TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA BAŞARISIZLIK VE KAOSTAN BESLENENLER

TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA BAŞARISIZLIK VE KAOSTAN BESLENENLER


Başarısızlık ve Kaostan Beslenenler: Türkiye ve Dünya Üzerine Bir İbret Hikâyesi

Tarih boyunca insanlık, büyük liderler, mucitler kadar, başarısızlığı fırsata çeviren, kaosu bir kazanç kapısı olarak gören insanlara da şahit olmuştur. Kimileri sistemleri inşa ederken, kimileri de sistemlerin çöküşünü ve düzensizliği kendi çıkarları için kullanmıştır. Günümüzde de Türkiye’de ve dünyada bu tip insanların varlığı, toplumsal, ekonomik ve siyasi gelişmeleri derinden etkilemektedir. Peki, başarısızlıktan ve kaostan beslenenler kimlerdir ve nasıl hareket ederler?

Başarısızlık Üzerinden Yükselenler

Başarısızlık normalde bir insan ya da toplum için dersler çıkarılacak bir durumdur. Ancak bazıları için başarısızlık, bilinçli olarak sürdürülen bir avantajdır. Türkiye’de ve dünyada siyaset, ekonomi, medya ve iş dünyasında bazı gruplar, başarısızlığı derinleştirerek, yönetilemez hale getirerek bundan fayda sağlarlar.

Siyasette Kaostan Beslenenler: Bazı politikacılar, toplumun huzursuzluğunu körükleyerek, belirsizliği artırarak kendi güçlerini pekiştirirler. Krizler yönetme becerisi gerektirirken, bazıları krizleri yönetmek yerine yeni krizler üretir. Kutuplaştırıcı sözler, toplum içinde düşmanlık oluşturma ve sürekli bir tehdit hissi oluşturma bu stratejinin bir parçasıdır.

Ekonomide Düzensizliği Avantaja Çevirenler: Bazı iş dünyası aktörleri ve fırsatçılar, ekonomik krizlerden faydalanır. Enflasyon, devalüasyon ve ekonomik belirsizlik zamanlarında büyük servetler kazanabilirler. Özellikle enflasyonist ortamlarda spekülasyon, stokçuluk ve krizleri derinleştirme yoluyla zenginleşen gruplar vardır.

Medyada Kaosu Büyütenler: Medyanın bazı kesimleri, kötü haberleri, korku ve paniği abartarak reyting ve tıklanma uğruna toplumu manipüle eder. Gerçekleri çarpıtarak veya sadece felaket senaryolarını işleyerek insanların umutsuzluğa sürüklenmesini sağlarlar. Çünkü korku, yönetilebilir bir kitlenin oluşmasını kolaylaştırır.

Kaosun Sürekli Hale Gelmesi

Kaostan beslenenler için en önemli strateji, krizin geçici olmamasını sağlamaktır. Bunun için:

1. Toplumsal Gerilimleri Diri Tutmak: Mezhep, ayrıma sebep şeyler, ideoloji veya sınıf farklılıklarını sürekli ön planda tutarak bölünmeyi teşvik ederler.

2. Ekonomik Belirsizliği Derinleştirmek: Enflasyon, faiz, döviz kurları gibi konularda panik havası oluşturarak insanları kontrol altında tutmaya çalışırlar.

3. Korku Kültürü Oluşturmak: Sürekli bir düşman veya tehdit olduğu hissini yayarak, insanları sorgulamaktan uzaklaştırırlar.

Çözüm: Bilinçli Toplum ve Güçlü Kurumlar

Kaos ve başarısızlıktan beslenenlerin etkisini kırmak için toplumun bilinçli olması, medyanın manipülasyonlarına karşı dikkatli davranması ve demokratik kurumların güçlü olması gerekmektedir. Gerçek anlamda çözüm üretmeye çalışan, krizleri yönetmek yerine ortadan kaldıran liderlere ve köklü reformlara ihtiyaç vardır.

İbret alınması gereken en büyük ders, başarısızlığı kabullenmemek ve kaosa teslim olmamaktır. Çünkü tarih göstermiştir ki, kaos bir süre sonra herkesi yutar, hatta onu yönetenleri bile.




YORGUN – TÜKENMİŞ VE BİTMİŞ RUHLAR

YORGUN – TÜKENMİŞ VE BİTMİŞ RUHLAR


Yorgun, Tükenmiş ve Bitmiş Ruhlar Üzerine: Hayatın Ağırlığına Karşı Direnmek

Hayat, zaman zaman omuzlarımıza ağır yükler bindiren bir yolculuktur. Kimimiz bu yükleri sabırla taşırken, kimimiz ise farkında olmadan tükenmişliğin girdabına sürükleniriz. Ruhun yorgunluğu, sadece fiziksel bir bitkinlikten ibaret değildir; aynı zamanda umutların solması, hayallerin anlamsızlaşması ve insanın içindeki ışığın sönmeye yüz tutmasıdır.

Tükenmiş Ruhların Sessiz Çığlığı

Yorgun ruhların en büyük göstergesi, hiçbir şeyin eskisi gibi anlam ifade etmemesidir. Sabahları zorla uyanmak, geçmişte heyecanlandıran şeylere karşı ilgisiz kalmak ve sürekli bir boşluk hissi içinde kaybolmak… Bu, deruni bir çürüme sürecidir. Kimi zaman bu hâl, bir işin ya da sorumluluğun altında ezildiğimizde ortaya çıkar. Kimi zaman ise, yaşamın anlamını kaybettiğimizi hissettiğimizde derin bir umutsuzluk hâlini alır.

Tükenmiş ruhlar, çevrelerinden gelen sesleri duymaz hâle gelir. Onları en çok yoran şey ise, toplumun bu yorgunluğu anlamaması ve onlardan hep daha fazlasını beklemesidir. İnsan bazen yalnız kalmak ister, ama içinde kaybolduğu karanlık yalnızlık onu daha da derine çeker.

Ruhun Yorgunluğu Nasıl Başlar?

Ruhun tükenmişliği, bir anda oluşmaz. Yavaş yavaş, sinsice gelir ve bir gün kendimizi hiç tanımadığımız bir hâlde buluruz. Bunun birkaç temel sebebi vardır:

1. Sürekli Fedakârlık Yapmak: Kendinden sürekli vermek, başkalarını mutlu etmek için kendi mutluluğunu hiçe saymak, ruhu aşındıran en büyük etkenlerden biridir.

2. Gerçek Hisleri Bastırmak: İnsan, yaşadığı olumsuz duyguları yok sayarak devam etmeye çalıştığında, zamanla içinde büyük bir boşluk oluşur. Duygular bastırıldıkça ruh, kırılgan hâle gelir.

3. Hayallerin ve Amaçların Kaybolması: İnsan, bir amacı olmadan yaşadığında savrulmaya başlar. Hedefi olmayan bir gemi, en ufak rüzgârda bile yönünü kaybeder.

4. Zihinsel ve Duygusal Yorgunluk: Sürekli stres, kaygı ve baskı altında yaşamak, insanın içindeki yaşam enerjisini tüketir.

Tükenmiş Bir Ruh Nasıl Yeniden Canlanır?

Her ne kadar karanlıkta kaybolmuş gibi hissetsek de ruhumuzu yeniden canlandırmak mümkündür. Önemli olan, içimizdeki ışığı tekrar bulabilmektir.

Dur ve Kendini Dinle: Sürekli koşturmak yerine, biraz durup iç dünyana kulak vermelisin. Gerçekten ne istiyorsun? Seni ne mutlu eder?

Küçük Mutlulukları Hatırla: Hayatın büyük anlamlarını ararken, küçük ama değerli anları göz ardı etme. Bir çiçeğin kokusu, bir dostun tebessümü bile ruhuna iyi gelebilir.

Hayır Demeyi Öğren: Kendini sürekli tüketen şeylere ve insanlara “hayır” diyebilmek, ruhunu korumanın en önemli adımlarından biridir.

Anlam Arayışına Çık: Bazen tükenmişliğin sebebi, hayatın anlamsız gelmeye başlamasıdır. Yeni bir amaç, yeni bir hedef belirleyerek kendini yeniden bulabilirsin.

Sessizliğe Sığın: Gürültü ve kaostan uzaklaş, tabiatın huzur veren kollarına kendini bırak. Toprağa basmak, denizi izlemek, yıldızları seyretmek ruhunu yeniden besleyebilir.

Son Söz: Yorgun Ruhlar İçin Umut Var mı?

Evet, her zaman umut vardır. Ruh ne kadar yorgun olursa olsun, içinde bir kıvılcım mutlaka kalmıştır. O kıvılcımı büyütmek için bazen sadece durup nefes almak, bazen de yeni bir başlangıç yapmak gerekir. Unutma ki, karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, en küçük ışık bile onu delip geçebilir.

Ruhun ne kadar yorgun olursa olsun, pes etme. Belki de hayat, tam da yeniden başlamaya cesaret ettiğin noktada sana yeni kapılar açacaktır.

 

 




PKK’DAN MEDET UMAN BİR İRAN VAR. GEÇMİŞİ GİBİ… HASAN SABBAH BESLEMELERİ.

PKK’DAN MEDET UMAN BİR İRAN VAR. GEÇMİŞİ GİBİ… HASAN SABBAH BESLEMELERİ.


**TARİHİN TEKRARI: HASAN SABBAH’IN GÖLGESİNDE MODERN BİR STRATEJİ**
*(İran’ın Tarihi Oyunları ve Günümüzdeki Yansımaları)*

### **1. Tarihin Sessiz Tanığı: Hasan Sabbah ve Haşhaşiler**
Hasan Sabbah, 11. yüzyılda İran coğrafyasında Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na karşı kurduğu **Nizârî-İsmaili Devleti** ve **Haşhaşi Tarikatı** ile tarihin en gizemli ve korkutucu figürlerinden biri haline geldi. Alamut Kalesi’ni ele geçirerek burayı hem askeri bir karargâh hem de ideolojik bir merkeze dönüştürdü . Sabbah’ın en çarpıcı stratejisi, **suikastlar** ve **psikolojik savaş** üzerine kuruluydu. Fedailerini, hedeflerini öldürmek için yıllarca bekletebilen, onları “cennet vaadi” veya haşhaş (afyon) ile motive eden bir sistem geliştirdi .
Bugün de İslam dünyasında yapılanlar ve işgaller gibi.

