşahade edilir.Onlar;öyle bir yol takib ederler ki,takib ettikleri bu yol ticarette emniyet ve şeref mefhumunu yok eder.

Yahudiler –hükumet içinde hükumet- halkettiler.Herhangi bir tazyik hissettikleri vakit İspanya ve Portekizde yaptıkları gibi halkı iktisaden boğmaya başvururlar.(Ayaklarını bastıkları her memlekette olduğu gibi.)

Bin yedi yüz yıldan beri Yahudiler;Mukaddes topraktan tardedilmelerini propaganda vesilesi ederek,bazen sızlanarak ve bazen da yağma ederek insanlığın merhametini istismar etmektedirler.Zihinlerinizden çıkmaması lüzumlu bir hakikatı hatırlatmak,sizleri ikaz etmek istiyorum:

Medeniyet alemi;bugün Filistini onlara iade etse,yine onlar Filistine avdet etmemek için müteaddit sebebler halkederler.Bununda sebebi;zira Yahudiler;(tufeyli haşerat)gibi yaratılmışlardır.Tufeyli;yalnız yaşıyamaz.O’nun;omuzlarında yaşıyacağı,kanını emeceği insanlara ihtiyacı vardır.

Bunlar yahudidirler.Başka milletler gibi yalnız yaşıyamazlar.

Onlar hristiyan ve başka akideden olanların kanlarıyla yaşıyorlar.

Muhterem Efendiler:Anayasaya istinad ederek onları niçin bu memleketten tardetmiyelim.

Birleşik devletlere hicretleri korkunç bir şekilde devam ediyor!

(1789).Bu tarihten yüz sene sonra adedleri muhakkak ki defalarca artacak ve onlar;Amerikan halkını yıkmağa çalışacaklardır.Zamanla umumi ve ferdi hürriyetlerimiz için döktüğümüz masum kanlar heba olacak ve onlar kendi hakimiyetlerini tamamlıyacak bir şekilde hükumetlerimizi tevcihe,nizamlarımızı değiştirmeye muvaffak olacaklardır.

“….Anayasa;Yahudilerin Amerika’dan tardını derpiş etmediği takdirde,azami yüz elli sene sonra çocuklarımızın ızdırap çekerek,sızlanarak Yahudi menfaatı için yemeklerinden iktisad yaptıklarınızı göreceğiz…”

Muhterem Efendiler:Şu saatte sizi tekrar ikazı kendime bir vazife telakki ediyorum.Eğer Yahudileri tardedip bu memleketi onların nüfuz ve şerrinden kurtaramazsanız,azami yüz yıl sonra çocuklarınız veya torunlarınız Yahudi fabrikalarında durarak,onlara bu neticeyi sağladığınız için sizlere lanet okuyacaklardır.

Yahudiler arazilerimizi ve halkımızı tehdit eden bir tehlikedir.Eğer onlara bu memlekete muhaceret hürriyeti verilirse,anayasamızı imha edeceklerdir.

Bunun için Yahudilerin anayasaya konacak bir madde ile bu memleketten tardedilmeleri bir zarurettir.”[13]

İşte Irakta yapılanlar ve onlardan gelen haberlerden bazı bölümler:

“4 Temmuz 2004 Pazar

“Ebu Garip’teki İsrail’li Sorgu Uzmanları Skandalı Büyüyor

Ebu Garip cezaevinden sorumlu olan Komutan General Karpinski’ nin Ebu Garip’te İsrail’li sorgu uzmanları ile birlikte çalıştığını ifade etmesinin yankısı sürüyor.

3 Temmuz 2004 Cumartesi dün gerçekleştirilen bir suçlama Arap rejimlerini çokça rahatsız edecek gibi görünürken bir Beyaz Saray sözcüsü söz konusu iddiaları doğrular bir bilgiye sahip olmadıklarını duyurdu.

Ancak ABD işgal güçlerinin Iraklı esirler ve tutuklulardan sorumlu komutanı General Janis Kaprinski iddialarında ısrar ediyor. Kaprinski Bağdat’ta gizli bir Mossad üssü olduğunu ifade ederek söz konusu üsten bir çevirmen maskeli İsrail ajanı ile görüştüğünü ifade ediyor.