Bu yöntemler, Selçuklu devlet adamlarını derinden sarstı. Örneğin, **Nizamülmülk**, dönemin en güçlü veziri, Hasan Sabbah’ın bir fedaisi tarafından hançerlenerek öldürüldü . Sabbah’ın amacı, devlet otoritesini zayıflatmak ve korku imparatorluğuyla bölgesel nüfuz kazanmaktı.
Bugün de İran kendisinden daha güçlü ve güçlenecek bir İslam devletine tahammül etmediği gibi.

### **2. İran’ın Tarihi Kodları: Beslemeler ve Vekalet Savaşları**
Hasan Sabbah’ın mirası, İran’ın modern jeopolitik stratejilerinde hâlâ hissediliyor. Tarih boyunca İran, **asimetrik savaş** ve **vekâlet grupları** ile bölgedeki güç dengelerini manipüle etti. Bugün de **PKK** gibi örgütlere verdiği destek, bu tarihsel modelin bir uzantısı. Nasıl ki Haşhaşiler, Selçuklu’nun iç dinamiklerini çökertmek için kullanıldıysa, modern İran da benzer taktiklerle komşu devletleri zayıflatmayı hedefliyor .

#### **Paralel Stratejiler:**
– **Hedef Odaklı Manipülasyon:** Haşhaşiler, düşman liderleri hedef alırken; bugün İran, bölgedeki rakip devletlerin iç işlerine müdahale ediyor.
İran FETÖ’nün paralel devlet yapılanmasında da önemli katkıda bulunmuştur.

– **İdeolojik Propaganda:** Sabbah, müritlerini “dini bir görev”e inandırdı. Bugün ise **Şii mezhebi** ve **anti-emperyalist söylem**, İran’ın bölgesel grupları mobilize etme aracı .
– **Kale Mantığı:** Alamut, ele geçirilemez bir sığınaktı. İran’ın Suriye’deki üsleri veya Lübnan Hizbullah’ı da bu mantığın modern yansıması .
Tıpkı bugün Pkk inleri ve mağaraları gibi.

### **3. Tarihten İbret: Kısa Vadeli Zafer, Uzun Vadeli Çöküş**
Haşhaşiler, 166 yıl boyunca bölgede terör estirdi ancak sonunda **Moğollar** tarafından yok edildi. Hasan Sabbah’ın mirası, “korkuyla hükmetme”nin kalıcı olmadığını gösterdi. Benzer şekilde, İran’ın vekâlet savaşları da **uluslararası izolasyon** ve **iç çözülmelerle** risk taşıyor. Örneğin, **Hülagu Han**’ın Alamut’u yerle bir etmesi gibi, modern İran da küresel yaptırımlar ve iç huzursuzluklarla sınanıyor .
Öyle ki dünkü Moğollara karşı Bugün onun yerinde ABD bulunmakta, Moğollor gibi hiçbir hak hukuk tanımadan devletleri işgal etmektedir.
“Zalim Allah’ın kılıcıdır; onunla intikam alır, sonra ondan intikam alır.”

#### **Çarpıcı Veriler:**
– Hasan Sabbah, 34 yıl boyunca Alamut Kalesi’nden çıkmadı, ancak ölümünden sonra örgüt zayıfladı .
– İran’ın 2023’teki dış operasyon bütçesi 14 milyar doları aştı; ancak ekonomik kriz nedeniyle bu sürdürülebilir değil .

### **4. Düşündürücü Sorular: Tarih Neden Tekerrür Ediyor?**
– **İdeoloji mi, Çıkar mı?** Sabbah’ın müritleri “cennet”e inanıyordu. PKK militanları ise “özerklik” vaadiyle motive oluyor. Ancak her iki durumda da manipülasyon, gerçek hedefleri perdeliyor.
– **Güç Zehirlenmesi:** Nizamülmülk, Sabbah’ı hafife aldı ve bedelini ödedi. Bugün Batılı devletler de İran’ın vekâlet güçlerini küçümsüyor mu?
– **Tarihin Son Sözü:** Moğollar, Haşhaşileri yok etti. Peki İran’ın beslemeleri, küresel bir koalisyonla durdurulabilir mi?

### **5. Sonuç: Tarih, İbret Almak İçindir**
Hasan Sabbah’ın hikâyesi, **gücün karanlık yüzünü** ve **korkuyla hükmetmenin geçici zaferini** anlatır. İran’ın bugünkü politikaları, bu tarihi modelin modern bir versiyonu. Ancak unutulmamalıdır ki, tarih **tekerrür etmek zorunda değil**. Uluslararası toplumun ders alarak **diplomasi**, **ekonomik istikrar** ve **ideolojik direnç** ile bu oyunları bozma şansı var. Nasıl ki Selçuklu, Nizamiye Medreseleri ile fikri bir mücadele başlattıysa , bugün de eğitim ve kültürel dayanışma, terörizmin kökünü kurutabilir.

> *”Geçmişi hatırlamayanlar, onu tekrar yaşamak zorunda kalır.”* – George Santayana

Bu makale, tarihin sessiz çığlığını duymamız için bir çağrı niteliğindedir.

@@@@@@@@

İran’ın Pkk aşkı.
İran terörün hamisi.
İran terörden medet umuyor.
İran hiç değişmemiş.
Acem oyunları devam ediyor.

“Terör örgütü PKK’ya silah bıraktırma çabası sürerken İran farklı bir senaryo ile sahada. Suriye’de zemin kaybeden İran, örgütle aynı masaya oturdu. Güvenlik kaynaklarının verdiği bilgiye göre Tahran, Suriye’de PKK/YPG’ye daha fazla destek vadetti. Karşılığında ise İran’da bulunan teröristlerin Türkiye’de eylem yapmalarını istedi. PKK/YPG’nin çekincesi İran’ı düşman olarak gören ABD’nin tavrı.”
https://www.yenisafak.com/gundem/iranin-yeni-pkk-plani-4677095

Daha geniş bilgi için bakın.

https://tesbitler.com/index.php?s=%C4%B0ran+




İTTİHAT VE TERAKKİDEN GÜNÜMÜZE CHP

İTTİHAT VE TERAKKİDEN GÜNÜMÜZE CHP

İttihat ve Terakki’den Günümüze CHP: Tarihî, İbretlik ve Düşündürücü Bir Yolculuk

Türk siyasi tarihinde, kökleri derinlere uzanan iki büyük oluşumdan biri olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve onun mirasçısı sayılabilecek Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), ülkenin olumsuz,gergin, kavgacı ve manevi değerlerden uzak bir yapıyı belirleyen en önemli siyasi aktörlerden olmuştur. Bu iki yapı, farklı dönemlerde farklı roller üstlenmiş olsa da, birçok açıdan benzerlikler taşımaktadır. Tarihi olaylar ışığında CHP’nin geçmişten günümüze uzanan serüvenini incelediğimizde, bu sürecin ibretlik ve düşündürücü yönleri daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

İttihat ve Terakki’nin Mirası: Merkezîyetçi ve Devletçi Bir Anlayış

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’ni kurtarma idealiyle yola çıkan, ancak zamanla otoriterleşen bir hareket olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Cemiyetin öne çıkan en önemli özellikleri şunlardı:

1. Merkeziyetçilik: Devleti güçlü kılmak adına her şeyi kontrol altında tutma isteği

2. Militarizm: Ordu ve bürokrasinin siyaset üzerindeki belirleyici rolü

3. Devletçilik: Ekonomiyi ve toplumu yukarıdan aşağıya bir müdahale anlayışıyla yönetme eğilimi

Bu ilkeler, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Osmanlı yönetiminde etkisini artıran İttihatçılar tarafından sıkı bir şekilde uygulandı. Ancak, uygulanan baskıcı politikalar, yanlış ekonomik tercihler ve özellikle I. Dünya Savaşı’na giriş gibi stratejik hatalar, Osmanlı’nın yıkılmasını hızlandırdı.

CHP’nin Kuruluşu: İttihatçı Kadroların Devamı mı?

Osmanlı’nın çöküşünden sonra, Cumhuriyet Halk Fırkası (daha sonra CHP), 1923’te yeni devletin temel taşı olarak ortaya çıktı. İttihat ve Terakki’nin kadrolarından gelen birçok isim, yeni partide önemli roller üstlendi.

CHP’nin kuruluş süreci, İttihatçılardan miras kalan bazı özellikleri de barındırıyordu:

Tek Parti Dönemi ve Otoriterlik: 1923-1946 arasında CHP’nin tek parti rejimi uygulaması, İttihatçıların merkeziyetçi anlayışının devamı gibiydi.

Devletçilik Politikası: Ekonomik kalkınma için devletin öncülüğünde sanayileşme projeleri başlatıldı.

Toplum Mühendisliği: Latin alfabesine geçiş, kıyafet devrimi gibi radikal reformlarla toplum dönüştürülmeye çalışıldı.

Atatürk döneminde reformlar sıkıcı, tek adam tekeli, baskıcı ve despot bir şekilde geçmise ait tüm bin yıllık manevi ve milli birikim ve değerleri devre dışı birakma politika ve siyaseti uygulanırken, özellikle İsmet İnönü’nün 1938 sonrası CHP’si, daha sert ve baskıcı bir yapıya çevrildi. II. Dünya Savaşı sürecinde uygulanan Varlık Vergisi, köylülere zorla tarım ürünleri toplatılması (Toprak Mahsulleri Vergisi), Tek Parti Diktatörlüğü gibi uygulamalar, halkın CHP’ye tepkisini artırdı.

CHP’nin Çok Partili Hayata Geçişi ve Kendi Muhalefetiyle Mücadelesi

1946’da çok partili hayata geçilmesiyle, CHP’nin siyasi tekelinin kırılması kaçınılmaz hale geldi. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin (DP) büyük bir zafer kazanması, halkın tek parti dönemine olan tepkisini gözler önüne serdi. Ancak CHP, muhalefete düştüğü dönemlerde bile devlet bürokrasisi, yargı ve ordu içindeki etkisini korumayı başardı.

27 Mayıs 1960 Darbesi: DP’yi deviren askerî darbenin ideolojik desteğini büyük ölçüde CHP’nin elit kadroları sağladı.

Ordu ve Yargı Vesayeti: CHP, uzun yıllar boyunca “Atatürkçülük” adına ordu ve yargı içinde güçlü bir etki alanı oluşturdu.

Ekonomik Politikalarda Devletçilikten Vazgeçmemek: CHP, serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinde bile devletçi çizgisini korudu.

Günümüz CHP’si: Değişim mi, Devamlılık mı?

Bugünkü CHP, 100 yılı aşan geçmişinde temelde pek bir değişim ve dönüşüm yaşamadı. Bir çok temel özellikleri, İttihat ve Terakki’den gelen mirasın izlerini taşımaya devam ediyor:

Devletçi ve Merkeziyetçi Anlayış: CHP, hâlâ devletin toplumu yönlendirmesi gerektiğine inanıyor ve özgürlükçü ekonomi politikalarına mesafeli duruyor.

Seçkinci Söylem: Parti, halkın değerleriyle tam anlamıyla örtüşmeyen azınlıklı ve şaibeli bir “aydın” kadroya dayanmayı sürdürüyor.

Vesayetçi Tavır: Ordu, yargı ve bürokrasi içindeki eski nüfuz alanlarını kaybetmiş olsa da, CHP hâlâ devletin belirli unsurlarına yaslanarak siyaset yapma eğiliminde.

Son yıllarda CHP içinde bazı göstermelik değişim çabaları olsa da, parti ideolojik kimliğini ve devletçi reflekslerini tam olarak terk edebilmiş değil. Halkın geniş kesimlerine hitap edebilen bir dönüşüm geçirememesi, CHP’nin seçimlerde istikrarlı bir başarı yakalayamamasının temel sebeplerinden biri olmaya devam ediyor.

Sonuç: Tarihten Ders Almak

İttihat ve Terakki’den CHP’ye uzanan süreç, Türk siyasetinin en ibretlik hikâyelerinden biridir. Devleti halkın üstünde gören anlayış, toplumla barışık olmayan siyaset tarzı ve vesayetçi eğilimler, CHP’yi uzun yıllar boyunca iktidar dışında tutan en büyük etkenler olmuştur. Bugünün CHP’si için en büyük sınav, geçmişin hatalarından ders çıkararak, halkla bütünleşen ve özgürlükçü politikalar geliştiren bir yapıya dönüşebilmek olacaktır.
Ancak kim gelirse gelsin ufukta böyle bir ışık görülmemektedir.

Tarih, sadece geçmişi anlamak için değil, aynı hatalara tekrar düşmemek için de okunmalıdır. İttihat ve Terakki’nin hatalarından ders almayan CHP, eğer aynı yolu izlemeye devam ederse ki etmektedir, tarih sahnesinde benzer bir akıbete uğrama riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

@@@@@@@##

Bak:
https://tesbitler.com/2024/01/17/bediuzzaman-said-nursinin-ittihad-ve-terakki-hakkindaki-gorusu-nedir/
https://tesbitler.com/2023/09/29/ittihat-ve-terakki-cemiyeti/
https://tesbitler.com/2015/01/03/ittihat-ve-terakki-mahsulu/
https://www.facebook.com/share/1B2TUq4mCh/




MAHŞER GÜNÜ HAYVANLARIN DURUMU

MAHŞER GÜNÜ HAYVANLARIN DURUMU

Mahşer Günü: Hayvanların Durumu ve Adaletin Tecellisi

Mahşer günü, tüm canlıların hesaba çekileceği ve ilahi adaletin eksiksiz bir şekilde ortaya konacağı büyük bir gündür. İnsanlar, cinler ve meleklerin yanı sıra hayvanlar da bu günde toplanacak, dünya hayatındaki amellerine göre sorgulanacaklardır. Hayvanların mahşerdeki durumları, Allah’ın adaletinin hiçbir varlığa haksızlık yapmayacak şekilde tecelli ettiğini gözler önüne serer.

Hayvanların Mahşer Günü Toplanışı

Kur’an-ı Kerim’de hayvanların da kıyamet günü toplanacağı şu şekilde ifade edilir:
“Yeryüzü dümdüz olup da, içindekileri çıkarıp boşaldığında… Her canlı türü bir araya getirildiğinde…” (Tekvir, 81/5).

Bu ayet, mahşer gününün yalnızca insan ve cinlere değil, tüm varlıklara şamil olduğunu göstermektedir. Hayvanlar, insanlar gibi akıl ve irade sahibi olmadıkları için cennet ya da cehennemle ödüllendirilmezler. Ancak aralarındaki haksızlıklar ve zulümler ilahi adaletle karşılık bulacaktır.

Hayvanlar Arasındaki Adaletin Sağlanması

Hadis-i şeriflerde hayvanların mahşer günündeki durumu hakkında Peygamber Efendimiz (sav) şu önemli bilgiyi vermiştir:
“Boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan mutlaka alınacaktır.” (Müslim, Birr, 60).

Bu hadis, hayvanlar arasındaki adaletin sağlanacağını açıkça ifade eder. Dünya hayatında boynuzlu bir koyunun boynuzsuz bir koyuna zarar verdiği bir olay dahi ilahi mahkemede çözüme kavuşacaktır. Allah, hiçbir varlığa zulmetmez ve herkesin hakkını tastamam verir.

Hayvanların İnsanlarla İlgili Şahitlikleri

Mahşer günü hayvanlar, insanlar hakkında da şahitlik yapacaklardır. Dünya hayatında bir insana hizmet etmiş, zulme uğramış ya da kötü muamele görmüş hayvanlar, bu durumları Allah’a arz edeceklerdir. Hayvanlara yapılan zulüm, insanın sorgusunda önemli bir yer tutacaktır.

Peygamber Efendimiz (sav), hayvanlara merhametli olmanın ve onlara iyi davranmanın önemini şu şekilde vurgulamıştır:
“Bir kadın, hapsedip aç bıraktığı ve ölümüne neden olduğu bir kedi yüzünden cehenneme girdi.” (Buhari, Edeb, 27).

Bu hadis, hayvanlara yapılan zulmün ahirette ciddi bir mesuliyet olduğunu gösterir. Hayvanlara merhamet etmek, insanın hem dünya hem de ahiret saadeti için önemlidir.

Hayvanların Hesap Sonrası Durumu

Mahşer günü hayvanlar, hakları teslim edildikten sonra toprak olacaklardır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir:
“İnkâr edenler der ki: ‘Ah ne olaydı, ben de toprak olaydım!'” (Nebe, 78/40).

Bu ayet, hayvanların hesaplarının ardından toprağa döneceğini ve bu durumu gören inkârcı insanların kendi akıbetlerinden korkarak toprak olmayı temenni edeceklerini anlatır.

Hayvanların Durumundan Alınacak İbretler

1. İlahi Adaletin Kapsayıcılığı: Mahşer günü hayvanların bile adaletle muamele göreceği gerçeği, Allah’ın adaletinin ne kadar kusursuz ve kapsayıcı olduğunu gösterir.

2. Hayvanlara Merhamet: İnsan, hayvanlara davranışlarında daha dikkatli olmalı, onlara merhamet göstermeli ve asla zulmetmemelidir.

3. Sorumluluk Bilinci: Hayvanlar, insanlar için bir nimet olduğu kadar büyük bir sorumluluktur. Onlara iyi davranmak, ahirette yüzümüzü ak edecek bir davranıştır.

4. Adaletin Evrenselliği: Hayvanların sorgusu, adaletin sadece insanlar ve cinler arasında değil, tüm yaratılmışlar için geçerli olduğunu ortaya koyar.

Sonuç

Mahşer günü, hayvanların da Allah’ın huzurunda toplanacağı ve aralarındaki hakların teslim edileceği büyük bir gündür. Bu durum, ilahi adaletin her varlığı kapsadığını, hiç kimseye ve hiçbir şeye zulmedilmeyeceğini gösterir. İnsan, hayvanlara karşı olan sorumluluğunu unutmamalı, merhamet ve adaletle onlara yaklaşmalıdır.

Rabbimiz, bizleri mahşer gününde yüzü ak olan kullarından eylesin ve hayvanlar dâhil her varlığa merhametle muamele edenlerden kılsın!

 

 




MAHŞER CİNLERİN SORGUSU VE HALİ

MAHŞER CİNLERİN SORGUSU VE HALİ

Mahşer Günü: Cinlerin Sorgusu ve Hali

Mahşer günü, tüm insanlık gibi cinlerin de Allah’ın huzurunda hesap vereceği büyük bir gündür. Kur’an-ı Kerim’de, cinlerin yaratılışı, görevleri ve ahiretteki durumları hakkında önemli bilgiler verilmiştir. İnsanlarla aynı şekilde iman etmek ve Allah’ın emirlerine uymakla sorumlu olan cinler, mahşer günü kendi amellerinden sorguya çekilecek, hak ettikleri karşılığı alacaklardır.

Cinler ve Sorumlulukları

Cinler, Allah tarafından dumansız ateşten yaratılmış, insana benzeyen fakat farklı bir boyutta yaşayan varlıklardır. Onlar da insanlar gibi akıl ve irade sahibi olduklarından, iman ve ibadetle yükümlüdürler. Allah, Kur’an’da cinlerin yaratılışını şu şekilde anlatır:
“Cinleri dumansız ateşten yarattı.” (Rahman, 55/15).

Cinler arasında iman edenler olduğu gibi, Allah’a isyan eden ve insanları da kötülüğe sürüklemeye çalışanlar bulunmaktadır. Cin Suresi’nde cinlerin bir kısmının Allah’ın davetine kulak verip iman ettikleri şöyle anlatılır:
“Gerçekten, biz doğru yolu gösteren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik.” (Cin, 72/1).

Ancak cinlerin bir kısmı inkârcıdır ve şeytanın yolundan gider. Mahşer günü, bu itaatkâr ve isyankâr cinler arasında da ayrım yapılacak, herkes amellerine göre sorgulanacaktır.

Mahşer Günü Cinlerin Sorgusu

Mahşer günü cinler de insanlar gibi kabirlerinden çıkarılarak Allah’ın huzurunda toplanacaktır. Kur’an-ı Kerim, bu büyük toplanmayı şu şekilde ifade eder:
“İnsanları ve cinleri bir araya toplayacağımız günü hatırla. Onlara şöyle diyeceğiz: ‘Ey cinler topluluğu! İnsanlardan birçoğunu saptırdınız.’ İnsanlardan onların dostları olanlar da der ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık ve bizim için belirlediğin süreye ulaştık.’ Allah buyurur: ‘Sizin varacağınız yer ateştir. Orada ebedî kalacaksınız. Ancak Allah’ın diledikleri müstesna.’” (En’am, 6/128).