İşkence skandalından sonra işkence ve kötü muamelelerden kadın General Kaprinski’ de sorulu tutulmuş ancak mahkemeye çıkartılmamıştı.

İsrail’ in Irak’ta Mossad ve diğer özel birimleri ile faaliyet göstermesi hem Filistinlileri hem de tüm Arap rejimlerini kızdırıyor. Geçtiğimiz hafta da The New Yorker dergisinden çıkan bir strateji yazısında İsrail’in Kuzey Irak’ta Kürt gerillalarla birlikte çalıştığı ortaya çıkmıştı.

İşkence skandalından sonra Irak’ta uygulanan işkence ve aşağılama taktiklerinin İsrail cezaevlerinde yapılanlara çok benzer olduğu yönünde söylentiler çıkmış ancak bu benzerliğin organik bağlantısı kanıtlanamamıştı. İlk kez General düzeyinde bir ABD yetkilisi işkencecilerin arasında Mossad sorgu uzmanlarının da bulunduğunu doğruluyor.”

“Bush: Irak’ta yanıldık

WASHINGTON- Sık sık, “Biz Irak’a özgürlük ve demokrasi götürdük” açıklamaları yapan ABD Başkanı George W. Bush, ilk kez hatasını kabul etti. New York Times’a demeç veren Bush, Irak’taki sıcak savaşın bitimini ilan etmesinin üzerinden neredeyse bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen bir türlü sükunetin sağlanamadığını, bölgede durumun içinden çıkılmaz bir boyuta vardığını söyledi.

Zafer sarhoşluğu
Irak’ta savaş sonrası ortaya çıkan şartlarla ilgili yanlış hesap yaptığını belirten Bush, Şii direnişini de, Saddam Hüseyin’e karşı elde edilen hızlı zaferin hesapta olmayan bir yan ürünü şeklinde nitelendirdi. Bush, bölgedeki sıkıntılara karşın ABD güçlerinin ortaya çıkan yeni durumlara adapte olabilecek esnek bir stratejiye sahip bulunduğunu savundu. Nükleer silah sahibi olan Kuzey Kore ve ABD tarafından nükleer çalışmalarından dolayı suçlanan İran konusunda da görüş belirten Bush, bu ülkelere karşı diplomasi silahını kullanmayı sürdüreceğini vurguladı. Başkan Bush, Irak’a saldırmak konusunda doğru bir karar verdiğine ve savaşa karşı olsalar bile seçmenlerin, kendisinden yeniden başkan seçilmeyi esirgemeyeceğine inandığını söyledi.
Geçtiğimiz haftalarda CNN televizyonuna katılarak ünlü sunucu Larry King’in sorularını cevaplandıran Başkan Bush, Irak’a saldırı kararının doğru olduğuna inandığını belirterek, “ABD lideri, ülkesinin dünya güvenliğinin sağlanması için liderlik yapmakla mükelleftir” demişti.

Bütün suçu üstüme alırım
1961’de Küba’ya yapılan başarısız saldırının sorumluluğunu o zamanki devlet başkanı John F. Kennedy’nin üzerine aldığını, kendisinin de Irak konusunda aynı şeyi yapıp yapmayacağını sorulması üzerine Bush; “Şüphesiz ki ben de Irak’ta suçu üzerime alıyorum” demişti. Bush, savaştan önce ve savaşın başından itibaren sık sık verdiği benzer beyanatlarda, “Irak ve Afganistan’da yapılan askeri operasyonlar dünyaya istikrar getirecek ve demokrasiyi yayacak. Biz oraları özgürlüğe kavuşturacağız” demişti.”[14]

Irak,Afganistan gibi yerlere saldırma bahanesi 11 Eylül yani ikiz kulelere yapılan saldırı olayları idi.

Danial Hopsicker tarafından yazılan “Welcome to Terrorland” adlı kitapta, Atta’nın Florida’daki “tatlı hayat” günleri, birçok tanığa dayandırılarak anlatılıyor.

Kitapta, Atta’nın Florida’da 2000 yılının aralık ayına kadar kaldığı 2 aylık süre içinde metresliğini yapan ve hayatını “çıplak model” olarak kazanan Amanda Keller adlı Amerikalı kadının sözlerine de yer veriliyor.