Bu ayet, cinlerin insanlar üzerindeki etkisini ve bu etkinin sorgulanacağını ortaya koymaktadır. Cinlerin saptırdığı insanlar ve cinlerin iş birliği yaparak kötülüğü yaydığı durumlar mahşer günü açığa çıkacak ve her iki taraf da bu amellerinden ötürü yargılanacaktır.

İman Eden ve İnkâr Eden Cinlerin Durumu

1. İman Eden Cinler:
Allah’a iman eden ve onun emirlerine uygun yaşayan cinler, mükâfat olarak cennete gireceklerdir. İnsanlar gibi Allah’ın rahmetine mazhar olan bu cinler, dünya hayatındaki güzel amellerinin karşılığını göreceklerdir.

2. İnkâr Eden Cinler:
Allah’a isyan eden ve şeytanın yolunda giden cinler ise cehenneme sevk edilecektir. Bu cinler, sadece kendi yaptıklarından değil, aynı zamanda insanları saptırmalarından da sorumlu tutulacaktır.

Kur’an’da şeytanın insanlara mahşer günü vereceği itiraf şöyle geçer:
“Şeytan, iş bitirilince şöyle der: ‘Allah size gerçek olan vaadi verdi; ben de size vaatte bulundum ama sizi aldattım. Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Sizi sadece çağırdım, siz de bana uydunuz. Öyleyse beni kınamayın, kendinizi kınayın…'” (İbrahim, 14/22).

Bu ayet, cinlerin saptırma faaliyetlerinin sonuçlarını ve bu durumun inkârcı cinler için bir ceza sebebi olacağını gösterir.

İbretler ve Dersler

1. Sorumluluk Ortaklığı: İnsanlar gibi cinler de akıl ve irade sahibi oldukları için yaptıkları her şeyden sorumludur. Onların sorgulanması, Allah’ın adaletinin herkes için geçerli olduğunu gösterir.

2. Şeytanın ve Cinlerin Saptırma Gücü: Şeytan ve cinlerin insanları saptırmak için çaba sarf ettiği bir gerçektir. Bu durum, insanların daha dikkatli ve Allah’a bağlı bir yaşam sürmesi gerektiğini hatırlatır.

3. İman Eden Cinlerin Örneği: İman eden cinler, insanların dünyadaki mücadelelerinde yalnız olmadığını ve Allah’a yönelmenin evrensel bir gerçek olduğunu gösterir.

Sonuç

Mahşer günü, cinlerin de tıpkı insanlar gibi hesaba çekileceği ve yaptıklarının karşılığını alacağı bir gündür. Bu gerçek, Allah’ın adaletinin büyüklüğünü ve kapsayıcılığını gözler önüne serer. İnsanlar, cinlerin saptırmalarına karşı dikkatli olmalı ve Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya bağlı bir hayat sürmelidir.

Rabbimiz, bizleri ve tüm inananları mahşer gününde yüzü ak olan kullarından eylesin ve şeytanın ve kötü cinlerin tuzaklarından muhafaza buyursun!

 

 




MAHŞER GÜNÜ MELEKLERİN DURUMU

MAHŞER GÜNÜ MELEKLERİN DURUMU

Mahşer Günü: Meleklerin Şahitliği ve Görevleri

Mahşer günü, dünya hayatının sona erdiği ve bütün insanlığın hesap vermek üzere Allah’ın huzurunda toplandığı büyük bir gündür. Bu günün dehşeti ve büyüklüğü, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde detaylı bir şekilde anlatılmıştır. İnsanlar kadar melekler de bu günde önemli roller üstlenir. Mahşer günü, meleklerin Allah’a mutlak itaatlerini, adaletin tecellisinde nasıl bir görev üstlendiklerini ve şahitlik ettiklerini gözler önüne serer.

Meleklerin Mahşer Günündeki Durumu

Melekler, Allah’ın yarattığı en itaatkâr varlıklardır. Günah işlemez, Allah’ın emrinden asla sapmazlar. Mahşer günü melekler, hem insanları kuşatan dehşetin bir parçası olacak hem de Allah’ın emirlerini yerine getirmekle meşgul olacaklardır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
“Rabbinin emri geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman…” (Fecr, 89/22).

Bu ayet, mahşer gününde meleklerin saf saf dizileceğini ve Allah’ın huzurunda emirlerini yerine getireceğini haber verir. Bu saf tutuş, onların Allah’a olan mutlak teslimiyetlerini ve hesap günü kurulacak ilahi düzenin ciddiyetini simgeler.

Meleklerin Görevleri

1. Hesap Günü Tanıklık:
Melekler, insanların dünya hayatında yaptıklarına şahitlik etmekle görevlendirilmiştir. Her insanın sağında ve solunda oturan Kirâmen Kâtibîn melekleri, kişinin yaptığı her amelini kaydeder. Mahşer günü, bu kayıtlar ortaya çıkarılacak ve kişinin amel defteri kendisine sunulacaktır:
“Ve amel defterleri ortaya konulmuştur. Suçluların, onda yazılı olanlardan korkarak şöyle dediklerini görürsün: ‘Eyvah bize! Bu nasıl bir kitapmış ki, küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!’ Ve yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49).

Melekler, bu kayıtları getiren tanıklar olarak insanların yaptıkları her şeyin adil bir şekilde değerlendirilmesine katkıda bulunur.

2. İnsanları Toplama:
Mahşer günü, insanlar kabirlerinden çıkarılıp toplanacak ve ilahi huzura sevk edilecektir. Bu süreçte melekler, insanları büyük bir disiplinle mahşer meydanına sevk ederler. Kur’an’da bu durum şu şekilde anlatılır:
“O gün büyük bir korku ile çağıran kimseyi işitecekler. İşte bu, çıkış günüdür.” (Kâf, 50/41).

3. Cennet ve Cehennemin Hazırlanması:
Mahşer gününde melekler, cennet ve cehennemin kapılarını hazırlar. İyilik sahiplerini cennete müjdelemekle görevlendirilen melekler, inkar edenlerin ise cehenneme sevkini gerçekleştirir:
“Ve Rablerine karşı gelmekten sakınanlar grup grup cennete sevk edilirler…” (Zümer, 39/73).

Meleklerin Şahitliği ve İlahi Adalet

Meleklerin mahşer günündeki şahitliği, Allah’ın adaletinin tam anlamıyla tecelli etmesi için önemli bir unsurdur. Melekler, Allah’ın emirlerini kusursuz bir şekilde yerine getirerek insanların yaptıklarının karşılığını almasını sağlar. Hiçbir haksızlık yapılmaz, herkesin amelleri eksiksiz olarak değerlendirilir.

Kur’an-ı Kerim’de meleklerin şahitliği şöyle belirtilir:
“O gün, her ümmetten bir şahit getiririz. Seni de bunlara şahit getiririz.” (Nahl, 16/89).

Bu ayet, meleklerin yanı sıra peygamberlerin de ümmetlerine şahitlik edeceğini, böylece adaletin tam olarak sağlanacağını ifade eder.

Meleklerden Alınacak İbretler

Mahşer günü, meleklerin görevleri üzerinden şu dersleri çıkarabiliriz:

1. Amellerimize Dikkat Etmeliyiz: Meleklerin her yaptığımızı kaydettiği gerçeği, bizi daha dikkatli ve sorumlu bir yaşam sürmeye teşvik eder.

2. Allah’a İtaat ve Teslimiyet: Meleklerin Allah’a mutlak itaatkâr halleri, kullar için bir örnektir. İnsanlar da Rablerine karşı aynı teslimiyeti göstermelidir.

3. Adaletin Kaçınılmazlığı: Meleklerin şahitliği, Allah’ın adaletinin ne kadar titiz ve kusursuz olduğunu gösterir. Hiçbir şey unutulmaz ve herkes hak ettiği karşılığı alır.

Sonuç

Mahşer günü, meleklerin saf saf dizildiği, insanlığın yaptıklarının hesabını verdiği büyük bir gündür. Melekler, Allah’ın emirlerini yerine getirerek bu büyük günün düzeninde önemli bir rol üstlenir. Onların görevlerini anlamak, insanlara Allah’a olan itaat ve kullukta örnek teşkil eder.

Rabbimiz, bizleri mahşer gününde meleklerin şahitliğiyle yüzü ak olan kullarından eylesin ve o büyük günün dehşetinden rahmetiyle korusun!

 

 




ALLAH’IN RAHMETİ HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR, ADALETİ DE RAHMETİNİ KUŞATMIŞTIR

ALLAH’IN RAHMETİ HER ŞEYİ KUŞATMIŞTIR, ADALETİ DE RAHMETİNİ KUŞATMIŞTIR

Allah’ın Rahmeti ve Adaleti: Her Şeyi Kuşatan İlahi Dengeler

Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de rahmetinin ve adaletinin sınırsızlığını sıkça vurgulamış ve kullarını bu ilahi sıfatları tefekkür etmeye davet etmiştir. “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır” (A‘raf, 7/156) buyuran Allah, bu evrensel rahmetin tüm varlık âlemine yayıldığını beyan etmiştir. Ancak Allah’ın rahmeti ne kadar genişse, adaleti de o derece derindir. Adalet, rahmetin bir tecellisi olarak yaratılmıştır ve ilahi hikmetin temel taşlarından biridir.

Rahmetin Kuşatıcılığı

Allah’ın rahmeti, inanan-inanmayan tüm varlıkları kapsayan bir şefkat ve lütuftur. Bu rahmet, insanların yaratılışından hayatlarının sonuna kadar her anlarında kendini hissettirir. Güneşin doğuşu, yağmurun yağışı, toprağın bereketlenmesi, insanların rızıklandırılması ve affedilme kapısının her daim açık olması, Allah’ın rahmetinin yansımalarıdır.

Kur’an-ı Kerim’de bu rahmet şöyle anlatılır:
“Rahman, arşı üzerine istiva etmiştir.” (Tâhâ, 20/5).
Rahman sıfatı, Allah’ın tüm varlıkları kapsayan ve onları merhametiyle kuşatan sınırsız rahmetini ifade eder. İnsanlar, bu rahmet sayesinde hata yapmalarına rağmen tövbe edebilir, yeniden Allah’a yönelme fırsatı bulabilirler.

Adaletin Rahmetle Dengesi

Rahmet ne kadar geniş ve kuşatıcıysa, adalet de o kadar titiz ve şaşmazdır. Allah’ın adaleti, her şeyi yerli yerine koyar, kimseye haksızlık yapmaz ve herkesin yaptığının karşılığını eksiksiz verir. Ancak bu adalet, soğuk ve katı bir ceza sistemi değil; rahmetle iç içe geçmiş bir denge sistemidir. Allah’ın adaleti, kullarına merhamet ederken bile onların sorumluluklarını hatırlatır ve haksızlıkların önüne geçer.

Kur’an’da bu denge şu şekilde ifade edilir:
“Kim zerre kadar hayır işlerse, onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse, onun karşılığını görür.” (Zilzal, 99/7-8).

Bu ayet, adaletin ince detaylarına kadar işlediğini ve rahmetin bu adaletle insanlara yöneldiğini gösterir. Bir kişinin işlediği küçük bir iyilik dahi zayi olmaz ve Allah katında değer bulur.

Rahmetin ve Adaletin İbretleri

Allah’ın rahmet ve adalet sıfatlarını anlamak, insanın dünya hayatında sorumluluk bilinciyle yaşamasını sağlar. Bu ilahi sıfatlardan çıkarılabilecek bazı ibretler şunlardır:

1. İnsan İçin Fırsat Kapıları: Allah’ın rahmeti, kullarına sürekli yeni başlangıçlar sunar. Tövbe eden bir kul, rahmetin kapısından girerek hatalarından arınabilir.

2. Adaletin Kaçınılmazlığı: Hiçbir iyilik ya da kötülük karşılıksız kalmaz. Bu durum, insanları daha dikkatli ve bilinçli yaşamaya sevk eder.

3. Zalimlerin ve Mazlumların Durumu: Allah’ın adaleti, zalimleri yaptıkları haksızlıkların cezasıyla yüzleştirirken, mazlumlara rahmet eder ve onların hakkını iade eder.

4. Rahmet ve Adaletin Dengesi: Allah, kullarını cezalandırmak yerine onlara rahmetle muamele etmeyi tercih eder. Ancak, adaletin gereği olarak herkesin hak ettiği karşılığı da verir.

Rahmet ve Adaletten Nasıl Ders Alınır?

Allah’ın rahmeti ve adaleti, insanlara bir yaşam rehberi sunar. İnsan, bu sıfatları tefekkür ederek kendi hayatında adaletli ve merhametli bir tavır benimsemelidir. Başkalarına haksızlık etmemek, affedici olmak, iyilik yapmak ve Allah’ın emirlerine uymak bu derslerin bir yansımasıdır.

Peygamber Efendimiz (sav), Allah’ın rahmetinin büyüklüğünü şöyle ifade etmiştir:
“Allah, rahmetini yüz parçaya böldü. Bu parçadan bir tanesini dünya ehline indirdi. Onlar, birbirlerine olan merhametlerini bu bir parça rahmetten alırlar. Geri kalan doksan dokuz parça ise Allah katındadır.”

Sonuç

Allah’ın rahmeti ve adaleti, yaratılışın temel taşlarıdır. Rahmeti her şeyi kuşatırken, adaleti bu rahmeti anlamlandırır ve insanlara sorumluluklarını hatırlatır. İnsan, Allah’ın rahmetini umarak yaşamalı, ancak adaletinden korkarak da dünya hayatını dikkatle sürdürmelidir.

Bu dengeyi hayatında kurabilen kişi, hem dünyada hem de ahirette huzur bulur. Rabbimiz, bizleri rahmetine mazhar olan ve adaletin gereği olarak rızasına erişen kullarından eylesin.

 

 




YAŞANACAK OLAN KIYAMETİN O DEHŞET ANI

YAŞANACAK OLAN KIYAMETİN O DEHŞET ANI

Kıyamet: Dehşet ve Hakikatin Günü

Kıyamet, Kur’an-ı Kerim’de sıkça üzerinde durulan, insanlık tarihi boyunca varlığına inanılan ve her bir insanın karşılaşacağı en büyük hakikattir. Bu gün, sadece dünyanın değil, aynı zamanda insanlığın da en büyük imtihanının gerçekleştiği bir gündür. Kıyametin tasviri, insanlara hem bir uyarı hem de bir ibret vesikasıdır.

Kıyametin Dehşet Anı

Kur’an-ı Kerim’de kıyametin o dehşet anı şu şekilde tasvir edilir:
“Yer, o dehşetli sarsıntıyla sarsıldığı zaman, içindeki ağırlıkları dışarı attığı zaman ve insan, ‘Ne oluyor buna?’ dediği zaman…” (Zilzal, 99/1-3).

Bu ayetler, yerin altüst olduğu, insanın aklını yitirecek kadar korktuğu ve her şeyin altüst olduğu bir günü gözler önüne serer. Dağlar un ufak olacak, denizler taşacak, gökler çatlayacak, her şey yok olup büyük bir sessizlik hâkim olacaktır. İnsanlar o gün, “Sarhoş gibi dolaşırlar. Oysa sarhoş değildirler; fakat Allah’ın azabı çok şiddetlidir” (Hac, 22/2).

Hesap Günü ve Korkunun Doruk Noktası

Kıyamet, sadece fiziksel bir felaket değil, aynı zamanda tüm insanların yaptıklarından hesaba çekileceği bir gündür. Herkes, amel defterinin açıldığı, sırların ortaya döküldüğü, tartının kurulduğu ve hakikatin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı bu günde, yaptıklarıyla yüzleşir.

O gün, inkar edenler için büyük bir pişmanlık ve korku günüdür. Kur’an-ı Kerim, onların durumunu şöyle tasvir eder:
“O gün insan kaçar: kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün herkesin kendine yetecek bir derdi vardır.” (Abese, 80/34-37).

İnananlar İçin Bir Kurtuluş Günü

Kıyametin dehşeti büyük olsa da Allah’a iman eden, O’nun emirlerine uyan ve dünya hayatını O’nun rızasına uygun şekilde yaşayan kimseler için bu gün, bir kurtuluşun müjdesidir. Melekler, bu kimseleri rahmetle karşılayacak ve şöyle diyecektir:
“Korkmayın, üzülmeyin, size vaat edilen cennetle sevinin!” (Fussilet, 41/30).

Bu müjde, inananların dünya hayatındaki imanlarının ve salih amellerinin bir mükâfatıdır. O gün, onlar için korkunun değil, Allah’a kavuşmanın ve ebedî saadetin günü olacaktır.

Kıyametin İbretleri

Kıyamet, insanlık için bir uyarıdır. Bu büyük günün dehşeti, insanları dünya hayatında daha bilinçli yaşamaya, yaptıklarını ve söylediklerini dikkatle tartmaya teşvik eder. Kıyametle ilgili ibretler şunlardır:

1. Dünya Hayatının Geçiciliği: Dünya ve içindekiler, bir gün yok olacak. İnsan, ebedî saadeti hedef alarak yaşamalıdır.

2. Hesap Günü Gerçeği: İnsan, yaptığı her şeyin karşılığını alacaktır. Bu nedenle, salih amellerle amel defterini güzelleştirmelidir.

3. Allah’ın Kudreti: Kıyametin tasviri, Allah’ın her şeye kadir olduğunun bir göstergesidir. Bu da insanın O’na teslimiyetini artırmalıdır.

4. Hazırlıklı Olma Zorunluluğu: Her insan, kıyamet ve ahiret için hazırlık yapmalı, dünya hayatını ahiret kazancına vesile kılmalıdır.

Sonuç

Kıyamet, inananlar için bir uyarı, hazırlıklı olanlar için bir müjde, gaflet içinde olanlar için ise büyük bir felakettir. Bu büyük gün, insanın dünya hayatını nasıl değerlendirdiğinin ve Allah’a ne kadar bağlı olduğunun bir yansımasıdır.

İnsan, kıyametin dehşetini düşünerek hayatını yeniden gözden geçirmelidir. Zira o gün, her şeyin anlam kazandığı, adaletin tam olarak tecelli ettiği ve ebedî hayatın başladığı gündür. Rabbimiz, bizleri kıyamet gününde yüzü ak olan kullarından eylesin ve o günün dehşetinden muhafaza buyursun.




HAYA DAMARI ÇATLARSA…

HAYA DAMARI ÇATLARSA…

İnsan ruhunun en hassas ipliklerinden biri hayadır. Bir toplumu ayakta tutan, bireyleri kötülüklerden uzaklaştıran, kalpleri arındıran en değerli erdemlerden biridir. Ne var ki, haya damarı çatladığında, insanın içindeki o ulvi hisler silikleşir, kötülük normalleşir ve ahlaki çöküş kaçınılmaz hale gelir.

Hayanın Önemi

Haya, insana vicdanın fısıldadığı bir iç sestir. Yanlış yapıldığında yüz kızarması, gözlerin kaçması, dilin tutulmasıdır. Bizi hatadan alıkoyan, başkalarına ve kendimize karşı saygılı olmamızı sağlayan bir iç disiplindir. Hadiste, haya imanın bir parçası olarak görülmüş ve onu kaybedenlerin manevi anlamda büyük bir boşluğa düştüğü görülmüştür.

Haya Damarı Çatladığında Ne Olur?

Haya damarı çatlayan bir insan, önce küçük şeyleri normalleştirmeye başlar. Önceden utanç duyduğu bir davranış artık ona olağan gelir. Sonra o küçük şeyler büyür, bir yaşam tarzına dönüşür. İşte haya duygusunun kaybolmasıyla meydana gelen bazı olumsuz sonuçlar:

Ahlaki değerler aşınır: Yalan, aldatma, bencillik ve haksızlık sıradanlaşır.

Toplumsal bağlar zayıflar: İnsanlar birbirine karşı daha saygısız, umursamaz ve acımasız olur.

Merhamet azalır: Başkalarının duygularına duyarsızlaşan bireyler, kalplerindeki sevgi ve şefkati yitirir.

Kötülük yaygınlaşır: Günahlar aleni hale gelir ve bunlardan rahatsızlık duyanların sesi kısılır.

Tarih ve Günümüzden Dersler

Tarihte birçok toplum, haya duygusunu kaybettikçe bozulmuş ve sonunda yok olmuştur. Lüks ve sefahat içinde yaşayan toplumlar, önce ahlaki değerlerini kaybetmiş, sonra da çöküşe sürüklenmiştir. Günümüzde de benzer bir tehlike söz konusudur. Mahremiyetin ihlali, edep sınırlarının yok sayılması, haya duygusunun zayıfladığının işaretleridir.

Haya Nasıl Korunur?

Haya damarının çatlamaması için bireysel ve toplumsal çabalar gerekir.