İşte Amanda Keller’in ağzından Muhammed Atta:

“Sürekli içiyordu. Çok lüks elbiseler giyiyordu ve pahalı mücevherler taşıyordu. Ben hiç bir zaman namaz kıldığını falan görmedim. Müslümanım diyordu, ama domuz pirzolasına hayır demiyordu. Takıldığı arkadaşları arasında yalnızca bir tanesi Arap’tı, diğerleri ise Alman’dı. Ayrıca, benim piyasadan tanıdığım ve uyuşturucu işine bulaştıklarını bildiğim birçok kişiyle de görüşüyordu. Sık sık partilere gider eğlenirdik. Kokain de kullanıyordu. İngilizce, Arapça, Fransızca, Almanca ve İbranice’yi mükemmel konuşuyordu. Florida’ya geldiğinde pilotluk kursuna gittiğini söylüyordu, ama ben çantasında pilotluk belgesinin olduğunu gördüm. Yani, geldiğinde pilotluk belgesi zaten vardı. Bir keresinde bana çok kızdı ve hırsını evde bulunan küçük köpek yavrularını öldürerek çıkardı. ”

Hopsticker, kitabında Atta’nın Florida’daki bağlantılarının, ABD Başkanı George W. Bush’un kardeşi ve eyaletin valisi Jeb Bush tarafından “hasır altı” edildiğini de ileri sürüyor.”[15]

“İSRAİL’İN MİSTRAVİM TİMLERİ EĞİTİYOR

IRAK’tan gelen, “İsrail Kürt kartını kullanıyor” raporları Ankara’da rahatsızlık yaratmış, Türkiye-İsrail ilişkileri gerilmişti. Bu bilgiyi doğrulayan haber, Irak’taki işkence olaylarını dünyaya duyuran Amerikalı gazeteci Seymor Hers’ten geldi. Hers, “New Yorker” adlı dergide, İsrail’in, gizli kamplarda ülkenin en seçkin komando birliği olan “Mistravim” ile aynı etkinlikte operasyon düzenleyecek nitelikte Kürt komando yetiştirdiğini yazdı.

KERKÜK SARAYBOSNA’YA DÖNER

HABERDE, İsrail’in Irak’taki Şiiler’in gücünü kırmak ve Kürt ajanlarla İran’a sızarak, bu ülkenin nükleer tesislerinı izlemeyi amaçladığını belirtildi. Hers, Türk istihbaratının bölgeyi takibe aldığını bildirdi. Bir Türk yetkilinin, “Irak’ın parçalanması Ortadoğu’nun felaketi olur. Kerkük Saraybosna’ya döner. Pire için yorgan yakarız. Kürtler’e söyledik: ‘Biz sizden korkmuyoruz ama siz bizden korkmalısınız” sözlerine dikkat çekti.

Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, ABD’nin Irak’ta yetersiz kaldığına inanan ve İran’ın nükleer kapasitesini geliştirmesinden endişe eden İsrail’in, Irak’ın kuzeyinde Kürtler’le işbirliği içinde olduğu, onları eğittiği ve operasyonlar yaptığını yazdı. Bu durumdan da Türkiye’nin rahatsız olduğunu söyledi. Hersh, İsrail istihbarat ve askeri yetkililerinin şu sırada Irak’ın kuzeyinde bulunduklarını ve ”uzun dönemli dostları Kürtler’le” birlikte çalıştıklarını kaydetti. Seymour Hersh, İsrailliler’in, yaklaşık 6 ay önce, Irak’taki durumun kötüye gittiği sonucuna vardığını, bütün uyarılara rağmen ABD’nin, ”barışçı” görünmesine karşılık İran’ın, Irak’taki isyancılara destek vererek ”çok saldırgan” bir rol oynamasını yeterince çabuk kavrayamadığını düşündüğünü belirtti.