1. İman ve ahlak eğitimi: Küçük yaşlardan itibaren haya bilinci aşılanmalıdır.

2. İyi örnekler seçmek: Ahlaklı, hayalı insanlarla birlikte olmak karakteri güçlendirir.

3. Mahremiyete dikkat etmek: Bireyler özel alanlarını koruyarak haya duygusunu besleyebilir.

4. Kendi iç muhasebemizi yapmak: Günlük hayatta sözlerimizi, davranışlarımızı gözden geçirerek haya duygumuzu koruyabiliriz.

Son Söz

Haya bir insanın en büyük ziynetidir. Onu kaybetmek, değerli bir mücevheri çamura atmak gibidir. Hayanın yok olduğu bir dünyada kötülük sıradanlaşır, iyilik küçümsenir. O halde, haya damarımızı diri tutalım ve vicdanımızın sesine kulak verelim. Çünkü haya gittiğinde, geriye sadece boşluk ve pişmanlık kalır…

 

 




ALLAH’IN ADALETİNİN KAPSAM ALANI, RAHMETİNİN KAPSAM ALANINDAN DAHA GENİŞ VE KAPSAMLIDIR.

ALLAH’IN ADALETİNİN KAPSAM ALANI, RAHMETİNİN KAPSAM ALANINDAN DAHA GENİŞ VE KAPSAMLIDIR.

Allah’ın Adaleti ve Rahmeti: Hangisi Daha Kapsamlıdır?

İnsan, hayata bakarken çoğu zaman ya Allah’ın rahmetini ya da adaletini merkeze alarak düşünür. Kimileri, Allah’ın sonsuz merhamet sahibi olduğunu ve her şeyi bağışlayacağını savunurken, kimileri de adaletin kaçınılmaz olduğunu ve herkesin yaptığıyla yüzleşeceğini söyler. Peki, Allah’ın adaletinin kapsamı mı daha geniştir, yoksa rahmetinin mi?

Bu sorunun cevabı, Allah’ın zatında çelişki değil, tam tersine mükemmel bir denge olduğunu gösterir. Ancak unutmamak gerekir ki, Allah’ın adaleti her şeyi kapsar ve O’nun rahmeti de bu adaletin içinde şekillenir.

1. Rahmetin Kapsamı: Allah’ın Sonsuz Merhameti

Allah, Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette kendisini Rahmân ve Rahîm olarak tanıtır. Bu, O’nun rahmetinin sınırsız olduğunu gösterir. Hatta öyle ki, bir hadiste şöyle buyrulur:

> “Allah’ın rahmeti, gazabını geçmiştir.” (Buhârî, Tevhid 22)

Bu, Allah’ın rahmetinin ne kadar büyük olduğunu gösteren bir işarettir. O, insanı yaratmış, ona rızık vermiş, hata yaptığında tövbe etme fırsatı tanımış ve ona cenneti vaat etmiştir. Eğer Allah’ın rahmeti olmasaydı, hiçbir insan kurtuluşa eremezdi.

Ancak rahmet, tek başına her şeyi belirlemez. Çünkü eğer yalnızca rahmet olsaydı, zalim ile mazlum aynı kefeye konulurdu. İşte burada adalet devreye girer.

2. Adaletin Kapsamı: Hak Edileni Vermek

Adalet, hak edene hakkını vermektir. Allah’ın adaleti, rahmetten daha geniştir çünkü sadece iyi kullarını değil, tüm varlıkları kapsar. Allah’ın adaletinin tecellisi şu şekillerde görülür:

Herkes yaptığının karşılığını görecektir.

Mazlumun hakkı zayi olmaz.

Zulmedenler, yaptıklarının hesabını verecektir.

Kur’an’da şöyle buyurulur:

> “Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görür. Kim zerre kadar şer işlerse onu da görür.” (Zilzâl, 7-8)

Bu ayet, Allah’ın adaletinin hiçbir detayı atlamadığını gösterir. Eğer yalnızca rahmet geçerli olsaydı, kötülük yapanlar hiçbir karşılık görmezdi ve bu dünya kaosa sürüklenirdi. Ama Allah, hem rahmet sahibi hem de adalet sahibidir.

3. Adalet mi Önce Gelir, Rahmet mi?

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah’ın rahmeti, adaletine tabidir. Çünkü rahmet, bir lütuf; adalet ise bir zorunluluktur.

Örnek: Bir mahkemede bir katil düşünelim. Eğer hâkim, sırf merhametli olduğu için bu katili serbest bırakırsa, bu adaletsizlik olur. Ancak önce adalet sağlanır, sonra özel bir durum olursa merhamet devreye girer. İşte Allah’ın adaleti de böyledir. Önce hak yerini bulur, sonra dilerse rahmet eder.

Allah, merhametini istediğine verir ama adaletinden asla vazgeçmez. Çünkü eğer Allah’ın adaleti olmasaydı:

Firavun ve Musa aynı kefeye konurdu,

Habil ve Kabil eşit muamele görürdü,

İyilerle kötüler aynı sona ulaşırdı.

Ama Allah buyuruyor ki:

> “Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini iman edip salih amel işleyenlerle bir mi tutacağımızı sandılar? Hayatlarında ve ölümlerinde onlara eşit davranacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye, 21)

Sonuç: Allah’ın Adaleti Her Şeyi Kapsar

Allah’ın rahmeti elbette büyüktür, ancak rahmet adalete bağlıdır. Çünkü rahmet, sadece hak edene verildiğinde değer kazanır. Allah, merhamet edicidir ama adaletinden asla vazgeçmez. Bu yüzden Allah’ın adaleti rahmetinden daha geniştir; çünkü her şey onun kapsamındadır, rahmet ise sadece hak edenlere ulaşır.

Bu dünya bazen zalimlerin güç sahibi olduğu, mazlumların ezildiği bir yer gibi görünebilir. Ancak unutulmaması gereken şey şudur: Allah’ın adaleti mutlaka tecelli edecektir. Belki bugün değil, belki yarın değil… Ama sonunda herkes yaptığının karşılığını bulacaktır.

> “Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık yapmaz.” (Nisâ, 40)

 

 




NEFİS VE ŞEYTANIN ESARETİNDEKİ RUHLAR

NEFİS VE ŞEYTANIN ESARETİNDEKİ RUHLAR

Nefis ve Şeytanın Esaretindeki Ruhlar: Hakikate Uyanış

İnsanoğlu, yaratılışı gereği hem iyiliğe hem de kötülüğe meyyaldir. Allah (c.c.), insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona doğru ile yanlışı ayırt edebilme yeteneği vermiştir. Ancak nefis ve şeytan, insanı Allah’ın yolundan saptırmak için sürekli vesvese verir. Nefsin isteklerine boyun eğen, şeytanın fısıltılarına kulak veren ruhlar, farkında olmadan bir esaret altına girer. Bu esaret, insanı dünyada gaflete, ahirette ise büyük bir pişmanlığa sürükler.

Nefis: İçimizdeki Sinsi Düşman

Nefis, insanın içinde taşıdığı en büyük imtihandır. Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de nefsi üç mertebede anlatır:

1. Nefs-i Emmare (Kötülüğü Emreden Nefis): Bu nefis, insanı sürekli günaha ve kötülüğe sürükler. Allah’ı unutturan, insanı hırs, kibir, şehvet ve bencillikle dolduran bir nefsin esaretinde olan kişi, şeytanın oyuncağı hâline gelir. Yusuf (a.s.), nefsin tehlikesini şöyle ifade eder:

> “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, Rabbimin merhamet ettiği hâller hariç, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf, 12/53)

2. Nefs-i Levvame (Kendini Kınayan Nefis): Günah işlediğinde pişmanlık duyan, hata yaptığında vicdan azabı çeken nefsin seviyesidir. Bu mertebeye ulaşan insan, hatalarından dönmeye ve Allah’a yönelmeye başlar.

3. Nefs-i Mutmainne (Huzur Bulmuş Nefis): Bu mertebe, Allah’a teslim olan, dünya hırslarından arınmış ve sadece O’nun rızasını gözeten nefistir. Allah, böyle bir nefis için şöyle buyurur:

> “Ey huzura ermiş nefis! Razı edici ve razı olmuş olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/27-30)

Nefs-i emmareye boyun eğen kişi, dünyevi hazlar uğruna ahiretini unutur. Para, şöhret, makam ve zevkler onun gözünü kör eder. Dünya hayatı ona aldatıcı bir oyun gibi görünür, ancak gerçekte bu bir tuzaktır.

Şeytan: Ebedi Düşman

Şeytan, Allah’a isyan eden ve kıyamete kadar insanları saptırmak için mühlet verilen bir varlıktır. Kur’an’da şeytanın insanı nasıl kandırdığına dair birçok ayet vardır:

> “Şeytan, onlara hakim oldu da, kendilerine Allah’ı anmayı unutturdu. İşte onlar, şeytanın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, şeytanın tarafında olanlar hüsrana uğrayacaklardır.” (Mücadele, 58/19)

Şeytan, insanın zayıf noktalarını çok iyi bilir ve ona göre vesvese verir:

Kibirli insana: “Sen herkesten üstünsün.”

Haset eden insana: “Onda var, sende neden yok?”

Şehvetine düşkün olana: “Hayat kısa, istediğini yap.”

Mal hırsına kapılana: “Daha fazlasını kazan, her şey senin olmalı.”

Şeytan, önce küçük günahları süsleyerek insanı kandırır. Küçük günahlar zamanla normalleşir ve büyük günahların kapısını açar. Kalbi kararan kişi, günah işlediği hâlde pişmanlık duymaz, hatta günahlarını savunmaya başlar.

Nefis ve Şeytanın Esaretindeki Ruhların Alametleri

1. Günahı Küçümsemek: Haram olan şeyleri normalleştirmek, kalbin katılaşmasına yol açar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

> “Mümin, günahını üzerine düşecek bir dağ gibi görür. Fasık ise, günahını burnuna konup uçan bir sinek gibi görür.” (Buhari)

2. Dünya Sevgisine Kapılmak: Ahireti unutup sadece dünya nimetleri için yaşayan kişi, mal hırsına kapılır. Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda şöyle uyarmıştır:

> “Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur.” (Buhari, Rikak 10)

3. Vicdanın Susması: Kişi, haram işlediğinde içini bir huzursuzluk kaplamıyorsa, kalbi mühürlenmeye başlamış demektir. Allah (c.c.), kalpleri katılaşanlar hakkında şöyle buyurur:

> “Hayır! Onların kazandıkları günahlar, kalplerini paslandırmıştır.” (Mutaffifin, 83/14)

4. Allah’ı Unutmak ve Namazı Terk Etmek: Namaz, şeytanın ve nefsin esaretinden kurtulmanın en büyük kalkanıdır. Ancak nefsin kölesi olan kişi, ibadetleri terk eder ve gaflete düşer.