İSTİHBARAT TOPLANIYOR

Hersh, endişelerini Beyaz Saray ve ABD Savunma Bakanlığı nezdinde anlatamayan İsrail’in, sonunda bazı operasyonlar için Irak’ın kuzeyinde girdiğini anlattı. Seymour Hersh, İsrailliler’in burada Kürtler’le çok endişe ettikleri İranlılar, nükleer konular ve Suriyeliler’e karşı operasyonlar başlattığını, ancak bu durumun İsrail’i, Türkiye ile karşı karşıya getirdiğini ifade etti. Hersh, ”Yaptıkları silahlı bir eylem değil. Daha çok istihbarat çalışmaları” dedi. Hersh, Irak’ın kuzeyindeki İsrailli askeri ve istihbarat görevlilerinin ”birkaç yüz” kişiden oluştuğunu belirtirken, Iraklı Kürtler’in onları, İran’ın muhtemel nükleer bölgelerine yakın yerlere götürdüğünü ve İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda bilgi toplandığını kaydetti.

SARAYBOSNA OLUR

Seymour Hersh, New Yorker’daki haberini, Türk, Amerikalı ve İsrailli yetkililere dayandırdı. Hersh’e konuşan bir Türk yetkili, ayrılıkçı Kürtler’i destekleyerek İsrail’in, müttefiki Türkiye’den kendisini uzaklaştırdığını ve istikrarlı bir Irak oluşturma çabalarınazarar verdiğini belirtirken, aynı Türk yetkili, ”Eğer bölünmüş bir Irak ortaya çıkarsa bu Ortadoğu’ya daha çok kan, gözyaşı ve acı getirecektir. Ve bunun da sorumlusu İsrail olacaktır” dedi. New Yorker’a göre Türk yetkili Hersh’e, ”Kürtler’in bağımsızlığı bölge için felaket olacaktır. Yugoslavya’dan alınan derste olduğu gibi, bir ülkeye bağımsızlık verince herkes bağımsızlık isteyecektir. Kerkük, Irak’ın Saraybosna’sı olacaktır. Eğer orada böyle bir şey olursa krizi önlemek imkansızlaşacaktır” diye konuştu. Seymour Hersh’e konuşan eski bir İsrail istihbarat yetkilisi, İsrail’in daima Kürtler’i, Makyavelist bir yaklaşımla eski Irak lideri Saddam Hüseyin’e karşı desteklediğini, Kürtler’le aynı çizgide davranan İsrail’in, bu sayede İran, Irak ve Suriye’de göz ve kulaklara sahip olduğunu kaydetti. Eski İsrailli istihbaratçı, ”Eğer İsrail ile yakın bağları olan bağımsız bir Kürt devleti ortaya çıkarsa İran’ın tavrı ne olacaktır? İran, kendi sınırında, İsrail’in uçak gemisini istemeyecektir” dedi.”[16]

”-İspanya’nın bölgeye özel bir ilgisi olduğunu söylüyorsunuz?
Birkaç tane unsur var. Amerikalılar Kuzey Irak’tan Türkiye’ye gelen mülteciler arasından kendilerine hizmet edecek olanlara İspanyol vatandaşlığını garanti ediyordu. Acaba niye Amerikan değil de İspanyol vatandaşlığını garanti ediyor? Sonra bu 10 bin Kürt peşmergesi niye Guam adasına götürüldü? Bunlar hep manidar konular. Ayrıca İspanyol büyükelçiliğinden birileri Birinci Körfez Harekatı bittikten sonra çok sık aralıklarla Erbil’deki üniversiteye niçin “ders vermeye” gidiyordu?”[17]

Ehli kitabın durumu;elbette ehli küfürle aynı kefede değerlendriilmemektedir.En az ifadeyle;ehli kitabın kesdiği yenilirken,ehli küfrün kesdiği yenilmemektedir.

İslama göre,ehli kitaba verilen bazı haklar vardır.

Mesela takdire şayan,Monsenyör George Maroviç-Vatikanlı bir çok -Tv-de ve bir çok yerde de devamlı;Ben her sabah cevşeni okuyorum-demektedir.Buda ehli kitap,W.Bush’da ehli kitap…

”Kendilerine kitap verilenlerden,ölümünden önce O’na iman etmeyecek bir tek kimse yoktur.Kıyamet gününde de o,onların aleyhine şahid olacaktır.”[18]

” Hz. Peygamber: “Ehl-i Kitab’ı ne tasdîk ediniz, ne de tekzîb. ‘Allah’a, bize ve size indirilene inandık; ilâhınız ve ilâhımız birdir; biz ona teslim olmuşuz.[19]’ deyiniz.” Buyurmuştur.[20]

Mehmet ÖZÇELİK

12-12-2004

[1] Bak.Yeni şafak.7-8-2004.

[2] Bak.Yeni Şafak.06-06-2004.

[3] Yeni Şafak.7-6-2004.

[4] Bak.Yeni Şafak.2-6-2004.

[5] Matta.28/18-20.

[6] M.Ş.Eygi.2004,Mill Gazete.

[7] Bak.Yeni şafak.18-3-2004.İ.Karagül.

[8] Yeni Şafak.9-6-2004.

[9] Bak.Yeni Mesaj gazt.Aytunç Altındal.19-2-2000.

[10] Yeni Şafak.2-2-2002.i Karagül.

[11] Yeni Mesaj.17-11-2001.

[12] Bak.İslam And.isav.25/560.

[13] Yazan.Şam’da yayınlanan Feyha gazetesi.Çeviren.Avni Muhiddin.İslam Dünyası dergisi.Sayı.5.25.Nisan.1952.Sh.15-16.

[14] 28 Ağustos 2004 Cumartesi-Türkiye.

[15] Tercüman gazt.22.06.2004.

[16] Tercüman gazt.22.06.2004.

[17] Özel Harp’te ve MİT’te çalışan Yavuz Ataç)yapılan röportajdan.

[18] Nisa.159.

[19] Ankebût/46.

[20] Bkz. Buhârî, Sahîh, Şehâdât 29, III/163; Tefsîr 11, V/150; İ’tisâm 25, VIII/160; Tevhîd 51, VIII/213.




BEN BEN OLUR VE BEN OLARAK KALIRIM

BEN BEN OLUR VE BEN OLARAK KALIRIM

Düşünüyorum da acaba yeniden dünyaya gelme teklifi ile karşı karşıya kalsaydım neyi ve kimi yani kim gibi,kimin durumunda olmayı isterdim?

Bir sporcumu,bir sanatçı mı,gerek şu andaki insan model ve imkanlarına sahib insanlar gerekse de geçmişteki insanlar içerisinde bir tipleme aradığımda yine bana en cazib gelen kendim olur ve kendimi seçerdim.

His ve heves olmaksızın her insan da bunu kendisi açısından düşünecek olsa,öyle zannediyorum ki onlarda o kadar insan model ve imkanları içerisinde kendisini seçer,onu kabul ederdi.

Zira her insanın hayatı boyunca tüm çabası,kendisi olmak,kendisi gibi olana meyletmek,kendisi gibi olanı veya olma durumunda olup kendi yapısını uygun olanı seçmekte ve benimsemektedir.

Yani dünyaya bir daha gelseydim;yinede kendimi seçerdim.Kendimi bulamasaydım veya öğretmenlik yaptığım mesleği elde edemeseydim,olmasaydı,en azından bana ve mesleğime en yakın olanı seçerdim.Öyle inanıyorum ki,siz de öyle yapardınız.

Bu durum gerek kişilik olarak gerekse de meslek olarak aynı şekilde tezahür ederdi.Hiçbir zaman için keşke öğretmen değil de parası çok olan bir sporcu,bir sanatçı veya falan zenginin yerinde olsaydım gibi bir ifade benim için cazib olmamıştır.

Âyette:”O sizi yeryüzünün halifeleri (vekili) yapan,size verdiği şeylerde sizi imtihana çekmek için kiminizi DERECELERLE kiminizin ÜSTÜNE çıkarandır.Şüphe yok ki senin rabbin çabuk cezalandırır.Ve muhakkak çok affedici çok merhamet edendir.”[1]

Cenâb-ı Hak her insanı bir makam ve mevkide imtihan etmektedir.Biz bu imtihanı bir yönüyle kabul ederken bir yönüyle de bizim için biçilmiş ve tayin edilmiş bir imtihan tarz ve şeklidir.Kimse bölümünün dışında imtihan edilmezken,kimseden de kendisine verilmeyen istenilmemektedir.Verilenler imtihanın şiddetini arttırırken,verilmeyenler imtihan ve sorgunun şiddet ve dehşetini hafifletmektedir.Allah kimseye taşıyamayacağı yükün üzerinde bir yük yüklememiş ve yüklememektedir.