Nefis ve Şeytanın Esaretinden Kurtulmanın Yolları

1. Tövbe ve İstiğfar: Günahlardan arınmak için samimi bir tövbe etmek gerekir. Rabbimiz, samimi tövbe edenleri affedeceğini müjdelemiştir:

> “Ey iman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah’a dönün.” (Tahrim, 66/8)

2. Nefsi Terbiye Etmek: Açgözlülükten, kibirden, hasetten ve haram sevgisinden kurtulmak için nefsin arzularına karşı direnmek gerekir. Oruç, nefsi terbiye eden en büyük ibadetlerden biridir.

3. Allah’ı Çokça Anmak: Zikir, kalbi yumuşatır ve şeytanın vesveselerini uzaklaştırır. Allah (c.c.), şöyle buyurur:

> “Bilin ki kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 13/28)

4. Salihlerle Beraber Olmak: Kötü çevre, insanı günaha sürükler. Salih insanlarla beraber olmak, imanımızı kuvvetlendirir.

5. Kur’an ve Hadisleri Okuyup Düşünmek: Kur’an, şeytanın ve nefsin tuzaklarını fark etmemizi sağlar. Peygamberimizin (s.a.v.) sünneti ise, nasıl yaşarsak Allah’ın rızasını kazanacağımızı gösterir.

Son Söz: Gerçek Özgürlük, Nefsine ve Şeytana Esir Olmamaktır

Gerçek özgürlük, nefsin ve şeytanın esaretinden kurtulup Allah’ın yoluna teslim olmaktır. Dünya hayatı gelip geçicidir; asıl kazanç, nefsine uymayan, şeytanın hilelerine kapılmayan ve Allah’ın rızasını gözeten kullar içindir.

Allah (c.c.), hepimizi nefsinin ve şeytanın kölesi olanlardan değil, yalnızca O’na kul olanlardan eylesin. Âmin.




TUSIAD’IN ŞAİBELİ VE SİCİLİ İLE İLGİLİ BELGE VE UYGULAMALARI

TUSIAD’IN ŞAİBELİ VE SİCİLİ İLE İLGİLİ BELGE VE UYGULAMALARI

TÜSİAD’ın Tartışmalı Geçmişi: Belgeler ve Uygulamalar Üzerinden Bir Değerlendirme

Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), 1971 yılında kurulduğundan bu yana Türkiye’nin ekonomik ve siyasi yapısında önemli bir aktör olmuştur. Ancak, kuruluşundan itibaren TÜSİAD, sadece ekonomik büyümeye odaklanan bir iş dünyası örgütü olarak değil, zaman zaman siyasi süreçlere müdahale eden, hükümetlerle gerilim yaşayan ve halk nezdinde güven kaybına uğrayan bir yapı olarak da gündeme gelmiştir. Bu makalede, TÜSİAD’ın tartışmalı geçmişine, çeşitli dönemlerdeki uygulamalarına ve ortaya çıkan belgeler ışığında nasıl bir pozisyon aldığına dair ibretlik ve düşündürücü olayları ele alacağız.

1. TÜSİAD ve 12 Eylül Darbesi: Sermaye ve Siyaset İlişkisi

1980 askeri darbesi, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısını kökten değiştiren bir dönüm noktası olmuştur. Darbe öncesinde iş dünyasının, özellikle de büyük sermaye sahiplerinin hükümet politikalarından duyduğu rahatsızlık biliniyordu. TÜSİAD, 1979 yılında dönemin Ecevit hükümetine karşı açıkça eleştirel bir tavır almış, gazetelere tam sayfa ilanlar vererek ekonomik krizden hükümeti sorumlu tutmuştu. Bu ilanlar, darbe sürecine giden yolu hızlandıran unsurlar arasında değerlendirilmiştir. 12 Eylül sonrasında ise TÜSİAD üyelerinin büyük çoğunluğu, darbenin getirdiği neoliberal ekonomik politikalar sayesinde servetlerini daha da artırmış, halk ise bu süreçte ağır bedeller ödemiştir.

2. 28 Şubat Süreci ve TÜSİAD’ın Rolü

1997’de yaşanan 28 Şubat süreci, askerlerin ve sivil toplum kuruluşlarının hükümet üzerinde baskı kurduğu postmodern bir darbe olarak tarihe geçmiştir. TÜSİAD, bu dönemde “laiklik ve demokrasi” vurgusuyla dönemin Refah Partisi liderliğindeki hükümete karşı açık bir tavır almıştır. TÜSİAD raporları ve açıklamaları, askerin müdahalesini meşrulaştıran söylemler arasında yer almış ve iş dünyasının hükümetin değişmesi yönündeki beklentisini ortaya koymuştur. Ancak, 28 Şubat sürecinin ardından Türkiye’de ekonomik krizler derinleşmiş, 2001’deki büyük krizle birlikte sermaye sahipleri krizi fırsata çevirirken, halk büyük mağduriyetler yaşamıştır.

3. 2001 Krizi ve IMF Politikalarına Destek

2001 ekonomik krizi, Türkiye’nin en büyük ekonomik buhranlarından biri olarak tarihe geçmiştir. Kriz sürecinde TÜSİAD, hükümetin IMF ile anlaşmalar yapmasını desteklemiş ve “kemer sıkma politikalarının” zorunlu olduğunu savunmuştur. Ancak bu politikalar, bankacılık sisteminde büyük bir tasfiye sürecine yol açarken, TÜSİAD üyesi büyük sermaye sahipleri kriz sonrası uygulanan özelleştirme politikaları sayesinde büyük kazanımlar elde etmiştir. TÜSİAD’ın o dönemdeki önerileri, halk için daha fazla işsizlik ve yoksulluk anlamına gelmiştir.

4. TÜSİAD ve 2013 Gezi Olayları

2013 yılında Gezi Parkı protestoları, Türkiye’nin en büyük kitlesel hareketlerinden biri olarak ortaya çıkmıştır. TÜSİAD, bu süreçte hükümeti eleştiren bir pozisyon almış ve toplumsal taleplerin dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. Ancak bu olaylar sırasında sermaye çevrelerinin bazı grupları finanse ettiğine dair iddialar ortaya atılmış, TÜSİAD’ın olaylara yaklaşımı iş dünyasında bölünmelere neden olmuştur. TÜSİAD, hükümet ile olan gerilimleri nedeniyle bir süre dışlanmış, ancak ilerleyen yıllarda ilişkilerini yeniden düzenlemiştir.

5. TÜSİAD’ın Günümüzdeki Konumu: Hangi Çıkarlar Öncelikli?

Bugün TÜSİAD, bir yandan demokrasiyi ve hukuk devletini savunduğunu söylerken, diğer yandan sermaye sahiplerinin çıkarlarını önceleyen bir politika izlemeye devam etmektedir. TÜSİAD’ın açıklamaları, çoğu zaman halkın gerçek ekonomik sorunlarından uzak, büyük sermaye sahiplerinin çıkarlarını koruma refleksiyle şekillenmektedir. Son yıllarda ekonomi politikalarına dair eleştirileri artmış olsa da, bu eleştirilerin ana motivasyonunun halkın refahı mı yoksa büyük şirketlerin kazançlarını artırma hedefi mi olduğu konusunda ciddi soru işaretleri bulunmaktadır.

Sonuç: İbretlik Bir Tablo

TÜSİAD’ın geçmişi incelendiğinde, ekonomik büyüme ve demokratikleşme söylemlerinin ötesinde, büyük sermayenin çıkarlarını koruma refleksiyle hareket eden bir yapı olduğu açıkça görülmektedir. TÜSİAD, askeri darbelerden ekonomik krizlere, hükümet değişikliklerinden toplumsal hareketlere kadar birçok süreçte aktif rol oynamış ve genellikle sermaye sahiplerinin lehine pozisyon almıştır. Bu durum, halkın gözünde TÜSİAD’ın güvenilirliğini zaman zaman sorgulanan bir noktaya taşımıştır.

Tarih bize gösteriyor ki, ekonomik ve siyasi süreçlerde belirleyici olan yalnızca hükümetler değil, aynı zamanda büyük sermaye gruplarıdır. TÜSİAD gibi yapılar, kendi çıkarlarını önceliklendirirken, halkın gerçek sorunlarına ne kadar duyarlı oldukları sorusu hep gündemde kalacaktır. Bu yüzden, TÜSİAD’ın geçmişi, sadece bir iş dünyası örgütünün değil, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik dengelerinin nasıl şekillendiğini anlamak açısından da dikkatle incelenmesi gereken bir örnek sunmaktadır.

@@@@@@@

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras, Olağan Genel Kurulu’ndaki siyasi mesajlarla dolu konuşmasının ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2021 yılında İlim Yayma Vakfı tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlen programdaki TÜSİAD ile ilgili ifadeleri yeniden gündem oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 yıl önceki konuşmasında, “Ey TÜSİAD ve yavruları sizin tek göreviniz var, yatırım, istihdam ve büyüme. Kalkıp da hükümete saldırmanın yollarını aramayın bizimle mücadele edemezsiniz. Sizin cinsinizi de cibilliyetinizi de iyi biliyoruz.” sözlerini sarf etmişti.

https://www.yenisafak.com/video-galeri/gundem/cumhurbaskani-erdoganin-2021-yilindaki-tusiad-konusmasi-yeniden-gundem-oldu-4676970
@@@@@@@@

Bak.
https://www.facebook.com/share/1D7ub4gxiJ/

Bak:
https://www.google.com/search?q=cumhurba%C5%9Fkaninin+tusiad+ile+ilgili+konu%C5%9Fmas%C4%B1&oq=cumhurba%C5%9Fkaninin+tusiad+ile+ilgil&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUqBwgCECEYoAEyBggAEEUYOTIHCAEQIRigATIHCAIQIRigATIHCAMQIRigATIHCAQQIRigAdIBCTIxODkzajBqNKgCDrACAfEFfZIi1C3RqhI&client=ms-android-samsung-trvo1&sourceid=chrome-mobile&ie=UTF-8




VEN NAZİATİ ĞARKEN AYETINDE BELİRTİLEN KİŞİNİN ÖLÜM HALİ

VEN NAZİATİ ĞARKEN AYETINDE BELİRTİLEN KİŞİNİN ÖLÜM HALİ

“Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ”: Günahkâr Ruhun Azap Dolu Çıkışı

“وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا” (Nâziât, 79/1) ayetinde Allah Teâlâ, ruhu şiddetle ve zorlukla çekip alan meleklerden bahsetmektedir. Bu ayet, inkar eden, isyanda ısrar eden ve Allah’ın rızasına aykırı bir hayat süren kimselerin ölüm anındaki acı dolu hâlini tasvir eder. Ruhları, bedenlerinden âdeta çekilip koparılırken, bu kişiler büyük bir korku ve pişmanlık içinde olur.

Ölüm: İnkar Edenlerin Korkulu Gerçeği

Dünya hayatı, insana ebedî bir imtihan olarak verilmiştir. Bu hayat, Allah’a kulluk etmek, O’nun rızasına uygun bir yaşam sürmek için bir fırsattır. Ancak inkar eden ve dünya hayatının aldatıcı süsüne aldananlar, bu fırsatı heba ederler. İşte “Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayeti, böyle kimselerin ölüm anında karşılaştıkları zorlukları ve ruhlarının melekler tarafından şiddetle çekilip alınışını anlatır.

Ruhun Azap Dolu Çıkışı

Ayette geçen “Nâzi’ât”, insanın ruhunu zorla ve acı vererek çeken meleklerdir. Bu durum, günahkâr ve isyankâr ruhların dünya hayatında sergiledikleri kötü davranışların bir sonucu olarak yaşanır. Allah’a iman etmeyen ve ahiret gerçeğini inkâr eden bu kimseler, ölüm anında korku ve dehşet içinde kalırlar. Ruhları, âdeta bir dikenli dalın içinden çekilircesine bedenlerinden koparılır. Bu şiddet, onların dünya hayatında işledikleri kötülüklerin bir yansımasıdır.

Peygamber Efendimiz (sav), inkar edenlerin ölüm anını şöyle tarif etmiştir:
“İnkar edenin ruhu, dikenlerle dolu yaş bir dalın içinden çıkar gibi alınır. Bu esnada damarlar ve sinirler koparcasına acı çeker.”

Günahkârların Pişmanlığı

“Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayeti, aynı zamanda inkar edenlerin ölüm anında yaşadıkları pişmanlığı da hatırlatır. Dünya hayatında Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları için geri dönüşü olmayan bir sona ulaşırlar. Ancak bu pişmanlık, artık fayda sağlamaz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Sonunda onlardan birine ölüm gelince, ‘Rabbim, beni geri döndür! Belki terk ettiğim salih amelleri işlerim’ der. Hayır! Bu, onun söylediği boş bir sözden ibarettir.” (Müminun, 23/99-100).

İbretler ve Dersler

Bu ayet, insanlara dünya hayatında nasıl bir yaşam sürmeleri gerektiği konusunda önemli mesajlar verir. Çıkarmamız gereken ibretler şunlardır:

1. Dünya Hayatının Geçici Olduğu: İnsan, dünya hayatını ebedî sanıp kendini aldatmamalıdır. Gerçek hayat, ahiret yurdudur.

2. İsyanın ve Günahın Bedeli: Allah’ın emirlerine sırt çeviren ve ahireti unutan kimseler, ölüm anında büyük bir pişmanlık ve acı çekerler.

3. Hesap Günü Gerçeği: İnsan, dünyada yaptıklarından mutlaka sorguya çekilecektir. Bu sebeple her an, Allah’ın huzurunda hesap vereceğimiz bilinciyle yaşamalıyız.

4. Rahmet ve Azap Arasında Tercih: Allah, kullarını hem rahmetiyle hem de adaletiyle kuşatmıştır. İnsan, kendi seçimleriyle ya rahmeti ya da azabı hak eder.

Sonuç

“Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayeti, inkar edenlerin ölüm anındaki zorluğunu ve ruhlarının azap içinde çekilip alınışını tasvir ederek insanlara uyarıda bulunur. Bu ayet, ölüm gerçeğini ciddiyetle düşünmeye ve hayatı Allah’ın emirlerine uygun bir şekilde yaşamaya teşvik eder.

İnsan, dünya hayatında her anını ahireti düşünerek değerlendirmeli ve kendisini Allah’ın huzuruna yüz akıyla çıkaracak bir hayat sürmelidir. Zira ölüm, kişinin dünya hayatındaki tercihlerinin bir yansımasıdır. “Ve’n-Nâzi’âti Ğarkâ” ayetinde tasvir edilen acı dolu ölümden kurtulmanın yolu, Allah’a iman etmek, O’nun emirlerini yerine getirmek ve insanlara karşı adil ve merhametli olmaktan geçer.

 

 




İSLAM DÜNYASINDA UYANAN O RUH

İSLAM DÜNYASINDA UYANAN O RUH

İslam Dünyasında Uyanan O Ruh

Tarih, dalgalar gibi yükselen ve alçalan medeniyetlerin hikâyesidir. İslam dünyası da bir zamanlar bilginin, adaletin, ahlakın ve insanlığın kalesiydi. Ancak uzun süredir uykuya dalmış, kendini unutmuş, köklerinden kopmuş bir haldeydi. Fakat tarihin akışı değişmek üzere… Çünkü bir ruh uyanıyor. İslam dünyasında uyanan o ruh, zulme boyun eğmeyen, adaleti yeniden inşa eden ve hakkı savunan ruhtur.

Bu makalede, İslam dünyasında uyanışın belirtilerini, nedenlerini ve geleceğini ele alacağız.

1. Uyanışın Belirtileri: Sessizliğin Bozulduğu An

Uyuyan bir toplum, olan biteni seyreden bir toplumdur. Fakat artık İslam dünyasında sadece seyreden değil, sorgulayan, direnen, yeniden inşa eden bir nesil yetişiyor.

Bilgiye ve bilince dönüş: Geçmişte ilim ve hikmet merkezi olan Müslüman toplumlar, tekrar bilgiye yönelmeye başladı. Bugün İslam dünyasında genç nesil, tarihini, dinini ve dünyayı daha bilinçli bir şekilde okuyor.

Korkunun yerini cesaretin alması: Yıllardır baskı altında susturulan toplumlar, artık seslerini yükseltiyor. Haksızlığa karşı duran, zulme direnen ve adalet isteyen insanlar çoğalıyor.

İslam’ın gerçek yüzüne dönüş: İslam, yalnızca ibadetlerden ibaret değildir. Adalet, merhamet, ilim ve özgürlük dini olan İslam, yeniden bu yönüyle keşfedilmeye başlandı. İslam’ı bir doğma olarak değil, yaşanması gereken bir hakikat olarak görenler artıyor.

Ümmet bilincinin yeniden doğuşu: Farklı mezhepler, milletler ve coğrafyalar arasındaki yapay ayrılıklar yıkılıyor. Müslümanlar arasında birlik ve kardeşlik ruhu yeniden filizleniyor.

2. Uyanışın Sebepleri: Hangi Güç Bizi Uyandırdı?

Bir ruhun uyanması, acı, zulüm ve haksızlıkla karşı karşıya geldiğinde başlar. Bugün İslam dünyasında uyanışın en büyük sebeplerinden bazıları şunlardır:

Zulüm ve adaletsizlik: Zulüm, insanların gözlerini açan en büyük derstir. İşgaller, sömürüler, savaşlar ve adaletsizlikler, Müslümanları daha bilinçli hale getirdi. Artık boyun eğmek yerine, mücadele etme iradesi güçleniyor.

Batı’nın çöküş sinyalleri: Yüzyıllardır dünyaya hükmeden Batı, artık eskisi kadar güçlü değil. Kendi iç çelişkileri, ekonomik krizleri ve kültürel çözülmeleri, Müslümanlara alternatif bir yol arama fırsatı sundu.

Teknolojinin bilinç uyandırması: İnternet ve sosyal medya, Müslümanların dünyadaki zulmü görmesini sağladı. Bilgiye erişim kolaylaştı ve hakikatin üzerini örten perdeler birer birer kalktı.

Genç neslin değişimi: Geçmiş nesillerin içine kapanıklığı ve korkularını taşıyan Müslüman gençler, bugün daha cesur, daha bilinçli ve daha aktif. Onlar, sadece seyreden değil, harekete geçen bir nesil olma yolunda ilerliyor.

3. Geleceğin İnşası: Bu Ruh Bizi Nereye Götürecek?

Uyanan bir ruh, sadece farkında olmakla kalmaz, aynı zamanda harekete geçer. Peki, bu uyanışın sonucu ne olacak?

İslam dünyasında ilmin yeniden yükselişi: Artık Müslüman toplumlar, tekrar bilim, teknoloji ve düşünce üretmeye başlıyor. Üniversitelerde, araştırma merkezlerinde, düşünce kuruluşlarında İslam dünyasının sesi giderek yükseliyor.

Adaletin yeniden inşası: İslam, zulme rıza göstermez. Uyanan Müslümanlar, adaleti savunan bir ümmet olmanın bilinciyle hareket ediyor.

Ekonomik ve siyasi bağımsızlık: Müslüman ülkeler, ekonomik ve siyasi olarak Batı’ya bağımlı olmaktan çıkıp kendi güçlerini inşa etmeye çalışıyor. Kendi sanayisini, kendi ekonomisini ve kendi kültürünü inşa eden bir İslam dünyası yükseliyor.

Ümmetin yeniden birleşmesi: Irkçılık, mezhepçilik ve bölücülük duvarları yıkılıyor. Müslümanlar, tekrar “tek bir beden” olma bilinciyle hareket etmeye başlıyor.

Sonuç: Ruh Uyandı, Artık Dönüş Yok!

İslam dünyasında uyanış başladı. Artık korku, sessizlik ve teslimiyet devri geride kalıyor. Bu ruh, bilinçle, cesaretle ve adaletle yoluna devam edecek. Ancak bu uyanışın tam anlamıyla bir dirilişe dönüşmesi için herkesin bilgiye, mücadeleye ve kardeşliğe sahip çıkması gerekiyor.

Şimdi soru şu: Bu uyanışa katkı sağlayanlardan mı olacağız, yoksa tekrar uykuya dalmayı mı tercih edeceğiz?