“Allah her şahsa,ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler.Herkesin kazandığı,ya kendi lehinedir,yahut aleyhinedir.(Bundan sonra şöyle dua edin!)Ey Rabbimiz!Unutursak veya hataya düşersek bizi hesaba çekme(yarlığa)Ey Rabbimiz!Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.Ey Rabbimiz!Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu tutma,bizi affet,bizi bağışla,bize acı.Çünki sen,bizim mevlâmızsın.Kâfir kavimlere karşı bize yardım et.”[2]

-“Ey Âdemoğulları,şeytan ana ve babanızı,ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi,sakın sizi de fitneye düşürüp şaşırtmasın!

O ve taraftarları,sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler.Biz şeytanları inanmayanların dostları yapmışızdır.”[3]

Şeytan insanlara ben olmayı,ben kalmayı,benliği bulmayı engellemek için her yola başvurmaktadır.

Tüm günahlar benliği örter ve kaybettirirler.Asıl amaç ben olmak,ben kalabilmek,benliğini bulmak ve benliğini kaybetmemektir.

Münafıkların farkı:”Münafık erkeklerle münafık kadınlar sizden değil,birbirindendirler;kötülüğü emreder,iyilikten alıkorlar,ellerini de sıkı tutarlar;onlar Allah’ı unuttular,Allah’da onları unuttu;onlar yoldan çıkmış olanların ta kendileridir.

Allah münafıkların erkeklerine ve kadınlarına ve bütün kâfirlere içinde ebediyen kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti;bu onlara yeter,Allah onları rahmetinden kovdu.Onlara bitip tükenmeyen bir azap vardır.

(Ey münafıklar)siz de tıpkı kendinizden evvelkiler gibisiniz;onlar kuvvetçe sizden daha üstündü;malları evlatları daha çoktu;paylarına düşenden faydalandılar,sizde payınıza düşenden faydalandınız,sizden öncekiler paylarına düşenden nasıl faydalandılarsa ve siz de daha önce dalanlar gibi batıla daldınız.Bunların dünyada da ahirette de yaptıkları boşa çıkmıştır.Husrana uğrayanlar da bunların ta kendileridir.”[4]

Münafık olan bir insanın kâfirden daha dehşetli olmasının sebebi;Kâfirin kendisi olması,kendisi olarak kalıp yaşamasına rağmen münafık olan kimse herkes olmaya çalışırken kendisi olamamakta,kendisini bulamamakta,kimliksiz ve kişiliksiz birisi olarak belirgin bir kimliğe sahib olamamaktadır.

“İnsanlar kendini bilebilseydi
Dünyada haksızlık, kavga olmazdı
İnsan doğan yine insan ölseydi
Belki de dünyada hayvan kalmazdı.”[5]

İbni Mesud radıyallahu anhdan:

Peygamber sallahu aleyhi veselleme:”Domuz ve maymunlar,dönüştürülmüş (insan)lardan mıdır*”diye sordular;şöyle buyurdu:

“Allah bir milleti helak ya da azab edince akabinde (yeryüzünde) onlara bir nesil vermez.Maymunlar ve domuzlar o olaydan önce de vardı.”[6]

İnsanın kendisi olmaması ve olamaması başka suretlere dönüşümünü gerekli kılmaktadır.Nitekim Yahudilerden bir kısmının maymun ve domuz suretine dönüştürülmeleri bu manayı teyid etmektedir.[7]

Yapılan işler insanların sonunu belirlemektedir.Ameller bir derece insanın şablonu mesabesinde olup onun şekillenmesinde en büyük amildir.

Hadisde.“Ameller ancak sonlarına bağlıdır,ya da sonlarına göredir.”[8]

Ocak yandırılıyor,soğumaya bırakılıyor,daha sonra yoğrulan hamur fırına konulup,kendi halinde,kendisi olarak,kendi kendi kendine olmaya bırakılıyor.Toplumdaki farklılık,insandaki farklılık ve değişmelerde herkesin kendi olması,kendi kendine kendisini oluşturmasıdır.

13-11-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] En’am.165.

[2] Bakara.286.

[3] A’raf.27.

[4] Tevbe.67-69.

[5] Neşet Ertaş.

[6] C.2/-3940-Cem’ul Fevaid.

[7] Maide.60,Bakara.65,A’raf.166.

[8] C.3/-5215-Cem’ul Fevaid.